Almanya’da Oturma İzni Olmayan İnsanların Tıbbi Bakımı Jakov Gather Bu makaleye konu olan ve günlük hayatımı- burasını kendi ülkelerinden daha güvenli bul- zın ayrılmaz bir parçasını teşkil eden bu in- dukları, âşık oldukları ya da iş imkânı buldukları sanlarla yıllardır, hemen hergün karşılaşıyoruz. için Almanya’da kalmayı tercih etmişlerdir. Bu Bazılarıyla eğitim-öğretim, bazılarıyla da iş orta- tercih anından itibaren, tespit edildikleri takdir- mımızı paylaştığımız gibi, kimilerini de komşu- de ülkelerine geri gönderilme tehdidi ile yaşayan larımız ya da aynı spor kulübünün üyesi olarak “kaçaklar”/ “yasadışılar“ konumuna düşmüşler- tanıyoruz. Bu insanlardan bir kısmı ile sınırlı bir dir. Bu nedenle, “kaçak” olarak tanımlanan bu ilişkimiz olsa da, yardıma ihtiyaç duyan yakınla- kişiler, rutin polis kontolleri, çocuklarının okula rımıza yardımcı olmuş olmalarından ya da uzun devam etmeleri veya hastalık durumu gibi Alman yıllara dayanan sıkı dostluk ilişkilerimizden do- resmi makamları ile zorunlu temas koşullarının layı bazılarına kendimizi çok daha yakın hissede- korku ve tedirginliği ile yaşamlarını sürdürürler. riz. Kültürümüzü ve hayatımızı zenginleştiren bu insanların aslında Almanya’da bulunma izinleri Avrupa’daki diğer mevzuatlarla karşılaştırıldı- yoktur. Bunlar, yasal olarak Almanya’da oturma ğında görülecektir ki, bir kamu hastanesine mü- hakkına sahip olmayan kişilerdir. racaat etmenin, tespit edilme ve sınır dışı edilme riskini de barındırması gibi bir durum, Alman Almanya’daki bu insanların sayısının ne kadar yasalarına özgüdür. Yasal oturma iznine sahip olduğuna dair kesin bir rakam vermek güçtür. olmayanlar, acil hastalık durumlarında Sosyal Tahminler birbirinden oldukça farklıdır ve yüz Yardım Dairesi’ne müracaat ederek sağlık sigor- bin ila bir milyonun üzerinde bir rakamdan söz tası belgesi talebinde bulunabilirler; ancak bu edilmektedir. Göçmenlerin çoğu Afrika ülkele- durumda yabancılar dairesine bildirilme ve sınır rinden, eski Yugoslavya’dan, Türkiye veya Rusya dışı edilme riski vardır. Bu insanlar için sınır dışı gibi ülkelerden gelmiştir. Çoğunlukla Almanya’ya edilme korkusunun hastalık korkusundan daha yasal yollardan, örneğin turist vizesiyle veya üni- güçlü olması, tıbbi bakıma erişim imkânını da versite öğrencisi olarak, au-pair ya da sığınmacı önemli ölçüde engellemektedir. Bu durumun bir olarak giriş yapmışlardır. Zaman içerisinde yasal sonucu olarak, başlangıçta basit olarak nitelen- oturum izinlerini kaybetmiş olmalarına rağmen dirilebilecek rahatsızlıkların kronikleştiği veya hayatsağlık 51
ciddi komplikasyonlara yol açtığı ya da bir kan- haftalarında mülakata geliyorlar ve daha önce bir ser vakasının ancak ileri evrelerinde, rahatsızlığın kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile görüş- katlanılamaz boyutlara ulaştığı ve tedavinin artık memiş oluyorlar. Yapılan görüşmelerde çocuk- mümkün olamadığı koşullarda hekime müracaat larının sağlığından duydukları endişeyi, eşleri edilmektedir. tarafından maruz bırakıldıkları fiziksel ve ruhsal şiddeti, memleketlerindeki ailelerinin istenme- Bugün Almanya’nın birçok bölgesinde, dev- yen gebeliklerinden haberdar olmaları konu- letin sözkonusu sorumsuzluğuna seyirci kalmak sundaki kaygılarını dile getiriyorlar. Gebelikleri istemeyen ve yasal oturma izni olmayan insanlar dolayısıyla çoğu işini kaybedebiliyor ve “kaçak” için imkânlar ölçüsünde tıbbî yardım sağlamaya konumunda oldukları için herhangi bir yasal hak çalışan girişimler ve sivil toplum kuruluşları var. da iddia edemiyorlar. Bu durumda, bir gün son- Az sayıdaki tıp öğrencisinin girişimi ile kurulan rası için hiçbir güvenceleri olmadığı gibi, bırakın “Medinetz Mainz” da bu tür kurumlardan biri çocuklarını kendi geçimlerini bile sağlamaktan ve kurulduğu 2007 yılından beri faaliyet gösteri- aciz hale düşebiliyorlar. yor. Hâlihazırda, çeşitli bölümlerde eğitimlerini sürdüren yirmiden fazla üniversite öğrencisi, bir Oturma izninin bulunmadığı durumlarda emekli pratisyen hekim ve bir gönüllü hemşire kamu kurumlarının desteğinin de olmaması ve çalışmalara katkı sağlıyorlar. Bu kapsamda, hafta- buna mukabil karşılaşılan hemen her vakanın lık mülakat saatlerinde, sıkıntısı olan göçmenlere karmaşıklığı dolayısı ile “Medinetz Mainz” sa- ücretsiz ve talep edilmesi durumunda anonim dece bir aracı, yol gösterici kurum olarak faali- danışmanlık hizmeti verilmektedir. Söz konusu yet göstermektedir. Somut tıbbî bakım, hukukî hizmet sadece tıbbî konularla sınırlı değildir, hu- danışmanlık, psikososyal destek gibi hizmetler kukî ve psiko-sosyal açıdan da destek sağlanabil- işbirliği içerisinde bulunan hekimler, klinikler, mektedir. avukatlar ve sosyal hizmet görevlilerinden oluşan bir örgü tarafından üstlenilmiştir. Sözkonusu hiz- Yasal oturma izni olmayan insanların içinde metler imkânlar ölçüsünde ücretsiz olarak sağ- bulundukları durum birçok açıdan sorunludur. lanmakta, ancak kimi acil malzeme, pahalı tetkik Örneğin genç kadınlar, gebeliklerinin ancak son 52 hayatsağlık
ve maliyeti yüksek tedavi (kemoterapi vb.) gider- ne odaklanmış durumdadır. İhtiyaç sahibi kişiler, leri, “Medinetz Mainz”ın düzenlediği konserler, yabancılar şubesine bildirim yükümlülüğü bu- yardım amaçlı partiler, sergiler gibi sosyal etkin- lunmayan, bağımsız bir makamdan bir belge te- likler aracılığı ile elde edilen bağışlarla finanse min edebilirler. Bu belge, yakalanma ve sınır dışı edilmeye çalışımaktadır. edilme riski olmadan ve acil bir hastalık durumu- nu beklemeksizin, herhangi bir ücret ödemeden, Kurulduğu günden bugüne geçen zaman bir hekime müracaat edilmesini sağlayabilir. içerisinde “Medinetz Mainz” gelişti ve güçlendi; Almanya’nın dörtbir yanında öğrenci girişimli Böyle bir anlayış ve uygulama hayata geçiri- yeni insiyatifler için örnek teşkil etti. Yasal otu- linceye kadar Almanya’da oturum izni olmayan rum iznine sahip olmayan ve sıkıntı içerisindeki insanların içinde bulundukları zorlu koşullar sü- insanlar için önemli bir başvuru merkezi haline regidecek. Bağışlar her zaman sınırlıdır ve kişisel geldi. Birçok hasta tekrar geliyor ya da yardıma bağlantılara dayanan kurumlar yaygın ve kap- muhtaç arkadaşlarını, tanıdıklarını getiriyorlar. samlı bir bakımı garanti edemezler. Bu duruma Kurulduğu ilk günlerde çalışmalar oldukça ya- daha ne kadar tahammül edeceğiz? Müreffeh bir vaş ilerliyordu ve yoğunluk sözkonusu değildi. toplumun içinde, tıbbî bakıma ulaşma gibi temel Haftalar boyunca tek bir hastanın bile gelmediği insan hakları fiilen reddedilen insanların mevcut oluyordu. Elbette bu durum için muhtelif neden- olması gibi utanç verici duruma karşı ne zaman ler sayılabilir. Bu sebepler arasında yer alan ve harekete geçeceğiz? Yeterli tıbbî destek alamayan muhtemelen Almanya’daki benzer amaçlı diğer çocukların ya da dayanılmaz acılar içinde kıvra- kurumların da teyit edebileceği bir vakıa var ki, nan ve acil durumlarda kime danışacaklarını bile- oldukça ilginç ve “kaçak” konumudaki insanların meyen insanların sorumluluğunu daha ne kadar kaygı ve endişe dolu yaşam koşullarına dair bir taşıyacağız? ipucu taşıyor. “Medinetz Mainz”ın sunduğu da- nışmanlık hizmetinin, Alman yetkililerin ve po- Tek beklentimiz, sürekli artan girişimlerle lisin bir tuzağı olduğu endişesini taşıyan, dolayısı adım adım toplumsal bilinç oluşturmak ve ge- ile yakalanmak ve sınır dışı edilmekten korkan rekli reformların hayata geçirilmesini sağlamak. mültecilerin sayısı hiç de az değildi. Bu nedenle, Gayret ve teşvik gerektiren oldukça uzun bir yo- bazen haftalar boyunca “Medinetz”i ve çevresi- lumuz var. ni gözetleyip, ancak bir parça güven duyduktan sonra görüşmeye geliyorlardı. Böylesi kronik bir Çeviri: Şehriban Ababa gerginlik durumunun ciddi bir sorun teşkil ettiği, hatta çeşitli fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara ze- Linkler: min hazırlayabileceği aşikârdır. http://www.medinetzmainz.de/ http://www.medibueros.org/ “Medinetz Mainz” için siyasi bağlantılar ve http://www.picum.org/ kamuoyu oluşturma çabaları büyük önem arzet- mektedir, zira Almanya’daki benzer amaçlı tüm girişimlerin ortak ve temel hedefi oturum izni olmayan insanların yaşam koşullarında esaslı iyileşmeler sağlayabilmektir. Bu hedefe ulaşmak da, ancak sözkonusu insanların acz içinde olduk- larını bilen ve önyargılarından kurtulmuş bir si- yasetin ve kamuoyunun desteği ile mümkündür. Tıbbî bakım ve desteğin nasıl sağlanabileceği konusunda çeşitli fikirler ileri sürülebilir. Bir sü- redir dikkatler ve çabalar “anonim sağlık sigortası belgesi” uygulamasının hayata geçirilmesi üzeri- hayatsağlık 53
İnsanlığın Geciken Vicdanı Faysal Soysal Theo İnsanın var oluşuyla ‘sınır’ kavramı da var olur. lan neyin yurduna dönüş hevesiyle sese ve notaya Angelopoulos Âdem’in sınırı yasak meyvedir. Sürgün her- gelen inleyiş ve sızlayışlarında müşahede etmek hangi bir sınırın çiğnenmesi ile başlar. Âdem ve mümkündür. Havva yeryüzünde sürgündürler. Ayrıdırlar, yal- nızdırlar, mültecidirler; arayış ve yakarış içeri- Sinema sanat olma yolundaki en büyük gayre- sindedirler. Tarihte başarıya ulaşmış kavimlere, tini yukarıda açıklamaya çalıştığım izlekten gide- milletlere hatta tek başına bir insana bakın, geç- rek göstermiştir. Sinema kayıp zamanın izinden mişinde mutlak anlamda yalnızlığını, arayışını gider. O zamanın var olduğu anı yakalayıp bizi ve yakarışını derinleştiren sürgün ya da gurbeti koptuğumuz o mekâna, duyguya geri çağırma- tattığına tanık olursunuz. Büyük aşkların hepsi ya gayret eder. Koptuğumuz, ayrı kaldığımız bir de büyüklüklerini uzun süren ayrılık, gurbet ve yer ve zamandır orası. Ondan ayrı kalarak bizler sürgün dönemlerine borçludurlar. Sanatın kay- sürgünde ve gurbetteyiz. O yüzden de anılar ve hatıralar rüyalarımızı süslemekte, anlık zamanın nağında kopuş vardır. Koptuğu ve mekânın imkan ve lüksleri bizi hiç bir şekilde yerin adresini bulamamanın tatmin edememektedir. ‘Leyleğin Geciken Adı- verdiği çaresizlik, ortada kal- mı’ adeta bu kaybolan, yitirilen insanlık değerle- mışlık ve sonuçta yalnızlık; rine; lüks içinde, yüksek makamlarda, otoritenin insanı, o yer için içten ya- de verdiği güçle şaşkınlaşan, vahşileşen insanın karışlarla dizeler söylemeye, onurlu şekilde rücuunun resmedildiği bir film. resimler çizmeye, ritmler çal- Leylek adımlarını titrek atar, çünkü güvende de- maya, yalan-gerçek efsaneler ğildir. Yemeğin, azığın kendisinin olmadığını bi- anlatmaya götürür. Bu- lir. Yeryüzü de bütün nimetler gibi iki ayaklı iki nun en üst seviye- kollu başka bir mahlûkata aittir. O burada gökyü- sini Mevlana’nın zünden ayrı düşmüş bir varlık olarak insana ait sı- Me s n e v i ’s i n i n nırlarda korkarak adımını atar. Bunu betimleyen girişinde, saz- en güzel sahne de, filmin girişinde bir muhabirin lıktan koparı- Yunanistan-Türkiye sınır çizgisinin olduğu köprü 54 hayatsağlık
üstünde bir ayağını Türkiye sınırına doğru uzat- yeceğimi hiç düşünmezdim. Ölüm korkusundan masıyla askerlerin hemen silaha sarıldığı sahne- olacak çocukluğumdan beri sevgi ve hayretle iz- dir. Ayak havadadır henüz ve muhabirin dediği lediğim ayın o gece ölmesini, hiç doğmamasını gibi o ayak inerse artık o başka bir yerde olacaktır. istemiştim. Zira ay doğarsa ışığı bizi ele verecek Ya başka bir ülkede ya da başka bir hayatta... ve bulunduğumuz yerde, sınırda vurulacaktık..” Angelopoulos da Tarkovski gibi sınırlar var ol- Muhabir, mültecilerin barındığı gecekondu- duğu müddetçe yeryüzünde savaşın da var olaca- larda süren hayatın içinde, yönetmenin çizdiği ğına inanan bir yönetmen. Onun hemen hemen kasvetli, puslu atmosfer ve solgun renklerin ruh- bütün filmlerinde farklı sınırlarda, mültecilerin, ta bıraktığı ölgün yaraların acısını duyarak bizi de sürgünlerin gurbet, yalnızlık ve tabii ki aşklarını gezdirir. Meriç Nehri kıyısında ilginç bir düğüne şiirsel bir sinematografi ile seyretmek mümkün. tanık olur. Damat tarafı Yunan tarafında, gelin Mizanseninin özelliği olan uzun planlar, plan- tarafı da Meriç’in öte yakasında yani Türk tara- sekanslar bizi kendi içimizdeki ayrılık ve sürgün fındadır. Sınır korumalarının kaybolduğu sırada yolculuğuna davet eder. ‘Leyleğin Geciken Adı- bunlar saklandıkları tepe ve ağaçlar arasından mı’, 1991’lerin Türkiye-Yunanistan sınırındaki çıkıp çalgılarını çalar ve düğün merasimlerini mülteci kamplarında geçmektedir. 1988’de Sad- gerçekleştirirler. Aralarında nehir vardır. Asker- dam, Halepçe’de yaşayan Kürtlere kimyasal si- lahlarla saldırmış ve üç saat içinde 6 357 masum insan zehirlenerek can vermişti. WHO’nun rapo- runa göre ise katliamdan bugüne kadar 43 753 kişi ölmüş, 61 200 Kürt sakat kalmıştır. Bu mül- teciler kampında haliyle çoğunluk Halepçe’den gelen Kürtlerden oluşmaktadır. Diğer yandan Arnavutluk’tan, İran’dan, Türkiye’den ve diğer Balkan ülkelerinden sığınmacılar kışın zor şart- larında açlık ve yoksullukla pençeleşmektedirler. Filmin başkahramanı olan muhabir (Gregory Karr) bir belgesel çekimi için buraya gelir. Odun sobası borularının pencerelerinden dışarı sarktığı eski ahşap vagonları kendilerine mesken edinmiş, 7–8 kişinin birlikte yaşadığı mültecilerin yüzlerinde keder, acı, yalnızlık ve yabancılık vardır. Bütün vagonları tek tek gezen kamerada her yüz ayrı bir sürgün ve ayrı bir acıyı dillendirmektedir. En başta bir Kürt’ten dile gelir acı sözler: “Kimyasal silahlar ve baskılar yüzünden ülkemizi terk ettik. Yunan-Türk sınırına vardığımızda tam 5 gün 5 gece aç ve sussuz kaldık.” Sonra bir Arnavut: “Sınırı geçtikten sonra gerçek işkence başladı. Ölümü ardımda bıraktı- ğımı biliyordum. Özgürlüğe doğru yürüyordum. Hayatımda hiç koşmadığım kadar hızlı koştum. Taşlara ve yabani çalılara takılarak yuvarlandım. Halâ ellerim ve ayaklarımda çürükler var...” Sonra bir İranlı: “Bir gün ayın ölmesini iste- hayatsağlık 55
ler döndüğünde ise kaçıp kaybolurlar. Muhabir Cümlesini daha tamamlamadan kameraya bölgede gezerken askerlerin nehir kıyısında bir yukarıdan inen vinçe asılı Kürdün cesedi girer. işportacıyı yakalamak üzere olduğunu görür. İş- Önceki gün diğer mültecilerle ekmek kavgası portacı, bir sal üzerine teyp düzeneği kurmuş ve veren Kürt kendini asmış, ya da birilerince asıl- iple salı akıntı yönünde karşı kıyıya göndermek- mıştır. tedir. Karşı kıyıdaki insanlar, sal onlara ulaşana kadar müziği dinlemiş oluyorlar; beğenirlerse Muhabir tanık olduğu olaylar sonucu gittikçe kaseti alıp para bırakıyorlarmış. Haliyle bu iş- kendi geldiği hayata, çalışma arkadaşlarına, eğ- portacı kaçakçı konumunda addedilip tutuklanır. lence ortamlarındaki maskeli yüzlere yabancıla- Muhabirin bu sınır bölgesinde şaşkınlıkla izlediği şır. Elenie Karaindrou’nun müziği ile birleşen di- acıklı olaylar bunlarla kalmaz. Halepçe’den gelen ğer uzun planlarda vicdan sahibi izleyici, roman- Kürt mülteciler yoksulluk, açlık ve işsizlikten do- tizm ve ajitasyona mahal vermeyen duygularla layı çaresizdirler. Bunlar bölgeye daha erken ge- kendi insanlık gerçeğinden utanarak, sınırların len mültecilerle sürekli ekmek ve iş kavgası ver- olmadığı, savaşların olmadığı, katliamların olma- mektedirler. Angelopoulos’un tek planla çektiği dığı, insanın henüz insan kaldığı zamana, ordan ve sinema tarihinin eşsiz sekanslarından birinde, dönmek istemezcesine gider. Nitekim muhabir başta tren raylarının ortasında daire şeklinde otu- de filmin sonunda, filmin ana yapısını oluştura- ran kadınların Kürtçe ağıtları yükselir. Sınıra va- cak olan politikacının hikâyesindeki gibi artık ran tren hareket etmeye başlar. Muhabir kenarda buradan bu mülteciler, bu sürgünler diyarından güvenliği sağlayan komutana ne olduğunu sorar. renkli, şatafatlı ve lüksle donatılmış dünyamıza Komutan: “Özgür olmak için sınırı geçtiler ve geri dönmek istemeyecektir. buraya, bu bok çukuruna düştüler. Yeni sınırlar çizildi. Dünyayı küçülttüler. Hiç konuşmazlar. Kızıyla birlikte patates satan bir adam (Mar- Sessizlik kanunu bu. Olay Hıristiyan Müslüman cello Mastroianni) muhabirin dikkatini çeker. arasında mı? Türk Kürt arasında mı? Devrimci- Onu birine benzetmektedir. Dikkatlice araştırdı- lerle fırsatçılar arasında mı bilinmez. ğında onun yıllar önce parlamentoda son konuş- masını yapıp aniden kaybolan, bakanlık da yap- mış büyük bir politikacı olduğuna kanaat getirir. 56 hayatsağlık
‘Yüzyılın sonundaki umutsuzluk’ adlı kitabıyla makam, şan, şöhret olmadığı, tersine herhangi da dünyada ünlenen yazar ve politikacı, başbaka- bir sebeple yurtlarından sürülen ya da kaçan mül- nın ve devlet büyüklerinin katıldığı parlamento tecilerin acılarıyla acılanmanın insana yakışan bir toplantısında kürsüde sadece şu sözleri söyleye- değer olduğu ortaya çıkar. rek kimsenin yıllarca bulamayacağı bir şekilde kayıplara karışmıştır: “Kimi zamanlar vardır ki, Angelpoulos’un eşsiz kamerası sonsuz hare- yağmurun sesindeki müziği duyabilmek için ses- ketleri ile başka bir dünyanın insanları arasına siz olmak gerekir.” girerek kaybettiğimiz ve neredeyse özlemini bile artık duymadığımız insanlık değerlerini naif bir Özür dileyerek kürsüyü terkeden büyük ya- şiirsellikle karşımıza koyar. Bizi sürgün olduğu- zar ve politikacıyı konuklar kınamış ama ardın- muz ve bu imkânlar tarafından kuşatıldığımız dan kimse izine bile rastlayamamıştır. Muhabir modern hayatımızdan; sessizliğin, yalınlığın, yal- onun Fransız karısını bulur ve onları yüzleştir- nızlığın, acının, açlığın, soğuğun, kimsesizliğin meye çalışır. Karısına sadece bir not bırakmıştır: hüküm sürdüğü o kayıp ana götürür. Orada insan “Dokunduğum her şey beni yaralıyor. Seninle o eli ile zamanında nasıl bir vahşete izin verdiğimi- yolculuğa çıkamayacağım. Artık hiçin hiç demek zi hatırlarız. Öyle ki o onurlu yazar ve muhabir olduğunu anladım.” gibi orda, sürgün gibi gözüken yerde kalmak şu bulunduğumuz rehavet içindeki yerde kalmaktan Filmin sonuna kadar patates satan köylünün belki daha sahici ve insanlığın geciken kayıp vic- o politikacı olup olmadığı tam olarak gün yüzüne danına daha fazla yakışan bir duruştur. çıkmaz. Ancak bu arayış sürecinde asıl arananın hayatsağlık 57
söyleşi Volkan Görendağ ile Türkiye’de Mültecilerin Durumu Üzerine Söyleşi: M. İnanç Özekmekçi Volkan Görendağ Mülteci ve sığınmacı kavramlarını yaklaşık bir on seneden beri Türkiye’de yoğun olarak duyma- Volkan Görendağ Van’ın Çatak ilçesinde doğdu. Van Yü- ya başladık. Önce kavramları tanımlayarak başlayalım züncü Yıl Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun olan isterseniz, dünya ölçeğinde mültecilik ve sığınmacılık Görendağ, başta İnsan Hakları Derneği Van Şubesi olmak nasıl tanımlanıyor? üzere değişik sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına gönüllü olarak katıldı ve üç farklı AB projesinde danışmanlık yaptı. Aslında mülteci ve sığınmacı kavramları içerdiği anlam 2005 yılında Van Barosu İnsan Hakları Merkezi’nde çalış- bakımından oldukça eskidir. Tarih boyunca herhangi bir maya başladı. 2006 yılı sonundan itibaren Uluslararası Af yerde zulme maruz kalanlar en yakın yörelere göç etmişler- Örgütü Türkiye Şubesi Van Mülteci ve Sığınmacı Danışma dir. Bu göçler, kimi zaman yaşanılan ülke içinde, kimi zaman Ofisi’nde mülteci hakları asistanlığı yaptı. 2008’den bu yana da sınır aşırı göçler şeklinde olmuştur. Mülteci ve sığınmacı Ankara’da Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Koordi- kavramlarının hukuki terim olarak tanımlanmasının geçmi- natörü olarak görev yapan Görendağ, Atılım Üniversitesi şi ise çok uzak yıllara dayanmıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan Yerel Yönetimler Bölümünde yüksek lisans eğitimine devam sonra Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulmuş küçük bir etmektedir. birim bu konuda çalışmalar yürütmüş ve mülteci kavramı- nın ilk tanımı 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde yapılmıştır. 58 hayatsağlık Mülteci olma şartları için sözleşme çerçevesinde beş ana kategori sayılmıştır: Irkı, dini, sosyal bir gruba mensubiyeti, milliyeti ve siyasi düşünceleri nedeniyle zulme maruz kalan ya da kalmaktan korku duyan kimselerden kendi ülkeleri dışındaki başka ülkelere, başka bir devlet otoritesine sığı- nanlar mülteci olarak tanımlanıyor. Sığınmacı ise bu sürecin daha başında olan, mülteci adayı olarak tanımlanan kişidir. Diğer bir ifadeyle saydığımız nedenlerden ötürü ülkesini terk eden bir kişi sınırı aştığı anda sığınmacı olarak adlandı- rılır ve mültecilerle aynı haklara sahiptir. Sığınma nedenleri- nin doğruluğu araştırılıp karara bağlandıktan sonra mülteci statüsü kazanılır. Sığınmacı ve mülteci kavramları uluslara- rası alanda bu şekilde tanımlanıyor ama Türkiye’ye gelince durum değişiyor.
söyleşisöyleşi Türkiye’ye geçmeden önce, esasen mültecilik ve sı- nel Müdürlüğü’nün web sayfasına bakacak olursanız, ğınmacılığın hukuki bir kategoriye işaret ettiğini mi Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana mültecilere, zulme maruz söylüyoruz, yani böylelikle yasadışı göçmenler bu grup- kalanlara kucak açtığının yazılı olduğunu görürsünüz. Bu- tan ayrılıyor mu? nun örnekleri de vardır. Zamanında baskıya maruz kalan bazı gruplar Osmanlı sınırları içerisinde kendilerini muha- Evet. Yasadışı göçmenlik, bu gruplarla çok ilintili ol- faza etmişlerdir. Ama Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktı- makla birlikte farklı bir durumdur. Yani yasadışı göçmenlik ğımızda, ulus-devletin inşası ile birlikte Türkiye sığınmak aslında bütün göç hareketlerini içinde barındıran bir du- için tercih edilen bir ülke olmaktan uzaklaşmıştır. Tarih rumdur. Sığınmacılar da kendi ülkelerinden bir başka ülke- 2010 ve Türk soyundan olan göçmenlere özel çıkarılan ye geçerken çoğunlukla yasal olmayan yolları kullanıyorlar. kanunları saymazsak, Türkiye hâlâ bir iltica-göç yasasına Bazen sahte belgelerle, bazen hiçbir belgeye sahip olmadan sahip değil. Örneğin Balkanlardan gelen Türk soylu göç- sınırı geçerek yolculuk ediyorlar. Asker veya polis tarafın- menler ile mülteciler ve sığınmacılar birbirine karıştırılıyor. dan yakalandıklarında sığınma amacıyla geldiğini anlatama- Bizler bu konuyu sorduğumuz zaman biz Balkanlar’dan göç dan yasadışı göçmen muamelesine tabi tutuluyorlar. Oysa eden binlerce kişiye kapılarımızı açtık, Afganistan’dan ya 1951 sözleşmesine göre, ülkeler kendilerine sığınan kişileri da Kafkasya’dan gelenlere kapılarımızı açtık denir. Ama bu- sınırları yasadışı yollarla aşıp geldikleri için cezalandıramaz- nun mülteci hukuku ile bir ilgisi yok. Gelenlerin hepsi Türk lar. Bu nedenle de yasadışı göçmen kavramı çok doğru bir soylu olduğu için, bu kişilerin vatandaşlığına ya da geçici kavram değil. İnsan hakları alanında düzensiz göç kavra- ikametine özel kanunlarla izin verilmiştir. Türkiye Irak’ın mını kullanmayı tercih ediyoruz. Yasadışı göç dediğimizde kuzeyindeki Kürt bölgesinden kaçan Kürtlere de sınırla- kişileri neden kaçtıklarına bakmadan, peşinen suçlu olarak rını açmış, geçici olarak sınıra yakın yerlerde kalmalarına kabul ediyoruz. Düzensiz göçün içinde mülteciler de var, sı- izin vermiştir. Ama bu hiç de kolay olmamıştır. Türkiye bu ğınmacılar da var, vatansızlar da var. Ya da herhangi bir adi misafirperverliği istemeye istemeye yapmıştır. Bu durumu, suç işleyip ülkesini terk edenler de var. evlerine gece geç saatlerde çok da hoşlanmadığı tanıdıkları- nın çatkapı misafirliğe geldiği ev sahiplerine benzetiyorum. O halde, göç etme nedenine göre mültecilik statüsü Gecenin bir yarısı, “git seni misafir etmek istemiyorum” di- kazanılıyor. yemiyor ve mecburen misafir ediyor. Dolayısıyla öncelikle kamuoyunun zihninde kavramların yerli yerine oturtulması Düzensiz göçün içerisinde insanları göç etme neden- gerekiyor. Türk soyundan olduğu kanıtlanırsa, onlara özel lerine göre ayırmak gerekiyor. Bunun da bir sürü hukuki Bakanlar Kurulu kararıyla ya da özel kanunlarla geçici otur- mekanizması var. Tabii ki yoksulluk, işsizlik gibi nedenlerle ma izinleri çıkıyor veya vatandaşlığa alınıyorlar. Örneğin göç edenler de korunmaya muhtaç kişilerdir, fakat mülteci ve sığınmacı koruması daha spesifik, zulme maruz kalan, hak ihlâline maruz kalanları kapsayan bir korumadır. Ama bunun dışında adli suçlular için, örneğin idama mahkûm olacaksa ya da ciddi işkenceye, insan hakları ihlâline maruz kalacaksa, bunları da koruyan ayrı bir uluslararası mekaniz- ma var. Bu kişilerin de geri iade edilmemeleri gerekmekte- dir. Bu koruma mülteci hukukunun da önemli bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. ve 3. maddesi ile yani yaşam hakkı ve işkence görmeme hakkı ile düzen- lenmiştir. Devletler bu haklara saygı göstermekle yükümlü oldukları gibi kişileri bu hakları ihlâl edecek bir ülkeye sınır- dışı etmemekle de yükümlüdür. Türk Ceza Kanunu’nda da bu korumaya yer verilmiştir. Türkiye nin konuya yaklaşımı nedir? Türkiye bu konuda, uzun dönemdir karşısında du- ran bir realiteyi görmezden geliyor. Şayet Emniyet Ge- hayatsağlık 59
söyleşi Ahıska Türkleri kanunu var, Bulgaristan’dan gelenler için kişi var ve bunların 36’sının halen başvuru değerlendirmesi çıkarılmış kanunlar var. Bugün de böyle gelen gruplar için devam etmekte. Bunlara henüz bir statü tanınmamış, ama Bakanlar Kurulu kararıyla özel oturma izinleri veriliyor. geri kalan 45 kişiye mülteci statüsü tanınmıştır. Bu çok ko- Mesela bugün İstanbul’da yaşayan Çeçenler de her ne kadar mik bir rakamdır. Türkiye’nin tarihi boyunca bu kadar az Türk soyundan olmasalar da din ve kültür bağları nedeni ile insanı mülteci olarak kabul etmesi, Avrupa ülkelerindeki bu kapsamda ikamet iznine sahiplerdir. Bu durumun mül- demokrasi ve insan hakları standartlarının Türkiye’den çok teci hukukundan ayrı ele alınması gerekiyor, çünkü düzen- daha iyi durumda olmasından dolayı kendisine sığınılmaya- lemeler Türk soyuna mensup olma kriterine bağlı kalınarak cağını bile bile bu coğrafi sınırlamayı muhafaza etmesi traji- yapılıyor. Yani esas problem, Türk soyundan olmayanlar. komik bir durum. Ama Avrupa dışından gelenlerin sayısı ise Önemli olan İran’da, Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de, 20 bine yakın. Bu rakam bile diğer ülkelerle kıyaslandığında Sudan’da insan hakları ihlâline uğrayan veya uğrama riski çok büyük bir rakam değil. 17 bin - 18 bin civarında sığın- olan ve Türkiye’ye kaçmak zorunda kalanların Türkiye’ye macı şu anda geçici ikamet izni ile Türkiye de yaşıyor ve asıl geldiklerinde nasıl bir muamele ile karşı karşıya kaldıkları. sorun edinmemiz gereken, üzerine eğilmemiz gereken kişi- ler bunlar. O halde Türkiye mülteciyi nasıl kavramsallaştırıyor? Dünya ölçeğinden bakıldığında Türkiye’nin mülteciye Türkiye’ye mülteciler çoğunlukla nerelerden geliyor yaklaşımı nedir? ve Türkiye’ye gelen kişiler açısından süreç nasıl işliyor? Kavramsal olarak zaten bir farklılaşma var; hukuki statü İran yıllardır Türkiye’ye gelen sığınmacıların kaynak olarak da dünyadaki diğer ülkelerden farklı bir durum var. ülkeleri arasında başı çekiyordu. Amerika’nın Irak’a mü- Biraz önce belirttiğimiz gibi uluslararası terminoloji mül- dahalesinden sonra Irak’tan gelenler şu anda sayıca daha teci ve sığınmacıyı kullanırken, Türkiye 1951 sözleşmesine fazla. İkinci sırada İran geliyor ve daha sonra Afganistan, koyduğu coğrafi çekinceyle bu kavramların içeriğini farklı- Pakistan, Somali gibi insan hakları problemlerinin yoğun laştırmak zorunda kalmış. Ona da kısaca değinmek gerekir- olduğu Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden Türkiye’ye göç se; 1951 sözleşmesi esas olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan ediliyor. Avrupa ülkelerinden gelenlerin Türkiye’ye geldik- sonra, 1951 tarihinden önce Avrupa’da yaşanan olaylar göz lerinde İçişleri Bakanlığı’na başvuru yapmaları gerekiyor. önüne alınarak ve aslında oradaki mağdurlar için hazırlan- İçişleri Bakanlığı bu kişilerin kendi ülkelerinden kaçış ne- mıştır. Daha sonra bunun çok da uygulanabilir olmadığı gö- denlerinin 1951 sözleşmesinde belirtilen mülteci tanımı rülmüş ve 1967’de New York protokolü imzalanmıştır. Bu içerisinde olup olmadığını araştırır ve mülteci statüsüne protokolle zaman sınırlaması tamamiyle ortadan kaldırıl- sahip olup olamayacağına karar verir. Asıl problem Avrupa mış, yani 1951’den önceki olaylar diye bir kısıtlama seçene- dışından gelenlerde yaşanıyor. Bu noktada hemen Birleşmiş ği sunulmamıştır. Fakat “Avrupa’da meydana gelen olaylar” Milletler’in rolünden de kısaca bahsetmem gerekiyor. Tür- kısıtlaması devletlerin takdirine bırakılmıştır. Türkiye kendi kiye, daha önce bahsettiğimiz bu coğrafi sınırlamayı koru- coğrafi konumunu neden göstererek bu kısıtlamayı hâlâ ko- duğu için Avrupa dışından gelenlere sadece geçici sığınma rumaktadır. Türkiye’nin iddiası şu ki, ben Batı’daki ülkeler hakkı tanıyor. Dolayısıyla bu kişilerin kalıcı olarak bir ülke- ile Asya ve Afrika arasında bir köprü vazifesi görüyorum ye yerleştirilmeleri gerekiyor. Yani Türkiye, Avrupa ülkeleri ve Avrupa dışında meydana gelen olaylardan dolayı ülke- dışından gelenlerin gerçekten zulümden kaçtığına kanaat me gelecek kişi sayısı da çok fazla. O yüzden ben bunlara getirse bile bu insanlar için kalıcı bir çözüm yaratamaya- mülteci statüsü tanımayacağım, sadece Avrupa ülkerlerinde cağını söylüyor. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Mülteciler meydana gelen insan hakları ihlâlleri ve zulümden dolayı Yüksek Komiserliği (UNHCR), Avrupa dışından gelenlerin Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye gelen olursa onlara mülteci kalıcı olarak, üçüncü bir ülkeye yerleştirilmeleri görevini koruması sağlayacağım, Avrupa dışından Türkiye’ye kaç- yürütüyor. Türkiye’de Avrupa dışından gelen sığınmacılar mak zorunda kalan diğer insanlara da sadece geçici sığınma için ikili bir prosedürün işlediğini söyleyebiliriz. Şimdi o hakkı tanıyacağım diyor. Bu da dediğimiz gibi kavramların süreci kısaca anlatacak olursam; diyelim ki İran’dan bir kişi farklılaşmasına neden oluyor. İçişleri Bakanlığı verilerine siyasi düşünceleri nedeniyle ciddi insan hakları ihlâllerine göre şu ana kadar Türkiye’ye Avrupa ülkelerinden gelen 81 maruz kalacağı korkusuyla ya pasaportlu olarak yani yasal 60 hayatsağlık
söyleşisöyleşi yollardan ya da yasa dışı yollardan Türkiye’ye giriş yaptı. El- Türkiye’ye pasaportla, yani resmi yollarla girmiş ise istediği bette, yasal yollardan girenlerin sayısı çok çok az. Genelde şehre gidip başvurusunu yapabilir. İçişleri Bakanlığı ona bir yasa dışı yollardan, doğu illerindeki sınırlardan kaçak giriş uydu şehir belirleyinceye kadar, kısa bir süreliğine başvuru yapıyorlar. Türkiye’ye geldiklerinde ilk olarak UNHCR yaptığı şehirde ikamet edebiliyor. Fakat yasadışı yollarla ofisine ya da herhangi bir emniyet müdürlüğü binasına gi- girmiş ise giriş yaptığı şehirde başvuru yapmak zorunda dip sığınma aradıklarını beyan etmeleri, kaçış nedenlerini ve İçişleri Bakanlığı kendisini uydu şehre gönderene kadar anlatmaları ve başvuru işlemlerini yapmaları gerekiyor. başvuru yaptığı şehirde ikamet etmek zorunda. Bu nedenle Başvuruların her ikisini ayrıca anlatmam lazım. Kişiler ilk bazı sınır illerinde çok fazla yığılma oluyor. Örneğin Van, olarak UNHCR’ye başvuru yaptıklarında emniyet müdür- birçok sığınmacının giriş yaptığı şehir olması dolayısıyla sı- lüklerine yönlendirilirler. Emniyet müdürlüğüne başvur- ğınmacı nüfusun yoğun olduğu bir şehirdir. Yığılma olduğu dukları zaman da UNHCR’ye yönlendiriliyorlar. Bu, her iki için, sığınmacı nüfusun bir şehirde belli bir sayının üzerinde prosedürün birlikte başlayıp belirli bir koordinasyon içinde birikmesinin önüne geçilmek isteniyor. Bir şehirde on-on yürümesi için gerek duyulan bir uygulamadır. Kaydı alınıp beş bin sığınmacının olması hem güvenlik açısından hem kimlik tespiti yapıldıktan sonra kişilere bir tanıtma kartı dü- de başka sakıncalar taşıması açısından tercih edilmiyor. Di- zenleniyor ve bir mülakat tarihi veriliyor. O mülakat tarihi ğer yandan çok sayıda sığınmacının bir şehirde birikmesi, gelene kadar bu kişilerin konaklayacağı ya da barınabileceği buna paralel olarak o şehirdeki yabancılar şubesi polisleri herhangi bir yer ne yazık ki kendilerine sunulmuyor. “Kay- için artan bir iş yükü anlamına geliyor. Bir yabancılar şube- dını aldık, bu da tanıtma kartın, al ve başının çaresine bak”; sinin onbinlerce kişinin işlemlerini yapması çok zor. Bu ne- şu anda Türkiye’de işleyen sistem budur. Peki bu kişiler ne denle daha çok İç Anadolu Bölgesinde olmak üzere, İçişleri yapıyorlar? Ya dışarıda kalıyorlar ya da geldikleri ülkeden Bakanlığı’nın deyimiyle güvenlik problemi olmayan 30’u olan diğer mültecilerle, daha önceden Türkiye’ye gelmiş aşkın şehir var, oraya nakilleri yapılıyor. kendi vatandaşlarının evlerinde konaklıyorlar. Ta ki kendi- lerine bir ev bulup orada yaşamaya başlayıncaya kadar. Tabii Mülakatları yapıldıktan sonra naklediliyorlar her- ki kötü koşullarda yaşıyorlar, çünkü düzenli bir gelir imkâ- halde? nına sahip değiller. Prosedüre geri dönersek, mülakatları alındıktan sonra bu mülakatlar yabancılar polisi tarafından Evet, genelde mülakatları yapıldıktan sonra bu bahsetti- mülakat formuna kaydediliyor ve İçişleri Bakanlığı’na gön- ğimiz 30 şehre naklediliyorlar. Nakledilenler arasında mü- deriliyor. Mültcilerle ilgili kararları İçişleri Bakanlığı adına lakatı yapılmayanlar da olabiliyor, muhtemelen bu durum Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir birimi olan Yabancılar o şehirdeki sığınma başvurusu yapanların sayısı ile ilgili bir Hudut İltica Dairesi alıyor, yani il emniyet müdürlükleri sı- şeydir. Sayı artınca hemen diğer illere dağıtımları yapılıyor. ğınmacılarla ilgili karar alma yetkisine sahip değildir. İçişleri Şunu da belirtmek gerekir ki UNHCR’nin mülakat tarih- Bakanlığı onun nerede yaşayacağına karar veriyor. Mülakat leri çok ileri tarihlere veriliyor. Bazen bir yılı aşkın süreler formunun incelenmesi bittikten sonra sığınma başvurusun- için randevular veriliyor. UNHCR de bir mülakat yapıp da bulunan yabancılara Türkiye’de 30 tane uydu şehirden karar veriyor. Eğer gerçekten 1951 sözleşmesinde belirtilen biri gösteriliyor ve o şehirde ikamet etmesi zorunlu tutulu- yor. İkamet ettiği il merkezinin dışına çıkmak için İçişleri Bakanlığı’ndan ve bazı il emniyet müdürlüklerinden izin almaları gerekiyor. Ama biraz önce nerede istersen yaşa deniyordu.. Uydu şehirlerin farkı nedir? Nerde istersen orada yaşa derken şehirlerden söz etme- dim. “Parkta mı yaşarsın, ev mi tutarsın, otelde mi kalırsın istediğin yerde yaşa” anlamında söyledim. Başvuru yaptığı şehir içerisinde kalmak şartıyla tabii ki. Mevzuata göre kişi hayatsağlık 61
söyleşi mülteci tanımına uyuyorsa ona UNHCR tarafından mülte- merkezinden alıp, kendi nezaretinde ve masrafları Sosyal ci statüsü tanınıyor ve uluslararası koruma altında olduğu Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bütçesinden karşılanmak deklare ediliyor. Ancak bu noktada İçişleri Bakanlığı’nın üzere bir hastaneye götürüyor. Bunun dışında işleyen her- kararı da önemli. İçişleri Bakanlığı eğer sığınmacının 1951 hangi bir mekanizma, gözaltı merkezlerinde herhangi bir sözleşmesinde belirtilen mülteci tanımındaki kriterleri ta- sağlık personeli ve ekipmanı yok. şımadığına hükmediyorsa, başvurusunu reddedebiliyor. Genellikle İçişleri Bakanlığı ve UNHCR kararları aynı yön- Götürülüyorlar mı peki ? dedir. İçişleri Bakanlığı UNHCR’nin karar vermesini bek- Bir düzen yok ne yazık ki. Sağlık problemleri yaşayıp da ler. Ama bunun böyle olmadığı zamanlar da oluyor. Henüz doktora ulaşamayan birçok kişi oluyor. Son bir yıldır, bu UNHCR’deki başvuru prosedürü tamamlanmadan İçişleri gözaltı merkezlerinde tutulanların sağlık hizmetlerinden Bakanlığı bir kişi hakkında sınır dışı kararı da verebiliyor ya yararlanabilmeleri konusunda nispeten bir iyileşmenin ol- da UNHCR tarafından mülteci statüsü tanınsa bile İçişleri duğunu söyleyebiliriz. Eskiden çok daha kötüydü, doktora Bakanlığı sınır dışı kararı verebiliyor. erişimleri bütün girişimlere rağmen göz ardı ediliyordu. Bu gözaltı merkezlerinin koşulları çok kötü durumda. Bireysel Göçmenlerin sosyal şartları ve özellikle de sağlık bazda hastalıklar bir yana, bu gözaltı merkezlerinde yüzler- şartları ne durumda? Göçmenler sağlık hizmetlerinden ce kişi küçük kapasiteli mekânlarda tutuluyorlar. Bu da, her- yararlanabiliyorlar mı? hangi birinin hastalanması durumunda hastalığın bütün o merkezde bulunanlara kısa sürede bulaşabilmesi anlamına Şimdi bu soruya cevap verebilmek için bir ayrıma git- geliyor. İster gözaltı merkezlerinde tutulsun ister uydu şe- mek gerekiyor. Eğer Türkiye’ye gelen kişiler polise ya da hirlerde yaşasın Türkiye’ye gelen sığınmacıların Türkiye’ye UNHCR’ye ulaşmadan polis tarafından yakalanırlarsa ya giriş yapar yapmaz ciddi bir sağlık kontrolünden geçirilme- da haklarında güvenlik tehdidi oluşturacaklarına dair bir si gerekiyor. Bunu yıllardır ısrarla dile getiriyoruz. İnsanlar polis kanaati oluşursa emniyet müdürlüklerindeki eski bazen aylarca yolda kalmış oluyorlar; banyo yapmadan, zor adıyla “misafirhane” yeni adıyla “geri gönderme merke- koşullarda, yürüyerek ya da bir kamyonun kasasında veya zi” olan alıkonma, gözaltı merkezlerine gönderiliyorlar. bir geminin zemin katında yolculuk yapıyorlar. Ciddi sağlık Bu gözaltı merkezlerinden Edirne, Kırklareli ve İstanbul sorunları da oluşabiliyor bu yolculuklar sırasında. Bulaşıcı Kumkapı’dakiler büyük kapasiteli olanlar. Bunların dışında hastalıklar açısından da bir doktor kontrolünden geçiril- da neredeyse her şehirde küçük kapasiteli gözaltı merkezleri mesi gerekiyor, ancak İçişleri Bakanlığı bunu yapmıyor. Bu var. Orada kalanların ayrı bir hukuki probleme konu olması hem onlarla muhatap olan BM çalışanlarını, hem polisin durumu da var. Son iki yıldır sürekli olarak, bu merkezlerin hem de yaşadığı yerin sağlığını da zamanla risk altına soku- hukuksuz oldukları yönünde Avrupa İnsan Hakları Mahke- yor. Domuz gribi, kuş gribi gibi büyük salgın dönemlerinde mesi (AİHM) kararları çıkıyor. Çünkü yargı kararı olmak- bile böylesi bir kontrol yapılmıyor. Hem mültecinin sağlığı, sızın, polis kararıyla birini aylarca hatta yıllarca özgürlü- hem de vardığı yerde yaşayanların sağlığı açısından bir tıbbi ğünden mahrum bırakamazsınız. Türkiye’de bu yönde bir muayene yapılması gerekiyor ama bu yapılmıyor. Diğer yan- hukuki düzenleme olmadığı için sürekli AİHM tarafından dan bunun haricinde bir bütçenin olmamasından dolayı, bu Türkiye mahkûm ediliyor. Bu merkezlerde tutulanların bir- merkezlerin temizliklerinin yapılması, yatak çarşaflarının çok sorunları var. Bir kere yıllarca kapalı kalmaktan dolayı yıkanması gibi problemler de var. Gözaltı merkezlerinde yaşadıkları sıkıntılar var. Çalışma şansları hiç yok, çünkü görevli polisler ya da orada kalanlar kendi imkânlarıyla bu dışarı çıkamıyorlar. Sağlık problemleri oluyor. Sorunların sorunları gidermek durumundalar. Bizler orada çalışan per- çözülmesi için bu merkezlere ait herhangi bir bütçe olma- sonelle de konuştuğumuz zaman böyle bir bütçenin olma- dığı için de sağlık hizmeti almaları o gözaltı merkezindeki dığını belirtiyorlar ve bu ihtiyaçları karşılayabilecek yolları görevli polis memurların insafına kalmış. Bu kapatılma tartışıyorlar. Daha yeni bir genelge çıktı, genel bütçeden pay merkezlerinde tutulanların sağlık problemleri konusunda ayrılacağı söyleniyor. Genelgenin uygulanıp uygulanmaya- tek şansları var, polisi hasta olduğuna inandırabilmek. Eğer cağını da beraberce takip edeceğiz. polislere hasta olduğunu ispatlayabilir ve doktora görünme- Mültecilik başvurusunu yapmış ve cevabını bekle- si gerektiği konusunda ikna edebilirse, polis onları gözaltı 62 hayatsağlık
söyleşisöyleşi yen insanların, yani uydu kentlere yönlendirilen insan- ğınmacıların gidip polise şikâyet edemeyeceğini, böyle bir ların problemleri özellikle de sağlık problemleri hak- hakkının olmadığını çok iyi biliyor. Bazen iyi örneklerle de kında neler söyleyebiliriz? karşılaşıyoruz. Kuaförlerde çalışan kadın sığınmacılar ya da eczanede çalışanlar olabiliyor. Onlar da nispeten insaflı Sığınma prosedürüne girmiş ve uydu kente yerleştiril- işverenlere denk gelirlerse paralarını kazanabiliyorlar, ama miş bu kişilerin sağlık sorunlarına geçmeden önce, sosyal hepsi kayıtsız ve de sigortasız. Bu durum, hem işveren açı- durumlarına değinelim. Bu sığınmacı nüfus, alıkoyma mer- sından risk hem de çalışan kişi açısından risk teşkil ediyor. kezlerinde kalanlar gibi bir yere kapatılmış değiller. Yani bir Dolayısıyla göçmenlerin ve sığınmacıların para kazanmaları yerde çalışıp, para kazanabilir durumdalar. Kendi ayakları çok çok zor. Para kazanmak için de neredeyse köle gibi ça- üzerlerinde durabilme potansiyeline sahipler. Diğer yandan lışmak zorunda kalıyorlar Türkiye’de. Bunun üstüne başka biraz önce belirttik, sığınmacıların barınmaları için yol gös- bir sorunu daha ekleyelim. Türkiye’de yabancılar Türkiye’ye terici herhangi bir mekanizma yok, herhangi bir imkân yok. girdiklerinde kaldıkları süre için ikamet harcı ödemek zo- Kendi imkânlarıyla bir yerde yaşamak zorundalar. Çünkü rundadırlar. Mülteciler ve sığınmacılar da bu ikamet harcına bu kişilere sadece yaşayacakları kent gösterilir ve o kentin tabiler. Türkiye’de ikamet tezkeresi alabilmeleri için yıllık dışına çıkamaz. O kent içerisinde kendi imkânları ile yaşa- kişi başına yaklaşık 600 lira gibi bir ücret ödemek zorun- mak zorundadır. Sığınmacılar da yaşamlarını devam ettire- dalar. Tabii bunun kabul edilebilir hiçbir tarafı yok. Çünkü bilecek temel ihtiyaçlarını karşılamak için paraya gereksi- çalışma hakkı olmayan ve birçok problemle başa çıkmaya nim duyar. Dolayısıyla ya para kazanmak için çalışması ya çalışan mülteciler ve sığınmacılar bir taraftan da devlete da devletin sosyal olma niteliğinden ve sorumluluğundan harç ödemek zorunda kalıyorlar. Bu harcı ödemedikleri dolayı kişiyi temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar finanse zaman birçok resmi kayıttan muaf bırakılıyorlar ve bu da etmesi gerekmektedir. Ama bunların hiçbiri ne yazık ki ol- ciddi hukuki problemlere neden olabiliyor. Yıllardır insan muyor, çalışma konusunda mülteciler de bütün yabancılar hakları örgütleri bu ikamet harcı problemini dile getiriyor- gibi Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun’a ta- lar, ama henüz yasal bir çözüm oluşturulmadı ve bu kişiler bidirler. Bu kanun çerçevesinde işveren Çalışma ve Sosyal hâlâ ikamet harcından muaf değiller. Şimdi bu durumlarla Güvenlik Bakanlığı’na başvurup sığınmacıya iş vermek iste- sağlık konusu arasındaki ilişkiyi kuralım, yani hastalandığı diğini söyler ve iznini alır. Kâğıt üzerinde böyle bir hakları zaman neler yapıyor? Öncelikle şunu belirtelim bu konuyla var ama uygulamada şu ana kadar hiçbir örneğini görmedik. doğrudan ilgilenen bir mekanizma ne yazık ki yok. 5510 sa- Çünkü bunu sağlayacak koşullar yok. Normalde yabancı yılı kanunla yaklaşık iki yıl önce yeni bir düzenleme yapıldı uyruklu bir profesörün ya da bir mühendisin dahi çalışma ve bilindiği gibi yeni bir genel sağlık sigortası uygulamasına izni alabilmesi çok zorken, İran’dan Afganistan’dan gelen bir geçildi. Bu kanun ilk gündeme geldiğinde hükümet sığın- sığınmacının bu izni alıp çalışması fiiliyatta neredeyse im- macıların da bu sigortadan yararlanacağını belirtti. Kanuna kânsız. Dolayısıyla kaçak, yani kayıt dışı işlerde çalışmaya baktığımız zaman genel sağlık sigortası kapsamından ya- başlıyorlar. Karşılaştığımız birçok trajik vaka var; inşaat- rarlanacak kişiler arasında “sığınmacılar” kelimesi geçiyor larda, sanayide ya da diğer ağır işlerde sömürü düzeninde ve normalde de sığınmacı olanların bu haktan yararlanabil- çalıştırıyorlar. Bunlar çok ucuz iş gücü. Örneğin bir inşaat meleri gerekiyor. Fakat konuşmanın başında bahsettiğimiz, işçisi günde 50 lira kazanırken, bir sığınmacı işçiyi günde Türkiye’deki hukuki terim farklılığı nedeniyle bunun uygu- 10 liraya çalıştırdıkları oluyor. Şöyle bir örnek hatırlıyorum, lanması fiiliyatta yine mümkün değil. Yararlanan kimseyi de günde 6 liraya çalışan bir İranlı sığınmacı vardı. Kendisinin göremedik. Çünkü Türkiye’de sığınmacı statüsü alan kimse sanayi bölgesine gidip gelmesi bile 2 liraya maloluyordu. Bu yok. Neden? Çünkü sığınmacı ve mülteci statüsü kazana- yol parasını ödememek için her gün birkaç km yolu yürü- bilmesi için Avrupa’dan Türkiye’ye gelip başvuru yapmış yerek gidip dönmek zorunda kalıyordu ki böylece günlük olması gerekiyor. Biz bu durumu yasa çıktığı zaman da defa- aldığı 6 lirayla gıda ve diğer ihtiyaçlarını karşılayabilsin. larca dile getirdik, fakat bir türlü anlatamadık. Çıkarılan bu Böylesine bir sömürü düzeni var aslında. Bunu işverenler yasanın Türkiye’deki mülteci ve sığınmacılara uygulanamaz de biliyorlar ve çalışanlar çoğu zaman çalışmalarının kar- bir şey olduğunu söyledik. şılığı olan paralarını dahi alamıyorlar. Çünkü işveren de sı- hayatsağlık 63
söyleşi İçişleri Bakanlığı’na bilgi edinme kanunu kapsamın- Peki acil bir vaka durumunda ne oluyor ya da kronik da başvuruda bulunduk ve mülteci ve sığınmacı sayıları- bir hastalığı varsa? nı istedik. Türkiye’de kaç kişi sığınmacı, kaç kişi mülteci, kaç kişi başvuru sahibi diye. Başvurucu diye bir hukuki Kanser gibi uzun süreli tedavi gerektiren hastalıklar ya statü de var Türkiye’de. Bize gelen rakamlarda sığınmacı- da kronik hastalıklar bahsettiğim prosedür gereği zaten ken- ların Türkiye’deki sayısı yoktu, çünkü sığınma nedeni ile di başlarına bir problem. Diğer yandan tedavi giderlerinin Türkiye’ye gelen yabancıların çoğu başvurucu statüsünde. sağlanması açısından da problemler var. Çünkü vakıf, uzun UNHCR tarafından üçüncü bir ülkeye yereştirilmeleri sı- süreli tedavilerde tedavi masraflarını bir kere sağladıktan rasında kendilerine sığınmacı statüsü veriliyor. Dolayısıyla sonra bir daha vermemeye başlıyor. Malum, hem çok pahalı sağlık alanında, genel sağlık sigortasına ilişkin kanundan tedaviler oluyor hem de hastanın sürekli başvuru yapması yararlanamıyorlar. Peki ne oluyor? Sosyal yardımlaşma ve gerekiyor. Acil durumlarda, mesela bir kaza durumunda ya dayanışma vakıfları var her il ve ilçede. Sığınmacılar, bu va- da doğumda sığınmacılar doğrudan acil servislere gidiyor- kıflara başvurararak tedavi giderlerinin karşılanmasını talep lar. Hastane eğer bakarsa yani bakmayı kabul ederse müda- edebiliyorlar. Tabii bu da çok zorlu bir süreç. Muayene ve halesi yapılıyor. Her ne kadar yasal olarak bakmak zorunda tedavi olmak için öncelikle polisi ikna etmek zorundasınız. olsalar da bunun zaman zaman aksadığı durumlarla karşıla- Bir sığınmacı hastalandığı zaman, dilekçesini yazıp valiliğe şıyoruz. Bazı hastaneler güvence almadığı sürece bakmaya- gitmek zorunda. Valilik bu dilekçeyi il emniyetine, il emni- biliyor. Acilde bakıldığını varsayalım, müdahalesi yapılıyor yeti de yabancılar şubeşine havale ediyor. Daha sonra ya- ve bütün masraflar karşılığında kendisine bir senet imzala- bancılar şubesine giderek hasta olduğunu polise kanıtlamak tılıyor. Bu seneti ödeyene kadar da bazen rehin alındığı olu- zorunda. Eğer polis bu kişinin gerçekten hasta olduğuna ve yor hastanede. Bir yakını varsa ya da bir sivil toplum örgütü doktora gitmesine gerek olduğuna kanaat getirirse, kişiyi ulaşmışsa kendisine, o senedi götürüp vakıftan karşılanması sosyal yardımlaşma vakıflarına havale ediyor. Her sosyal için mücadele ediyor. yardımlaşma vakfının bir mütevelli heyeti vardır. Mütevelli heyeti toplandığı zaman diğer bütün başvurularla beraber Aklınızda acil bir vaka ya da kronik bir hastalık du- bu kişilerin tıbbi yardım başvurusunu da ele alır. Yardım ve- rumuna ilişkin bu süreci olumlu ya da olumsuz sonuçla- rilmesine karar verilirse bu kişi hastaneye gönderilir ve sağ- rıyla görebileceğimiz spesifik bir örnek var mı? lık masraflarının belli bir kısmı, belli bir limite kadar vakıf bütçesinden karşılanır. Düşünüldüğü zaman çok uzun bir Kronik bir hastalıkla ilgili bir örnek vereyim. Guatr has- süreç. Yani biri hastalandığı zaman bu prosedürü tamam- tası olan İranlı bir sığınmacı vardı. Daha önce de bu hastalığı layana kadar zaten ya iyileşir ya da daha kötü olur. Zaten nedeniyle ülkesinde tedavi görmüştü. Türkiye’ye geldiğin- genelde bu prosedür tamamlanmadan kişiler vazgeçiyorlar. de hastalığı dayanılmaz bir hal almıştı, sürekli rahatsızlanı- Başvuran kişiler tedavi için hastanelere gittikleri zaman da yordu. İki defa vakıftan yardım aldı, doktora gitti ama ilaç problem bitmiyor. Diyelim ki sosyal yardımlaşma vakıfla- tedavisi çok uzun sürüyordu. Bir iki defa bunu halletmeye rı masraflarını karşıladı, kişi gitti ve muayenesini oldu. Bir çalıştık ama bunun sonu yoktu. Sonradan vazgeçti, çünkü tedavi gerekiyor, ilaç tedavisi gerekiyor. Bunların karşılan- her seferinde bir hafta uğraşmak zorunda kalıyordu ve artık ması için de tekrar aynı prosedürün tamamlanması gereki- vakıf da başvurusunu almak istemiyordu. Sonradan tedavi- yor. Yani hem muayene için hem de tedavi için benzer uzun den vazgeçti. Ne oldu, açıkçası onu takip edemedim. En son işlemlerin halledilmesi gerekiyor. Kaldı ki bir defalık yar- bıraktığım zaman tedavi görmüyordu ve doktorlarına sor- dımlar da değil bunlar. Her hastalandığında ya da tedavinin duğum zaman kesinlikle tedavisinin devam etmesi gerektiği her aşaması için tekrar bu prosedüre girip bunu almaya hak söyleniyordu. Yine acil bir vaka ile ilgili yaşadığımız bir olay kazanması gerekiyor. Elbette bunun işlediği iyi örnekler de vardı. Türkiye’ye giriş yapmış Afganistanlı hamile bir kadın var. Bazı şehirlerde bu çok daha az problemli, çok daha kolay rahatsızlanıyor. Van’da bir acil servise götürülüyor. Oradaki yürütülüyor. Ama bazı şehirlerde yürümüyor, işlemesindeki bir doktor arkadaşımız bize haber verdi. Kadın, sınırdan yü- büyük problemlerden dolayı yürümesi mümkün olmuyor. rüyerek gelmiş ve haftalarca süren bir yolculuktan sonra ra- hatsızlanmış. Karnındaki bebeğin ölmüş olma ihtimali yük- sek. Eğer müdahale edilmezse annenin de kaybedilme riski var; hemen ameliyata alınması lazım. Hastane yetkilileriyse 64 hayatsağlık
söyleşisöyleşi çok da hoşnut değillerdi bu durumdan. Çünkü hastanın edilmiyor. Türkiye’nin bu göç koridorunda önemli bir yere herhangi bir sağlık güvencesi yoktu. Bu durumda, tanıdığı- sahip olması ve Avrupa Birliği’nin baskısı nedeniyle şimdi mız bütün sivil toplum örgütlerini harekete geçirmeye ça- yasalar çıkarılmaya çalışılıyor. İltica yasası, yabancılar yasası lıştık. O zaman ben şehir dışındaydım. Van kadın derneğin- taslakları hazırlanıyor şu anda. Yeni birkaç yönetmelik çıka- den arkadaşlarımız gittiler, ilgilendiler. Ambulansla acilen rıldı. Türkiye’deki durumla ilgili olarak şunu da belirtmek üniversite hastanesine sevk edildi ve nihayetinde ameliyata gerekir; işler son bir birbuçuk yıldır olumlu bir yöne doğru alındı ve gerçekten karnındaki çocuk ölmüştü. En azından da evrildi. Daha bir buçuk yıl öncesine kadar bütün bu iş- kadının hayatı kurtarıldı, ama kendisine yüklü miktardaki lemleri düşünmek ve uygulamak dâhil her şey polisin işiy- masraf için senet imzalatıldı. O senedin tahsili konusunda di; polisin insiyatifine bırakılmıştı ve bu durum çok büyük çok büyük problemler yaşandı. Bir mülteciye senet yapmak problemlere neden oluyordu. Çünkü bir yandan devletin, istemedi hastane, yine sivil toplum örgütünden arkadaşla- mülteci sorununu bir güvenlik problemi olarak algılaması rımızın bir dizi görüşmeleri sonucunda hastane yetkilileri söz konusuydu. İş bir de polislere kalınca daha da problemli kefil bulunması şartıyla kabul ettiler. Daha sonra o senet de hale geldi. Ama son bir buçuk yıldır İçişleri Bakanlığı, ba- problem oldu. Ama nihayetinde bir şekilde halledildi ve ka- kanlığa bağlı sivil bir birim kurarak işleri ona devretti. Onun dının hayatı kurtarıldı. Eğer orada sivil toplum örgütleri ya da olumlu yansımalarını görüyoruz ama elbette çok da ye- da birkaç duyarlı doktor olmasaydı bu operasyon gerçekle- terli değil henüz. Bu olumlu yansımalara baktığımızda, yeni şemeyecekti ve o zaman belki anneyi de kaybedecektik. genelgelerin çıkarıldığını görüyoruz. Mesela artık mülte- cilerin ikamet harcından muaf tutulabilmesine yönelik bir Sağlık problemlerinin gönüllü sivil toplum kuruluş- adım atıldı. Ne yazık ki kalıcı bir çözüm değil kesinlikle. ları tarafından karşılandığını görüyoruz. Sürecin kendi- Çünkü yine polisin insiyatifine kalan bir durum söz konu- sini bu şekilde yürütebilme imkânı var mı? su, yani polis onun yoksul olduğuna kanaat getirirse mül- teci harçtan muaf kalacak. Problem yine devam ediyor. Bu İçişleri Bakanlığı’nın sivil toplum örgütlerinden, diğer misafirhanelerin durumuyla ilgili bir bütçenin ayrılması, en bütün alanlarda olduğu gibi özellikle mülteciler alanında azından temizlik ve yemek ihtiyaçlarının devlet bütçesi tara- çalışan sivil toplum örgütlerinden pek bir beklentisi yok. fından karşılanması yönünde bir genelge yayınlandı. Misa- Yani onların giyimine, gıdasına, kirasına ve sağlık giderle- firhanelerin isimlerinin değiştirilip, geri gönderme merkezi rine yardımcı olduğunuz sürece İçişleri Bakanlığı nezdinde yapılması gibi adımlar atıldı. Yine sağlık konusunda sosyal bir sivil toplum örgütü değeri kazanıyorsunuz. Tabii biz yardımlaşma vakıflarının daha cömert davranmasını teşvik buna karşıyız; insan hakları örgütü ve insani yardım örgütü edecek girişimler var, ama bunların hiçbirisi yasal bir çer- ayrımını da bu nedenle yapıyoruz. Biz insan hakları örgüt- çevede olmadığı, genelgeler yoluyla ele alındığı için kalıcı leri, bunların tümünün devletin sorumluluğu olduğunu ve çözümler değil. devletin bunlara bir şekilde bir çözüm bulması gerektiğini vurguluyoruz. Bu yolda bir girişiminiz var mı, devlete yönelik baskı unsuru yaratmak adına? Bizim faaliyetlerimizin önemli bir kısmı bu konuda. Lobi faaliyetleri ve diğer birçok çalışmamız devletin bu sorumluluğunu, yükümlülüğünü devlete anlatmak. Bunun devlet eliyle çözüme kavuşturulmasını sağlamak için çalışı- yoruz. Peki, gelecekte nasıl bir tablo ile karşılaşacağız? Avrupa Birliği süreci önemli bir dönüşüm yaratabilir. Türkiye, 1951 sözleşmesine taraf olmasına rağmen ilk mev- zuatını 1994’te çıkardığı bir yönetmelikle düzenlemiş ve bu yönetmelikte sağlıkla ilgili ya da diğer sosyal sorunlarla ilgili mülteci ve sığınmacıların neredeyse hiçbir hakkından söz hayatsağlık 65
Kitap Değerlendirmesi Histerik Bilinç Saffet Murat Tura, Metis Yayınları, İstanbul, 2007. Eyüp Süzgün Yaklaşık yüz-yüz elli yıl önce, William James argümanı’yla, deneyimlerin fiziksel olmayan özel ile Wilhelm Wundt gibi bazı önemli psiko- konumuna işaret etti ve Frank Jackson bunu ‘renk loglar bilinci bilimsel yöntemlerle ele almaya bilgini Mary argümanı’yla destekledi. kararlıydılar. Fakat yirminci yüzyılın başlarında bilim ve felsefe alanlarında pozitivizmin, psiko- Zihinsel ve fiziksel arasındaki farka yapılan lojide ise davranışçılığın baskın olmasıyla birlikte bu vurgu, 1980 sonrası bilinç tartışmalarının bu çaba yarım yüzyıl boyunca yalnızlığa terk edil- merkezi konusu haline geldi. Bu dönemde beyin di. Neredeyse ‘bilinçsiz’ geçen bu karanlık döne- görüntüleme tekniklerinde kaydedilen gelişme- min ardından, 1950’lerde gerçekleşen bilişsel lerden de oldukça etkilenen bazı bilim adamları, devrimin de etkisiyle, dikkatler bilinç sorununa bilinç sorununun bilimsel yollarla yakın gelecek- yeniden çevrildi. te çözüleceğini ileri sürmeye başladı. Ancak bu görüş, bilincin biri fenomenal diğeri fiziksel iki Bu süre boyunca bilinç çalışmalarına bü- yönünün bulunduğunu savunan birçok filozof ta- yük oranda hâkim olan maddecilik, zihinsel rafından eleştirildi. Bu filozoflar, yalnızca birinci fenomenleri ya tamamen reddetme ya da fizik- şahıslar tarafından deneyimlenebilen fenomenal sel olana indirgeme yoluna gitmişti. 1980’lere kısmı açıklanamadığı sürece bilincin bilimsel açı- gelindiğinde ise, arka arkaya ortaya atılan bazı dan ele alınamayacağının altını çizmeye devam düşünce deneyleriyle bu fikirler tartışmalı bir ettiler. hal aldı. Örneğin Joseph Levine, zihinsel görün- güler ile fiziksel süreçler veya nesneler arasında, Son otuz yıldır bu alanda, özellikle Batı’da, ikisinin birbirine indirgenmesini engelleyen sayısız makale ve kitap kaleme alındı. Türkiye’de metafiziksel bir ‘izah gediği’nin bulunduğunu ise, bu konuda yazılmış önemli eserlerden bir iddia etti. Bunun yanında, Thomas Nagel ‘yarasa kısmı (Francis Crick’in ‘Şaşırtan Varsayım’ı, Ro- ger Penrose’un ‘Kralın Yeni Usu’, John Searle’ün 66 hayatsağlık
‘Zihnin Yeniden Keşfi’, Antonio Damasio’nun şöyle açıklıyor: “Klinik nörolojide fenomenal bi- ‘Descartes’in Yanılgısı’, Daniel Dennett’ın ‘Aklın linci bozan pek çok hastalık bulunmakla birlikte Türleri’ gibi) dilimize çevrilmiş olmasına rağ- bunlar daima belli bir doku kaybıyla birlikte sey- men, son yıllara kadar, kaleme alınmış tek bir rettiklerinden beyindeki hangi fiziksel-işlevsel telif eserden bile söz etmek mümkün değildi. Bu özelliğin bilinçle ilgili olduğunu saptamamıza nedenle, psikiyatrist Saffet Murat Tura’nın 2007 imkân vermezler. Oysa histeride beyinde doku yılında yayımladığı ‘Histerik Bilinç’ adlı çalışma- kaybı veya harabiyeti yoktur. Histerik beyin sade- nın, Türkiye’de bu boşluğu doldurmak için atılan ce normalden farklı bir şekilde çalışmaktadır ve ilk adım olduğu rahatlıkla söylenebilir. bu farklılık fenomenal bilincin şu ya da bu şekilde bozulmasına yol açmaktadır. Eğer normal beyin- Fenomenal bilincin bilimsel yolla ele alınabi- le histerik beynin çalışma tarzları arasındaki farkı leceği ve histerinin bu amaç için kullanılabileceği saptayabilirsek fenomenal bilincin beyinle ilişki- tezini temel alan kitap, ‘Uzlaşımsal Yol’ ve ‘Teo- sini daha iyi tanımlayabiliriz…” (s.53–4). rik Yol’ başlıklı iki ana kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda, fenomenal bilinci davranışa yansıyan Daha sonraki bölümlerde ise yazar, Freud’un yönlerine ve öznenin kendi bilinç durumuyla ‘bilinçdışı’ ve ‘bastırma’ gibi kimi konularda ileri ilgili bildirimlerine dayanarak ele alan yazar, bu sürdüğü tezlerin modern sinirbilim çerçevesinde çerçevede bazı psikiyatrik ve nörolojik olguları nasıl incelenebileceğiyle ilgili bazı açıklamalar değerlendirerek sinirbilimsel açıdan kabul edile- geliştirmeye yöneliyor. Ona göre, bugün psika- bilir sonuçlara ulaşmaya çalışıyor. İkinci kısımda nalizin artık çağını tamamladığı düşünülse de, ise, fenomenal bilinci öznel bir deneyim olması Freud’un histeri olgularını anlamakta kullandı- itibariyle inceleyerek doğa bilimlerinin konusu ğı bilinçdışı ve bastırma mekanizmalarıyla ilgili haline getirmeyi amaçlıyor. tezleri bilinç bilimi için bir hareket noktası ola- rak kullanılabilir. Çünkü bilinçli olabilecek bazı Yazar, fenomenal bilinci ele aldığı ilk bölüm- psikolojik işlevlerin, beynin bir etkinliğiyle bas- de, onu bilimin konusu kılmanın nasıl mümkün tırılarak bilinçdışı bir seviyede tutulduğu ve bu olabileceğini tartışıyor. Beyin-bilinç ilişkisini tar- yüzden davranışlar üzerindeki etkilerini farkında tıştığı bu bölümde, ‘fenomenal temsil’ meselesi- olunmayan örtük bir yoldan gösterdiği durum- ne girerek, dış dünyaya ve fiziksel bedenlerimize ların altında yatan sinirsel faaliyetleri anlamak, doğrudan değil sadece bilincimizdeki fenomenal fenomenal bilincin sinirsel altyapısını anlamak temsilleri aracılığıyla erişebildiğimize dikkat çe- bakımından önemli olabilir (s.56). Bu anlamda, ken yazar, dış dünyanın kendinde varlığını red- Freudcu bastırma kavramının işlevsel karşılığı detmese de (s.37), her şeyin aslında fenomenal olarak çağdaş sinirbilimdeki dikkat mekanizma- bilincimizin içeriğinden ibaret olduğunu iddia sını gösteren yazar, bastırmanın aslında sinirbi- ediyor (s.31). Yazara göre, burada biri fiziksel limin söndürme olgusuyla aynı görülebileceğini diğeri zihinsel iki farklı varlık alanındaki şeylerin belirtiyor. Böylece, dolaylı yoldan da olsa feno- değil, fenomenal bilincin içinde yer alan çeşitli menal bilincin beynin dikkat mekanizmalarıyla fenomenlerin birbiriyle ilişkisinden söz edilme- yakından bağlantılı olduğu sonucuna ulaşıyor lidir. Bu nedenle, normalde fiziksel evreni zihni- (s.156). mizde temsil eden fenomenlerin ilişkisini episte- molojik bir düzeyde ele alan bilimin, yine kendisi Bilinç bilimi üzerine yapılan çağdaş tartışma- de bir fenomen olan bilinci aynı düzeyde incele- lar dikkate alındığında, yazarın birinci bölümde mesinde hiçbir engel yoktur. çok fazla yeni şey söylemediği yargısına varı- labilir. Fakat histerik olguların sunduğu klinik Bir sonraki bölümde, fenomenal bilinç hasta- imkânlardan hareketle, bastırma ve sansür gibi lığı olarak tarif ettiği histerinin, bilincin bilimsel bilinçdışı zihinsel işleyişlerin nörolojik temelle- olarak ele alınmasında kullanılabilecek anahtar- rine, onların nöro-psikolojik dikkat mekanizma- lardan biri olduğunu öne süren (s.16) yazar, bu sıyla ilişkisine ve fenomenal bilinç problemini hasarlı bilinç türünden hareket etme nedenini hayatsağlık 67
açıklayabilmek için beynin psikolojik işlevlerini manın varlığını göstermekle giderilebilir. Yazar, nasıl yerine getirdiğini incelemek gerektiğine bunun mümkün olduğunu göstermek için ‘kendi dair kitabın bu kısmında ortaya koyduğu fikirle- üzerinde deney yapan beyin’ adlı bir düşünce de- rin değeri teslim edilmelidir. neyi öneriyor (s.174–6). Daha çok klinik olgulara dayanan bazı açıkla- Kafatası açılmış haldeki beynini gelişmiş bir malardan oluşan ilk kısımdan farklı olarak, kita- ayna ve kamera düzeneğiyle görebilen bir bi- bın ikinci kısmında, bilinç problemine teorik bir lim adamının çeşitli elektrotlar veya kimyasal yaklaşım getirmeye çalışılıyor. Maddeci bir bakış maddeler kullanarak onda bazı fiziko-kimyasal açısına sahip olduğunu özellikle belirten yazar değişiklikler meydana getirdiğini düşünmemizi (s.165), bilince dair ikinci kısımda ileri sürdüğü isteyen yazar, böyle bir durumda, söz konusu bi- üç varsayıma geçmeden önce, ikici bir yaklaşımı lim adamının, elektrotlar veya kimyasal madde- benimsememesinin nedenini açıklıyor. Öne sü- ler aracılığıyla kendi beyninde yaptığı değişiklik rülecek iddiaların evrendeki varlık sayısını art- sonucu ortaya çıkan deneyimlere doğrudan eri- tırmadan, mümkün olan en ekonomik, en basit şeceğini belirtiyor. Böylece, üçüncü şahıs bakış teoriyle yapılması fikrine dayanan ‘Occam’ın Us- açısı (hazırlanan ayna ve kamera düzenekleriyle) turası’ ilkesinden hareket eden yazar, fenomenal korunurken, aynı zamanda birinci şahsın iç ya- bilinç için ikici açıklamalara başvurmadan evvel şantısı veya fenomenal bilinci de gözlenebilmiş tekçi yaklaşımların sonuna kadar kullanılması olmaktadır. gerektiğini belirtiyor. Yalnızca ruhsal varlıkların bulunduğu şeklindeki tekçi yaklaşımı (idealizm) İlk aşamada tutarlı bir fikir gibi gelen ve bi- ise, evreni bilme çabasını sürdürmeyi engellediği rinci-üçüncü şahıs bakış açıları arasında var olan için başvurulması gereken son seçenek olarak de- epistemolojik gediğin giderildiğini iddia eden ğerlendirdikten sonra, geriye kalan maddeciliğin ‘kendi üzerinde deney yapan beyin’ adlı bu dü- kendisinden yola çıkılacak en temel açıklama dü- şünce deneyi, aslında yıllar önce Colin McGinn zeyi olduğu sonucuna varıyor. adlı filozof tarafından ‘bilişsel kapalılık’ argü- manıyla çürütülmüştür. Bizlerin bilişsel olarak Bu durumda, yani en temel ve tek açıklama kapalı olduğumuzu ifade eden McGinn, hem düzeyi olarak maddecilik kabul edildiğinde ise, beyni hem de fenomenal bilinci aynı anda ve bir- cevaplanması gereken bazı büyük sorunlarla kar- likte gözlemlememize imkân tanıyacak zihinsel şılaşıyoruz: (maddi olmayan) fenomenal bilinç bir bölüm bulunmadığı sürece her ikisine bir- var mıdır? Varsa, tamamen maddi olan bir sis- likte ulaşabilmenin de mümkün olamayacağını tem içinde nasıl ortaya çıkmaktadır? Maddi bir belirtmişti. Oysa bu düşünce deneyi boyunca sistemin ürünü ise, ona bağlı mıdır? Ortaya çıkış yazar, elektrot ve kimyasal maddeleri kullanarak (emergence), bağlılık (supervenience), neden- beyinde meydana getirdiği değişikliklerle, bunun sellik (causality) ve çoğunlukla özgür iradeyle sonucunda oluşan deneyimleri birarada paralel birlikte anılan belirlenimcilik (determinism) gibi olarak gözlemeyi sağlayan ayrı bir zihinsel bölüm birtakım konularla yakından ilgili olan bu ve ben- varmış gibi hareket etmektedir. zeri sorunlara yazar, ikinci kısımda cevap bulma- ya çalışmaktadır. Yazarın ikinci kısımda ortaya koyduğu, özgür iradenin olmadığı şeklindeki ikinci varsayım da Bu noktada yazar üç varsayım ortaya koyuyor. ilk varsayımı gibi kendi içinde tutarsız görün- Bunların ilki, fenomenal bilincin bir doğa olayı mektedir. Yazara göre, eğer özgür iradeyle yapı- olarak nasıl mümkün olduğuyla alakalı. Başka lan tercihler dâhil tüm psikolojik işlevler beyinde bir deyişle, sadece birinci şahıs bakış açısıyla gerçekleşiyorsa ve beyin de fiziksel yasalara tabi kendisine erişilebilen fenomenal bilinç, bilimin maddi bir sistemden ibaretse, neden kendini öz- üçüncü şahıs bakış açısıyla ele alınabilir mi? Bu gür sanan birer otomatlar olmayalım? Neden öz- epistemolojik sorun, ancak fiziksel ile zihinsel gür irade tümüyle fizik yasalarına tabi bizim gibi arasındaki izah gediğini kapatacak bir mekaniz- otomatların bir yanılsaması olmasın? Yazar, bu 68 hayatsağlık
varsayımını kanıtlamak için Gazzaniga’nın yarık- Bu değerlendirmelerin dışında, kitabın gene- beyin sendromlarını, Libet’in hazırlık potansi- liyle ilgili birkaç noktaya değinmekte fayda var. yelini ve kuantum mekaniğinin Kopenhag yoru- Öncelikle, kitabın başlığının içeriğini tam yansıt- munu detaylı olarak anlatıyor. Vardığı sonuç ise, madığı söylenmelidir. Eserin bilinç bilimi üzerine bilinç fenomenlerinin aslında birer epifenomen olduğunu vurgulamak için belki “Fenomenal Bi- (gölgegörüngü) olduğu (s.191) ve özgür irade lincin Bilimsel Bir İncelemesi” gibi bir alt başlık yanılsamasının da kullandığımız dilden kaynak- eklenebilirdi. İkincisi, kaleme alınma biçiminden landığıdır (s.193). Bilindiği gibi zihin felsefesin- dolayı, birinci kısımda yer alan “Giriş” bölümü- de epifenomenalizm, zihinsel ve fiziksel olan iki nün, “içindekiler” düzenlenirken sanki “birinci ayrı ontolojik alanın birbiriyle nasıl bir ‘etkileşim’ kısım”dan çıkarılması ve “teşekkür”den hemen içinde olduklarını izah etmek için Thomas Hux- sonraya yerleştirilmesi gerekiyormuş izlenimi ley tarafından ortaya atılan ikici yaklaşımlar ara- uyanıyor. Ayrıca, yazarın kullanılan kaynaklara sında değerlendirilir. Dolayısıyla, ikinci kısmın metin içinde bazen işaret edip (üstelik herhangi başlarında Occam’ın Usturası ilkesiyle hareket bir sayfa numarası vermeksizin), diğer yerlerde edeceği için ikicilik yerine maddeciliği benim- etmemesine de bir anlam vermek güç. seyeceğini ifade etmiş olan yazar, bu bölümde ileri sürdüğü ikinci varsayımını kanıtlamak için Bilinç bilimi bütün dünyada henüz emekleme (pratik maksatlarımız gereği) epifenomenalist bir evresinde ve gelecekte böyle bir bilimin kurulup tutum sergileyerek ikinci bir tutarsızlık içine dü- kurulamayacağı halen gizemini koruyor. Fakat şüyor görünmektedir. ileride bir bilinç biliminden söz edilecekse, en azından fenomenal bilincin ne olduğu, nasıl or- Üçüncü varsayımda ise yazar, bilinç feno- taya çıktığı ve ne gibi yöntemlerle incelenebile- menlerinin uzayda yer kaplamayan, yalnızca za- ceği açık biçimde gösterilmelidir. Bu gibi konu- manda varlığa gelen ‘doğal’ oluşumlar olduğunu lar üzerine dünyada bugüne kadar sayısız eser savunuyor (s.221). Yazara göre, bu aynı zaman- kaleme alındığı halde, ülkemizde yalnızca birkaç da, yalnızca uzay-zaman içindeki ‘maddi olgular’ı çevirinin bulunması, tartışmalardan ne kadar inceleyen doğa bilimlerinin, şimdiye kadar bilinç uzakta olduğumuzu göstermesi açısından yeterli fenomenlerini açıklayamamasının da nedenidir. aslında. Bunlar göz önüne alındığında, Saffet Mu- Sadece doğanın bir bölümünü ifade edecek sınır- rat Tura’nın bu çabasının ve bilinç bilimi alanında lılığa sahip olduğu için fizik bilinç fenomenlerini kaleme alınan Türkçedeki ilk telif eser olan Histe- inceleyemeyebilir; fakat onlar için ‘maddi’ yerine rik Bilinç’in değerinin zamanla daha iyi anlaşıla- ‘doğal’ kavramı kullanılarak, en azından doğanın cağı muhakkak.. parçası oldukları gösterilebilir. hayatsağlık 69
Bir Anı, Bir Uyarı Ahmet Zeki İzgöer BİR AZAB Aşağıdaki yazı Dergâh mecmuasının 5 Ocak Bir doktor arkadaşım şu hikâyeyi anlattı: 1922 tarihli nüshasından (c.II, nr.19, İstan- Bazen insanın hayatında rüyada görmüş gibi bul, s.306-307) alınmıştır. Yazıyı kaleme alan, ta- bir vaka oluyor. Öyle ki, o vakanın belki sahih nınmış tarihçi ve yazar Mustafa Nihat Özön’dür olup olmadığında tereddüd edecek kadar unu- (1896-1980). Özön, askerî bir hastanede baş- tuyor ve hatları zihninde siliniyor. Fakat bir an hekimlik yapan bir arkadaşının başından geçen geliyor ki, bir yerine iğne batmış gibi bir sızı ile bir anısını aktarmaktadır. Olayın yaşandığı dö- o vakayı düşünüyor, hatırlayamıyor; fakat o iğne nem, I. Dünya Savaşı yıllarıdır. Bir başka ifadey- kalbine saplı, sızlanıyor. Hastalık, ıztırab, ölüm... le Osmanlı’nın hayatta kalma uğraşısı verdiği Bütün bunların bin bir şeklini gören, kalbi adeta zamanlardır. Siyasî, ekonomik, askerî ve tabii ki nasırlanmış bir adam için böyle düşünmek biraz sağlıkla ilgili sıkıntılar birbiriyle iç içedir. Yazı, o tuhaf oluyor değil mi? Yok, hiç de öyle değil! günlerde hekimlerimizin ne gibi sıkıntılar çektik- [1]332’de [1916] bir menzil hastahanesi lerini ortaya koyuyor. Bugün de zor şartlar altın- sertabibiydim. Orada zamanın, mevkiin ehem- da çalışan hekimlerimize yine bir hekimin ağzın- miyeti beni epeyce sıkıştırmış, ben de bi’l-mec- dan adeta bir uyarı niteliği taşıyor. buriye maiyyetimdekileri kasıp kavuruyordum. Ordu taarruzlar, baskınlar, hücumlarla mâlâmâl dehşetli bir muharebe yapıyordu. Bir taraftan bu harbin sakatladığı insanlar, bir taraftan da o sıra- da hüküm süren sârî bir hastalığın alîl bırakdığı insanlar binlerceydi. Hepsini idare etmek, onlara yetişmek için sıkı bir idare lâzımdı. Bütün arka- daşlarım, en son tâkatimizle çalışıyor, bu yaraya kudretimizin yettiği kadar merhem olmaya ça- balıyorduk. Bu kadar mühim işler arasında öyle 70 hayatsağlık
ufak tefek hâller oluyordu ki, insan biraz gevşek içinde yatan hastada idi. “Bu genç, tüysüz çocuğu davransa sonunu başaramayacaktı. Her gün sıh- ben nerede gördüm?” diye kendi kendime soru- hiye arabaları, yaylılar, kağnılar sonu gelmez bir yordum. Bu tanıdık bir çehre idi. “Kim? Kim?” kafile şeklinde yaralı, hasta taşıyordu. Biz bir par- derken, yanımda dolaşan doktora sordum. Has- ça kendini toplayıp iyileşenleri hemen çabucak talığını söyledi. Serhademe de: “Yaralı koğuşun- taburcu ediyor, daha tedaviye ihtiyacı olanları da dan taburcu olmuştu. Hastalanmış, merkezden daha gerilere gönderiyorduk. Zâten bizim has- yolladılar.” deyince zihnimdeki bulut dağıldı. Bir tahanemiz dördüncü merhaleydi. Gelenler en hafta evvel odama gelen gençti. aşağı on günlük bir yol almış kimselerdi. Şimdi nefsime karşı mu‘terifim ki, bir parça haşindim Teftiş oldu, bitdi. Yine her günkü gürültülü ve hemen hiçbir şey tanımıyordum. Rica, beyan-ı hayatımızın içinde boğuşup duruyorduk. Fa- hâl, hepsine istisnasız kulağım tıkalıydı. Böyle ol- kat günde birkaç defa o çocuk gözümün önüne masaydı olmazdı ki… Ordu kumandanı, menzil geliyor, zihnim hiç sebebsiz onunla meşgul olu- müfettişi ateş püskürüyorlardı. “Hemen, iyi olan- yordu. Bir akşam posta, elinde bir sürü mektub- ları taburcu edin!” diye emir emir üstüne.. Bittab‘ la geldi. İçinde bir tane taahhüdlü vardı. Kâğıdı bu aralık bazı vakalar da olmuyor değildi. İşte on- imzaladım. İntizamsız bir yazı ile fakat resmî bir lardan biri: lisanla yazılmış adresini okuyarak merakla açtım. Eğri büğrü harflerle yazılmış bir mektubdu. He- Bir gün sabah vizitesi bitmiş, öğle yemeği men imzasına baktım. Yalnız “Fuad’ın vâlidesi” vaktini bekliyorduk. Odamda oturuyordum. diye bir kelime vardı. “Bu Fuad kim? Vâlidesi de Kapım vuruldu. “Giriniz!” dedim. Arkadaşlar- kim oluyor?” diye düşünerek mektubu okumaya dan biri sandım. Bakınca bir hayret aldı. Çünkü başladım. Okudum. Evvelâ bir şey anlamadım. bir yabancı kapıdaki posta ile istîzân etmeden Tekrar okudum. Bugün ezberden bile okuyabi- giremezdi. Resm-i selâmı ifa ile karşımda duran leceğim o mektub işte o rüyada görmüş gibi ol- insana bir baktım. Genç bir askerdi. Evvelâ bir duğum vakanın başlangıcıdır. Mektub sade bir nefer sandım. Sert bir tavırla ne istediğini sor- mektubdu.” dum. Bana bugün taburcu edildiğini, fakat ken- disinin hâlâ hasta olduğunu söyledi. Meseleyi Cebinden cüzdanını çıkarttı ve bir gözünden al- kısa kesmek lâzımdı: “Doktorlar senin hasta olup dığı kâğıdı okumaya başladı: olmadığını daha iyi bilirler. Bir şeyin yokmuş ki seni taburcu etmişler.” Cevab verecekti. Meydan “Size şu varaka-pâreyi yazan kadın sizce me- vermeden: “Bir şeyin yok.. Sapasağlamsın. Vazi- chul-i felâketzede, bîçare bir vâlidedir. İki aydır fe başına! Mademki taburcu edilmişsin, doğru oğlunu orada memuriyetle zannediyor. Hâlbuki Merkez Kumandanlığına.. Sonra kanunla yolla- üç gün evvel gelen bir telgrafda zâbitân hastaha- rım ha! Öyle ise arş!” Selâmını verdi ve arkasını nesinde diye imza var. Sertabibi bulunduğunuz dönerek kapıyı açtı, gitti. Ben de öğle yemeğini hastahanede taht-ı tedavide bulunan zâbit nâm- beklemeye başladım. zedi Dersaâdetli Mehmed Fuad yegâne oğlum. On bir yaşında bir kızım, bir buçuk yaşında daha Bir hafta kadar sonra idi. Menzil müfettişiyle biraderini görmeyen diğer bir kızım [var]. Bun- mıntıka müfettişi hastahaneyi teftişe gelecekler- lar yetimdir. Pederleri yoktur. Benim de kimsem di. Etrafa bir göz gezdirmek için bütün koğuşları yoktur. Fuad bizim aile reisimizdir. Elbet sizin dolaşıyordum. Yaralı zâbitân koğuşlarını gezip de bir valideniz vardır. Allah aşkına, rıza-yı Bârî dolaştıktan sonra girmeyeceklerini bildiğim hâl- için Fuad’ın hastalığı her ne ise taraf-ı acizâneme de bir kere de hastalar koğuşuna bakmak istedim. iş‘ârını kendisine emrediniz. Zira telgraf çektim, İçeri girdim. Hepsinin yataklarına, tablalarına, cevabını alamadım. Eğer ziyade rahatsız ise her eksik gediklerine bakıyordum. Karyolalardan bi- mezâhime katlanıp, her şeyi gözüme alarak iki rinin içine baktım ve geçtim. Diğer yataklara ba- masum çocuk ile oraya kadar gelip evlâdımı hiç kıyorken zihnim biraz evvelki karyolada ve onun olmazsa bir kere daha dünya gözüyle görmek is- terim. Bu kâğıda cevaba tenezzül etmenizi insani- hayatsağlık 71
yet nâmına vicdanınıza havale eylerim, efendim”. söyledi ki, o günkü hâlimi benim ölünceye kadar Mektubu masamın üstüne koydum. İki elleri- unutamayacakmış. O dakikada ne yapdığımı, ne hâlde bulunduğumu ben de bilmiyorum. Yalnız min arasına başımı alarak tekrar okuyordum. Ne olduğum yerden bir fırladığımı, elimi önümdeki oldu bilmem, artık gözlerim harfleri seçemiyor- yazıhaneye vurup: “Ne diyorsun?” diye haykırdı- du. Mektubla gözlerim arasında bir perde hâsıl ğımı hatırlıyorum. Yine iskemleye düştüm ve ba- olmuşdu. Neden sonra kendime geldim. Bu parça şımı masanın üstüne koydum. Beynim sanki bir parça olan ana kalbine karşı vazifemi yapmak için karınca yuvası gibi fıkır fıkır kaynıyordu. Birden derhal inzibat zâbitini çağırtıp tahkike yolladım. gözümün önüne odaya gelip bana hasta olduğu- Kendi kendime: “Ah, bu postalar! Nice haber nu söylediği zaman terslediğim, yatağın içinde bekleyenlerin gözlerini yollarda bırakır” diye dü- sarı bir hayalet gibi yatan genç geldi. Sonra bir de şünüyordum. Derhal resmî bir telgrafla malumat son bir ümit hamlesiyle mektub yazıp oğlunu so- verecektim ve demirden bir kıskaç arasında sıkı- ruşturan anneyi düşündüm. Oğlunun ölümüne şan bu ana kalbini ferahlatmak adeta benim içime biraz da kendimi karışmış buluyordum. Eğer o: bir sevinç veriyordu. “Hastayım” dediği gün bir çaresine baksaydım, belki kurtulacağı şübhesi kalbime kurt gibi düş- Ben bunları, ehemmiyetsiz hastalığının he- tü. Bunu hatırladıkça her vakit bu ihtiyar annenin men geçmek üzere olduğunu bu anneye haber ne olduğunu, bu genç hemşirenin akıbetini, bu vermek saadetini düşünürken kapı açıldı. İnzibat küçük kardeşin talihini düşünerek kendimi vic- zâbiti girdi. Hiç mutadım olmadığı hâlde gülerek: danen mesul buluyor, bu büyük azabın altında “Nasıl Abdullah Efendi?” diye sordum. Elindeki kalbimin tahammülüne şaşarak uzaklaşan senele- kâğıtdan okudu: “Evvelâ yaralı gelmiş. İyileşince rin bana bunu korkunç bir rüya sabahı gibi bırak- taburcu olmuş. Sonra hastalanmış. Tekrar mer- tıklarını sanıyorum. kez, hastahaneye yollamış. Bir hafta evvel üç nu- maralı koğuşda tifüsden ölmüş.” Mustafa Nihad Bilâhare, bu inzibat zabiti bana çekine çekine I. Dünya Savaşı yıllarında Hilâl-i Ahmer Hadımköy Seyyar Hastahanesi’nde ameliyat çadırının içi I. Dünya Savaşı yıllarında Hilâl-i Ahmer Çanakkale Hastahane’sinde bir koğuş 72 hayatsağlık
I. Dünya Savaşı Yıllarında İlginç Bir Temaruz Yöntemi Nuran Yıldırım Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkenin sivil buğdaya karıştırılarak ekmek yapılıyordu. Bu ek- sağlık işleri 1914 yılında kurulmuş olan Sıh- mekten bir süre yiyenlerin alt ekstremitelerinde hiye Nezareti tarafından yürütülüyordu. Dahiliye geçici felç belirtileri görüldüğü için askerlikten Nazırı aynı zamanda Sıhhiye Nazırıydı. Sıhhiye kurtulmak isteyen köylüler bu ekmeğe rağbet Nezareti Hıfzıssıhha Şubesi Müdürü Dr. Zeki etmekteydiler. İçel Sıhhiye Müdüriyeti’nin gön- Bey, şubenin 1916 senesi faaliyetleri hakkındaki derdiği tohumlar ekilerek incelenmiş ve bu to- raporunda savaş nedeniyle ekmek ve diğer temel humların yüze yakın türü bulunan Lathyrus (Fr. gıda maddelerinde çekilen sıkıntıyı anlatırken, gesse) cinsinin Lathyrus cicera türüne ait olduğu ekmeklere karıştırılması mümkün olan zararlı anlaşılmıştı. Esasen tıp kitaplarında da bu bitki- maddelerden ve bunlardan ileri gelebilecek arı- nin, Lathyrisme adı verilen bir gıda zehirlenme- zalardan bahsetmiş, bu meyanda İçel Sıhhiye sine neden olduğu bilgisi yer almaktaydı. Bunun Müdüriyeti’nden gelen bir yazıya dikkatleri çek- üzerine, söz konusu bitkinin tohumlarının yen- mişti. mesine izin verilmemesi ve bu mümkün olamaz- sa ziraatının yasaklanması bildirilmiş, ayrıca bir Zeki Bey’in raporundan anlaşıldığına göre, genelgeyle sıhhiye müdürlerine de haber veril- Birinci Dünya Savaşı sürerken İçel’in Anamur mişti. nahiyesinde fig olarak isimlendirilen hububat Latirizm (Lathyrisme): İçel Sıhhiye Müdiri-yeti’nden gelen bir tahrirâtda livâ-yı mezkûra tâbi Anamur nâ- hiyesinde fig ta’bîr olunan bir nev’ hubûbâtın buğdaya karıştırılarak ekmek i’mâlinde kullanıldığı, böyle yapılmış ekmekten bir müddet ekl edenlerin etrâf-ı süfliyesinde [alt ekstremitelerinde] felc alâmetleri zuhûr etmekte oldu- ğundan bunu askerlikten kurtulmak için vesîle addeden köylülerin bu ekmeğe ziyâdesiyle rağbet ettikleri bildiril- mekte ve işbu avârıza [semptomlara] sebep olan tohumlardan bir mikdâr gönderildiği ilâve edilmekte idi. Yalnız tohumun müşâhede ve muâyenesiyle nebâtın keşfi mümkün olamadığı cihetle bu tohumlar zer’ [ekil- mek] ve nebâtın tamamı elde edilmek suretiyle ta’mîk-i tedkîkât olununca bunların bakliye fasîlesine [baklagiller familyasına] aid nebâtâttan ve firâşiye tahte’l-fasîlesinin celbâniye kabîlesi meyânında bulunan Latirus (Lathy- rus) nâmında bir cins nebâtın büzûru [tohumu] idügi tahakkuk ve tezâhür eyledi. Nâm-ı fennîsiyle Latirus ve Fransızca gesse ta’bîr olunan ve yüze yakın envâı bulunan bu nebâtın ekser-i nev’leri havâss-ı muzırradan ârî ve bilhâssa hayvânât için kıymetdâr ve mugaddi ise de bazı envâı ve bilhâssa Latirus çiçera (Lathyrus cicera) de- nilen cinsi zehrnâkdir ki İçel’den gönderilen hubûbât da asıl bu nev’e aid idi. Bunların eklinden kütüb-i tıbbiyede ber-tafsîl muharrer bir nev’ tesemmüm-i gıdâî [bir tür gıda zehirlenmesi] husûle gelir ki buna latirizm (Lathyris- me) ta’bîr olunur. Latirizmde husûle gelen a’râz ve alâim ayniyle felc-i nuhâ-yı şevkîde [omurilik felcinde] meşhûd olan felc-i etrâf-ı süfliyedir. Tebeyyün ve tezâhür eden işbu te’sîrât-ı semmiye [toksik etkileri] ve muzırrası üzerine tohumlarının ekline müsâade olunmaması ve bu mümkün olamazsa zirâatinin büsbütün men’i devair-i âidesine iş’âr ve keyfiyet sıh- hiye müdîrlerine de ta’mîmen ihbâr edilmiştir.” 1. Hıfzı’s-sıhha Şu’besi Müdîri Dr. Zeki: “Hıfzı’s-sıhha Şu’besi’nin 1332 Senesi Zübde-i Mesâîsi”, Sıhhiye Mecmûası,Yıl. 4-5, Sayı. 11-12 (1333-1917), s.1034-1035. hayatsağlık 73
Search