-YARDIMSEVER KÖYLÜLER- Ayşenaz'ın çok sıkıcı bulduğu kış hazırlıkları yine gelmişti. Kışları bu bölgede bir hayli uzun ve Ayşenaz’a göre sıkıcı geçerdi. Ayşenaz bugünlerde annesine ‘’Anne biz başka diyarlara mı göç etsek? Burada sürekli konserve, turşu, menemen yapıyoruz. Ben doğdum doğalı seni elinde domatessiz hiç görmedim’’ derdi. Annesi bu sözlere kısa ve bizimkine göre saçma cevaplar verirdi. ‘’Ah kızım, sen buraların kıymetini daha anlayamamışsın’’ der ve gülerdi annesi. Ayşenaz buraların kıymetinin ne olduğunu annesine sorar ancak cevap alamazdı. Bugün köydeki kadınlarla birlikte turşu hazırlayacaklardı. Ayşe ninenin bahçesinde bol bol salatalık ve havuç olduğu için oradan faydalanırlardı. Ayşe nine Ayşenaz'ın büyük annesiydi. 90 yaşını aşkındı. Bu yüzden tüm köy ona saygı duyar ve ‘’Nine’’ derlerdi. Çünkü o köyün en yaşlısıydı kardeşleri ve eşi ölmüştü. Ancak güler yüzlü, çalışkan, hayırsever ve sağlıklıydı. Kullandığı tek ilaç hastalandığında içtiği asperondu. Köydeki Hanımlar nereye konserve, turşu yapmaya giderlerse çağırırlardı. Çünkü Ayşe Nine onların mutluluk kaynağıydı. Hem birbirlerine yardım eder hem de Ayşe Ninenin esprilerini, nasihatlarını, hikayelerini dinlerlerdi. Onlar iş yaparken Ayşenaz'ı işsiz bırakırlar mı hiç. Ayşenaz oradaki çocukların en büyüğü olduğu için sorumlulukta hep Ayşenaz’da olurdu. Bugünkü işi de şuydu: Bahçeden iki kova salatalık, bir leğen havuç toplayacak. Kendinden küçük olan on beş çocuğa bakacak, hanımlar mola verdiklerinde onlara çay, kurabiye ve su dağıtacaktı. Bu işler Ayşenaz'a ilk başta çok gelirdi ancak çocuklar Ayşenaz'dan iş bölümü yapmasını ister ve böylece Ayşenaz'a da fazla bir şey kalmazdı. Çocuklar Ayşenaz'ı hiç üzmezdi. Çünkü Ayşenaz çocuklara kitap okur, oyun oynatır ve ders çalıştırtırırdı. Çocukların anneleri Ayşenaz’a çok güvenirlerdi. Ayşenaz köyün küçük annesi gibiydi. O gün hazırlıklara devam ederken Ayşen Nine biraz fenalaştı. Su içirdiler, kolonya ile ellerini kovaladılar ama bir fayda göremediler. Bunun üzerine Ayşenaz’ın babası İhsan Bey köydeki tek araba olan Arif Bey'in arabasıyla şehre götürmeye karar verdi. O zamanlar arabayı çok az kimse alabiliyordu. Arif Bey'in araba alacak durumu vardı. Bu yüzden köydeki tek araçta ondaydı. Ancak bu arabayı tüm köylüler kullanırdı. Çünkü Arif Bey paylaşmayı çok severdi. Ayşenaz büyükannesine çok bağlı olduğu için babası ile beraber gitmek istedi. Apar topar hazırlanıp şehirdeki hastaneye gittiler. Ayşenaz şehre daha önce de gelmişti
ancak hastaneyi ilk kez görüyordu hastanenin büyüklüğü karşısında ağzı açık kalmıştı. Hemen hastaneye girip büyükanneyi sedye ile doktorun yanına götürdüler. Doktor büyükanneyi muayene etti. Bir hafta boyunca hastanede kalması gerektiğini söyledi. Ayşenaz hem üzüldü hem sevindi. Büyükannesi adını üzülüyordu çünkü o köyünden hiçbir zaman ayrılmak istemezdi. Ancak kendi adına mutlu oluyordu Çünkü hayal ettiği şehir yaşantısıyla bir hafta geçirecekti. Doktor daha sonra onları odaya götürürken odada 3 yatak ve koltukların olduğunu; sabah, öğle ve akşam yemeklerinin odaya servis edileceğini söyledi. Ayşenaz çok sevindi. Çünkü bedavaya beş yıldızlı otelde kalacaklardı. Ama sadece deniz ve havuz yoktu. Neyse o ayrı mesele…Odalarına yerleştiler. Karnı zil çalıyordu. Yemeğin saat kaçta geleceğini düşünürken babası yemeklerin dağıtıldığını söyledi ve gidip yemekleri aldı. Daha sonra yemekleri afiyetle yediler. Onlar yemek yedikten sonra uyudular ama Ayşenaz hayallere daldığı için hemen uyuyamaz. Günler böyle birbirini kovaladı. Birkaç gün boyunca Ayşenaz çok mutluydu. Ancak artık sıkılmıştı. Çünkü köyünü özlemişti. Hayvanları, otları, çiçekleri hatta oranın havasını bile özlemişti. Köyünün değerini anladığını düşündü. Babası Ayşenaz’ın bu dalgın ve üzgün haline şaşırmıştı çünkü o çok enerjik ve mutlu bir kızdı. Bu yüzden babası büyükannenin ihtiyaçlarını ve isteklerini almak için Ayşenaz’a çarşıya gitmek isteyip istemediğini de sordu. Babası kızının bu teklifi kabul edeceğini bal gibi biliyordu. Cevap tabikide evetti. -Gidebilirlerdi çünkü büyükanne artık kendini daha iyi hissediyordu-. Beraber yürüyerek çarşıya gittiler. Ayşenaz bu kadar büyük bir yer olacağını tahmin etmiyordu. Babasıyla tezgâhları dükkânları dolaştılar. Her şey rengârenk ve çok güzeldi ama insanlar mutlu değillerdi. Hepsinin suratı asıktı. Ayşenaz birine selam verdi. O da Ayşenaz’a tuhaf tuhaf baktı ve sonra söylene söylene gitti. Sanki kötü bir şey söylemişti de o da böyle yapmıştı. Ayşenaz babasına gitmek istediğini söyledi. Baba da farkındaydı insanlar bambaşkaydı mutsuz, asık suratlı ve kızgındılar. Büyükannenin isteklerini ve ihtiyaçlarını aldıktan sonra hemen gittiler. Büyükanne çok mutluydu. Çünkü istediği her şeyin en iyisi ve kalitelisi alınmıştı. Onlar, bunlara bakarken doktor geldi. Büyükannenin ilaçlarını verdi,
muayene etti ve Müjdeli haberi verdi. Büyükanneyi taburcu edecekti. Büyükanne, baba ve Ayşenaz çok mutlu oldular hemen hazırlanıp köye geri döndüler. Herkes onları güler yüzle karşıladı. Çok mutlulardı. Ayşenaz da çok mutluydu gidip hemen annesine sarıldı. Annesinin kulağına ‘’Köyün değerini anladım huzur mutluluk’’ dedi. Annesi ‘’Bu kadar değil’’ dedi. Ayşenaz keşifleri severdi. Bu yüzden de hiç suratını asmadı. Ayşe Nine oradaki kadınlara ‘’Ben yokken ne yaptınız?’’ diye sordu. Bunun üzerine onu Ayşenazgilin büyük kilerine götürdüler. Konserveler, turşular oradaydı. Ayşe Nine tüm hazırlıkların bitip bitmediğini de sordu. Ayşenaz'ın annesi sadece yufkaların kaldığını söyledi. Ayşe Nine çok iyi yufka yapardı Bu yüzden Ayşe Nine ile birlikte yapmak istemişlerdi ve de bugün bütün hazırlıklar bittiğinden dolayı paylaştırma yapılacaktı Ayşe Nine iyi ve adaletli bir paylaşım yaptığından dolayı onun gelmesini beklemişlerdi. Ayşe Nine ile yufkaları açtılar, pişirdiler. Daha sonra büyükanne herkesin evinde kişi sayısından hareketle adaleti bir paylaşım yaptı. O gün Ayşenaz için çok güzeldi. Çünkü kış hazırlıkları bitmiş, herkes rahatlamıştı. Ayşenaz köyün değerini çok iyi anlamıştı. Her seferinde olduğu gibi annesi yemeğini yemesi gerektiğini söylüyordu. Yemeklerini yedikten sonra yorgunluklarını atmak için derin bir uykuya daldılar. Onlar uyurken karşı evde oturan Arif Bey ve ailesi ineklerini sağlamak için altıda uyanıyorlardı. Bugün de erkenden kalktılar ama köyde bir duman kokusu vardı. Hemen dışarı çıktı ve çevresine bakındı Ayşenazların kilerinden duman yükseliyordu. -Ocaklarını söndürmeyi unuttukları için yavaş yavaş yanmaya başlamıştı ve kiler ile evleri yan yana olduğu için ateş eve sıçramıştı- Arif Bey ‘’İhsan, İhsan!’’ diye oraya koştu. Onlarda evin yandığını haber verdi. Ayşenaz ve ailesi ne olduğunu anlamamıştı. Kalktılar ama kendilerine gelmeleri zaman aldı. Olayın şokunu atlatamadan komşularıyla yanan evi söndürmeye giriştiler. Arif Bey onları dışarı çıkardı. Dereden kovalara su doldurup eve atıyorlardı. Bu arada tüm köy bağrışmalara uyanıp gelmişlerdi. Genç, yaşlı herkes eve su döküyordu. İtfaiyeyi aramamışlardı çünkü itfaiye arabaları gibi büyük arabalar bu köye gelemiyordu çünkü yollar çok dardı. Bu yüzden de kendileri söndürmeye çalışmışlardı. Ve söndürmüşlerdi. Çünkü birlikten kuvvet doğardı.
Yangını fazla yayılmadan söndürmüşlerdi. Ancak evdeki eşyalar, kış hazırlıkları, giysiler hepsi yanmıştı. Bütün köy bu olaya çok üzülmüştü. Bu yüzden el birliğiyle İhsan Bey ve ailesine yepyeni bir ev yapacaklardı. Konservelerinden birkaçını bu aileye verdiler. Kaşıklarından tutun yorganlarına kadar her şeyi dizdiler. Ve köyün en güzel yerindeki evi temizleyip oraya yerleştirdiler. Ayşenaz artık köyün önemini ve değerini daha iyi anlamıştı. Karşılıksız iyilik, yardımlaşma, misafirperverlik, paylaşım ancak böyle birbirini seven ve saygı gösteren insanların olduğu yerde olabilirdi. Böyle yerlerde kimse kimseyi üzmez, herkes beraberce mutlu yaşarlardı. Ayşenaz böyle bir yerde doğduğu için kendini çok şanslı hissetti ve yeni evinde yeni yatağında derin hayallere dalarak uyudu. *SON* Yazar:Tuğçe AYŞEN
Şeker Tadında Bayram Selin'in en sevdiği bayram olan Ramazan Bayramı gelmişti. Onun bu bayramı sevmesinin sebebi herkesin birbirine gidip bayramlaşması, yemekler yenmesi, küskünlüklerin bitmeseydi. Çünkü o her şeyin güzel, huzurlu ve iyi olmasını isterdi. Bayram gününden birkaç gün önce annesi, babası ve kardeşi hep beraber babaannesine gittiler. Oraya gitmeden önce tüm eltiler iş bölümü yapmıştı. Ayşe Hanım karnıyarık, Lale Hanım baklava, Rana Hanım da sarma yapacaktı. Hepsi o gün babaannesinin evinde toplanıp yaptıklarını gösterdiler. Yemeklerin hepsi çok güzel olmuştu ancak Ayşe Hanım karnıyarığa tuz yerine şeker atmıştı. Selin, Ayşe yengesine “Eline sağlık, çok tatlı olmuş” dedi. Oradakilerin hepsi güldü. Ve Selin'e “Bayram neşemiz” dediler. Maalesef Ayşe Hanım karnıyarığı tekrar yapmak zorunda kaldı. Gün böyle bitmişti. Ertesi gün Arife günüydü. Herkes erkenden kalktı babaannelerinin evini temizlediler. Şekerlikleri doldurdular, baklavanın şerbetini döktüler. Sonra hep beraber mezarlığa gittiler. Orada birçok insan vardı. Herkes ölmüşlerine dua okuyordu. Selinlerde dedelerinin, anneannelerinin mezarına gidip dua ettiler. Daha sonra eve döndüler. Bugün son oruçlarını tutmuşlardı ve son iftarlarıydı. İftarı sohbetler eşliğinde yaptılar. Yemekten sonra dedeleri Selin ve Ahlas’a eski bayram anılarını anlattı. İkisi de dedelerini dikkatle dinliyordu. O gün herkes eski bayramlardan ne yapıldığını ve anılarını anlattı. Çay içtiler, kurabiye yediler. Ve artık yatacaklardı Ahlas ile Selin bayramlıklarını yataklarının başucuna koydular. Çünkü dedesi ve babaannesi çocukken böyle yaparlarmış. Onlara da bu çok hoş gelmişti. Bu yüzden onlar da böyle yapmıştı ve böylece uyudular. Bayram günü Selin kalktı ve çevresine bakındı. Çünkü her zaman geç kalkan Ahlas’ı uyandıracaktı ama Ahlas ortalıkta yoktu. Hemen annesinin yanına koştu. Annesine: ‘’Anne, anne Ahlas nerede biliyor musun? Yatağında yok.’’ diye sordu. Annesi onun Bayram namazına gittiğini yatağında olmamasının sebebinin de bayram namazı olduğunu söyledi. Selin tekrar sordu ‘’O zaman biz neden gitmedik?’’ annesi ‘’Bayram namazına, sadece erkekler gider. Biz onlar için büyük bir kahvaltı hazırlayalım’’ dedi. Bunun üzerine Selin annesini onaylayıp hemen bayramlıklarını giymeye gitti sonra gelip yengelerine ve annesine yardım etti. Ahlas, babası, dedesi ve amcaları geldiğinde büyük uzun masaya hazırlanmış kahvaltıyı gördüler. Hemen oturup birlikte kahvaltı yaptılar. Kahvaltıdan sonra birbirleriyle bayramlaştılar. Selin ve Ahlas babaannelerinin ve dedelerinin elini öptüler, sonra onlarda Selin ve Ahlas’a mendil verdiler. İlk önce bu mendillerinin ne olduğunu anlayamadılar. Ama sonra dedelerinin dün anlattığı bayram anısı geldi akıllarına. Bunlar Bayram harçlığıydı. Açtıklarında içinde bir miktar para ve şekerleme gördüler. Şekerlemeleri yerken konuştular: -Ahlas Bayram namazında ne yaptınız? Bu ilk bayram namazındı öyle değil mi? -Evet ilkti. namazımızı kıldıktan sonra tanıdığım, tanımadığım herkesle bayramlaştım. Daha sonra kolonya tuttular ve şeker verdiler ama benim anlamadığım şu neden herkesle bayramlaştık? -Çok güzelmiş dedi Selin, keşke ben de olsaydım. Ahlasa dönerek sevgiyle baktı: Ahlas hatırlamıyor musun, dedem anlatmıştı ya bayramı sadece tanıdıklarımızla değil herkesle kutlamalıyız çünkü bayram birlik ve beraberlik demek diye? -Aaa evet hatırladım. -Çocuklar fazla şeker yemeyin dişleriniz çürür ve hasta olursunuz. (Diye seslendi anneleri)
-Tamam anne! -Tamam! -Selin şeker toplamaya gidelim mi? -Olur gidelim. Tam onlar gidecekken misafir geldi. Onların da dört çocuğu vardı. Selin ve Ahlas şimdi ne yapacağız der gibi birbirlerine baktı. Selin “Biz de kardeşimle şeker toplamak için çıkıyorduk, siz de bizimle gelmek ister misiniz? diye sordu. Tabii onlar da hemen kabul etti annelerinden izin alıp altı çocuk yola çıktı. Birbirleriyle tanıştılar, birbirleriyle çok iyi anlaştılar. Kapı kapı gezdiler. İyi bayramlar diyip şekerler, çikolatalar topladılar. Eve geldiklerinde arkadaşlarının annesi gitmişti ama Selin ve Ahlasın halaları gelmişti. Çocuklar yürüyerek evlerine gittiler. Daha sonra halaları ile bayramlaştılar ve yemek yediler. Günler böyle geçti. Selin ve Ahlas bir sonraki bayramın gelmesini sabırsızlıkla bekleyeceklerdi. Çünkü bayramlar unutulmaya yüz tutmuş değerlerin yaşatıldığı gündü. Ama apartmanlarda bayramlar hiç öyle geçmiyordu. Okula gittiklerinde de bu değerli anlatacaklardı. Ve nihayet beklenen gün gelmişti. Okula gittiler ve öğretmenlerinin, arkadaşlarının geçmiş bayramını kutladılar topladıkları şekerlerden dağıttılar. Dedelerinin anlattıklarını, harçlıklarını nasıl aldıklarını anlattılar. Herkes çok şaşırmıştı. Arkadaşları da ailelerine bu değerleri anlatıp bir sonraki bayramda böyle yapmak istediklerini anlatacaklardı. Selin ve Ahlas böyle bir şeye vesile oldukları için çok mutlulardı ve böylece değerlerimiz hep yaşayacaktı. Tuğçe AYŞEN 6/A
Ramazan Bayramı Bayram hazırlıkları ve telaşı sona ermiş, bayram gelmişti. Herkesin evinde olduğu gibi Celallerin evinde de odalar temizlenmiş, yemekler hazırlanmıştı. Çorbanın dumanı tütüyor, tatlıların şerbeti dökülmeyi bekliyordu. Celal ve kız kardeşi Sude’ye yeni bayramlıklar alınmıştı. Celal ve Sude yeni bayramlıklarını çok beğenmiş, onları yataklarının başına koymuşlardı. Annesi bıraksa Sude bayramlığı ile yatacaktı. Saat 6.20 civarında kalktılar. Celal ve babası namaza uygun giysiler giydiler. Erkenden camiye yola çıkıp ezan okunmadan vardılar. Evdeki Sude ve annesi ise masayı düzenlediler. Bardakları ve tabakları iki hatta üç kere yıkadılar. Çünkü yemekte kusur olmasını istemiyorlardı. Sonunda erkekler eve geldiler. Çocuklar yeni bayramlıklarını giydi. Celaller camideki düzenle bayramlaştılar. Düzen şu şekildeydi: yaşlıdan gence doğru önden arkaya sıra olunuyor. Sıranın başındaki kendisinden sonraki ile bayramlaşıyor, sonra sağa geçiyordu. Bu sırayı peşindeki izliyordu. Bu sayede kimse kimseyi atlamadan bayramlaşıyorlardı. Bu düzen Celal’in çok hoşuna gitmişti. Kahvaltıdan önce zil çaldı. Celal’in amcası gelmişti. Celal hemen amcası Mustafa Bey’in boynuna atıldı. Çünkü amcasını hem çok seviyordu, hem de çok özlemişti. Tüm aile bayramlaştıktan sonra kahvaltıya başladılar. Kahvaltıyı güle oynaya yaptılar. Kahvaltıdan sonra annelerinin yaptığı kahveyi içtiler. Celal neden annesine fazladan yaptığını sorarken kapı çaldı. Sude kapıya koştu. Gelenin dayısı Hasan Bey olduğunu görünce “Dayım geldi! Dayım geldi!” diye bağırdı. Çünkü dayısını çok seviyordu. Kuzenler ve kardeşler bayramlaştıktan sonra kahve içtiler. Kahvelerinin son yudumunu içerken kapı çaldı. Gelen arkadaşlarıydı. Çocuklara şeker ikram ettikten sonra Celal ve Sude de onlara katıldı. Önce evin kapısını çalıyor, bayramlaşmadıkları ile bayramlaşıyor, sonra şeker topluyorlardı. En son gittikleri ev çocukların halalarının eviydi. Evde halaları; Ayşe, Zeynep ve Semile Hanım, yengeleri; Cemile ve Aysu Hanım, enişteleri; Yakup, Muhammed, Yakup, İsmail ve Yusuf Bey vardı. Hep birlikte Celallerin evine gittiler. Evde dedeleri; İbrahim ve Âdem Bey, anneanneleri Şükran, babaanneleri Zeliha Hanım vardı. Sohbet ederlerken öğle ezanı okundu. Erkekler camiye giderlerken kadınlar seccadelerini çıkardı. Namaz bitince öğle yemeği yediler. Celallerin bayramının ilk günü muhteşem geçmişti ve önlerinde daha koskocaman iki gün daha vardı.
BİRLİKTE OLMANIN ÖNEMİ Bayram günlerinde herkesi tatlı bir telaş kaplar. Küçük büyük herkes bayramları çok sever. Çocuklar bayramda verilen şekerlerin ve bayram harçlıklarının sevincini; yetişkinler büyüklerini ziyaret etmeninin sevincini yaşarlar. Fakat bu durum benim için böyle değil. Ben bayramları sevmiyorum ve onları sıkıcı buluyorum. Benim için bayram demek sürekli bir oraya bir buraya gitmek demektir ve yarın bayram sabahına uyanacağım. Sabah oldu. Bayram sabahı olduğu aklıma geldi ve moralim bozuldu. Annemlerin bayram için aldıkları kıyafeti giydim ve kahvaltı masasına oturdum. Ailem benim neden böyle sıkkın olduğuma anlam veremiyorlardı. Bende onların neden bu kadar mutlu olduğuna… Nedenini bilmiyordum ama ben herkes gibi bayramları sevmiyordum… Kahvaltıyı yaptık. Dedemlere gitmek üzere yola çıktık. Orada bazı akrabalarım ve kuzenlerim vardı. Orada olmayanları ise daha sonra biz ziyarete gidecektik ve ben bu olayı bir oraya bir buraya gitmek olarak görüyordum. Ve her bayram olduğu gibi yine kolonyalar, şekerler, çikolatalar, sohbetler… Daha sonrasında kuzenim benim sıkkın olduğumu görüp yanıma geldi. Biz ayrı bir odaya geçtik ve neden böyle olduğumu sordu. -Neden böyle canın sıkkın? -Çünkü ben bayramları sevmiyorum. Sürekli bir ona bir buna gidip duruyoruz. -Bence bayramlara öyle bakma. Düşünsene neredeyse bütün akrabaların bir arada oluyor. Bunun yanında kuzenlerinle oyun oynuyorsun. Tabii birde bunun yanında bayram harçlıkları ve şeker ile çikolatalar var. -Evet ama ben zaten bayram olmayan zamanlarda da kuzenlerimle bir araya gelip oyun oynayabilirim. Ya da başka günlerde de şeker ve çikolata yiyebilirim. -Evet başka zamanlarda kuzenlerinle buluşabilirsin ama hepsiyle aynı anda bir buluşma ayarlamak çok zor. Ya da kuzenlerinle beraber sohbet ederek çikolataları yemek bir başkadır öyle değil mi? Bayramların amacı sevdiklerinle beraber olmaktır. Birlikte birlik ve beraberlik duygusunun içinde olmak… -Belki de haklısındır bayramlara o şekilde bakmalıyım. Kuzenimle konuştuktan sonra dediğim gibi bayramlara o şekilde bakmaya başladım. Bütün kuzenlerimle beraber oyun oynadık, çikolatalarımızı, şekerlerimizi yedik. O gün benim için çok güzel geçmişti. Bayramın, bayram sevincinin ve bayramda sevdiklerinle beraber olmanın önemini anladım. Kuzenlerimle ve büyüklerimle çok güzel zaman geçirmiştim. Hatta neden bayramları sevmediğimi şimdi ailem gibi bende anlam veremiyordum. Yarın için ise sabırsızlanıyor, sabah olması için can atıyordum…
BİZDE SİHİR YAPABİLİRİZ Bir film izliyordum. Bu filmi çok seviyordum ve filmi neredeyse ü çü ncü izleyişimdi. Filmin konusu bir kızın sihirli gü çleri olması ve insanlara yardım etmesiydi. Bu filmi her izlediğim de o karakter gibi olmayı isterdim. Eğ er benim sihirli gü çlerim olsaydı insanlara şu yardımda bulunurdum, bunu yapardım diye hayal kurardım. Bu filmi sınıftan arkadaşım olan Sinem’de biliyor ve en az benim kadar çok seviyor. Okulda ders molalarında Sinem’le beraber hayal kurarız. Günlerden bir gün okuldan eve geldiğimde “Sihirli güçlerimiz olmasa da insanlara yardım edebilir miyiz?” diye düşündüm. İnsanlara yardım etmeyi çok seviyordum. Yardım ettikçe onlardan fazla ben mutlu oluyordum. Dü şü nü rken aklıma bir fikir geldi. Bu fikrimi arkadaşıma söylemek için sabırsızlanıyordum. Ertesi gü n o gelir gelmez bu fikrimi ona söyledim. Sinem’de bu fikrimi çok beğ endi. Yapmaya karar verdik. Planım öncelikle bu fikri ailelerimizle paylaşıp yardım kuruluşlarına başvurmak olacak. Bunun yanında kendimizin de yapacağı yardımlar olacak. Gidip ailelerimizle konuştuk. Onlar da bu fikrimizi doğru ve çok güzel bir fikir olduğunu söylediler. Yardım kuruluşlarına başvurduk. Ailelerimiz belediyeye dilekçe yazmamızı ö nerdiler. Belediyeye dilekçe yazmamız sonucunda çevremizdeki fabrikalara filtre takıldı. Okulumuzda ormanları temizlemek amacıyla gezi dü zenlendi. Okulumuzdan topladığ ımız parayla çevremizdeki ihtiyacı olan insanlara para yardımında bulunduk. Bu yaptığ ımız şey sonucunda insanlarında sihirli gü çleri olmamasına rağ men sihir yapabileceğ imizi fark ettik...
Büyüklerimizi Dinleyelim Arkadaşlarımla top oynamak için dışarı çıkmıştım. Tam gol atarken bir ses duydum. Bu ses bizim Halil Amca’nın sesiydi. Halil Amca: -Çocuklar nasılsınız? Arkadaşlarım: -İyiyiz. Halil Amca: -Çocuklar bu havada top mu oynanır geçsenize içeri. Arkadaşlarım: -Yok Amca bir şey olmaz. Bunlar yaşanırken bende eve doğru gidiyordum. Arkadaşlarım: -Ömer nereye gidiyorsun. -Eve gidiyorum şimdi eve gitmesem yarın çıkamam. Yarın sabah okuldan geldim işlerimi bitirdim ve aşağı indim, arkadaşlarımı oyun oynamak için çağırdım ama çoğu hastalandığı için gelemedi. Oyun oynayamamıştım. Halil Amcalara gitmiştim. “Oğlum diğerlerine söylüyorum anlamıyorlar bari sen anla çok çalış ve oku” dedi. Bir gün sordum. -Halil Amca neden çok çalışıp okuyayım. Ne olacak ki? Halil Amca: -Çocuklar dinleyin, babam bana hep oku dedi ama okumadım şimdi adam akıllı bir işim yok. Çok eskiden bir arkadaşım vardı o ise çok okudu ve şimdi güzel bir işi varmış. Arkadaşlarım: -Amca söylemesi kolay da yapması zor işte hem biz futbolcu olup zengin olacağız. Halil Amca: -Zenginlik para ile değil bilgi ile olur senin bahsettiğin parayı kazanmak için bile bilgi lazım. O an karar vermiştim, çok okuyacaktım. Yıllar sonra mahalleye gelmiştim. İlk iş Halil Amca’ya uğramıştım arkadaşlarımda oradaydı. -Halil Amca beni hatırladın mı?
Halil Amca: -Hatırlamaz olur muyum Ömer. -Halil Amca çok teşekkür ederim. Halil Amca: -Neden oğlum ben ne yaptım? -Senin söylediklerinle buradayım ben bir bilgisayar mühendisi oldum. Halil Amca: -Vay be. Bunlara da konuştum da boşuna konuşmuşum, bir baltaya bile sap olamadılar. Halil Amca’nın bu uyarısından sonra çalışmadan bir şey elde edilemeyeceği ve yaşlıların tecrübeleri olduğunu beni ise bu uyarılara ihtiyacım olduğunu anlamıştım. Ahmet Taha ŞİMŞEK
UÇURTMALAR Arkadaşlık,Beraberlik Kerem koşarak Kemal’ in evinin önüne gitti. Arkadaşları Kemal, Merve, Yasin, Zeynep ve Nur da orada onu bekliyordu. Nur: -Koşmana gerek yok Kerem. -Teşekkürler Nur! -Daha gelmediler! -Tamam! Kerem bakkala gidip su ve biraz yiyecek almıştı. Birlikte bakkaldan aldıklarını yediler ve o sırada Murat ve Tarık Bey geldi. Onlara uçurtma yapmayı öğreteceklerdi. Bunun için çocuklar ve özellikle Zeynep çok mutluydu. Yasin ise uçurtmanın nasıl yapıldığını merak ediyordu. Konuşmaya Murat Bey başladı: - Merhaba Çocuklar! - Merhaba Murat Amca! - Nasılsınız? - Teşekkür ederim çocuklar, iyiyim. Siz nasılsınız? Çocuklar Murat amcayı duymadılar. Kerem heyecanla: - Ben nasıl yapıldığını çok merak ediyorum. Murat amca sevgiyle çocuklara gülümsedi: - O zaman sen benim yanıma otur Kerem. Zeynep mahcup bir şekilde: - Bende yanınıza oturabilir miyim? Murat amca sevecen bir sesle: “Tabi ki oturabilirsin Zeynep.” dedi. Murat amca uçurtma yapmanın puf noktalarını anlattı. Çocuklar büyük bir dikkatle Murat amcayı dinledi. Daha sonra Murat amcadan öğrendikleri bilgilerle kendi uçurtmalarını yapmaya başladılar. Hepsinin uçurtması birbirinden güzel oldu. Sıra uçurtmaları uçurmaya geldi. Fakat havada en küçük bir esinti bile yoktu. Uçurtmayı havaya atıyorlar, yere düşüyor. Çocuklar çok üzüldüler. Tam umutlarını kesmişlerdi ki hafiften bir rüzgâr esmeye başladı. Yasin dışındakiler uçurtmalarını uçurmaya başladılar. Bir kuş gelip Zeynep’in uçurtmasının süsünü yırttı ve uçurtmasını bir türlü uçurmayı becerememiş olan Yasin’in uçurtmasına pisledi. Yasin kuşun arkasından kötü kötü baktı ve “Kuş ben seni bir yakalarsam var ya...!”
diye bağırdı. Kuşun gittiği yönde birisini gördü. Kuş o adamın yanına gitti. Yasin hemen arkadaşlarına seslendi. Kerem: - O Cemal ağabey değil mi? - Evet, peki ya neden yanında o kuş var? - Dur, Cemal ağabey gelince öğreniriz. Cemal gelmişti, hemen: - Bir uçurtma düştü çocuklar, o uçurtma sizin mi? - Evet, Cemal ağabey, benimdi ama baktım, sadece süsü yırtılmış. - Benim uçurtmama da pisledi o kuş!. - Dur, sakin ol Yasin. - Cemal abi, O kuş senin mi? - Evet Merve, o kuş benim. Bir gün terasa çıktığımda bir kuş yumurtası buldum. Baktım çevrede ne bir kuş var ne bir yuva. Ben de o kuşu sahiplendim. O kuşu büyüttüm. Bu gün de onunla birlikte dolaşıyordum birden uçup gitti. Sonrasını biliyorsunuz. Ama kuşun gagasında balık gibi kokan bir şey vardı. - O benim uçurtmamın süsüydü! - Evet, bunu fark ettim, al. - Cemal Abi, o kuşun adı ne? - Adı Tüy Merve. - Hımm demek adı tüymüş. - Arkadaşlar, Yasin intikamını alacağı kuşun adını belirledi. - Yaa Kemal. - Tamam tamam, şaka yaptım. - İsterseniz size nasıl güzelce uçurtma uçurabileceğinizi gösterim çocuklar. - Evet! - Olur! - Ama benim uçurtmama... - Yani! - kuş pisledi! - Lütfen!
Cemal çocukların güzelce uçurtma uçurmasını sağladı. Herkes çok eğlendi. Hatta aralarında yarışma bile yaptılar. Yasin uzunca bir süre uçurtmasını temizledi. Tüy uçurtmanın üzerinden geçerken “Sakın ha!” diye bağırdı. Hepsi eve döndüklerinde çok mutluydu. Ahmet Emir Dokuz 1. Hikaye
MİSAFİRPERVERLİK Yolda gidiyoruz ve son 20 dk kaldı, yaklaştık. Acaba oradaki insanlar bize nasıl davranacaklar? Orada arkadaş bulabilecek miyim? Arkadaşlarım iyi olacak mı? Hepsini merak ediyorum. Murat’ın babası Kenan Bey değerli bir mimardı. Büyük projelere imza atmıştı. Bunun için farklı yerlerden iş teklifleri geliyordu. En son teklif Almanya’dan gelmişti. Bunun için Murat bir iki Yıllık arkadaşlarından ayrılmak, ailesiyle beraber Almanya’ya gitmek zorundaydı.Tabi ki bu kendisi ve ailesi için zorlu olacaktı. Birkaç gün sonra Murat yeni arkadaşlar edinmek için dışarı çıktı. Gözleri ile çevreyi tararken bir çocuk gördü. Çocuğa “merhaba” dedi ama karşılık alamadı. Çocuk ona ters ters baktı ve yürümeye devam etti. Murat tekrar konuşmayı denerdi ama çocuk ona çok ters bakmıştı. Murat tekrar çevreye bakmaya başladı ama kimse yoktu. “Burada arkadaş bulamayacağım galiba” dedi, üzülmüştü. Bir an aklına eve gitme fikri geldi ama vazgeçti. Çünkü evde yapabileceği hiçbir şey yoktu. Belki başka birisi ile karşılaşırdı. Aklına en son taşındıkları İzmir geldi. Oradaki insanlar ne kadar sıcakkanlı ve güler yüzlüydü. Sadece İzmir’de değil Ankara, Sinop, Mersin birçok ildeydi bu durum. Murat daha yeni gelmiş olmasına rağmen onların samimiyetini özlüyordu. Aklına oyun parkına gitmek geldi. Hemen oyun parkına doğru yürümeye başladı. Oyun parkına geldiğinde çevreye bakındı. Etrafta kendi yaşıtı çocuklar yakalamaca oynuyordu. Murat belki kendisini de davet ederler diye bekledi ama kimse onu umursamıyordu. Hatta çocukların bir tanesiyle göz göze geldiklerinde çocuk ona umursamaz ve boş bir şekilde baktı. Bir ara oyun oynayan çocuklardan biri ona çarptı ve ikisi de düştü. Diğer çocuğa arkadaşları yardım ederken Murat’ı umursamadılar bile. Çocuk ne Murat’a yardım etti ne özür diledi. Murat yalnızlık duydu, tek isteği yatağına yatıp uyumaktı. Koşa koşa yeni evlerine giderken ayağı kaydı ve düştü. Kırklı yaşlarında bir kadın onu kaldırdı. Kadının çantasında Türk Bayrağı vardı. Murat teşekkür ettikten sonra “Pardon ama Türk müsün teyze?” dedi. Kadın gülerek “Evet” ve uzaklaştı. Murat yine hüsrana uğradı. Neden hiçbir Alman ona iyi davranmıyordu? Onlara ne zararı dokunmuştu? Uyumaya çalışırken bunları düşündü. Bundan dolayı uyuyamıyordu. Saate baktığında akşam olduğunu gördü. Kapının zili çalmıştı, gelen babasıydı. Akşam yemeğinde durumu ailesine anlattı. Babası ön yargılı olmaması gerektiğini söyledi. Annesi ise yarın pazara gideceğini, kendisi ile gelebileceğini söyledi. Murat büyük bir neşeyle kabul etti. Sabah olduğunda neşeyle kahvaltısını yaptı ve yola çıktılar. Murat pazarda güler bir yüz göreceğini umarak annesiyle pazara gitti. Pazarda çevreye merakla bakıyordu ama yine aynı boş ve umursamaz bakışlarla karşılaştı. Annesi üzüldüğünü görünce “Boş ver yeni arkadaşlar bulursun” dedi. Murat yine de büyük bir yalnızlık duyuyordu. Aklına bu seferde Mardin’de yaşadıkları geldi. Bir komşuları onlara yemek getirmiş, evine davet etmiş ve onlarla samimi bir sohbet etmişti. Bu olay sadece Mardin değil Türkiye’deki her yerde yaşanmıştı. Almanya başka bir ülkeydi hatta dünya. Boş ve soğuk bir dünya. Evet, teknolojileri gelişikti ama insanları değil. Murat eve giderken bunları düşünüyordu.
Annesi ile asansöre binerken bir kadın ile karşılaştılar. Annesi kadın ile selamlaştıktan sonra konuşmaya başladılar. Kadın da 2 ay önce taşınmış bir Türk’dü. “Bize herkes soğuk davranıyor” dedi. Murat’ın annesi “Evet bize de” deyince kadın “Bu akşam müsaitseniz bize gelebilirsiniz” dedi. Akşam olunca kadının evine gittiler. Kadının Murat’ın yaşlarında bir çocuğu cardı. Yemek yedikten sonra oyun oynadılar. Kadın az sonra ikramda bulundu. İki aile sohbet ederken çocuklar satranç oynadı. Eve gitme vakti geldiğinde haftaya anlaşıp ayrıldılar. Murat yatarken Türklerin misafirperver ve güler yüzlü Almanların ise hiç misafirperver ve güler yüzlü olmadıklarını anladı. En azından onlara değildi yani yabancılara. Türkiye’de ise herkese güler yüzlüydüler. Murat bunları düşünerek uykuya daldı.
Evlilik Telaşı Ahmet Emir DOKUZ Merve ve ailesi çok heyecanlıydı. Evde bir telaş vardı. Çünkü Merve’nin ablası Kübra evlenecekti. Anneleri sayesinde ikisi de bir dakika soluklanamıyordu. Kübra ise anlatılamayacak derecede mutlu, heyecanlı ve stresliydi. Sonuçta evden ayrılacaktı. Evlenecekti. Hem misafirler nerede kalacaktı? Anneleri ikisini de boş bırakmıyordu. Birisine yemek yaptırıyor öbürüne evi temizletiyor, kendisi de iş yapıyordu. Anneleri de çok heyecanlıydı. Sonuçta kızı evlenecekti. Hem misafirler nerede kalacaktı, misafirleri nerede ağırlayacaktı? Bu sırada Merve “Anne krema yok, kek yarım kaldı.” dedi. Annesi Şule hemen Merve’yi bakkala yolladı. Merve merdivenlerden inerken karşı komşuları Melek’in kızı Esra’ya çarptı. Esra “Çok heyecanlısın Merve, bir şey mi oldu?” dedi. Merve “Ablam Kübra evlenecek, bunun için evde bir telaş var.” dedi. Esra “Sen nereye gidiyordun?” diye sordu. Bunun üzerine Merve “Kek yapıyordum krema bitti.” dedi. Esra “Misafirleri nerede ağırlayacaksınız” diye sordu. Merve “Biz de onu düşünüyorduk” diye cevap verdi. Esra “Eğer bütün misafirleri ağırlayacak kadar yeriniz yoksa bir kısmı bizde kalabilir.” dedi. Esra “Teşekkürler, sana ihtiyacımız olursa söylerim” dedi. Sonra da bakkala gidip puding aldı. Gelince annesi “kızım pudingi ne yapacaksın?” dedi. Merve “Doğru, krema alacaktım!” dedi. Tekrar bakkala gitti. Bakkal Semih Bey “Kızım sen bana “Kek yapıyordum, kremayı bulamadım” dedin ama puding aldın” dedi. Merve “Haklısınız Semih Bey, zaten krema almak için geldim” dedi. Kremayı alınca eve hızlıca geldi. Hemen keki yapıp işlerini bitirdi. Kübra ile birlikte annesine “Bütün işleri bitirdik anne” dedi. Annesi “Bir sorunumuz var, misafirler nerede kalacak?” dedi. Merve hemen “Anne bakkala giderken Esra ile karşılaştım, bana “Eğer bütün misafirleri ağırlayacak kadar yeriniz yoksa bir kısmı bizde kalabilir.” dedi. Bende “Teşekkürler, sana ihtiyacımız olursa söylerim” dedim” dedi. Şule Hanım “O zaman sen Esra’ ya haber ver, ben de babana haber verim” dedi. O sırada Akif Bey içeriye girdi ve “Ooo benim kızlarım nasılmış?” dedi. Kübra “Çok heyecanlıyım” dedi. Akif Bey “Süleyman ve Cem Amcan, Fatma ve Nergis Teyzen, Deden ve Babaannen geliyor.” dedi. Annesi de “Murat ve Kemal Dayın, Gizem ve Gönül Yengen, Anneannen ve Deden bakkalın oradaymış.” dedi. Kübra çok sevindi ve “Kemal ve teyzeleri, ailesi, teyzeleri ve dayıları, amcaları geliyormuş, çok mutluyum” dedi. Sonra zil çaldı. Kübra kapıyı açtı. Kapıda Şule Hanım, Esra, Asım Bey, Aslı Hanım vardı. Sonra da diğer misafirler geldi. Düğün yapıldı. Misafirler Kendi evlerinde, Şule ve Aslı Hanım’ın evinde kaldı. Cem Bey “10 yıldızlı otel gibiydi, teşekkür ederiz” dedi. Diğer akrabaları da çok memnun oldu. Kemal ve Kübra da evlenmişti. Herkes çok mutlu olmuştu.
Köyümün Nehri Her senenin mart ila nisan arası, aklıma eski anılarım gelir. Özellikle hatırladığım garip ama her anlattığımda daha çok hoşuma giden bir anı vardı. O büyük fabrikanın açıldığı gibi geri kapandığı gün. 1984 yılı, köyümüz iyice gelişmeye başlıyordu o zamanlar 9 yaşındaydım. Köyümüz hem yeşillik bakımından, hem toprak ve ekinler bakımından, hem de turistik olarak oldukça elverişli bir köydü. Köyün yanında kocaman bir dere vardı, oraya arkadaşlarımla girer saatlerce yüzer ve oyun oynardık. Fabrikanın geldiği gün, her zaman olduğu gibi nehirde oynuyorduk. Burayı boşaltmamız ve geri gelmememiz söylenmişti. Tüm köy halkı oldukça sinirliydi, tüm yaşamları boyunca burada oturan insanlara bir anda gitmeleri ve geri gelmemeleri söyleniyordu. Hem ben hem de arkadaşlarım oldukça üzgündük. Hiçbir şey yapamayacak gibiydik, biz köylüydük, onlara göre en alttaki sosyal sınıftandık. Bizi dinlemeyeceklerdi bu kesindi. Her geçen gün fabrika biraz daha yükseliyor, nehrimiz biraz daha kirleniyordu. Artık orada oyun oynayamıyorduk. Çocukta olsam bende ne olduğunu idrak edebiliyor ve bunun durdurulması için her gece bir şeyler düşünmeye çalışıyordum. Küçüğünden büyüğüne kimse bundan memnun değildi, en sonunda kimsenin sabrı kalmadı. Köyümüzün en sevilen insanı, Büyük ebe, herkesi örgütlemişti. Okuma bilenlere dilekçe yazmalarını söylüyor, fabrikayı boykot etmek için yürüyüşe çıkıp hakkımızı savunmamızı söylüyordu. En sonunda dilekçe Ankara’ya, biz fabrikanın önüne gittik. Herkes bir çatı altında toplanıp bir amaç uğruna tüm kavgalarını unutmuş ve köyümüzün iyiliği için tek yumruk olup fabrikayı boykot etmeye çalışmıştık. Çabalarımız meyvesini vermiş ve gerçekten de fabrikanın eylemleri durdurulmuştu. Zaten sevilen ve saygı duyulan ebe arktık daha çok seviliyordu. Nehrimiz hala kirliydi, onun içinde ben arkadaşlarımı ikna etmiş ve hep birlikte nehri temizlemiştik. Eğer ebe bizi bunu yapmamız için bizi bir çatı altında toplamasaydı belki de çok sevdiğimiz nehrimiz sonsuza kadar geri dönülmez bir çıkmaza girecek ve kirlenecekti. Yardımlaşma gerçekten önemli bir şeydi.
Vatan Aşkı Otuz beş yaşındayım. Bugüne kadar neler gördüm, neler yaşadım. İnsan hayatı bir su akıp gidiyor giderken de bazı şeyler iz bırakıyor. Bu arada benim adım Fatma. Aksaray’ın Gülağaç ilçesinde doğdum. Annem beni otuz beş yaşında doğurmuş. Aslında annemin beni doğurduğu yaştayım desem daha doğru olur. Annem ve babam yıllarca çocuk hasreti çekmiş. Gitmedikleri doktor kalmamış. Evliliklerinin onuncu yılında ben dünyaya gelmişim. Benden üç yıl sonra ilk kardeşim İsmail, ondan iki yıl sora da diğer kardeşim Mehmet dünyaya gelmiş. Mutlu bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim en azından on bir yaşıma kadar. Bu yaşı veriyorum çünkü bu yaşıma geldiğimde ne yazık ki kader bizi babamızdan ayırdı, zor günlerdi. Babasız kalmak çok acıydı. Çevremizdeki komşularımızın manevi desteğini hep hissettik ancak ekonomik anlamda herkes kendine yetiyordu. Babam özel sektörde çalıştığı için bize bıraktığı bir maaş da olmadı ama bıraktığı tarlalar vardı. Annem bu tarlayı ekip biçerek bize baktı. Ben on bir yaşındaydım kardeşlerimle benden başka ilgilenecek kimse yoktu. Annem dediğim gibi çalışmak zorundaydı. Sabah hava aydınlanmadan evden çıkıyor akşam hava kararmadan eve dönemiyordu. O çalışmazsa biz geçinemezdik. Daha önce de belirttiğim gibi başka bir imkânımız yoktu. Baharın gelmesiyle bu tempoya giriyor, sonbahar bitene kadar da bu şekilde devam ediyordu. Kışın üç ay da birlikte olabiliyorduk. Bu yüzden olsa gerek herkesin dört gözle beklediği baharın gelmesini hiç istemezdim. Annemin tarlaya gittiği günlerden birinde kardeşim oynamak için dışarı çıktı. O zamanlar oyunlar sanal değildi. Çocuklar sokağa çıkar, arkadaşlarıyla sokakta oynardı. Evlerin çoğunda çatı yoktu, bunun yerine adına dam dediğimiz düzlükler vardı. Damlar çok işimize yarardı. Burada tarladan gelen ürünleri kurutup kaldırabilirdik ve daha birçok şey için damlarımızı kullanırdık. Kardeşim İsmail de oynamak için burayı kullanmış ama ben bunu fark etmemişim. Çocuk işte oyunun heyecanıyla fark etmemiş koşarken kendini yerde bulmuş yani evin damından düşmüş. Apar topar komşularımız İsmail’i arabalarına atıp Aksaray’a götürdü. Kardeşim kafasından darbe almıştı. Ölümden döndü. Allah onu bize bağışladı. Kafatasını kırmış. Babamı kaybettikten sonra hayatımdaki en kötü günlerden bir diğerini yaşıyordum. Annem çok üzüldü, çok ağladı. Acısıyla tatlısıyla yıllar akıp geçti. Kardeşlerim büyüdü, çalışmaya başladı. Annem artık daha rahattı. Artık kardeşlerim çalışıyor, annem evin işleriyle meşgul oluyordu. İsmail yirmi yaşına bastı. Askerlikten celp kâğıdı geldi. Ben üzüldüm terör olayları oluyordu. Askerlerin şehit haberleri geliyordu. Annem ve kardeşi ise bir an tereddüt etmediler. Vatani görevin kutsal olduğunu söylediler. Bu haberi sevinç içinde çevreleriyle paylaştılar. İsmail’in askere gidiş günü geldi. Büyük bir kutlamayla davul- zurnayla annem oğlunu, ben kardeşimi Ankara’ya gönderdik. Annemin gözlerindeki o gururu görmenizi isterdim. Tuhaftı oğlu askere gidiyordu ama o mutluydu. Dayanamadım anneme oğlunun askere gittiğini hatırlatmak istedim. Annem gülerek yüzüme baktı:” Yıllarca ekmeğini yediğimiz bu vatan için görevini
yapmak için oğlumu askere gönderiyorum, bundan büyük mutluluk mu olur?” dediğinde kendimden utandım. Annemle bir kez daha gurur duydum. Birkaç gün sonra kardeşim aradı. Sesi çok kötüydü. Askeri muayene sırasında kafatasındaki kırığı fark ettiklerini bu nedenle de askere alamayacaklarını söyledikleri belirtti. Kardeşimin ısrarına rağmen onu askere almamışlardı. Bu durum gerek annemi gerekse kardeşlerimi çok üzmüştü. Kardeşimle, annemle bu vatana gönül veren herkesle gurur duyuyorum. İki yıl sonra Mehmet’in celp kâğıdı geldi. Tayini Şırnak’a çıktı. Gitti aslanlar gibi askerliğini yaptı. Orada çatışmalara katıldı. Bu çatışmaların birinde arkadaşını kaybetti. Aslanlar gibi askerliğini yapıp vatanına bağlılığını gösterdi. Vatanını seven bu çocuklar, bu analar varken Allah’ın izniyle bu vatan payidar kalacaktır.
YABANCI Âmine her gün olduğu gibi sırasında sessiz sakin oturmuş öğretmenimizin anlattığı şeyleri anlamaya çalışıyordu. Okulumuza geldiğinden beri Türkçe öğrenme konusunda baya bir yol kat etmişti. Ancak hala konuşurken cümlelerinde hata yapıyordu. Gerçi pek konuştuğu da yoktu. Ara sıra derslerde söz alır, cevapladığı soruları da genelde yanlış yapardı. Âmine ülkesindeki savaştan ailesi ile kaçmış ve Türkiye’ye sığınmıştı. Onun hiç arkadaş yoktu ve Türkçeyi bilmiyordu. Arkadaşım Aysel, onu hep dışlıyordu. Onunla arkadaş olup Türkçeyi öğretmek yerine onunla bilmediği için dalga geçiyordu. Aysel’i uyarsak bile o bizi dinlemiyordu. Aysel bununla da kalmıyor, onu yapamadığı şeyler ile küçük düşürüyordu. Âmine oysaki bizlere saygı duyup, bizlerle tanışıp oynamak istiyordu. Ama Aysel onun bizlere olan güvenini kırıyordu. Bunu anneme söylediğimde o bana ‘’ Ben Aysel arkadaşının ailesi ile bu durumu konuşacağım’’ diyordu. Ama annem işinden vakit bulamıyordu. Ama bana Aysel ile konuşmam gerektiğini söyledi. Aysel’i bir teneffüste yanıma çağırdım. Yanıma Âmine’yi de alıp Aysel ile konuşmaya gittim. Aysel arkadaşlarıyla konuşuyordu. Bizde onun yanına gittik. Aysel Âmine’yi görmezden gelerek bana ‘’merhaba’’ dedi. Amine üzülmüştü ki yüzü düştü. Bende onun yerinde olsam üzülürdüm. Kim üzülmezdi ki! Aysel bana ‘’ Benimle konuşacağını duydum. Buyur konuşalım merak ettim ne konuşacağımızı.’’ Dedi. Bende ona kimsenin olmadığı bir yerde konuşmayı teklif ettim. O da kabul etti. Ben söze girdim. ‘’Aysel, Amine’yi üzdüğünün farkında mısın? O da seninle arkadaş olmak istiyor ama sen onu dışlıyorsun. Ona neden bunu yapıyorsun? ‘’ dedim. Aysel de bu durumun ciddiyetini anlamıştı ve daha ciddi bir tavır alarak ‘’ Ben onu da seviyorum ama diğerleri kadar değil. Evet, o da benim arkadaşım ama onunla oynamak istemiyorum. Çünkü daha ne dediğini bile anlayamıyorum’’ demişti. Bu hem benim hem de Amine’nin canını sıkmıştı. Ona buradan gidelim dedim. \"Tamam\" dedi. Ertesi gün , Âmine ve ben öğretmenimize bu durumu açıklamış ve bu durum hakkında neler yapabileceğimizi sorduk. Öğretmenimiz bize'' Aysel arkadaşınızla konuşacağım eğer bu da yetmezse annesine bu durumu bildireceğim'' dedi. Bunun ardından \" Ayrıca arkadaşlarınızla Âmine'nin Türkçe öğrenme konusunda ona yardımcı olmanızı istiyorum\" dedi. Aysel ertesi gün yanımıza geldi ve '' Ben çok üzgünüm, öğretmenimiz geldi ve benimle konuştu. Âmine'ye yaptığım şeyin yanlış olduğunu söyledi. Aysel yaptığı hatayı anlamıştı. Amine’nin yanına gidip “Sana karşı mahcubum. Seni kırdığım için özür dilerim.\" dedi. O günden sonra Aysel'de bizimle Âmine'ye Türkçe öğretmek için çalıştı. .
SÜPRİZ Her zamanki gibi yorucu bir okul yılı bitmiş, 6.sınıfı bitirmiştim. Ve evet, takdir almıştım. İyi bir tatile ihtiyacım vardı çünkü bir buçuk yıl aradan sonra okula gitmek hiç de kolay olmuyor. Bu arada okulda tüm gün maske taktığımızı da hatırlatmak isterim. Babam ve annem yorgun argın bir halde geldiler. Onları kapıda karşıladım. Beni gördüklerine çok sevindiler. Büyük bir gururla karnemi takdim ettim. Onları mutlu etmek beni çok mutlu ediyor. Şimdi sıra geldi can alıcı soruyu sormaya. -Baba kızını mutlu etmek için ne düşündün? Annem: Asya ne demek istedin anlamadım? --- Anne çok yoruldum, güzel bir tatili hak ettiğimi düşünüyorum ne de olsa takdir de aldım. Ne olur tatile gidelim. Annem: (babama dönerek) Kız haklı hayatım bir tatil üçümüze de iyi gelir. dediğinde dünyada benden mutlusu yoktu. Hiç vakit kaybetmeden odama geçtim. Tatil hazırlıklarına başladım. Annem ve babam, kızım bu aceleye gerek yok diyorlardı ama dinleyen kim. Baba ben hazırım dediğimde babam kakalarla gülmeye başladı. Yarın işlerimi halletmeliyim en erken haftaya bugün gidebiliriz. Bekle ki bir hafta geçsin. Bir hafta bin yıl gibi, geçmiyor. Nihayet büyük gün geldi. İçim içime sığmıyor. Bekle beni Kemer akşam oradayım. İlk işim denize girmek olacak. Denizi çok özledim. Yolculuk çok keyifli, hele de tatile çıkıyorsan. Acıktık, aslında durmayı hiç istemiyorum durmak zaman kaybı ama çok acıktık. Bir konaklama tesisindeyiz yapacak bir şey yok.
Yemek geldiğinde, en çok yemekle ilgilenenin ben olmam annemle babamı güldürdü. Haklılar ben de onlarla birlikte gülüyorum. Biraz önce durmayalım diye söylenen ben yemekleri afiyetle yiyorum, gerçi onların da benden farkı yok, güzel bir şekilde karnımızı doyurduk. Babam hesabı istedi. Yaşasın yolculuk yeniden başlıyor. O da ne babam panik içinde ceplerini karıştırıyor. Annem: Hayatım ne oluyor? Babam: Canım aceleyle evden çıkarken kartları da parayı da evde unutmuşum. Annem panik içinde: Bu şimdi mi fark edilir, ödemeyi nasıl yapacağız? Derken birinin yanımıza yaklaştığını gördüm. Annem ve babamın yüzündeki şaşkınlık görülmeye değer. Ben ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sonrasında işletmenin sahibi olduğunu anladığımız kişi olduğunu anlıyoruz. Adınız Rıza olduğunu söylüyor. Babam çok üzgün. Rıza amca, babamı dinliyor yüzünde tatlı bir gülümseme Mehmet Bey üzülmeyi lütfen insanlık hali, ikramımız olsun diyor. Bizim ise kabul etmekten başka çaremiz yok. Annem ve babam çok teşekkür ettikten sonra kalkıyoruz. Sonra mı sonrası babam Ankara’ ya dönmemiz gerektiğini söylüyor. Ben mi ben de ağlıyorum. Annem beni teselli etmeye çalışıyor. Babam söz yarın gideceğiz diyor. Annem ve babam kendi aralarında konuşuyor. Kalbim kırık, kulağım onlarda Rıza Bey’in anlayışı bugünün en güzel olayı diyor babam. Annem onu onaylıyor güzel memleketimizin güzel insanları. Bir gün kaybettim ama bir ders daha öğrendim. Hayat sürprizlerle dolu. Kötü bir olay bize Rıza amca gibi yardımsever, anlayışlı insanlar olduğunu gösterdi. Şimdi yatıyorum. Yarın umarım Kemer’de olacağım. Herkese gönlünce bir tatil diliyorum.
Ve tatil için Antalya'ya gitmeye karar verdik.Okul bittikten sonraki haftasonu sabah erkenden hemen yola çıktık . Yol çok eğlenceli geçiyordu.Yanıma fotoğraf makinemi almıştım. Saat çok erken olduğu için gün doğumunu izleyebiliyordu. Bunun yanında gördüğüm hoş manzaraların fotoğlarını çekiyordum.Yolumuz çok uzun olduğu için mola vermemiz ve yemek yememiz gerekiyordu.Bir süre içinde lokanta olan bir dinlenme merkezi aradık. Ve bulduk. Oturup kahvaltı yaptık,çay içtik.Karnımız doydu. Hesabı istedik. Birde ne görelim! Babam cüzdanını Ankara'da unutmuş.Biz ne yapsak ,ne yapsak diye düşünürken hesabı getiren garson lokantanın müdürünü çağırmış. Soradan öğrendiğime göre lokantanın sahibinin ismi Remzi'ymiş. Remzi Bey'e durumu açıkladık o da \" Canınız sağ olsun bu seferlik yemekler bizden olsun \" dedi. Çok teşekkür ettikten sonra tekrar Ankara'ya gitmek için yola çıktık. Babamın cüzdanını aldıktan sonra tekrar lokantaya gittik ve Remzi Bey'e yediğimiz yemeklerin parasını ödedik. Gerçi Remzi Bey ilk başta almak istemedi ama biz zorlayınca parasını aldı. Geçen yıl yaşanan bu olay bana ülkemizdeki insanların ne kadar sıcak kanlı ve anlayışlı olduğunu tekrar hatırlattı.
Search
Read the Text Version
- 1 - 25
Pages: