Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore 29_Paydos_Mart'20

29_Paydos_Mart'20

Published by bimesele TV, 2022-07-06 15:38:33

Description: 29_Paydos_Mart'20

Search

Read the Text Version

–Eğer gerçekten üzgün değilsen üzgünüm demenin bir anlamı yok. Oğul ve babası arasında geçti bu diyalog. Öğretilebilecek daha değerli bir ders duymadım. Nasıl hayran kalmam? Alışagelmiş ayinleri sorgula- yan, her hareketin arkasında şuur arayan biri olarak çıktı Atticus bu kez de karşıma. O hâlde etik kelimesi, arkasında gizli bir şuur barındırıyor. İnsana ait olan her kelimede olması gerektiği gibi. Şuurla yapılan her iyi şey bizi yükseltiyor. Aksi olduğunda ise durumlar karışıyor. Şöyle cüm- leler çıkıyor. Dördüncü Alamet: İyi Niyete Bile Karşı “Bu kasabada bazı iyi ama yanlış şeyler yapan insanlar var. Yani iyi ni- yetliler ama doğru değil.” İyi niyet ve rıfk ayrımı. İyi düşünmekle iyi olabilme ayrımı. Şuur. İlk kez Atticus bulmadı. Daha önce de denmişti. Rasulullah bir gün buyurdu ki: “Kardeşinize mazlum da olsa zalim de olsa yardım edin.” Bir adam: –Ya Resulallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zalimse ona nasıl yardım edeyim, söyler misin? diye sordu. Peygamberimiz: “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir.” buyurdu. Bize lazım olan, insana yönelmemiş soylu bir öfke ve saftirik olmayan bir iyilik. Atticus iyi bir avukattı, iyi bir komşuydu, iyi bir babaydı. Ben- cil biri olarak ölmek istemiyordu. Bunu da ilk ondan duymadım. İsmet Özel aynısını demişti: “Öldüğüm zaman bir hain, bir nankör, kendi sevdasına düşmüş biri ola- rak ölmek istemiyorum.” Daha nasıl güzel anlatılabilir? Bülbülü Öldürmek, bana hep bildiğim şeyleri söyledi. Ama bazı tekrar cümleleri ne de güzel oluyor! Kitaptan yeterince tadımlık verdim ve adının hikâyesini anlatıp büyüsünü bozmaya da niyetli değilim. O za- man son cümle, “İyi bir baba olmak için iyi bir insan olmak şarttır.” 49

KALE'M Büşra SÜTÇÜ [email protected] SÜRÜKLENEN GÜNLERİN ARDINDAN Gömülü bir hırçınlık taşır içinde Dört mevsim, kıyısından yürüdüğümüz Efendiliğini bozmadan yol veren Uzaklardaki yeşil deniz Az kullanılmış duyguları saklar derinlerde Gün yüzü, bizim ellere kaç kilometre? Mahcubiyet katmerlenirken boşlukta Dalgalar, rol çalar yaramaz bir çocuktan. Aynalar, güler çaresiz Her yüz güzelken ondan... Kelime mezarlarından toplanan taşlarla Bu savaşa burç dikilebilir mi? Gerçeklerin üstünü örtmek kadar Karanlık, dünyayı saran bir sükut hali İsraf edilen nefesin,bıraksak ellerini Yok olacak gibi... Boşluk dolduran ses,toza bulanınca Uçtuğu diyara selam eder Yalın, sorgusuz, ve de yorgun Özgürlüğü heceler... 50

ÇİZİ-YORUM Ayşe KAYA [email protected] KÂĞIT KESİĞİ Yalnız değilim. Bunu biliyor ve söylemiyorum kimseye. Yazıyorum sa- dece. Dağa taşa koşuyorum otururken. Tebessüm ediyorum dalgasına denizin. İki kelam ediyorum çiçeğine kiraz ağacının. Yetiyor yetinmesini bilene. Yalnız değilim, bunu biliyorum. 51

… Kutu gibi bir evin kutu gibi bir odasında, hafifçe aralanmış kısıtlı görüş imkânı sunan bir pencerenin önündeyim. Ciğerlerimi yeterince temiz havayla doldurup kapattım gözlerimi. Buraya oturalı beş dakika oldu ya da olmadı, emin değilim. Gelmesini beklemiyordum. Aslında hiçbir şey beklemiyordum ama geldi ve otur- du usulca yanıma. Gözlerimi ayırmamışken baktığım yönden, onun geldiğini anlamıştım. Kokusundan bildim ilkin, nahifçe yanıma kendini konumlandırmasından sonra. Benimle aynı yöne bakmaya başladı. İki metre sonrası deniz olan bir sahil bankında karşılaşmış iki yabancıydık sanki. Oysa nasıl da özlemiştim. Haberini alıyordum hep, yazdıkları- nı okuyordum hiç kaçırmadan. Şimdi ikimizin de gözleri baktığımız o sonsuzlukta birbirine rast gelmiş gibi tedirgin ve mahcup. Hava kapalı, deniz dalgalı. Yine de bu grilikten kuytu köşe kaçmış bir maviliği arar gibiydik. Ve biliyordum ki ben başlamasam söze o susacaktı günlerce… —Yazını okudum geçen hafta. Metnini bir şiir üzerine inşa etmişsin. Eminim ki şairi bile senin kadar anlam yüklemiyordur şiirine. (Cümlemi bitirmemi bekliyordu söze başlamak için, önceden de böyleydi. Dinlerdi özenle.) Sanki sen ona bir can vermişsin, kendinin de hayat bulduğu. Böyle midir bilmiyorum; iyi bir şiir insanın hayatını değiştirir dedikleri… (Anlayınca kendisine cevap hakkı doğduğunu, farkına varmadan öne doğru eğmiş olduğu omuzlarını dikleştirdi ve konuşmaya başladı.) —Konuşunca yara alanım ben. Susunca yara veren... Yazmaya bu yüz- den başladım. Gerçi yazdıklarımdan geriye aklımda birkaç hoş meta- fordan başka bir şey kalmamıştı ama ben sonuçta yeniden hayata ka- tılmaya başlamıştım.¹ (Şiir okur gibiydi, az ve öz kullandı kelimelerini. Sanki cevaplarını dünden hazırlamış gibi bir hâli vardı.) —Aslında merak ettiğim daha farklı bir şeydi. Şiir beni sarstı biraz. O yazı için bilinçli bir arayışta mıydın yoksa bir rast gelme hâli miydi o şiir? (Biraz rahatlamış görünüyordu. Sesi sakin ve huzur vericiydi.) —Her ikisi de. Bilinçli bir rast gelme diyebiliriz. —Peki o hâlde, cevabımı aldım. Hatta bir miktar sevindim. 52

Neden sevindin der gibi bir bakış attı bana. Biraz şaşırmış görünüyordu. —Bir gün belki biz de… Biz de bilinçli bir rast gelme yaşar mıyız diye düşündüm seninle… Duraksadı biraz. Ne diyeceğini bilemedi. Gideceğini biliyordum her za- manki gibi. Bir şey demesine fırsat kalmadan yanımıza üstü başı epri- miş bir ihtiyar geldi ve oturdu izin almadan. Biraz sinirlenmiştim doğru- su. Hava epey kararmış ve rüzgâr uğultusunu artırmışken bu amca da nerden çıkmıştı. Onlarca boş yer varken tek dolu olan banka gelmişti. İhtiyar yüzünü bana doğru çevirdi, hırıltılı ve boğuk bir sesle konuştu: Az öteden seni izliyordum evladım. Yarım saattir buradasın. Bu havada tek başına napar nedersin? Cevap veremedim, zihnim bütün bildiğim kelimeleri unuttu sanki. Yü- zümdeki donuk ifadeyi gören amca, sabah saatlerinde şiddetli fırtına uyarısı yapıldığını söyledi ve evime gitmemi tembihledi. İlerde görünen eski barakalardan birine yöneldi. Küçülüp bir nokta gibi oluncaya kadar bakakaldım arkasından. İhtiyarın sözleri elimin bir köşesini sıyırıp geçen kâğıt kesiği gibiydi. Dur- gun bir kanama, hafif bir sızlama... Beklemediğim bir zamanda önem- semediğim birinden gelmiş bir kırgınlık hâlinin ızdıraba dönüşmesi gibi. Ardı arkası kesilmeyen sorularımın cevaplarını yine ben vermişim me- ğer. Yazılarımı nihayete erdirirken kâğıdım ıslanır, mürekkebim dağı- lır olmuş. Ben sen olduğunda konuşmak daha kolaymış, kabullenmek daha acısız. En başından beri merakım, sorularım ve verdiğim cevap- lar… Ne söyledimse ne yaptımsa… Kendime. Hepsi kendimeymiş. … Kutu gibi bir evin kutu gibi bir odasında… Aldığım nefesi verirken sema- ya… Açtım gözlerimi. Neredeyim? Uyanıp rüyalarımdan, hayal etmeyi en sevdiğim yerde… Penceremin önünde. ¹ Necdet Subaşı 53

KAMUS Ayşe ACAR [email protected] ÇEKİRDEK DE ÖZ Eğer yaptığımız işin bir püf noktası var ve biz bunu bilmiyorsak enerji- mizin bir kısmını bu bilmemeye kurban ediyor olabiliriz. Peki ya elimiz- de ki avucumuzda ki tek sermayemiz olan sayılı nefesleri kullanmanın da bir püf noktası varsa? Evet, kulağa biraz ilginç geliyor ama yirmisin- de şehadete kavuşanların yanında bir asır yaşayıp eli boş gidebilenlerin de olduğuna şahit olduğumuz şu dünyada bu işin bir püf noktası olabi- leceğini düşünmeden edemiyor insan. Sonuçta hepimiz aynı dünya şartlarında yaşamıyor muyuz? Onlar da insan değil mi? Hayat dediğin onlar içinde tercihler ve kararlar bütünü değil midir? Evet, öyledir hakikaten. Kazananlar bu yüzden kazanmış, kaybedenler de bu yüzden kaybetmiştir zaten. Amelleri az bile olsa ni- yetleri (bir nevi kararları) öyle aşkındır ki... Sayılı nefesle sonsuz cenneti hak edebilmek de ancak böyle açıklanabilir. Aksi de öyledir. En berbat liste ile cehenneme giren adam bile sayılı günah işlemiştir ama cezası sonsuzdur. Çünkü işler maksatlarına göredir.* Yaşadığı süre boyunca in- kara meyletmesi sonsuz ömrü olsa, sonsuza kadar isyanda kalacağına delil olur. Bu konunun kelimeye bakan tarafa; niyet kelimesi her ne kadar 'yönel- mek ciddiyet ve kararlılık göstermek uzaklaşmak' gibi anlamlara gelse de çekirdek kelimesi ile yazılış itibariyle birbirlerini çok benzemelerine benim bir anlam yüklemedeki ısrarım sadece. Zira kaynaklar bunu teyit etmiyorlar. Ancak alimler de niyetle amel arasında ruh-beden misali bir ilişki olduğunu söylemişler. Çünkü niyet kulluğun sırrı, amelin özü ve ruhudur. Herkesin niyeti kadar karşılık alacak, niyetiyle Rabbine yakın- 54

lığını ispat edebilecek en sonunda da niyeti sayesinde kazanabilecektir. Öyle bir şey düşünün ki o olmadığı yahut kötü olduğu zaman geri kalan ne varsa sıfırla çarpılıp, yüzünüze çarpılıyor. O tam ve güzel olduğunda ise eksik gedik ne varsa rahmetle lütufla tamam oluveriyor. Mesela eli- nizde bir elma meyvasının sadece dilimleri olsa çekirdeği alınmış olsa ikinci bir meyvaya ulaşma ihtimaliniz sıfırdır. Lakin elinizde meyva değil de çekirdeği olsa, eğer bu çekirdeği güzelce muhafaza eder ve işlerse- niz tonlarca elmaya sahip olabilirsiniz. Tabii bu yıllarınızı alır. Yıllarınızı öylesine almaz ama. Zahmetle, emekle beraber alır. Niyet de tıpkı böy- le değil mi? Daima emek, korunmak ve iyilikle sulanmak ister. Süfyan es-Sevrî; “Niyetimi ıslah etmek kadar bana zor gelen bir şey olmadı. Çünkü niyet durmaksızın değişir durur.”***der, halis niyetle yaşama ça- basının devamlılığını kastederek. Niyet amelden hayırlıdır.**** Ve sürekli değişip durmaktadır. Zira onun yeri kalptir. Hiç düşünme, sadece yap mantığında ki dünya bize “nasıl” sorusunu sordurtuyor her seferinde. Hiç düşünmüyoruz. Niçin? * Mecelle, Madde 2 *** Ebu Nuaym, Hilye **** Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 55

“O” AN M. Furkan DOĞAN [email protected] Vakit bırakmamışız kendimizi dinlemeye. Hep bir koşuşturma hep bir hengame. Eğitim hayatı, iş hayatı demişiz ama unutmuşuz yaşamayı. Mutlu olmak için girdiğimiz yollardan farklı hedefler edinip çıkmışız. Kariyer basamaklarını tırmanırken çürüttüğümüz zamanın bizden götür- düklerini görememişiz. Diyor ya Zarifoğlu, \"Burası dünya! Ne çok kıymet- lendirdik. Oysa bir tarla idi; ekip biçip gidecektik.\" Aktarlarda baharatların yanında huzur otu, mutluluk yaprağı, sevinç tozu da bulunsaydı keşke. Böylece daha az görürdük mahkeme suratlı insanları ve daha renkli yapabilirdik yaşamayı. Gerçi bunları bile almak istemeyenler de olurdu, değil mi? Sonuçta nerede görülmüş koyu kalpli kimsenin renkli kalemlerle resim çizdiği... 56



“Ben asıl bu ülkenin acısına yeryüzü nasıl dayanıyor ona şaşıyorum.” Nuri Pakdil Öncü Gençlik Öğrenci Platformu @oncugenclik42 Öncü_Gençlik_Öğrenci_Platformu


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook