Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore hayatsağlık dergisi Sayı 1

hayatsağlık dergisi Sayı 1

Published by Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı, 2019-09-21 08:49:52

Description: hayatsağlık dergisi Sayı 1 Mart 2010

Search

Read the Text Version

Bu deneylerin çoğu tekrarlanmamıştır. Benzer ğunu belirtiyor: “Yapılan hayvan deneylerinde bulgular bir ilaç için söz konusu olsaydı, olası- genetiği değiştirilmiş organizmalarla, bitkilerle lıkla bütün araştırmalar tekrarlanır ve üstesinden beslenen farelerde böbrek yetmezliği, karaciğer gelinemezse ilaç adayı geliştirme programından yetersizliği, ölü doğum sayısında artma, düşük çıkarılırdı.” tartılı doğumlar, en geç üçüncü nesilden itibaren kısırlığın ortaya çıktığını gördük. Ayrıca genetiği Prof. Dr. Kenan Demirkol, Hürriyet gazete- değiştirilmiş olan bir virüs DNA’sı da vardır. Bu sindeki açıklamasında2 şunları söylüyor: “Bugüne genellikle karnabahar mozaik virüsüdür. Bilimsel kadar kanıtlanmış olan sağlık sorunlarından biri çalışmalar bu virüsün bağışıklık sistemini baskı- hızlı yanıt verdiği için alerjilerdir. Normal soya layarak kanserlerin oluşumunu kolaylaştırdığını fasulyesine alerjisi olmayan bir insanda rahatlıkla göstermektedir. Bu nedenle bu tür besinlerle bes- genetiği değiştirilmiş soyaya karşı alerji görülebil- lendiğimizde çok daha fazla kanser hastalarıyla karşı karşıya geleceğimizin kaygılarını yaşıyoruz. mektedir. Diğer taraftan üretim tekniği nedeniyle Bu gıdalar organ yetersizliğine de neden olur.” genetiği değiştirilmiş bu ürünlere, bu tohumlara antibiyotik direnç geni de yerleştirilir. Dolayısıy- Genetiği değiştirilmiş gıdaların insan sağlı- la biz bu bitkileri yediğimizde antibiyotiğe direnç ğına zarar verebileceğini kanıtlayan en son araş- oluşacak ve bazı enfeksiyon hastalıklarını tedavi tırmalardan biri Fransa’da Genetik Mühendisliği etmek için elimizde antibiyotik kalmayacak. Bu Bağımsız Araştırma ve Bilgi Komitesi tarafından insan üzerinde bulunan etkilerdir. Fakat yan etki yapıldı. Le Monde gazetesinin 11 Aralık 2009 ta- bir ayda ya da bir yılda çıkmak zorunda değil. On rihli haberine göre, International Journal of Bio- yılda da ortaya çıkabilir, gelecek nesillerde de logical Sciences dergisinde (Uluslararası Biyoloji ortaya çıkabilir. Ne yazık ki bu tohumların geç Bilimleri Dergisi) yayınlanan bir çalışma genetiği etkileri ve gelecek nesillere etkileri hiçbir şekilde değiştirilmiş üç mısır türünün toksik etkileri ol- araştırılmadan piyasaya sürülmüştür. Bu nedenle duğunu gösteriyor. çok büyük risk potansiyeli taşır.” Avrupa Birliği’nin Biyoteknoloji Yeniden De- Demirkol, aynı açıklamasında genetiği değiş- ğerlendirme Komisyonu’nun uzman üyelerinden tirilmiş gıdaların kanser yapma riskinin bulundu- Eric Séralini şöyle diyor: “GDO’ların pazarlana- cak ölçüde sağlıklı veya uygun olmadığını kanıt- ladık. GDO’lu ürünlerin üçü de kimyasal gıda ze- hirlenmesine ilk yanıt veren organlar olan böbrek ve karaciğerde sorunlara yol açtı.” Séralini’nin açıklamasına göre, araştırmacı- ların yaptıkları analizler GDO’lu ürünü üreten firmanın pazarlama onayı almak için sunduğu verilere dayanıyor. Sözü edilen ürünler ABD’de insan ve hayvan tüketimi için onaylanmış ürün- ler. Fakat Eric Séralini, sağlık makamlarının onay verirken yalnızca kendilerine sunulan sonuç de- ğerlendirmesini dikkate aldıklarını, verilerin bü- tününe bakmadıklarını belirtiyor. Araştırmada, bir mahkeme kararı sonucunda verilerin tama- mına ulaşan ve verilerin bütününü dikkate alarak yeniden istatistiksel hesaplamalar yapan bilimci- ler sözü edilen GDO’lu mısır türlerinin ithalatına ve yetiştirilmesine yasak getirilmesini talep etti. Caen ve Roeuen Üniversitelerinde ve Genetik hayatsağlık 51

Mühendisliği Bağımsız Araştırma ve Bilgi Ko- oluyor. Bu ilk bakışta yararlı bir özellikmiş gibi mitesi içerisinde çalışan araştırmacılar, GDO’lu görünebilir, ancak yabani ot öldürücü ilaçlar bol ürünler üzerinde yapılan testlerin sonuca varmak miktarda kullanılarak toprağa ve çevreye zarar ve- için yeterli zaman uzunluğunda yapılmadığını, rilmiş oluyor. kronik hastalıklarla ilgili sonuca varmaya yetecek uzunlukta bir araştırmanın en azından iki yıllık Genetiği değiştirilmiş ürünler tarımsal bi- bir dönemi kapsaması gerektiğini belirtiyor. yolojik çeşitliliğin azalmasına da yol açabiliyor. Kendi genlerini doğal çeşitlere bulaştırarak çeşit- GDO’ların çevreye ne zararı var? liliğin zarar görmesine neden olabiliyorlar. Zaten Genetiği değiştirilmiş ürünlerin çevreye za- giderek azalmakta olan biyolojik çeşitlilik bir de rar verdiği de kanıtlanmış durumda. Sözü edilen GDO’lu türlerin tehditi altına giriyor. ürünlerdeki gen değişikliği çevrede bulunan ge- netiği değiştirilmemiş ürünlere de bulaşabiliyor. GDO’lar bir kez serbest kaldığında, tarım ve Örneğin genetiği değiştirilen bazı ürünlere yaba- gıda sistemimizi derinden etkileyecek sorunlar ni ot ilaçlarına karşı dayanıklılık kazandırılıyor. ortaya çıkacaktır. Çevremizi altüst edecek, top- Bu sayede ürünün kendisine zarar vermeden bol rağımızı, suyumuzu zehirleyecek, tarımsal biyo- miktarda yabani ot öldürücü ilaç kullanılarak tar- çeşitliliğimizi yoka çevirecek, çiftçimizi sömüren, ladaki yabani otların kökünü kurutmak mümkün tüketicinin haklarını hiçe sayan, halk sağlığına doğrudan ya da dolaylı olarak zarar verecek böy- 52 hayatsağlık

le bir uygulamaya hiç ihtiyacımız yok. Halkımı- 1. Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların Gıda Olarak za fazla fazla yetebilecek bir tarım potansiyeline Tüketilmelerindeki Riskler, Dr. Yavuz Dizdar, Beslen- sahibiz. Yeter ki doğru tarım ve gıda politikaları me ve Metabolizma Kongresi, Bildiri Kitabı, 2007. uygulansın. 2. Gofret Bile Yemeyin, Nilgün Yıldız’ın haberi, Prof. Gelecekteki yaşam kalitemiz, bugün bize da- Dr. Kenan Demirkol’un açıklamaları, Hürriyet gaze- yatılan tarım ve gıda sistemine karşı durmamıza tesi, 17 Kasım 2009, http://arama.hurriyet.com.tr/ ve gıda tercihlerimizi gözden geçirmemize bağlı. arsivnews.aspx?id=12863086 Bunu yapmazsak, kâr hırsı uğruna ucubeye çevri- len gıdalar yaşamlarımızı da kendilerine benzet- meye başlayacak. hayatsağlık 53

Genel Hatlarıyla Influenza A (H1N1) 2009 Pandemisi İlker İnanç Balkan Influenza A virüsünün etken olduğu mevsim- simsel gripten belirgin farklılıklar göstermese sel gribin en önemli özelliği, virüsün genetik de epidemiyolojik açıdan bazı ayırıcı vasıflar ta- hareketliliği nedeniyle antijenik yapısının sürekli şımaktadır. Sekonder atak hızı mevsimsel gripte değişiklikler göstermesidir. Influenza A, özellik- % 5–15 iken, domuz gribinde % 22–33’ tür. Bu, le hemaglutinin genindeki mutasyonlar sonu- domuz gribinin bir konaktan diğerine daha ko- cunda bazen insan immün sistemine tamamen lay bulaştığı anlamına gelmektedir. Mevsimsel yabancı ‘yeni bir virüs’ olarak karşımıza çıkar ve gripte klinik seyir uç yaşlarda (beş yaş altında ve ‘pandemi’lere yol açabilir. 65 yaş üstünde) daha ağır iken domuz gribinde 25–45 yaş arası genç erişkinlerde ve gebe-loğusa Bilinen ilk pandemi 1580 yılında, en büyük döneminde klinik seyir daha ağır, mortalite daha pandemi ise 1918’de yaşanmıştır (İspanyol gri- yüksek seyretmektedir. Bu epidemiyolojik farklı- bi, H1N1, >20 milyon ölüm). 1957 (Asya gribi, lıklar risk gruplarını ve aşı politikalarını belirle- H2N2), 1968 (Hong Kong gribi, H3N2) ve 1977 mede etkin olmuştur. (Rus gribi, H1N1) pandemilerinden sonra geçen uzun süre içinde virüsün her yıl geçirdiği mu- 2009 pandemisinin 1918 ve 1957’deki gibi tasyonlardan ayrı olarak majör bir antijenik şift hafif başlayıp yeni mutant kökenlerin ortaya sonucunda yeni ve büyük bir pandemiye yol aça- çıkması ile ikinci dalgada daha ağır ve ölümcül cağı beklentisi son yıllarda bilim çevrelerince dile bir seyir mi izleyeceği, yoksa 1968’deki gibi ha- getirilmekteydi. fif başlayıp hafif mi seyredeceği pandeminin ilk aylarında kestirilemediğinden, “hope for the best Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından sür- but prepare for the worst” denilerek hazırlıklar en veyansı yapılarak yakın izlemde tutulan Influenza kötü senaryoya göre yapılmaya başlanmıştır. A virüsü, bir domuzun solunum epitelinde ger- çekleşen gen alışverişleri ile yeni bir virüse dö- Salgının başlangıcından bir ay sonra virüsün nüştü ve Mart 2009’da Meksika’da insana geçerek tiplendirilmesine, iki ay sonra aşı kökeninin ha- salgına yol açtı. Domuz Kökenli Yeni A (H1N1) zırlanıp üretime geçilmesine ve antiviral diren- olarak isimlendirilen pandemik virüsün bulaşma cin izlenebilmesine olanak tanıyan yüksek tıbbi yolu, yol açtığı hastalık tablosu ve tedavisi mev- teknolojinin kullanılması, öncekilere kıyasla bu 54 hayatsağlık

FAZ 5-6 Pandemi FAZ 4 Postpik DSÖ pandemik dönem influenza fazları. 11 Haziran 2009’da FAZ 1-3 Postpandemik 6. faza geçildi. Aralık dönem 2009 sonunda pandemi hızı dünya Süreç genelinde mevsim- sel aktiviteye geri İnfeksiyonun hayvanlarda İnsandan Yaygın Tedavi Mevsimsel döndü. başlaması insana insan edilebilir aktivite Hayvandan insana bulaşma bulaşma infeksiyonu vakalar pandemide bir avantaj sağlamıştır. kökeni ile enfekte olduklarını açıklayarak ilk kez 2009 Pandemisin kısa kronolojisi ve ülkemiz- salgın uyarısı yaptı. 27 Nisan 2009: İspanya’da ve İskoçya’da ilk A deki son durum ile ilgili özet bilgiler aşağıda yer (H1N1) olguları doğrulandı. Avrupa Birliği Sağ- almaktadır. lık Komisyonu AB ülkeleri vatandaşlarına acil Mart 2009: Meksika’nın Veracruz eyaletinin durumlar dışında Amerika ve Meksika’ya gitme- La Gloria kentinde, halkın % 60’ını etkileyen ve meleri uyarısında bulundu. DSÖ pandemi uyarı solunum yolunu tutan kaynağı belirsiz bir salgın seviyesini 3’ten 4’e yükseltti. ortaya çıktı. Meksika Hükümeti Sağlık Bakanlığı 29 Nisan 2009: DSÖ pandemi uyarı seviyesini yetkilileri salgının Influenza A (H3N2) (mev- 4’ten 5’e yükseltti. Resmi olarak bildirilen olgu simsel grip) ile ilişkili olabileceğini düşündü. sayısı 9 ülkede toplam 148’e ulaştı. Salgında iki bebek hayatını kaybetti. İkisi de tanı 8 Mayıs 2009: Bildirilen olgu sayısı 25 ülkede konamadan toprağa verildi. toplam 2500’e ulaştı. 17 Mart 2009: Bilinen ilk “Domuz Gribi” olgu- 10 Haziran 2009: H1N1 olguları görülen ülke su doktora başvurdu. Hastadan alınan örneklerde sayısı 74’e, toplam olgu sayısı 27 737’ye, toplam daha sonra domuz kökenli Influenza A (H1N1) ölüm 141’e yükseldi. gösterildi. 11 Haziran 2009: DSÖ pandemi uyarısını yıllar 30 Mart 2009: ABD’nin ilk domuz gribi olgusu sonra ilk kez, en yüksek seviye olan 6’ya yükselt- Kaliforniya eyaletinin San Diego kentinde doğ- ti. rulandı. Yeni grip virüsü, A/California/05/2009 29 Haziran 2009: Danimarka’da oseltamivir di- (H1N1) olarak sekanslandı.1 rençli ilk A (H1N1) olgusu saptandı. 2 21 Nisan 2009: Amerikan Hastalık Kontrol 23 Temmuz 2009: DSÖ olgu kümelerini izle- Merkezi (CDC), güney Kalifoniya’dan gelen 10 meyi durdurdu. yaşında bir erkek ve bir kız çocuğuna ait örnek- 28 Temmuz 2009: Tayland’da anneden bebeğe lerde aynı etkenin bulunduğunu gösterdi ve he- ilk vertikal geçiş bildirildi. 24 yaşındaki gebe, ge- kimleri uyardı. Aynı gün Associated Press’in A beliğinin 7. ayında sezaryen doğum yaptı, bebek (H1N1) salgınından söz etmesi ile salgın dünya H1N1 ile enfekte olarak doğdu. Japonya’da üçün- basınına yansıdı. cü oseltamivir dirençli H1N1 doğrulandı. 23 Nisan 2009: Meksikalı olgulardan Kanada’ya 01 Ağustos 2009: Avustralya’da bir domuz ağı- gönderilen örneklerde A (H1N1) saptandı. lındaki domuzlarda görülen ve öksürüğün ön Meksika’daki ciddi solunum yetmezliği olguların- planda olduğu bir klinik tablo ile seyreden grip da etken, Kaliforniyalı iki çocukta saptanan virüs salgınına insandan domuza geçen A (H1N1) ile aynı genetik sekansa sahip domuz kökenli Inf- virüsünün neden olduğu gösterildi. Böylece ilk luenza A enfeksiyonu olarak doğrulandı. ‘tersine zoonoz’ olgusu bildirildi.3 24 Nisan 2009: DSÖ Meksika ve ABD’de küme- 11 Ağustos 2009: Kosta Rika cumhurbaşkanı lenen olguların, daha önce insanda veya domuz- Oscar Arias domuz gribi tanısı alan ilk devlet da hiç görülmeyen ‘yeni’ bir Influenza A (H1N1) hayatsağlık 55

80 başkanı oldu. ceklerini duyurdu. Aşı üreticileri de Birleşmiş 70 28 Ağustos 2009: DSÖ, Gü- Milletler’in çağrısına, yoksul ülkeler için 150 mil- 60 ney yarımküre ülkelerinde yon doz aşı bağışlayarak yanıt verdi.5 50 (Şili, Arjantin, Yeni Zelanda 02 Kasım 2009: Türkiye’de kitlesel aşılama baş- 40 ve Avustralya) salgının zirve- ladı. Ölüm Olgu Ülke 30 sini tamamladığını ve normal 20 Kasım 2009: Norveç’te H1N1 nedeniyle 20 mevsimsel grip seyrine geri kaybedilen iki olguya ait klinik örneklerde virü- 10 döndüğünü açıkladı. Aynı sün mutasyona uğradığı saptandı. İngiltere’de bir 0 gün Avrupa Hastalık Kontrol hastanede Tamiflu dirençli virüsün ilk kez insan- 29.04.09 06.05.09 10.06.09 13.05.09 Merkezi (ECDC) ise sonba- dan insana geçtiği bildirildi. 20.05.09 27.05.09 har ve kış aylarında salgının 27 Kasım 2009: DSÖ, oseltamivir dirençli mu- 03.06.09 35000 kuzey yarımkürede ilk dal- tant H1N1 kökeninin tüm dünyada 75 kişiyi et- 30000 gasını yapacağını, hastaneye kilediğini duyurdu. Ayrıca D22G ve D225G mu- 25000 başvuruların çok artacağını, tasyonlarının virüsün derin akciğer dokularına sağlık hizmetlerinin sekteye tutunmasını kolaylaştıran bir mutasyon olduğu 20000 uğramaması için gerekli ha- ve birçok ağır olgunun yanı sıra hafif olgularda da 15000 zırlıkların yapılmasını tavsiye tespit edildiği bildirildi.6 10000 eden bir açıklama yayınladı.4 30 Kasım 2009: CDC, grip benzeri hastalık ne- 5000 03 Eylül 2009: CDC, A deniyle doktora başvuran hasta oranının % 8’den 0 (H1N1) salgınında kaybe- % 4’e gerilediğini, sekiz hafta sonra nihayet salgı- 29.04.09 06.05.09 10.06.09 13.05.09 dilen çocukların mevsim- nın hız kestiğini açıkladı. 20.05.09 27.05.09 sel gripten farklı olarak, % 05 Aralık 2009: CDC, salgın hızının dünya ge- 03.06.09 16000 80’inin beş yaşın üstünde ol- nelinde düşmekle birlikte grip ilişkili ölüm sayı- 14000 duğunu, % 67’sinde ise ciddi larının arttığını duyurdu. 12000 kronik hastalığın bulunduğu- 06 Aralık 2009: CDC, ABD’de nüfusun altıda 10000 nu bildirdi. birinin enfekte olduğunu, 1100’ü çocuk olmak 8000 6000 17 Eylül 2009: İngiltere Sağ- üzere yaklaşık 10 bin kişinin hayatını kaybettiğini 4000 lık Bakanlığı, grip sürveyansı açıkladı. 2000 verilerine göre bir hafta içinde 07 Aralık 2009: ABD’de yürütülen geniş çaplı 0 yeni tanı konan olgu sayısının bir salgın analiz çalışmasında, 2009 pandemisi- 29.05.09 29.06.09 29.12.09 üç binden beş bine çıktığını, nin 1968, 1957 ve 1918’de yaşanan son üç pan- 29.07.09 29.08.09 bunun ise salgının ikinci dal- demiden daha düşük bir olgu/fatalite hızı ile 29.09.09 29.10.09 29.11.09 gasının başlangıcı anlamına seyrettiği, bu özelliği ile kayıtlara geçen en hafif Dünya genelinde geldiğini açıkladı. pandemi olduğu tesbit edildi.7 salgının görüldüğü 21 Eylül 2009: Çin, H1N1 aşı kampanyasını 19 Aralık 2009: CDC, salgın hızının düşmeye ülke, olgu ve ölüm başlatan ilk ülke oldu. ABD, üretici firmalara 251 devam ettiğini, yedi ülke dışında Influenza aktivi- milyon doz aşı siparişi verdi. tesinin mevsimsel seyrine döndüğünü, bunun da istatistikleri 25 Eylül 2009: ABD’de salgının ikinci dalgası ötesinde pnömoni ve grip ile ilişkili ölüm hızının nedeniyle 8 eyalette toplam 42 okul kapatıldı. da epidemik normalin altında seyrettiğini bildir- 30 Eylül 2009: Avustralya, kitlesel aşı programı- di. Hemen tüm olgularda oseltamivir duyarlılığı- nı başlatan ikinci ülke oldu. nın sürdüğü kaydedildi.8 05 Ekim 2009: Birleşmiş Milletler, zengin ül- 27 Aralık 2009: DSÖ, resmi olarak A (H1N1) kelere çağrı yaparak salgından etkilenen yoksul virüsüne bağlı olduğu doğrulanmış ölüm sayı- ülkelere aşı yardımı yapmalarını istedi. ABD, sını 12 220 olarak açıkladı. DSÖ verilerine göre Brezilya, Fransa gibi ülkeler kendi aşı stoklarının her yıl dünyada mevsimsel grip nedeniyle 250 % 10’unu gelişmekte olan ülkeler için ayırabile- bin–300 bin civarında insanın hayatını kaybettiği 56 hayatsağlık

göz önüne alınırsa pandeminin oldukça ılımlı bir firme A (H1N1) ölümleri 14 142’ye ulaştı. seyir gösterdiği açıktır.9 Pandemi hızı, Kasım 2009 içinde doruğa ulaş- 29 Aralık 2009: Oseltamivir dirençli H1N1 kö- tıktan sonra düşüşe geçti ve �A�r�a�lı�k��2�0�0�9��s�o�n�u��n�- ken sayısı 168’e yükseldi. da dünya genelinde mevsimsel aktiviteye geri 22 Ocak 2010: 200’den fazla ülkede toplam kon- döndü. Türkiye Verileri 10 Pandemik A(H1N1) ile enfekte olan kişi sayısı : Yaklaşık 6,5 milyon 16 Mayıs 2009 İlk domuz gribi olgusu : 13 111 2721 Hastaneye yatan konfirme olgu sayısı : 1161 320 Yoğun bakıma yatan konfirme olgu sayısı : % 59,1 % 34,8 Ventilatöre bağlanan konfirme olgu sayısı : % 6,1 43 milyon doz Ölen konfirme olgu sayısı (6 Aralık 2009) : 8 milyon doz Yaklaşık 4 milyon doz Ölen olgularda kronik hastalığı olanların oranı : Ölen olgularda daha önce sağlıklı olanların oranı : Ölen olgularda gebe ve loğusa oranı : Aşı üreticisi firmalarla bağlantısı yapılan aşı miktarı : Teslim alınan aşı miktarı : Kullanılan aşı miktarı (25 Ocak 2010) : 120 140 124 100 98 95 120 80 100 Ölüm sayısı Ölüm sayısı 80 70 60 51 41 60 39 56 31 40 40 21 20 20 13 1 0 0 19-25 26 Ekim 2-8 9-15 16-22 23-29 30 Kasım Ekim 01 Kasım Kasım Kasım Kasım Kasım 06 Aralık 0-4 5-24 24-44 45-64 65+ Türkiye’de ölümlerin pandemi haftalarına göre dağılımı Türkiye’de ölümlerin yaş gruplarına göre dağılımı Kaynaklar 5. http://www.iol.co.za/index.php?set_id=1&click_ id=31&art_id=nw20091004233828440C114736 1. Brown, David (2009-04-22). “New Strain of Swine Flu Investigated: Two Children in San Diego Area Had 6. http://www.virology.ws/2009/11/24/the-d225g- No Contact With Pigs”. Washington Post. Archived from change-in-2009-h1n1-influenza-virus-is-not-a-concern/ the original on 2009-05-01. http://www.webcitation. org/5gRa3URY4. Retrieved 2009-05-01. 7. http://latimesblogs.latimes.com/booster_ shots/2009/12/swine-flu-may-be-mildest-pandemic- 2. http://www.webcitation.org/5jhPjIV3S June 29 | ever-researchers-say.html Oseltamivir (Tamiflu) resistance found [English article] 8. http://www.cdc.gov/h1n1flu/updates/us/#totalcases 3. http://news.ninemsn.com.au/national/844729/ swine-flu-found-among-pigs-in-nsw 9. http://www.reuters.com/article/idUSTRE5BT35I 20091230 4. http://www.ecdc.europa.eu/en/press/news/Lists/ News/ECDC_DispForm.aspx?List=32e43ee8-e230- 10. www.grip.saglik.gov.tr 4424-a783-85742124029a&ID=297&RootFolder=%2 Fen%2Fpress%2Fnews%2FLists%2FNews hayatsağlık 57

söyleşi Lütfü Hanoğlu ile ‘Bilinç’ üzerine Söyleşi: Eyüp Süzgün Doç. Dr. Lütfü Hanoğlu ran beynin nasıl çalıştığını öğrenmekti. Ama asıl ilgim, dav- ranışın nasıl oluştuğunu konu edinen davranış nörolojisini 1962 Manisa doğumlu olan Lütfü Hanoğlu, 1985’te Ege keşfetmekle başladı diyebilirim. Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1988–1992 O dönemler itibariyle, bir disiplin olarak davranış nöroloji- tarihleri arasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları si uzun bir geçmişe sahip değildi. Daha sonraki dönemler- Hastanesi’nde nöroloji uzmanlık eğitimi aldı. 1993’te aynı de bilişsel süreçlerin incelenmesinde önemli bir yer edinen hastanenin 3. Nöroloji Kliniği’nde başasistan olarak göreve bu disiplinin gelişiminden söz edelim isterseniz. başladı; 1996’da Nöropsikoloji Laboratuvarı ve Davranış Davranış nörolojisini benim fark etmem hemen hemen Nörolojisi Konsültasyon Polikliniği’ni kurdu. 2000 yılında doksanlı yılların başına rastlar. Bu dönemde beyin görün- devlet hizmetinden ayrılan Hanoğlu, halen özel bir hastane- tüleme teknikleri yeni ortaya çıkmıştı. Bu teknikler insan de çalışmaktadır. beyninin nasıl çalıştığını ve davranışları nasıl etkilediğini, henüz insan ölmeden ve otopsi yapılmadan, canlıda doku İsterseniz konuya şahsî bir noktadan başlayalım. Tıp eğiti- karşılaştırmalarıyla ortaya koymaya yardımcı oluyordu. Bu mi aldınız ve çalışmalarınıza bir hekim olarak başladınız. sayede, nöroloji alanında da adeta bir devrim yaşanmıştı. Daha sonra ilginiz bilinç konusuna yöneldi. Bu ilgi nasıl Davranış nörolojisinin, insan zihninin nasıl çalıştığıyla ala- başladı? kalı olan bellek, dil ve ihmal fenomenleri gibi temel konu- Aslında hem tıp fakültesindeki öğrencilik yıllarımda hem de larında, vaka örnekleri üzerinden yoğun bir yayın akışı or- ondan önceki dönemlerde insan zihni hep ilgimi çekmişti. taya çıkmıştı. Davranış nörolojisinin tarih içindeki gelişimi İhtisası yapmayı planlarken de temel amacım, zihni oluştu- ise, 1860’larda Broca’nın patolojik anatomiyle bağlantılı afaziyi tespitiyle başlar ve tomografinin kullanıma girmesi- ne kadar süren bir dönemi kapsar. Önceleri bu çalışmalar Kıta Avrupası’nda yetişen insanların eliyle gerçekleştirildiği halde, daha sonra ağırlıklı olarak Amerika’ya taşındı. Ora- daki ilk isim ise Mesulam’ın hocası Norman Geschwind idi. Geschwind, arka arkaya yayınladığı çalışmalarla bu alanda büyük bir dönüşüm meydana getirmişti. Klasik olarak, belli işlevleri beynin belirli bölgeleriyle ilişkilendiren lokalizas- 58 hayatsağlık

söyleşisöyleşi yoncu yaklaşım ile tüm beynin çalışmasını konu edinen noktalarda da bir farklılık söz konusu. Psikoloji Wundt’tan iki teoriden söz edilir. Lokalizasyoncu teorinin bir şekilde itibaren, daha önce felsefenin konusu olan salt zihnin (bel- cephe kazanmasıyla, davranış nörolojisi de kendine bir geli- lek, konuşma, düşünme gücü, algılama gibi yeteneklerin) şim noktası bulup ilerlemişti. Mesela, Broca da bir tür loka- birer fenomen olarak kanunlarını bilimsel metodlarla orta- lizasyoncu kabul edilebilir. Çünkü belli bir işlevin beyinde ya koymayı amaçlayarak felsefeden ayrılmıştır. Bu konuda belirli bir bölgeye yerleştirilmesini esas alıyordu. Bunun bir gerçekten ciddi başarılar kaydetse de, en azından başlangıç üst noktasında, bizim konneksiyonist teori dediğimiz ya da dönemlerinde beyne hiç atıf yapmadığını belirtmek lazım. diskonneksiyon sendromları dediğimiz grubu tarif eden ça- Üzerinde durulan bütün mesele, yalnızca zihnin kendi lışmaları Geschwind ortaya koydu. İkinci bir basamağı oluş- içinde “bir fenomen olarak” işlevlerinin kanunlarını keş- turuyor bu. Beyindeki bazı bölgelerin, en azından akli mele- fetmekti. Örneğin, insan belleği nasıl işliyor? Biz ne kadar kelerin ortaya çıkmasında, diğer bölgelere göre daha önemli miktardaki bilgiyi öğrenebiliriz? Belli bir süre sonra bu bil- olduğu söylenir. Bunu tarif için kullanılan geleneksel tabir ginin ne kadarını anımsayabiliriz? Bu çalışmalar, özellikle ise “şişe boynu”dur. Yani, birçok beyin alanı, tek bir işlevi de Wundt’un öncülüğünde yapılan çalışmalar, bilincin veya oluşturmak için birlikte çalışırlar. Hatta belki lokalizasyon zihnin temel parçacıklarını keşfetmeye yönelikti ve bunu karşıtlarının en genel anlamıyla belirttiği gibi, gerçekten de gerçekleştirmek için içe bakış (introspection) denilen bir bütün beyin birlikte çalı- şır. Ama son noktada, bu yöntem geliştirdiler. Bu işlemin ifa edilmesi için yöntemle, bir öznenin hepsinin birleştiği ortak kendi düşüncelerini takip bir son yol var gibidir. Eğer etmesini sağlayarak, düşün- buralarda bir hasar ortaya cenin fragmanlarını keşfet- çıkarsa, o işleve ilişkin bir meye, bunların birbirine bozukluk klinik olarak da nasıl bağlandığına ve az tarif edilebilir veya tanım- önce de söylediğimiz gibi, lanabilir. Geschwind, bu düşüncenin “bir fenomen bölgelere bağlı ortaya çıkan olarak” kurallarının ne ol- sendromları “diskonnek- duğuna ulaşmaya çalıştılar. siyon sendromları” olarak O dönem psikologları bey- isimlendirip, tarif etmişti. ni işin içine hiç katmadık- Temel çalışmalarının ikincisi ise, hemisferik lateralizasyonla ları gibi, hayvan ve çocuk ilgiliydi. Bugün için, ondan bugüne taşınan en önemli hal- çalışmalarını veya patoloji çalışmalarını da asla psikoloji kanın Mesulam olduğunu söyleyebiliriz. içinde değerlendirmiyorlardı. Çünkü gerçek anlamda insan On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Wilhelm Wundt zihni denilen şeyin erişkin, tam anlamıyla gelişmiş halde ile başlayan ve laboratuar incelemelerinden hareketle insan bulunan insan zihninin incelenmesiyle ortaya konulacağını zihninin işleyişini anlamaya çalışan erken tarihli bir deney- düşünüyorlardı. Aslında, biraz düşünülecek olursa, kendi sel psikoloji var. Ayrıca, yüzyılın başlarında davranışçılık perspektiflerinden haklı oldukları söylenebilir. İlerleyen za- akımının psikoloji alanında hâkim olmaya başladığını gö- manlarda davranışçı ekolün yapacağı hayvan çalışmaları gibi rüyoruz. Hem deneysel psikolojide hem de davranışçılıkta, başka şeyler, hiç bir şekilde bu çalışmaların veya bu projenin soyut zihin fenomeni yerine, daha çok beyin veya davranış içerisinde yoktu. Fakat bilinç her zaman için onların çalışma gibi somut şeyler inceleme konusu edildi. Bu açıdan bakıl- alanında yer aldı. Darwin ve kuramının psikoloji üzerindeki dığında, sanki davranış nörolojisi ile bu yaklaşımlar arasın- yoğun etkileri, kullanılan yöntemleri ve deney nesnelerini da bir ilişki varmış gibi görünüyor. de dönüştürdü. Daha sonra, onları “zihin fenomenini bıra- Burada tarihsel bir çakışma olduğu doğru. Ama kaynak kalım da dışarıdaki davranışa bakalım, davranışı anlamaya aldıkları şeyler farklı. Bir de, başlangıç noktaları ile varılan çalışalım” şeklinde ifadesini bulan davranışçılığa ulaştıran, giderek tüm bilim alanlarını saran Darwinyen etkinin yanı hayatsağlık 59

söyleşi sıra, klasik içe bakışçı ekolün, kısmen yöntemleri sonucun- cin “bir canlının bilinci” olarak ele alınması biçimindedir. da ulaştıkları başarısızlıktı. Sonuç, bilincin bir süreliğine Hâlâ büyük ölçüde öyledir. Bizim anladığımız anlamda ya psikolojiden kovulması oldu. da üzerinde konuştuğumuz anlamda bir insan bilinci değil. Ama nörolojik çalışmalar bunun tersi bir yol izledi sanı- Yani, aslında “uyanıklık” ve “farkındalık” bozukluğu anla- rım. mında bir bilinç. Evet. Nörolojinin çıkış yolu aslında lezyon analizidir. Yani Felsefenin konusu olan zihin ve bilincin, on dokuzuncu beyindeki hasarlı noktaların incelenmesidir. Nöroloji, zaten yüzyılın ortalarından itibaren felsefeden ayrılan psikoloji konusu itibariyle beynin ne işe yaradığını veya beynin has- disiplini içinde ele alınmaya başladığını söylediniz. Ardın- talıklarını inceleyen bir bilimdir. Bunun uç kısmında filiz- dan özellikle davranış nörolojisi aracılığıyla nöroloji içinde lenen davranış nörolojisi ise, beynin davranışla alakalı has- de bu konuların tartışıldığı üzerinde durduk. Dolayısıyla talıklarını ve bunun beyinsel karşılıklarını incelemek üzere burada, psikoloji ile davranış nörolojisinin birbirine biraz ortaya çıkmıştır. Veya bununla uğraşan insanların bilgi biri- yakınlaştığını görüyoruz. Bu yakınlaşma ilk defa ne zaman kiminden oluşmuştur. yaşandı? O zaman bu yaklaşımın felsefî bir problemle yola çıkmadı- Söz konusu yakınlık ilk defa Geschwind ile Mesulam ara- ğını da söyleyebiliriz. Zihinsel fenomenler ile beynin işle- sındaki dönemde kuruldu diyebiliriz. Bu dönemde bir grup yişi konusunda felsefî veya teorik bazı tartışmalardan çok, davranışla nöropsikolog ortaya çıktı ve nö- ilgili hastalıkları ve onların tedavi- rolojik rahatsızlığı olan hastaların lerini konu edinmiş gibi görünü- ayrıntılı testlerini yapmak için işe yor. koyuldular. Başlangıçta, akli me- Kısmen öyle. Fakat yine de tama- lekelerdeki bozukluk tablolarının men teori yoksunu olduğunu söy- ortaya konulması, doktorun o anki lemek mümkün değil. Mesela, ala- gözlemlerine ve gelişigüzel muaye- nın ilk figürlerinden, frenolojinin ne usullerine dayanırdı. Standart kurucusu ve lokalizasyonculuğu yöntemler yoktu. O dönemden benimseyen Gall ile lokalizasyon- sonra, standardize edilmiş, herke- culuğa karşı bütüncülüğü (holism) sin aynı şekilde uygulayabileceği savunan Flourens’in söyledikleri bazı muayene yöntemleri geliştiril- aslında teori temelliydi. Ama her meye çalışıldı. Nöropsikolojik test- zaman deneysel nüveyi ya da kli- ler bu gelişmenin sonucunda ortaya nikle ilgili nüveyi de içinde taşıyordu. Çünkü Gall kafatası çıkmış oldu. Bir grup psikolog, nö- üzerindeki bazı çıkıntıların bir takım davranışlarla veya zi- rologlarla beraber bu tür hastalarda bu testleri uygulayagel- hinsel yeteneklerle alakalı olduğunu düşündüğü için böyle diler. Ama bunların geleneksel psikoloji camiasıyla hemen bir teoriyi geliştirmişti. Daha sonra bu, lokalizasyoncu teo- hemen hiçbir ilişkisi yoktu. Sonra, buradan gelişen bilgi, rinin başlangıç noktasını oluşturdu. Bu teoriye karşı çıkan “Bilişsel Nöropsikoloji”ye (Cognitive Neuropsychology) bütüncü teori ise, biraz felsefe ve din kökenli olsa da, deney- doğru evrildi. sel bir zemine oturtulmaya çalışılmıştı. Bütüncü yaklaşım Bu arada bir de, yaklaşık olarak o dönemlerde kullanıma temelde güvercin deneylerine dayanıyordu. Güvercinlerin giren tomografiyle neredeyse eşzamanlı geliştirilen bir bil- beyinlerinde oluşturulan lezyonların ardından, ortaya çıkan gisayar teknolojisi var. Bu teknolojiler bilinç çalışmalarını davranış bozukluklarını araştırdılar ve akli melekeler diyebi- nasıl etkiledi? leceğimiz şeyi, ancak bütün bir beynin meydana getirebil- Bilgisayar teknolojisi bir kaç bakımdan önemli. Tomografi diği sonucuna vardılar. Başlangıçta davranış nörolojisinin, cihazlarının ciddi anlamda işe yarar hale getirilmesi, ardın- doğrudan doğruya bilinci açıklamak gibi bir iddiası olma- dan manyetik rezonans ve beynin fonksiyonlarını izleye- dı. Aslında bilincin nörolojik anlamda ele alınışı da, bilin- bildiğimiz fonksiyonel MRI gibi cihazlarla birlikte, beynin metabolik fonksiyonlarını izleyebildiğimiz diğer cihazların 60 hayatsağlık

söyleşisöyleşi geliştirilmesi, bilgisayar teknolojisi ile mümkün oldu. Ayrı- vamlı birçok yayının yapıldığını, hatta dergilerin yayınlandı- ca, bilgisayar beynin nasıl çalıştığıyla ilgili bir metafor olarak ğını görüyoruz. Ama bir gerçek var ki, zihin-beyin ilişkisini da kullanılmaya başlandı. Bu metaforun kullanılması belki yaygın bir şekilde ve her yönüyle, tek bir alana bağlı kalma- biraz daha erken dönemlere rastlar. İlk kullanımları klasik dan çalışan, “Bilişsel Bilimler” adıyla bir disiplin sonuçta yapay zekâ tartışmaları çerçevesinde filizlenip, ağırlıklı ola- ortaya çıkmış oldu. rak felsefe içinde kalırken; ilerleyen zamanlarda doğrudan 1980’li yıllarda, birçok disiplin farklı nedenlerle bir araya doğruya nörolojinin ve psikolojinin ve hatta psikiyatrinin getirilerek bilişsel bilimler kuruldu ve zihin ile bilinç bu içine girdiklerini görüyoruz. Mesela, bir grup araştırmacı, disiplin içinde ele alınmaya başlandı. Fakat içinde bulun- afazi ile ilgili bir takım bilgisayar modelleri geliştirip bun- duğumuz şu dönemlerde, bilgi birikiminde yaşanan artış lar üzerinden yapay bazı hasarlar oluşturarak, bu hasarlarla nedeniyle, sanki disiplinler arasında yeniden bir ayrışmaya ortaya çıkan bozuklukları göstermeye çalıştılar. Yani, dona- doğru da gidiliyor. nım/beyin ve yazılım/bilinç tartışmalarının ötesinde, ar- Bir dönemde bazı konular, itici güç görevi gören ya da her- tık daha uç noktada bize bilgi sağlayabilecek araştırmalara kesi peşinden çeken ve o alanın öncülüğünü yapan alanlar doğru yol alınmış oldu. Diğer bir çığır açıcı gelişim, özel- olarak ortaya çıkabiliyor. İsim değişiklikleri bunun tipik likle Mesulam’ın “geniş-boyutlu kortikal ağlar teorisi” (Lar- bir örneği. Benim bu konularla ilgilenmeye başladığım za- ge-Scale Cortical Networks) gibi meta teorilerle meydana manlarda, çalışmaların sürdürüldüğü alanın adı davranış geldi. Bunu ilk geliştirenler ise, aslında bilgisayar bilimcile- nörolojisi idi. Davranış nörolojisi sonra nöropsikoloji, daha riydi. sonra da bilişsel sinirbilim oldu. Şimdi ise, bir bilimler gru- Bugüne yaklaştıkça, kısa bir zaman dilimine çok fazla deği- bu halinde. Benzer şekilde, felsefenin içinde yer alan zihin şimin sığdığını görüyoruz. Her alanda olduğu gibi buradaki felsefesi alanı, belki yapay zekâ tartışmaları çerçevesinden çalışmalarda da giderek artan bir yoğunlaşma söz konusu. bu işe girmiş olabilir, fakat bugün gelinen noktada yalnız- Bu anlamda, bilinci merkez alırsak, neler söyleyebiliriz? ca bilinç tartışılmıyor. Bilinç araştırmaları da artık aşılmış Evet, giderek hızlanan ve yoğunlaşan bir süreç yaşıyoruz. Ta- oldu. Bunun iki nedeni var. Birincisi, ortaya çıkan bilgi bi- bii bilinç meselesini yine eksene alacak olursak, şunu itiraf rikimin aşırı gelişmesi nedeniyle, sadece bilinçle ilgilenmek etmek gerekir ki, bilinci davranış bilimlerinin (nörolojinin hep aynı nokta tutulamayacak bir şey halini almış oldu. ve psikolojinin) konusu haline getiren, ne bir nörolog ne bir İkincisi de, bilinci anlayabilmek için ona bakılması gereken psikolog ne de bir psikiyatrist oldu. Bilinci bilimin konusu farklı kapıların bulunduğunu keşfedenler, o kapıların önce- kılmaya, yani davranış nörolojisinin ya da bilimin metotla- likle keşfedilmesi gerektiğini düşünüp, o alanlarda çalışma- rıyla inceleyebileceğimizi göstermeye ilk cesaret eden kişi ya başladılar. aslında Francis Crick’tir. Ondan önce bilinç, yaklaşılması Tabi burada “bilinç sorunu”nun bilişsel sinirbilim içinde biraz tabu olan bir alan gibiydi. Ama Crick bu alana girin- tam olarak nasıl anlaşıldığı da önemli. Örneğin bir kısım ce, kendi kişilik yapısına ve biraz da karizmasına dayanarak, araştırmacı veya düşünür, yalnızca beyni merkeze alarak pek çok şeyi değiştirmiş oldu. Önceleri psikoloji beyni, nö- incelemelerini sürdürüyorlar ve zihin veya bilinç gibi so- roloji ise zihni çok fazla göz önüne almayan bir bilimdi. Son yut kavramların sinirbilimdeki ilerlemelerle ortadan kal- on-on beş yıldır meydana gelen gelişmelerin ardından, artık kacağını düşünüyorlar. Bazıları ise, “Hayır, bilinç diye bir bunların bir potada eridiğini ve “Bilişsel Bilimler” ismini fenomen vardır ve eninde sonunda bilimsel yöntemlerle verdiğimiz bir disiplinin ortaya çıktığını söyleyebiliriz. ele alınacaktır. Fakat bunun gerçekleşmesi için biraz daha “Bilişsel Bilimler”, ama giderek “Bilişsel Bilim” şeklinde tek zamana ve belki yeni bir kavramsal çerçeveye ihtiyacımız bir disipline dönüştürülmeye çalışılıyor. olacak” diyorlar. Bu bağlamda, yani bilişsel sinirbilim söz Evet, hâlâ “bilimler” adı altında geçiyor. Aslında, böyle ad- konusu olduğunda, bilinç sorununu nasıl tanımlıyoruz? landırmakta bir açıdan çok haklılar. Çünkü sadece psikoloji- Burada böyle bir sorun gerçekten var mı? yi veya nörolojiyi değil, bilgisayar bilimlerini, dilbilimini ve Böyle bir sorun var, ama sorunu hâlâ tanımlayamıyoruz. daha pek çok alanı da içeriyor. Bugünkü görünümü oldukça Burada, hem düşünce planında hem de uygulama aşama- heterojen diyebiliriz. Alt dalları veya yan dallarıyla ilgili de- sında bir karmaşa devam ediyor. Buradan belki “bugün hayatsağlık 61

söyleşi ne yapmalıyız?” meselesine de geçebiliriz; bu ona zemin tutulum üzerinden anksiyetenin beyinsel karşılıklarını ara- oluşturacak bir şey olabilir. Mevcut nörolojinin sergilediği yabiliriz” gibi bir düşünce tarzı oluşuyor. Bu, umduğumuz tutum indirgemecidir. Yani, zihinsel fenomenlerin aslında şeyi vermeyen bir yöntemdir. Elbette, anksiyetenin ardında, beyinden başka bir şey olmadığı ve beyin incelemeleriyle beynin işleyişine ilişkin değişik katmanlar içeren bir durum tamamen anlaşılabileceği varsayımına dayanır. Bu nedenle, bulunmaktadır. Ama onun, aslında hastalığın oluşturduğu bilinçle ilişkili beyindeki merkezler, sinirsel mekanizmalar, doku bozukluğuyla nasıl ilişkilendirileceğini göstermek, bu organizasyon biçimleri araştırılıp durmaktadır. Bu çalışma- kadar basit değil. Yine de araştırmaların neredeyse tamamı ların hepsinin içerdiği ön kabul, bilincin veya bütün anla- bu tarzda yapılıyor. Burada önemli olan ikinci bir nokta ise, mıyla “zihnin” beyin tarafından oluşturulduğudur. Fakat metafiziğin elenmesidir. Şimdi de başka türlü bir metafiziğe ayrıntıları bilememekten kaynaklanan bir takım sorunlar ilerliyoruz gibi görünüyor. hâlâ bu yaklaşımın içinde varlığını sürdürmektedir. Mesela, Nasıl bir metafizik? psikolojinin bir bölümünü elektrofizyoloji çalışmaları oluş- Mesela, son dönemlerde kuantum fiziğinin bilinç çalışma- turur. Bunlar, insanın bir takım zihinsel işlevleri esnasında larında aldığı rol. Kuantum fiziğine göre, varlığın, var olu- beyinden bir takım kayıtların alınması ve bu kayıtların söz şun veya maddenin ne olduğunu aslında çok iyi bilmiyoruz. konusu zihinsel işlevlerle ilişkilendirilmesi esasına dayanır. Ama orada, bu bahsettiğimiz özelliklere ilişkin bir takım Yani, beynin işleyişine bakıyoruz. Ama o işleyişin karşılaştırıldığı şey, kavramları, aralarında sanki birebir aslında “zihin” dediğimiz ve beynin örtüşme varmış ya da tamamen kendisinde görmediğimiz bir çer- birbiriyle ilişkiliymiş gibi, zihnin çeve içerisinde ortaya çıkan ya da beyinle bağlantısına uygulamaya kendini gösteren bir durum oluyor. çalışıyoruz. Gerçekte ise, böyle bir Daha fenomenal olan, dolayısıyla ilişkinin var olup olmadığını dahi maddi olmayan bir şey. bilmiyoruz. Aslında bu, bir tür bi- Kesinlikle. Bu yüzden, deney ya- lim mistisizmi oluşturmaya benzi- parken bile, aslında bir ikiciliği yor. Yani mistik bir durumu, bilim- içimizde taşımış oluyoruz. Bence, sel bir kılıfta sunmak gibi bir şey. hem nöroloji hem de bilişsel si- Bu durumda, kuantum fiziğinin nirbilimin kendi işleyişi içerisinde bilinç çalışmalarına uygulanmasını bununla ilgili son derece yoğun nasıl algılamalıyız; tehlikeli bir şey metodolojik sorunlar var. Tabii bu, mi, yoksa bir imkân mı? tuzaklar taşıyan bir şey. Bu konuda çalışanlar, bunun farkın- Bunun farkında olursak, bir imkân da olmuyor ve aynı sınıftan verilermiş gibi ikisini birbiriyle barındırabilir. Kuantum fiziğinin bilinç araştırmalarına mut- karşılaştırıyorlar. Yani, temelde bir ikiciliği kabul ettiğini ya laka katkısı olmuştur. Ama ayakları yere basan bir tarzda ele da varsaydığını da bilmeden araştırmasını sürdürüyor. Ör- alınması lazım. Yani, beyin ve zihin ilişkisini kurarken, on- neğin, bunun klinik karşılıklarını, Alzheimer hastalığında larla ne kadar bağlantısı olduğunu bilmediğimiz veya bağ- ortaya çıkan anksiyete bağlamında yürütülen araştırmalarda lantı noktalarını gösteremediğimiz, sadece bir tür analoji görebiliriz. Anksiyete, aslında, ruhsal bir durumu ifade eden gibi yaklaştığımız şeylerle böylesi sonuçlara varırsak, tabii ve insanlarda değişik işlevleri olan bir durum. Zihnin bir ele- ki bu mistik bir hal alır. Öte yandan, bunu yapmayı bece- manı olarak düşünülebileceğimiz bir ruh hali, bir duygu du- rebilirsek ki bunu henüz becerebilmiş değiliz, işte o zaman rumu. Araştırmalar yoğun bir biçimde, demanslı hastalarda gerçekten işe yarar sonuçlar alabiliriz. bunun ne sıklıkla görüldüğünü saptamaya yöneliyor. Bu ko- Burada, mistisizme olan eğilimin dinî kaynağından da söz nuda belli bir bilgi birikimi oluştuktan sonra ise, tersten ha- edebiliriz. Mesela, şu ana kadar üzerine konuştuğumuz reket edilerek, “Alzheimer hastalığında anksiyete tablonun ve dinlerin içinde çok temel bir yerde duran zihin, bilinç bir bileşeni ise, Alzheimer hastalığına yol açan beyindeki veya onlarla yakından ilişkili olan benlik ve irade, özellikle son yüzyılda, ağırlıklı olarak bilim içinde tartışıldı. Ayrı- 62 hayatsağlık

söyleşisöyleşi ca, bu süre içerisinde dinler, bu konuda önceden beri sa- bu meseleleri kuşatıcı bir biçimde izah eden çalışmalar eli- hip oldukları fikirleri sanki sürdürmekle yetiniyorlar. Yeni mizde olsaydı, işimiz daha kolay olabilirdi. dönemde konu, dinler içinde nasıl ele alınacak ya da bu Fakat gelenek içindeki bütün düşünürlerin konuyu böyle “gizemleştirme”yi gidermeye çalışan bilimsel çerçeveyle ele aldıklarını söyleyemeyiz, değil mi? Ruhun varlığı, be- dinî yaklaşımlar nasıl hesaplaşacak? denle ilişkisi, ölümlü olup olmadığı gibi konularda, isim- İslam çerçevesinde konuşursam, aslında tam bir gizemleştir- lerini andıklarınızın dışında, aynı gelenek içinde yer alan meden söz etmek ya da dinin meseleyi bir gizeme bağladı- ama farklı düşünen birçok filozof da var. ğını söylemek, biraz da bizim cahilliğimizi ortaya koyuyor. Ama tuhaf değil mi? Bir filozof olarak İbn Sina ruhu savunu- İslam geleneği, bunu bir gizeme bağlamıyor; daha doğrusu, yor, ama az önce sözünü ettiğim kelamcılar savunmuyor. bağlamamış. Ama bugün, aradaki bağlantı koptuğu için, bir İslam felsefesinin ve kelam geleneğinin Antik Yunan ile sorunla karşı karşıya duruyoruz. Dinin bu konuya verdiği bağlantısını, belki bu gözle değerlendirmek lazım. Diğer cevap, İbn Sina’nın geliştirmiş olduğu cevap zamanında birçok konuda olduğu gibi, ruh konusundaki bilgilerin ço- kalmış. Ama İbn Sina’nın geliştirmiş olduğu cevap da, ke- ğunun Antik Yunan ve Helenistik dönem felsefe gelenek- sinlikle bir gizemleştirme değil. Tam tersine, kendi zamanı- leri üzerinden geldiğini biliyoruz. Özellikle Eflatun, Aristo nın bilimsel teorisidir denebilir. Kendi ihtiyacım içerisinde ve Plotinus gibi filozoflar, bu konuyu derinlemesine ince- okuduğum şeylerden, ruh kavramının din için zorunlu ol- lemişlerdi. madığı ya da en azından bütün Müslümanlar için öyle olma- Felsefî tarafları bir yana, aslında bunların hepsi o zamanın dığı fikrini edindim. İslam düşünce tarihi içerisinde konuya bilimini oluşturuyor. Aristo ve Eflatun da, kaynakları itiba- farklı yaklaşanlar olmuş. Örneğin, Kelam’ın başlangıç dö- riyle, eski Mezopotamya ve Mısır topraklarındaki kadim uy- nemlerinde Ebu’l Huzeyl el-Allâf isminde bir kelamcı var, garlıkların bilgi birikiminden faydalanmışlardır. İnsan, her insanın tamamen görünen bedenden ibaret olduğunu söy- zaman bu varlık sorununu araştırıp durmuştur. Bilimin te- lemeye çalışmış. Tabii Kur’an’dan delillere dayanarak. Ayrı- melinde de böyle bir şey yok mu? Nihayetinde bütün Aristo ca, bizim anladığımız anlamda bir ruh teorisi de kurmamış. fiziği, daha sonra gelen Newtoncu fizik ve bugünün kuan- Bu yaklaşımı takip eden bir grup kelamcı, aslında geleneğin tum fiziği de bunu ortaya koymaya çalışıyor. Aynı şekilde, içerisinde var. hastalıkların iyileştirilmesini amaçlayan pratik nörolojinin Ruh diye bir kavramı yadsımıyorlar değil mi? Yani ruh diye içerisinde bilinci araştırmaya ihtiyaç yok. Ama biz orada bir kavram var, ama ruhun bir cevher değil, bedene bağlı kalmıyoruz, başka bir yere gidiyoruz. Varmaya çalıştığım bir şey olduğunu ve beden ortadan kalktığında, ruhun da nokta şu: Ortodoks bilimin kabul ettiği ruh teorisi, aslında, ortadan kalkacağı şeklinde açıklıyorlar. kendi zamanın zihin teorisidir. Bizdeki “İlmü’n-Nefs” böy- Şimdi, buradaki sorunların tamamı, varlığın ne olduğu ve le bir şeydir. Yani, bütün bir evren içindeki insan zihnini, nasıl tanımlandığıyla alakalı. Aslında hepsi Eflatun’dan baş- o güne ilişkin bilimsel çerçeveyle açıklayan bir teoridir. O layıp, sonunda Aristo üzerinden İbn Sina’ya ulaşıyor. Arala- zaman kullanılan yöntemler günümüzün bilimsel yöntem- rındaki farklar ise, ruhun ne olarak kabul ettikleriyle bağlan- lerinden farklı da olsalar, kesinlikle bugünkü bilimin rahat tılı. Ruhu cevher olarak kabul etmiyorlar, bir bedenin oluş- bir şekilde kabul edebileceği görüşler de mevcuttu. turduğu fenomen ya da onun bir ürünü olarak kabul ediyor- Bugün beyin-zihin ilişkisine nasıl bir çerçevede yaklaşmak lar. Fakat bugün, örneğin eliminatif maddecilerin yaptıkları ya da insan zihnini hangi çerçevede çalışmak lazım? Bunun şu: Diyorlar ki, “İnsan bilinci lokomotifin içindeki buhar için nasıl bir yöntemle yola çıkılmalı? gibidir. Lokomotif çalışınca ne oluşturuyorsa, insan bedeni Her ne kadar psikolojiyle nöroloji ortak bir zeminde bir ara- de çalışınca onu oluşturuyor; hepsi budur.” İşte, el-Allâf da, ya gelmiş gibi görünseler de, bilim dallarının yapısı gereği ayrı bir cevherin insan bedenine girmediğini ifade ederken, temelde var olan ayrım, bugün hâlâ devam ediyor. Sonuç- benzer bir şey söylüyor. Onu takip eden birçok kelamcı var. ta, psikoloji, hâlâ bir fenomen olarak zihnin incelenmesini Bizim kafa karışıklığımız, klasik felsefe geleneği içindeki bu üstlenen bir bilimken; nöroloji, beynin ayrıntılı araştırıl- cevher tanımlarını, onların nereden kaynaklandıklarını, ne- masına dayanıyor. Bütün bu çalışmalardan büyük bir bilgi den öyle tarif edildiklerini bilmemekten ileri geliyor. Belki birikimi ortaya çıktı. Adam Zeman’ın 2001’de yayımladığı hayatsağlık 63

söyleşi ve bilinç üzerine yapılan çalışmaların derlemesi niteliğinde zorundayız. Burada birikmiş olan bilginin yeniden düzen- olan yaklaşık yüz sayfalık bir makalesi var. Diyor ki: “Bir in- lenmesi veya organize edilmesi suretiyle, yeni bilgi alanla- sanın bilinç ile ilgili söylenmiş bütün şeyleri okuyup göz- rının hangi sorular üzerinden kurulacağına karar verebiliriz den geçirmeye ömrü yetmez. Benim bulabildiklerim bun- diye düşünüyorum. lar. Zamanım yetmediği için veya bir şekilde ulaşamadığım Çerçeve konusuna yaptığınız bu vurgu çok önemli. Fakat çok sayıda bilgi var ve onları burada ele alamayacağım.” Yani yine de, sanki kavramsal bir dönüşüm yaşanmadan, sorun çok miktarda bilgi var ve bu durum bir karışıklık meydana çözülmeden kalacakmış gibi geliyor. Yani, bir tarafta zihin getiriyor. Bu işle ilgilenmeye başlayan yeni bilim adamları, gibi öznel bir fenomen, diğer tarafta ise tamamen fiziksel bulundukları noktadan bir sonraki adıma doğru bilgiyi ge- yapıda olan bir beyin durdukça, bu sorunu nihayete erdir- nişletmeye çalışıyorlar. Ama bu, kendi içinde sanki nereye mek mümkün olmayacak. Bu durum böyle devam ettikçe, gideceği belli olmayan, kaotik bir durum oluşturuyor. Dola- ne bilim ne de felsefe bir adım ileri atamıyor, hep aynı çem- yısıyla, zihne ilişkin bilgilerle beyin araştırmalarından elde ber içinde dolaşıp duruyor. edilen bilgileri birbirlerine nasıl eklemleyeceğimiz, hâlâ en Aslında bilim çalışıyor, ama ne yaptığını bilmiyor. Biraz da önemli sorun olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle, son şakayla karışık söylersek, bilimin bilinci yokmuş gibi görü- dönemlerde, geleceğe dair umutvar olan birçok düşünür, nüyor. Mesela, bilginin üretimi konusundaki tartışmaların kullanılan yöntemlerde bir deği- şikliğe gidilmesinin artık zorunlu en önemlilerinden biri, akılcılık ile olduğunu savunuyorlar. Zihin ile deneyimcilik arasında gerçekleş- beynin nasıl olup da birbirine yol miştir. İnsan zihninde önceden var açtığını ortaya koyacak yeni bir me- olan ve bilginin oluşmasını sağla- todolojik yaklaşım oluşturmamız yan bir takım kategoriler var mıdır; gerektiğini söylüyorlar. yoksa insan tamamen deneyimle- Oldukça zor bir mesele bu. Yeni rinin bir ürünü müdür? Bunlar, as- bir metodolojik yaklaşım ortaya lında temel sorular ve böyle olmaya koyarken, sizce nelere dikkat edil- da devam ediyor. Örneğin, John meli? Locke’un şahsında deneyimciliğe Bunu yaparken öncelikle daha bü- cevap olarak yazdığı bir kitapta Le- tüncül yaklaşmalıyız ve iki şeye ibniz, insan zihninde doğuştan ge- dikkat etmeliyiz. İlk olarak, soru- tirilen bazı tasarımların veya yapıla- nun ana noktalarına tekrar göz at- rın olduğunu ve bilginin nasıl elde malıyız. İkinci olarak, şimdiye kadar felsefede oluşan büyük edileceğini bunların belirlediğini bilgi birikimini yeniden değerlendirmeliyiz. Çünkü bilimsel iddia eder. Burada kullandığı bir metafor var: “İnsan beyni yöntemlerin geliştiği, kabaca 1800’lerden bugüne gelinceye bilgiyi, bir ressamın resim yapması gibi değil; bir heykeltıra- kadar geçen süre, felsefenin tarihsel mirası göz önüne alın- şın, elindeki bir taş kütlesinden büstü ortaya çıkarması gibi dığında, çok kısadır. Aslında felsefe ve bilim arasında bir yapar” diyor. Dolayısıyla, eldeki materyal de çok önemli. devamlılık da söz konusudur. Bir noktadan sonra felsefeyi Haklısınız, ancak bilimsel verilerle felsefî teoriler bir arada bilimin tamamen dışına atmak doğru bir yöntem değil. Bü- kullanılırsa, bilinç çalışmalarında önemli sonuçlar kaydedi- tün bu alanları bir araya toplayan ortak bir teori ya da bir lebilir. İkisinden birinin yokluğunda, çalışmaların başarıya çalışma grubu yok. ulaşması düşünülemez. Peki, ilmü’n-nefs içindeki teoriler, Ortak bir teori olmayınca, diğer bir deyişle resmi göstere- özellikle algıya dair olanlar, bu çalışmalara ışık tutabilir cek bir çerçeve olmayınca ne üzerinde çalıştığımızı, ne ara- mi? yacağımızı da bilemiyoruz. Bugün çözmeye çalıştığımız sorunlarla, geçmişte uğraşı- O yüzden, geçmişten bugüne kadar bu alanda yapılmış fel- lanlar hep aynı olduğu için, elbette ilmü’n-nefs içindeki sefî çalışmaları gözardı etmemek, onları yeniden ele almak teorilerden yararlanabiliriz. Mesela, ilmü’n-nefs içerisinde algının ortaya çıkışıyla ilgili süreçleri şöyle sınıflayabiliriz: 64 hayatsağlık

söyleşisöyleşi Beş dış duyu aracılığıyla gelen duyumlar, ilk önce iç duyu açıklama modellerine benzer daha üst düzey değerlendir- aygıtları üzerinde, ortak duyu (hiss-i müşterek) tarafından melere bakmamız gerekiyor. Çünkü daha önce de sözünü algılanır. Ortak duyu, dış dünyadaki nesnelerin formlarını, ettiğimiz agnozili hastalarda yapılan bir takım çalışmalar, yani onların ne şekilde olduklarını, renklerini, biçimlerini, duyular aracılığıyla dış dünyadan alınan duyumların be- hareketlerini, fiziksel özelliklerini alır. İkinci aşamada ve- yinde işleniş süreçleriyle ilgili şu ana kadar bildiklerimizin him (kuvve-i vâhime) işin içine karışır. Vehim, bu formlar- eksik olduğunu gösterdi. Diğer bir deyişle, güncel teorinin dan nesnelere ait anlamı ortaya çıkaran bir kuvvedir. Vehim iddiasına göre dış duyulardan alınan verilerin, beynin belir- kuvvesi önemli, çünkü algının erken aşamalarını inceleye- li özelleşmiş bölgelerinden girip arka arkaya birkaç alanda bilsek de, zihin aşamasına çıktığımızda karşılaştığımız temel ardışık ama diğer duyulardan ayrı ve paralel bir tarzda iş- sorun anlamdır. Anlam nedir? Bir nesnenin fiziksel özellik- lenerek; en sonunda bütüncül algıyı ortaya çıkarmak üzere lerinden nasıl ortaya çıkartılabilir? Bu mümkün müdür? Bir diğer duyulardan gelen verilerle karşılaştırıldığı bölgelere nesnenin anlamına, onun fiziksel özelliklerinden hareketle, (heteromodal assosiasyon alanları) sadece aşağıdan yukarı duyarak, görerek, koklayarak nasıl ulaşabiliriz? Bugün ce- bir seyirle gelmedikleri görüldü. Hatta duyuya özgü olan ilk vaplamaya çalıştığımız bu sorun, görüldüğü gibi, ilmü’n- giriş alanlarında (primer duysal alanlar) bile, üst sistemlerin nefs’te de var. Üçüncü aşamada ise genel kategorilerin, yani geriye dönük etkilerinin, yani yukarıdan aşağı bir işlemle- tümellerin oluşturulduğu kısım gelir. İlmü’n-nefs’te, bu işle- menin de varlığı saptandı. Öyle görülüyor ki bu organizas- vi akıl (nefs-i natıka) yerine getirir. Nihayetinde insan zih- yonun beyin ön-loblarındaki (frontal) yapılar tarafından ni, bütün bilgiyi tümel kalıplar çerçevesinde buluşturuyor yönlendirilmeleri söz konusudur. ve organize ediyor. Ama yine aynı şekilde dış dünya, yani Bütün bu çalışmalarla, ancak beyinde gerçekleşen süreçle- o küllî bilginin temelini oluşturduğunu düşündüğümüz dış ri veya sinirsel ilişkileri resmedebilirmişiz gibi bir sonucu dünya, kesinlikle tikellerden oluşur. “İnsan zihni bu tikeller- varıyorum. Yani, Thomas Nagel’in bu konuda kaleme aldı- den tümelleri nasıl oluşturuyor?” sorusu, ilmü’n-nefs’in en ğı ünlü “Yarasa olmak nasıl bir şeydir?” adlı makalesinde önemli sorularından biridir. Sonuçta, bunu “faal akıl” gibi belirttiği gibi, “deneyim” denilen o şeyin ya da bilincin ne başka şeylere bağlıyorlar. olduğunu bu çalışmalarla hiçbir şekilde ortaya koyamaya- Bugün, algılamanın neredeyse tüm süreçleri anatomik veya cağız. Belki yalnızca resmedebileceğiz. nörofizyolojik düzeylerde açıklanabiliyor. Klasik yaklaşım- Nagel’in sorusu, bana Borges’in Çin haritacılarıyla ilgili larla karşılaştırma yapabilmek için, algılamayla ilgili bugün hikâyesini anımsattı. Çin haritasını yapmaya çalışan harita- yapılan açıklamalara da kısaca değinirsek neler söyleyebi- cılar, gerçeklikle birebir örtüşmesini istedikleri için, giderek liriz? büyüyen ölçeklerde haritalar çizmişler. En sonunda istedik- Bugün, algı teorisinin kırılma noktalarını, agnozileri olan lerine ulaşmışlar, fakat bu sefer de bakmışlar ki yaptıkları hastalarda yapılan çalışmalar oluşturur. Burada, temel so- harita, Çin’in tüm ölçeğine eşit olmuş. Her ne kadar öznel run, “bağlanma sorunu” diye bilinen ve değişik duyu mo- yapısından dolayı, bugün nesnel bilimsel yöntemlerle bilin- dalitelerinin veya zihinsel işlevlerin nasıl olup da insan ci inceleyemesek de, zamanında Crick’in yaptığı gibi, önü- zihninde tek bir deneyim şeklinde gerçekleştiğiyle ilgilidir. ne büyük hedefler koymadan, küçük adımlarla fakat kararlı Mesela, Mesulam’a göre, algı, dış gerçekliğin yüksek sada- biçimde çalışmalarımızı sürdürmeliyiz. Ancak bu şekilde katte bir tasviri olmak zorundadır. Fakat diğer taraftan, bir bir şeyler yapabiliriz. Nihayetinde, başka bir seçeneğimiz zihne sahip olabilmek ya da dış gerçeklik içerisinde kendi de yok zaten. öz benliğimize ait bir tarzda eylemde bulunabilmek için, Bilinç, bugün için hâlâ gizemli yapısını koruyor. Kim bilir; algıların bize özel olmaları da gerekir. Yani algı hem gerçek- ilerde bir gün, bilim ve felsefede atılan o küçük adımlar bi- liği içermeli hem de kurgusal olmalı. Bunun sağlanması da rikir ve evrendeki bu büyük gizem de belki çözülür… Ol- zorunludur. Klasik maymun çalışmalarına dayanan beyin dukça keyifli bir söyleşi oldu. Bize vakit ayırdığınız için çok devrelerinin araştırılması sayesinde, bir noktaya kadar bun- teşekkür ederim. ları saptayabilmekteyiz. Fakat meseleyi tam olarak anlaya- bilmek için, Mesulam’ın bir dizi makalede ortaya koyduğu hayatsağlık 65

Sağlık sistemimiz..



68 hayatsağlık


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook