18 Mart 2022 UMUTBir umiuntstaunrı.y.a.şatan Yıl: 2022 / Sayı:5 KAMUSAL ALANDA KADIN RUSYA - UKRAYNA SAVAŞI ÜZERİNE Yazdığımız bir destan. Çanakkale zaferimizin BARIŞ DOSTER İLE RÖPORTAJ 107. yılında bütün şehitlerimizi anıyoruz ve zaferimizi Kadir Can Çöllü'nün kaleminden Bütün savaşlarların getirdiği tek bir şey vardır. O da acı. Savaşın gidişatını, gelecekte bizi nelerin beklediği ve hemen okuyoruz. kuzeyimizde nelerin yaşandığı Atakan Emre Altunekin'in .İK.İ YAKA Prof. Dr. Barış doster ile röportajında Ege'nin iyi yakası, zamanın iki yakası, aşkın ve BAZI TOHUMLAR ENKAZDA maceranın iki yakası. yeni öykümüz ilk kısmı ile FİLİZLERNİR sizlerle Aydınlarımız, geleceğimizin meşaleleri Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi'yi bizlere ''Bazı Tohumlar Enkazda Filizlenir'' isimli yazısıyla Samet Sert anlatıyor.
UMUT Bir umuttur yaşatan insanı ÇYDD Ataşehir E-Bülteni İmtiyaz Sahibi: ÇYDD Ataşehir Şubesi Yönetim Kurulu Genel Koordinatör: Özlem Limon Tasarım: Atakan Emre Altunekin Dilan Kılavuz Redaktör: Nevriye Tekin Hazırlayanlar: Abdullah Güler Atakan Emre Altunekin Birkan Bozkurt Dilan Kılavuz İlayda Sarı Mete Yılmaz Nevriye Tekin Özlem Limon Ümit Yaman @cagdasgeclikatasehir @cagdasatasehir
01 İSTİKLAL MARŞI UMUT NEDİR? 02 1.YIL DÖNÜMÜ MESAJI Neyse ki yarın var. İlkiz Kulan Umutların en sevdiği gün. 03 18 MART ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ Sezai Karakoç Kadir Can Çöllü 06 ÇANAKKALE - FARUK NAFIZ ÇAMLIBEL 07 14 MART TIP BAYRAMI Elçin Akgün 09 14 MART Pİ GÜNÜ 12 HER TABLONUN BİR HİKAYESİ VARDIR Atakan Emre Altunekin NAZAN MOROĞLU İLE 8 MART 13 ETKİNLİĞİ Aslıhan Akın 14 KAPTAN Atakan Emre Altunekin 15 3 MART DEVRİM KANUNLARI ÖNEMİ Haşim Güzel 18 ESERİ OKUYUCU KENDİ YARATIR Yasin Mustafa Bulut 19 RUSYA - UKRAYNA SAVAŞI ÜZERİNE BARIŞ DOSTER İLE RÖPORTAJ Atakan Emre Altunekin 22 CODA İlayda Sarı 24 SEVDA ÜSTÜNE - TURGUT UYAR 25 İKİ YAKA Atakan Emre Altunekin 27 8 MART KAMUSAL ALANDA KADIN Özlem Limon 31 BAZI TOHUMLAR ENKAZDA FİLİZLENİR Samet Sert 36 CRİP CAMP: ENGELLİ DEVRİMİ Berke Emir Aslan 38 PROBLEMS OF UNIVERSITY STUDENTS Ezgi Çavdar 40 15 MART TÜKETİCİ HAKLARI GÜNÜ Atakan Emre Altunekin - Birkan Bozkurt 1*
İSTİKLAL MARŞI Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Bastığın yerleri \"toprak!\" diyerek geçme, tanı! Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı; O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı. Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl? Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ! Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl, Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl. Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli: Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım; Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar; O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım; Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar, Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım; \"Medeniyet!\" dediğin tek dişi kalmış canavar? O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl; Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın… Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın. Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl! 01 Mehmet Akif ERSOY
UMUT E-Bülteni 1. Yıl Özel Mesajı Araştırmaya, bilgiye ,paylaşmaya tutkulu gençler e-bülten çıkaracağız dediklerinde müthiş heyecanlandım. ÇYDD Ataşehir şubesi e-bültenini hazırlayan gençlerin gözlerinde biz yaparız ışıltısı vardı. İlk bülteni yayınladıklarında gençlerimizin bize yaşattığı gururu herkesle paylaşmak için kollarımızı sıvadık. Birbirinden farklı her sayfasını zevkle okuduğumuz, ÇYDD kültürünü yansıtan bültenimizi her kesimden insana ulaşmasını diledik. Bültende emeği geçen, her hafta toplantı yapıp en iyisine ulaşmaya çalışan gençlerimizi tebrik ediyorum. İYİ Kİ VARSINIZ! Bültenimizin aynı heyecanla, zenginliği ve canlılığını koruyarak uzun yıllar istikrarlı olarak çıkmasını diliyorum. İlkiz Kulan ÇYDD Ataşehir Şube Başkanı 02
18 MART ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ Tarihin tanıklık ettiği en kanlı savaşlardan birisi olan ve Türk Ordusu’nun zaferiyle sonuçlanan Çanakkale Muharebeleri, Birinci Dünya Savaşı’nda savaşılan diğer cepheler içerisinde jeopolitik ve jeostratejik bağlamda önemi dolayısıyla özgül bir nitelik taşır. Çanakkale ve İstanbul Boğazları üzerindeki egemenlik mücadelesi önemli bir geçmişe sahiptir. Bu iki Boğaz’a egemen olmak, Karadeniz ve Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin siyasi, ticari ve askerî faaliyetlerini, özelde deniz kuvvetlerinin faaliyetlerini, genelde ise deniz ulaşımını da kontrol altına almak demektir. Boğazlar hem Akdeniz ile Karadeniz arasında hem de Avrupa ve Asya arasında stratejik öneme sahip birer su geçididir. Bu su yolları başta Rusya’nın kadim emelleri, Almanya’nın ‘’Doğu Politikası’’ ve İngiltere’nin Hindistan yolunun güvenliği için uyguladığı politikalar bakımından önemli bir yere sahiptir. Bu bakımdan Boğazlar üzerindeki mücadelenin uluslararası alanda önem taşıması Osmanlı Devleti’nin ‘eski gücü’nü yitirmeye başladığı 18.yüzyıl sonlarına uzanmaktadır. Bu bağlamda anlaşılacağı üzere Çanakkale Cephesi Birinci Dünya Savaşı’nın alelade cephelerinden birisi değildir. Öyle ki Çanakkale Zaferi yalnızca savaşın değil modern tarihin de seyrini değiştirmiştir. Ayrıca Çanakkale Muharebeleri modern harp tarihinin, ilk amfibi harekatının uygulandığı bölgedir. Buradan alınan derslerin İkinci Dünya Savaşı sırasında bazı bölgelerde uygulandığı(Sicilya çıkarması) bilinmektedir. Bu yönleri itibariyle Çanakkale Muharebeleri, modern askeri bilimlere ışık tutar niteliktedir. Çanakkale, denizaşırı sömürge imparatorlukları kurmuş ve en son teknolojik silahlara ve devasa donanmalara sahip devletlerin de yenilebileceğinin görüldüğü ve yıllar yılı esaret altında yaşamış milletler için istiklâl meşalelerinin tutuşturulduğu yer olması bakımından da sembolik bir anlam taşır. Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti oldukça yorgun ve psikolojisi alt üst olmuş durumdaydı. Trablusgarp Savaşı sonucunda Kuzey Afrika’daki son toprak parçası kaybedilmiş ve akabinde Balkan Harbi’ne hazırlıksız ve yeterli koordinasyon sağlanmadan girilmesi sebebiyle yine büyük zayiat verilmişti. Bunlar olurken Avrupa devletlerinin İstanbul’a kimin hâkim olacağı konusundaki yarışı da devam ediyordu. 2* 03
3* Osmanlı Devleti kapıda beliren bu tehlike karşısında ordunun ıslahı ve yeniden düzenlenmesi yoluna gitti. Almanya’dan askeri heyet getirildi. Ordu kadrolarında revizyona gidilerek birçok yaşlı subay emekli edildi. 2 Ağustos 1914’te Almanya ile imzalanan gizli anlaşmanın ardından genel seferberlik ilan edildi. Seferberlik emrini Enver Paşa’nın şu emri izledi: “Almanya Hükümeti’nin Goeben ve Breslau ismindeki harp gemilerinin düşmanla muharebeye tutuşmuş olmaları muhtemeldir. Adı geçen gemiler Boğaz’a iltica ederlerse girişlerine müsaade ve kabul ediniz.’’ Bu telgraftan üç gün sonra Enver Paşa, kabine toplantısında ‘’Müjde! Bugün bir oğlumuz oldu.’’ diyerek bu iki geminin Çanakkale Boğazı’nı geçtiğini bakanlara bildirdi. Yavuz ve Midilli ismini alan bu gemiler Amiral Souchon kumandasında 27 Ekim 1914’te Karadeniz’e çıktı. 29 Ekim’de Rus donanması ve sahillerine ateş açılmasıyla birlikte Osmanlı Devleti fiilen savaşa girmiş oldu. Müttefiklerin Çanakkale Boğazı’na ilk harekâtı ise 3 Kasım 1914’te başladı. Boğaza yönelik ikinci saldırı 19 Şubat günü yapıldı. Bu saldırıyı da 25 Şubat’ta yapılan saldırı izledi. 18 Mart’a kadar aralıklarla yapılan saldırılar neticesinde İtilaf Devletleri önemli bir kazanım elde edemedi. İtilaf Donanmasına ait gemiler kendilerini riske atmadan Boğaz’ın içindeki tabyaları dövmek ve topları imha etmek için uğraşmıştı. Alınan sonuçlar önemsizdi. Londra’daki savaş konseyi bu durumdan hoşnut değildi. Bu sırada komutan olarak Amiral Carden’in yerine geçen Amiral de Robeck 18 Mart’ta yeni bir saldırı düzenledi. Yaygın kanı ağırlıklı olarak, Türk cephanesinin tükeneceği ve böylece saldırı hızlandırıldığında Boğaz yolunun açılabileceği yönündeydi. Amiral de Robeck’in planı Çanakkale ve Kilitbahir istikametleriyle mayın bölgelerini savunan bataryaları tahrip ederek Boğazı geçmekti. Fakat gözden kaçırılan bir şey vardı. 7 Mart gecesi sisli ve yağmurlu bir havada düşman gemilerinin projektörlerinin puslu ışıklarına aldırmadan Erenköy Koyundaki Karanlık limana doğru bir gemi sessizce yol almış ve kıyıya paralel olarak 100 metre aralıklarla 26 mayın döşemişti. Bu gemi Yüzbaşı Tophaneli Hakkı komutasındaki Nusret mayın gemisiydi. 18 Mart saat 8:15 sularında Birleşik Filo boğaza doğru harekata başladı. Vakit öğlene geldiğinde Tük topçusunun ateşi azalmıştı. Amiral de Robeck gemilerin kesin sonuç yerine yaklaşmalarını, mayın bölgesinde geçit açılmasını sağlamak için 2’nci Tümenin, yıpranan Fransız 3’üncü Tümenin yerine geçmesini emretti. İşte 18 Mart Boğaz Muharebesinin sonucu, bir anlamda kaderi de bu sırada belirlendi. Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte, onu Bouvet izlemekteydi. 04
Bu dönüş sırasında Bouvet Nusret’in döktüğü mayınlardan birine çarptı ve birkaç dakika içinde boğazın derinliklerinde kayboldu. Bouvet’yi Irresistible takip etti, o da bir mayına çarparak arka tarafı suya battı. Personeli kurtarılsa da Irresistible karanlık bastırdıktan sonra kurtarılmak üzere terk edildi. İngiliz kaynaklarında, İtilaf Donanması’nın bu esnadaki durumu şöyle açıklanmıştır: “Bu yeni ve görünmez tehlike karşısında, filosunu Boğaz dahilinde tutmanın imkânsızlığını gören Amiral, harekâtı durdurmaya karar verdi. Ocean’ı Irresistible’ın yardımına göndererek genel çekilme emrini verdi. Bir saat sonra Ocean da o uğursuz hattaki mayınlardan birine çarptı ve akşam geç vakit Ocean ile Irresistible’ın battıkları rapor edildi.’’ Saat 18:00 itibariyle 18 Mart Çanakkale Boğazı harekatının başarıya ulaşmadığı kabul edilerek su üstünde kalan tüm gemilere genel geri çekilme emri verildi. 18 Mart 1915 Çanakkale Boğazı Muharebesi, Çanakkale Boğazı’nın kara gücü olmadan yalnız donanma ile geçilemeyeceğini düşmana göstermişti. Gelibolu seferinden üç ay önce, Lloyd George Birleşik Krallık Harp Konseyi’ne sunduğu muhtırada, “...yetersiz ihtimamla kararlaştırılan ve hazırlanan seferler genellikle felaketle sona erer” demiştir. 18 Mart deniz harekâtındaki ağır yenilgi Lloyd George’u haklı çıkarmıştır. 18 Mart hezimetinden ders alan İtilaf Devletleri, sadece deniz harekatıyla İstanbul’a ulaşamayacağını anlamıştı. Deniz harekatının kara harekatıyla desteklenmesi şarttı. İtilaf Devletleri her ne kadar derslerini almış olsalar da bu sefer de kader karşılarına Mustafa Kemal’i çıkaracaktı. Savaşın bu kısmı İstiklal Savaşı destanının önsözünü teşkil eden ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk ve dünya tarihine kazandıran kahramanlık ve fedakârlık mücadelesinin adıdır. Bu kısım ise bir başka yazının konusudur. Edebiyat tarihimizin en önemli isimlerinden biri olan Samipaşazade Sezai Çanakkale muharebelerini şöyle özetler: “Çanakkale, üç mucizeler muharebesidir: Hali kurtardı; maziye hamaset ve azametini iade etti, vatanımızı bir ebedî vatan yaptı”. Tüm şehitlerimize sevgi, saygı ve minnetle… Kadir Can Çöllü Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. Sınıf 05
ÇANAKKALE Övün, ey Çanakkale, cihan durdukça övün! Ömründe göstermedin bin düşmana bir düğün. Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün, Başına yüz milletin üşüştüğü yersin! Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla, Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla. Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla, Neferin ordularla boy ölçüştüğü yersin! Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devinden, Koştu senin koynuna çıkar çıkmaz evinden, Sen onların açtığı bayrağın alevinden, Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin! Bir destana benziyor senin bugünkü halin, Okurken duyuyorum sesini ihtilalin. Övün, ey Çanakkale ki, Sen Mustafa Kemal’in Yüz milletle yüz yüze ilk görüştüğü yersin! Faruk Nafız Çamlıbel 06
14 MART TIP BAYRAMI Her meslek grubunun değerini, mesleği ilgilendiren kriz anlarında daha çok fark ediyoruz. Nitekim yakın geçmişimizin en önemli gelişmesi olarak adlandırabileceğimiz Covid-19 pandemisi de sağlık sektörünün ve sağlık çalışanlarının kıymetini bir kez daha güçlü biçimde gözler önüne serdi. Sağlık çalışanları, salgının ülkemizde görülmeye başlandığı ilk günden bugüne kadar gösterdikleri mücadele ile gündeme gelseler de aslında çok uzun yıllardır zorlu şartlar altında gayretli çalışmalarına devam etmekteler. İnsani sınırları aşan nöbetler, normalin çok çok üstünde bakılan hasta sayıları gibi zorlu çalışma şartlarının yanında son zamanlarda gündeme çok daha sık gelen şiddet olayları ve mobbingler ise tüm bu zorlukların en trajik halkasını oluşturuyor. Tüm bu şartlar altında hem görevini sürdürmekte olan doktorlarımız hem de tıp fakültesinde okuyan doktor adayı öğrencilerimiz mesleğine devam edecek motivasyonu bulamayıp ne yazık ki yurtdışı arayışlarına giriyorlar. Son dönemin verilerini incelediğimizde büyük bir beyin göçünün yaşandığını ve daha fazlasının da bizi beklediğini görmekteyiz. Halbuki ülkemiz geçmişte öğrencilerine yaptığı yatırımlarla tıp biliminde oldukça ileri bir seviyeye çıkmış, Prof. Dr. Türkan Saylan gibi örnek verebileceğimiz çok önemli doktor ve bilim insanları yetiştirmiştir. 4* 07
5* 14 Mart 1919 yılında tıbbiye öğrencisi Hikmet Boran tarafından işgale karşı bir tepki olarak toplanan ve dönemin en ünlü doktorlarının içinde bulunduğu bir grup tarafından bir yurt savunma hareketi olarak başlayan bu özel gün, çok uzun yıllardan günümüze kadar sağlık alanındaki kahramanlarımıza şükranlarımızı sunduğumuz bir gün olarak tarihte yerini alıyor. Her türlü olumsuz şartlarda ve imkansızlıklarda insanların yaşamı için mücadele eden kahramanlarımızın daha iyi şartlarda ve en önemlisi kendilerini güvende hissedebildikleri bir ortamda çalışabilmeleri en büyük temennimiz. Bu değerli gün özelinde bütün sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor, haklarının korunabildiği, güven ve mutluluk içinde işlerini sürdürebildikleri bir meslek hayatı diliyoruz. Elçin Akgün İstanbul Medeniy et Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf 08
14 MART (3.14) Pİ GÜNÜ 3. ayın 14. günü. Yani Pi günü. Bugün dünyanın tüm dairelerine bakın. Çevresinin uzunluğunun içinden geçen o uzun çap çizgisinin Pi katı kadar olduğunu göreceksiniz. Aslında bu oran başka günlerde de hep aynı. Tüm zamanların ve tüm mekanların en şaşırtıcı numaralarından biri. 6* Pi sayısından ilham alınarak yapılan sanat eserlerine bir bakalım. Pi sayısıyla nasıl bir ilgisi olduğu hakkında bir fikriniz var mı? Renklerle, sayılar arasında bir ilişki kurmaya çalışın. Çünkü her renk bir sayıyı işaret ediyor. Turuncu 3, Kırmızı 1, Sarı 4 gibi. Biyoinformatik, bilgisayar ve istatistik gibi konularda uzman Martin Krzywinski bu sayıyı sanatsal olarak böyle yorumlamayı tercih etmiş. 7* Bir başka çalışmasında yine renkleri kullanmış ama bu kez onları merkezden dışa doğru genişleyen bir spiral şeklinde dizmiş. Pi sayısının ilk 13689 basamağını renklerle eşleştirip dizdiğinizde ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. 09
Cristian Vasile adlı bir başka 8* sanatçı, Pi’nin dairesel gösterimleri üzerinde çalışmış. 0 ile 10 arasındaki rakamları bir dairenin etrafına dizmiş. Sonra da 3’ten 1’e bir çizgi çekmiş. Ardından 1’den 4’e ve devamında da Pi sayısının diğer basamaklarına göre çizgiler çekmeye devam etmiş. 9* Bu çalışmanın bir başka versiyonunda aynı işlem tekrar edilmiş. Ama bu kez ardarda gelen rakamlar olduğunda dairenin çevresine bir nokta koymuş. Mesela 1’in ardından 1 geldiğinde. Eğer aynı rakam 3 kez tekrar ediyorsa daha büyük bir nokta yerleştirmiş. Ne kadar çok tekrar ederse o kadar büyük bir nokta. Yukardaki fotoğrafın üstünde büyük bir mor nokta var. O nokta özel bir anı temsil ediyor. 6 tane 9 rakamının yan yana geldiği an. Buna Feynman noktası deniyor. Bu nokta yani 6 tane 9’un yan yana geldiği yer Pi’nin 762. basamağında karşımıza çıkıyor. O halde bu sayının içinde bir düzen mi var? Pi sayısı tamamen rastlantısal olarak ilerliyor gibi görünür. Bugün bilgisayarlar yardımıyla onun trilyonlarca basamağı hesaplandı ve içinde bir düzen olduğuna dair bir kanıt bulunamadı. Öte yandan matematiksel olarak rassal bir sayı olduğu da ispatlanamıyor. Sonuçta bu sayı mükemmel bir daireyle ilişkili unutmayalım. Matematikçi Steven Strogatz’ın dediği gibi Pi sayısı, tamamen rastlantısal olmakla mükemmel bir düzen arasında olmanın inanılmaz bir çekiciliğine sahip. 10
Matematikçi ve filozof John Venn, 10* 1888’de yazdığı “The Logic of Chance – Şansın Mantığı” kitabında biraz bu konulara da girer ve bir başka sembolik gösterim öne sürer. Pi sayısındaki 0’dan 7’ye kadar olan toplam 8 rakamın pusuladaki yönleri temsil ettiğini varsayar. Bu fikirden yola çıkan bir sanatçı Pi sayısının rehberliğinde bir harita çizmeyi denemiş. 0’dan 9’a rakamları renkli bir pusula haline getirip yola çıkmış. Pi’de önce 100 basamak ilerlemiş, sonra 1000, 10000, 100000, 1000000. Gördüğünüz gibi bu şekiller birbirinden tamamen bağımsız gibi duruyor. Takip ettiğiniz rotada bir önceki adımınız, bir sonraki yolunuzla ilgili size hiç bir ipucu vermiyor. Bir başka deyişle Pi sayısının yoluyla, gerçekte yürüdüğümüz hayat yolu arasında ilginç bir benzerlik var. Bu tabloların kendine göre bir güzelliği var ama onun da ötesinde bunlara bakıp üzerinde düşündüğümüzde içimizde matematik hakkında bazı duygular uyandırıyor. Sayıların bir estetiği var mıdır? Bilhassa pi sayısı neden bu kadar enteresan? Ya da enteresan mı? Bu sorular akla geliyor ve düşünmemizi, sorgulamamızı sağlıyor. Belki “Pi günü” de bu işe yarıyordur. Basit bir tarihten yola çıkıp onu, düşünmek için bir fırsata çevirmek! DÜNYA Pİ GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!!! 3.1415926535897932384626433832795028841971693993751058209749445923078 16406286208998628034825342117067982148086513282306647093844609550582 23172535940812848111745028410270193852110555964462294895493038196442 88109756659334461284756482337867831652712019091456485669234603486104 54326648213393607260249141273724587006606315588174881520920962829254 09171536436789259036001133053054882046652138414695194151160943305727 03657595919530921861173819326117931051185480744623799627495673518857 527248912279381830119491 Pİ SAYISININ İLK 500 BASAMAĞI KAYNAK: https://barisozcan.com/pi-gunu-pi-sanati/ 11
Her Tablonun Bir Hikayesi Vardır 11* Öpücük tablosu, Gustav Klimt'in \"The Golden Period\" olarak bilinen eserlerinde altın yaprakları kullandığı döneme ait en güçlü ve en popüler eseridir. Sade bir temel kompozisyondan oluşan resimde birbirine sarılmış bir erkek ve kadın görülür. Sarılmış basit bir çift gibi görünse de bu çiftin arasındaki öpüşmenin duygusal ve cinsel gücünü kolayca hissederiz. Kadının yüzünü ellerinin arasında tutan adam koruyucu ve baskın bir figür oluştururken, kadın erkeğin kollarında öpücüğün etkisi ile kendinden geçmiş, teslim olmuş bir duruş sergilemektedir. Bir yandan bir elini erkeğin boynuna dolarken, diğeri ile de erkeğin elini tutmaktadır. Bu duruşu \"Beni sakın bırakıp gitme\" dermiş gibi bir duruştur. Bu duruşa yanıt olarak erkeğin de bırakmaya niyeti olmadığı, kadının yüzünü elleri arasında tutuşunda görülebilir. Bu sıkı sıkı sarılmış çift aşkın birleştirici gücünü tabloyu görenlere vurgulamaktadır. Resimde Klimt'in hemen her eserinde görünen ayrıntılı desenleme göze çarpar. Erkek kafasında asma yapraklarından bir taç taşırken kadının saçları çiçeklerle süslüdür. Erkeğin üzerindeki giysi daha maskülen bir duruş sergileyen siyah ve beyaz köşeli şekillerle çizilmiştir. Buna zıtlık oluşturacak şekilde kadının üzerindeki ise dairesel şekiller ve renkli çiçeklerle kaplı daha feminen görüntüde bir dokuyu yansıtır. Bu çiçekli giysi zeminde yer alan çiçekli doku ile de uyum gösterir ve kadın figürünü 'Toprak Ana' ile ilişkilendirir. Kadının giysisindeki küçük geometrik şekiller de aynı zamanda onu erkek karakter ile bağlantılı kılar. Her iki giysi de aynı altın rengi tonlarındadır. Bu renk uyumu birbirinden farklı görünse de bireyleri aşkın gücü altında tek bedene dönüştürmektedir. Çiftten yayılan aşk sanki üzerlerinden yere dökülen altın iplerle toprağa karışmakta ve rengarenk çiçeklere can vermektedir. Resmin geri planındaki altın rengi altın yaprakları kullanılarak oluşturulmuştur. Bu aslında bir tesadüf değildir; çünkü, Klimt'in babası altın oymacısıdır. Babasının etkisi ve İtalya’nın Ravenna kentinde görmüş olduğu altın mozaiklerle bezeli Bizans kiliselerinden de etkilenen Klimt, benzer şekilde geliştirdiği tarzını \"Altın Dönemi’’ boyunca hemen her resminde uygulamıştır. Klimt'in eserlerinde genelde baştan çıkarıcı \"femme fatale\" kadın figürleri görmeye alışkın olsak da bu eserde ilginç bir şekilde teslim olan, pasif bir kadın vardır. Fakat buna rağmen Klimt'in eserlerinde vurgulanan erotizm bu eserde de üstü kapalı da olsa ortaya çıkar. Resimden gelen bu gizli erotizm ve şehvet seyirciye bu sarılış, ellerin dokunuşları, kadının yüzündeki ifade ve öpüşle kendini göstermektedir. Atakan Emre Altunekin Kaynak:https://tablolarinanlamlari.blogspot.com/2012/06/opucuk-tablosunun-anlami-nedir.html 12
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ SÖYLEŞİSİ Konuk: Nazan MOROĞLU Kadın hukuku ve kadın hakları dalında ilk akla gelen Nazan Moroğlu 1947 yılında doğdu. Alman Lisesi ve ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Aynı üniversitede kadın hukuku alanında yüksek lisans yapmıştır. Türkiye'nin ilk kadın hukuku uzmanıdır. Nazan Moroğlu çalışma hayatı boyunca birçok önemli kuruluşta yer aldı. Avrupa Birliği Kadın Hukukçular Derneği kurucu üyeliği, Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu kurucu başkanlığı, 2004 yılından beri İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği koordinatörlüğü, İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu, Kadın Araştırmaları Derneği ve Türk Hukukçu Kadınlar Derneği yönetim kurulu gibi yerlerde görev yaptı. Uluslararası Üniversiteli Kadınlar Federasyonu'nun kuruluşunun 100. yılında 100 öncü kadın arasında yer aldı. Türkiye'de sürdürülen eşitlik mücadelesini uluslararası mecralarda anlatmayı başardı. Yıllardır eşitlik, demokrasi ve kadının insan hakları yolunda mücadele verdi. ''Toplumsal cinsiyet eşitliliğinin olduğu bir dünya kurana kadar mücadeleye devam.'' sözleri de verdiği mücadelenin ispatıdır. Kendi Aynı zamanda İstanbul Barosu başkan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Nazan Moroğlu'nu tamamen anlatmaya kelimeler yetmemektedir. Kendisini 8 Mart Dünya Kadın Hakları günü etkinliğimizde ağırlamaktan büyük onur duyduk. Bize Türkiye'de kadın hakkında eşsiz bir sunum yaptı. Kendisini bütün etkinlik katılımcıları olarak hayranlıkla izledik. Gerçekleştirmiş olduğumuz bu program üzerimize düşen görevlerimizi bir kez daha hatırlamamızı sağladı. Toplantımız Zoom üzerinden gerçekleşti. Bizim için son derece verimli bir sohbet oldu. Ne yazık ki toplantımızı yüzyüze yapamadık. Nazan Moroğlu ile yüzyüze etkinlik gerçekleştirmek için can atıyor, en kısa zamanda karşılıklı sohbet etmeyi diliyoruz. Verdiği bu onurlu mücadele için minnetlerimizi sunuyor ve onun yolunda ilerlemek için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Umarım bir gün verdiğimiz mücadelenin sonucunu alır ve eşit bir dünyada, eşit haklarla yaşayabiliriz. 13 Aslıhan Akın Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi 1. Sınıf
KAPTAN Uçmaya başladım göklerde. Tutunuyorum bir kuyruklu yıldızın ardındaki alevlere. Isınıyorum yavaş yavaş. Çözünüyor buzlar. Ve yelken açıyorum yeni gezegenlere. Yeni filmler çekmeye gidiyorum. Sonunda mutluluk olan. Bu arada yeni filmler seyrediyorum. Sonunda birlikte olunan. Farkına vardım senle olamıyoruz. Madem öyle. Yeni yaz yolculuklarına çıkıyorum. İçinde yeni umutluluklar olan. Arkadan bir piyano sesi. Yavaş ritimlerle dans etmeye başlıyorum. Yeni ufuklar, yeni hikayeler beni bekler. Yıldızların ardında, Yıldızların arasında. Kendimi keşfediyorum yavaş yavaş. Yeni müzikler, yeni resimler. Yeni müzisyenler, yeni ressamlar. Bir umut şarkısı çalıyor artık, İlk defa dokunduğum resimlerde. Umutlanıyorum ben de. Artık sevgili geceler. Aydınlıklar görünecek ardındaki sisli havanın. Yeni kitaplar okuyorum. Bir Balzac mesela. Sevdiğim filmlere tekrar bakıyorum Kazablanka gibi. Umut dolu yeni yolculuklar beni bekler. Açın denizlerimi. Kaptan yola çıkmak üzere.. Atakan Emre Altunekin 14
3 MART DEVRİM KANUNLARI VE ÖNEMİ 12* Milli mücadele sonrası Türk devleti için geriye son bir savaş kalmıştı, çağdaşlaşma savaşı. Bu savaş geleneksel, dogmatik eski anlayışa karşı verilecekti. 23 Nisan 1920’de devlet yönetim şekli Cumhuriyet olarak belirlense de 3 Mart 1924 tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti çağdaş ve modern bir cumhuriyet anlayışı benimseyeceğini ortaya koydu. Modern ve çağdaş anlayış takipçiliğinin en büyük kanıtı devrim kanunlarının altında yatan devrim bilincidir. Bu yüzdendir ki devrim kanunları çağdaş ve modern Türkiye’nin temel sütunlarını oluşturmaktadır. Temel sütunların yıpratılması veya ortadan kaldırılması Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına bir saldırı olarak kabul edilir. 13* 3 Mart devrim kanunları çağdaş uygarlığa katılma savaşının başlangıcı olarak kabul 15 edilmelidir. Ki bu savaş Atatürk için asıl bağımsızlık savaşıdır. Ülkedeki yolculuklarında durmadan şu görüşü tekrarlar: Savaş sonuçlandı; fakat bağımsızlık savaşı asıl şimdi başlamaktadır (Berkes, 2020). Çünkü Atatürk’e göre ancak çağdaş devletler emperyalist devletlerin boyunduruğu altından kurtulabilir. Bu yüzden, milli mücadelede zamanında ortaya koyulan seferberlik ve çabalar fiziki savaş sonrası yarıda bırakılmayıp Atatürk önderliğinde çağdaşlaşma savaşı başlatılmıştır. Ekonomi, sosyal ve bilim alanında kendini geliştirecek olan Türk toplumu Atatürkçü devrim anlayışını kendine yol gösteren bir kavram olarak kabul etmiştir. Bu yolun ve kavramın temeli olan 3 Mart 1924 günü sırasıyla şu kanunlar Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir; Şeriye-i Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye bakanlıklarının kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat (eğitimin birleştirilmesi), ve halifeliğin kaldırılması.
Şeriye-i Evkaf bakanlığı şeyhülislam makamını ve vakıf mallarını idare eden bir kurumdu. Bu bakanlığın kaldırılması ile dini işler Diyanet İşleri Bakanlığı’na devredilmiştir. Aynı zamanda bu kanun ile şeriat hukuku da kaldırılmıştır. Kanunun asıl önemi, bu başkanlığın ve kurulunun dinsel yetkilerinin sınırlarını belirlemesidir (Berkes, 2020). Bu kurumun görevi herhangi bir dini liderlik yapmak ya da devlet politika ve yasalarına dini açıdan yorum getirmek değildir. Kurumun en büyük ve en önemli görevi düzenlemelerin elverdiği şekilde Müslüman çoğunluğun ibadet faaliyetini sağlayacak imkanları sağlamasıdır. Bu görevini gerçekleştirirken herhangi bir mezhebin görüşlerine göre de hareket edemez. Böylece, çağdaşlaşmaya karşı meydana çıkabilecek olan dini gerici faaliyetler bu kurum sayesinde kontrol altına alınmıştır. Bu yüzdendir ki bu kanun Atatürk devrimci anlayışı için çok önemlidir. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye bakanlığının kaldırılması ve ordunun yönetiminin Genelkurmay Başkanlığı’na verilmesi ile ordunun siyaset üzerinde olan etkisi ortadan kaldırıldı. Devlet mekanizması içinde önemli bir güce sahip olan ordunun kontrolü azaltılarak demokrasi kavramı güçlendi. Böylece, çağdaşlaşma için verilen asıl 14* bağımsızlık savaşı karşısında Türkiye önemli bir cephede başarı kazandı çünkü demokrasinin olmadığı yerlerde çağdaş bir toplumdan söz edilemez. İkinci sıradaki kanun Tevhid-i Tedrisat kanunuydu, bu kanun sayesinde tüm eğitim veren organizmalar Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluk alanına girdi. Eğitimde ulusal birlik sağlandı. Atatürk’e göre eğitim birliğinin sağlanmayışı Türk toplumunun geride kalmasının en büyük sebeplerinden biriydi. Doğu’dan ya da Batı’dan direkt olarak eğitim modelleri ülke içinde ikilik oluşturuyordu. Bu sebeple ulusal birlik anlayışı toplumun içinde yer almıyordu, ulusal birliğin kavranamadığı bir yerde ise kültürel kalkınma sağlanamazdı. Bu kültürel kalkınma çağdaşlaşmanın en büyük ve en önemli adımıydı. Eğitim yasası ile çağdaşlaşma yolunda büyük bir adım daha atıldı. 16
15* Diğer kanun ise halifeliğin kaldırılmasıyla ilgiliydi. Bu kanun sayesinde hukuksal ve toplumsal yapıda birçok gelişim sağlandı. Halifeliğin kaldırılması ile hukuksal birlik sağlandı. Bu tarihten önce çeşitli kurallara bağlı hukuk kuralları vardı. Rasyonel ve adil anlayıştan uzak bir hukuk anlayışı vardı. Halifeliğin kaldırılmasının ardından şeriat mahkemelerinin kaldırılmasıyla hukuksal birlikte sağlandı. Bu birliği sağlanmasına giden yolda halifeliğin kaldırılması önemli bir başlangıçtı. Toplumsal yapıdaki değişiklik ise medeni kanunun kabul edilmesi ile oldu. Halifeliğin kaldırılması ile medeni kanunun kabulünün yolu açıldı. Medeni kanun toplumsal hayatımızı düzenleyen ve iyileştiren en önemli etkendir. Aynı zamanda, kadınlarımızın toplumdaki yerlerinin önemine ve onların sorunlarına en uygun çözümü getirmiş ve bu sorunun çözümlenmesine dair yolu açmıştır. Aynı zamanda halifeliğin kaldırılması rasyonel devlet anlayışının olmazsa olmazı olan laiklik anlayışına da katkıda bulunmuştur. Sonuç olarak, 3 Mart 1924 devrim kanunları Türkiye’mizin çağdaşlaşma yolundaki ilk ve en önemli yapıtaşlarıdır. Her bir kanun asıl bağımsızlık savaşımızda bir domino etkisi yaratarak uygarlaşma sürecimizi hızlandırmıştır. Tarihimizin hangi kısmından bakarsak bakalım bu kanunların önemini ve gerekliliğini anlayamayacağımıza dair hiçbir şüphem yok. Çünkü bu kanunlar laik cumhuriyetimizin olmazsa olmazlarıdır. Haşim Güzel Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler 4. Sınıf 17
Kitap Kulübü “Eseri Okuyucu Kendi Yaratır” Yazarımız genel olarak kitapta ele aldığı 16* hikayeleri “zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum” diye tabir ediyor. İlk başta pek anlam veremediğimiz bu cümle hikayeleri okuyup sonuna geldiğimizde kitapla ilgili genel muhteva için bir işaret oluyor ,farklılık hissi oluşturuyor. Hikayelerin çoğu epistemolojik ve ontolojik buluntular içeriyor. Hikayeler bitince ne oldu şimdi gibi bir soru geliyor insanın aklına, basit gibi gelen hikayeler birden aslında hayır basit değil çok farklı bir hikaye bu diyorsunuz.Aynı zamanda yazar hikayelerim hayal güçlerinizde çoğalıp sürdürüleceğini inanıyorum diyor. “Öteki” adlı hikayesinde bir delilik vakası varmış gibi görünen karakterimizde çok büyük cümleler yatıyor. Bunlardan birini yazalım “Düşlere boyun eğmek zorundayız dünyaya doğmuş olmayı , görmeyi , solumayı kabullendiğimiz gibi” “Ulrıke” hikayesinde “Umutsuz olan bir şey yasak değildi.” Diyor. İnsanın ulaşmayı yasak , dokunulamaz olarak gördüğü şeylerin umudunu yitirdiği için yasaklar zincirinden çıkarılmış olduğunu söylüyordu. Umut aslında tutarlı ve akıl ile çevrelenmişti. Yasaklara rağmen umut değil yasakları aşmayı düşünebilmek umuttu. “Ayna ve Maske” hikayesinde bir kral ile ozan arasında geçen olay beni etkilemiş ve orada geçen cümle “Dünyanın en iyi şiirini okuyabilir ama damarlarınızdaki kan daha hızlı akmıyor elleriniz yaylalara uzanmıyor benzinizin rengi değişmiyor ise sizin için bir anlamı yoktur. “ Bir şiirdeki sadece tek bir sözcük için geçen öyküde “söz” ün ne kadar etkili olduğunu veriyor yazar . “Şiir gerçekten olmuş olanı değil bir özlemi dile getirdiğinde güzeldir.” “Otuzlar Mezhebi” din ile ontolojik insan bağlamında bir hikaye gözler önünde. “Eğer evrenin gerçek bir görüntüsüne sahip olabilseydik belki de onu anlayabilirdik. Anlayamamak bulantı ve korku doğurur , bunu hayatımızın dönemlerinde tecrübe ediniyoruz.” Yazar burada da derin bir gerçeklik ile varlık arasında bir bağ kurmuş. “Yorgun Bir Adamın Düş Ülkesi” Dillerin çeşitlenmesi toplumların hatta savaşların çeşitliliğini kamçıladığına dair bir sav öne sürüyor yazar. Burada okuyucuların derin bir düşünceye itmesine olanak sağlıyor bence. Yasin Mustafa Bulut 18 Marmara Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği 4. Sınıf
RUSYA - UKRAYNA SAVAŞI ÜZERİNE Barış Doster 1973'te Kars’ta doğdu. Kars Gazi İlkokulu’nu, Kadıköy Anadolu Lisesi’ni, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. 2011’de siyasi tarih alanında doçent, 2020'de profesör oldu. Üniversite yıllarından itibaren 15 yıl gazetecilik yaptı. Türk siyasal yaşamı, Türk dış politikası, uluslararası ilişkiler konularında çok sayıda haber, söyleşi, yazı dizisi hazırladı. Çeşitli dergi ve kitaplarda makaleleri yayınlandı. Üniversitelerde, askerlik görevini yaptığı Kara Harp Okulu’nda, Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde (SAREN) Uluslararası İlişkiler, Türk Devrim Tarihi, Türk Dış Politikası, Siyaset Bilimi, Güvenlik Stratejileri, Bölgesel Bazlı Devletler Analizi, Diplomasi, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı dersleri verdi. 2014’te ABD’de Oklahoma Üniversitesi’nde bir yıl, 2015’te Avustralya’da Sydney’de Macquarie Üniversitesi’nde iki dönem, 2016’da Çin’de Şanghay’da Tongji Üniversitesi’nde bir dönem misafir öğretim üyesi olarak Türk Dış Politikası, Ortadoğu ve Avrasya üzerine dersler verdi. H7a*la Cumhuriyet gazetesinde köşe yazıları yazmakta ve 2006’dan beri Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev almaktadır. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın başlamasındaki asıl sebep neydi? Tarihi değerler mi, ırkçılık mı, azınlıklar mı, yeni bir Sovyet düşüncesi mi yoksa başka sebepler var mı? Savaşın başlamasının temel sebebi, ABD ve onun saldırı ve işgal aygıtı olan NATO'nun, ısrarla Ukrayna'yı NATO üyesi yapmaya çalışması, Rusya'nın da bu talebi öncelikli tehdit olarak görmesidir. Herkesin kafasında tek bir soru var aslında hocam, NATO bu savaşa fiilen girecek mi? Ve NATO’nun savaşa girmesi durumunda bizi nasıl bir gelecek bekliyor? NATO bu savaşa fiilen girmez. Birincisi böyle bir niyeti yok, ikincisi böyle bir gücü yok, üçüncüsü Ukrayna NATO üyesi olmadığından NATO'nun ünlü 5. maddesinin işlemesi mümkün değil. 8* 19
BARIŞ DOSTER İLE RÖPORTAJ 8 Mart 2022 tarihinde Amerika hükümeti Rusya’ya olan yaptırımlarının bir yenisini daha ekledi ve Rusya’dan doğalgaz ve petrol alımlarını durdu. Bu yaptırım ve AB dahil Rusya’ya yapılan diğer yaptırımlar için Rusya’nın ne gibi önlemleri var? Yaptırımlar karşısında Rusya neler planlıyor? Ekonomik yaptırımlar şüphesiz Rusya'yı yorar, yıpratır, hırpalar. Lakin Rusya'yı teslim alması mümkün değildir. Çünkü bu yaptırımlar yıllardır başka ülkelere de uygulanıyor biraz daha hafifi veya daha ağır biçimde. Örneğin Küba, Kuzey Kore, İran bu ülkelerden birkaçı. Fakat ABD bu ülkelerde de hedefine ulaşamadı. Yaptırımlar Rusya'da ABD'nin umduğu sonucu vermez. Dahası bir süre sonra, bu yaptırımlar, yaptırımları uygulayan ülkelerin ekonomilerini ve şirketlerini vuracağından, ya yumuşayacaktır veya yaptırımlar delinecektir. Bunun da sayısız örnekleri var tarihte. Avrupa'nın Rus doğalgazına olan yüksek bağımlılığı da biliniyor. Rusya da Çin'le yakın ilişkileri sayesinde ekonomik yaptırımların etkisini azaltacak önlemler alıyor. Hocam savaşın başladığı günden bugüne kadar ülkemizin izlediği yola bakacak olursak herhangi bir tarafı desteklemeden olabildiğince tarafsız kalmaya çalıştığını görüyoruz. Peki sizce hükümetimizin uyguladığı bu politikalar ne kadar başarılı ve savaşın seyrine göre nasıl bir yol izlemeliyiz? Türkiye; hem coğrafyası gereği hem de savaş halindeki iki ülkeyle yakın ilişkilerinden dolayı dengeli, dikkatli, özenli bir dış politika izlemek zorunda. Rusya'nın Türkiye'nin ekonomisi, enerji tedariki, turizm geliri, ulusal savunması üzerindeki etkisi dikkate alındığında, Rusya'yla Suriye sorunundaki işbirliği ve gerilim alanları düşünüldüğünde, Türkiye için en doğru yol, tarafsızlığını korumak ve dengeli bir politika izlemektir. Hem Ukrayna Rusya savaşında hem de şu anki dünya düzeninde Nükleer silahlar nasıl bir rol oynuyor? Ülkeler bu silahları sadece gövde gösterisi için mi dillendiriyorlar yoksa kullanmak gibi bir planları cidden var mı? Elinde nükleer silah olan ülkeler bunu kullanmak için değil, karşı taraf nezdinde caydırıcılıklarını artırmak için bulundururlar. Çünkü nükleer bir savaşın galibi olmaz. Nükleer silahı ilk ateşleyen devlet bilir ki, birkaç saniye sonra hasım devlet de nükleer silahın ateşleme düğmesine basacak. O nedenle ben bir nükleer savaş ihtimali görmüyorum. Savaş sebebi ile Ukrayna halkından milyonlarca kişi çoğunlukla AB’ye olmak üzere mülteci olarak geçmeye çalışıyor. Savaşın devam ettiğini göz önüne alırsak Avrupa ve Ukrayna çevresindeki ülkeleri mülteci/sığınmacı sorunu ile nasıl koşullar ve zorluklar bekliyor? Savaş sürdükçe, Ukrayna Avrupa'ya göç verir. Bu sayı arttıkça da Avrupa'nın her anlamda yükü artar. Yeni sığınmacı, göçmen demek yeni mali yük demektir, siyasal, toplumsal sorunların, güvenlik sorunlarının artması demektir. 20
Hocam peki savaş esnasında Ukrayna ve Rusya’nın sürdürdüğü propagandaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ukrayna, batı ülkelerinin de desteğiyle sosyal medyada daha aktif. Ben kabaca 20 yıl gazetecilik yapmış biri olarak her iki taraftan yapılan açıklamalara da çok mesafeli, ihtiyatlı yaklaşıyorum. Bu tür haberlerin propaganda amaçlı olduğunu, misenformasyon, dezenformasyon amaçlı olduğunu biliyorum. Öldürülen asker sayısına, tahrip edilen tank sayısına, düşürülen uçak, helikopter sayısına ilişkin veriler, tek bir kaynaktan geldiği için, gazetecilik deyimiyle teyit edilmediği için, teyide muhtaç bilgiler olduğu için, bu konularda haber ve yorum yaparken çok dikkatli olmak gerekir. Futboldan basketbola, Formula yarışçılarına tenisçilere ve daha birçok sporcuya Rusya vatandaşı olduğu için sözleşme fesihleri vb. yaptırımlar uygulanıyor, Rus spor takımlarının müsabakalardan menedilmesi gibi olaylar yaşanıyor. Sizce sporculara ve spor takımlarına yapılan bu yaptırımlar ne kadar haklı ya da savaş esnasında sporculara ve spor takımlarına yaptırım yapılması doğru mu? Batıda Rus edebiyatçılara, bestecilere, orkestra şeflerine, sporculara, bilim insanlarına, öğrencilere yönelik uygulamalar öyle boyutlara ulaştı ki, adeta cadı avına döndü. Devlet yönetiminde, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinde hiçbir görevi, etkisi, sorumluluğu olmayan sıradan insanlara, sanatçılara, sporculara, sırf Rus oldukları için bunları yapmak, faşizmdir, ırkçılık yapmaktır. Sevgili Barış Doster'e değerli vaktini bize ayırdığı ve vermiş olduğu samimi cevaplarından dolayı teşekkür ederiz. Atakan Emre Altunekin Marmara Üniversitesi Gazetecilik 2. Sınıf 21
Sinema Kulübü CODA 17* CODA Sian Heder tarafından yazılan ve yönetilen 2021 yılı yapımı bir komedi/ dram filmidir bu yıl Oscar Film Ödüllerinde toplamda 3 dalda adaydır (En iyi erkek yardımcı oyuncu en iyi film ve en iyi uyarlama senaryo) Filmin senaryosu Hayatımın Şarkısı adlı filimden uyarlamadır. Coda aslında bir kısaltmadır açılımı Child of deaf adults’dır. ağır bir ailenin tek işten üyesi Rubby’dir. Film aslında Rubby’nin hayatını anlatmaktadır. 17 yaşında olan Rubby şarkı söylemeyi çok sever ve okulun müzik korosuna katılır ancak ailesine karşı olan sorumlulukları ve hayalleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalır çünkü Rubby ailenin dış dünya ile olan tek bağlantısıdır. Rubby’nin evden uzaklaşması aile için büyük bir risk teşkil etmektedir ancak müzik Rubby için büyük bir tutkudur ve hayallerinin peşinden gitmek ister ve okulların da ki müzik öğretmeni sayesinde konservatuara hazırlanır. Ailesi başta Rubby karşı çıkar ancak zamanla kızlarının fikrine saygı duymaya başlarlar ve Rubby destekler. 22
18* 19* Bu filmin en ilginç yanı ise Rubby’nin ailesine oynayan oyuncuların gerçek hayatta da sağır oluşu. Filimi izlerken bizleri kalplerine dokunan bazı sahneler oldu, sizlerde izlerken bu sahnelerden çokça etkileneceksinizdir. Örneğin Rubby’nin ağabeyi’nin bencil bir şekilde davranmayıp kardeşini her koşulda desteklemesi ve ailesine karşı Rubby olmadan da dış dünya ile bağlantı kurabileceklerini ispat etmeye çalışmasıdır, bizi etkiyen bir diğer sahne ise okulun müzik gösterisi sırasında seslerin bir anda kesilmesi hepimizin sağır bireylerle empati yapabilmesini sağladı ve sesler olmadan onların dünyayı nasıl algıladıklarını hissetme sansını bizlere verdi diye biliriz . Bu film hepimizin izlemekten büyük keyif aldığı bir film oldu yeri geldi hepimizi duygulandırdı yeri geldi hepimiz güldürdü çok sıcak ve samimi bir filmdi herkesin izlemesini tavsiye ederiz. İlayda Sarı Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema 1. Sınıf 20* 21* 23
SEVDA ÜSTÜNE Küçücük pencerem bahçeye bakar Bademler, erikler geceye bakar Bir ışık dökülür yapraklardan şıkır şıkır Filizler susmuş, tohumlar uyumuş; Bir an durmuş, genişlemiş büyümüş Bir eski şarkı, bir eski bahar, bir bildik deniz Vakit nisan ortasında bir akşam… Bu şiirde sevda sevda üstüne Senelerdir veda veda üstüne Yareli yüreğimde dağ dağ üstüne Vakit nisan ortasında bir akşam. Mehtap ettiğinden bihaber Kuşlarla, çiçeklerle, balıklarla beraber İki tel kumral saç olsa avucumda şimdi Ağlayıp ağlayıp avunsam… Turgut Uyar 24
.İK.İ YAKA Ben Karamanlıyım, ben Selanikliyim, ben Mersinliyim. Yani anlayacağın ben muhacirim. Osmanlının fethettiği yerleri Türkleştirme düşüncesi üzerine benim büyük büyük dedemi Karaman vilayetinden alıp Üsküp'e yerleştirmişler. Ve dedem orada kendine yeni bir hayat kurmuş. Dedem Üsküp'te tüccarmış. Dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan kumaşlar onda bulunurmuş. Avrupa'nın ve Britanya'nın en değerli kumaşları Venedik üzerinden Dubrovnik'e sonra da Üsküp'e gelirmiş. Dedemin elinden de Rusya'ya, Anadolu'ya hatta Acem diyarına kadar gidermiş. Aynı şekilde Hint kumaşları da dedemin elinden Avrupa'ya yayılırmış. Tabi bu yüzden dedemin şanı bütün cihana yayılmış. Dedemi çekemeyen diğer tüccarlar bir gece toplanarak dedemin dükkanını yakıp yıkmışlar. Ne var ne yok her şeyi kül etmişler. Daha sonra dedemin evine yürümüşler. Gözleri dönmüş bu deyyuslar dedemi, ninemi ve çocuklarını öldüreceklermiş. Dedem nineme çocukları alıp Selanik'e gitmelerini, orada Seyfi Paşa'yı bulup yardım istemelerini söylemiş. Kendisi orada onları korumak için kalıp can vermiş. selanik 22* Murat dedem sabah dükkanında bana sadece bu kadar anlatmıştı. Daha fazla anlatmasını isteyince daha sonra deyip geçiştirdi. Benim ailemin o uzak diyarlarda, Balkan topraklarında yaşadığı hikayeler var ve ben bu hikayeleri çok merak ediyorum. Merakımın iki sebebi var. Birincisi ilgimi çekmesi, ikincisi Ria. Hayatımda ilk ve tek âşık olduğum kadın. Onunla üniversitede tanışmıştık. İzmir'de. Kendisi hemen karşıdan, Sakız adalıydı. Ya da onların dilinde Chios’lu. Ria'nın annesi Sabrina Hanım 23* Macaristan'ın Debrecen şehrinin Ebes isimli küçük bir kasabasından. Yıllar izmir önce büyük dede Kurt, Regensburg'tan buraya gelmiş. Anne tarafı aslen Alman. Babası ise Anatoli Bey. Tam bir Yunan. Sakız adasından oldukları için ailesi doğulu anlamına gelen Anatoli ismini vermişler çocuklarına. Anatoli Bey'in söylediğine göre altı kuşaktır denizcilik yapıyorlarmış ki beni inandırdılar. Çünkü Ege denizinde Mikonos'tan tutun Gökçeada’ya herkes Anatoli Bey ve ailesini tanıyor. 25
Ria'nın bir de ablası var. Adı Fedora. Yunanca tanrının hediyesi anlamına geliyormuş. Anatoli bey ilk çocuğu olduğu için bu ismi vermiş. Fedora çocukluktan beri Anatoli Bey ile denizlere açılmış. Hâlâ denizlerden kopamadı. Babasının gemilerinden birinde kaptanlık yapıyor. Sabah akşam dinlemeden denizlere açılıp balık tutuyor. Kimsenin de denizde kadın uğursuzluk getirir laflarına takmıyor. Hatta ağızlarına tıkıyor. Daha önce bir defa evlenmiş ama yürütemeyip boşanmışlar. Bu evlilikten tatlımı tatlı bir evladı olmuş. Adını Trifon koymuşlar Sait Faik'in hikayesinden etkilenip. 24* Ha bu arada ben Cemal. Bizimkiler Selanik'ten Gülcemal isimli gemi ile mersin geldiklerinden adımı Cemal koymuşlar. Annem ve babam sizlere ömür. 3 yıl önce trafik kazasından dolayı kaybettim. Daha sonra bir ben bir de Murat dedem kaldık. Dedem terzilikle uğraşıyor. Küçüklüğümden beri kıyafetlerimdeki sökükleri hep dedem dikti. Dedemin dükkanına da tekrardan okula gitmeden bir uğramak istemiştim bugün. O dükkânın taşıdığı tarih, yaşadığı duygular… Ben bu duyguların içinde büyüdüm ve o yaşanmışlık beni alıp bambaşka yerlere götürüyordu. Dedemin dükkanından çıktıktan sonra Mersin otogarına gittim. Hem okulumu hem de Ria’mı çok özlemiştim. Bu sebeple 2 gün sonrasına İzmir’e bilet alacaktım. Otogara gittiğimde karşımdaki manzara karşısında dona kaldım. Bilet alacağım firmanın önünde Ria bekliyordu. Atakan Emre Altunekin 26
8 MART : KAMUSAL ALANDA KADIN Kamusal alan liberal ideolojinin, feodal düzenin yerine geçtiği bireylerin toplumsal konular/sorunlar üzerinde söz sahibi olduğu, alınacak kararlarda katkı yapma şansına sahip olduğu eleştiri ve muhalefet alanının özgürce yapılabildiği alan olarak tanımlanabilir. (Cevizci, 1999) Kamusal alanı eril zihniyetin kullanımına açan düşünce, kadını özel alan içine sıkıştırmıştır. Arendt’in çizdiği modern insan, polislerin politik hayatını oluşturan kadınların, emekçilerin ve kölelerin kendilerini gerçekleştirmek ve güvence altına almak istedikleri kamusal alana katılmaları olumsuz karşılanmıştır. Habermas’ın tanımına göre ekonomik gücü olmayan kadın ve çocuklar kamusal alanın dışına itilmektedir. (Çiçekli, 2019, s. 4) Özel ihtiyaçlarımız için, ortak yer ve amaç için diğer insanlarla ortaklaşa kullanılan mekânlar “kamusal mekân ve toplumsal mekân” olarak tanımlanırken bireylere ait olan, özel ihtiyaçlarımızı karşıladığımız mekânlar “özel mekânlar” olarak nitelenmektedir. “Kamusal” terimi kullanıldığı bağlama göre birçok farklı anlama sahip olmakla birlikte, “ev ve devletten bağımsız etkinlik ve etkileşim” biçimlerine işaret etmesiyle ortaklaşır. Mekân kavramına ilişkin doğrudan bir vurgu içermemekle birlikte “devlet ve ekonomiden ayrı ve genel olarak bunlara eleştirel duran bir alan” olması nedeniyle kamusal alan kavramı üzerine yoğunlaşılmıştır (Duncan, 1996; akt. Tuncer, 2015,s.34). Kamusal mekânlarını özel mekânlardan ayıran en önemli unsur: Bireysel mülkiyet alanı olmanın tersine kamusal alanın herkesin kullanımına açık olmasıdır. (Erdönmez ve Akı, 2005, s.73–74). 25* 27
26* 27* 28* 29* İstanbul sözleşmesinin imzalandığı süreçten feshine kadarki dönemde 497 haber eril şiddete bağlı kadın cinayeti. Kadınların şiddete uğradığı yani katledildiği mekanlar; özel alanlar, kamusal alanlar ve yarı kamusal alanlar gibi örneklendirilmiş. Kadınların %50,3’ü özel alan yani ev, evden sonra %20 kalabalık kamusal alanda (toplu taşıma, kafe, sokak, park, otel, market, durak, gece kulübü vb.), %7,0 ile ıssız kamusal alan (orman, çamlık, karayolu vb.) %4,6 ile özel araç, %3,8 iş yerleri, %2,8 yarı özel alan (apart, bina girişi), %2,6 ile kamu kurumları (adliye, belediye, hastane, okul), %2,2 ile açık özel mülk (tarla, bağ, bahçe) gibi mekanlar şiddetin yaşandığı mekanlardır. (Akgül & Örgen, 2021, s. 137-138) Türkiye’de değişen siyasi atmosferle beraber kadın ve hayvan hakları, dezavantajlı grupların yaşadıkları olaylar ana akım medya tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Bireyler haklarını savunmak, seslerini çıkarmak için sosyal medya platformlarını özellikle twitter kullanmaktadır. İstanbul sözleşmesinin gündem olmasıyla da erkeklerin kadınları konuştukları, hukukçu kimliği olmayan kişilerin sunduğu programlar popüler olmuştur. Cinsiyet eşitsizliği ekseninde doğan güç ilişkileri, kadınlara karşı yapılan insan hakkı ihlalleri ve eril bir dille kadını evinde görünürlükten uzak ‘edepli’ sıfatıyla tanımlamaktadır. Şiddete uğrayan kadınların ise korunma başvuruları reddedilmektedir. 28
1986’da BM’in 8 temel sözleşmesinden biri olan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’la başlamış, 1993 BM Kadına Yönelik Şiddete Karşı Bildirge ile devam etmiştir. 1993 BM Kadına Yönelik Şiddet Bildirgesi’nin kadına yönelik şiddeti tanımlarken “özel” ve “kamusal” alan ayrımı yapmış olması, her geçen yıl artmakta olan şiddet olaylarının önünü alamamış; şiddet, kadınların hem özel hem kamusal alanda karşılarına çıkan en önemli güvenlik kaygılarını oluşturmaya devam etmiştir. Bu süreçle birlikte devletlerin iç hukukunda kültürel ve toplumsal normlardan bağımsız hareket edemediği gerçeği, yeni hukuksal düzenlemelere gitmeyi zorunlu kılmıştır. Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı’nda imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” gelinen noktada kadına yönelik şiddete ilişkin yapılan en kapsamlı yasal düzenlemedir. İstanbul Sözleşmesi ve buna bağlı olarak iç hukukta düzenlenen 6284 Sayılı yasa ile kadınları her türlü şiddetten koruma, kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önleme, yerel ve uluslararası düzeyde işbirliği ve politikalar oluşturmaya yönelik bütüncül bir yaklaşımın gerekliliği belirtilmiştir. (Mor Çatı) Hak, kısaca, kişilere hukuk düzenince tanınmış yetki olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan, doğal olarak şu sonuç çıkar: Hakkı olan kişi, sahip olduğu hakka dayanarak öteki kişilerin, kendi hakkına saygı göstermesini bekleyebilir ve bu beklentisinin hukukça desteklenmesi gerekir. (Aybay, 2015, s. 4) 12 Eylül 2016 günü İstanbul’ da hemşirelik yapan Ayşegül Terzi, çalıştığı hastaneden çıkıp bindiği otobüste Abdullah Çakıroğlu’nun saldırısına uğradı. Saldırganın ‘Şort Giyenler Ölmeli’ diyerek otobüsün demirinden destek alarak yüzüne tekme atması, haberin basına yansıması üzerine görüntülerin çıkması ve ardından 17 Eylül tarihinde kamuoyu ve sosyal medyada büyük tepki çekince, 35 yaşındaki özel güvenlikçi Çakıroğlu gözaltına alındı. Çakıroğlu, ilk ifadesinde ‘Giydiği şort ortama uygun değildi. Bu nedenle sinirlenip hareketi yaptım.’ dedi; adliye yolunda ise: ‘Arkadaşlar her şey kontrol altında...Sıkıntı yok gerekli izahatları yapacağım...Vandalların saldırısına uğradım...20 tane solcu terörist bana saldırdı...Her şey İslam hukukuna göre oldu’ dedi. Çakıroğlu serbest bırakıldı. (BİANET, 2018) 30* 29
31* Ayşegül Terzi toplu taşımada hakkı gasp edildiği için defalarca şikayetçi olmuş ancak sosyal medyanın gücüyle saldırgan Abdullah Çakıroğlu suçlu bulunmuştur. Yine benzer şekilde Kasım 2021 tarihinde metroda bıçaklı saldırıya uğrayan Senanur Damgacı’da sosyal medya aracılığıyla sesini duyurmaya çalışmış ve şikayetçi olmuştur. Bu konuda belirtilmesi gereken bir gerçek de şudur: Hakların hukuk düzenince tanınmış olması, hakların gerçekleşmesi için tek başına yeterli sayılamaz. Hakların güvenceye bağlanması (garanti edilmiş olması) da gereklidir. Rona Aybay hak kavramını, “hak sahibi” kavramına bağlı bir kavram olarak açıklar. Hak ancak bir “hak sahibi”ne bağlı olarak somut anlam kazanır. Her hak, o hakkın sahibine başkalarına istemler (talepler) yönelterek, karşı tarafın belli bir davranışta bulunmasını belli bir davranıştan kaçınmasını istemek yetkisi verir. Kadına yönelik şiddette ilk akla gelen şiddet türü fiziksel şiddet olmaktadır. Bedensel güce dayalı ve daha çok bedene yönelik olan fiziksel şiddet, “kaba kuvvetin bir korkutma, sindirme ve yaptırım aracı olarak kullanılmasıdır. (Pala, 2013, s. 26) . Oysa ki kadına yönelik şiddet, sadece fiziksel şiddetten ibaret değildir. Fiziksel olmayan diğer şiddet türleri de son derece yaygındır. Fakat bu şiddet türleri çoğu kişi tarafından şiddet olarak tanımlanmamakta, kabul edilmemekte veya daha az önemsenmektedir.(Güneri, s. 87) Şiddeti fiziksel şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet ve sözel şiddet olarak sınıflandırılır. (Özçoban, 2018, s. 18) Ülkemizde ise şiddet kavramı resmi olarak ilk kez 8 Mart 2012 kabul tarihli 6284 Sayılı Kanun’un 2. maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre şiddet; “kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı” olarak ifade edilir. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, 20 Mart 2012 tarihinde 28239 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Özlem Limon Marmara Üniversitesi Gazetecilik 3. Sınıf 30
Yakın Tarih Kulübü Bazı Tohumlar Enkazda Filizlenir... Yaşadığımız coğrafyayı ben kan çiçeğine benzetiyorum. İnsan kanıyla ayakta duran, çağdaş medeniyete ulaşmak için bedel ödememiz gereken fakat her kaybımızdan sonra bir ışık sönerken bin ışık yanan bir coğrafya bizimkisi. “En büyük savaş cehalete ve gericiliğe karşı yapılan savaştır.” der Mustafa Kemal Atatürk. Gerçekten de öyle, bana hayatın amacı nedir diye sorsanız iki şey söylerim size; birisi ilim uğrunda yaşamak diğeri de soru sormaktır çünkü soru sordukça hayatı anlamaya, bilinmezlikleri aydınlatmaya başlarız. Zaten dünya üzerinde var olan tüm çatışmalar cehaletten ve anlaşılmazlıktan doğmaz mıdır? Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi ve nice aydınımız bu uğurda yaşayıp can verdiler. Hepsini bizden aldılar ancak onlar ölmedi aksine sayımız yüzbinler oldu. 32* Bahriye Üçok 1919’da Trabzon’da dünyaya geldi. Tarihçi, siyaset bilimci ve iyi bir ilahiyatçıydı. Cumhuriyet tarihinde İlahiyat fakültesinin ilk kadın akademisyeniydi. 1964 yılında \"İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar “adlı çalışmasıyla doçent olmuştur. İyi derecede Arapça ve Farsça bilen Üçok Kur’an’a bağlı olarak İslam dinini çağdaş, gerçekçi ve dinin özünde bulunan hoşgörü anlayışı ile yorumladı. Üçok, katıldığı toplantılarda sık sık kadın hakları, laiklik ve irtica tehlikesi üzerinde duruyor ve laikliğin savunucusu ilahiyatçı olarak tanınıyordu. “İslam’dan Dönenler”, “ Yalancı Peygamberler” ve “ İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı üç kitap yayınlamıştır. Fakat dini araç haline getirmiş bazı şarlatanların hoşuna gitmez bu durum ve 1960’lı yıllardan itibaren tehditler almaya başlayan Üçok kendisini güvende hissetmediği için akademik çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı.1971 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından senatör seçildi ve 6 yıl boyunca Cumhuriyet Senatosu Divan Üyeliği yapmıştır. Aktif siyasi hayatına devamında Cumhuriyet Halk Partisi’nde devam etmiştir. 12 Eylül’den sonra kurulan Halkçı Parti’nin 1983’te kurucu üyesi oldu ve 1983 seçimlerinde Ordu milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 1986’dan itibaren Sosyal demokrat Halkçı Parti üyesi oldu ve Eylül 1990’da parti meclis üyesi olarak seçildi. 31
Kasım 1988’de televizyonda yapılan bir açık oturumda, “ İslam’da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığı” yönünde açıklamalar yapan Üçok bunun üzerine tepki ve tehditler almaya başladı. 6 Ekim günü evine gelen bir kargonun patlaması sonucunda aramızdan ayrıldı. Suikastı İslami Hareket adlı bir örgüt üstlendi. 7 Ekim 1990’da Cumhuriyet gazetesini telefonla arayarak örgüt adına konuşan terörist Üçok’u “ tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden” öldürdüğünü ve “ İslam’a sınır koyanları öldürmeyi borç bildiklerini” belirtti. Bombalı paketi kabul eden ve “ Bombacı Kız ” olarak da tanınan Gülay Calap olaydan sonra uzun süre ortadan kaybolmuştur. 16 Ocak 1994 tarihinde İzmir’de PKK’nın yan kuruluşu olarak kabul edilen Devrimci Halk Partisi’nin İzmir sorumlusu olarak göz altına alındı. Ne sağ ne sol ne İslamcı ne dinsiz terörün kategorize edilmesine gerek yok, terör terördür. Terörü kategorize etmeyi ben çok masum bulmuyorum açıkçası çünkü çıkar ilişkisine bakılarak yapıldığı için terörü yapan kadar onu meşrulaştıran, affedenler de suçludur. Gördüğünüz üzere olayı üstlenen radikal İslamcı bir örgüt fakat olayın içerisinde yer alan fail “sözde sol” adlı bir örgüt mensubu çıkıyor peki biz buradan hangi sonucu çıkarmalıyız? Bizler Atatürk’ün bize emanet ettiği bu cumhuriyeti her şeyden öte sevmeli hiçbir şey gözetmeden korumalıyız. Cumhuriyete karşı olan tüm örgütler yeri gelince ortak paydada birleşiyor pkk, fetö, radikal İslamcı örgütler hepsinin ortak bir düşmanı var CUMHURİYET. Hepsi Atatürk’e ve onun değerline düşman aslında hepsi aydınlanmaya, çağdaşlaşmaya düşman. Neye inanırsanız inanın arkadaşlar, neyi desteklerseniz destekleyin ama o fikrinizi mutlaka her zaman mantık ve vicdan terazisinde dengede tutun. 33* Abdi İpekçi 9 Ağustos 1929’da İstanbul’da dünyaya geldi. Galatasaray Lisesi’ni bitiren İpekçi sonrasında eğitimine Hukuk fakültesinde devam etti. Yeni Sabah, Yeni İstanbul, İstanbul Ekspres Gazetesi gibi çeşitli gazetelerde spor muhabiri, sayfa sekreteri ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Ali Naci Karacan’ın çıkardığı Milliyet Gazetesi’nde 1954’te yazı işleri müdürü, bir süre sonra da genel yayın müdürü oldu. 1961 yılından öldürüldüğü 1 Şubat 1979 tarihine kadar Milliyet Gazetesi’nin başyazarlığını yürüten İpekçi Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Basın Enstitüsü Başkanlığı, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti ve Uluslararası Basın Enstitüsünün ikinci başkanlığı, Basın Şeref Divanı genel sekreterliği gibi görevlerde bulundu. Ayrıca eski Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in kuzenidir. Yazdığı yazılarında Atatürkçülüğü, barışı, düşünce özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü savundu. 32
1970'li yıllardaki kargaşa ve terörün önlenmesi için iktidar ile muhalefet önderleri arasında yapıcı bir uzlaşı sağlanmasından yana olan, devlet yönetiminde partizanlığın ve duygusallığın yerini akılcı, çağdaş, ılımlı bir uygulamanın almasını isteyen İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında aracındayken Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldü. Mehmet Ali Ağca verdiği ifadede Abdi İpekçi'ye 5-6 el ateş ettiğini söylemiştir. Ancak olay yerinde 9 mermi kovanı ele geçirilmiştir. Bu da bir ikinci kişinin olduğunu göstermiştir. O da Oral Çelik'tir. Oral Çelik ile Mehmet Şener suikastı beraber tasarlamış, Mehmet Ali Ağca da tetikçi olarak sonradan aralarına katılmıştır. Mehmet Ali Ağca, İpekçi suikastından idamla yargılanırken 1979 yılında ülkenin en iyi korunan askeri cezaevlerinden biri olan Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırıldı. Abdullah Çatlı, Bedrettin Cömert suikastından aranırken 1978 Ağustos’unda Sakarya’da yakalandı. 48 saat sonra serbest bırakıldı. Uğur Mumcu’nun İpekçi cinayetinin kilit ismi dediği Çatlı 1982 Şubat’ında bu kez ‘MHP’ davasıyla aranırken, Zürih’te Mehmet Şener ile birlikte sahte pasaport ile yakalandı ve yine 48 saat sonra salıverildi. Uğur Mumcu: \"Şener geri verilirse İpekçi kıyası aydınlatılır, yitirilen her saniye önemli.\" diye yazdı. Ama değil saniye aylar geçti, Şener yargılandı ve delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Oral Çelik, 1982 yılında İsviçre’de yakalandı. 10 gün sonra serbest bırakıldı. Türkiye’ye döndükten sonra Malatya’da süren bir cinayet davasında dosyada bir evrakın yitirilmesi üzerine salıverilmesine karar verildi. Ağca’nın, İpekçi cinayetinde tetik çektiğini söylediği Yalçın Özbey ise 1983 yılında Almanya’da işlettiği lokalde gözaltına alındı ve 2 ay sonra salıverildi. 34* Ülkemizin aydınları teker teker öldürülüyordu fakat adaleti tesis etmekten sorumlu merciler sürekli bahanelerin arkasına saklanmaktaydı. Davalar açılıyor deliller karartılıyor, var olan deliller birden ortadan kayboluyordu. İpekçi cinayetinin failleri serbest olarak halen aramızda. Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın. Nedense ülkemizde tarafsız olan, gerçekleri söyleyen, başarı elde eden her yurttaşımızın başına bir musibet geliyor. Ülkemizde maalesef hiçbir başarı cezasız kalmıyor. Bu ülkemizin ayıbıdır… Uğur Mumcu 22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de dünyaya gelmiştir. Öğrencilik yıllarında 26 Ağustos 1962’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan \"Türk Sosyalizmi\" başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü'nü aldı. Yeni Ortam gazetesinde köşe yazarlığı yapan Uğur Mumcu, 1975’ten itibaren Cumhuriyet’te \"Gözlem\" başlıklı köşesinde düzenli olarak yazmaya başladı. Aynı zamanda Anka Ajansında çalışmaktaydı. 1975 Mart'ında makalelerinden oluşan \"Suçlular ve Güçlüler\" adlı kitabını yayımladı. Aynı yıl, Altan Öymen'le birlikte hazırladıkları, Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel'in hayalî mobilya ihracatını konu edinen \"Mobilya Dosyası\" adlı kitabı yayımlandı.1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. \"Gözlem\" başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 1977’de \"Sakıncalı Piyade\" ve \"Bir Pulsuz Dilekçe\" kitapları yayımlandı. Ertesi yıl, \"Sakıncalı Piyade\" adlı yapıtını Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarladı. Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu'nda tam 700 kere sahneledi. 1978’de ise ünlülerin yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı \"Büyüklerimiz\" yayımlandı.Türkiye'de 12 Eylül 1980 Darbesi'ne 33
35* giden süreçte yaşananları eleştirdi. Türkiye'de terör olaylarının artması nedeniyle 1979 yılında, 12 Mart dönemi öncesi ve sonrası gençlik liderlerinin yaşadıklarını kendi ağızlarından yansıttığı ve silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağına dikkat çektiği kitabı \"Çıkmaz Sokak\"ı yayımladı. 7 Mart 1980 tarihinde yayımladığı yazısında anarşi ve terör ortamını şu sözlerle eleştirdi: \"Bunun adı solculuk mu? Yoksul erlerin üstüne kurşun yağdıran, banka soyan eşkıyalık mıdır solculuk? Böyleyse, yerin dibine batsın böyle solculuk... Bunun adı milliyetçilik mi? Savcıları, yargıçları, üniversite öğretim üyelerini, emniyet müdürlerini öldüren, yurttaş kanı içen canavarlık mıdır milliyetçilik? Böyleyse, yerin dibine batsın böyle milliyetçilik...\" Mumcu partizanlığa her zaman karşı durmuş ideoloji fark etmeksizin yurttaşlık fikrini savunmuştur. 12 Eylül darbesini ülkeyi iç savaştan kurtaran bir olgu olarak kabul etmiştir. 1981’de terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak için yazdığı \"Silah Kaçakçılığı ve Terör\" yayımlandı. Aynı yıl, Mehmet Ali Ağca'nın Papa'yı öldürme girişiminden sonra Ağca üzerine inceleme ve araştırmalarını yoğunlaştırdı. PKK'yı, \"şiddet yoluyla sonuç almak isteyen bir Kürt milliyetçisi terör örgütü\" olarak tanımlıyordu. PKK'nın yaptığı katliamlara tepki vermeyen derneklere, gazetelere vb. tepki gösterdi. İnsan Hakları Derneği de Mumcu'nun eleştirdiği oluşumlardan biri oldu. 7 Ocak 1993 tarihinde \"MOSSAD ve Barzani\" isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve MOSSAD arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi: \"Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?\" 8 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki \"Ültimatom\" başlıklı yazısında ise yakında yayımlayacağı kitabında istihbarat örgütleri ile Kürt milliyetçileri arasındaki bağlantıları açıklayacağını yazdı. Başarılarla dolu bir gazetecilik hayatı olan Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmeden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı. Öldürülme sebebi olarak Abdullah Öcalan'ın bir müddet Millî İstihbarat Teşkilâtı için çalıştığı iddiasını araştırması iddia edilmektedir. Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te Ankara’da evinin önünde arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda hayatını kaybetti. Suikastı; İslami Hareket Cephesi, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi. 34
Çekin Tuğlaları, Yıkılsın Duvar! Olayın hemen ardından olay yerinde delil bulunamadığı iddia edilmiş, titizlikle toplanması gereken deliller süpürge ile toplanıp ortadan kaybolmuştur. Dönemin bakanları bu cinayeti çözmenin devletin namus borcu olduğunu dile getirdiler fakat hiçbiri namus borcunu yerine getiremedi… Uğur mumcu cinayetinin failleri halen bulunamadı, halen katiller aramızda elini kolunu sallayarak geziyor… Son dönemlerde iddialarıyla gündeme gelen Sedat Peker’in açıklamalarıyla birlikte olay tekrar gündeme geldi. Peker, suikastın Mehmet Ağar tarafından düzenlendiğini iddia etti. Sedat Peker'in açıklamalarının ardından Uğur Mumcu'nun eşi, eski CHP Milletvekili Güldal Mumcu şöyle konuştu: “Senelerdir Uğur Mumcu Cinayetinin aydınlatılması için kim ne biliyorsa anlatsın, işin ucu kime dokunuyorsa dokunsun dedik. Çekin tuğlaları, yıkılsın duvar, altında kim kalırsa kalsın!” Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere mirası olan muasır medeniyet seviyesine ulaşma gayesi için çok bedel ödedik, birbirinden değerli aydınlarımızı yitirdik. Ülkemiz ne zaman aydınlanmak istedi birileri bizim güneşimizi kapatmak istedi, sandılar ki birileri susunca her şey biter sandılar ki bizler korkacağız sandılar ki biz davamızdan vazgeçeceğiz, çağdaş Türk gençliğini hiçbir şey yıldıramaz onu unuttular. Rahmetli Türkan Saylan hocamızın da dediği gibi “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” sözünün bizlere rehberlik ettiğini unuttular. Şimdi biz sesleniyoruz aydınlığa karşı olanlara, cumhuriyete karşı olanlara, çağdaş yaşama karşı olanlara: Bizler en karanlık, en umutsuz anlarda dahi çağdaş yaşam meşalesinin ışığını yüreklerinde taşıyan, asla durmamak üzere yola çıkan, yorgunluk nedir bilmeyen, Çağdaş Türk Gençliğiyiz! Unutmayın! Siz vurdukça biz çoğalıyoruz, bir Uğur gitti bin Uğur bugün onun fikirlerini yaşatıyor. Bir İpekçi gitti bugün binlerce genç onun kaleminin izinden mesleğe adım atıyor. Unutmayın fikre kurşun işlemez! Unutmayın bazı tohumlar enkazda filizlenir! Samet Sert Marmara Üniversitesi Gazetecilik 1. Sınıf 35
Belgesel Crip Camp: Kulübü Engelli Devrimi Belgesel kulübümüzde \"Crip 36* Camp: Engelli Devrimi\" adlı belgeseli izleyip,değerlendirdik.Belgeselimiz 1971 yılında Woodstock yakınlarında bulunan Jened Kampında başlıyor. Engellilerin izole bir hayattan arındıkları, fikirlerini açıkça konuştukları güvenli bir sığınak hatta bir ütopya olarak karşımıza çıkan bu kampta konuklarından birinin \"var olduğunu bilmediğiniz bir şeyi elde etmek için çabalayamazsınız\" sözüyle kampın aslında konuklarına kattığı farklı bir yaşamın mümkünlüğü, özgüven ve organize hareket etme kabiliyetini görmüş oluyoruz. Bu kabiliyetlerin farkına varmaları ile çabalamaya başlamaları ve bu çabadan ne olursa olsun vazgeçmemelerini izliyoruz. Engelli bireylerin sadece engellerine indirgendikleri; birçok kişi nezdinden birey olarak değerlendirilmedikleri bu dönemlerde Willowbrook devlet hastanesindeki engellilerin yaşam şartlarını görme fırsatını yakalıyoruz. Düşük standartlı bakım bakım odaları, 50 engelli çocuğa bir bakıcı düşmesi gibi yetersizliklerin 504.madde ile giderebileceği düşüncesi engelli bireyler arasında yayılma başlamasıyla harekete geçmeye karar veriliyor. Kendilerini günlük hayatta bir yer edinmelerini, çevredeki yapıları engellilere uygun bir hale gelmesini ve çalışma ortamlarında engelli bireylere ait kontenjanların açılmasını sağlayan 504.yasanın geçmesi için bölge müdürünün ofisinde yaptıkları 23 günlük eylemleriyle seslerini duyurmayı başarıyorlar. Bu eylemler kendi 36
37* 38* 39* bulundukları ülkeyle başlayarak diğer ülkelerde yasanın kabulunu kolaylaştırıyor. Bu süreçte diğer insan hakları örgütlerinden aldıkları yardımları ve eyleme devam eden engelli bireylerin yaptıkları fedakarlıkları gördüğümüz sahnelerde haklı bir amaç uğruna birleşmiş büyük bir azınlık grubu izliyoruz. Daha sonra bütçe nedeniyle zora düşen bu yasanın devamlılığı için hep birlikte hareket etmeleri ve sonuna kadar mücadele örneği sergilemeleri ile istediklerini ve hakkı olanı almalarını görüyoruz. Kalabalık ortamlarda yaptıkları eylemlerle bunca zamandır görünmez olan ve dışlanan bir topluluğa polislerin müdahale etme noktasında nasıl davranacaklarını bilememesi, sosyal hizmet açısından da bu topluluğun ne kadar ihmal edildiğinin bir kanıtı olarak önümüze çıkmaktadır. Birlikte organize hareket etmelerini ve bunu başarmak için göze aldıkları zorlukları bize gösteren bu belgeselde belki de en etkileyici nokta tüm insan hakları destekçilerinin bir olması ve bu direnişin devamı için birlikte hareket etmeleri oluyor. Dezavantajlı grupların birbirlerini destekleyerek kazandıkları bu hakların aslında her zaman almaları gereken hizmetleri alabilmelerinin geç kalınmış bir zaferi olduğunu söyleyebiliriz. Güçlü bir sosyal hizmet anlayışı ile dezavantajlı grupların hak mahrumiyetinin önüne geçeriz. Kağıt üzerinde sağlanan hakların günlük yaşama etkilerini görmek istersek insanları değiştirmemiz gerekir. Bunun yolu da iyi bir eğitim anlayışından geçmektedir. Bilinçli bir toplum yaratmak, tüm engelleri aşmamıza olanak sağlar. Berke Emir Aslan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Sosyal Hizmet 2.sınıf 37
İngilizce Konuşma Kulübü PROBLEMS OF UNIVERSITY STUDENTS Children want to grow up, adults want to return to their school years. Most adults who are dealing with finding a proper job, earning money to supply their lives claim that the university years are the most beautiful years in their lives. It is agreeable that being a university student in Turkey has a lot of good sides, but there are also a lot of bad sides to it. This essay will talk about the general problems of being a university student in Turkey. The first and the most important problem which university students deal with is the fear of being unemployed. To illustrate, due to the already increased numbers of universities in Turkey, being a university graduate has lost its actual importance in the 21st century. In the past, university graduates were seen as intelligent, knowledgeable and patient people and they were respected. Now, employers cannot hire all the applicants who have graduated from university, they are looking whether the applicants are qualified enough or not. For these reasons, university students are worried about finding a job that they can work at and earn sufficient money to continue their lives comfortably. What is more, they feel obligated to rise above their peers, and in order to do that, they work hard to receive the qualifications that the employers ask for. 38
The second main problem is about money. To explain, money is the most common issue which affects all the people including university students in Turkey. As I mentioned before, due to the fear of unemployment, students feel obligated to continuously improve themselves, via learning a second language, going to Erasmus and participating in social events like theater, cinema. Unfortunately, most of these activities require money and because of the economic crisis in Turkey, they cannot even drink a coffee outside now. In other words, even basic needs and simple wishes cost a lot of money these days. In addition to that, some families cannot send their children in an another city in order to provide them a better education due to accommodation price and cost of living. So, not having enough money is the obstacle between university students and their future dreams. To summarize, there are two main problems which university students in Turkey are facing: worrying about unemployment and money. In order to solve these problems, the ministry of education should evaluate the quality of universities well. Universities which have wise teachers and well-educated graduates should stay, others should be closed. How many workers needed per job in Turkey should be researched well and these numbers should determine the numbers of university students. Also, major needs of university students such as food, accommodation and transportation must be paid by the government. In order to help university students, improve themselves and find a job, every student should be matched with an open-minded mentor who is a colleague of theirs. Ezgi Çavdar 39 Yeditepe Üniversitesi Eczacılık 1. Sınıf
15 MART DÜNYA TÜKETİCİ HAKLARI GÜNÜ Günümüzdeki kapitalist toplum düzeninde hepimiz tüketim çılgınlığı yaşıyoruz. Marka vermeden bahsedeyim; e-ticaret sitelerinden ihtiyacımız olan bir şeyi alacakken bile sepetimizde ihtiyacımız olmayan onlarca şey ekliyoruz. Aslında hepimiz bu hayatın isteyerek veya istemeyerek bir parçası olduk. Hatta şöyle söyleyeyim, şu anda yapılan evlilikler bile tüketim çılgınlığının bir parçası. Nasıl mı? Hemen anlatayım. Evlenecek olduğumuz vakit yeni beyaz eşyalar, mobilyalar aksesuarlar vb. birçok şey satın alıyoruz. Dünya üzerindeki boşanma oranlarının ne kadar yükseldiğine bakacak olursak en hızlı yükselme son 10 yılda oldu. Buradan nereye varmak istiyorum. Kapitalist düzen bizim evlenmemizi istiyor ama boşanmamızı da istiyor. Boşanalım ki tekrardan yeni bir ev yeni beyaz eşyalar, mobilyalar yani yeniden para harcayalım istiyorlar. Bu düzen içinde nasıl bir rol oynadığımızdan ve uğramış olduğumuz manipülasyonlardan bahsettim. Şimdi gelelim bu yazımızın asıl konusuna. 15 Mart tüketici hakları günü nedir? Neden böyle bir gün vardır? Haklarımız nelerdir? 15 Mart 1962 yılında ABD'de dönemin başkanı John F. Kennedy'nin Temsilciler Meclisi'nde yaptığı konuşmada ilk kez Tüketici Hakları diye bir kavramdan söz etmesi sebebiyle dünyada bu tarih Dünya Tüketici Hakları olarak anılmaktadır. Birleşmiş Milletler ise 1985 yılında aldığı karar ile bu konuşmanın yapıldığı tarihi Dünya Tüketici Hakları ilan ederek resmileştirmiştir. Uluslararası tüketici örgütleri bugünü her yıl kutlamaya devam ediyor. Kapitalizm, tüketim, tüketim çılgınlığı dedik. Peki Tüketici ne demek? Ticari veya mali kaygılar gütmeyen, herhangi bir şekilde bir ürün satın alan/edinen kişilere tüketici denir. Yani aslında bir ürün hazırlayıp, mali kaygılar gütmeyen herkes tüketicidir. Üreticilerin sahip olduğu haklar bulunmaktadır. Aralarındaki etkileşim bizlerle olduğundan dolayı bizler de tüketiciler olarak bazı haklara sahibiz. Bu haklardan bazıları şu şekildedir: Örgütlenme, Sesini Duyurma ve Temsil Edilme Hakkı: Tüketicilerin haklarını alabilmeleri, savunabilmeleri ve uygulatabilmeleri için bir araya gelip güç birliği oluşturabilmeleri; kendilerini ilgilendiren yasal, ekonomik, sosyal, ticari, teknik ve politik her konuda düşünce ve görüşlerini belirtebilmeleri; baskı unsuru olabilmeleridir. Eğitilme Hakkı: Tüketicilerin haklarını ve sorumluluklarını öğrenerek hak arama, haklarını savunabilme ve tüketici bilincine sahip olabilmeleri için eğitilmeleridir. Seçme Hakkı: Tüketicilerin çeşitli mal ve hizmetler arasında gelir düzeylerine göre kendi gereksinimlerini karşılayabilmesi, istedikleri mal ve hizmetleri ucuz ve kaliteli olarak alabilmesi, tercih edebilmesi ve seçeneklerin artırılmasıdır. Zararların Karşılanması Hakkı: Satın alınan mal ve hizmetlerin ayıplı (kusurlu, özürlü) çıkması durumunda; ayıpların neden olduğu her türlü maddi, manevi, hukuki, ekonomik zararların karşılanmasıdır. 40
Enflasyon, mal ve hizmetlere dair fiyat düzeyinin yükselmesi sebebi ile paranın satın alma gücünde meydana gelen düşüşü ifade eder. Burada etkileyici unsur sadece belirli mal ya da hizmetlerin fiyatlarında meydana gelen artış değil, mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyinin artış göstermesi sonucu alım gücünde meydana gelen azalmadır. Enflasyon kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnek vermek gerekirse, bir sene önce yaptığınız market alışverişinde harcadığınız tutarın 50 TL olduğunu varsayalım. Bu alışverişten bir sene sonra aynı ürünleri marketten 100 TL’ye alabiliyorsanız bu, yıllık enflasyonun oldukça yüksek olduğunun göstergesidir. Yani bu, bir sene içerisinde artan mal fiyatları ile alım gücünün düştüğünü gösterir. Sene başında ne kadar asgari ücrete yüksek oranda zam yapıldıysa da enflasyon karşısında tüketicilerin aldığı zamlar erimiştir. 2022 yılında duymaya en çok alıştığımız şeylerin başında zam geliyor, elektriğe, doğalgaza, gıdalara, benzine, kiralara ve daha birçok şeye zamlar gelmeye devam ediyor. Gelen zamlarsa tüketicinin canını bir hayli yakıyor. Gerek alınan kararlar gerek üreticilerin fırsatçılığı sonucunda ezilen hep tüketici oluyor. Açlık sınırının 4500 TL’nin üzerinde olduğu bu dönemde ülkede birçok insanın asgari ücret aldığını düşündüğümüzde durumunun vahametini ortaya koyuyor. TÜİK’in geçmiş dönemdeki verileri doğrultusunda enflasyon çok düşük açıklamaları da pazardaki enflasyonun maalesef düşük olduğunu göstermiyor. TÜİK’in yapmış olduğu son açıklamada enflasyon oranı %54.44 olarak açıklanmıştır. Şöyle bir örnek vereyim sizlere. Avrupa birliği üyesi en yüksek enflasyona sahip 5 ülkenin toplam enflasyon oranı %43.3. bakın bu oran toplam oran. Avrupa birliğindeki en yüksen enflasyon oranı %12 ile Estonya’ya ait. Bizdeki oran tekrar ediyorum %54.4. Çoğu ekonomiste göre bu oran HİPERENFLASYON demek. Durum böyle gittikçe tüketicinin enflasyon karşısında ayakta duramayacak hale geleceği aşikâr. Tüketicinin yani bizlerin bu vahim durumun bir an önce son bulmasını talep ediyoruz. Gerek alınan yanlış kararların gerek atılan adımların düzeltilmesi vatandaş için şarttır. 15 Mart Tüketiciler Günü vesilesiyle tekrardan bunların göz önünde bulundurulması vatandaş için elzemdir. Atakan Emre Altunekin Birkan Bozkurt Marmara Üniversitesi Hukuk 3. Sınıf 41
Görseller ve Alıntılar 1 .https://www.canakkalesehitlik.net/dur-yolcu.html 2 .https://www.aydinlik.com.tr/haber/ataturkun-canakkale-savasindaki-rolu-83969 3 .https://www.mynet.com/ataturklu-canakkale-savasi-mesajlari-ataturk-un-canakkale-savasiyla-ilgili-sozleri-ve-mesajlari- 110106757936 4 .https://www.gazeteduvar.com.tr/saglik/2020/01/25/cuzzamlilara-adanmis-bir-hayat-turkan-saylan 5 .https://www.herkesebilimteknoloji.com/haberler/saglik/isgal-altindaki-istanbulda-ilk-tip-bayrami-kutlamasi 6 https://barisozcan.com/pi-gunu-pi-sanati/ 7 https://barisozcan.com/pi-gunu-pi-sanati/ 8 https://barisozcan.com/pi-gunu-pi-sanati/ 9 https://barisozcan.com/pi-gunu-pi-sanati/ 10 https://barisozcan.com/pi-gunu-pi-sanati/ 11 https://www.diken.com.tr/haftanin-eseri-the-kiss-gustav-klimt/ 12 https://www.cumhuriyet.com.tr/galeri/ataturkun-tbmm-ile-ilgili-sozleri-egemenligin-tek-kisiye-verilmesi- mumkun- degildir-658090 13 https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhuriyetin-ilani-ve-ataturkun-ilk-konusmasi-tbmm-kayitlarinda-526911.html 14 https://www.iienstitu.com/blog/ataturkun-egitim-ile-ilgili-sozleri?locale=tr 15 https://tr.sputniknews.com/20211204/turkiyede-kadinlara-secme-ve-secilme-hakkinin-taninmasinin-yil-donumu- 1051440454.html 16 https://1000kitap.com/kitap/kum-kitabi--6997 17 https://www.beyazperde.com/filmler/film-276170/ 18 https://mubi.com/tr/films/coda-2021 19 https://www.arkansasonline.com/news/2021/aug/13/coda-one-bittersweet-coming-of-age-tale/ 20 https://www.beyazperde.com/sanatcilar/sanatci533004/fotolar/detay/?cmediafile=21822747 21 https://ortakoltuk.com/film-elestirileri/coda-2 22 https://tr.wikipedia.org/wiki/Sel%C3%A2nik 23 https://www.egehaber.com/izmirde-18-yasini-dolduranlar-dikkat-duyuru-yapildi-493316/ 24 https://www.cnnturk.com/seyahat/mersin-ilceleri-nelerdir-mersinin-kac-ilcesi-vardir-nufusu-kactir-mersin-haritasi 25 https://demkagayrimenkul.com/izmir-hakkinda-bilgiler-izmir-hakkinda-7-ilginc-sey/ 26 https://www.indyturk.com/node/206156/haber/12-soruda-istanbul-s%C3%B6zle%C5%9Fmesi-s%C3%B6zle%C5%9Fme- cinsiyetsizle%C5%9Ftirilmi%C5%9F-bir-toplum-mu 27 https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-53503358 28 https://www.dunya.com/gundem/istanbul-sozlesmesi-yasatir-haberi-475886 29 https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/izmirli-kadinlar-istanbul-sozlesmesi-yasatir-vazgecmiyoruz-1754506 30 https://www.milliyet.com.tr/pembenar/6284-sayili-ailenin-korunmasi-ve-kadina-yonelik-siddetin-onlenmesine-dair- kanun-neleri-kapsiyor-6207273 31 https://csgorselarsiv.org/photo/35/6284u-uygula 32 https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/cagdas-ilahiyatci-bahriye-ucok-28-yil-once-olduruldu/ 33 https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/abdi-ipekci-olumunun-43uncu-yilinda-aniliyor-6924099/ 34 https://tr.wikipedia.org/wiki/Abdi_%C4%B0pek%C3%A7i_suikast%C4%B1 35 https://www.takvim.com.tr/galeri/guncel/ugur-mumcu-suikastinda-29-yillik-sis-perdesi-hala-aralanamadi-ugur-mumcu- kimlerin-planlarini-bozdu-neden-suikasta-ugradi 36 https://www.beyazperde.com/filmler/film-280170/ 37 https://www.beyazperde.com/filmler/film-280170/fotolar/detay/?cmediafile=21692658 38 https://www.beyazperde.com/filmler/film-280170/fotolar/detay/?cmediafile=21692658 39 https://www.beyazperde.com/filmler/film-280170/fotolar/detay/?cmediafile=21692658 40
Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu kaybetmedim.
Search
Read the Text Version
- 1 - 46
Pages: