Sayı:3 LDO AP İSTANBUL BEYKENT ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ
T.C BEYKENT ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ Yayın Sayısı Yayın Tarihi 3 9 Mart 2023 Editörler Nazlı Ceren Kanbir Rana Fatma Sevim Zeynep Nur Arslan Elif Nur Işık Yayın ve Tasarım Ekibi Asya Serbest Zeynep Selin Taşan Nazlı Ceren Kanbir 1
İÇİNDEKİLER 3 Biz kimiz? 5 Psiko-101 9 Müzik Çekmecesi 13 Dizi-Film Rafı 17 Kitap Rafı 21 Alıntı Çekmecesi 23 Sosyal Sorumluluk Çekmecesi 27 Uzman Çekmecesi 31 Röportaj Çekmecesi 37 Konuk Yazar Çekmecesi 41 Konuk Çizer Rafı 43 Bulmaca Çekmecesi 45 Dolapta Unuttuklarımız 49 BÜPK Bülten 53 Emeği Geçenler / Bulmacanın Cevapları 55 Referanslar 2
Biz Kimiz? 3
Beykent Ünivesitesi Psikoloji Kulübü 2008 yılında tamamen gönüllülük esasıyla kurulmuş bir öğrenci topluluğudur. Beykent Üniversitesi Psikoloji Kulübü ailesi olarak kurulduğumuz günden bu yana ilk amacımız öğrenim hayatımızı sürdürürken çeşitli seminer, gezi, söyleşi ve sosyal sorumluluk projeleriyle kişisel ve mesleki gelişimimizi desteklemek, alana faydalı birer birey olmak için hem kendimize hem etkinliklerimize katılarak yanımızda olan arkadaşlarımıza bu yolda destek olmaktır. Her sene düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz etkinliklerimizde, alanında uzman hocalarımızı ağırlayarak “işi en iyisinden öğrenmek” noktasında büyük adımlar atmaktayız. Bu yolda attığımız en büyük adım ise hem bizim hem de okulumuzun en büyük etkinliklerinden olan Beykent Psikoloji Günleri ve Öğrenci Sempozyumu'dur. Psikolojinin her alt dalına değindiğimiz Psikoloji Günleri'nde her yıl 1500-2000 katılımcıyı ağırladığımız etkinliğimiz alanın en iyisi olarak 2012 yılında Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu tarafından da tescillenerek ödüllendirilmiştir. Başarımızın katlanarak büyümesine yardımcı olan herkese sonsuz teşekkür ederiz. Her sene söylediğimiz gibi bu sene de ''En İyilerle En İyi Yerde!'' 4
Psiko-101 ÖLÜMLE YAŞAM Yaşam olarak adlandırdığımız döngüde, bizleri tüm gücüyle çekip alan, hapseden güçler vardır. Bu güçlerin neler olduğunu merak edip soruyor olacaksanız eğer, cevap tam da içinde bulunduğunuz anda saklıdır. Çoğu zaman fark etme konusunda zorluklar yaşıyor olsak da, içinde bulunduğumuz her an, her duygu, her olay bizlere kendimizi anımsamamız konusunda uzatılan birer basamak niteliğindedir. Biz kimiz, neredeyiz? Ya da Neler hissediyoruz? İşte, tüm mesele bu! Hislerimiz, zihnimizde kurguladığımız düşlerin önünde adeta bir kalkan gibi durur. Yönlendirici ve baskın rol oynamak konusunda bir başka güce kolay kolay pabuç bırakmaz. Evet, sözü daha fazla uzatmadan, hislerimizin bizi ele geçirdiği zaman dilimlerine koşarak gidelim. Sizce o an, tüm bedenimizi kayıt altına alan o hisler yumağını aşıp geçebilecek en büyük kuvvet nedir? Cevap çok da uzaklarda değil, bir başka hissimizde. Daha somut yaklaşacak olursak ansızın gelen mutlu bir haber ya da öfkelenmemize sebebiyet verebilecek bir başka olay hemen devreye girerek bizleri kendi tarafına çekmeyi kolayca başaracaktır. Bu aralıkta yaşanan olayın adı başka bir güce yenilmek değil, aynı gücün muadilleriyle minik bir takas yapmaktır. Bu konunun psikolojik yönlerine kulak kabartacak olursak eğer, duyguların psikolojisi bizi ilk karşılayan terim olacaktır. Bu terim üzerine kaleme alınan ve okurlar tarafından oldukça ilgi gören 5
ARASINDA BİR ÇİZGİ kitabın yazarı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, duyguları olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayırıyor. Olumlu duyguları daha etkili ve aktif kullanma yollarını gösterirken, olumsuz duygularla mücadele yöntemlerini ve bunların bireysel ve toplumsal faydaya nasıl uyarlanabileceğini açıklıyor. Meseleyi daha iyi kavrayabilmek adına, fizyolojik bakış açısını da es geçmeyelim. Sağ beynimizde duygusal ve yaratıcı bir atmosfer hakimken sol beynimiz ise bir o kadar rasyonel ve realisttir. Kadınlar üzerinde sağ beynin işlevi daha çok ön plana çıkarken erkeklerde ise durum tam aksidir ve sol beyin daha etkindir. Bazen karşı cinslerin hemfikir olmakta güçlük çekmesinin ve çatışmasının bir sebebi de budur aslında. Biraz da sebeplerin duygusal alanına gidelim. Aşk, duygular arasında en çatışmalı ve en heyecanlı olan kısmı kapsar. Tüm enlerin tek bir çatı altında plansızca buluştuğu yerdir. Tezatlıklar bir araya gelerek yepyeni bir oluşum gibi aniden açığa çıkıverir. Kural tanımayan, sıra dışı bir yolculuğa çıkmak gibidir. Tek bir duygudan ibaret olmaktan çok daha fazlasıdır, net bir tarifi bulunamayandır. Kontrol mekanizması, tüm hızıyla ellerimizden kayıp giderken olağan durumları hem yapmayı hem de yıkmayı marifet haline getirendir. Karanlıkta bile seni her daim bulandır. Bizleri ele geçirmesinden kimi zaman yakındığımız duyguların aslında psikolojik öğretiler sağlayan bağlayıcı birer unsur olduğunu biliyor muydunuz? 6
7
Duygularımızın yok olduğunu varsayalım, bizi diri tutan mücadelemiz ya da savunma mekanizmalarımız ne ile meşgul olacaktır? Yaşama renk katan binlerce yüz ifadesi, olaylara ya da uyaranlara verdiğimiz tepkiler, birbirimize karşı hissettiklerimiz paha biçilemez değere sahiptir. Duygularımıza ket vurmak yerine onları benimsemek, yaşadığımız döngüde çizginin diğer tarafına erişebilme cesareti göstermek, kendimizi keşfetmenin gizemli sırlarıdır. Her adım oyunun birer parçasıdır ve oyun kuralına göre oynanmadıkça sonuca ulaşılamayacaktır. Unutmayın ki anahtarlar paspasın altında! Tüm kilitli kapıları açıp kendinize ulaşabildiğiniz anlara şahit olabilmek dileğiyle, sevgiyle kalın! TEülirfkNaunrEIşrıçkakır 8
Müzik Çekmecesi KENDİME ÇİÇEK ALABİLİRİM Selamlar müzik severler. Müzik ruhun gıdasıdır, sözüne sonuna kadar katılan bir insanım. Sevinçlerimize, melankolimize, kalp kırıklıklarımıza ve hatta tatil yolculuklarımıza eşlik eder. Anılarım adeta belleğimde, müziklerle kodlanmış şekildedir. Rastgele bir şarkı karşıma çıktığı zaman, beni geçmişe götürür. Bunlar her zaman tatlı anılar değil elbette. Mesela ilk kez kaza yaptığımda, radyoda çalan şarkıyı bugün bile dinleyemiyorum. Bu örneği boş verelim çünkü bu yazıda ruhumu ısıtan ve aydınlatan şeylerden bahsetmeye söz verdim. Yazları arkadaşlarımla İzmir’de gezerken dinlediğimiz sımsıcak şarkıları, kışın karanlığında üşürken dinliyorum. Bazı şarkıların bana özel kalmasını istiyorum. Bazılarını da, etrafımdaki herkesi bıktırana kadar dinletmeyi seviyorum. Şarkıların, hayatımızda aradığımız anlamlı anıları şekillendirmesine oldukça yardımcı bir enstrüman olduğunu düşünüyorum. En çok da, kendimce özel anlamlar oluşturabildiğim şarkılara bayılıyorum. Bazılarının melodisini seviyorum, bazılarının ise sözlerinde kendimi buluyorum. Bazen aklıma takılan bir şarkıya rastlayınca her şey bir anda güzelleşirken bazen hüzün dolduğumda, gözlerimden yaşla birlikte akıp gidiyor. Kısacası müzik benim hayatımda çok fazla yer kaplıyor ve ben bu durumdan dolayı çok mutluyum. Eşsiz müzik evreninden, benim hayatıma dokunan bir parçayı size takdim etmek istiyorum. Parçamızın ismi nergis temasıyla da 9
bağdaştırmış olduğum, Miley Cyrus’ın bizlerle buluşturduğu ‘’Flowers’’. Bir ayrılık sonrası öz şefkat üzerine yazılmış olsa da, sözlerine dikkatle baktığımda bana aslında çiftlere atfedilen çoğu davranışın tek başımıza da yapabileceğimizi, bunlar için bir başkasına ihtiyacımız olmadığını hatırlattı. Kendimi tekrardan keşfetmeye başladığım şu günlerde, güçlü insan kavramının nasıl anlamlandırmam gerektiğini, bu parça sayesinde bulduğuma inanıyorum. Gücü kendimce tanımlarsam: Kendine yetebilme becerisi derdim. Bana göre, tüm insanlık için bir güç göstergesi kendine yetebilmek. Neden kendimizle saatlerce konuşmuyoruz, kendi kendimize dans etmiyoruz, kuma yalnızca kendi ismimizi kalp içerisine yazmıyoruz, neden kendimize çiçek almıyoruz veya neden kendimizi daha çok sevmiyoruz? Bunları kendimize göre çeşitlendirebiliriz. Biraz bu konunun üzerinde düşününce kendimle baş başa kaldığımda yaptığım çoğu şeyden keyif almaya başladığımı fark ettim. En önemlisinin de, bu olduğunu düşünüyorum. Kendimizle vakit geçirmekten keyif almak. Gözlerinizi kapatın ve kendinizle baş başa yapmaktan keyif aldığınız şeyleri düşünün. 10
Sizin en yakın olarak tanımladığınız kişiler kimlerdir? Anneniz? Babanız? Kardeşiniz? Bana göre bu dünyada, kimse kimseye kendinden daha yakın olamaz. En yakınlarımızı düşündüğümüzde, onların dahi bize bizden yakın olmadıklarını görüyoruz. Kendi gücünü yaratabilmenin püf noktası aslında bu. Gücü başkasında değil, kendinizde arayın. Kendimizle barışmak, kendimizi kabullenmek noktasına odaklandığımızda çevremizdekilerin de, bizi istediğimiz şekilde kabullendiğini göreceğiz. Kendisini sevmeyen ve kendisine kötü davranan birinin, başkasından şefkat ve sevgi görmek istemesi çok garip. En büyük kötülüğü bir düşmandan beklemeyin. Kendisini sevmeyen bir insana, kimse kendinden daha fazla kötülük yapamaz. Kendimize değer verirsek hak ettiğimiz değeri başkalarından görürüz. Bu bencillik veya narsistlik olarak nitelendirilmemeli. Bunlar benlik bütünlüğüne dahildir ve benlik bütünlüğü psikolojik dayanıklılığımız açısından çok önemlidir. Psikolojik dayanıklılığı kısaca olumsuz durumlarla başa çıkmamız ve kolay toparlanmamızı sağlayan güç olarak tanımlayabiliriz. Kendimizin farkında olmalıyız. Kurtarılmak için bir kahramana ihtiyacımız yok. Kendinizin kahramanı olmaya hazır mısınız? Cevabınız evet ise harekete geçme vakti gelmiş demektir. Bırakın bu yolculuğunuza müzik eşlik etsin. Kendinizi akışın büyülü ellerine teslim edin. Yazımın sonlarına yaklaşırken kendimize bir söz verelim. Kendimizi daha çok seveceğiz. Başkalarına gösterdiğimiz nezaketi kendimize de göstereceğiz. Kendimizle baş başa kalmaktan keyif alacağız. Nergis kokulu başka şarkılarda buluşmak üzere. 11
Nazlı Ceren Kanbir 12
Dizi/Film Rafı ÜÇ MESİH 13
Selamlar sevgili dolap dergisi okuru, sizleri bol meraklandıran ve sürükleyici bir film ile selamlıyorum. Dergideki ilk yazım olduğundan dolayı bu yazıyı okurken kelimelerde, heyecanımı görebilirsiniz. Filmimizin adı Üç Mesih, psikolojinin ve psikiyatrinin birleştiği kendinizi olayın içinde yaşıyormuş gibi hissettiğiniz bir film. Dr. Alan Stone (Richard Gere),şizofreni hastalarıyla çalışmak isteyen doktordur. Stone, vakalara o dönemin bakış açısından farklı olarak, hastaları daha insancıl bakış açısıyla tedavi etmeye çalışır. Bunun için üniversitedeki çalışmalarını bırakıp Ypsilanti Akıl Hastanesi’nde çalışmaya başlar. Burada, kendisini İsa Mesih olarak tanıtan, üç şizofreni hastasıyla tanışır. Stone, ilginç bir vakayla karşı karşıyadır. Önce tek tek hastalarla görüşmeye başlar. Kendisini İsa Mesih olarak tanıtan birinci hasta olan Joseph ile tanışır. (Peter Dinklage) Kendisini gayet emin bir şekilde tanıtıp İsa Mesiholduğuna ikna etmeye çalışır. Diğer iki hasta olan, Leon ve Clyde (Walton Goggins) , (Bradley Whitford) aynı şekilde kendilerini tanıtıp ikna etmeye çalışırlar. 14
Stone, bu görüşmelerden sonra şizofreni hastalarıyla çalışmak ve farklı bir tedaviyle durumu gözlemlemek ister. Bunun için kendisine bir çalışma alanı ve denek grubu kurmak ister. Bu üç vakayla çalışmaya başlar. İlk önce hepsini bir araya getirip birbirleriyle konuşturmaya çalıştırır ama işler sandığından daha zor ilerler çünkü aynı alanda, kendisinin İsa Mesih olduğunu savunan üç tane insan vardır. Stone hastalarıyla normal konuşur, onlara oyunlar oynatır ve normal insandan farkı yokmuş gibi davranır. Bazı noktalarda normal insanlarda var olan ortak duyguların da, hala devam ettiğini de fark eder. Bu çalışma Dr. Stone için çoğu şeyi fark ettiği ve bazı şeylerin değişmez olduğunu da anlatmıştır. Hastalarla yakın bir bağ içerisindedir. Aklında sadece onlarla yaptığı çalışmaları, araştırmaları, kendi aralarında konuşmaları vardır. Bu süreç Dr. Stone için hem umut dolu hem de, umutsuz durumlar olmasını sık sık hissettirmiştir. İlk başlarda Üç Mesih arasında, anlaşmazlık ve sürekli birbirlerine saldırma durumu yavaş yavaş azalarak anlaşmaya, birbirlerini kabul etmeye ve dinlemeye bırakmıştır. Dr. Alan Stone, aklındaki tedavi yöntemini uygulamış ama sonuçları tam olarak istediği gibi olmamıştır. Hatta izlerken beklemediğimiz üzüldüğümüz olaylar da, yaşanmıştır. Bu noktada, Dr. Stone’nun aklındaki bakış açısını o dönemin şartlarına rağmen gerçekleştirmesini büyük bir cesaret olarak görmek isabetli olacaktır. Aslında hastalık her ne olursa olsun, karşımızdakinin de bir insan olduğunu sık sık hatırlatan bu film, bizlere zihnimizdeki düşüncelerin yanına yeni bir bakış açısını ekliyor. Kendinizi filmi izlerken adeta bir psikoterapist havasıyla vakaları “Ben olsam nasıl tedavi uygulardım?” şeklinde 15 düşünüyorken de, bulabilirsiniz.
Şizofreni hastalarıyla konuşulmaz, onlar ne yaptıklarını bilmezler, onları görünce kaçın gibi kalıpları da bir nevi yıkan bir film olmuş diyebilirim. Bu hastalığa sahip insanların da, normal insanlar gibi duygularının olduğunu ve insanlarla etkileşim halinde olduklarını da görebiliriz. Film, bu bakımdan zihnimizde yer alan düşüncelerin yanına yeni bir bakış açısıyla bakmamızı sağlıyor. Dr. Stone’nun hastalara arkadaşça olan tavrı, aslında onların daha değerli hissettiğini de, bu filmde görmek mümkün oluyor. Bu filmi aslında çok detaya girmeden genel bir bakış açısıyla yorumladığımı da, sizlere iletmek isterim. Siz değerli okuyuculara daha fazla spoiler vermemek adına, sözlerimi tamamlamak istiyorum. Aslında her insan farklıdır ama bir o kadar da aynıdır. Onları farklı görmek bizim zihnimizde oluşturduğumuz kalıplardır, farklılıkta buradan doğar. Dr. Stone gibi içimizdeki o mücadeleci ruhun varsa devam etmesi yoksa da oluşması dileğiyle… Hepinize şimdiden keyifli seyirler dilerim. Sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Rana Fatma Sevim 16
Kitap Rafı KÖPEK GİBİ BÜYÜTÜLMÜŞ ÇOCUK İsmiyle ve teşbih sanatıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başaran kitap, Dr. Bruce Perry tarafından yazılmış ve toplam da 11 bölümü, bünyesinde barındırmaktadır. Olağan dışı durumlara maruz kalmış çocuklara yardım ederek onları hayata tekrar kazandıran dünyaca ünlü çocuk psikiyatristi olan Dr. Bruce Perry, karşılaştığı vakaları etik kurallar dahilinde hikayelere dökerek aşırı strese maruz kalmış beyinde, nelerin ortaya çıkabileceğini açıklıyor ve beynin iyileşme kapasitesi olan nöroplastitenin, gerçekliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Kitap, travmaya maruz kalmış çocuklarımızın tekrardan sağlıklı birer birey halinde, topluma kazandırılmasının nasıl mümkün olacağını ele alıyor. Kitap yayımlandıktan sonra, okuyucular tarafından hayatlarındaki “birleştirici nokta” olmasından dolayı, yazara minnetlerini çok kez dile getirmişlerdir. 12 dilde çevirisi yapılmış; çocuk gelişimi, travma ve bunların psikoloji ve fizyolojiyi nasıl etkilediğini işleyen kitap, tüm derslerde materyal olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kitapta anlatılan Nörardışık Tedavi Modeli (NTM), büyük ilgi görmüş ve eserin yaygınlaşmasından sonra bu tedavi yaklaşımının kullanımı, günden güne artış göstermiştir Kitap, adını içerisinde bulundurduğu hikayelerin birinden esinlenerek almıştır. Duyulması olası hikayelerde bile, perde arkasındaki süreçte travmanın çocuğun beyninde nasıl bir hasara sebep olduğunu fizyolojik terimlerle detaylı bir şekilde açıklamıştır. Çok çaba sarf etmeden kolaylıkla anlayabileceğiniz, sade anlatıma kavuşmuş bilgiler mevcut. Psikoloji alanında çalışmayı düşünen ve ilgisi olan herkesin tek solukta bitirebileceği nitelikte. Fizyolojik açıklamalar, vakalar üzerinde anlatılıp zenginleştirildiği için öğrenim daha kalıcı olmakta. 17
Gelin birlikte bu vakalardan birini daha yakından inceleyelim. Haftalardır burnuna yerleştirilmiş bir tüple, yüksek kalorili besinler tüketmesine rağmen, 12 kiloya sahip küçük bir kız çocuğu düşünün. Birçok testten geçirilmiş, hatta çocuğun gizlice yiyeceklerden kurtulduğu bile düşünülmüş, her daim gözlem altına alınmış fakat net bir karara bağlanılamamıştı. Dr.Bruce, küçük kız ve annesiyle ilk görüşmede, aralarında fiziksel temas ve yakınlık olmadığını fark ediyor. Araştırmalarını daha derinden devam ettirdikten sonra, annenin küçük kızın fiziksel bakımlarını tamamladığını fakat duygusal açıdan hiçbir bağ kurmadığının kanısına varıyor. Annesi, bebeği kucağında fazla tutmamış ve ne yazık ki, emzirmek yerine biberonla beslemiş, onu sallamamış, öpüp koklamamış. Sıradan bir çocukluk geçiren kişiler gibi önemsiz görünen, ama son derece hayati önem taşıyan eylemlerin hiçbirini yapmamış. Tüm memelilerin büyümek için ihtiyaç duyduğu bu fiziksel ve duygusal sinyallerden yoksun olarak büyüyen küçük kızın, kilo alması kesintiye uğramış. Küçük kızın kilo alamamasının en büyük sebebinin, annesiyle arasındaki duygusal bağın gelişmemiş olmasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Oldukça ilgi çekici olan bu vaka, sevginin temel fizyolojik bir ihtiyaç olduğunu kanıtlar niteliktedir. Travma ne kadar erken yaşta yaşanırsa tedavisi de o kadar zor ve kişiye sağlayacağı zarar da, bir o kadar fazla olur. Bunun önüne geçebilmek için, ebeveyn olarak adlandırdığımız bireyler, daha fazla eğitim almalı ve kendilerini geliştirmek için ekstra çaba göstermelidirler. Yaşanan olaylar ya da durumlar, basite indirgenmeyip çocuğun söylediği cümlelere ya da rahatsız olduğu anlara daha bir dikkatle yönelip çözüme kavuşturmak için yol izlemek birer görev niteliğindedir. 18
Hepimiz birer ebeveyn adayı olarak bazı şeylerin üstünü örtmekten artık vazgeçip gerçeklerle yüzleşme konusunda daha aktif bir tutum sergilemeliyiz. Çocuklarımızla ayrı bedenlerde bir bütün olduğumuz günler görmek dileğiyle, şefkatle kalın! Türkan Erçakır 19
Bir Çocuk Psikiyatristinin Not Defterinden Sıra Dışı Öyküler 20
Alıntı Çekmecesi Ölürüz belki ikimizde, bir aşk romanının sonunda. -Didem Madak Özünü inkar etmek hasta eder insanı. Kendimizden kaçtığımız, doğamızı kabullenmediğimiz her saniye aslında kendimize karşı bir suç işlemiş sayılırız. Ne kadar inkar edersek edelim özümüz içinde bir yerlerde var olmaya devam eder çünkü. - Şahmaran dizisi Ümitsizliğin en derini, insanın kendisi olmaktansa başkası olmayı seçmesidir. - Kierkegaard Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır. - Edip Cansever Sen çok güzelsin, sebepsiz de gülebilirsin. - Kelebeğin Rüyası Tehdit esasına dayalı ahlak, ahlak olmadığı gibi güvenilir de değildir. 21 - Mustafa Kemal Atatürk
İnsanlar sadece bir şeyden yorgun düşerler. O da kararsızlıktır. - Tolstoy Belki de insan sevilmekten çok anlaşılmak istiyordu. - George Orwell Ömür, ömür sanki bir kara kutuymuş, gün gelince herkesin açılmış ama sorarsan hep geç kalınmış. - Yitirmeden/Pinhani İnan lüzumu yok kavganın, tamam senin olsun al. Utanma yavrum kendinden, herkesin bir sırrı var. Bu hayattan zevk almanın, binbir yolu var. -Herkesin Bir Sırrı Var/ Pagos Korkuyoruz.Sanırım bazen hepimiz kaderimizin kontrolü elimizde diye düşünmek isteriz ama hayatımızın büyük kısmı başkalarının seçimleriyle şekillenir. - Gözlerinin Ardında Betül Doğan 22
Sosyal Sorumluluk SESİMİ DUYAN Çekmecesi VAR MI ? Deprem ‘Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele’ anlamlarına gelmektedir. Ülkemiz jeopolitik olarak deprem bölgesinde bulunmaktadır yani bu durum felaketin sürekli olarak tehlikeli bir şekilde, tetikte beklediğinin habercisidir. Yakın tarihte, ülkemizde çok fazla yıkım ve can kaybına yol açan, iki büyük deprem yaşandı. Bizi öldüren, bu kadar acıya sürükleyen deprem mi yoksa o kadar harcamalar yapılarak sahip olunan evler mi? Sizlere bahsedeceğim felaket, art arda meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki talihsiz sarsıntılardır.Kahramanmaraş’ta başlayıp bölgeyi ve birçok çevre ili derinden etkileyen bu afetin sonuçları, ne yazık ki bir hayli zorlayıcı olmuştur. Yaşanan bu üzücü depremde, yaşamla savaş veren pek çok can olsa da, yaşam savaşını kaybedip hayata gözlerini yumanların sayısı da, bir diğer önemli husus olarak zihinlere kazınmıştır. 23
Bu kayıplarla sevdiklerimizin yanı sıra anılarımızı, huzur bulduğumuz evlerimizi, koşup oynadığımız parklarımızı ve dahası kendimizi kaybettik.Nerede mi? O koca enkazların altında. Her zamanki gibi biz Türk milleti olarak, birlik ve beraberlik içinde bu günleri de atlatmak için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Daha önce de, bu kadar şiddetli bir deprem yaşamıştık aslında. 1999 senesinde, Gölcük’te başlayıp yine çevredeki çoğu ili ve köyü etkileyen, bir sürü canı kaybettiğimiz bir deprem gerçekleşmişti. 1999 depreminden sonra, Marmara bölgesinde insanlar için hayat yarım kalmış bir satır cümleden ibaretti artık. Bu yaşam alanlarının yerine yenisi geldi ama tekrar beklenen Marmara depremine, ne kadar uygun olduğu hala tartışma konusu. Bu iki depremi incelediğimizde, ortak nokta olarak görülebilecek kısım, usulüne uygun olmadan yapılan evlerdir. Bizi deprem değil, sağlam yapılmayan, denetlenmeyen binalar öldürüyor. Bu iki deprem sonucunda bunu artık netleştirmiş olmalıyız. Biz vatandaşların ve devletinbu konularda hassas davranıp önlem alması gerekiyor çünkü deprem sadece kaderden ibaret değildir. 24
Yaşadığımız son büyük deprem bize bunu göstermekle kalmayıp kalplerimizde büyük sızılar bıraktı bizlere. Bundan sonra olacak depremler için evlerimizi mutlaka kontrol ettirmemiz, depreme dayanıklılığını ölçtürmemiz gerekmektedir. Bunun yanı sıra evlerimizde, arabalarımızda deprem çantalarımız bulunmalıdır. Depreme nerede ve ne şekilde yakalanacağımız hiç belli olmuyor. Bizim her daim tedbirli ve hazır bir şekilde bekliyor olmamız gerekmektedir. Deprem çantasında; su, bozulmayan yiyecekler, makas, el feneri, düdük, toz maskesi, ilaç, kıyafet, şarj cihazı, powerbank gibi acil durumlarda ihtiyacımız olacak malzemelerin bulunması gerekmektedir. Peki biz depreme yakalanmadıysak ancak deprem bölgelerine yardım etmek istiyorsak neler yapabiliriz? Bizim yardımlarımızı oraya ulaştıran çok fazla yardım kuruluşu bulunmakta. AFAD, KIZILAY gibi devlet destekli kuruluşlar üzerinden maddi manevi destekte bulunabiliriz. Bir de kuruluşu devlet destekli olmayan ancak bir çoğumuzun desteklediği AHBAP, AKUT gibi dernekler de bulunmaktadır. AFAD ne işe yapar? Biz bu kuruluşa nasıl destek olabiliriz? 25
AFAD’ın afet öncesi hazırlık ve zarar azaltma, afet esnasında yapılacak müdahale ve afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının yönetim ve koordinasyonunu gerçekleştirmek gibi görevleri vardır. Her ilde valiye bağlı ‘’İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri’’bulunmakla beraber; bazı illerde bulunan ‘’Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlükleri’’ AFAD’a bağlı olarak çalışmalarını sürdürmektedirler. Biz de bu çalışmalara katılabilir ya da aşağıdaki IBAN numaraları ile maddi destekte bulunabiliriz. Bu zor günleri hepimizin desteği ile atlattığımız huzur ve mutlu dolu ülkemize geri kavuştuğumuz bir döneme en hızlı şekilde geçmek dileğiyle. Şimdilik hoşçakalın. AFAD:TR73 0001 0017 4555 5555 5552 04 KIZILAY:TR 4800 0100 2110 0000 2868 5254 AKUT:TR14 0006 4000 0011 0800 6666 63 AHBAP: TR120006400000110211380059 Nisa Sudenur Arslan 26
Uzman Çekmecesi BİR İLİŞKİDE SEVGİ NASIL GÖSTERİLİR? Sevgi, bir başkasına duyduğumuz düşkünlüktür. Bu terim, insanlar arasındaki hassas bir bağı tanımlar. İnsanlar sevgilerini çeşitli şekillerde gösterirler. Bazı insanlar şefkat ve sevgi göstermekte zorlanır. Sağlıklı ilişkiler kurabilmek için sevdiklerinize, onları önemsediğinizi gösterebilmek önemli bir beceridir. Sevgi Neden Önemli? Bazı insanlar içe dönük olsalar da, sürekli yalnızken pek iyi hissedemezler. Bu yüzden anlamlı bağlar kurmak çok önemlidir. Bu bağ; arkadaşlar, aile üyeleri veya romantik partner ile kurulabilir. 27
Sevgi, gösterilmesi ve hissettirilmesi gereken bir şeydir. Örneğin, birini düşündüğünüzü söylemek için onu ararsınız. Birini düşündüğünüzü, onun hissederek bulmasını bilmesini beklemek pasif bir tutumdur ve karşı tarafa iyi hissettirmez. Sevgi Dolu Davranış Örnekleri: Sevgiyi göstermenin yollarından birkaç örnek; Sarılmak, Öpmek, El ele tutuşmak, Birinin sırtını okşamak, Kolunuzu başka birinin omzuna veya beline dolamak, Kart ve hediye göndermek, İhtiyacı olduğunda birine güven vermek, Karşı tarafta hoşunuza giden şeyleri ifade etmek, Birisi üzgünse yanına gelmeyi teklif etmek. Sevdiğiniz Kişi Sevgisini Göstermeyi Bilmiyorsa? Bazı insanlar kültürel ya da sosyal nedenlerle duygularını gösterecek şekilde yetiştirilmemiştir. Onlar için bu bir zayıflık işareti veya açık verme korkusu olabilir. Örneğin, erkekler üzerinde hala katı olmaları ve duygularını göstermemeleri için çok fazla baskı var. Her zaman güçlü olmaya yönelik bu baskı, ilişkilerdeki samimiyeti azaltır ve zarar verir. Büyük jestler yapmanıza veya toplum içinde şefkat gösterme konusunda aşırıya kaçmanıza gerek yok ancak fiziksel olmayan yollarla bile küçük şekillerde önemsediğinizi göstermek, ilişkinizin gelişmesine yardımcı olabilir. 28
Hayatınızda yeterince sevgi görmediğiniz biri varsa, ihtiyaçlarınızı dile getirmek ve sevginin sizin için neden önemli olduğunu açıklamak iyi bir fikirdir. Eğer size sevgi ve şefkat göstermekte zorlanıyorlarsa o zaman bir ilişki terapistinden yardım almanın zamanı gelmiş olabilir. Sevgi Göstermeyi Etkileyen Şey; Benlik Saygısı Yüksek benlik saygısına sahip olmak, kendimize değer verdiğimiz anlamına gelir. Sağlıklı bir özgüveniniz varsa muhtemelen hayatın aksilikleriyle diğerlerinden daha iyi başa çıkabilirsiniz ayrıca sevgi vermeye ve almaya layık olduğunuzu hissedersiniz. Özgüveni yüksek olan ve özsaygıya sahip olanların sevgilerini ifade etme olasılığı daha yüksektir. Benlik saygısı düşük olan insanlar şefkatin, sevgiyi göstermenin faydalarını hafife alabilirler. Yüksek benlik saygısına sahip olmak, şefkat gösterebildiğiniz ve şefkat görmeye değer hissettiğiniz anlamına gelir. Öz değeriniz yüksekse ve iyi şeyleri hak ettiğinize inanıyorsanız, sevgiyi, teması veya iltifatı kabul etmek daha kolaydır. Sevgiyi Göstermenin Yolları 5 Sevgi Dili Sevdiğiniz kişinin sevgiyi gösterme şeklinin ne olduğunu nasıl anlarsınız? Emin değilseniz, beş sevgi diline bakabilirsiniz. Beş Sevgi Dili, insanların sevgiyi ifade ettikleri ve aldıkları beş yolu tanımlar. Bu dillerden çoğu hoşunuza gidiyor olabilir ancak kişiler genellikle bu dillerden birini veya ikisini diğerinden daha fazla kullanırlar Sevgi dilleri şunlardır: Onay Sözleri Söylemek (Seni takdir ediyorum, seninle gurur duyuyorum, hayatımda olduğun için şanslıyım) Kaliteli Zaman Geçirmek (Birlikte spora gitmek, tatil planı yapmak, yeni restoranlar denemek) 29
Fiziksel Dokunuşlar (Sarılmak, öpmek, el ele tutuşmak) Hizmet Eylemleri (Ona yemek yapmak, ütülerini yapmak, kahve yapmak, çöpleri atmak, evdeki tamir işlerini yapmak) Hediye Almak Sevdiğiniz kişinin sevgi dilini öğrendiğinizde, sevginizi anlamlı şekillerde gösterebilirsiniz. Onu öpmenin onun için harika bir insan olduğunu söylemekten daha önemli olduğunu fark edebilirsiniz. Belki pazar günü beraber yürüyüş yapmak, onun için pahalı bir doğum günü hediyesinden daha anlamlıdır. Kendinizin ve partnerinizin sevgi dili hakkında daha detaylı bilgiye sahip olmak isterseniz Gary Chapman’ın “Beş Sevgi Dili” kitabını okuyabilirsiniz. Genel olarak, sevgi göstermek ve almak sağlıklı ilişkinin en önemli unsurudur. Bu nedenle onu nasıl ifade edeceğinizden emin değilseniz, bu yazıda yer alan ipuçlarından bazılarını sevdiklerinizle birlikte deneyin. Ya da onlara nasıl sevgi görmekten hoşlandıklarını sorun. Bu konuşmaları yapmak garip gelebilir ancak hayatınızdaki özel insanlarla daha derin ve daha uzun süreli bağ kurmanızı sağlar. Klinik Psikolog Merve Tokgöz 30
Röportaj Çekmecesi UZMAN KLİNİK PSİKOLOG ELİF DEMİRCİ ÇAĞLAR 1) Elif Hanım öncelikle merhaba. Davetimizi kırmayıp bize eşlik ettiğiniz için teşekkür ederiz. “Nergis” temalı röportajımıza başlamadan önce, sizi daha yakından tanımak isteriz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Merhaba, öncelikle nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Tabii. Ben Klinik Psikolog Elif Demirci. İstanbul Kültür Üniversitesi 2015, psikoloji bölümü mezunuyum. Ardından İstanbul Arel Üniversitesi Klinik Psikoloji tezli bölümünü bitirdim. Etik ilkelerimiz gereği, yetkinlik bizim için elzem. Bu doğrultuda ben de çocuk, aile ve yetişkin alanlarında kendimi geliştirmek adına birçok eğitim aldım. Çocuklarla özellikle deneyimsel oyun terapisi ile çalışmaktayım. Şuan da aktif olarak devam eden aile terapisi eğitimim bulunmakta ve bütüncül bir yaklaşımla yetişkinlerle çalışmaktayım. Beylikdüzü Kiana Psikoloji’nin kurucusu olarak klinik alanda aktif bir şekilde danışanlarımı görmeye devam ediyorum. 2) 2. Kokuların her zaman hayatımızda özel bir yeri olduğunu düşünmüşümdür. Bazen bir şeyi anımsarken o anın kokusu burnumuzun ucunda beliriverir. Sizce kokuların belleğimiz ile ilişkisi nasıldır? Zihnimiz, fiziksel dünyayı beş duyu organımızla algılar. Dünyayı, çevreyi anlamak duyularımız sayesindedir. Duyularımız çevreyle uyumumuzu kolaylaştırıp hayatta kalmamızı da sağlar. Belleğimiz ise duyu organlarımız aracılığıyla etraftan gelen düşünceleri, deneyimleri, algılarımızın yeniden 31
kullanılmak üzere depolandığı yerdir. Koku alma duyumuz ise evrimsel açıdan korunan en eski sistem olduğu düşünülmektedir. Koku duyumuz çevremiz hakkında bilgi toplamak için hızlı bir araç olabilmektedir. Kokular ve anıların bağlantısını anlamaya çalıştığımız nokta nörolojik fonksiyonlarla ilişkilidir. Nöronların iletişim kurması sinaps ve sinapslar arası boşluklar ile gerçekleşmektedir. Dış dünyadan gelen bilgilerle dentritler sayesinde fiziksel bağlantı kurulmakta ve kortikal bağlantılar aracılığıyla hipokampus ve amigdalaya ve sinir sisteminin diğer yapılarına ulaşmaktadır. Bu şekilde koklama, görme, tatma ve hissetme ile uyaranların anlamlandırılması, beyinde kodlanması, gruplanması, bilgilerin saklanması ve tepkinin oluşması mümkün hâle gelmektedir. Hipokampus alınan verilerin içerik analizi, geçmiş yaşantılarla karşılaştırma, bilginin depolanması sürecinin yürütüldüğü merkezdir. Amigdala duyguları tanıma ve ifade etme ile ilgili görev alan alandır. Amigdala duygusal yönü olan içeriğin hipokampus tarafından daha canlı şekilde depolanmasını sağlamaktadır. Koku ile kodlanmış belleğin daha canlı anılardan oluşması bu kortikal bağlar sayesinde olduğu düşünülmektedir. Kokular eğer duygusal bir alanda deneyimlenirse, koku ile o anki gerçekleşen o olay arasındaki bağlantı daha güçlü olmakta ve aynı koku başka bir zamanda tekrar deneyimlendiğinde bu sefer önceki duygular ortaya çıkmaktadır. Koku duyusu, yoğun duygu ve bellek ile doğrudan temas sağlamaktadır. 32
3) Biz insanlar sizce neden her kokuyu birbirinden ayırıyoruz. Bir kokuyu neden kötü veya iyi olarak tanımlıyoruz? Bu bize kodlanmış bir miras mı? Kişi sevmediği, zarar verme ihtimali olan koku aldığında uzaklaşma eğilimi gösterirken; sevdiği ve güven veren, ihtiyacını uzaklaştıracak kokuya ise olumlu duygu durumu hâliyle yaşama sevinci, coşku ve neşe vb. şeklinde deneyimlenebilmektedir. Kişi sevmediği, zarar verme ihtimali olan koku aldığında uzaklaşma eğilimi gösterirken, sevdiği ve güven veren, ihtiyacına ulaştıracak kokuya ise yaklaşma eğilimi göstermektedir. Yani aslında kişi bilinen ve hoş bir deneyimle kodlanmış koku algıladığında, bilinmeyen yani tehlike riski taşıyan koku algılandığından daha farklı bir tepki geliştirmektedir. Atalarımız duyuların belleği sayesinde hayatta kalma mücadelesinde karşılaştıkları problemleri aşabilmişlerdir dolayısıyla aynı zamanda koku duyusunun hayatta kalma şansını artırmak üzere evrimleştiği söylenebilir. 4) Mis kokulu nergislerimiz bize baharın gelişini müjdeliyor. Baharın gelişi bana çokça mutluluk veriyor. Peki sizce mevsimlerin insanlar üzerinde etkisi var mıdır? Mevsimsel değişimler kişileri psikolojik yönden oldukça etkilemektedir. Mevsimlere bağlı olarak görülen hava koşullarındaki değişimlerin de olumlu ve olumsuz duygular üzerinde etkisi vardır. Mevsimleri birbirinden ayıran aslında gün ışığı, sıcaklık değerleri, basınç, nem miktarı gibi farklılıklardır. İnsanlar mevsimsel değişimlerden fizyolojik yönden, duygu durumunda görülen değişimlerden psikolojik yönden etkilenmektedir. Yapılan araştırmalar incelendiğinde, sonbahar ve kış aylarında günlerin kısalması ve gün ışığındaki azalmaya bağlı olarak insanlar üzerinde fizyolojik, biyolojik, hormonal ve psikolojik açıdan yaz aylarına göre daha olumsuz 33
etkilerinin olduğu görülmekte. Araştırmalarda depresif kişilerin kışın gün ışığında görülen azalmaya ve günlerin kısalmasına bağlı olarak, melatonin salınım miktarı, uyku miktarı ve uyku süreleri konusunda problemler yaşadıkları görülmektedir. Özellikle sonbahar ve kış aylarında ağaçların yapraklarının sararıp dökülmesi, havanın kapalı olması doğanın ölümünü çağrıştırabilir ve bu yüzden kişiye depresif hissettirebilir. İlkbahar ve yaz ayları ise doğanın canlanması ile beraber kişinin yaşama sevincinin ve heyecanının artmasına neden olabilir. Genel itibariyle sonbahar ve kış olumsuz duygu durumu hâliyle; üzüntü, çaresizlik, karamsarlık, yaşama dair isteksizlik vb. ilkbahar ve yaz mevsimi ise olumlu duygu durumu haliyle yaşama sevinci, coşku ve neşe vb. şeklinde deneyimlenebilmektedir. 34
5) Psikoloji bilimi, uçsuz bucaksız derin bir okyanus. Psikoloji öğrencilerine ve ilgililerine bu konudaki önerileriniz nelerdir? Psikoloji alanında kendini geliştirmeye yönelik herkesin soluksuz okuyabileceği kitaplar önerebilir misiniz? Belirtmiş olduğunuz gibi psikoloji alanı bir okyanus. Psikoloji bölümü öğrencilerinin bolca okuma yapmaları, insana dair bu alana dair her türlü bilgiyi okuyup, kuramcıları ve güncel gelişen yöntemleri okuması, yorumlaması faydalı olacaktır. Bu sadece psikoloji alanı kitapları için geçerli değil. Edebi eserlerin okunmasının da karakteri tahlil etme, tanıma ve anlama konusunda ışık tutacağını söyleyebilirim. Okumanın yanı sıra gezmek, görmek, deneyimlemek, kültürleri bilmek ve tanımak da önemli diye düşünüyorum. Sigmund Freud, Carl Gustav Jung, Donald Winnicott, Melanie Klein ve birçok alanımıza katkı sunmuş kuramcılarımızın kitaplarının okunmasını temel olarak görüyorum. Doğrudan kitap önerisi verecek olmam gerekirse, bunu sınırlı bir şekilde liste halinde vermek çok kolay değil. Birçok değerli isim ve kitap mevcut. Engin Geçtan’ın İnsan Olmak, özellikle seans pratikleri için Irvin Yalom’un tüm kitaplarını, Rollo May’den Kendini Arayan İnsan, Eric Fromm’dan Sevme Sanatı, Alice Miller’ın Yetenekli Çocuğun Dramı isimli kitapları önerebilirim. Nazlı Ceren Kanbir 35
36
Konuk Yazar AMANTES AMENTES Çekmecesi Gökten üç elma düşmüş; birisi kehanetlerin gerçekleşmesine avuç açıp ışık tutan sevgi, diğeri dünya gibi bir yerde fazlaca meşakkatle yoğrulmuş saygı, diğeri ise derin bir yüreğe ve düşünce gücüne sahip olanlar için kaçınılmaz son olan, aşk. İnsanın en derin anında bile, en karanlık gökkuşağı altında saklı kalan köşeleri vardır, var olmaya devam edecektir. Kimsenin varlığını bilmesini istemediği, belki de keşfedilmeyi bekleyen ama kati suretle istenilmeyen. Gökkuşağına ev sahipliği yapan hariç kimse bilmez o derin çukurun anlamını, derinliğini. Neden o kadar gömülmüştür ki? Neden çıkarmak istemez ev sahibi onu? Belki de yerin en altında mı yeşermeye devam ediyordu onun varlığı? Çıkarmak için baharı bekler, bahar gelmez. Bir ömür suladığı çiçek solar, kimse görmez. Ama sonra bir an gelir, yer yerinden oynar. Çiçek koparılır, saksı kırılır, pencere kapatılır, perde çekilir. İşte insan o eşikte her şeyden vazgeçer ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz, olmamalıdır da… Aşk, uçsuz bucaksız anlamsızlığında ya da anlam karmaşasının bulanık filizlerinde kendini bulmayagörsün, nasıl da çeker kepenklerini, hemen indirir yelkenleri suya. Eşlik eder mi sevgi ve saygı, aşkın peşinden? Yeri gelir, üçü bir olur göğe düşerler. Bazen birbirlerine sırtlarını dayarlar, bazen küserler birbirlerine. Ama her şeye rağmen korkmak yerine, kaçmak yerine ve öfke anında kendimize yenik düşmek yerine aşkı, sevmeyi tercih ederler. Neden mi? Çünkü sevgi her halin yerine girer ama hiçbir hal sevginin yerine oturamaz. İnsan sadece sevgiye yenik düşer. 37
Sahi, insanoğlu sadece sevdiklerine mi ihanet eder? Birisi çıkıp: ‘Her ne yaptıysam seni sevdiğimden yapıyorum.’ der. Ama sevgiden maraz doğar. Bak mesela; bir insanın diğerine ihanet edebilmesi için önce onu çok sevmesi gerekir. Beslemesi gerekir, kendi ruhunun iksiriyle beraber. Nedenini, içindeki sırrı bilmediğim halde karanlıkla gömülmüş halde buluyorum kendimi. Yaşanan bazı anlara takılmış, tekrar o anlara dönmek istercesine… İşte o zamanlarda etrafımda şifamı arıyorum. Kendi dermanımı, içimdeki dünyayı kuşatan güzellikleri ortaya çıkartmaya çalışıyorum. Sevginin, saygının eşlik ettiği aşk iksiri de bunlardan birisi ve bir şairin kaleminden akmayı bekleyen sözcükler gibi akıveriyor, hayatımın akışında. Kir pas içerisinde bıraksam da kendimi beni asla yarı yolda bırakmayan bir duygu mu aşk? Zira o olmazsa ben de olmam, bunu biliyorum. Zamanın derinliklerinde yaşayan insanoğlu bu günlere kadar belki de aşk sayesinde geldi, ölene kadar bunu savunacağım. 38
Aşkı savunacağım. Bir çırpınıştır ki içimdeki; arınıyorum, temizleniyorum. Her ne kadar aşkın vahşeti rüzgâr gibi dolansa da etrafımda, sevginin ve saygının vicdanı üzerimize dursun, dursun ki biz bu aşkı yaşayalım. Debelenip dursam da, tökezlesem de bilirim ki o beni yalnız bırakmayacak. Saracak etrafımı bir çiçeğin kokusu gibi… En güzellerine meylettiğim anda kuşatacak benliğimi. Üç günlük dünyamda saracak en güzel kollarıyla beni. Aşk nedir? Birini omzundan öpmek mi? Ya da onunla tamamlanmak istemek mi? Ama ben şunu gördüm; eğer insanın kriterleri varsa önüne doğru insanın çıktığını hissettiğinde, o kişideki her şey, her özelliği onun kriterlerini karşılar nitelikte oluyor. Doğru insan karşımıza çıktığında hissederiz, göz bebeklerimiz büyür, nefes alış ve verişlerimiz değişir, hızlanır da hızlanır. Karmaşıklaşır her şey. Ama hayat bazen çok net ve kısadır ya da karmaşık ve bulanık. Kesin olan bir şey vardır ki; şu dünya bir dağ gibidir. Sen ne yaparsan gerisin geri yankı şeklinde döner sana. Senin gönlün değişirse, dünyan da değişir. Nereden biliyorsun; dünyanın çok yakınında bir yerde olmadığını? Hayattaki bizi etkileyen şeylerin tahmin ettiğimizden daha da yakınımızda olması neyi ifade eder peki bize? Ummadığımız anda tesadüfler çıkarır hayat bizim karşımıza. Hayatta, varlıklarıyla değil yokluklarıyla bizi etkileyen, uçsuz bucaksız derinliklerde yüzüyormuş gibi hissettiren insanların alev gibi söndüklerine şahit olduğunuzda, hayatın acımasızlığını sorgularken bulursunuz kendinizi. Tüm bu acımasızlıklara rağmen hayat kimse için durmaz. Biz nefes aldıkça sevmeye sevilmeye, saygı görmeye, saygı duymaya, aşkı en doruklarına kadar yaşamaya devam ederiz. Her şeyin gelip geçici olduğunu da anlarız. 39
Zaman şimdi veya asladır. O yüzden hayatını hep son günüymüş gibi yaşamalısın. Son olarak Can Yücel’in Aşk’ı tanımladığı satırları okuyalım beraber: \"Sebepsiz sevmektir aşk, Nedeni olmadan bağlanmak birine. Gözlerine baktığında erimektir içten içe, Ellerini tuttuğunda titremektir tüm benliğinle. Hatta sarılamamaktır utançtan, Çünkü utanmaktır sevmek aslında, sevmek nedir aslen? Ölmek mi uğruna? Yaşamak mı onunla? Sevmek mi ömür boyunca? Yoksa ayrılmak bu gerekince? Nedir insanı başkasına bağlayan? Güzelliği mi? Bilmez kimse bu soruların cevabını… Kimi sever güzelini, Kimi sever özelini…’’ Aşkın huzurlu kollarında, en özelini severken, cebine saygı ve sevgiyi de aldığında bu satırları hatırla, hatırla ki aşkın şehveti hep dudaklarının arasında olsun. Sevgiler! Yağmur Çelik 40
Konuk Çizer Rafı Bora 41
Onay 42
Bulmaca Çekmecesi 43
SORULAR 1- Gerçek olmadığı halde kişinin sesler işitmesi veya nesneler görmesi ve gerçek olduğuna inanması. 2- İlk kadın psikoloğun ismi. 3- Kişide bir öğrenmenin gelişime hazır hale gelmesi. 4- İlk psikoloji laboratuvarını kuran kişinin ismi. 5- Çocuklukta başlayan, istemdışı, devamlı tekrarlanan ani hareketler veya seslerden meydana gelen tikler sendromu. 6- Kişinin kendi vicdanıyla çelişmesine rağmen otoriteye itaat etmeye ne ölçüde istekli olduğunu ölçen deney adı. 7- Karşıdakinin vücut dilini yansıtmanın, jest, mimik, ses tonunun farkında olmadan aynen tekrarlama tekniğinin adı. 8- Yaşamın ilk yılında bebeğin protein-kalori yetersizliğinden kaynaklanan doku kaybı. 9- “Psikanalizin babası” olarak bilinen Sigmund Freud tarafından geliştirilen kuramın ismi. 10- İnsanda içsel eğilimlerin, niteliklerin tümü, doğa, huy, yaradılış. 11- “Ruh Üzerine” adlı kitabın sahibi. 12- Kişinin gerçek ile gerçek dışını birbirinden ayıramadığı zihinsel bozukluk. 13- Uyku esnasında veya uyku uyanıklık arasındaki geçiş esnasında ortaya çıkan anormallikler. 14- Duymada, dil sürçmelerinde ve karmaşık işitsel bilgiyi yorumlayan hatırlayan yan lobların ismi. Sinem Sara Dayı 44
Dolapta UMUDUN KAYIP Unuttuklarımız SOKAKLARI Yaşamın kenarına bağlı kalan düşlerimizle düğümlenmiştik hayata. Ucundan, bucağından tutunup duruyorduk yamaçlarımıza. Oysa isteklerimiz yaşamımızdaki ruhani duygularımıza bağlı perçemlerimizden dökülüyordu şakaklarımıza. Peki bizler hayatta neleri kaybetmiştik, neyi saklamıştık o gizli tuttuğumuz kutuların içinde? Sevgiyi mi, aşkı mı, ihtirası mı, bilinmezliği mi, hayalleri mi ya da umudu mu? Sahi ya insan nasıl yaşar umutsuz? Yaşayabilir mi, tutunabilir mi hayata? Tutunduklarımız bizi biz yapar mı peki? Belki de, yaşamaktan çok sormaktan korkuyorduk. Cevabını bizim bile bilmediğimiz sorularla kaplıydı gizli defterlerimiz, yıllarca camımıza vuran yağmur tanesi misali. Bekleyişi güzel, çözmesi zordu. Tıpkı umudu andırıyordu insana. Umut; kimine göre bekleyiş, kimine göre hayal, kimine göre parçalanmamış duygular, kimine göre enkaz altında yaşama tekrar “merhaba” demenin tebessümüyle kaplı bir düşüncenin tam ortasıydı. Tarifleri hep farklıydı, duyguların aynı olduğu gibi. Dokundukça yanan kalbimizin acısı gibi, yıllarca sahibini garda beklemiş bir köpek misali heyecanlı ve kırıklarla dolu bedenlerde. İnsan kalbi hep yara doludur. Yaralarımız parmak izlerimiz gibidir. 45
Herkeste aynısından var olduğunu sanırız ama yarayı yara yapanın bizimle bütünleştiğini hep enkaza geçiveririz. Zaman her şeyi sarar mı acaba? Mesela, kaybolan umutları? Onları bilinmezliklerin içinden çekip alacak güce sahip midir, mesela? Umudu ararken çoğu zaman umutsuz kalmayı öğrenir insan. Bir serçenin haykırışı gibidir umutsuz kalmış insanın hayata haykırışı. Uçsuz, bucaksız bir denizi anlatır gibi bekleyişlerle doludur yaşamının serüveni. Kimliğini arar durur çoğu zaman. Sahi ya bizler kimiz? Ne için buradayız? Yaşamak için mi? Peki gerçekten yaşıyor muyuz? Sevdik mi acaba bu yaşamı? Sevmek, ne uzun kelime öyle değil mi? Tıpkı hayat gibi ne uzun ne kısa... Hayatlarımız da tutunduğumuz dallarımız gibiydi, biraz kırık biraz da buruktu. Hayatın bizlerle seksek taşıyla oynayışı gibiydi, kaybolan umutlarımız. Attığımız taşlar kapının pervazında bekleyen kedi gibi hep dışarıda kalıyordu. Atılan taşlar kalbimize, kaybolan taşlarsa bedenlerimize isabet ediyordu. Oysa insanoğlu farkında bile değildi, oynanan oyunun kendi hayatı olduğunun. Bir gün sabah vakti çalsam kapıyı umudumla, uykudan uyandırsam seni ki daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten. Vapur düdükleri ötmektedir, etraf alacakaranlık, Galata hala uykusunda, yolculuğumuz uzun sürmüş oldukça, demir köprüden geçmiştir belki de tren kim bilir? Dağ başında beş, on haneli küçük köyler, şarkılar söylemişim pencereden, uyanıp uyanıp tekrar uyumuşum. 46
Biletim üçüncü mevki, Vapur rıhtımdadır. Deniz katran ve balık kokulu, Umut kapıyı çalmıştır ki daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten. Kim bilir belki de, son vapur umuda yolcudur. Çalınan kapı, umudun kapısıdır. Çalınan kapılar çoğu zaman vefasız bir çocuğun gözyaşı gibi damlayıverir yüzüne. Umuda çalınan son vapurun sesleri bunlar olmalı belki de. Keşkeler bağlamış cümleleri birbirine.Kim bilir pencerelerin camları kaç çocuğun hüznünü barındırmış içinde? Kaç hayal kırıklığı, kaç gözyaşı sızdırmış minik evlerin bacalarına? Gün bitmeden gecenin karanlığından korktum. Gözümün yaşına yüreğimin sıcağına bakmadım. Tadılmamış mutluluklar varken, Unutulmayacak bir acı yaşattık, Şimdi bize dair umuda dair, her şeyi unutmak zorundayız. Unutmadan, unutulmayacak umutlar yaşamak için belki de çok geç. En geç olansa hala bir umuda tutunmayışımızdır belki de. 47
Umudun en derin sokaklarında gezinirken kendinle savaşında, umudu yamacına koy, koy ki umut en büyük yuvan olsun. Dolapta unutulan son cümle “umut” dedi Kelebek Hector. Peki ya sen umudunu hangi dolaba sakladın? Sevgiler! Zeynep Nur Arslan 48
49
Search