EAGÜ’lerin büyük çoğunluğu Afrika’da bu- başına milli gelir esası benimsenmiş olmasına lunuyor (33 ülke). Asya ve Pasifik bölgesinde rağmen, 48 EAGÜ’den 38’inde bu rakamın 500 14, Amerika’da ise l ülke bu statüde. Bu ülkelerin $’ın altında olduğu; Etyopya, Afganistan, Cibuti, önemli bir kısmı ya ada devlet ya da denize kıyısı Libya, Myanmar, Somali, ve Tuvalu da ise 100 $’a bulunmayan devlet konumunda. 75 milyondan dahi ulaşamadığı görülmektedir.3 az nüfus kıstasına rağmen EAGÜ’ler dünya nü- fusunun %10,7’sini (614 milyon), buna karşılık EAGÜ’lerdeki milli gelir düşüklüğünün ne- dünya üretiminin sadece % 0,5’ini temsil ediyor- denlerinden biri de çoğu kez ekonomilerinin lar. tek veya çok kısıtlı sayıda ana ürüne bağımlı ol- masından dolayı dış etkilere çok açık olmasıdır. Ekonomik ve Sosyal Durum Bu durum milli gelirlerini arttırabilmiş AGÜ’ler UNCTAD’ın (United Nations Conference açısından dahi bir tehdit niteliğindedir. Nitekim on Trade and Development) yaptığı hesaplara 1988-1993 arasında EAGÜ’lerin ticaret hadleri göre, 1990–98 döneminde EAGÜ’lerde yıllık % 12 düşüş kaydetmiş, 1994-96 arasındaki kısa ortalama GSMH artışı % 3,2 olmuş. Bu oran bir iyileşmeden sonra yeniden daha ağır biçimde dünya ortalaması olan % 2,5’in üstünde. Ancak aleyhlerine dönmüştür. genel üretimi yansıtan bu oran kişi başına milli gelir olarak ele alındığında yıllık ortalama % 0,9’a Üretim azlığı ve istikrarsızlığındaki bir di- düşmektedir. Bu durumun en önemli nedeni ğer önemli unsur ise siyasal istikrarsızlıktır. EAGÜ’lerdeki nüfus artışı hızının dünya orta- 1990–1998 döneminde gelir kaybına uğramış 22 EAGÜ’den 11’inde silahlı çatışma veya ciddi bo- lamasının iki misline yakın olmasıdır. Bu alanda yutta iç sorunlar yaşanmıştır. Bu 22 EAGÜ’nün bölgeler arasında da önemli farklar görülmekte- sosyal göstergeler açısından da endişe verici bir dir. 1990–98 döneminde kişi başına milli gelir görünüm içinde olduğu gözlenmektedir. Bu Asya EAGÜ’lerinde ortalama % 2,9 artmışken, ülkelerde ortalama yaşam beklentisi 51 yıldır Afrika EAGÜ’lerinde % 0,4 gerileme olmuş- (OECD üyesi ülkelerde 78) ve doğan her 100 tur. Sonuçta 2000 yılı itibariyle, yıllık 900 $ kişi bebekten 15’i 5 yaşına gelmeden önce ölmekte- hayatsağlık 51
dir. Ayrıca okuma yazma oranı, okula gitme oranı için en az 18 yıl gerektiğini, EAGÜ’lerin önemli son derece düşük, eğitimde özellikle kızlar aley- bir kısmının bu düzeye 50-100 yılda hatta daha hine ciddi bir dengesizlik bulunmaktadır. uzun sürede ulaşabileceğini göstermektedir. Sosyal ve ekonomik göstergeler açısından biraz EAGÜ’lerde kişi başına sağlık harcamaları daha iyimser olunabiliyorsa da 2015 yılına ilişkin 1990’da 11 $ iken (OECD ülkelerinde 1700 $) projeksiyonlardan, EAGÜ’lerin diğer ülke grup- bu rakam 1998’de neredeyse aynı kalmış, hatta larının ve dünya ortalamasının altında kalmaya Afrika EAGÜ’lerinde 8 $’a düşmüştür. Bu du- devam edecekleri tahmin edilmektedir. rum yaşam beklentisinde de beklenen gelişme- yi engellemiş, hatta bazı Afrika EAGÜ’lerinde, Gelişmiş Dünya ve EAGÜ’ler özellikle AIDS nedeniyle gerileme görülmüştür. 1971 yılında EAGÜ’leri azaltmak amacı ile teşkil edilen yapının günümüzde EAGÜ’lerin EAGÜ’lerin ekonomik ve sosyal kırılganlıkla- iki katına çıkışını izlemesi açık bir çaresizlik gös- rının yanında maalesef önemli bir kısmının dün- tergesi. Brüksel toplantısından bu yana geçen 10 yanın en sıkıntılı afet bölgelerinde yer aldıklarını, yıl içerisinde bu konuda bir adım atılamaması ve çölleşme, kuraklık, sel, deprem, büyük fırtınalar İstanbul Eylem Planının da beklenen umudu ve- gibi vahim doğal tehlikeler içinde yaşadıklarını rememesi farklı bir yaklaşımın gerekliliğini gös- da görmekteyiz. teriyor. Bu durum Konferansın Entellektüeller Forumu kısmında Richard Falk başkanlığındaki İstanbul Konferansında genel olarak EAGÜ bir heyet tarafından ele alınan deklerasyonda da delegelerinde de gözlenen genel kanı ise açıkça ifade edildi: EAGÜ’lerin gelecekleri açısından da iyimser ol- “İstanbul Eylem Planı’nın Brüksel’de 10 yıl önce manın mümkün olmaması idi. UNCTAD’ın yap- başarılmış olanın ötesine geçmemesinden dolayı ha- tığı hesaplar mevcut şartların devam etmesi du- yal kırıklığı içindeyiz. Dünyanın en varlıklı ülkeleri rumunda, birkaç istisna dışında, EAGÜ’lerin kişi başına 900 $ milli gelir seviyesine varabilmeleri Afrika (33) Angola 26 Senegal 1 Benin 27 Sierra Leone 2 Burkina Faso 28 Somali 3 Burundi 29 Sudan 4 Cibuti 30 Togo 5 Çad 31 Uganda 6 Ekvator Ginesi 32 Tanzanya 7 Eritre 33 Zambiya 8 Etyopya Asya (14) 9 Gambiya 1 Afganistan 10 Gine 2 Bangladeş 11 Gine - Bissau 3 Bhutan 12 Komor Adaları 4 Doğu Timor 13 Kongo Demokratik Cumhuriyeti 5 Kamboçya 14 Lesotho 6 Kiribati 15 Liberya 7 Laos 16 Madagaskar 8 Myanmar 17 Malavi 9 Nepal 18 Mali 10 Samoa 19 Moritanya 11 Solomon Adaları 20 Mozambik 12 Tuvalu 21 Nijer 13 Vanuatu 22 Orta Afrika Cumhuriyeti 14 Yemen 23 Ruanda Latin Amerika ve Karayipler (1) 24 São Tomé ve Príncipe 1 Haiti 25 52 hayatsağlık
en az gelişmiş ülkelere somut finansal yardımlar ko- Bundan sonra ne olacak? nusunda hevesli olmak yerine dikkati EAGÜ’lerdeki Bundan sonraki on yıla yön verecek İstanbul iç yönetim sorunlarına çekmeyi tercih ediyor. Bu Eylem Planı’nda iyi yönetişim ilkeleri, barış ve tarz sorunların varlığını kabul etmekle birlikte post- istikrarın sağlanması, üretim kapasitesinin artırıl- koloniyel dünyada bu meselelerin ülkelerin kendi ması, girişimcilik, finans sektörü, pazara erişim, kararlarına bırakılması gerektiğini düşünüyoruz. iklim değişikliği ve altyapı konularını kapsayan Entellektüeller Forumu olarak amacımız daha il- 30’dan fazla başlıkla beraber önümüzdeki 10 yıl- ham ve umut verici ve somut fikirlerle desteklenmiş da ‘En Az Gelişmiş Ülkeler’e yapılacak destekle- bir persfektif sunmak. Bu tecrübe sayesinde çokta- rin ve ülkelerin kendi yapacakları kalkınma plan- raflı diplomasinin en muhtaç durumdakilerin ihti- larının yol haritası da belirlendi. yaçlarını karşılamada yetersiz kaldığının ve devlet İstanbul Eylem Planı’nın 10 maddelik gi- merkezli çerçevenin küresel kamu yararına katkıları riş bölümünde, 48 ülkeden oluşan EAGÜ’lerin azalttığının farkındayız.”4 dünyada toplam 880 milyonluk nüfusa sahip ol- duğu hatırlatılarak, bu ülkelerin uluslararası top- Sivil Toplum Forumu lumun en fakir ve zayıf katmanlarını oluşturduğu Forum, Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğ- belirtildi. 2001 tarihli Brüksel Eylem Planı’nın lu, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ve Nepal uygulanmasıyla birlikte EAGÜ’nün ekonomik, Başbakanı Jhala Nath Khanal’ın katılımı ile açıldı. sosyal ve insani gelişim açısından bazı ilerlemeler Altı gün süren konferans ve etkinliklere yerli ve kaydettiği belirtilen planda, bundan dolayı gerek yabancı medya da yoğun ilgi gösterdi. Yine Da- bu ülkelere gerekse gelişmiş ortaklarına teşekkür vutoğlu ve BM Genel Sekreterinin katılımıyla ka- edildi. “Bununla birlikte, en az gelişmiş ülkelerin panış toplantısı gerçekleştirilen konferanstan bir yüzde 75’inden fazlası hala yoksulluk içinde ya- de sonuç bildirisi çıktı. şarken, bu duruma kayıtsız kalınamaz” denilen Bir şenlik havasında gerçekleştirilen Sivil planda, son 30 yılda sadece 3 ülkenin en az ge- Toplum Forumu bünyesinde Entellektüeller Fo- lişmiş ülkeler listesinden mezun olabilmesinin rumu, Gençlik Forumu, Bilinmeyen Sinemalar uluslararası toplumu derinden kaygılandırdığı Film Festivali ve STK Fuarı da gerçekleştirildi. kaydedildi. Yeryüzü Doktorları’nın organizatörlüğünde ger- çekleştirilen Sivil Toplum Forumu boyunca 4 Kaynakça ana oturum ve 74 yan oturum ile 7 film gösterimi yapılmış, dünyanın birçok yerinden gelen akade- 1. Istanbul Declaration (Political Declaration); Re- misyenlerin, profesyonellerin ve STK temsilcile- newed and Strengthened Global Partnership for rinin görüş ve düşüncelerini paylaşmaları ve yeni the Development of LDCs, 13 Mayıs 2011. işbirliklerinin kurulması sağlanmıştır. Konferans boyunca Sivil Toplum Kuruluş- 2. http://www.unohrlls.org/en/ldc/25/ ları kendilerine tahsis edilen alanlarda açtıkları standlar ile kurumları ve çalışmaları hakkında 3. http://www.unctad.org tanıtımlar yapma imkânı bulmuşlardır. Ülke- mizdeki sivil topluma en az gelişmiş ülkelerin 4. BM EAGÜ Akademik Konseyi İstanbul Dekleras- penceresini açan 4. BM En Az Gelişmiş Ülkeler yonu, 13 Mayıs 2011. Konferansı Sivil Toplum Forumu, bu toplumlar hakkındaki bilincin ve farkındalığın artmasına katkıda bulunmuştur. hayatsağlık 53
Kendi Hazinesi İçin Dilenci Olmak* Haksız bir alışverişin kısa hikayesi Murat D. Çekin Küresel adalete en önemli tehditlerden biri a. Doğrudan zararlar: Sağlık çalışanlarının be- sağlık eşitsizliğidir. Ülkelerarası anlaşmalar yin göçü, biyo-tür ve geleneksel bilgi korsanlığı. ve bildirgeler insan haklarını gerçekleştirmek ko- nusunda diğer ülkelere yardım etmeyi öngörse b. Dolaylı zararlar: Ülkelerarası kotalar ve de, sınırötesi halkların sağlığı için harekete ge- borçlar gibi fakirliği derinleştiren faktörler, ülke- çilmesini güvence altına almamaktadır. Ülkeler, lerarası ticaret anlaşmalarında işçi sağlığının dik- sınırları içinde yaşayan insanların sağlıklı olması kate alınmaması. konusunda ilk sorumlular olarak kabul edilmek- tedir. Beyin Göçü Zengin ülkeler yetişmiş sağlık işgücü eksikle- Sağlık eşitsizlikleri, kaynaklarına göre üç bö- rini daha fakir ülkelerdeki sağlık çalışanlarını ak- lümde incelenebilir: tif veya pasif olarak çekerek gidermektedir. Kötü çalışma koşulları ve fırsat azlığı dolayısıyla fakir 1. Sağlığı belirleyen sosyal faktörlerin ülkeiçi ülkelerden, cazip şartlara sahip zengin ülkelere eşitsiz dağılımından kaynaklananlar: göç gerçekleşmektedir. Bazı gelişmiş ülkelerde hekimlerin üçte birine yakını daha az gelişmiş ül- a. Irk, kast, etnisite, din, cinsiyet ve coğrafya- kelerden gelmedir. ya bağlı eşitsizlikler 1980’lerde Gana’da yetişen hekimlerin % 60’dan fazlası ülke dışına göç etmiş, hekim ve b. Sağlık sektöründe kapasite kullanımı ve hemşire kadrolarının yarıya yakını boş kalmıştır. kaynak tahsisindeki yanlışlıklar Gelişmiş ülkelerin planlı çekimi, bazı güney Asya ve Afrika üniversitelerinden bütün hemşirelik 2. Sağlığı etkileyen şartların ülkelerarası eşit- mezunlarının göçmesine yolaçmıştır. siz dağılımından kaynaklananlar: Biyo - Korsanlık a. Tabii kaynakların ve tarım arazisinin azlığı; Yerel - geleneksel bilgi ticari menfaatlerle, kuraklık, sel ve hastalık taşıyıcılara maruziyet bedelsiz ve yerli halka herhangi bir dönüşü olma- dan edinilmektedir. b. İnsangücü, sermaye ve politik kültür açısın- dan dengesizlikler 3. Sağlığı tehdit eden ülkelerarası uygulama- lar, kuruluşlar, kural koyucu kurumlar ve anlaş- malardan kaynaklananlar: 54 hayatsağlık
Fakir ülkelerden korsanlıkla alınan bilgi pa- İhracata dayalı bir veya iki ürüne bağımlılık tentlenmekte ve fikir hakları ilkelerine göre koru- fakir ülkelerin ekonomilerini tahrip etmekte ve nan ticari bir meta haline gelmektedir. Bilgi, ge- kırsal alanlardaki geliri düşürmektedir. lişmiş ülkelere serbestçe girmekte ama serbestçe geri çıkması engellenmektedir. Gelişmiş ülkeler, kendilerine karşı ticari ted- bir alma eğilimindeki ülkeleri ise tehdit etmekte- Bitki ve hayvan türlerinin, genlerin ve ilaçla- dir. Dünya Sağlık Örgütünün Gerekli İlaçlar Lis- rın patentlerine sahip olan ve ülkelerarası anlaş- tesi politikasını benimseyen gelişmemiş ülkeler malarla korunan monopoller, yerel halkların eski ithalata engel koymakla suçlanmıştır. ilaçlarını hazırlamalarını, çiftçilerin binlerce yıl yaptıkları gibi tarım yapmalarını engellemekte ve Endüstrileşmiş ülkeler fakir ülkelerden ucu- faydalandıkları mirasın sahiplerine patentledikle- za ithal ettikleri ham maddeleri pahalı işlenmiş ri ürünlerini satmaktadır. madde olarak onlara ihraç etmektedir. Fakir ül- keden alınan tıbbi bir bitkiyi ilaç, demiri silah Bu durum, biyoçeşitlilik açısından zengin olarak geri satmak sık görülen örneklerdir. olan fakir ülkeler ile biyokorsanlık yapan şirket- lerin ev sahibi zengin ülkeler arasındaki eşitsizliği ** arttırmaktadır. Aslında çoğu zaman, fakir ülkelerin zengin ülkelerden istediği, yalnızca gölge etmemeleridir. Haksız Ticaret Ama zengin ülkeler, benimsedikleri politika- Gelişmiş ülkeler kotalar koyarak ithalatı kısıt- lar ve uygulamalarla fakir ülkelerin fakir kalma- lamakta, fakir ülkelerin düşük miktarlarda ürün sına zemin hazırlamakta ve insanların sağlığına satmalarına hak tanımaktadır. Halbuki kota artışı zarar vermektedir. fakir ülkelerin ekonomilerine yardım edecek ve Bu şekilde, fakirler kendi hazineleri için dilen- ülkelerarası yardım alma ihtiyacını azaltacaktır. ci haline gelmiştir. Gelişmiş ülkelerin çiftçilerini subvanse etme- si, ucuz işçilik dolayısıyla rekabet şansı olan fakir * 7-13 Mayıs 2011 tarihlerinde İstanbul’da yapılan ülke ürünlerinin girişine engel olmaktadır. 4.En Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesinin Sivil Toplum Fo- rumunda sunulan tebliğin çevirisidir. hayatsağlık 55
Jack Kevorkian’ın Ardından M. İnanç Özekmekçi Hekim ve ölüm kelimeleri arasında zihinler- bağlamında tartışmaya açarak; ölüme, insan ol- de karşıt çağrışımlar uyandıran bir tınlama manın anlamına, hekimliğin ve tababetin işlevine vardır. Ölüm hakkındaki kavrayışlarımız ne olur- dair daha somut tartışılmaların başlamasına ken- sa olsun -ister ebedi bir hayatın başlangıç eşiği, di gerçekleştirdiği bir dizi örnek üzerinden vesile ister bu dünyadaki döngünün sıradan bir parçası oldu. Madalyonun diğer tarafından bakıldığın- olarak düşünülsün- hekimlik, yaşatma çabasına daysa, aslında toplumlarda bu yönde bir yardım ilişkindir. Bu durum elbette kendi tarihselliği beklentisi olan, umudu tükenmiş ve yaşama se- içinde ölüm ve yaşama verilen toplumsal anlam- vinci sönmüş insanların da var olduğunu ve şayet lara göre değişen bir mahiyete sahiptir. Tıbbın yaşamdan yana tavır alınacaksa bu türden kişiler giderek teknik bir ‘mesele’ haline geldiği günü- için acilen yeni yaklaşımların pratiğe geçirilmesi müzde dahi hekimlik ‘hâlâ’ içten içe bir yaşama gerçeğini gözler önüne serdi. tutundurma, en azından acıyı ve ızdırabı azalta- rak yaşatma pratiği olma özelliğini devam ettir- Jack Kevorkian’ın ölüm olgusuyla arasında mekte. Ne var ki, terminal dönemdeki hastalar garip bir bağ kurduğu anlaşılıyor. Kevorkian, ya da hayatını artık bir başkasına muhtaç olarak henüz yeni mezun genç bir hekimken Detroit’te devam ettirmek zorunda olan kişiler üzerinden çalıştığı hastanede hastaların ölüm anında gözle- yürütülen ötenazi ve hekim destekli intihar tar- rinin nasıl değiştiğini kaydetmek için hastaların tışmaları, hekimlik ve ölüm arasındaki ilişkiyi başucuna fotoğraf makinesi yerleştirir. Ölümden giderek daha tartışmalı hale getiriyor. Geçtiğimiz önce, ölüm anında ve hemen sonrasında has- Haziran ayında hayatını kaybeden ABD’li pato- tanın korneasının geçirdiği aşamaları pozlar ve log Jack Kevorkian, nam-ı diğer Dr. Ölüm, he- bunu 1956’da ‘Fundus Oculi ve Ölümün Tespit kimlik ve ölüm arasındaki aşina olduğumuz iliş- Edilmesi’ başlıklı makalesiyle yayınlar.1 Kevorki- kide, kendisine has keskin üslubu ve uygulama- an için ölüm sadece biyolojik bir süreçten ibaret- larıyla derin bir kırılma yarattı. Hekim destekli tir ve aslında ölüm olgusu maddesel bir çerçeve- intihar kavramını kamusal alanda insanlık onuru de kavrandığında pekâlâ dünyada geriye kalanlar kavramı üzerinden ve ‘kendi isteğiyle ölme hakkı’ için yeni ‘fırsatların’ ortaya çıkışına zemin hazırla- yabilir. Bu bağlamda insan denen varlık da aslın- 56 hayatsağlık
da Kevorkian için son derece mekaniktir ve ölüm har eylemleri üzerinden ortaya çıkan tartışmalara bu mekanizmanın işleyişinin durmasıdır. O halde bakmakta fayda var. neden bu mekanizmanın çarkları tam olarak işle- vini yitirmeden, bir başka makine için yedek par- Kevorkian’ın hekim destekli intihara yönelik ça sağlamasın? Kevorkian’ın böyle bir mantıkla ilk girişimi 1987 yılında Detroit’te yerel bir gaze- hareket ederek daha sonraki projelerini temellen- teye ‘danışman hekim’ olarak verdiği ilanla başlar. dirdiği rahatlıkla söylenebilir. Örneğin, idam ce- Kevorkian’ın ilk resmi ‘müşterisi’ ve ABD’nin zasına çarptırılmış mahkûmların infaz anının tıb- bilinen ilk hekim destekli intihar vakası olarak bi deneyler için kullanılabileceğini ileri sürmüş- kayıtlara geçen kişi Janet Adkins adında, Alz- tür. Mahkûmlar pekâlâ anesteziyle uyutulabilir, heimer başlangıcı olan 54 yaşında bir kadındır. bedenleri üzerinde tıbbi deneyler yapılabilir ve 1990-1998 arasında 130’dan fazla kişinin intiha- daha sonrasında vücutlarına ilaç enjeksiyonu ile rına yardımcı olan Kevorkian’ın aslında ironik bir idamları gerçekleştirilebilirdi. Böylelikle tıbbi de- biçimde 1991 yılında hekimlik lisansı Michigan neyler için harcanacak olan milyonlarca dolardan eyaleti tarafından iptal edilmiştir. Dolayısıyla he- tasarruf edilebileceği gibi nakillerde kullanılmak kim destekli intiharın bayraktarı olan kişi, eylem- üzere organ da temin edilebilirdi.2 Mali verimlilik lerinin büyük çoğunluğunu hukuksal anlamda ve insan bedeni üzerinden hesap-kitap yapmak, hekimlik sıfatını haiz olmadan gerçekleştirmiştir. çoğu zaman insan denen varlığı ve onun içinde Kevorkian, ilk başlarda kendi hazırladığı oldukça yaşadığı karmaşık toplumsal ilişkileri basit bir or- basit işleyen ve hurdacılardan toplanmış parça- ganizma ilişkisi olarak düşünenlerin ilk başvuru lardan oluşan bir düzenekle ‘hastalarına’ ‘destek’ noktalarıdır ve hiç de alışılmadık değildir. Bunu oluyordu. Kevorkian’ın bu süreçteki rolü kendi Kevorkian açısından ilginç kılan nokta, aşağıda imal ettiği ve Thanatron (ölüm makinesi) adını ele alınacak olan hekim destekli intihar fikrinin verdiği bu düzeneğe hastayı bağlamaktı. Bundan hem Kevorkian hem de bu fikri savunanlarca ‘in- sonrası hastanın, hayatına son verecek olan kim- san onuru’ kavramı üzerinden kamusallaştırılma yasalların vücuduna girmesi için bir düğmeye çabalarıdır. Mesela Kevorkian’ın bir ölüm meleği olmaktan çok tıbbi bir dâhi olduğunu düşünenler açısından kendisinin idam mahkûmlarına yöne- lik bu projesi aslında elektrikli sandalye ile idam edilenlerin acı duymamalarına yönelik insani bir bakış açısını yansıtmaktadır. Ancak o kadar onura sahip olduğu düşünülen insan evlatlarının neden idam gibi bir cezaya muhatap olabileceği şeklin- deki daha temel bir soru göz ardı edilmektedir. Benzer şekilde, belirli bir gruptaki insan için, bu insanların sahip olduğu onurun açığa çıkarılma- sının yegâne yolunun ötenazi ve hekim destekli intihar yoluyla onların hayatlarına son vermek olup olmadığı sorusunun es geçilmesinde olduğu gibi. Acaba insanın onuru sadece bireysel olarak ele alınabilecek, kerameti kendinden menkul bir değer midir, yoksa o onur aslında toplumsal alan- da diğer fertlerin de sorumluluk sahibi olduğu bir toplumsal ilişkiler ağında mı ortaya çıkar? Tam da bu noktada Kevorkian’ın ismini esas olarak dünya çapında duyurduğu hekim yardımlı inti- hayatsağlık 57
basmasından ibaretti. Hekimlik lisansının ipta- min etmek ya da örneğin bir enjeksiyonla işlem linden sonraki dönemde ise ölüm makinesi için gerçekleştirilecekse damara zerk edilecek ilacın gerekli olan kimyasallara ulaşması yasal olarak dozunu ayarlamak gibi ölüm işleminin gerçekleş- imkansız hale geldiği için, karbon monoksit de- mesine teknik yardım sağlayan kişi konumunda- polanmış bir teneke ile bir gaz maskesinden olu- dır. Dolayısıyla ilk bakışta, hekim destekli intiha- şan ‘Mercy Machine’i (merhamet makinesi) ge- rın, hekimlerin karar verici bir rolde olmaması ve liştirerek icraatına devam etmiştir. Kevorkian’ın ölme kararının son kertede hastalara bağlı olması önce ABD daha sonra tüm dünyada tanınan bir nedeniyle ötenaziye oranla daha az suiistimal figür haline gelmesi, 1998 yılında Thomas Youk riski taşıdığı düşünülebilir. Aktif ötenazide talep adında ALS’den (Amyotrophic Lateral Sclerosis) eden hasta ve eylemi icra eden hekim olduğun- muzdarip bir hastaya uyguladığı istemli ötenazi dan, hekimin karar verme aşamasında dış faktör- eyleminin video kayıtlarının televizyonda ya- lerin etkisine daha açık olduğu iddia edilebilir. yınlanmasına izin vermesiyle olmuştur. Video Diğer yandan nihayetinde eylemi icra eden has- kaydında Kevorkian yetkililere ya kendisini suç- tanın kendisidir ve son anda bile olsa onu ölüme lu bulmaları ya da eylemlerini engellemeleri yö- taşıyacak olan düğmeye basmaktan ya da kimya- nünde provokatif bir çağrıda bulunmuş, hemen sal dolu sıvıyı içmekten vazgeçebilecektir. Ancak akabinde ikinci dereceden cinayetten tutuklan- bu detayların hiçbirisi; karar alıcı özneler ve belki mıştır. 2007 yılında tahliye olan Kevorkian bu ta- de bu bağlamda sorumluluklar farklılaşsa bile rihten ölümüne kadar geçen süreç içerisinde yeni ötenazi ve hekim destekli intiharın taşıdığı mahi- bir eylemde bulunmamıştır. yeti çok da farklılaştırmamakta ve her ikisi için de ortaya konan olumlu ya da olumsuz yaklaşımlar Hekim destekli intihar kavramı, Kevorkian’ın aşağı yukarı örtüşmektedir.3 açtığı yolda 1990’lardan bu yana hem akademik düzeyde hem de politik arenada ötenaziyle bir- Hekim destekli intiharı savunanların, ki buna likte giderek daha çok tartışılan bir mesele haline ötenazi savunucuları da dâhildir, dayandıkları gelmiştir. Hekim destekli intiharı ötenaziden ayı- iki temel argümanın olduğu söylenebilir. Bun- ran en önemli özellik, hayata son verme işleminin lardan ilki bu işlemin terminal safhada bulunan kontrolünün tamamen ya da kimi durumlarda acı içindeki hastaların çektiklerine bir son verme büyük oranda hastanın elinde olmasıdır. Destekli aracı olduğudur. Bu anlamda aslında intihara intiharda hekim, eylemi gerçekleştirecek aleti te- yardım eden doktor bir ölüm meleğinden ziyade adeta acı çeken insanlara nihai huzur veren bir kahramanı andırmaktadır. Bu noktada bu argü- manın hastaların acılarına nihai bir son vermeyi amaçladığını, ama aslında acıların palyatif çö- zümlerle hafifletilebilme ihtimali olduğunun göz ardı edildiğinin altı çizilmelidir. Kaldı ki, intihar etmeyi kafasına koymuş bir kimsenin bunu illa bir hekim yardımıyla gerçekleştirmesinin anlamı nedir? Örneğin hava gazını açarak uyku halinde de terk-i dünya etmek varken bunun hekim eliyle gerçekleştirilmesi yolunun intiharın da aslında medikalleştirilebilir bir alana mı işaret ettiği so- rusu sorulabilir. Gerçekten de, intihar sürecine yönelik yapılan ‘hekim yardımı’ vurgusu hem mahiyeti itibarıyla bir ötenazi şekli hem de as- lında intihar olgusunu kamufle etmeye yönelik bir kullanım şeklinde de ele alınabilir. Savunulan 58 hayatsağlık
aslında intihar değil de sanki tıbbi bir prosedü- toplumsal alanda yalnızlaşan bireyin feryadıdır. rün yerine getirilmesi şeklinde sunulmaktadır; Dolayısıyla hekim destekli intihar olgusu, hekim- oysaki hekimin teknik desteği bu işi ‘daha az in- lerin böylesine bir eylemde yer alıp almamasını tihar’ yapmamaktadır. Diğer yandan, ‘insan onu- sorgulayan etik tartışmaların da ötesinde, insan- ru’ kavramı gerek Kevorkian’ın gerçekleştirdiği toplum-devlet ilişkisini sorgulayan ve sisteme kendi eylemlerine bir meşruiyet atfetme çabala- yönelik bir düşünme pratiğini içermek zorunda rında gerekse de hekim destekli intiharın yasal olan bir alandır. Hekim destekli intiharı savunan- hale getirilmesini savunanlarca altı en çok çizilen larca ileri sürülen ikinci argüman, ölmeyi seçe- kavramdır. Hekim destekli intihar tartışmaları, bilmenin bir hak olduğu ve kendi bedenlerinin sanıldığının aksine terminal safhadaki hastaların yegane sahibi olan bireylerin kendi bedenleri fiziksel acılarını dindirmenin bir yolu olmaktan üzerinde özgürce tasarrufta bulunabilmesinin ziyade, hastalık sonucu ‘elden ayaktan düşme- mümkün olması gerektiğidir. Özellikle hekim nin’ yol açacağı sonuçlar bağlamında hastaların destekli intiharın yasallaştırılması yönünde çaba geleceğe ilişkin duydukları kaygılar ekseninde harcayanların üzerinde durdukları nokta bunun ilerlemektedir. Zamanında Jack Kevorkian’la bir tercih meselesi olduğu yönündedir. İnsanlar da beraber çalışan ve hekim destekli intiharın artık yaşamak istemiyorsa onları yaşamaya zorla- önemli savunucularından olan Janet Good bu manın ne anlamı vardır? Bu çerçevede ölme hak- durumu şu şekilde belirtiyor: “Ölmek istememi- kı siyasal anlamda, devlet-birey geriliminde dev- zin nedeni acı değil, yaşayacağımız onursuzluk letin bireyin bedeni üzerinde müdahale hakkının durumu. Kendi başımıza yataktan kalkamama ya olmadığını savunur. Aslında oldukça kaba liberal da tuvalete gidemememiz. İnsanlar, annelerinin bir tavırla birey, sanki bu dünyada kendi halinde ya da kocalarının altlarını temizlemelerine daya- izole bir organizma olarak değerlendirir. namayacaklarını söylüyorlar.”4 Bu noktada, insan onuru kavramıyla bir bakıma ileride düşülmesi Diğer yandan Kevorkian’ın açtığı yolda, he- muhtemel bir özürlülük hali arasında adeta bir kimlerin hastaların intiharına yardımcı olabilme- tezatlık kurulmaya çalışıldığı söylenebilir.5 Çok lerinin yasal zemine taşınması konusu Batı’da göz daha geniş bir perspektifle ele alındığında, ba- ardı edilemeyecek oranda bir kamuoyu desteği kıma muhtaç duruma düşme endişesiyle hekim bulmuştur. Ortaya çıkması oldukça muhtemel destekli intihara yönelenleri olumlamak, onların hukuki, etik, sosyal ve hatta siyasal sorunları gerçekten de toplumsal bir yük olan, değersiz ve görmezden gelsek dahi, hekim destekli intiharın hayatta kalmaları için çaba sarf edilmesi gereksiz özneler olarak kurgulamanın yolunu açabilir. Ancak böylesine bir toplumsal kurgunun, sa- dece ileriki bir tarihte düşülmesi muhtemel olan bir özürlülük durumuna yönelik olmayabilece- ği ve toplumda halihazırdaki özürlü kişilerin de değersizleştirilmesine yol açabilecek bir anlayışa zemin hazırlayacağı hiç de uzak bir ihtimal değil- dir. Hele ki, içinde bulunduğumuz ‘maliyetler’ çağında tıbbın geçirdiği dönüşüm göz önüne alındığında, özürlülerin bakım maliyetlerine katlanmaktansa onları onurlarıyla ölmeye teşvik eden bir toplumsal algıyı pompalamak neo-li- beral zihniyete cazip bile görünebilir. Bir başka açıdan bakıldığında, hastaların ya da özürlülerin kendilerinin bakımına yönelik endişeleri tam da hayatsağlık 59
“Hepimiz öleceğiz! Bunda ne yanlışlık var?” (Hayatını konu alan ‘You Don’t Know Jack’ adlı film vesilesiyle Jack Kevorkian’la,yapılmış söyleşiden bir bölüm. Çeviri: Altay Ünaltay) ..Ne tür bir hizmet sunuyorsunuz? hastasının acılarını dindirmektir. Aynısı akıl has- Tıbbi bir hizmet. Siyasi ya da hukuki değil, talığı için de geçerlidir. Öyle insanlar vardır ki, sadece tıbbi bir hizmet. Size kalp naklini nasıl ömür boyu bir akıl hastalığının pençesinde kıv- yapacağınızı söyleyen kanunlar ya da öngören ranırlar ve hiçbir şey onlara yardım etmez. Hiçbir bir siyaset yok, öyle değil mi? Sorun Amerikan şey. Ne yapacaksınız? Bedenin dokunulmazlığı Tıp Birliği’nde. Ötanaziye karşılar; onu bir suç vardır diyerek onları o halde mi bırakacaksınız? eylemi olarak görüyorlar. Beni toplum önünde Bunu yapamazsınız. Kendi bedenlerimizi kutsal suçlu ilan ettiler ve cezalandırılmam gerektiğini ilan etmek gibi hezeyanlara tutuluyoruz. Ben düşünüyorlar. Yani sorun onlarda. Ben büyük kutsal değilim; siz kutsal mısınız? Bize tıp fakül- sermaye ile, ilaç sanayii ile savaşıyordum. Onlar tesinde kutsallık öğretilmedi. Bunun tıp ile ilgisi ölen hastalardan milyarlar kazanıyorlar. Yerleşik yok. Acı çeken zavallı bir hasta, doktor olarak size kanunlarla, hükümetlerle, mahkemelerle sava- geldiğinde, göreviniz ona yardım etmektir. Ge- şıyordum. Bunların hepsinin korumakla görevli risi önemsizdir ve eğer dininiz bunu yapmanıza olduğu milyarlarca dolar var. Dolayısıyla ben suçlu oldum. engel ise, yanlış meslektesiniz Yoksa onların insanların acıla- demektir. Gidin, din adamı rına aldırdığı yok. olun. İnsanlar sizi gördükle- rinde nasıl davranıyor? İtirazların çoğu dini bas- Hiç tanımayanlar gözle- kılardan mı kaynaklanıyor? rinde yaşlarla bana geliyorlar. 40-50 yaşlarındaki adamların Birçok insan bana dini kalabalık trafikte yolun kar- nedenlerle itiraz ediyor. Yine şısından koşup geldiklerini, bazı çaresiz insanlar var ki, elimi sıktıklarını gördüm. En onlar kendilerini buna zor- ilginci de cezaevindeydi. Bir layacağımızı zannediyorlar. aile, yakınlarıyla görüşüyor- Halbuki bu sizin seçiminiz. du. Ailenin annesi geldi ve Neden kendi hakkınıza karşı bana fısıltıyla ‘Sizi kucaklayabilir miyim?’ dedi. savaşıyorsunuz? Zırvalık bu. Ayağa kalktım ve beni kucakladı, oysa bu yasaktı. İnsanlar propagandayla bu Sandalyenizden kalkamazdınız. Ama kimse bir zırvalıklara inandırılıyorlar. şey söylemedi. Yolda gezerken her gün yaşıyo- İnsanların ötanaziye karşı tavırları siz hap- rum. İnsanlar bana gelip ‘Büyük bir iş yapıyor- se girdiğinizden beri değişti mi? sunuz, devam edin, bize yardıma devam edin’ Öyle düşünüyorum. Şimdi altı ülkede insan- diyorlar; ‘Çok cesursunuz’ diyorlar. Öyle değilim lar bunu istiyorlar: İngiltere, Kanada, Yeni Zelan- oysa. Sadece yapılması gerekeni yapıyorum. Aziz da, Avustralya, İtalya ve Fransa’da. Tababet hala Augustine ve Platon’un bir sözü vardır. Derler ki buna karşı; hükümetler de öyle. Ama bilir misi- ‘Kimseye doğru iş yaptığı için teşekkür etmeyin; niz, 1936’da (İngiltere’de ç.n.) Kral VI. George zaten o görevidir.’ zatürreye yakalanmıştı ve acı çekiyordu. Antibi- Yani bunu bir görev olarak görüyorsunuz. yotiklerden önce bu ölüm demekti. O zamanlar Bir doktorun görevi, eğer iyileştiremiyorsa, ünlü bir doktor vardı, aynı zamanda parlamento üyesiydi; adı Lord Dawson’du. Kraliyet ailesi ona müracaat etti ve onun kralın acısını sona erdirme- ye yardımcı olup olamayacağını sordular. Bunu 60 hayatsağlık
iyi anlayın. Kraliyet ailesi Kral’a karşı cinayet iş- haysiyet kırıcı. İşte o zaman bu hakkın ne kadar lenmesini istiyor. Ve o da yaptı. Krala ilaç enjekte değerli olduğunu anlarsınız. Bu aslında en değerli etti ve hayatını, acılarını sona erdirdi. Eğer bu bir haklarımızdan biri. Sizin her an kendinizi öldür- krala layık ise, sizce bir çöpçüye de layık değil mi- me, intihar hakkınız vardır. Bedeninizin sahibi dir? sizsiniz, başkası değil. Bu ülkede bir tavır değişikliği farkettiniz İlk kez bu intihar yardımlarını başlattığı- mi? nızda olay nasıl görünüyordu; bu kadar büyü- yeceğini tahmin ettiniz mi? Bizimkisi herhalde İngilizce konuşan ülkeler arasında ötanazi hakkını tanıyan son ülke olacak- Hiçbir fikrim yoktu. Konuyla ilgili bir makale tır. Halbuki bu hak anayasada var. Anayasa Ek 9 yazacaktım; ama bunu ABD’de yayınlayamaz- der ki, bir hak anayasada zikredilmese dahi, bu dım, bunu biliyordum. Patırtı zaten ilk olayla bir- halkın o hakka sahip olmadığı şeklinde yorumla- likte başladı. Hastanın kalbinin tam olarak ne za- namaz. Siz doğal haklarla doğarsınız. Kadınların man durduğunu gösteren bir kardiyogram aletim seçme seçilme hakkı hep vardı. Onların kürtaj vardı. Bunu başkası yapmaz. Bu bir tıbbi prose- hakkı da hep vardı. Bu sadece yasadışı ilan edildi. dürdür. Her şey bitince iki kız kardeşimle birlikte Aynı şekilde, ötanazi hakkınız da vardır. Kendini- bir kahve içmek için Dixie karayolunda bir yerde zi öldürme hakkınız vardır. durduk. O zaman şöyle dediğimi hatırlıyorum: ‘Birkaç vaka sonra konu hakkında bir makale ya- Hapiste olmak nasıl bir duygu? zıp biraz bilinç uyandırabilirim.’ Tüm istediğim Zannedildiği kadar zor değil, çünkü ben bir buydu, ama eve geldiğimde telefonun zili susma- suçlu değildim. Mahkumların ve gardiyanların dı. O zaman neyin içine düştüğümü anladım. Er- çoğu da bana destek oldu. Benim bir suçlu ol- tesi gün resmimi tüm gazetelerde, tüm TV’lerde madığımı biliyorlardı, yaptığımın cinayet olma- gördüm. Olay bir kasırgaya dönüşmüştü. dığını biliyorlardı. Herkes bunu biliyor aslında. Bir veteriner benim insana yaptığımı bir hayvana İnsanlar yöntemlerinizi merak etti mi? yapsa kimse onu hapsetmez. Kimse ‘Bu köpeği İnsanların ilgisini, yaptığım düzenek çekti. uyutamazsınız, vücudu kutsaldır’ demez. Eğer ilacı doğrudan ben zerketseydim, beni cina- Belki de insanlar, kendileri ya da sevdikle- yetten içeri tıkarlardı. Böylece otomatik çalışan ri ölüme yakın olmadan ölümü anlamıyorlar. bir düzenek yaptım. Hastanın kendisi düğmeye Biliyor musunuz, insan o aşamaya gelince basıyor ve işlemi başlatıyordu. Düzeneği kurmak ölüm korkusunu kaybediyor. Hiçbir hastamda, için bitpazarına gidip parçalar almak ve birleştir- bir tekinde bile ölüm korkusu yoktu. Ona hoş mek birkaç haftamı aldı. geldin dediler, ‘Haydi artık gidelim’ dediler. Dini Düzeneğin adı neydi? olarak ölümün büyük bir düşman olduğuna şart- Thanatron ya da Mercitron deniyordu, ama landırılmışız. Halbuki o tabiatın bir parçası! He- önemi yok. Aslında hiç ismi olmasa daha iyi. pimiz öleceğiz! Bunda ne yanlışlık var? Sadece Zaten yaptığıma da ötenazi demiyorum. Öte- yokluğa gidiyorsunuz! Aman ne büyük şey! Za- nazi ve intihar yardımı olumsuz manalar taşıyan ten yokluktan gelmiştik; bu o kadar kötü müydü? kelimeler, ama tıbbi tabirler değiller. Ötanazi ‘iyi Hiçbir şeyden korkmadılar mı? ölüm’ demektir. Ölümden bahsedilir, ama acıları Acılarının sürmesinden korktular, kesinlikle. bitirmekten bahsedilmez. Dolayısıyla ben ‘acıları Eğer yeterince uzun yaşarsa, herkes bir gün bu sonlandırmak’ manasında Yunanca bir tabir kul- noktaya gelecek. Şanslı iseniz bir kazada ölürsü- landım: ‘Patholysis’. Bence böyle denmeli.. nüz. O zaman bu kadar çekmezsiniz; sadece az bir acı ve her şey bir anda biter. Ama son noktaya Söyleşinin tamamı için bkz: http://www.hbo.com/ dek yaşarsanız; vücut faaliyetleriniz teker teker movies/you-dont-know-jack/inside/interviews/in- durur, birilerinin size bakması gerekir, sizi yıka- terview/jack-kevorkian.html ması, yatakta çevirmesi, tuvalete götürmesi... Bu hayatsağlık 61
yasal olarak talep edilebilir hale getirildiği yani lamayan ve kapsamlı bir tartışma ortamını gerek- bir bireysel hak olarak hukuki meşruiyet kazan- tiriyor. Kısaca söylemek gerekirse, Kevorkian’ın dırıldığı bir durumun; hekimlerin yeni bir hasta eylemleri o kadar sansasyoneldir ki ortaya çıkan grubuyla farklı bir düzlemde ilişki kurmalarını tartışmalar çoğu zaman işin hastalar boyutunu gerektireceği aşikârdır. Bu tür taleplerle karşıla- magazinsellikle gölgelemiştir. Bu anlamda as- şan hekimlerin, hastalara intihar kararı aldıran lında Kevorkian’ın sonuçları ne olursa olsun bir faktörleri tahlil edebilecek, depresyonda olup toplumsal gerçekliği ya da beklentiyi gözler önü- olmadıklarını ince eleyip sık dokuyarak araştıra- ne serdiğinde kuşku yoktur ve bunun üzerine çok bilecek ve hatta hasta üzerinde çevresinden gelen boyutlu olarak düşünülmesi gereklidir. Ancak, bir baskının olup olmadığını gözlemleyebilecek Kevorkian’ın ‘katkısı’ sadece bir beklentinin açı- bir donanıma sahip olması gerekmektedir.6 He- ğa çıkarılmasıyla kalmamıştır, bunun hem yasal kim-hasta ilişkilerinin zaten kişisel düzeyde ku- olarak bir çerçeve içinde oturtulma girişimlerini rulan ilişkiler olmadığı ve hasta ile birebir ilişki hem de bunun olası sonuçlarının ne olabileceği- kurup onun içinde bulunduğu koşulları da dikka- ne dair tartışmaları da tetiklemiştir. te alan bir hekimlik anlayışının yitirildiği günü- müzde böylesine bir donanımın nasıl sağlanacağı Kaynakça ise şüphelidir. 1. http://www.life.org.nz/euthanasia/abouteutha- Ortaya çıkan tartışmalar ekseninde Kevor- nasia/history-euthanasia13/ kian kimilerince bir tabuyu yıkan kahraman, kimilerine göre de bir katil olarak görülmüştür. 2. Betzold M. Appointment with Doctor Death. Ancak, Kevorkian’ın eylemlerinin çarpıcılığı ve Momentum Books, 1993’den aktaran http:// adeta sıra dışı görsel bir şova dönüşmüş olma- www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/kevorkian/ sı; ötenazi ve hekim destekli intihar konusunun aboutk/drdeathchapters.html daima bu uç örnekler üzerinden tartışılarak, ha- yatına artık bir son verilmesi talebinde olanların 3. Dixon N. On the difference between physician- bu taleplerinin arka planında yatan etkenlerin bir assisted suicide and active euthanasia. Hastings kenara itilmesine neden olmuştur. Kevorkian’ın Cent Rep 1998; 28 (5): 25-29. çarpıcı eylemleriyle ortada var olan ve üzerinde kamusal olarak düşünülmesi gereken talebi sert 4. Golden M, Zoanni T. Killing us softly: the dan- bir şekilde ‘göstermesi’, hekim destekli intiharla- gers of legalizing assisted suicide. Disabil Health rın ya da ötenazinin kategorik olarak hemen ya J 2010; 3(1): 16-30. toptan kabul edilebilir ya da toptan reddedilebi- lir kavramlar olarak konumlandırılmasına da yol 5. Dore M. Death with dignity: what do we advise açmıştır. Oysaki konunun hassasiyeti kategorik our clients? King County Bar Association, Bar olarak kabul ediş-reddediş şeklinde bir ikili zıt- Bulletin, May 2009. http://www.kcba.org:80/ lıktan ziyade duruma bağlı, sosyal faktörleri dış- newsevents/barbulletin/archive/2009/09-05/ article5.aspx 6. Drickamer MA, Lee MA, Ganzini L. Practical is- sues in physician assisted-suicide. Ann Intern Med 1997; 126: 146-51. 62 hayatsağlık
söyleşi Cengiz Çakmak ile ‘Felsefe ve Tıp’ Üzerine Cengiz Çakmak Söyleşi: Hakan Ertin 1991 yılında ‘Platon Felsefesi’nde Anlam Önce felsefeyi konumlandırarak başlayalım. Şunu Problemi’ adlı tezle doktor unvanını alan sormak istiyorum: Felsefe insanı anlamamıza yar- Cengiz Çakmak; 1994 yılında doçent, dım eder mi, ederse nasıl yardımcı olur? 2006 yılında profesör oldu. Cengiz Çak- mak halen İstanbul Üniversitesi Felsefe Felsefi açıdan sorgulanmamış, soruşturulmamış bir ha- Bölümü, Felsefe Tarihi Anabilim Dalı yat yaşanmaya değmez diyor Sokrates. Bunun anlamı şu; in- Başkanlığı görevini yürütmektedir. Baş- sanlar belirli bir dünya görüşü içine doğarlar, o dünya görüşü lıca çalışma alanları Antik Çağ Felsefesi, çerçevesiyle olayları, durumları yorumlarlar. Ana hatlarıyla Bilgi Felsefesi ve Dil Felsefesidir. Heraklei- şu şekilde de ifade edebiliriz, içine doğdukları dünya görü- tos, Platon ve Wittgenstein üzerine yaptığı şü insanlara bir doğa tasavvuru sunar ve böylelikle insanlar çalışmalarla tanınmaktadır. ilk olarak doğaya ilişkin bir anlam yükleme çabası içindedir. İkinci olarak ki bu da önemli noktalardan biridir; o dünya 64 hayatsağlık görüşlerinin insana ilişkin bir tasavvurları vardır, üçüncüsü Tanrıya ya da aşkın olana ilişkin görüşleri vardır. İşte felse- fe de doğaya ilişkin, insana ilişkin ya da bedene ilişkin bu görüşlerimizi, fikirlerimizi sorgulamak, elekten geçirmek, bunları yerli yerine oturtmaktır. Felsefesiz bir hayatın, fel- sefesiz bir yaşama tarzının ne kadar anlamlı olacağını bana sorarsanız şöyle diyebilirim; felsefesiz bir hayat inandığımız kabul ettiğimiz fikirleri sorgusuz sualsiz kabul etmektir. İlk filozoflardan itibaren baktığımızda, sorgulanmamış, sorgu- lamadan geçirilmemiş bir hayat yaşanmaya değmez fikri ha- kimdir. Felsefenin ortaya çıkışı; inandığın bir şeye nasıl ina- nıyorsun, bunun gerekçesi nedir gibi sorularladır. Tabi ki şu hususu da burada belirtmekte yarar var, Türkiye’de felsefe
söyleşisöyleşi pek yerli yerine oturtulmamıştır, genelde bir laf ebeliği, bir noktamız olan ontos yani bir derinliği olan varlık modern edebiyat olarak görülmüştür. Felsefe ise bizim kendimizin dönemde khrematos yani bir metaya dönüşürken; ikinci kabul ettiği fikirleri yerli yerine oturtma çabası olarak nite- kavramımız olan logos yani derleyip toplayan, hayatı çekip lendirilebilir. çeviren, varlığın içinde bulunduğu var sayılan zihniyet loji- ye dönüşmüştür. Bu da geçmişten günümüze ciddi anlamda Geçmişin filozof hekimlerinden günümüzün adeta bir derinlik ve mana kaybının var olduğu anlamına gelmek- teknik eleman niteliğindeki hekimlerine doğru bir dö- tedir. nüşüm süreci yaşanıyor. Bu süreci felsefi olarak nasıl anlamlandırabiliriz? Bu dönüşümün sebepleri nedir? Bu dönüşümün bir psikodinamiği var mı? Neden bu dönüşüm oldu? Elbette bu tip olayların çok farklı yorumu, açıklaması, anlamlandırılması vardır. Sadece birkaç nedene dayanarak Psikodinamiği var ama bu psikodinamiğin arkasın- bunu açıklayamayız ama elimizdeki iki kilit sözcükten, iki da tarihsel, ekonomik, sosyal bir yön de var. O yön de şu; terimden hareket edebiliriz. Geçmişin filozof hekimlerini Yeni Çağ ile beraber ya da moderniteyle beraber Batı dü- ya da bugünün teknikleşen hekimlerini anlamak istiyor- şüncesinde varlığın derinliği bozulmaya başlıyor. Bunun sak iki ayrı kozmolojiyi değerlendirmek gerekir. Geçmişin da ilk örneği Descartes’dır. Descartes’ta varlık şizofrenik filozof hekimlerinin yaşadığı dünyada doğa anlayışı, Tanrı bir şekilde ikiye parçalanıyor. Bir tarafta yer kaplayan Rex anlayışı, ontolojik anlamda varlık anlayışı farklıydı. Bizim Extensa denen bir zihniyet ortaya çıkıyor. Bunu da şu şe- bu durumu irdelememiz ve deşmemiz gerekir. Zaten hekim kilde ifade edebiliriz: İnsan bir kozmostur, yani derinliği sözcüğüne vurgu yaptığımız zaman filozof hekim demek as- olan, şiiri olan, sırrı olan bir varlıktır ama Descartes ile be- lında fazladan bir söyleyiş olur. Hekim zaten aynı zamanda raber bu kavrayış Rex Extansa’ya, yani yer kaplayan varlığa hakim olan kişidir, hakim de bizim bugün filozof dediğimiz dönüşüyor. İnsanın varlığı, sırrı, büyüsü bozuluyor. Varlık kelimenin Arapçadaki karşılığıdır. Eski çağda yaşayan ilk yer kaplayan bir nesneye indirgenmiş oluyor. Ancak tabii hekimlere ve onların yaslandığı dünya görüşüne ya da koz- Descartes, bu arada düşünen varlığı yani Res Cogitans’ı ayrı mologiasına –ki ben kozmoloji ya da kozmologia diyorum bir yerde tutuyor ki bu çok daha büyük bir probleme yol ki modern kozmolojiyle karışmasın- baktığımızda bunların açıyor. Modern tıp açısından bakıldığında şu üçlüyü alt alta varlık merkezli düşünen insanlar olduğunu görürüz. Varlık merkezli düşünmek ya da diğer bir ifadeyle ontos merkez- li düşünmenin anlamı da şudur; varlığın kendi içinde bir değeri, bir manası, bir sınırı vardır. Sizin düşüncenizin bu sınıra uyması, bu sınıra göre davranmanız gerekiyor. Şimdi örneğin Hippokrates’e baktığımızda, onun düşüncelerinin arkasında Pitagorascı etkileri fark edebiliriz ama bundan da önemlisi bu etkilerden de önce Hippokrates için varlığın, varlıkların tek başına bir değeri, sınırı ve bir manasının ol- duğunu görebiliriz. Diğer yandan modern dünyaya baktığı- mızda ontos merkezli düşüncenin yerini khrematos denilen yani kullanılan nesne ya da tam anlamıyla söylersek mal ya da meta fikrine terk ettiğini söyleyebiliriz. Bir yanda insanı ontik bir varlık olarak kurgulamak öbür yanda ise bir meta ya da herhangi bir kullanım objesi olarak görmek söz ko- nusu. Bu sorunuzda belirttiğiniz dönüşümün tahlili için ilk anahtarımız. İkincisini ise şu şekilde ifade etmek mümkün: Hem Batı’da Ortaçağ’da ve hem de İslam düşüncesinde de devam eden; Antik çağda varlığın bir telosunun, anlamının, onların deyişiyle bir logosunun olması durumu var. Birinci hayatsağlık 65
söyleşi koyduğumuz zaman şöyle bir sonuca ulaşıyorum: ilk olarak sahip o da. Bu da modern hekimin artık teknikleşmiş bir he- ontostan khrematos yani mallaşmaya, metalaşmaya; ikinci kim olduğu anlamına geliyor. olarak, logosun derinliğinden düz, yalınkat ve sadece bilim- sel bilgi olarak görülen lojiye; üçüncü olaraksa kozmos dü- Bilimle biz her şeyi anlayabilir miyiz? Anlayamadı- şüncesinden yer kaplayan Rex Extansa denilen varlığa doğ- ğımız şeyler var mıdır? ru bir dönüşüm var. Rex Extansa ile artık canlılığı mekanik materyalist süreçlere indirgiyorsunuz. Bilim yoluyla her şeyin anlaşılabileceği fikri Aydınlan- ma Döneminin takıntılarından bir tanesidir, ama artık böy- Bugünkü modern tıbbın teknikleşmesi açısından ele le düşünülmüyor. Zannediyorum bu fikri biraz Heidegger, alırsak, modern tıpta hastayla hekim arasındaki amiyane kısmen de Wittgenstein ilk döneminde zedeledi. Özellikle tabirle yabancılaşma -bunu kopukluk olarak da ifade ede- Descartes sonrası dönemde geçerli olmaya başlayan, gere- biliriz- şuradan kaynaklanıyor. Canlılık ya da varlık Rex ken veriler toplanıp iyi de bir teori kurulduğunda her şeyi Extansa’ya indirgendiği zaman artık o varlık ölçülebilir, bi- bilmemizin mümkün olduğunu savunan bir zihniyet vardı. çilebilir, hesaplanabilir bir varlık haline dönüşmüştür. Hele Oysa modern bilim açısından bugün için baktığımızda bi- insan bedenini buna indirgediğiniz zaman yani insan bede- zim bildiklerimiz arttıkça bilmediklerimiz daha çok artıyor. nini fiziki ve mekanik bir varlık olarak tasavvur ederek onu- Eskiden bilginin ilerlemesi modeli, bir noktadan belirli bir runu da ondan aldığınız zaman artık modern tıbbın yolu noktaya kadar dairesel bir şekilde genişleme şeklindeydi. açılmış oluyor. Modern tıp kendisine yabancı olan bir var- Ancak şimdiki modelimiz ki onu ben kendim söylüyorum; lığı araştırırmış gibi bir hastayı araştırıyor. Modern tıp bir ortası delik para modelidir. Siz o ortası delik parayla başlar- biyomekanik modelleme ile insan bedenindeki hastalığı bir sanız o delik paranız ne kadar büyürse büyüsün hem içteki arıza olarak telakki ediyor ve bu arızanın giderilmesi gerek- delik hem de dışarıdaki delik de o kadar büyüyecektir. Neyi liliği olarak konuyu kavrıyor. Ama bunun yanı sıra modern bilemeyiz? Şunu bilemeyiz örneğin, insan hayatının mana- tıp bir de ruhla maddeyi de birbirinden ayırdığı için hasta- sı nedir? Zaten niçinli sorular, bunlara nihai sorular deriz, nın ruhu ortada yok, hastanın ruhu olmadığından dolayı ve Descartes’la beraber düşünce tarihinden devre dışı bırakıl- modern tıp da biyomekanik süreçlerin dışında başka süreç mıştır ve bunu da büyük bir maharet gibi bize sunmuşlardır. görmediği için bu alan üzerinde istediği gibi tasarrufta bu- Nihai sorular insanın hayatını anlamlandırdığı sorulardır. lunuyor. Benim varoluşumun manası nedir sorusunu bilimle ce- vaplandırılabilecek bir soru olarak görmüyorum. Zaten bu Ama tüm bunların da ötesinde bahsettiğimiz dönüşüm- bilimsel anlamda bir soru da değil. Biz varlığı şöyle düşü- deki esas kırılmayı varlık fikrindeki amaç, yani telos fikrinin nebiliriz; varlık eski bir İstanbul konağı olsun. Bir sürü gizli yıkılması oluşturdu. Telos fikrinin yıkılmasını başka dille kapaklı yerleri var, sırları var, dolapları var ama biz böylesi söylediğimiz zaman karşılığı şudur: insanın manevi derin- bir konağı tek tip böyle geometrik ölçülerle bir apartman liğinin, varlığının sökülüp atılmasıdır. Ben kendi adıma mo- dairesine indirgiyoruz. Bunun da anlamı şu; varlığı biz sa- dern kozmolojiye baktığım zaman şöyle bir zırvalığın varlı- dece bilimsel gerçeklik denen çok sığ, dar bir alana indirge- ğını da görüyorum. Türk entelektüelleri bu zırvalıktan çok diğimiz zaman da tabii ki çözülebilecek bir sorun da ortada etkilendiler. Albert Camus’nün dünyanın saçmalığı fikri. kalmaz. Buna paralel olarak ortaya bir gariplik daha çıkıyor. Dünyanın saçmalığı fikri bu insanın dünyada yalnız olduğu- Bu da; etik denen etkinliğin bilimsel bir etkinlik olarak gö- nun fikridir. Ama gerek İslam’da gerek Antik çağda kozmosa rülmesidir. Yani sanki bir etik var, onun bilimsel kabulleri baktığınızda kozmosun kendi içinde bir manası vardır. Bu var ve olayları size tam olarak doğru bir şekilde açıklayabilir mananın ne olduğu elbette tartışılabilir ama insan kendini olduğunu sanıyorsunuz. bu manaya göre kurgular. Bunun da anlamı aslına bakarsa- nız insanın kendisine bir ideal koyabilmesidir. Çağımızda Gitgide modern teknolojik gelişmelerden doğrudan ideal yoktur. İdeal de ulaşılmaz olana ulaşmaya çalışmaktır. etkilenir şekilde yaşıyoruz. Örneğin bir insan genom Hekimlerin kendileri de bütün bu süreçlerden ayrı bir varlık projesi sunuluyor, insanın bütün gen haritası ortaya değildir. Modern dünyanın hekimi de kendini manasız bir çıkarılıyor veya muazzam teknolojiler kullanılarak has- dünyada hissediyor ve tipik bir modern dünya patolojisine talıklar teşhis ediliyor. Bunlar bizim insan algımızı da değiştiriyor değil mi? 66 hayatsağlık
söyleşisöyleşi Gerçekten değiştiriyor, kökünden sarsıyor. Burada ikili ilişkin bilim anlayışlarına bakmak gerekmektedir. Aynı şe- bir yön var. Bir yandan Kant gibi hem bilimin önemini vur- kilde teknikte de bu şekilde davranmalıyız. gulayıp hem de bilimin yol açtığı teknolojik sorunlardan ka- çınmak için numenler dünyası gibi bir şeye başvurmayaca- Modern bilim anlayışı maddeyi açıklayabileceğine ina- ğız. yani ona sınır koymayacağız. Hem bilimi yüceltiyorsun nan ve her türlü varlığı da maddeye indirgeyen bir bilim an- hem de bilimi bir yandan da mekanik süreçler içinde açık- layışıdır. Modern teknoloji anlayışına bakarsak onunla ilgili lamaya çalışıyorsun. Ne kadar kaçınırsa kaçınsın. Ama öbür birkaç tane masala başvurmamız gerekir. Bu masallardan bir taraftan da yine şizofrenik bir şekilde kartezyen alanı içeri- tanesi Prometheus masalıdır. Çok kısa olarak bahsedecek sinde numenler alanı açıyorsun. Bunun anlamı şu, bunun olursak, insanlar başlangıçta tanrılarla beraber aynı ortam tipik kurbanları arasında da herhalde Habermas’ı, Popper’ı içinde yaşıyorlar ve bu dünyada yaşlılık yok, hastalık yok gösterebiliriz. Şayet bilimi bu kadar yüceltiyorsanız onun ama ölüm var. Ölüm de şöyle oluyor; insanlar yedi yüz, se- yol açtığı sonuçlara ilişkin de yeni bir ahlak anlayışı, yeni bir kiz yüz yaşına geldikleri zaman tatlı bir uykuyla ölüyorlar ve kozmoloji, yeni bir varlık anlayışı getirmek zorundasınızdır. ölüm bilinci olmadığından dolayı da hiç kimse o insanların Şimdi başa dönecek olursak ilk olarak; bir yandan bilimi yü- öldüğüne dair bir fikre sahip değil. Ama tanrılar diyorlar ki celtiyoruz ve onun sonuçlarıyla ilgili ahlaki kaygılarımız var. insanlarla artık aramıza bir mesafe koymalıyız. Şimdi, tek- Bir yandan da bilimi tamamen devre dışı bırakmaya çalışı- nolojiyi anlamak istiyorsak bu kısım önemli. İnsanlarla tan- yoruz. İkisi de olacak yollar, çıkar yollar değil. Şunu da akıl- rıların arasına ya da bugünkü dilde söylersek insani olanla da tutmak lazım öncelikle, salt olarak bir bilim adını verdi- tanrısal olan arasına bir mesafe koyma fikri ortaya çıkıyor. ğimiz bir şey yok, bilimler var. İkincisi; bilim dediğimiz za- Nerede? Batı düşüncesinde. Bunun üzerine insanlar oradan, man hangi döneme ilişkin bilim anlayışından söz ettiğimizi hikayeyi siz biliyorsunuz, o ortamdan kovuluyorlar. Kovu- bilmemiz gerekir. Burada bilimden ziyade belli dönemlere lunca tabii insanlar o ortam için mevcut edilmişler, o ortam için yaratılmışlar. Bildiğimiz bu dünyaya gelince yapamı- hayatsağlık 67
söyleşi yorlar. Bu mitosun ikinci önemli özelliği; insan başlangıçta jinin en büyük patosu varlığı eksik görme ve bunu düzeltme gayet uygun bir ortamda yaratılmıştır, o ortam ona uygun- çabasıdır. Bu bağlamda modern teknoloji; varlığı kendisine dur ama insanın gönderildiği yer o insana uygun değildir göre, kendi aklına göre, tanrısal olmayan insani ilgilere göre anlayışıdır. Bunun da anlamı insanın gönderildiği dünyanın şekillendirmek ve düzeltmek istiyor. Bizim açımızdan en aslında eksik bir dünya olduğudur. Diğer bir ifadeyle dün- büyük sıkıntı bu. Çünkü bizim kozmolojimiz nedir, kimiz ya İnsana uygun bir ortam değildir. O zaman ne yapacak- biz? İslam kültürü içinde yaşayan insanlarız biz, bizim koz- tır insan? Üçüncü yön ortaya çıkıyor; insan eksik bulduğu, molojimizde varlık, bir tamam olarak kurulmuştur. Bizim kendisine uygun bulmadığı dünyayı kendisine uygun hale bilebileceğimiz en mükemmel şekliyle kurulmuştur. İnsan getirecektir. Modern teknolojinin özü bu hikâyeye dayanır. da bunun değerini bilecek bir yapıda inşa edilmiştir. Ancak Modern teknolojinin özü varlığı eksik görmektir ve onu bizim kozmolojimizdeki sıkıntı şudur; insanın bunun hak- daha iyi hale getirmektir. İşte bu genlerle ilgili çalışmalar kını verip vermemesi meselesidir. Buradaki sınırlara hürmet insanın genetik yapısını, haritasını daha steril daha düzgün edip etmemesidir. Buradan hareketle, günümüz tıbbıyla bir hale getirme çabaları dünyayı bu şekilde eksik görmekten bağlantı kuracak olursak, tıp teknolojisiyle insanları çok kaynaklanıyor. Başka mitoslara baktığımız zaman, özellikle daha uzun ömürlü yapmak istiyorlar. Mesela kanser denen Mezopotamya mitoslarına baktığımız zaman ise dünyanın hastalığı bir bela olarak görüyorlar. Belayı imtihan olarak kendisi mükemmel, gayet düzgün, uyumlu olarak ele alınır; görüyorsan ne kadar güzel ama sorun belayı imtihan olarak ama bu dünyadaki sınırları bozacak olan varlık ise insandır. görmemektedir. Kanser bir hikmettir, bizim düşünmemiz Yunan kökenli Prometheus mitosunda ise dünyanın kendisi için. Tabii insanların kanserden ölmesini istediğimiz anla- eksik ve kötüdür bunu insan daha iyi hale getirecektir. mına gelmiyor bu. Modern teknolojiye baktığımız zaman ister iste- Sonuçta tıp insanı yaşatmak, rahatsız eden acı veren mez yine Descartes’a uğramak zorundayız. Descartes’ın unsurları gidermesi gibi bir fonksiyon görüyor. Masa- düşüncesinin arkasında hala bir tanrı fikri vardır ama bir da duran şu bilgisayarı açtığım zaman bir iş bekliyo- süre sonra biraz önce bahsettiğimiz eksiklik mitosu tekrar rum bundan. Ekranı açınca bir bilgi girmeliyim, içine canlanacaktır: Acaba makine eksik mi? Ve modern teknolo- koyduğum bazı bilgileri bana istediğimde geri vermeli. Ama tıpta da böyle bir şey yok mu nihayetinde? Yapılan; insanların hastalıklarına deva bulmaktır ama bu çareyi bulurken kanserli hücreyi yok etmek gibi bir fik- rimizden ziyade o insandaki kanserli hücreyi bertaraf edip insanı daha sağlıklı hale getirmek olmalıdır. Ama siz doğru- dan doğruya kanseri bir bela bir felaket olarak yorumladı- ğınız zaman bunun peşinden başka tür teknolojiler ortaya çıkıyor. Her türlü şeyi teknolojik olarak, insan bilgisiyle halledebileceğimiz ortaya çıkıyor. İslam kültüründe de, eski Yunan’da da, Hıristiyan dünyasında da, modern dünyada da hekimlerin önemsendiği doğrudur. Günümüzde önemseni- yor mu, hayır. Herhalde onu daha sonra konuşacağız ama esas sorun olan nokta, hastalığı bir bela olarak, bir felaket olarak yorumlamakta. Benim esas değinmek istediğim şey; modern tıbbın hakikaten giderek daha teknolojik bir yapı- ya bürünmüş olması. Çünkü artık sadece hasta ya da hekim değil, insanın kendisi yok olmaya başladı. İnsan sadece sayı- sal değerlere indirgendi. Sayısal değerlere indirgenince de insan teknolojik bir tanıma yöntemiyle bir makineye soku- luyor, verileri alınıyor, hasta hekim tarafından görülmeden 68 hayatsağlık
söyleşisöyleşi bile hastalık kolayca teşhis edilip tedaviye gidiliyor. Hasta- kullanacağı yöntemler var. Ben kendi adıma Türkiye’deki nın lokal bir kısmına giriliyor, diyelim ki hastanın kafasını hekimlere hangi yöntemi kullandıklarını sordum, hepsi açmışlar, ameliyatı yapılıyor. İşlem bittikten sonra da hekim bana indüksiyon yani tümevarım yanıtını verdi ama aslında çekip gidiyor, hastanın kim olduğunu bile bilmeyecek hale tuhaf bir şekilde tümevarım yöntemi kullanmıyorlar. Ama geliyor hekimler. tabii dedüksiyon diyemediler çünkü dedüksiyon yöntemini biçimsel bilimlerde ya da mantık gibi matematik gibi bilim- Teknolojideki gelişmeler, felsefedeki metafizik tar- lerde geçerli bir yöntem zannediyorlar. O da onların tabii tışmaları alevlendiriyor mu yoksa bundan uzaklaşıyor lise ya da kolej eğitimlerinden kaynaklanan bir sıkıntı. O muyuz? Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz ama halde tıpla felsefe arasındaki ilişkiyi epistemoloji üzerinden şimdi tıpla felsefe ilişkisinden bahsettiğimiz zaman bu nasıl kuracağız? Hekimlerin açıklama modelleri hastalığı ilişkiyi nasıl kurduğumuzu sormak istiyorum. Sizce iki- nasıl teşhis ettikleri ve bu esnada kullandıkları yöntemlere si arasındaki en temel hat hangisidir? ilişkindir. Pek çok hekim bunu hocasından gördüğü şekliy- le yapıyor. Teşhis ve tedavi konusunda zannettiğim kadarıy- Üç temel yol var. Birincisi ontoloji, ikincisi epistemoloji, la basit bir kitapçıkları var ve bu kitapçığa dayanıyorlar. üçüncüsü etik. Ontoloji üzerinden bağlantıyı şu şekilde ku- rabiliriz: sonuçta tıp öncelikle hasta bedeninin sıkıntısının Tıbbi bilgi kanıta dayalı bir bilgi midir? giderilmesi yani onun tedavi edilmesidir. Bu açıdan bakıldı- Tıbbi bilgi de elbette her bilgi gibi kanıta dayalıdır ama ğında insan bedeninin nasıl kurgulandığının, nasıl tasavvur tıbbi bilginin kanıtı, fizikte ya da matematikte olduğu gibi edildiğinin öne çıkartılması gerekir. Hippokrates’e baktığı- bir kanıt değildir. Tabi bilginin kanıtı şeklinde eninde so- mız zaman, Hippokrates insan bedenini dört öğenin denge- nunda bir hastalığın var olduğunu söylersiniz ve bu hastalığı si olarak görüyor ve hastalığı bu öğelerin bozulması olarak ortadan kaldırdığınız zaman kullanılan tıbbi bilginin de o yorumluyor ve bu dengeyi tekrar kurmaya çalışıyor. Günü- bağlam içinde doğru olduğunu gösterilmiş olur. Bu kısmen müz tıbbı açısından baktığımızda ise hastalık, mekanik bir bu bilginin kanıtı olarak görülebilir. Nihayetinde tıbbi bilgi yapıda olan bedendeki bir arıza olarak görülüyor ve hastalı- uygulamadır. Uygulamanın da sonucu olarak x hastalığının ğın tedavisi de bu arızanın giderilmesi olarak yorumlanıyor. olduğunu ifade ettiğiniz zaman o x hastalığını giderebilecek Yani her şeyden önce hekimlerin aslında bir beden anlayışı- tedaviyi de yapmak gerekir. Eğer tedavi x hastalığını görü- na sahip olduklarını anlayabiliyoruz. Beden anlayışı da ge- yorsa o bağlam içinde doğru bir tedavi yöntemi olarak kabul niş açıdan baktığımız zaman ontolojik bir çerçeveye oturur. edilebilir ve bu da kısmen bunun kanıtıdır. Günümüz hekimliği açısından da mekanik, materyalist bir Etik de bu yollardan en önemli olanlarından biri, beden anlayışı üzerinden giden bir tıp vardı ama son zaman- etiğe girmek istersek, felsefi anlamda etik nedir, onun larda gördüğüm kadarıyla daha holistik, daha bütüncül bir kapsamında yer alan tıp etiği alanı size ne ifade ediyor yaklaşımın geliştiğini görmekteyiz. Bu birinci nokta. Yine veya bu alan kimin denetimi altında, kim bu çalışmaları buna bağlı olarak ontoloji ve metafizik ayrı anlamlara gel- yürütüyor ya da yürütmeli? mekle birlikte ama metafizik bir bağ da kurabiliriz tıpla fel- Tabii hiçbir alan hiç kimsenin denetimi altında değildir. sefe arasında. Sonuçta hekimin de insan nedir sorusunu bu Denetim açısından bakmamak gerekir. O alanda belli tar- şekilde sorduğunu düşünüyorum. Çünkü eninde sonunda tışmalar yapılır, ben şuna inanıyorum ki kendi yaptığı işin hasta da bir insandır. Her insan bir bağlam içinde, bir mana temellerini sorgulayan insanlar filozoflardır. Filozof olmak dünyasında yaşar. Hekim bu mana dünyasını kavrayamazsa, için illa ki Kant’ı okumak ya da bizim Türkiye’de herhangi hastayı sadece bir beden olarak görürse belli sıkıntılar doğar bir felsefe biriminden mezun olmak gerekmiyor. En güze- ki zaten günümüz tıbbında da bu sıkıntılar doğmuştur. İkin- li hekimlerin kendilerine uygun şekilde, filozofça bir tavır ci nokta epistemolojik nokta demiştik, epistemolojik nokta içinde yaptıkları işin temellerini sorgulamasıdır. Şimdilerde da şu; tıp tekniği ya da tıp praksisi belli bilgilere dayanır. O bu sorgulamanın olmadığını görüyoruz. bilgi de bir yönüyle bilimsel bilgidir. Sonuçta bilimsel yönü Etik kavramına bakacak olursak; etik kişilik anlamına açısından baktığımızda fiziktir, kimyadır, biyolojidir ona gelir. Etik kelimesi ‘etos’tan geliyor. Yunanca’da ‘etos’un iki girmeyeceğim ama tıpta teşhis ve tedavi denen bir yöntem farklı yazım biçimi vardır. Aynı kelimelerdir, sadece bir tane- var. Bu yöntem içinde doktorun hastalığı teşhis etmesi için hayatsağlık 69
söyleşi sinin üstüne bir aksan koymanız kâfidir, aralarında o kadar anlamının ne olduğunu belirleyebilirsek ahlakın da ne ol- ince bir fark vardır. Ama aynı anlamda kabul edelim etos ke- duğunu ortaya koyabiliriz. Etik elbette felsefenin dalının üç limesini. Birinci anlamı kişi demek. İkinci anlamı huy, alış- dört temel disiplininden bir tanesidir. Filozoflar bunu daha kanlık, belli bir davranma tarzı demek. Kelime anlamı etiğin profesyonelce çağımızda da tartışmışlardır. Ama başta da bu. Etiğin olabilmesi için kelimenin anlamına uygun olarak ifade ettiğim gibi her meslek erbabının kendi problemleri- kişinin olması gerekir. Çünkü ahlaki tavır karar vermekle or- ni kendisinin gözden geçirmesinden de yanayım. Orada bir taya çıkar. Yani bir şeyi yapıp yapmamaya karar vermektir. “de” eki kattım. Sen kendin de sorgulayacaksın. Diğer yan- Karar verecek olan insanın da özgür ve özerk olması gerekir. dan tıp etiğini felsefi bir argümantasyonla ele almazsak bir Özgür ve özerk olmadığı sürece ahlaka ilişkin olan tavır or- değerlendirme yapma şansımız da olmaz. Çünkü görebildi- taya çıkmaz. Etik dediğimiz zaman birinci nokta bu. İkinci ğim kadarıyla Türkiye’de Anglosakson tıp etiği çok yaygın nokta; etik felsefenin ahlaki davranışları; ahlaki eylem ne- bir konumda. dir, ahlaki yasa nedir gibi soruları araştıran bir disiplinidir. Hangi koşullarda ahlaklılık mümkündür, değer nedir gibi Bu da gayet eklektik bir mahiyette… soruları araştırır. Burada da bir tavır ortaya çıkar; birinci- Gayet eklektik. Tuhaf şekilde, tıp etiği ya da herhangi bir si deskriptif etik, ikincisiyse normatif etik. Deskriptif etik uygulamalı etik günümüzde herhangi bir biçimde ele alın- daha çok kavramların analizini ve ne olduklarını anlamaya dığı şekliyle düşünülürse gerçek anlamda ahlakı yok eden çalışır. Tıp etiği bağlamında ele alacak olursak normatif etik bir etiktir. Gerçek anlamda ahlak kişinin kendisinin karar daha önemlidir. Önemli olması kendi öneminden ileri gel- verip vermemesidir. Tıp etiğinde ise normatif yani kuralla- mez, bir bağlantı noktası kurabilmek açısından önemlidir. ra dayalı bir yaklaşım var. Böyle yaparsan böyle olur. Ama Normatif etik kural koyucu etiktir. Yani şöyle yapmalısın, ben bir şeyi senden korktuğum için, senden çekindiğim için böyle yapmalısını vazeden bir etiktir. Filozoflar normatif yapmaktaysam yani kendi irademden kaynaklanarak yap- etiği çoğu zaman sevmişlerdir. Genelde nasıl yaşaması ge- mıyorsam ahlaklı bir insan olmam. Ahlaklı olabilmem için rektiğine ilişkin yazılar yazmışlardır. Ahlak eninde sonunda bu konuda Kant’a yakın düşündüğümü zannediyorum. Ben hayatımın anlamı nedir sorusuna dayanır. Çünkü hayatın bir şeyi kendi isteğimle yapıp yapmıyorsam ya da sonuçla- rına ben katlanıyorsam ahlaklı olurum. Tıp etiği ya da çevre etiği ya da iş etiği gibi şeyler aslında etik değil bir hiçleştir- medir çağımızda. Nedeni de şudur; belli dizgeler, kodlar ya da kurallar vardır, sen bunlara uy, uymazsan biz sana ceza veririz. Bu bir tür ceza etiğidir ve gerçek anlamda ahlak da bu şekilde ortaya çıkmaz. Mevcut durumun bu şekilde ol- ması bu konuyu tartışmayacağımız anlamına gelmiyor, ak- sine bundan sonra tartışacağız. Filozofun özelliği ki eğer bu adam hekim olarak da filozofsa at sinekliği yapmaktır, rahat- sız etmektir. Geçenlerde bana bir hekim öğrencim, bende yüksek lisans yapıyor, doktorun tıp etiği el kitabı gibi küçük bir kitap getirdi tabip odasından. Okudukça güldüm, böyle bir etik olmaz, böyle bir ahlaki durum olmaz. Ahlaki du- rum olması için bu olaylara benim düşünmem, benim karar verebilmem gerekir. Dünyada ve Türkiye’deki şekliyle tıp etiği aksine doktorların düşünmesini engelleyen bir mec- raya doğru akıyor. Çünkü hekimlerin ve başka tür meslek erbaplarının kişiliksiz olduğuna karar vermişler. Bunlar kişi değillerdir, seçme özgürlükleri yoktur. Seçemezler. Onun için bu kuralları uygulasınlar diyen bir etik tarzı ortaya çık- mıştır. Bu durumun da ortaya çıkışıyla baştan beri söyledi- 70 hayatsağlık
söyleşisöyleşi ğim sırrını kaybeden, mallaşan dünya arasında yakından bir pansuman çarelerinden bir tanesi yani insanlara bir onur ve- ilişki var. İnsan manasını kaybettiği zaman kişi de olamaz, kişi olmayan yerde de ahlak olmaz, ahlakın olmadığı yerde riyorsunuz, haysiyet veriyorsunuz. Ancak bu verilmiş olan de birileri sizin adınıza ahlak kodlarını düzenlerler, işte tıp etiği derler, iş etiği derler ve böylece de bir tür hiçleştirme haysiyetin tıp etiğinde ne kadar taşıyıcı olacağı konusunda ortaya çıkar. kaygılarım var. Çünkü kolaylıkla fark edebiliyoruz ki insan- Aslında süreç içerisinde bir takım kavramlar da or- taya atılıyor ki bunlar da aslında tartışmaların temelini ların onurları ve haysiyetleri İkinci Dünya Savaşı sırasında oluşturuyor. Bu kavramlardan bir tanesi de insan onu- ru kavramı. Batılıların “Human Dignity” dedikleri bu Nazi kamplarında kolaylıkla yerle bir edildi. Ya da günümü- kavram Batı felsefesinin veya Batı etik değerlerinin en önemli unsurlarından bir tanesi. Ben bir konuşmanızda zün Irak’ında, Afganistan’ında kolaylıkla yerle bir edilebil- sizden duymuştum, şu soruyu sorduğunuzu hatırlıyo- rum; insan neden değerlidir. Buraya kadar anlattığınız di. İnsanın en temel haklarından biri olan haysiyeti mese- etik algısı bu soruyu çok sordurmuyor. İnsan onuru var, insan değerlidir ya da benzerleri. Hatta şunu dediğini- lesi Küba’daki ABD kamplarında yerle bir edildi. Sonuçta zi hatırlıyorum; Sibirya’da cinsi tükenmekte olan kurt sürüsünden diyelim ki yüz tanesinin ölmesi mi önem- güvenlik için insanlara işkence bile uygulanabilir şeklinde lidir… bir fikir ortaya çıktı. Çok net söylemek gerekir, benim Bin Sibirya kaplanlarının yüz tanesi. Tabii öyle bir reto- rik yaptık. Ben her varlığın anlamını, manasını net şekilde Ladin’le örneğin hiçbir işim olmaz. Benim dünyama uzak benim kozmoloji anlayışımdan temellendiriyorum. Zaten daha sonra o soruyu soracağınızı söylemiştiniz bana; çağı- bir adam olmasına rağmen bu adamın haysiyetinin bu şe- mızda metafizik tartışma var mı yok mu diye. Ben akıntıya kürek çeken adamlardan bir tanesiyim. Kaybedilmiş olduğu kilde çiğnenmiş olmasının nedenlerine baktığımız zaman düşünülen kültürlere inananlardan bir tanesiyim. Kendimi bir anlamda Don Kişot olarak hissediyorum. Çünkü kaybe- modern dünyadaki o kaybı görüyorum. Çocuklarının gö- deceğimi bile bile yola çıkıyorum ama bu kaybın bir kazanç olacağını da düşünüyorum. Şimdi nedir benim derdim; zünün önünde öldürülmüş olması ve insanın önemli hay- Cengiz Çakmak olarak değil de insan olarak derdim nedir diye kendi kendime soruyorum. Bir kere benim inandığım siyetlerinden bir tanesi olan gömülme törenlerine bile layık ve hayatımın pratiğinde temel almaya çabaladığım konu fik- riyatta her varlığın bir manasının, değerinin ve bir sınırının görülmemesi günümüzde haysiyet denen şeyin ne kadar olduğudur. Ahlak her şeyden önce sınırdır. Bu sınıra saygı duymadır. Varlıkların, insanların, hayvanların ya da neyi ele kurmaca olduğunu ve ne kadar çürük temellere dayandığını alıyorsak onun, o sınırlarına saygı duymadır. Bu sınırı ben kendim belirlediğim anda bu sınırı kolaylıkla parçalayabi- gösteriyor. İnsan haysiyetini yeniden inşa etmek için ne ya- lirim. Paramparça edebilirim. Eskiden insanların haysiyeti onların varlık olmalarından kaynaklanıyordu ama çağımız- pabiliriz diye düşünüyorum. Ben kendi adıma bunu İslam da insanlar bir meta durumuna düşürüldüğünden dolayı, bir sandalye ya da bir masa durumuna düşürüldüğünden kozmolojisinde buluyorum. İslam kozmolojisinden, insana dolayı buna nasıl haysiyet vereceksin, buna nasıl onur ve- receksin, nasıl değer vereceksin? Bu tabii modern dünyanın bir haysiyet verildiği, varlıklara bir değer verildiği, her var- yarattığı bir erozyona, bir yıkıma karşı yine insan aklının lığın bir sınırı olduğu fikrini çıkartıyorum. Ama bu değeri yeniden iade edebilir miyiz ya da nasıl iade edebiliriz onu açıkçası ben bilemiyorum. Şimdilik havada duran bir insan onuru fikri vardır. Kolaylıkla da zedeleniyor, bu da bana tıp etiğinde sağlam bir dayanakmış gibi sunulduğunda oldukça komik gözüküyor. Şunu hep merak ediyorum; Japonya’da tıp etiği ko- nuları çok tartışılmaz. Tıp fakültelerinin genelinde de böyle bir ders yok. Bu tabii kültür farklılığının doğur- duğu bir şey olabilir. Gerek mi görmemişlerdir ya da biz zaten kendi kültürel kontekstimiz içinde bu sorula- rı cevaplayabiliyoruz gibi bir şey mi vardır bilmiyorum ama bu tartışma daha çok Batı eksenli bir tartışma. Niye bu işler Doğu’da çok tartışılmaz, biz mi haberdar değiliz Hindistan’da ya da Çin’de böyle bir tartışmadan, bütün felsefik tartışmalar için geçerli olabilir bu durum sanı- yorum. Gerçekten felsefenin bütünü böyle mi? Japonya’da ve Hindistan ya da Çin’de tıp etiği ile ilgili tartışmaların yapılıp yapılmadığını açıkçası bilmiyorum ama bundan sonra da ben de ciddi anlamda merak ettim, bakacağım. hayatsağlık 71
söyleşi Nigata Üniversitesi kaynaklı bir makalede okumuş- lemlerine yol açmıştır. Ama zannediyorum şimdi Doğu’da tum, 80 Tıp Fakültesinin 7 sinde bu ders lisans düzeyin- da başlayacaktır kapitalistleşme süreciyle beraber. de veriliyor,17 sinde farklı kapsamlarda ilgili konular tartışılıyor ama 54 fakültede etik formel olarak hiç yok, Kapitalistleşme süreci aslında insanın metalaşma, mal- oysaki Türkiye’de bu zorunlu bir ders ve hemen tüm tıp laşma sürecidir. Yani insanın sadece işlevsel değere indir- fakültelerimizde Tıp Etiği ayrı bir bilim dalı olarak yer genmesi sürecidir. Ve maalesef modern tıptaki yani tıp prak- alıyor, bu örnekten hareketle merak ettiğim kültürün sisindeki problemlerin en önemlisi metalaşma problemidir. belirleyiciliği, felsefi anlamda bu tartışmak istiyorum. Yani hastayı bir meta olarak görmek, evet hastalıklarını tedavi ederim ama ondan belli bir kazanç da sağlamalıyım Genelde şöyle bir şey derler, belli kavramları çok kul- üzerine kurulu bir düzenin mevcut olmasıdır. En tehlikeli landığınız zaman örneğin sürekli ahlaktan bahsettiğiniz şeylerden bir tanesi de müşteri merkezli bir hasta anlayışı- zaman bilin ki büyük bir ahlaksızlık vardır. Çoğu zaman da nın kurulmasıdır. Müşteri merkezli hasta anlayışı kurulduğu felsefe, herhangi bir problemin ortaya çıktığı yerde kendi- anda hekim de ciddi anlamda kayba uğruyor. Diğer yandan ni gösterir. Felsefe, problem yaratmaktan ziyade problemi, da herkes hekimleri suçluyor ve hekimlere tokat atıyor. İlaç paradoksu görmektir. Şöyle diyelim ben Türkçe üzerinden şirketleri hekimleri ciddi anlamda kıskaca almış ama sanki konuşuyorum. Ahlak çökmeye başladığı zaman, onun çö- bizleri almamış mı, başka meslek gruplarını almamış mı? küş nedenlerini konuşuruz, yerine anladığım kadarıyla etik Elbette hekim insan açısından önemli olduğu için belki gibi tartışmalar geliyor. Japonya ve Çin’le ilgili biraz spekü- göze batıyor ama burada direkt suçlu olarak hekimi ortaya lasyon yapacağım. Yanlış çıkabilir ama zannediyorum hala çıkartırsak ciddi bir hata yapmış oluruz. Sonuçta esas olan onlar bir kozmik ya da kozmos zihniyetini kaybetmediler. yaşadığımız kapitalist sistem. Kapitalist sistem bireylere de- Şimdi Hindistan’da Hindular, Budistler, Konfüçyenler ya ğer veren bir sistem değil bireyleri sadece kar-zarar ilişkisi da Taocular ya da Şintoistler hala belli şeyleri koruyor gibi açısından ele alıyor. gelebilir. Zaten bana daha önce metafizikle ilgili sorduğu- nuz şey dönecek olursak Metafiziğin elenmesi, ontolojinin Tamam hekimler kirli bir kuşatmanın içinde yaşı- klasik anlamda çökmesi ister istemez ahlak ve mana prob- yorlar bu doğru, sağlık sektörü dünya çapında 3 trilyon doların üzerinde bir parayı kullanıyor ki, bunun yarata- cağı kirliliği tahmin etmek zor değil. Ama biz farklı bir şey ummak istiyoruz, kirliliğe karşı sektör içinden di- renç bekleme hakkına sahibiz. İşin kutsal bir tarafı var. Aynı şeye geleceğiz. Kişi fikri yıkılmış. Ahlakın temeli olan kişi yani etos fikri yıkılmış. Kişilerin kendilerinin bir şeyi yapıp yapmamaya karar vermesi gerekiyor. Sadece he- kimlerde değil bütün insanlarda bireylerde olan bir durum bu. Ama elbette biz hekimlerin direnmesini, karşı çıkması- nı istiyoruz. Diğer yandan bu sadece ahlaki bir mesele de değil. Tabii temelde her şey ahlakidir ama aynı zamanda politik bir duruşu da beraberinde düşünmek zorundayız. Kaldı ki ilaç şirketlerinin yanı sıra devletin de politikanın da etkisi altında değil mi hekimler? Hekimlerle ilgili kararları birtakım politik merciler veriyor. Hekimler buraya ne kadar katılabiliyorlar bilmiyorum. Biz tabii işin politik kısmını yine bir kenara bırakalım. Diğer yandan sadece tıp etiğinin üzerinde durarak da bir kurtuluş şansı yaratamayız. Genel- de benim çok net şekilde gördüğüm; tıp fakültelerindeki tıp etiği bölümlerinde Batı’da bunlar da var bizde de olsun di- yen çalışma üslubuna sahip. Bu durum bana komik geliyor. 72 hayatsağlık
söyleşisöyleşi Komik gelmesinin sebebi arkalarında gerçekten felsefi bir bir şeydir. Burada önemli nokta; modern paradigma hayatı- argümantasyonun olmayışı. Bana kalırsa Anglosakson zih- mızdan inancı söküp attığı ve yerine sadece pozitivist bilgi niyetten hareketle çeviri yapıyorlar Türkiye’de. Türkiye’deki anlayışını koyduğundan dolayı ciddi bir sıkıntı yaşıyoruz. tıp etiği çalışanların çoğunluğu, yüzde doksanın üzerin- Bir örnek üzerinden gidelim. Son zamanlarda ölçüm değer- dekileri Anglosakson, yani ABD’deki ve İngiltere’deki tıp lendirme yani randıman ve performasyon denen bir kelime etiği ile ilgili çalışmalar üzerinden Türkiye’de tıp eğitimi türetildi. Şimdi ben her yerde söylüyorum; sevginin ölçme konularını açıyorlar. Örneğin, Almanya’da tıp etiği konu- ve değerlendirmesini, imanın ölçme ve değerlendirmesini ları çok daha farklı bir boyutta ele alınıyor, Alman felsefesi nasıl yapacağız? Bugün eleştirdiğimiz Batı’da bile pazarlana- bağlamında. Anglosakson tarzının kendi adıma önemli bir bilir ve pazarlanamaz değerler hala var. Bizim dünyamızda düşünce tarzı olmadığını düşünüyorum. Önemli olmadığı- bu ölçme ve değerlendirmeyi getirdiler; performans denen nı düşündüğüm düşünme tarzının Türkiye’de örnek olarak ki ben ona randıman diyorum, zırvalığı getirdiler, her şeyi alınması beni açıkçası hem şaşırtıyor hem de incitiyor. bununla ölçmeye kalkıyorlar. Yani maneviyatı yıkabilecek en önemli şeylerden bir tanesi ölçme ve değerlendirmeyi Metafizik meselesine tekrar dönerek konuşmamızı her yere yaymak. Baştan da konuştuğum gibi bu modern nihayete erdirelim. bilimin açıklayabileceklerinin sahası var. Modern bilimin açıklama ilkelerini her yere uygulayamazsın. Ölçme ve de- Bir kere şunun altını çizelim. Kutsallık, maneviyat, mu- ğerlendirmeyi her yerde geçerli kılamazsın. Özellikle ma- kaddes olma gibi temelde yer alan bütün fikirler zedelen- nevi bir boyut olan iki insanın ilişkisini, özellikle hastayla miş. Kutsal ya da diğer kullandığım terimlerin hepsi bir hekim ilişkisini ölçme ve değerlendirmeye indirgersek iliş- ideal terimidir. İnsanın bir ideali vardır. Ulaşılmaz olana kinin iki tarafını da değersizleştiririz. Tıp etiğinin esas ola- ulaşmaya çalışmak ve dokunulmaz olana dokunmamak. rak tartışması gereken konular bunlar. Kutsallık; bu dokunulmaz olarak kabul edilen ve din ile gü- vence altına alınan bir şeydir, inançla güvence altına alınan hayatsağlık 73
Search