İMTİYAZ SAHİBİ IÇ.IN. DEKIL.ERÇYDDGAZİOSMANPAŞAŞUBESİ ÇYDD Gaziosmanpaşa Şubesi Editörün Mesajı..................................................3 Yönetim Kurulu Esra Öztaşkın YAYIN SORUMLUSU Gençlik Ne Yaptı?...............................................4 Özge Çamcı Çağdaş Gençlik Gaziosmanpaşa YAZI İŞLERİ SORUMLULARI Yin Yang...............................................................7 Mert Gürlek Esra Öztaşkın Çiğse Baş GRAFİK TASARIM Halk Sağlığının Önemi......................................8 Gülşen İrem Bal Bahar Kamçılı Ali Yılmaz Umut Güzel En Güzeliniz Benim.........................................10 Yunus Buğra İkiyek Esra Öztaşkın EDİTÖRLER Kendimle Baş Başa...........................................12 Esra Öztaşkın İlknur Kaynarca Kübra Sütçü Melike Doğan Sizi Evinizden Alıp Farklı Dünyalara Götürecek 7 Kitap.............................................13 İLETİŞİM SORUMLULARI Bahar Kamçılı Miraysude Kırşan Beyza Öztaşkın Guernica............................................................16 Yağmur Güneş Beyza Öztaşkın Cemre Dikçe Mert Kaya Orta Çağ’ın Hayvan Mahkemeleri.................18 Hande Tiryakioğlu Deneme..............................................................20 Şevval Nur Yeral Neden Hayal Ettiğimiz Yerde Değiliz?...........23 Yaren Demirkapı Şimdi Ol Çağdaş Ol..........................................24 Mert Gürlek Yönetmek ve Yönetilmek..................................26 Deniz Bozkaya Işık Saçmak İçin Birinin Sana Yansımasını Bekleme........................................28 Esra Öztaşkın Kokular ve Hafıza..............................................30 Cemre Dikçe Türkiye’de Yükseköğretimin Profili................32 Mert Kaya Beslenme Bilimi................................................35 Esra Öztaşkın 2
Kardelen EDİTÖRÜN MESAJI Değerli Çağdaş Okurlarımız, Büyük emeklerle hazırladığımız, her sayfasını değerli yazarlarımızın katkısıyla ilmek ilmek işlediğimiz Kardelen e-bülteni- miz artık sizlerle! Okumak üzere olduğunuz sayfalar hem yorgunluk hem de keyifle hazırlandı. Dileriz ki hazırlama sürecinde en az mutfak ekibim ve be- nim kadar yeni bilgiler edinirsiniz. Bu bültenin çıkarılmasında emeği geçen başta grafik tasarımcı arkadaşlarıma, editör arkadaşlarıma, il- etişim sorumlularıma, bizi hiç yalnız bırakmayan yazı işleri sorumlu- muza ve bize ön ayak olan yayın sorumlumuza çok teşekkür ediyorum. Hazırlama sürecinde yaşadığımız heye- can ve sabırsızlıkla dolu macerayı umarım sizlerin beğeni ve artan talepleriniz ile daha sık tekrarlarız. Mustafa Kemal Atatürk’ ün şu sözleri ile sizleri kıymetli içeriklerimiz ile baş başa bırakıyorum: “Gençler! Cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve me- deniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kur- duk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.” Esra ÖZTAŞKIN 3
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ Gençlik Ne Yaptı? Sağlık Konuşmaları: Covid-19 ve Beslenme Konuşmacı: Ece Can- Zeynep Tozcu Moderatör:Esra Öztaşkın 32. Vergi HaftasıHakkında Bilgilendirme Etkinliği Miraysude Kırşan Acil durumlarda ilk yardım Çiğse Baş-Berfin Elif Bayrak-Bahar Kamçılı Deniz Yıldızı Covid-19 ve Aşı Konuşmacı:Osman Erk Özlem Şahin-Aylin Kurt-Umut Güzel Moderatör:Arzu Çakır Speaking Club Melike Doğan-Yaren Tibet Hande Tiryakioğlu Güle güle git 2020 Film gecesi Yılbaşı Eğlencesi Mert Gürlek-Arzu Çakır Arzu Çakır-Hilal İnce-Mert Gürlek Bülent Karacançay Oyun Gecesi Arzu Çakır-Hilal İnce Şubenin 6. yıldönümünü kutladık. 4
Kardelen Kodlamaca Projesi Umut Güzel-Kübra Sütçü Türkan Saylan’ın doğum günü için video hazırladık. Utku Erişik ile Tiyatro ve Atatürk’ün Ulusal Sanat Anlayışı Münazara Projesine katıldık. Mert Gürlek-Mert Kaya-Kübra Sütçü-Esra Öztaşkın Öğretmenler günü için mektup yazdık. (Öğretmenime mektubum var) 10 Kasım için video hazırladık. 29 Ekim Kutlaması Mektuplaşma Projesi İrem Nur Aydar-Ali Yılmaz Renkli Kampüs Projesine katıldık. Bülent Karacançay 5
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ 6
YIN & YANG Kardelen Zıtlık aslında kelime anlamı olarak karşıtlık demektir. Karşıtlığa da anlamsal olarak bakarsak “iki sistem arasındaki görevlerin zıt olması durumu” kısaca “karşı gelim” ile karşılaşırız. Zıtlıklar sadece mıknatıslarda, sistemlerde karşımıza çıkmaz farkında olmasak da zıtlık ile en çok hislerimizde birleşiriz Zıtlıklar, hislerimize yön verir. Güneş sıcaklığının altında kışı özleyip, kar kaplanmış soğukta yaz rahatlığını özlememiz gibi. Herkes her şey birbiriyle uyum içinde olamaz. Örne- ğin insanlar; bir arkadaş grubunda ortaya atılan bir fikri herkes onay- ladığında fikir sahibi kişi kendini kötü hissedebilir. Bunun sebebi başka hiç kimsenin or- taya başka bir seçenek koy- mamasıdır. Fikir sahibi kişi söyleme tarzından şüphelenip geri çekil- me çabası- na girebi- lir. Doğru sandıkları- nın yanlış olmasından korkar. Doğru sanılan yanlışlar... Yüzleşilmesi zordur ama asla sırt dö- nülmemelidir. Hatalarımızı görerek hataları, yanlışları ve gelecek için geçmişi anlamlandırmalı- yız. Peki bu yaptığımız hataları hangi dere- cede düşünmemiz noktasına gelirsek düşünmek olanları değiştirmeyeceği gibi gereğinden fazla düşünmek daha büyük çıkmaza sokabilir bizleri. Geçmişi görmezden gelmenin de çok ince ayrıntıları vardır. Bu ayrıntılarla sa- vaşmak yerine hataları, yanlışları, geçmişimizin tüm iyi kötü yanlarını gerçek ve kalıcı olarak geçirmek için sırtlamak gerekir. Kambur oluşuna dek değil yol bitene kadar. Unutmayalım ki yaşanmışlıklar her birimizin önünü aydınlatır. Sırtladığımız zaman sevdiğimiz eski bir kitabı sahafa vermek gibi değil de kitaplığımızda en üst rafa koyup bir anda aklımıza gelen bölümü tekrar okuyabileceğimiz ulaşılabilirlikte olmalıdır. En başta da söylediğim gibi zıtlıklar tüm hayatımıza yön verir. Bu yönler his sayesinde veya yaşımız ne olursa olsun geçmişimiz sayesinde olur. Önemli olan doğru ve yanlı- 7şın ucu bucağı olmayan belirsizliği içinde kaybolmamak. Çiğse Baş
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ HALK SAĞLIĞININ ÖNEMİ Çağdaş Gençlik Gazi- doğumundan ölümüne osmanpaşa Yıldızı kadar kendi sorumlulu- projesi kapsamında dü- ğunda gören, hastalığın zenlediğimiz üçüncü eği- tedavisinden önce ortaya timimizin konusu “Halk çıkmasında rol oynayan Sağlığı”ydı. Eğitmenimizin fiziki, biyolojik, sosyal, kendisi de halk sağlığı uz- kültürel, ekonomik ve psi- manı ve bu konuda önemli kolojik çevredeki olumsuz çalışmalar yapmış olan etmenlerin giderilmesi Prof. Dr. Ayşe Yüksel’di. için çabalayan bilim dalı- Eğitimin sonunda Ayşe dır. Halk sağlığı, tamamen Yüksel’den; halk sağlığının tedavi odaklı değildir; ne olduğunu, hangi alan- çünkü hastalığın önlenme- ları kapsadığını, kimle- si tedavisinden daha kolay rin halk sağlığı uzmanı ve avantajlıdır. En önemli olabileceğini ve bir ülke hedefi hastalığın ortaya için koruyucu hekimliğin çıkmasına neden olan önemini öğrenmiş olduk. olumsuz koşulları gider- Halk sağlığı; küresel bir mektir. Hastalığın tanısını kavram olup toplumu bir olabildiğince erken koyup bütün olarak ele alan, her tedavi etmek ise ikinci bireyi aşamasıdır. 8
Kardelen Dünya Sağlık Örgütü 7 Nisan 1948’de sağlığı Aylardır tüm dünyanın en büyük “Sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil; sorunu olan COVID-19 hastalığıyla bedence, ruhça, ve sosyal yönden tam bir iyilik birlikte halk sağlığı uzmanlarının halidir.” olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre toplum için ne kadar önemli olduğu günümüz koşullarında kabul gören, hastalık anlaşılmıştır. Hastalığın ülkemize ortaya çıktıktan sonra tedavi odaklı yapılan geldiği ilk günlerdeki bilgi kar- çalışmalar sağlığın bütününe bir katkı yap- maşasından çıkmamızı sağlayan, mıyor ve kişinin tam anlamıyla sağlıklı olup toplumu bilinçlendiren ve korunma olmadığıyla yeterince ilgilenmiyor. Bu da bize yollarını açıklayan halk sağlığı uz- halk sağlığına yeterince önem verilmediğini manları sayesinde pandemi koşul- gösteriyor. larına karşı çoğu kişi bilinçlendi; “Koruyucu hekimlik” anlayışının halk sağlığı- kendisinin ve toplumun sağlığı için nın temelini oluşturmasına karşın günümüzde uyması gereken kuralları benimsedi. çoğu ülkenin sağlık sistemi bundan saparak Sonuç olarak halk sağlığı; toplumda tedavi ve ilaç odaklı ilerlemektedir. Oysa halk herkesin bilinçli ve sağlıklı olması için sağlığının seviyesi bir ülkenin gelişmişlik sosyal politika olarak önem verilmesi düzeyini gösterir; çünkü sağlık hizmetlerinde gereken, sağlığın korunmasına katkı halkçılık esastır. Sağlık doğuştan kazanılmış bir yapan ve her bireyin kolayca sağlık haktır. Irk, din, dil, cinsiyet, ekonomik durum, hizmetlerine ulaşması için entegre bir yerleşim yeri gözetmeksizin herkes sağlık hiz- şekilde çalışan sağlık çalışanlarından metlerine erişebilme ve faydalanabilme konu- oluşan küresel bir bilim dalıdır. sunda eşit haklara sahip olmalıdır. Bu koşullar sağlanamadığında oluşan eşitsizlikler toplumu Halksağlığı; geriletmekte ve çağdaş medeniyetler seviye- toplumu sinden uzaklaştırmaktadır. İngiltere, İsviçre, hastalık konusunda İsveç, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde sağlık bilgilendirir, koruma sistemine harcanan para çoğu ülkeye göre az sağlar, ortaya çıkışını olmasına karşın sağlık sistemleri onlardan önlemek için çabalar ve gelişmiştir. Bunun başlıca nedeni halk sağlığına bu da çoğu kişide te- verilen önemdir. Halk sağlığı; toplumu has- daviye gerek kalmadan talık konusunda bilgilendirir, koruma sağlar, hastalığın iyileştirilme- ortaya çıkışını önlemek için çabalar ve bu da sini sağlar. çoğu kişide tedaviye gerek kalmadan hastalığın iyileştirilmesini sağlar. Bahar Kamçılı Halk sağlığı hizmetleri kronik hastalıkların takibi, kadın sağlığı ve aile planlaması, çocuk sağlığı, iş sağlığı ve güvenliği, toplum beslen- mesi, yaşlı sorunları ve bulaşıcı olmayan hasta- lıkların kontrolü, bulaşıcı hastalıkların kontro- lü ve bağışıklanma hizmetleri gibi birçok alanı kapsamaktadır. 9
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ EN GÜZELİNİZ BENİM! Yazar : Esra Öztaşkın Size bir sorum var. Dünyanın en güzel kızıyım dersem bunun aksini kim ispatlayabilir? (Kime göre neye göre en güzelim?) -Cevap yok. Evet ispatlayamazsınız. Çünkün yüzyıllardır değişen bir şeydir: güzellik. Tarih boyunca çağ açıp çağ kapatan güzelliğiyle dillere destan olmuş kraliçelere baktığımız zaman bir çoğumuz neden o kadar beğenildiklerine anlam veremeyiz. Çünkü eski zamanlarda saraylarda yaşayan kadınlar et yiyebildik- lerinden kaba bir tabir olacak ama ayva göbekli ve geniş kalça- lı kadınlardı. Çalışmak zorunda olmayan kadınlar saraydan dışa- rı çıkma gibi bir zorunlulukları olmadıkları için beyaz tenliler- di ve bu zenginlik göstergesiydi. En azından Rönesans Dönemi’nde… Victoria Dönemi İngilteresi’ne geldiğimizde ise kadınlar bedenlerini daha çok irdelemeye başladı ve kum saati vücut tipi moda haline geldi.Korse kullanımı da bu dönemde yaygınlaşmaya başladı. Ka- dınlar zor nefes almalarına rağmen güzellikuğrunabelleriniincegösteren kıyafetlerin içine girmeye çalıştı. Efendim, zaman ilerledi ve feminizm kavramı 1920’lerde hayatımıza girdi. Feminizmin sonucu erkeksi görünüm ön plana çıktı. Kıvrımsız vücut hatları, küçükgöğüsler,kısasaçlarmodaoldu. 10
Kardelen 1960’larda hippilerin yükselişiyle 0 beden modası fırladı. Modeller, kadınla- rın kafayı bozarcasına zayıflamaya yönlendirdi. Kıvrımlı vücutların yerini ince ve uzun vücutlar aldı. Anoreksiya da bu dönemde yaygınlaştı. 1980’lerde ise aerobik ve fitness patlamış durumdaydı. Bir kadın omuzlarının genişliği ve saçlarının kabarıklığı kadar güzeldi. Vatkalı ceketlerde bu dönemde moda oldu. Gel gelelim 2000’lerde ise Kardashian ablalarımız sağ olsun: “Kadınlar hem ince hem sağlıklı hem büyük göğüslü ve kalçalı, hem de düz karınlı olmalılar!” kalıbını hayatımıza soktu. Son yıllarda sosyal medyanın getirisi “selfie”yle bera- ber ince kaşlar küçük yüzler yerini kalın, kalkık kaşlara, dolgun dudaklara ve elmacık kemiklerine bıraktı. Kısacası aynı fabrikadan çıkmışçasına belli ölçülere girebilmek için bıçak sırtına yatılan bir dönemdeyiz. İdeal kadın güzelliğinin, dönemlere göre gösterdiği değişimlerin döneme ait toplumsal değerler ve teknolojik olanaklar doğrultusunda şekillendiği görüyo- ruz. Bununla kendimizi dönemin bize empoze ettiği güzellik algısına sokmasına izin vermeyerek kendimiz olalım. Çünkü farklılıktan güzellik doğar. Ancak farklı olursak yenileniriz ve yerimizde saymaktan kurtuluruz. Başkaları görmeyi başa- ramıyor veya istemiyor diye kendi güzelliğimizi inkâr etmeyelim. Kimse güzel olmaya çalışmıyorum demesin. Hepimiz, bu beni şişman veya kısa gösterdi diye o çok beğendiğimiz kıyafetlerden yavaşça uzaklaştığımızı bili- yoruz. Kimliğimizi benimsemek yerine etrafımızda gördüklerimizi taklit etmeye uğraşmayalım. Bunu yaptığımızda ruhumuz yavaş yavaş körelir, arzumuz azalır, dünyaya güzellik katma olasılığımız ortadan kalkar. Onun için size empoze edilen güzellik algısını yerle bir edin. Ve hemen bugün, şu anda kendinizi olduğunuz gibi sevmeye başlayın.Daha mutlu, sağlıklı ve huzurlu olduğunuzu göreceksiniz. Çünkü siz bunu hak ediyorsunuz. Çünkü siz zaten en güzelsiniz ! Ben dünyanın en güzel insanı Esra Öztaşkın. Ve sen dünyanın en güzel insanı… Okuduğun için teşekkür ederim. 11
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ Kendinle Baş Başa İlknur Kaynarca Olmaktan korktuğun yerde, yazacak- larını bilmediğin zamandasın. Kulağın- da müzik, dışarıda yağmur sesi, içeride sessiz, huzur dolu ortam. Kaptırmışsın kendini odanın boşluğuna, yokluğuna, hissizliğine... Sanki eşyalar konuşacak gibi. Bozuyor sessizliği bir çığlık sesi.Gülüyor içeride insanlar. Sen? Veya ben? Ne gülüyor ne ağlıyoruz. Sadece kaçıyoruz. Belki de bu yüzdendir aylardır dinlemekten korktuğun şarkı- nın çalması; o çalıyor, kural bozuluyor, her şey bitiyor, gözlerin kapanıyor. Ken- dinle yüzleşemiyorsun, belki bıraktın, belki pes ettin. Tam o sırada yeni umut, yeni hayal ve yeni bir şarkı… Gözlerini açıyorsun, dışarıda yağmur, içeride ses- sizlik, kulağında müzik… 12
Kardelen Sizi Evinizden Alıp Farklı Dünyalara Götürecek 7 Kitap Yazar: Bahar Kamçılı Uzun bir süredir pandemi nedeniyle evlerimize kapandık. Sosyalleşmeyi, gerçek hayatı unuttuk. Bu dönemde benim en büyük yardımcım kitap okumaktı. Çünkü gün- lerce dışarıya çıkmamışken okuduğunuz bir kitap zihninizi farklı dünyalara, dönem- lere götürebilir. Günlerce kitaptaki karakterlerle, onların dünyasında yaşayabilirsin- iz. Seçtiğim kitaplarla karantinada gerçek dünyayı siz de hatırlayabilirsiniz. 2)K1)Uçurtma Avcısı“Biresi insanı öldürdüğün zaman bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir ko- cayı, çocuklarının elinden bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birisini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.” Afganistanlı yazar Khaled Hosseini’nin ilk romanı olan Uçurtma Avcısı bir ülkede, Afganistan’da, savaş öncesi ve sonrası değişen hayatları iki çocuğun hikayesi üzerinden çarpıcı bir şekilde okurlara sunuyor. Emir ve Hasan savaşın Afganistan’a ulaşıp hayatlarını çalmadığı zamanlar hepimiz gibi ‘normal’ bir hayat sürüyordu. Savaş kadar yıkıcı olan ekonomik, etnik ve her türlü sınıfsal ay- rımcılık hayatlarının bir parçasıydı. Yazar geçmişten günümüze değişmeyen ve belki de değişmeyecek olan sınıfsal ayrılıkların bir çocuğun üzer- indeki etkisini, hiçbir canlının yaşamaması gereken savaşı o kadar gerçek anlatmış ki kitabı bitirdiğinizde hayatınızda değerini bilmediğiniz anların, anlamsız kutuplaşmaların ardeşimin Hikayfarkına varmış olacaksınız. Yazarı Zülfü Livaneli’nin tarzını tam olarak yansıtan bu kitap gizemli bir cinayetin ardından gazeteci bir kadınla dünyadan elini çek- miş bir mühendisin yollarının kesişmesiyle başlıyor. Kitapta mühendisin ve kardeşinin hikayesi gazeteci kıza ve bizlere gerçek ve kurgu iç içe geçmiş bir biçimde anlatılıyor. İnsan zih- ninin ne kadar yanıltıcı olabileceği Podima’dan başlayıp Moskova’ya, Minsk’e uzanan güzel bir hikayeyle sunulmuş. Kitabı bitird- iğinizde büyük bir şaşkınlıkla da baş başa kalacaksınız. 13
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ 3)Bin Muhterem Güneş“Bazen Leyla Anne’nin neden zahmet edip de onu doğurduğunu merak ediyordu. Artık şuna inanıyordu: Bütün sevgilerini zaten sahip oldukları çocuklara verip tüketen ana-babaların, yeni çocuk yapmalarına izin verilmemeliydi.” Khaled Hosseini’nin ikinci romanı olan Bin Muhteşem Güneş erken yaşta evlendirilen kız çocuklarının, ‘insan’ olarak görülmeyen ve her alanda kısıtlanan kadınların hikayesini tamamen farklı aile yapısına ve çocukluğa ama aynı ka- dere sahip iki kadının, Meryem ve Leyla’nın, gözünden anlatıyor. Savaş hayatlarına girmeden önce hepimiz gibi seven, aşık olan, kırılan kadınlar savaşta sadece hayatta kalmaya çalışıyor. Meryem annesi ve babası evli olmadığı için herkesten saklanan, her gün babasını özleyen ve onu bekleyen bir kız çocuğuyken annesi ölünce onu malı gibi gören bir adamla evlenip esir olurken Leyla kadınlara saygı duyan, onu seven ailesini savaşta kaybedince o da aynı adamın esare- tine düşüyor ve iki kadının yolları kesişiyor. Kitabı okurken asıl savaşı kadınların hayatta kalmak için her gün verdiğini anlıyorsunuz. 4)Martin EdenBir ideal hayatınızın merkez- ine oturursa, tek motivasyon kaynağınız amacınıza ulaşmak olursa bu size bir şeyler mi ka- zandırır yoksa sizden çok önemli şeyleri alıp götürür mü? Martin Eden okurun bakış açısına göre aşk, macera, kişi- sel gelişim, sınıflar arası çatışmanın anlatıldığı bir roman ola- bilir. Ama tüm bu bileşenlerin buluştuğu tek bir nokta var: kendini geliştirmek için bir insan ne kadar ileri gidebilir; başaramıyorsun, vazgeç diyenlere karşı kaç kez ayağa kalkıp tekrar deneyebilir? Martin Eden par- asız, ayak takımından, eğitimsiz bir işçiyken aşık olduğu kadına denk ola- bilmek için kendini geliştiren, insanüstü bir çabayla sınıf atlamaya çalışan ama yazdıklarıyla sürekli aşağılanan, sevdiği kadın ve ailesi tarafından hor görülen azimli bir karakter. Kitap günlük yaşamın gerçekleri üzerine kurul- muş; başarısızlıklardan, herkesin bir defa da olsa yaşadığı dibe vurmadan ve her şeyini tükettikten sonra ayağa kalkma çabasından oluşuyor. An- lık gaza gelmeler yaratan günümüz kişisel gelişim kitaplarındansa ete kemiğe bürünen, aklınıza kazınan bir karakterle, Martin Eden ile birlikte hayatta olmak istediğiniz yer için ye- teri kadar çabalayıp çabalamadığınızı sorgu- luyorsunuz. 14
Kardelen 5)Jan e Eyre Yazarı Charlotte Bron- te’nin tek kitabı olan Jane Eyre tutuc- uluğun üst düzeyde olduğu Victoria dönemi İngiltere’sinde geçiyor. Kitap küçük yaşta öksüz kalan, sevgisizlik içinde büyüyen, olduğu yerde istenmeyen ama gidecek hiçbir yeri de olmayan çaresizlik içinde ki bir çocuğun hikayesiyle başlıyor. Hikayenin devamında yaşadığı tüm zorluk- lara rağmen güçlü bir kadın olmayı başaran Jane herkesin örnek alması gereken bir karaktere dönüşüyor. Gerçek aşkı bulduğuna inanması ama bu aşk doğrularıyla çakıştığında tüm baskılara rağmen kendisinden vazgeçmeyişiyle, iradesiyle, kendine olan güveniyle ve zorluklara boyun eğmemesiyle Jane hayatta en önemli olan şeyin kendimize olan say- 6)Seolduğunu bizlere hatırlatıyor. gımızı ne olursa olsun kaybetmememizrençocuğunun büyümesi ne“Bir kız adzaman biter? İlk adet gördüğünde mi, 18 yaşını doldurunca mı, evlenince mi, saçına ilk ak düşünce mi? Bence hiçbiri değil. Bir kız çocuğu büyümez, kaç yaşına gelirse gelsin asla büyümüş hisset- mez kendini. Son nefesini içi arzularla, heyecanlarla dolu bir kız olarak verir.” Zülfü Livaneli’nin en sevdiğim kitabı olan Serenad birbirleri- yle alakası olmayan İstanbul Üniversitesi halkla ilişkilerde görev- li Maya ile ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’in yollarının kesişmesiyle başlıyor. Kitap profesörün başından geçmiş olan çok üzücü ve gizemli bir olayın etrafında dönüyor. Zülfü Livaneli’nin diğer kitaplarında olduğu gibi bunda da ülkemizin gerçekleri roma- 7)Ve Dağlar Yankılandına o kadar güzel sindirilmiş ki okurken adeta kitabı yaşıyorsunuz. Khaled Hosseini’nin üçüncü kitabı olan Ve Dağlar Yankılandı bu se- fer okurlara savaştan çok önce değişen iki kardeşin hikayesini anlatıyor. Annelerini kaybeden Peri ve Abdul- lah’ın çölde babasıyla geçen uzun bir yoldan sonra Kabil’e var- masıyla tüm hayatları değişiyor. Dünyanın her yerinde olan gelir eşitsizliğini yazar Peri ve Abdullah’ın küçük köyleriyle Kabil arasında- ki uçurumla anlatıyor. Zengin ailenin yanında kalan Peri tüm hayatı boyunca yaşayacağı bir kimlik karmaşasının da içine düşüyor. Kitap karakterlerin yaptıkları seçimlerin, fedakarlıkların, bencilliklerin etrafında bizleri de sürüklüyor. Tüm bu olanların başı ise ‘nor- mal’ görülmediği için bastırılan duygularla yaşanamamış bir aşk, bu aşk için yapılan fedakarlıklar… Kitapta her karakter kendi savaşını verirken birbirlerinin hayatını da değiştiriyor. 15
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ GUERNİCA Picasso’nun ve 20. yüzyılın en ünlü tablosu… BEYZA ÖZTAŞKIN Savaşın, vahşetin, korkunun gizlendiği imgelerle dolu bir şah eser: Guernica. Guernica, İspanya’nın Bask bölgesinde yer alan Kübizmin en önemli örneklerinden olan küçük bir kasabanın adıdır. Tablonun yapılmasına tablo, şu an da Madrid’de bulunan Reina sebep olan olay, 1937’nin Nisan ayında İspanya’da Sofia Müzesi’nde sergileniyor. Anıtsal bir yaşanan iç savaş sırasında Nazi Almanya’sına ait nitelik taşıdığından dolayı oldukça büyük 28 bombardıman uçağının Guernica’yı bombala- boyutlara sahiptir: 7,76 metre eninde ve 3,49 ması sonucunda Guernica Bombardımanı olarak metre boyundadır. Tuval üzerine yağlı boya tarihe geçmiştir. Çok sayıda kişi yaralanmış, yak- ile çizilmiştir. laşık 1600 kişi yaşamını yitirmiştir. Bombardı- mandan sağ kurtulanlar, pazar meydanına atılan Picasso, tabloyu savaşın yarattığı dehşe- bombanın kasabanın 3 gün boyunca aralıksız ti ve kentte yanan insan, hayvan, bitki ve yanmasına sebep olduğunu ve kasaba halkına bin- binaların küllerini anımsatması için siyah, lerce mermi atıldığını söylüyor. O sırada Picasso, beyaz ve gri tonlarında renklendirmiştir. İspanyol Cumhuriyet Hükümeti tarafından büyük Üstünde birçok sembol yer almasına karşılık bir duvar resmi yapması için görevlendiriliyor. Bu hala bu sembollerin tam anlamıyla neyi olayı gazetelerden öğrenen Picasso, yaşananlar- yansıttığı çözülememiştir. Picasso’dan es- dan çok etkileniyor ve bunu sanatıyla ifade etmek erle ilgili açıklama yapması istendiğinde şu istiyor. Sergi için yaptığı bu eseri 2 ay gibi kısa bir sözleri söylemiştir: “… Bu bir boğadır, bu sürede resmetmiştir. da at… Eğer tablolarımdaki belirli şeylere anlamlar yüklerseniz bunlar çok doğru ola- Söylentiye göre Paris Nazi kuşatması altın- bilir; ama bu anlamları vermek benim fikrim dayken Picasso, gestapo tarafından sorgulandığı değil. Sizin ulaştığınız fikirlere ve sonuçlara bir sırada Nazi subaylarından biri Picasso’ya ben de ulaştım fakat içgüdüsel ve bilinç- Guernica’yı işaret ederek : “Bunu siz mi yaptınız?” siz olarak. Resmi resim olsun diye yaptım, diyor. Picasso ise şu yanıtı veriyor: “Hayır, siz nesneleri de oldukları gibi resmettim.” yaptınız.” 16
Kardelen Birkaç figürü amatörce incelemek gerekirse: Tablo aslında oda görünümlü, siyah tonun ağır bastığı bir mekânda geçiyor. Resmin en solundaki açık renkli geri plan bu odanın dışa açılan du- varını yansıtıyor. Tablonun en solunda kuyruğu yanan bir boğa figürü gözüküyor. Boğa, İspanya için önemli bir figür olduğundan eklenmiş olabilir. Bazı eleştirmenler ise bu figürün dönemin Franco yönetimini temsil ettiğini düşünüyor; çünkü neredeyse resimde sakin duran tek figür. Boğanın altında kucağında ölü bir çocuğu tutan ve acı çeken bir kadın veyahut bir anne resmedilm- iş. Kadının ve boğanın dilleri hançer biçiminde çizilmiş ve bu da haykırışı temsil ediyor. Resmin ortasında acı çektiği görülen at figürünün vücudunun gazete deseni biçiminde olmasının nedeni ise Picasso’nun bu olayı gazetelerden öğrenmiş olması olabilir. Atın vücuduna mızrak saplanmış ve ayaklarının altında gövdesi parçalara ayrılmış bir asker figürü yer alıyor. Kopmuş kolundaki eli ile kırık bir kılıç tutuyor ve bu kılıçtan bir çiçek filizleniyor. Askerin elinde yer alan çiziklerin işçi sınıfını temsil ettiği düşünülüyor. Atın başının hemen üstünde göz biçiminde bir ampul yanıyor. Bu figür İspanyolcada ampul anlamına gelen “bombilla” kelimesini çağrıştırıyor ve tabii ki keli- menin ikinci anlamı olan bomba kelimesini. Boğa ile at arasında yer alan bir de beyaz güvercin figürü var ve bu güvercin kanatlarından birinde zeytin dalı tutuyor yani barışı temsil ediyor. Picas- so bu yüzden güvercini ağlarken resmetmiş. Tablonun sağ tarafında ise pencereden içeri giren ve elinde gaz lambası tutan bir kadın görünüyor yani umudun hala var olduğu ve peşinden gidildiği temsil ediliyor. “Sanat görüneni tekrarlamaz , görünür kılar.” (Paul Klee) Görünür kılmayı amaçlayan Guernica, üç çeyrek asırdan beri sanat camiasının savaş karşıtı sembollerinden biri olmuş ve en politik resim olarak anılmıştır. Guernica, tüm bu karışık simgel- ere rağmen daha ilk bakışta savaşın yarattığı korkuyu yansıtabiliyor. Bu tablo, savaşın beraberinde getirdiği trajediyi, özellikle de masum kişiler üzerinde ne denli büyük acılara sebebiyet verdiğini ve kişide her ne kadar karanlık anlamlar uyandırsa da bir o kadar da gerçekliği yansıtıyor. Kaynakça *https://www.theguardian.com/commentisfree/2006/apr/29/arts.visualarts ; The art of war,Colm Toibin,2006 *https://cdn.wallpapersafari.com/8/15/La69fW.jpg 17
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ ORTA ÇAĞ’INHAYVAN MAHKEMELERİ Hande TİRYAKİOĞLU Öte yandan dönemin en güçlü kurumu olan kilisel- ere mensup ve aynı zamanda hayvan mahkem- elerini yöneten din adamları hayvanların ruhtan Orta Çağ, Gotik mimarisiyle günümüzün en güzel, yoksun olduğunu, insanoğlunun her şeye gücünün en modern şehirlerine bile karanlık, mistik bir hava katan, pek çok hastalığın ortaya çıktığı, sko- yetebileceğini öne sürmüşlerdir: “Tanrı ‘insanı lastik düşüncenin altın çağını yaşadığı, şövalyelerin kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım’ o savaştan bu savaşa koşturduğu bir dönem olarak dedi. ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hafızalarda yer etmiştir. Tüm bu göz kamaştırıcı un- hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne surların yanında hayvan mahkemesi gerçeği modern egemen olsun’” (Yaratılış 1: 26)1. Bu satırlardan da insana hayal ürünü gibi gelir. Hayvan Mahkemesi, anlaşıldığı gibi “her şey insan için yaratılmıştır” Orta Çağ’ın gerçeklerinden biridir. Bu çağ boyunca düşüncesinin hâkim olduğu görülür. Dönemin domuzdan çekirgeye kadar, kayda geçen, yüz kırk dört din adamlarının zihniyetine göre Tanrı, insanoğ- hayvan hüküm giymiş ve infaz edilmiştir. Peki, neden lu dışında neredeyse hiçbir şeye ilgi göstermiyor, hiçbir şeyi umursamıyordu: “Tanrı’nın kaygısı hayvanlar tıpkı insanlar gibi yargılandı? Orta Çağ’da öküzler mi yoksa bunu özellikle bizim için mi hayvanların statüsü neydi? söylüyor?” diye sordu Aziz Paul (1. Korintliler 9: 9)2 olumsuz yönde bir cevaba yol açarak çünkü onun asıl görüşü öküzlerle ilgili ilahî yasaların Öncelikle, Orta Çağ’da temel geçim kaynaklarına insan yararı için yapılmış olmasıdır. Tanrı her bir bakıldığında, tarımın en üstte yer aldığı görülür. serçenin farkındadır ancak İncil’de onların veya Tarım faaliyetlerinde hayvanların tıpkı bir köylü gibi diğer hayvanların refahını çok az önemser. Ayrı- iş yaptığı, çalıştırıldığı gözlemlenebilir. Bu açıdan ca Tanrı Yahudilerin sık sık sadece düşmanlarını olaya bakıldığında hayvanların aslında insan lisanı değil, düşmanlarının hayvanlarını da öldürmelerini kullanmayan bir çeşit insanımsı bir varlık olarak emreder. Bizzat İsa, başkasının domuz sürüsünü algılandığı sonucu çıkartılabilir. Öyle ki Fransa’da bir göle atmış, yaklaşık 2 bin hayvanın ölümüne ned- domuza idamından önce, hakkındaki tüm suçlama- en olmuştu (Markos 5: 11-13)3. Ayrıca kilisenin lar okunmuş, başına insan yüzüne benzer bir maske hayvanlara karşı olan bu tutumu, günümüze kadar takılıp ceket giydirildikten sonra infaz edilmiştir. Yine gelen pek çok geleneği de meydana getirmiştir. güneydoğu Fransa’da tarım mahsullerini olumsuz Örneğin, boğa güreşi 19.yüzyıla kadar kanlı bir etkilediği düşünülen bit sürüsüne dava açılmış, hatta bit sürüsüne bir avukat tayin edilmiştir. Bu avukat “oyun” olmuştur. Bir mevzuatla (1882 Hayvan canlıların insan gibi kasıtlı olarak bir suç işleyemey- Koruma Yasası, vahşi hayvanları kapsayan bir yasa eceği şeklinde savunmasını yapmış, bit sürüsünü değildir), Hristiyan din adamlarının tüm itirazları- kurtarmıştır. Tüm bunlara bakıldığında, hayvanlara na rağmen, hayvanların yaşamları kısmen koruma açılmış olan bu davalar, insanın hayvanı hukuken ken- altına alınmıştır. Bir başka örnek ise kedi fırlat- dine denk gördüğünü gösterir. maktır. Günümüzde Belçika, Kattenstoet’de devam eden gelenek canlı kedi yerine oyuncak kediler 18 kullanılarak gerçekleştiriliyor.
Kardelen Din konusu pek çok konuda olduğu gibi, hayvanlar hakkındaki felsefi düşüncelere de etki etmiştir. Büyük düşünür René Descartes evrenin Tanrı, madde ve ruhtan oluştuğunu söylemiştir. Descartes, düşünme ey- lemini insana özgü olarak görmüş ve hayvanların (“uzamlı şey”-res extens) aksine insanoğlunun (“düşünen şey”-res cogitans) düşünen bir madde olduğunu söylemiştir. Düşünmek, algılamak, hissetmek ruh tözünü oluşturan birtakım eylemlerdi. Descartes bu eylemleri bir ruha sahip olan insanoğluna atfetmiştir. Bu, insan dışındaki hiçbir canlının düşünemeyeceği, algılayamayacağı ve hissedemeyeceği anlamına gelir. “Düşünüyo- rum öyleyse varım” sözü tam da bu durum için söylenmişti. Bu yazının amacı, hayvan ve insandan yola çıkarak hayvan mahkemelerini anlamlandırmaya çalışmak ve döneme hâkim güçler üzerinden farklı bir bakış açısı kazanmaktır. Böylece Orta Çağ’ın karanlık tarafı belki de bir kez daha kendini göstermiştir. Modern insanın hafızasına görkemli ve gizemli olarak kazınan bu çağ insanların kendilerini ve diğer canlıları nasıl gördüğünü, insanın kendini nasıl piramidin en üstüne koy- duğunu anlamak için daha detaylı incelenmeye değerdir. KAYNAKÇA •“ https://indigodergisi.com/2016/10/hayvanlar-yargilanabilir-mi-ortacag/ ” •“https://steemit.com/tr/@feryuse/hayvanlari-makinelestiren-filozof-descartes-a-philosopher-who-mechanize-ani- mals-12dbeb156899b” •İlyas ALTUNER- Arş. Gör. Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü- “Descartes Felsefesinde Tanrı ve Varlık İlişkisi”, Iğdır Üniversitesi / Iğdır University Sosyal Bilimler Dergisi / Journal of Social Sciences Sayı / No: 2, Ekim / October 2012: 31-48 •Sami Mert EĞİLMEZER, Tarihi Kronikler, https://dunyalilar.org/tarihin-perde-arkalari-hayvanlarin-idami.html/ •Duygu AYDEMİR, Sophos Akademi, https://www.sophosakademi.org/hayvan-haklari/ • (Genèse 1 :26)1, https://saintebible.com/ •(1. Korintliler 9: 9) 2, https://saintebible.com/john/1-1.htm • (Markos 5: 11-13) 3, https://saintebible.com/mark/1-1.htm 19
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ Dünyaya Bakış Açınızı Değiştirecek Filmler Herkese merhabalar.Ben Stephen King’in aynı adlı romanından Çağdaş Yaşamı Destekleme uyarlanmış olan bir filmdir. Filmde bir Derneği’ne bu sene katıldım ve özgürlük hikayesi anlatılmakta ama film bundan dolayı çok mutluyum. sadece bunu anlatmakla kalmıyor gü- Sizlere beni çok derinden etkile- venin, sadakatin ve dostluğun ne kadar yen, bana içerisinde bulunduğu- önemli olduğunu vurguluyor ayrıca. Bu muz bu hayatı daha iyi öğreten filmi izlediğim zaman gerçekten ne kadar ve bana yeni şeyler katan iki özgür olduğumu bir kez daha anlamış filmden bahsetmek istiyorum. oldum ve ayrıca birçok insanın boş yere İlk olarak “Esaretin Bedeli.” suçlandığına da kanaat getirdim. 20
Kardelen 21
İkinci olarak da “Hıçkırık.” Bu, minik ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ Saro’nun belki de hayatımızı etkileye- cek olan örnek hikayesi. Bu film birden Şevval Nur Yeral fazla konuya değinmiş ama hepsi birbi- rinden muazzam. Şimdi biraz filmdeki karakterlerden bahsedeyim. Saro ve abisi durumu olmayan bir ailede yaşamaktadır. Hayatta kalıp yaşam müca- delesi vermek ve annelerine bakabilmek için tren vagonlarının hemen yanında zor koşullarda kömür toplayıp satmaktadır- lar. Saro’nun abisi Saro’ya çok düşkündür ve onun saçının tek bir teline bile zarar gelmesini istemez, Saro’nun isteklerini yerine getirmeye çalışır. Hayatlarını böyle sürdürüp giderken bir gün çok üzücü bir şekilde Saro kaybolur ve abisini bulama- yıp istemeyerek de olsa başka bir şehre gider. Orada ise bir kişinin yardımıyla ailesi aranır ama ne yazık ki bulunamaz. Ve bjr aileye evlatlık verilir. Aradan yıllar geçer ancak Saro’nun annesi ve abisi hep aklındadır. Sonra olayların işleyişi bir- den değişir. Sizce ne oluyor? Ben bu filmi izlediğim zaman kendimi tutamayıp hün- gür hüngür ağlamıştım. Meğer o kadar acı hayatlar varmış ki benim hayatım ve yaşadığım acılar onların hayatlarının ya- nında bir hiçmiş. Umarım bu filmleri izlersiniz ve eminim ki bu filmlerden çok şey öğreneceksiniz. Sevgilerimle, sağlıcakla kalın. 22
Kardelen NEDEN HAYAL ETTİĞİMİZ YERDE DEĞİLİZ? Merhaba ben Yaren, eğer bu yazıyı okuyorsanız sizden bir iste- ğim var.Lütfen çocukluğunuzdan şu an bulunduğunuz konuma kadar hayatınızı gözden geçirin ve şunu düşünün: Şu anda çocukken hayal ettiğim yerde miyim?Eğer hayallerinizdeki yerdeyseniz tebrikler,ma- alesef bunu başaran insan sayısı çok az. Neden bu sayı çok az,ne- den çocukken kurduğumuz o güzel düşleri gerçekleştiremiyoruz? Yeterince çalışmadığımız için mi? İçimizde okuma isteği mi yok?Ben- ce bunlardan hiçbiri neden değil. Acaba nedeni çevremizdeki düşünceler,baskılar,davranışlar ola- bilir mi? Biz merak eden bir varlığız,doğar doğmaz çeşitli sorularla bilgi açlığımızı doyuruyoruz. Bu bakımdan büyürken ne ile doyduğu- muz çok önemli. Kendimden örnek verirsem, ben çocukluktan beri kendimi yarış atı gibi hissettim. Her zaman çevremde şu sözler vardı “Derslerin nasıl,aman sakın ihmal etme bak yoksa ilerde eşine muh- taç kalırsın! Bırak resimi,müziği; onlarda para mı var? Doktor/Mühen- dis/Avukat ol, bu mesleklerde çok para var!” Eminim bunları işiten sadece ben değilimdir,birçok insanın çevresinde böyle görüşlere sahip kişiler var.Peki beynimiz bu fikirleri işleyip çöpe mi atıyor? Tabi ki hayır.Beyin bu sözleri işliyor ve hafızaya atıyor,gelecekte bunları önümüze sunup tercihlerimizi etkiliyor.Üstelik sadece bizi değil biz- den sonraki nesilleri de etkiliyor. Bence bu algıya artık dur demeliyiz! Bizim amacımız çevremizdekilerin hedefini yok edip kendi fikirlerimizi genç nesile empoze etmek yerine onların tercihine saygı duymak olmalı. Başarısız olacaklarsa bile bunu kendileri deneyimlemeliler,- yollarını yaptığı tercihlere göre çizmeliler. Ancak bu yolda saygıdan başka bir husus daha var; destek. Çocuğunuzun seçtiği mesleğe saygı duydunuz ancak göreviniz daha bitmiyor. Araştırmalar gösteri- yor ki ilgi görmeden büyüyen çocukların gelecek hayatlarındaki ba- şarısızlık oranı daha yüksek.Lütfen bu zorlu yolda onlara destek olun, ilginizi, sevginizi asla eksik etmeyin. Kendi çocukluğunuzu düşünüp empati yapın. Unutmayın; hayallerini gerçekleştirmek her çocuğun hakkıdır. Oku- duğunuz için çok teşekkür ederim, sağlıcakla kalın :) Yaren DEMİRKAPI 2323
ŞİMDİ OL ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ ÇAĞDAŞ OL Mert GÜRLEK Sınavlara nasıl çalışırsınız? Karşınıza çıkan problemleri nasıl çözersiniz? Biz öğrenciler şunu çok yaparız: önceki yıllarda çıkmış soruları çözmeye çalışırız hatta cevaplarını nerdeyse ezberleriz. (Gerçi bu eğitim seviyesi yüzünden fazla çaremizde yok ama neyse bunu sonra tartışırız). Sınavda aynı soru tipini gördük mü yapıştırırız cevabı. Çoğumuz konuyu bile tam idrak edemeyiz ki sorunun çözümünü idrak edelim. Eğer amacınız sadece “yüksek not almak” ise işe de yarar bu yöntem, ta ki müfredat değişene kadar; çünkü bu yöntem ile öğrenme gerçekleşmez. Soru tipleri yenilenir. Dolayısıyla çözümlerde de reforma gidilir. Bunu günlük hayata uyarlar- sak sınav, hayatın kendisi; çözüm ve cevaplar da davranışlarımız, kararla- rımız oluyor. Düşünsenize 2 gün sonraki matematik sınavınız için 400 yıl önceki matematik sınavı çıkmış sorularının cevaplarını ezberliyorsunuz. Çok saçma geldi kulağınıza değil mi? Ama biz bunu günlük hayatımızda sürekli yapıyoruz. Belki bin yıllık çözümleri, cevapları ve yaşam tarzını şu an hâlâ kullanmaya çalışıyoruz. Adına da “Gelenek, Görenek” diyo- ruz. Çoğumuz neden diye sormuyor, soramaz da. Çoğu da içten içe bili- yor; bazı gelenekler, adetler çok saçma ama bunu dile getirip değiştirme- ye cesaretleri yok. Müthiş bir farklı olma korkusu var.Belki bu bir nevi sürü psikolojisi… Belki varoluşsal bir uyum isteği… Belki yalnız olma korkusu… Belki de hazır bir çözüm varken yenisini bulmak için üşenmekten kaynaklı… Bilemiyorum. 24
Kardelen Belki de hazır bir çözüm varken yenisini bulmak için üşenmekten kaynaklı… Bilemiyorum. Diğer toplumları yakından bilmediğim için kendi adımıza konuşuyorum. Geçmişe, başkaları- nın fikirlerine öylesine zincirlenmişiz ki bir türlü ilerleyemiyoruz. Hani bir evcil hayvan zincirle bağlıyken kurtulmak için hamle yapar da kurtulamaz. Sonra sürekli o zincirin sınırında daire çizer. Hah! işte tam olarak öyleyiz. Herkes dört nala koşarken, biz bulunduğumuz yerde bir daire çiziyor ve o dairenin sınırlarını geçmiyoruz. Oysa ki baktığımızda gelenek, göreneklerine ve eski yaşam felsefesine çoğunlukla bağlı olan insanlar ; kendi zamanındaki zincirlerinden kurtulmuş, fark yaratmış, yenilikçi ve en önemlisi de doğruyu yanlışı ayırabilmiş insanlar tarafından yaratıl- mış gelenek, görenekler ve yaşam felsefesini benimserler. Buna en iyi örnek peygamberlerdir. Anlatılana göre peygamberler içinde bulunduğu zamanın modern, yenilikçi ve akılcı insanlar- mış. Hz. Muhammet’in hayatı ile ilgili anlatılanları bir çoğumuz biliyoruzdur/ duymuşuzdur. O da içinde bulunduğu zamandaki insanlar gibi şuursuz olsaydı gelenekleri devam ettirip çocuk- larını diri diri toprağa gömerdi. Kara Çağ denilen o zamanda yani 1500 yıl önce başkaları gibi kızını diri diri toprağa gömmedi ve bunun yanlış olduğunu düşünerek yeni bir yaşam felsefesine büründü. Bir örnek daha: Herkesin ismini duyduğu fakat kim olduğunu tam bilmediği modern tıbbın ku- rucusu, Hipokrat. Kısaca onun hikayesinden de bahsedeyim: Hipokrat M.Ö 400`lü yıllarda yaşamış o zamana göre zengin bir aileden gelen 3. kuşak bir doktor. İyi bir temel eğitimden sonra geleneksel hekimlik eğitimini dedesi ve babası tarafından almış birisi. O zamanda hastalıkların kötü ruh veya tanrıların lanetlerinin bir sonucu olduğu düşünülüyor . Şans eseri hastalar iyileştiği için net bir bilgi birikimi yok. Bu yüzden tabiri caizse; doktorlar tüm tuşlara basarak bölümü geçmeye çalışıyordu. Hipokrat, eğitimini tamamladıktan sonra muhakeme gücü ile tüm bu inanışların çok saçma olduğunu düşünüyor ve hastalıkların bir sebebi olduğu kanısına varıyor . O zaman ki şartların el verdiğince mantık ve bilimi kendine yol edinmiş olan Hipokrat başarılı olduktan sonra tıp dünyasını baştan sona iyileştiriyor. Hipokrat’ın tabuları yıkması sonucunda şu an hastaneye gidince doktorlar: İnşallah iyileşirsin, deyip dua okumuyor. Kısacası istediğiniz dine inanın, istediğiniz yaşam felsefesini benimseyin, istediğiniz görüşü savunun aynı düşünce sistemi ile inceleyince sonuç yine aynı olacaktır. Günümüzün en gelenekçileri zamanın en yenilikçi insanlarını taklit etmeye çalışır ama anlamazlar. Taklit et- meleri gereken tek şey yenilikçiliktir; çünkü o taklit etmeye çalıştıkları kişiyi özel yapan tek şey kendi zamanında yenilikçi olmasıdır. Elbette tüm gelenekler ve bilgi birikiminin yanlış olduğunu savunmuyorum ama artık şu zamanda içinde bulunduğumuz sorunları batıl inançlarla çözmek yerine bilim ile çözmeliyiz, akıl ile çözmeliyiz. Tatlı veya ekşi yemek çocuğun cinsiyeti ile ilgili değildir ya da biri sürekli kendini kötü hissediyorsa; sorun ona büyü yapılmasından değil, psiko- lojik desteğe ihtiyaç duymasındandır.Ne bileyim gece yalnızken ses duyulduğunda ; sorun cinle- rin musallat olması değil, insanın gece düşük ses seviyesinde algı düzeyinin değişmesiyle gündüz duyulmayan sesleri duymaktandır. Çok örnek var da sadece oku, öğren, geliş, sorgula, yenilen! Unutma şu an içinde bulunduğun hayatı ezberleri, tabuları yıkmış insanlara borçlusun. Farklı ol, fark yarat. Merak etme farklılık arttıkça farklı olmaktan çekinmene gerek kalmayacak. Kaderine boyun eğerek çizdiği dairenin sınırına çıkamayan evcil hayvandan farkın olan aklını kullan. Şimdi ol! 25
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ YÖNETMEK VE YÖNETİLMEK Yazar: Deniz Bozkaya Doğduğumuz andan itibaren ailemizin himayesi ve kararları altında yaşarız. Belirli yaşa kadar yiyeceğimiz yemeği, giyeceğim kıyafeti, nerede yaşayacağımızı, dini görüşümüzü,nerede nasıl konuşmamız gerektiğini hat- ta-çoğu ailede-yapacağımız mesleği bile hep aileler seçer. Ebeveynlerin çocuk yaşta yapmak istediği her şeyi iç ra- hatlatmak ve “kendisi yaparmış gibi” hissetmeleri için çocuklarına dikta eder. Bu kimi zaman bir eylem kimi zam- an da otoriter bir baskıyla belli olur. Belirli bir yaşa ge- lince özgür olacağımızı düşünürüz. İşte o zaman ise ülke baskısı başlar. Türkiye’de özgürlük yaşı olarak 18 göster- ilir. Peki gerçekten bu böyle mi? Kaç çocuk tanıdınız reşit olunca kendi evine çıkabilen? Ya da kaç birey gördünüz oyunu kendi görüşüne uygun bir partiye verebilen? İşte bu- rası herkesin her şeye müsaade edip kimsenin hiçbir şey yapamadığı ülke:Türkiye... Size bir hikaye anlatayım. Bundan yaklaşık yedi sene önce, karşı komşumuz biri kız biri erkek olmak üzere iki çocuklu bir aileydi. İsmet amca oğlu Mehmet ağabeyi bariz bir farkla kızı Ayşegül’den kayırırdı. Dini görüşleri gerekçesiyle Ayşegül ablayı okula yollamazken tek işi yemek yiyip yatmak olan Mehmet ağabeyi,tek geçim kay- nağı olan marangozluk atölyesinin başına getirdi. Mehmet ağabey istediği saatte eve gelebiliyor, istediği yerde geze- biliyorken Ayşegül ablanın gördüğü tek mekan bizim evin çiçekli saksılarıydı. Ayşegül ablada bir umut vardı,bir ışık... 26
Kardelen Bizim eve gele gide annemden okuma yazma öğrendi. Son- ra biz oradan taşındık. Ama duyduğumu göre Ayşegül abla hırs yapmış ailesini çiğnemiş;öğretimini açıktan bitirip üniversiteyi kazanmış! Hatta şu an öğretmen olarak Erzu- rum’da minik kalplere dokunuyormuş. Mehmet ağabey ise ailesinin hoş gördüğü bir kızla evlenmiş. İşler çok tıkırında değilmiş hatta mahallemin o senelerce iş yapmış atölyesi batmak üzereymiş de borç harç toplamış. Anlayacağınız kendi hayatını yazamayan, yazılı hayatı oynamaya mecbur kalmış. Ayşegül ablayı kendi hayat hikayesini yazdığı ve başrolünde oynadığı için bir kadın olarak gururla tebrik ediyorum! Eminim ki gencecik bir kadın olmasından yoluna taş koyanlar çok olmuştur. Ama yılmayıp yoluna devam et- mesi ve kendi özgürlüğünü kendisinin yaratması nicelerine örnek olmalı . Özgürlük dedik de sahi bakın şu gençliğimizin haline... Kızlarımızın tek amacı sağda solda tacize uğramadan,keza bilirsiniz ki ülkede adalet had safhada, kendi ayaklarının üzerinde durmak. Erkeklerimizin ise bir gün bir yerde yan- lış anlaşılıp “tacizci” muamelesi görmeden evine ekmek getirmek. Eleştiriye ve gelişime sonuna kadar açık olup ülkenin,tabir-i caizse,parlayan yıldızları olarak görülen gençler, o güzel atlara binip beyin göçüne gittiler. Kalan birkaçı ise Hisarüstünde, özgürlük mücadelesi neticede. Bize ise sadece yakınılacak bir ülke ve yönetilmekten zevk alan bir kesim kaldı... 27
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ IŞIK SAÇMAN İÇİN BİRİNİN SANA YANSIMASINI BEKLEME Esra Öztaşkın Herkesin hayatta öncelikleri vardır. Bu belki annenizdir belki kediniz belki de cüzdanınızın ağırlığıdır. Benim önceliğim de güç. Sen ne ka- dar güçlüysen duyguların, ilişkilerin, vizyonun da o kadar güçlüdür. Hayatta hepimizin düştüğü anlar vardır. Hayat vicdansız bir kavramdır. Can’ım dediklerimizi sonsuza dek susturabilir, onsuz yapamam dedik- leriniz olmadan yaşatır, tırnaklarınızla kazıyıp kazandığınızı sizden tek hamlede alır. Hayatta kalabilmek kolay ama hayatla kalabilmek için zekânızı kullanmak ve başarabileceğinize inanmak zorundasınız. Sen? Evet, sana söylüyorum bu yazıyı okuduğun anı bir daha yaşayamaycaksın. Sence de bu çok üzücü değil mi? Korkarak çekinerek ne kaza- nabilirsin, ne elde edersin?Uzun yıllar birbirine mecbur olmadan evli olan insanların sırrı ne? Aşk olduğuna inanacak kadar pollyanna olma! Bu ke- sinlikle aşk değil. O üç harf sadece bir andan iba- ret. Yürüyen merdivendeki bir bakış, adını onun ağzından duyduğun 2 saniye veya heyecandan konuşamayıp ne yaptığını sorguladığında oluşan ‘yoksa ben?’ sorusu. 28
Kardelen Henüz 40 yaşlarında kendince başarılı birinin hayat hikâyesini dinlerken yaptığı onca şeyi gözlerin açık pür dikkat dinlerken peki ya ben 20 senede ne başardım diye düşündün mü hiç?Mottomuz çok basit hem şükretmeyi bilip dünyanın en mütevazı insanı olmaya aday ola- caksın, hem de kazandığın başarılara asla doy- mayıp daha fazlası için çabalaycaksın. Başarı kelimesinden kastım yoldaki teyzeye selam ver- diğinde onu gülümsetebilmek bile olabilir . Hayat yaşamasını bilene çok güzel emin ol. Peki ya güçlü olmak duygusuz olmak demek mi? Kesinlikle hayır, duygularımız bizim için çok önemli onlar hayat yolundaki haritamız. Ama duyguların yaratıcısı her zaman zekâdır. Zeki ve güçlü insan hangimize çekici gelmez ki? 29
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ Kokular Neden Anıları Hatırlatır? Cemre DIKÇE Karmaşık Duyular: Kaybolduğunu sandığımız, hatta Koku alma duyusu, en eski ve en gelişmiş unuttuğumuzu düşünüp “Neydi duyumuzdur. Koku alma duyusu canlıların ya?” sorusunu kendimize sorduğu- etraflarındakilere tepki verebilmesi için muz zamanlar oluyor. Bazen gerçek- görme, işitme ve hatta dokunma duyusundan ten unutmak istediğimiz, istesek de önce gelişmiştir. unutamadığımız anılar... İnsanda koku almayı sağlayan 1000’den Anneannemin evine gittiğim zaman fazla alıcı vardır. Bunlar yaşadığımız sürece küçükken orada oynadığımız eşyaları yenilenir ve alışkın olduğumuz kokulara göre sakladığı o dolabı açtığımda aldığım değişir. Bu karmaşık yapı çok sayıda farklı o koku... Resmen çocukluğumun koku- kokuyu birbirinden ayırmamızı sağlar. su. Peki nasıl oluyor da unuttuğumuzu sandığımız o anılar tek bir kokuyla Fakat şöyle bir şey var ki aldığımız her tekrardan hafızamızda canlanabiliy- kokuya bir isim bulamıyoruz. Gördüğümüz, or? Biraz da dedektiflik hikayesi gibi, duyduğumuz hatta dokunduğumuz şeyleri ipuçlarını aramak gerekiyor. Bu konuy- daha rahat ve kolayca ifade edebilirken la ilgili elde edilen taze bilgiler de var kokladığımız şeyleri anlatmakta zor- tabi, bunlara da göz atmak lazım. lanıyoruz. O kokuyu tarif ederken kokuyu oluşturan nesneyle ifade edebiliyoruz. Örneğin çiçek, ıslak köpek kokusu, yeni yıkanmış nevresimleri ilk serdiğimizde bur- numuza gelen ve çok sevdiğimiz o koku, taze ekmek kokusu, bebek kokusu ve buraya 30ekleyebileceğimiz daha onlarca şey...
Kardelen Hafıza ve Koku: Biraz da ipuçlarına bakalım. Aslında hayatımızın her köşesinde olan nörolojik konulara. Beyinde kokuları işleme koyan ve “koku alma soğanı” olarak adlandırılan bölge, beyin çıkıntısı (hipokampüs) ile yan yanadır. Denizatı şeklindeki bu soğan, beyin zarından (korteks) gelen tüm bilgilerin toplandığı yerdir. Ayrıca nörologlar hipokampüsün yeni olaylar için hafıza yaratmada önemli bir işlevi olduğunu da tespit etmiştir. Beynin bu bölgesi hasara uğrayan kişiler hatırlamada zorluk çeker. Bisiklet sürme gibi yeni becerileri ve kişilerin isimleri gibi yeni bilgileri öğrenseler de bunlara dair hafıza oluşturamazlar. Bu aralıklı “epizodik hafıza”, işte benim anneannemin evine yaptığımız ziyareti hatırlarken söz konusu olan hafızanın ta kendisi. Koku alma soğanı yani kokunun beyindeki yeri, bu tür hafızanın kay- nağı olan hipokampüsün yanında olduğu için kokular bazı anıları çağrıştırıyor diyebiliriz. Anneannemin dolabındaki örneğe dönersek eğer; bana sadece anıları hatır- latan, ismini bilmediğim o koku... Belli ki beynimi doğrudan harekete geçirmiş. Tarif ederken dolapla ilgili hiçbir kelimeyi kullanmadan tarif etmişim o kokuyu. Hafızamda yer edinmiş olan anılarla karışmış. Kendi isteğimle hatırlamamın güç olduğu şeyler hafızamda yer edinmiş ve aldığım o kokuyla harekete geçmiş. Yıl- lar sonra bugün o kokuyu aldığımda bile çocukluk günlerim geri geliyor işte. Koku duyusunun bir başka özelliği ise doğrudan beynin derinliklerine gitme- sidir. Oysaki diğer duyular beynin aktarma merkezi olan talamustan geçer. Koku duyusu ise direkt koku alma soğanına gider. Duyuların talamusta duraklamasının nasıl bir işlev gördüğünü bilmiyoruz. Ama koku duyusuna göre işlem merkezine daha uzakta olduklarını anlayabiliyoruz. Kokuları kelimelere dökmenin zorluğu bundan kaynaklı olabilir mi? Ya da derinlerde saklı kalmış anıların canlanması- na neden olabilir mi? Araştırmalar olay ve olguları kelimelerle ifade etmenin hafızaya yararı olduğunu gösteriyor fakat bu aynı zamanda konuyla ilgili duygu- ların azalmasına da yol açıyor. Anılarımızdan söz ederken olayı ve onun yarattığı deneyimi de hatırlamaya başlıyoruz. 31
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ TÜRKİYE’DE YÜKSEKÖĞRETİMİN PROFİLİ Yazar: Mert Kaya Prof. Dr. Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı ve atamayı takiben karar sosyal medyada büyük bir tepki aldı. Üniver- sitenin önünde başlayan protestolar polisin müdahalesinden ve üniversite çevresinde aldığı önlemlerden sonra Beşiktaş gibi merkezî bölgelerde devam etti. Öğretim üyelerinin kampüs bahçesinde rek- törlüğe sırtlarını dönerek ayakta bekledikleri protestoları ise 6-7 Ocak’tan bugüne hâlâ devam ediyor. Olay birkaç gün boyunca gün- demin ortasına oturduğundan her ayrıntıyı anlatmayacağım ancak bu gibi protestoları, yaşandıkları anki başarılarından bağımsız olar- ak kamuoyu dikkatini bir sancı misali var olan sorunlara çekmeler- iyle oldukça anlamlı ve değerli buluyorum. Bu yüzden protestoların biçimini ve gelişme aşamasını ayrıca incelemenizi daha baştan tavsi- ye edeceğim. Yapılan atamaya Melih Bulu’nun bir parçasıdır. Burada söyledikler- şahsı üzerinden; rektör atamasının imle üniversite yönetimi hakkındaki AKP’ye yakınlığı nedeniyle siyasi old- görüşlerim arasında paralellikler göre- uğu, Bulu’nun akademik olarak uygun ceksiniz. Üniversiteler nihayetinde nitelikte olmadığı gibi itirazlar geldi. hem araştırma-eğitim misyonuyla hem Atama metoduna yönelik ise Boğaziçi de istihdam sağlama, ihale verme, pat- dışından bir atama yapılması ve rek- ent yönetimi vb. etkinlikleriyle finansal tör görevlendirmesinin seçimle değil olarak önemli ve kuvvetli kurumlardır. doğrudan Cumhurbaşkanlığı kararı Rektörlüğün kurum içindeki güçlü ile gerçekleşmesi eleştirildi. Tüm bun- konumu üniversitenin yönetim seyrini, lara karşın bazı taraflar ise tepkiler- atamayla yapılan rektör tercihine eş in elitist bir tavır taşıdığını, yurt dışı değer kılmaktadır. Üniversitelerin nasıl üniversitelerinin rektör seçiminin de yönetileceğinin seçimi yalnızca kamuya benzer şekilde yapıldığını iddia etti hesap verilebilirliği sağlamaz, aynı za- ve Boğaziçi önündeki eylem grubu manda üniversitelerin büyük hacmi ve terörist olarak nitelendi. Bu eylem/ey- entelektüelliği yüksek bir tabanda kuru- lem karşıtı çerçeve Türkiye’de protes- lu olmasıyla ideale yakın bir demokrasi to kültürünün oturması için maalesef deneyi oluşturur. Bu deney, en uygun hâlâ hatırı sayılır bir süreye ihtiyacımız yönetim biçiminin gücün dağıtıldığı or- olduğunu gösteriyor. Demokrasilerde ganların yönetimi olduğunun göster- yönetim, özerk aygıtlarla ve sivil tep- ilmesi şansıdır. Üniversiteleri dahi bu kilerle denetlenebilmelidir. Protesto bir şekilde yönetemiyorsak ve idareyi ister ifade yöntemi olarak demokratik bir atanan isten seçilen rektörlerin bireysel haktır ve eylemi gerçekleştirme biçimi çabasıyla sınırlıyorsak demokratik dev- let yönetiminin bir anlamı yoktur. kadar protestonun yöneltildiği tarafın tepkiyi karşılama şekli de bu kültürün 32
Kardelen 2016 yılına kadar rektörler üniver- Nitelikli üniversitelerde yönetimler- site akademisyenlerince seçilmiş aday- in, kurumun bütün bileşenlerinin ak- larının arasından, YÖK ara basamağıyla tif katılımıyla ve sürekli denetimiyle Cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu. gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Türkiye ise Bu seçim yönteminin, üniversiteleri ülk- buna oldukça karşıt bir tablo çizmekte. enin en üst merci olan tarafsız cumhur- Özellikle 2016’daki atamayı doğrudan başkanının himayesi altına alınmasıyla Cumhurbaşkanlığına bırakan karar kurumlara özerklik sağladığı şeklinde sonrası, rektörlerin atıf sayılarına bak- bir yorumlama mümkündür [1]. Ayrıca tığımızda akademik başarı göstermemiş yine bu atama şeklinin üniversitelerin rektörlerin yaygın olarak görevlendi- araştırma yönelimiyle devletin kalkın- rildiğini görüyoruz [3]. Ayrıca, rektörler- ma planlaması uyumunu sağladığı id- in mezun oldukları bölümlere bakacak diası vardır. Üniversitelerin ekonomik olursak belirli bir alandan gelen rektörl- etkinliğinden bahsetmiştik. İdarenin erin sayısının o alana ait profesörlerin araştırma niteliğini en ön plana koy- fazlalığıyla genelde doğru orantılı old- sa da bu ekonomi yönetimi taleplerine uğunu söyleyebiliriz. Örneğin 5000’den karşılık verme yükümlülüğü, atanacak fazla mühendislik profesörü arasından kurumun ve hatta akademinin dışından 43’ü rektör olarak görev yapmaktadır. yapılacak rektör tercihlerini gerektire- Fakat ilahiyat alanındaki 600 profesör bilir. Bunlara cevap verelim. Öncelikle arasında 17 rektör vardır yani her 35 il- belirtilmelidir ki üniversite sıralama- ahiyat profesöründen biri rektörken bu larında en üstte bulunan kurumların sayı her 106 mühendislik profesöründe rektörleri araştırma çıktısı yüksek akad- 1 rektördür [3]. İlahiyat kökenli rektör emisyenlerdir [2]. Bu durum rektörlüğün tercihinin orantısız fazlalığı rektör ata- araştırma işlevini ön plana çıkaran ve malarının hükümetin muhafazakarlaş- üniversitenin diğer yönetim kararların- ma eğilimine uygun bir şekilde siyasi da yetkin idari organlardan destek alan önceliklerle yapıldığını göstermekte. bir denetleyici misyonu olduğunu göster- Türkiye’de rektörlerin üstün yetkilerin- mektedir. Örneğin Harvard Üniversitesi in olması ve yükseköğretimin rektörlere, rektörü Harvard Kurumu ve Gözetim rektörlerin de doğrudan siyasi otoriteye Kurulu’nun denetimi altındadır. Rek- olan bağlılığı akademinin gereksinim- tör fakültelerin dekanlarını atasa da lerini baltalamaktadır. Siyasi otoritel- prensipte Harvard Üniversitesi merkezî ere, atama aracılığıyla üniversitelere bir yönetime sahip değildir, her fakülte doğrudan müdahale edebilme imkânı bağımsızdır ve rektörün bu atamaları vermektedir. Üniversitelerde kadroların yoğun bir istişare ile gerçekleştirmesi kişiye özelmişçesine belirtilen koşullar- beklenir. Oxford Üniversitesi’nde aktif la açılması olayları artmıştır [3]. Öğren- yönetimde olan merci rektör yardımcısı ci aktiviteleri günümüz medyasındak- makamıdır ve araştırma, kaynaklar vb. ine benzer denetimlerden geçmektedir. alanlara bakan altı yardımcı başkan Yukarıdan aşağıya yayılan nepotizm ve eşliğinde görev yapar. Rektör yardım- üniversite içi sansür bir tercihtir ve bilgi cısı, 6 eşlikçi başkanı, bölüm başkan- özgürlüğü yerine bu tercihleri yapacak ları, öğrenci birliği gözlemcileri ve sen- bir emir komuta zincirinin ürünüdür. ato kongresinde seçilmiş diğer üyeler Özerklik vurgusu yapıldığında gelen üniversitenin yürütme organıdır. Sen- elitizm eleştirisinin ise absürt olduğunu ato kongresini oluşturan 5000’den faz- söyleyebiliriz. Herkesin bildiği üzere la akademik ve idari personelin aldığı kamu üniversiteleri merkezî sınav ile kararları uygulamakla yükümlüdürler. öğrenci kabul eden, harç talep etmey- 33
ÇYDD GAZİOSMANPAŞA ŞUBESİ en kurumlardır ve idari kadrolardaki Üniversitesi tabiri caizse bir son kale çoğu akademisyen bu üniversitelerde haline getirilene ve bugünkü gibi abes yetişmekte. Yoksa bu üniversiteler an bir olay gerçekleşene kadar bu tepkisi- itibari ile 8 milyon elit mi üretmektedir? zlik devam etmiştir. Bugün ise bir prob- lemler yığını altında kalmış temel gerçek Protesto tarafında da fikir altyapısı sorunların görülmesi zorlaşmıştır. Tabi ve eylem yanlışlıkları gördüğümü söyle- bunun asli sebebi de akademisyenler- meliyim. Problemin çoğunu rektörün in ve öğrencilerin kayıtsızlığından çok, atanması değil, sahip olduğu geniş günümüzde haklı bir talebi olsa dahi hareket serbestisi oluşturmakta. Ey- bir protestonun maliyetinin (bedelinin) lemleri tetikleyen olay kurum dışından yüksek olmasıdır. Biliyoruz ki uzunca yapılan bir atama olayı olduğu için ilk- bir süredir yasal hak talebi olan pro- in protesto edilen şey elbette bu olacak- testo düşmanlaştırılmakta ve pasif ey- tır fakat akademisyenler ve öğrenciler lem gerçekleştirecek topluluklar (örn. asıl problemin farkında olmalıdır. Daha öğrenciler) caydırılmakta. Bu yöntem- konuşulması gereken akademi içi akra- ler radikal kesimleri değil, bahsettiğim ba evliliği diyebileceğimiz inbreeding vb. barışçıl kitleleri baskılamaktadır ve pro- kurum içi demokratik problemlere ned- testo eylemlerinde bulunma ağırlığını en olan bütün dünyada çözülmesi çok uç taraflar lehine çekmektedir. Güven- daha güç sorunlar vardır. Kadın araştır- lik hassasiyeti güvenlik problemine macıların erkekler kadar akademide yer dönüşmektedir. Barışçıl eylemler için almasına karşın aynı eşitliğin yönetici yasal tabanlar oluşturulmalı, 3-4 ses- kadrolarda yer alma konusunda yakal- siz harf yan yana gelecek endişesiyle anamaması problemi vardır. Türkiye’de hak arayışının hürriyeti konusunda bir ise akademi gerçek sorunlar yerine o çekince olmamalıdır. Protesto hakkının kadar temel problemlerle boğuşmakta kullanımının caydırılması kaybedecek ki âdeta bir kaşık suda boğulmamak bir şeyi olmayan radikallerin değil özgür için çabalıyor diyebiliriz. Elbette bu te- düşünce sahibi bireylerin sesini kısmak- mel sorunların aşılmasındaki zorluk çok daha problematik bir arka planı işaret tır. etmekte. Boğaziçi ise bu süreçte yalnız bırakılmıştır. Özellikle 2016’dan sonra akademide belirginleşen yanlış uygu- lamalara kayıtsız kalınmış, Boğaziçi Bir üniversiteyi akademik ve ekonomik başarıya götüren de bir toplumu toplam olarak refaha erdiren de yazı boyunca protesto, birbirini dene- tleme, özerklik olarak ifade ettiğimiz aslında aynı bütünün parçaları olan demokratik kültürdür. Demokrasinin yalnızca birilerini periyotlar halinde seçmek olmadığını, 4-5 yılda bir değil her an gerçekleşen bir kavram olduğunu anlamamız halinde elbette demokrasinin de sahip olduğu kendi iç sorunlarıyla baş etmek durumunda kalacağız. Fakat herhalde şimdilik “her seferinde tek bir mücadele” demeliyiz ve bu kültür inşasına devam etmeliyiz. Kaynakça: 1. Günay, D , Kılıç, M . (2011). Cumhuriyet Dönemi Türk Yükseköğretiminde Rektör Seçimi ve Atamaları . Yükseköğretim Dergisi , 1 (1) , 34-44 . 2. Goodall, A. H. (2009). Socrates in the boardroom: Why research universities should be led by top scholars. Princeton University Press. 3. Karadag, E. Academic (dis)qualifications of Turkish rectors: their career paths, H-index, and the number of articles and citations. High Educ (2020). 34
Beslenme Kardelen Bilimi Yazar: Esra Öztaşkın Bir beslenmecinin çalışabileceği alanlar aslında çok geniş. Özel bir klinikte de çalışabilir, kendine bir hekim eşliğinde bir muayehane de açabilir, hastanede klinisyen olarak çalışabilir yani yoğun bakımdaki bir hastanın tüple veya damar yoluyla beslenmesi de bir beslenmeciyi ilgilendirir. Hatta hastanenin mut- fağında hangi yemeğin nasıl pişeceği, menünün nasıl planlanacağı ve nasıl servis edileceği de beslenmeciyi ilgilendirir. Ya da anaokullarının, fabrikaların, huzur evlerinin, otellerin mutfağı da beslenmecinin olması gereken alanlardır. Yani yemek kısmının olduğu her yer bizi bir yerde ilgilendirir. Diyetisyen denilince sadece zayıflatan insan akla geliyor. Bence bu büyük bir hata çünkü kişinin doğru kilo vermesi kadar doğ- ru kilo alabilmesi, sağlıklı beslenmesi de çok önemli. Bu bölümün iyi yanlarını bildiğim gibi olum- suz yanlarını da biliyorum. Sektörde ciddi anlam- da bir bilgi kirliliği var. Beslenme ve diyet hakkında bu konuda uzman olmayan insanlar maalesef görüş bildiriyorlar. Bu nedenle beslenmeci ünvanını alacak kişinin mücadeleci olması ve mesleğine sahip çık- ması çok önemli. Çünkü ilerde mesleğimizi elimize aldığımızda bu konunun uzmanı olmayan insanların karşısında dimdik durup insan sağlığıyla ilgili olan bu mesleği sahiplenmemiz lazım. 35
Search
Read the Text Version
- 1 - 36
Pages: