Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore BÜPK DOLAP Dergisi 1. Sayısı İNİTİUM

BÜPK DOLAP Dergisi 1. Sayısı İNİTİUM

Published by Beykent Psikoloji Kulübü, 2022-09-05 10:23:30

Description: Beykent Psikoloji Kulübü Dolap Dergisi

Keywords: Psychology

Search

Read the Text Version

BEYKENT ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ LDO A İNİTİUM Sayı:1 Editörler: Yağmur Çelik Neslişan Kaplan Furkan Yıldız Simay Özge Mutlu

T.C BEYKENT ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ Yayın Sayısı 1 Editörler Yağmur Çelik Neslişan Kaplan Furkan Yıldız Simay Özge Mutlu Yayın Tarihi 21 Mayıs 2022 Yayın ve Tasarım Ekibi Özgenur Özer Nazlı Ceren Kanbir

İÇİNDEKİLER 2 Biz kimiz? 3 Az Bilinen Psikolojik Bozukluklar Çekmecesi 5 Müzik Çekmecesi 7 Dizi-Film Rafı 10 Alıntı Çekmecesi 12 Kitap Rafı 14 Öykü Rafı 18 Sosyal sorumluluk Çekmecesi 20 Röportaj Çekmecesi 23 Uzman Çekmecesi 26 Konuk Çekmecesi 28 Bulmaca Çekmecesi 30 Bülten 1

BİZ K İMİZ ? Beykent Ünivesitesi Psikoloji Kulübü 2008 yılında tamamen gönüllülük esasıyla kurulmuş bir öğrenci topluluğudur. Beykent Üniversitesi Psikoloji Kulübü ailesi olarak kurulduğumuz günden bu yana ilk amacımız öğrenim hayatımızı sürdürürken çeşitli seminer, gezi, söyleşi ve sosyal sorumluluk projeleriyle kişisel ve mesleki gelişimimizi desteklemek, alana faydalı birer birey olmak için hem kendimize hem etkinliklerimize katılarak yanımızda olan arkadaşlarımıza bu yolda destek olmaktır. Her sene düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz etkinliklerimizde, alanında uzman hocalarımızı ağırlayarak “işi en iyisinden öğrenmek” noktasında büyük adımlar atmaktayız. Bu yolda attığımız en büyük adım ise hem bizim hem de okulumuzun en büyük etkinliklerinden olan Beykent Psikoloji Günleri ve Öğrenci Sempozyumu'dur. Psikolojinin her alt dalına değindiğimiz Psikoloji Günleri'nde her yıl 1500-2000 katılımcıyı ağırladığımız etkinliğimiz alanın en iyisi olarak 2012 yılında Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu tarafından da tescillenerek ödüllendirilmiştir. Başarımızın katlanarak büyümesine yardımcı olan herkese sonsuz teşekkür ederiz. Her sene söylediğimiz gibi bu sene de ''En İyilerle En İyi Yerde!'' 2

Az Bilinen Psikolojik CAPGRAS Rahatsızlıklar Çekmecesi SENDROMU Merhaba, Dolap'ımızın ilk sayısı İnitium'da sizinle buluşabildiğim ve aynı satırları okuyor olduğum için çok mutluyum. İlk sayı, ilk heyecan, birbirinden farklı fikirler, kafa karışıklığı, sabırsızlık... İlk sayımız, göz bebeğimiz olacağı için her bir kelimemi ayrı bir duygu, ayrı bir emekle yazdığımı belirtmek isterim. İnitium başlangıç anlamına geliyor. Başlangıçların her zaman özel ve güzel olmasını dileriz çünkü unutulması zor, yeri de hep ayrıdır. Benim için de bu satırlar hep çok özel kalacak. Harika başlangıçlar diliyor fazla uzatmadan yazıma geçmek istiyorum. Köşemizin ilk sayısında Capgras Sendromu'nu ele alacağım. Umarım keyifle okursunuz. Sıradan bir günün ardından deliksiz bir uyku çektiğinizi ve yeni bir güne uyandığınızı düşünelim. Her sabahkinden farklı olarak annenizin sizi tanımadığını, kızına çok benzediğinizi ancak o olmadığınızı, onun gibi konuşup davrandığınızı söylerken size bir yalancı, sahtekarmışsınız gibi yabancı gözlerle baktığını fark ettiğinizde ne yapardınız? İsmini Fransız psikiyatrist Jean Marie Joseph Capgras’dan alan Capgras Sendromu ya da bir diğer adıyla Sahtekarlık Sendromu sanrısal bir bozukluktur ve oldukça nadir görülür. Bu rahatsızlığa sahip kişi çevresindeki insanların veya nesnelerin ikizleriyle yer değiştirdiğini ve kimliklerinin gerçek olmadığına inanır. Bu durum kişinin hayatını ve ikili ilişkilerini oldukça etkiler. Oldukça nadir görülen bu rahatsızlığın nedeni hakkında iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan birinde hastalığın parietal lob işlev bozukluğuna bağlı olarak da ortaya çıkabileceği ileri sürülmektedir. Meşhur Hintli nörolog Vilayanur S. Ramachandran tarafından ortaya atılan görüşe göre sendromun sebebi, yüzleri tanımaya yarayan temporal lob ile tanınan yüzlere duygusal anlamda tepki vermeyi sağlayan limbik sistem arasındaki bağlantının bir şekilde hasar görmesi ve düzgün işleyememesidir. Bu hasar yüzünden hasta, karşısında gördüğü tanıdığının yüzünü tanımakta fakat hasta bu yüze karşı duygusal anlamda tepki oluşturamamaktadır. Buna örnek olarak, bazı hastalar annesiyle telefonda konuşurken tanımakta sorun yaşamaz; ancak yüz yüze geldiklerinde onların gerçek anneleri olmadıklarını söylerler. Bu da işitmeyle alakalı bölümler (temporal lob) ile amigdala arasındaki iletişimde bir sorun olmadığının göstergesidir. Diğer bir fikir ise psikodinamik bakış açısıdır. Hasta kötü özellikleri ile tanıdığı ya da kendisine birtakım kötü özellikler yükleyen kişiyi dışlar. Ama bu yüzden suçluluk duygusundan arınamaz. Bu durum bilinç dışında yaşanır ve bilince çıkamaz. Konuyla alakalı bir vakada kişinin Allah’la konuşmaya başladığını ve izlediği anime karakterinin kendisiyle beraber olduğundan söz edilir. Annesinin kendisine bu sebeple şiddet uygulamasıyla beraber annesinin kendi annesi olmadığını veya kendisinin aslında başka biri olduğundan söz eder. Psikotik özellikler gösteren kişi, annesinin uyguladığı fiziksel şiddetle beraber Capgras sendromundan mustarip olmuştur. Psikodinamik bakış açısıyla ele alındığında bu durum, annenin ve çocuğun beklemediği bir davranış tutumunu göstermesiyle kişinin bu sendroma yakalanmasına sebep olmuştur. (armadillokitap.com, 2021) 3

Capgras Sendromu'nun en büyük belirtisi ise kişinin karşısındakini sahtekar olarak görmesidir. Yine uç ve saplantılı fikirler üretmek, çevresindekilerin ona zarar vereceğini düşünüp şüpheli düşüncelerle bir döngü yaratmak da belirtiler arasındadır. Aynı zamanda bu rahatsızlık şizofreninin bir belirtisi olarak karşımıza çıkabilir. Ailede daha öncesinde bu rahatsızlığa benzer durumlarla karşılaşan kişilerin olup olmadığı sorulmalı ve yine kişinin alzheimer veya şizofreni gibi rahatsızlıklara sahip olup olmadığı anlaşılmalıdır. Tedavisi hakkında ise literatürde oldukça az bilgi vardır. Nadir görülen bir psikolojik rahatsızlık olması sebebiyle sendroma yakalanan tüm hastalar için tek bir tedavi yöntemi bulunamamıştır ancak genellikle bir psikotik bozukluğun beraberinde ortaya çıkması sebebiyle var olan psikotik bozukluğun ortadan kalkması durumunda sendromun da ortadan kalkacağı düşünülür. Hastaya tedavi sürecinde güvenli, sıcak bir ortam yaratılabilir. Bu durum hastanın kaygı seviyesini azaltacaktır. Aynı zamanda hangi rahatsızlıkla birlikte ortaya çıktığı anlaşıldıktan sonra doğrulama terapisi gibi tedaviler de uygulanabilir. Bazı hastalarda ise antipsikotik ilaçlarla tedavi gerekebilir. Yazımın bu kısmına kadar benimle olduğunuz için teşekkür ederim. Son olarak aşağıda bir Capgras Sendromu hastasının ağzından yaşadıklarını okuyabilirsiniz. “Her şey bana biraz garip görünmeye başlıyor, biraz yapay gibi mesela. Kimi zaman, etrafımdaki hiçbir şeyin gerçek olmadığı duygusuna kapılıyorum. Sanki her şey bir sahne ve herkes bir rol oynuyor. Kime gerçekten güvenebilirim? Sonunda cesaretimi toplayıp bu durumdan karıma söz ettim. Bana garip bir şekilde baktı ve bir doktora görünmem gerektiğini söyledi. Bu davranış pek onun yapacağı şey değil. Aslında, kulağa delice geliyor biliyorum ama gitgide daha sıklıkla, bu kadını gerçekten tanıyıp tanımadığımı düşünmeye başladım. Son zamanlarda çok sinirli ve rahatsız görünüyor; eskiden hiç böyle değildi. Aslında tam olarak neyin değiştiğini söyleyemiyorum ama bütün bu ufak tefek değişiklikler, bana bazen onun aslında benim karım olmadığını düşündürüyor. Evlendiğimiz sıralarda çekilmiş eski bir takım fotoğraflarla, yakın zamanlarda çekilmiş olanları karşılaştırdığınızda, bu değişikliklerden bazılarını gerçekten görebilirsiniz. Parmak izlerini karşılaştırmak bir şeyleri kanıtlayabilir mi diye merak ediyorum…” 4 Simay Özge Mutlu

Müzik Çekmecesi VARIM Güneş ufak ufak batarken dağların arkasından sizlerle buluşmanın güzelliği içerisindeyim. Bir yolculuk sırasında gün batımını izlerken yazı yazmanın keyfi bir başka oluyor. Bu ayki, ilk temamızla, ilk sayımızla karşınızda olmak ne kadar heyecan verici anlatamam. İnitium yani başlangıç dedik bu temamıza. Yepyeni bir oluşumla ilk adımımızı attık, sizlere sunduk. Umarım bol okumalı, faydalı olur hepimiz için.. Başlangıçlar, beni bazen korkutsa da her zaman çok heyecanlandırmıştır. Yepyeni o yolu seçerken acabalarla meşgul olan zihnimin sonralarda iyikilere dönmesini büyük bir merakla izliyorum. Sahi nedir başlangıçlar? Koskocaman bir okyanus mu dersiniz yoksa tarif edilemeyen bir soyutluk mu? Ben nereye konumlandırsam tam bilemiyorum. Bazen başlangıçlar bana içinde bir sürü duyguyu barındırıyormuş gibi geliyor. Endişeden mutluluğa, heyecandan kararsızlığa her hissettiğimiz duygunun bir karşılığını bulabiliyormuşuz gibi düşünüyorum. Çok zorlanıyoruz belki bir şeylere başlarken ama bitirmek de bir o kadar zor değil mi aslında. Şimdi beraber hayatımızda bitirdiğimiz şeyleri bir düşünelim. Arkadaşlıklarımız, aşklarımız, işlerimiz, okulumuz… Daha bir sürüsü. Birbirinden bağımsız birden fazla şeyi bitiriyoruz hayatımızda. Her bitiş çizgisinin sonrasında bir başlangıç çizgisinin olduğunu unutuyoruz kimi zaman. Bitirirken korkmuyoruz da başlarken neden korkuyoruz? O çizgiye adımımızı atarken bizi tutan etkenlerden neden sıyrılamıyoruz? Başlangıç noktasında iken gerçekten istiyor muyum bu yeni serüveni diye sormayı çok önemli buluyorum. Aldığım cevaba karşılık belki başlamayı erteleyebilirim, zamanını belirleyebilirim veya o kaygımı bir nevide olsa dindirecek şeyler bulabilirim ya da hiçbir şey yapmam. “Karar benim değil mi istediğim gibi yoluma bakarım” eyip kendime motivasyonunu aşılamayı da es geçmeyeyim değil mi sevgili okurum. Şimdi sizlere bu tema hakkında yazarken kendi başlangıçlarım gözümün önünden geçiyor. Nasıl da endişeliydim karşılarında. Arkadaşlıklara başlarken, yeni işleri hayatıma alırken veya bana zarar veren her durumdan arkama bakmadan giderken… Hepsinde ne kadar çok şey öğrenmiştim. Korkmuştum ilk başlarda belki ama şimdiki İrem isem zamanında yaptığım başlangıçlar sayesinde. Herkesin bir sona ihtiyacı vardır yeniden başlamak için demişler. Zorlandım, üzüldüm belki ama güçlendim. Güçlenirken büyüdüm. Büyümenin de bir başlangıç olduğunu öğrendim. Yeni yollar çizdim, böylece yoluma çiçekler ektim. Başlarken böylesine güzel olacağını düşünmezdim ama ne demişler sonunu düşünen kahraman olamaz! Sonunu düşünmeden balıklama atladım suya. Ne olursa olsun sonunda ben oldum. Bunun hazzın hiçbir şeye değişmeyeceğini biliyorum işte bu paha biçilemez bir şey. Demem o ki bazı başlangıçlar seni şimdiki sen yapabiliyor. Sanki tekrardan bizi doğurup büyütüyor. O zaman yeniden doğuyoruz belki de, yeniden kendimizi doğuruyoruz. Tam da burada yeniden doğmalara yaraşır bir şarkım var, o zaman açılsın sesler! 5

\"Sen kimsin?\" dedi \"Bilmem\" dedim Her gün değişiyorum Bur'da dans ederken Senle bende bi' ayrım göremiyorum Kalıplara sığamıyorum Dedim ki: \"Bak yıldızlar baki Sınırlar hayali Aramıyorum tanımlayan sözler Aynı sözler tam da bu yüzden Götürüyo' bizi bizden\" Geldim, gidicem hep de değişicem Şu kısacık hayatı kana kana içicem Rüzgar olup esicem Ben \"sKaGidmöecksietne\"ssVeüa nzr?üı\"mlüd\"ceedsmeiyleicrem Bu şarkıyı ne zaman dinlesem var olduğumu hatırlatıyor bana. Ne zaman unutuyor gibi olsam kendimi, amaçlarımı açar, dinler, hatırlarım unutayazdıklarımı. Bende etkisi hep böylesine güzel olmuştur umarım sizlerede unuttuğunuz her şeyi hatırlatır, hatırlatır ki yeniden doğmanın adımı için bir işaret olur. Ah başlangıçlar, hep hayatımızda yerleri olsun, olsun ki değişip gelişelim, üretelim. Stabil kişiliğimizden sıyrılıp farklılaştırdığımız benliğimizle başlayalım tüm her şeye. Başlangıç noktasında durduğumuz o andan bir resim çekip o kare elimizde bakmalıyız belkide tüm bu süreçlere.” Nereden nereye be!” Cümlesini ağız dolusu haykırarak demek için, senin için, hepimiz için… Yeniden yenilen! GELDİM G Eğ İm İD E C E Ğ İ M HEP DEĞİŞEC 6 İrem Uysal

Dizi/Film Rafı INCEPTION 7

INCEPTION (BAŞLANGIÇ) Kafa karışıklıklarıyla, sonunun net olmayışıyla herkesi konuşturan ve en çok da büyüleyen film Başlangıç. Kısaca bahsetmek gerekirse Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) karakteri yetenekli bir hırsızdır. Görevi insanları en savunmasız anlarında yani rüyalarında yakalayıp bilinçaltlarından gizlice bilgi çalmaktır. Fakat bu seferki görevi her zamankinden biraz daha farklıdır. Ona gelen teklif fikir çalmak değil fikir ekmektir. İşte filmin ismini aldığı yer de tam olarak burasıdır. Başlangıç yani zihne yeni bir düşünce tohumu ekmek demektir. Görevin zor kısmı kişinin bunu kendi duygu-düşünce durumu ile harmanlayıp fark etmeden kabul etmesidir. Ekmek istediğiniz düşünce tohumunu en saf haliyle oraya yerleştirmeli ve kişinin bunu istemesini sağlamalısınız. Bunun için Cobb ve ekibi üç katmanlı bir rüya alemine (rüya içinde rüya görme eylemine) dalarlar ve onları orada büyük sürprizler beklemektedir. Tabii ki Nalon sayesinde sadece ekibi değil biz değerli seyircileri de çok büyük sürprizler beklemektedir. Film, sinema dünyası için bir rüya üretim fabrikası deyimini doğrular nitelikte. Kendimizi çoğu zaman nasıl başladığını bilmediğimiz bir sahne içinde buluruz. Bazı zamanlar da sinemanın gerçekliği ile gerçek dünyanın gerçekliklerini karıştırabiliriz. Rüyadan uyandığımızda yaşadığımız duyguyu sinemadan çıktığımız an yaşadığımız gibi… Filmi anlamak ve daha iyi betimleyebilmek için filmde kullanılan mitoloji ve göndermeleri daha geniş çaplı incelemediğimizde çarpıcı veriler elde ediyoruz. Dom Cobb isminin anlamına baktığımızda Dom Slav dilinde ev, Cobb ise Urdu dilinde rüya anlamına gelmektedir. Hatırlarsak filmde başrolün amacı evine dönmekti. Cobb’un eşinin adı Mal, Fransızca da yanlış, kötü, şeytani anlamına gelmektedir. Film boyunca Cobb’u rüya ile gerçeklik arasındaki bölgede yani arafta kalmaya ikna etme arzusu içindeydi. Uyku halini daha derin yaşamaları için kimyasal karışım hazırlayan Yusuf karakteri, Yahudi kavminin peygamberi Yusuf’a atıftır ve kendisi başarılı bir rüya yorumcusudur. Rivayete göre Mısır kralının rüyasını yorumlaması sonucu Mısır yedi yıl kıtlıktan kurtulmuştur. Filmde yer alan esinlenmeler arasında başlangıcı en iyi anlatan örnek şu olabilir: “Bir kişiye filleri düşünme derseniz, o kişi hemen filleri düşünür.” Bu düşünce de ünlü George Lakoff’un Bir Fili Düşünme adlı kitabına bir atıftır. George Lakoff kitabında birinin beynine gizli bir bilgi ekmek için kelimeleri doğru kullanmamız gerektiğinden bahsetmektedir. Bir diğer ünlü esin kaynağı ise Frued ve onun rüya, bilinçaltı kavramlarıdır. Freud’a göre bilinçaltının en kapsamlı ele alınabilen zamanı kişinin rüyalarıdır. 8

Nolan, bu başyapıt filminde izleyiciye tüm bu karmaşıklığı çok anlaşılabilir bir şekilde anlatmayı hedeflemiş ve bunun için de her rüya katmanını farklı bir zamanla bağdaştırmıştır. İlk katmanda zaman gündüz ve yağmurluyken ikinci katmanda zaman gecedir. Üçüncü katmanda ise hava karlıdır. Bu katmanlar seyircide yine kafa karışıklığına sebep olduğu için film Japonya da yayınlanırken rüyanın kaçıncı katmanında olduğu ekranın bir köşesine yazılmıştır. Ve sanırım film hakkında en çok merak edilen kısım filmin sonu olmalı. Bununla ilgili doğru kabul edilen birçok teoriye ulaşmaktayız ama akıllardaki soruyu Michael Caine bir konuşmasında gideriyor. Konuşmasında “Filmi okurken kafam çok karıştı ve Nolan’a hangisinin gerçek hangisinin rüya olduğunu sorduğumda bana benim olduğum sahnelerin gerçek olduğunu söyledi.” açıklanmasını yaptı. Ama yine de bu filmin ana fikri tek bir doğruyu kabul etmemekten geçiyor bence. Kişinin, gerçekliğe ulaşma yolunda doğru kabul ettiği şey kişinin kaçınılmaz gerçeği oluyor. Rüya ve gerçeklik algısı da sadece bu filmde değil tarihin eski sayfalarına bakıldığında karşımıza çıkıyor. René Descartes 16. yy. da “Rüyadan uyandığında gerçeklikte olduğunu nasıl anlarsın?” sorusuna uzunca bir süre kafa yorduktan sonra “Düşünüyorum öyleyse varım.” düşüncesini felsefe tarihine kazımıştır. Peki tüm bu düşünceler sonrasında sizin gerçekliğiniz ya da bilinçaltınıza ekmek istediğiniz başlangıcınız nedir? Çıkacağınız bu yolda güzel bir serüven yaşamanız dileğiyle. 9 Şeyma Avcı

Alıntı Çekmecesi Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Şükrü ERBAŞ Sevgilim ben şimdi Herkes kendi büyük bir kentte seni talihinin mimarıdır. düşünmekteyim Yaşadıkları, an be an Elimde uçuk mavi bir insanı oluşturur ve kalem cebimde iki arkasında paket sigara bıraktıkları, farkına Hayatımız geçiyor varmadan önüne gözlerimin önünden. geçer. Cemal Süreya İlber ORTAYLI Eğer, yeniden İnsanın gerçek kimliğini başlayabilseydim yaşamaya hayatını nasıl anlamlı kıldığına İkincisinde, daha çok bakarak keşfedebilirsiniz. hata yapardım. Jorge Luis Borges 10

Hayat kum saatine benzer Her kum tanesi akan günler Ömür kum taneleri kadar uzun sürer Ya saat kırılır ya zaman biter. Furkan Yıldız/Milat İkilemi çözemedim hala ama yok Unutma Red umut iyi bir ki sorasım. Ne zaman şeydir. Belki de en iyisi ve iyi buradaydın ki şimdi kaybolasın. Y ü z y ü z e y k e n K o n u ş u r u z şeyler asla ölmez. E s a r e t i n B e d e l i Kilitli kapılar dünyasında Gerçeklerin bir kıymeti yok ki anahtarı olan adam kraldır ve genel kanı neyse onu yaşıyoruz. tatlım beni taç takarken görmelisin. Sherlock 11 Gibi

Kitap Rafı 12

“İnitium” dedik Dolap’ımızın ilk sayısına. Anlamına başlangıç diyoruz. Hayatta ne çok başlangıçlar yapıyoruz diye düşünmeden edemiyorum. Bu dergide sizlerle buluşmak da benim için belki de o başlangıçlardan biridir. Kitap köşemizde de ilk yazımızda benim hayatıma dokunmuş değerli bir kitap ile başlamak istedim. Umarım sizlerin de hayatına dokunur. Çocukluğumuzdan bu yana masallar, hikayeler ve romanlarla büyüdük. Maceralarla dolu sayfalarda bile hep aşk kurtarmıştı kötülüklerden dünyayı. Neydi bu duygu? Hakkında masallar şarkılar yazılmıştı. Sayfalara sığmadı, taştıkça taştı. Herkes ayrı bir şey anlatıyordu ama o duyguyu yaşayanlar aynı şeyi hissediyordu. O duyguyu tatmamış olanlarda da ayrı bir heyecan ve merak duygusu yaratıyordu. Bir duygu etrafında onlarca his bazen gökyüzünde süzülür gibi anlatıldı bazen de denizin en dibinden çıkmaya çalıştığın girdap gibi. Bu ay dergimizde ise aşk duygusunun o karmaşık yollarından izler barındıran bir kitapla birlikte olacağız. Canan Tan’ın kaleminden çıkan “Piraye” eseri oldukça sade ve okuyucuyu etkileyen akıcı bir dille yazılmıştır. Bu romanda kendinizi bulma ihtimaliniz oldukça yüksek. Olayları ve duyguları tasvir ederken kullandığı hayal gücü ve anlatımı ile sizi o anlara götürüyor. Aşkı yaşamak zordur diyoruz fakat onu anlatırken yaşatmak oldukça zordur. Canan Tan bu konuda birçok roman yazmıştır. ”Piraye” de, bu eserlerinden biridir. Yazarımız Eczacılık Fakültesi okumuş fakat daha çok edebiyat ile ilgilenmiştir. Romanımızın kahramanı olan Piraye de edebiyat aşığı bir diş hekimidir. Kitabın ismi Türk Edebiyat dünyasının usta ismi Nazım Hikmet’in hayranı olan Diş Hekimi bir babanın iki kızından birine Piraye adını koymasından esinlenmiştir. Kitapta Piraye kendine güvenen özgür ruhlu ailesinin göz bebeği olan İstanbullu bir kız. Diğer tarafta Diyarbakır’dan gelmiş törelerine bağlı bir Haşim ile karşı karşıya kalıyoruz. Birbirine bağlı fakat bir o kadar da farklı bu iki karakterin tanışması Edebiyata meraklı olan Piraye’nin ailesinin baskısı üzerine Diş Hekimliği Fakültesine gitmesi ile başlıyor. Piraye ablasının evliliğini gördükten sonra birisine bağlanmaktan korkar. Başına buyruk özgür ruhlu Piraye onun karakterine zıt olan Haşim ile tanışır. Haşim Ağa ise Diyarbakırlı Diş hekimliği Fakültesinde olan takım elbiseleri üzerinde korumaları yanında gezen bir gençtir. Bambaşka topraklarda farklı hayat görüşleriyle büyümüş iki farklı dünya birbirlerine aşık olur. Bağlanmaktan, sevmekten korkan Piraye yerine her şeyini Haşim’e bağlayan bir kadın haline gelir. İstanbul’dan koparak Diyarbakır’a bir aşk peşinde gelin gelen ve hayal kırıklarıyla dolu olan Piraye’nin hayatını anlatan bu aşk romanında en çok rastladığımız şey belki de kültür çatışmasıdır. Kendini özgür yetiştirmiş bir kişi ile törelerine bağlı “İnsanlar ne düşünür” diye yaşayan diğer kişi arasında ortak bir hayat kurulma mücadelesi var. Mücadele içinde aşk tutkusunun her şeye yetmediğini okurken iliklerimize kadar hissedebiliyoruz. Hayatta bazı gerçekler vardır. Başta çekici gelen o zıtlıklar bir anda sizin hayatınızı zorlaştıran akışını engelleyen bir taştan duvar gibi önünüzde durunca insan daha iyi anlayabiliyor. Bir bakmışsın başka bir karakterli insana dönüşmüşsün ya da karşı tarafı dönüştürmüşsün. İstemediğin bir hayatın ortasından “Ben neredeyim? Ne istiyordum? Ve şimdi ne yaşıyorum?” diye sorarken bulursunuz kendinizi. Bu farkındalık sonrasında bazı kabullenmeler gerçekleşir. Daha sonrasında herkes Piraye‘nin yaptığı gibi dik bir duruş ve kararlı bir kadın olarak özüne geri dönebilir mi bilemeyiz ama Tan’ın kaleme aldığı Piraye bunu verdiği büyük savaşlar sonrasında başarıyor. Kitabı okurken sıkça kendime“ Ben olsam ne yapardım?” sorusunu sordum. Sorularıma net olarak cevaplar bulamasam da Piraye kadar güçlü durabileceğimi düşünmüyorum. Dolap’ımın raflarındaki değerli kitaplardan birine ortak olduğunuz için teşekkür ederim. Gelecek sayımızda rafımızdaki bir diğer kitapla buluşmak üzere. 13 Neslişan Kaplan

Öykü Rafı \"Merhaba sevgili günlük! Mehmet öğretmen bize bu hafta sonu neler yaptığımızı sana anlatmamızı istedi. Dün okuldan gelir gelmez seni babamın sakladığı köşe yazılarıyla kapladım, umarım beğenmişsindir. Gerçi babam koleksiyonunu bozduğum için çok kızdı sonra affetti. Zaten babam hep böyle bir babadır, bana kızar sonra affeder. Cebinden hiç eksik etmediği fındıklı çikolatayı her gece verir, ertesi sabah kahvaltıdan sonra yemem şartıyla tabii. Sanırım bana sabretmeyi öğretmeye çalışıyor. Alıştığım için sabrettiğimin farkına varmıyorum. Hayat her zaman böyle bir yer mi olacak sevgili günlük?\" 14

Yazıyı bitirdim, donuk ve yılmış bir sesle, \"Oldu mu?\" dedim. Utanmadan, \"Çocuk gibi düşünmüyorsun Fikri Gözüpek! Başka zaman yine gel.\" dedi Reyhan yüzsüzü. İçimden küfürler ediyordum, yüzüme her sinirlendiğimde yaptığım gibi ahmakça bir gülüş giydirip \"Bir dahaki sefere başaracağım Reyhan Hanım\" dedim. Sonra hızlıca eşyalarımı toplayıp çıktım ofisten. Edebiyat fakültesinden mezun olduğumdan beri bu aptal dergide çocuk yazıları yazmaya çalışıyorum. Anne ve babaların çocuğuna okuma alışkanlığı olsun diye markette sıra beklerken aldıkları \"Yavru Dergisi\" aslında çocuklar tarafından yazılmıyor, bunu kendi iç dünyama buradan her eli boş çıkışımda yeniden ilan ediyorum. Dışarıdan bakıldığında orada yaşadığıma altı senedir inanamadığım ama ev sahibinin \"Bodrum katı orası yeğenim.\" diye adlandırdığı bir fare yuvasında tok kalmaya çalışıyorum. Eve girer girmez her zaman çaresiz geldiğim için rutin haline gelen ayinimi yapıyorum. 90'lı yılların en güzel koltukları diye anılan ama artık sürekli yatak olarak kullanılan, sigara külü düştüğü için her yerinde delikler olan sarı koltuğuma yatıp tavanı izliyorum. Duvardaki pislikleri ve dökükleri gördükçe lise yıllarımda yazdığım şiirler aklıma geliyor. Edebiyat hocama okuttuğumda \"Sende ışık var Fikri!\" gibi afili cümleler işittiğim ama şimdi boyası ve alçısı akmış şiirlerim... Hep ucuz hayaller kurardım; şiirler, romanlar yazıp soba ile ısındığım nüfussuz bir köy evinde aç sokak köpekleriyle arkadaşlık yapmak gibi. Lise yıllarımda bu hayalleri kız arkadaşlarıma anlatırken sesimi kalınlaştırırdım. Bildiğim tüm yazarların tok sesli olması bunu yaptırırdı bana. Sıra arkadaşım Akif'e şiirlerimi okutup yazar gülüşü yapardım. \"Fatma'ya bunu okursam bana yüz verir mi?\" dediğinde biraz bozulsam da bunu ona hissettirmezdim. 4 yılım böyle geçtikten sonra İstanbul'a edebiyat okumaya geldim. Bu şehrin kokusunun benim gibi taşrada büyüyen bir insanı nasıl etkilediğini anlatamam. Ama şehrin bütün büyüsü hayatımda ilk kez elini tuttuğum kızın aslında başka bir herifle birlikte olduğunu öğrendiğim an kayboldu. Sanki kokusuna aşık olduğum bu şehir artık damarlarımı tıkıyor gibi geliyordu. Üniversitenin ikinci yılına kadar mutlu gözüküyordum. Sosyal ortamlarım bile vardı. Sonra aldatıldığımı öğrendim. Kendimi sanki çok fazla yüksek olmayan ama canımı yakan bir uçurumdan aşağı bırakmış gibiydim. Aynaya bakmaya çekindiğim zamanlardı. Sakallarım yüzünden, solculuk oynayan gençlerin saldırısına uğradım. Zaten o gün yediğim dayağın ilk olmayacağını ev sahibimin oğlu elinde sopayla beni beklerken anlamıştım. Amcam paramı göndermediği için kirayı ödemedim ve kirayı sol kolumun kırılmasıyla ödedim. Hayat sanki köşe başından ağzının kenarındaki sigarasıyla \"Bak bak, ironiye bak.\" deyip kahkahalar atıyordu. Yılmadım ve o günden sonra aynı bahtsızlığımla bugüne kadar gurursuzca geldim. Ev sahibi ve oğlu artık bu fare yuvasından kira talep etmiyor, her ayın dokuzunda beni 2 saat dövüyorlar. Para vermediğim için onlara içimden \"Enayiler\" desem de yediğim dayak bu fare yuvasından daha pahalı. Evden içine girdiğim karanlık havadan kurtulmak için için çıktım. Bak sana Arif Giriftoğlu'ndan duyduğum bir hikayeyi anlatayım. Aklı karışık bir sahabe yolda yürürken bir evd\"en bağırış çağırış duymuş. Bakmış sokaklara kimseler yok. Gidip yardım etsem mi, etmesem mi diye düşünürken benim vaktim kıymetli demiş ve yoluna devam etmiş. Ertesi gün o sokaktan birinin öldüğünü duyunca çok pişman olmuş. Benim vaktim bir ömre bedel oldu diye yanmış içinden. Günler boyu sadece Allah'a onu affetmesi için dualar etmiş. Gördün mü Fikri, biraz vaktinden tasarruf edeyim derken hem başkasının ömrünü hem de kendi ömrünü nasıl çirkin bir vaziyete soktu? Sen sen ol, dikkat et. Zaman, ademoğluna acımaz!\". 15

Biraz duraksadım ve kafamı sallayarak Ebubekir Amca'yı dinlediğimi ona kanıtlamaya çalıştım. O an müşterisi geldiği için susacak vaktim iyice arttı. Anlattığı bu hikayeleri buraya ilk geldiğimde bana boş bulunup \"İyi bir saatçi aynı zamanda iyi bir düşünürdür.\" dediği için uydurduğunu iyi biliyorum. Ama üzülmesin diye her seferinde etkilenmiş gibi yapıyorum. Ebubekir Amca benim tek arkadaşım. Onunla tanışma hikayemiz çok uzundur. Babadan hatıra saatimin pili bittiğinde rastgele buraya girmiştim ve saati 3 ay sonra teslim etmişti. Biraz sinirlenmiş olsam da \"Sana ders vermek için yaptım.\" dedi ve ben de herhalde zamanın kıymeti gibi bir şeydir diye düşündüm ve ses çıkarmadım. Evde çok sıkıldığımda geldiğim tek yer burası. Anlattığı hikayeleri umursamasam da kendimi sosyal hissetmemi sağlıyor. Zaten genelde ben konuşmuyorum, hep reklamını yapıyormuş gibi içinde bolca zaman ve vakit geçen hikayeler anlatıyor. Hikayenin son cümlesine göre ya kafamı sallıyorum ya da şaşırmış gibi yapıyorum. Babasından hep soyadıyla bahsetmesi de ilk başta ilginç geliyordu ama \"Giriftoğlu\" gibi bir soyadım olsaydı ben de aynısını yapardım. Zengin olduklarını soyadından anladığım tek insan. Zaten yoksa neden bir insan saat dükkanı açıp her gelene hikaye anlatır ki? Ben oradayken gelen müşterisi acemi olduğu için gayet ciddiye alarak yolda saat bulan dervişin hikayesini dinliyordu ve ben de \"Görüşürüz\" deyip çıktım. Eve giderken acaba amcam paramı göndermiş mi diye bakacaktım ama 4 aydır göndermediği için vazgeçtim. Amcam, bizim evde oturuyor. Annem ve babamdan kalan tek şey o ev. Bana, İstanbul'a gelirken \"Biz buraya taşınırız sana kira öderiz. İkimiz de rahat ederiz yeğenim.\" demişti ve sarımsak kokulu bir gülüş atmıştı. Duygusal dönemime denk geldiği için sarılıp \"Olur tabii amca, benim senden başka kimim var ki?\" demiştim. Ama bana kimsesiz kaldın demek yerine böyle dolaylı bir yöntem uygulaması hoşuma gidiyor. Bundan dolayı da şimdiye kadar katil olmadım. Yoldayken bu haftaki Yavru sayısında ne yazsam diye düşündüm. Babasından dayak yiyen bir çocuğun annesinden yardım istediği bir mektup düşüncesi beni etkiledi ama gözlerimin önüne Reyhan'ın okuduğunda yüzünde oluşacak olan duyarlı ifadesi geldi, vazgeçtim. Zaten haftalık yayınlanan bir dergide iki senedir tek bir satırım basılmadı. Bu takıntımın sebebi sadece hislerimin beni oraya gitmeme zorlaması. Hayatımı değiştirecek şeyin o dergi sayesinde başıma geleceğine inanıyorum. Eve tekrar döndüğümde hava kararmaya başlamıştı. Belli bir yaşın üstündeki insanlar gibi havanın kararmasıyla enerjim değil yorgunluğum artıyor. Sarısı midemi bulandıran ışığımı açıp koltuğuma uzandığımda bir gün çıkaracağım şiir kitabımı düşündüm. İsmi hakkında son kararımı geçenlerde dergiye fabl yazmaya çalışırken vermiştim, “At Üstünde Kelebek Aramak” İçimde hâlâ umudun olması bazen beni şaşırtıyor ama vazgeçtiğim an memleketime dönüp katil olacağımı bilmek beni öğrenilecek olan çaresizlik durumunda bırakıyor. “Kıştan demlenen üzüm şarapları açıldı Kör sarhoşluklarımıza Böyle anladık baharın döndüğünü Böyle anladık yaz akşamlarının anason kokulu babalarının öldüğünü Annelerimizin telaşlı ellerinde naftalin lekeleri Hiçbir yüklük almıyor kıştan kalma kederleri Böyle anladık annelerimizin yaşlandığını Böyle anladık ruh kemiklerimizin kırıldığını 16

Bir soğuk rüzgâr esmezse takvimden bir sayfa koparılmaz ölü evlerinde derdi büyükler Öyle gördük Öyle geldik Öyle gidiyoruz sonrası hiç.” Sabah uyanır uyanmaz içimde biriken soğuk havayı kağıda bıraktığımda rahatladığımı hissettim. Günlerdir zihnimin dehlizlerine sert bir dalga çarpıyor gibi hissediyordum. Kenarlarını çakmakla kararttığım kağıda bu şiiri bırakmak bana bir süre eşlik edecek doyumu getirmişti. Çocuk yalanları yazmaktan kendime olan saygımı her kaybettiğimde yeni bir şiir ortaya çıkarmak hayatta kalmam için tek sebep oldu yıllardır. Gurursuzluğumla yüzleşmem gerektiğini gözyaşlarım kağıda düştüğünde fark ettim. Yavru Dergisi’nin yetişkin kültür edebiyat dergisi de var. Ama Reyhan kendi benliğinden uydurduğu hiyerarşi sebebiyle önce çocuk dergisinde çıkmak zorunda olduğumu her seferinde bana hatırlatıyor. Kararımı verdim Reyhan’a gidip bu şiiri vereceğim ve bir kez olsun önümü açacak. Gerekirse yalvaracağım. Fare yuvamdan kendime ilk kez bu kadar özenli bir şekilde hazırlanarak çıktım. Gömleğimin üstünde ağır bir koku vardı ama sadece görünüşümle ilgilenmem gerektiğini düşündüm çünkü kendimi buna ikna etmezsem içimdeki özgüven kırıntıları yok olacaktı. Yolda giderken tanımadığım insanlara bile selam verdim. Bu çocukluğumdan kalma bir alışkanlık. Yüzüme kiracı bir tebessüm ifadesi yalnızca bu şekilde oturuyor. Bazen kendime ne kadar eğreti durduğunu bahsetmeye çalışsam da o an bunu yapmamam gerektiğini biliyordum. Dergiye girdiğimde her seferinde bana midesi bulanıyor gibi bakan isimsiz sekretere bile selam verdim. Merdivenleri ağır ağır çıktım. Reyhan’ın kapısını çaldım ve içeri girdim. Bana “Hayır, olmamış.” diyecek gibi bakmaya şimdiden başlamıştı. Etkilenmemek için gözlerimi kapattım. Ellerimi iki yana açtım. Gözlerimi kapattığımda kırmızı sahne perdesinin açıldığını hissettim. Karşımda yüzlerce kaybeden vardı. Kaybettiklerini beni heyecanla beklemelerinden anladım. Reyhan’ın bir şeyler dediğini duyuyordum ama zihnim ona kapanmıştı. Yalnızca sözcüklerime içimde yıllanan şiirime odaklanmıştı. “Kıştan demlenen…” Bir gün dönecek miyim bilmeden kaçıyorum şimdi. Babam hep derdi ki “Hatırlamak bir silahtır Fikri, onu kendine doğrultma.” Belki her şeyi unutunca dönerim. 17 Furkan Yıldız

Sosyal Sorumluluk Dünya Otizm Farkındalık Günü: Çekmecesi En Derinlikler ‘’2 Nisan, Birleşmiş Milletler tarafından otizm konusunda farkındalık yaratmak ve otizm ile ilgili sorunlara çözüm bulmak amacıyla “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak ilan edilmiştir. 2 Nisan’da başlayan “Otizm Farkındalık Ayı” çerçevesinde dünyada otizmle ilgili araştırmaların teşvik edilmesi, bu konudaki farkındalığın artırılması ile erken teşhis ve tedavinin yaygınlaştırılması hedeflenmiştir.’’ (BAKANLIĞI, 2017) Merhaba, sevgili okur. Farkındalık Günü’nün önemini taşıyan yazıma hoş geldin. Gel birlikte farkındalık kazanalım. İnsan, ne kadar insansa o kadar değer kazanır. Çevremize bakıp farkındalık kazandığımız, yaydığımız takdirde farkındalık kazanılmasına yardımcı olmuş oluruz. Ben, farklılıklarımıza rağmen aynı dünya içerisinde olduğumuzu gördüm. Otizmli bireylerde görülen bu farklılıklar hepimizi derinden etkiler. Farklılık derken insani değerler her zaman ön plandadır. Bu değerleri arka plana atmadığımız, ayrıcalıkları olmayan bir yolda yürürüz, el ele. Yeri gelir duygudaşlık yeteneğimiz güçlü olduğu için kendimizi onların yerine koyarız. Empati kurmaya çalışarak, onları daha iyi anlamaya çalışırız. O an fark ederiz hemen, kötü hissederiz kendimizi. Nörogelişimsel bir rahatsızlık olan bu hastalık, yaşamı etkilemekle birlikte, bireyin çevresini de etkiler. Dışarıda gördüklerinde acınası bakan insanlar… Asıl kendilerine bakmaları gereken bu insanlar, her ne koşulda olursa olsunlar böyle bir hakka sahip değillerdir. Herkes kendi benliğinin ve öz şefkatinin farkında olmalıdır. Birey; “Benim başıma da gelebilirdi.” diyerek davranışlarına özenerek hareket etmelidir. Otizm, genetik bir hastalık olmakla beraber, aramızdaki eşitliği bozmayan bir rahatsızlıktır. Daha eşit bir dünya için hepimizin el ele verdiği, birlikte zorlukların üstesinden gelebileceğimiz ve birbirimizin sırtına yaslandığımız güzel, eşitlik dolu günlere… İnsan, kendi niyetinin el verdiği sürece insandır. Hiçbir zaman iyi niyetimizi arka plana atmayarak, başka insanlara da bu duygularımızı yansıtmalıyız. Onların avucunda tuttukları dünya, onları daha da hayata bağlıyor. Sımsıkı tutunuyorlar kendi benliklerine. Kendi kurdukları dünyalarında, tutunmaya çalışarak, yürüyorlar ışıklı yollarında… Bazen kendilerini güçsüz hissettiklerinde, bazense düşecekmiş gibi oldularında tutunacak bir dal, bir sevgi tüneli ararlar. Yollarına ışık, kalplerine yol gösterici bir adım… Anneler de tıpkı taşkın nehirler gibi alışkındır deli dolu akışa, akıntılara. Zaten bu yolda onlarla birlikte yürümek hem çok güzel hem de çok zorlu bir yolculuk. Hiçbir zaman şikâyet etmeyen, yolumuzda bizi aydınlatan, sırtını sırtımıza veren annelerimiz… Otizmli bireyler, dünyaya başka bir çerçeveden bakarlar. Onların dünyası kendilerine özeldir. Küçük görünen ama çok büyük kalpleri vardır onların. İçine dünyaları sığdırabilecekleri… Çocuğuna âşık olmak, bir yüze yansıyan her bir hissi en ince ayrıntısına kadar hissedebilmektir. Annelik duygusunu tadan ya da tadabilecek bireyler aslında, onların küçük görünen ama dünyalar kadar büyük kalpleriyle bu duyguyu göklere, bulutların da üstüne yüceltirler. Her zaman çocuklarının arkasında dimdik duran, onlara yolunda eşlik eden, asla yere düşmelerine izin vermeyen annelerimiz, daha da yükselip uçarlar gök’ yüzünde. Hafiflerler, bulut gibi süzülürler gök’ yüzünde. Çabuk kırılırlar, incinirler, kıskanırlar ve özümserler. En çokta onlar severler, ne olursa olsun. Otizmli bireyler, kendi dünyalarında sevginin gücüne inanarak insanları alırlar hatta. Kötülüklere karşı savaşırlar. Savaşsınlar ki yıkamasın kimse onları. 1198

Bu noktada yol arkadaşlarına tutunurlar. Engebeli, şaşırtıcı olan ışıklı yollarında kendilerini asla güvende değilmiş gibi hissetmezler. Bunun için uğraşılır, çabalanır, uğruna feda edilen şeyler de olur. Önemli olan kalbini temiz tutmak. Bu hayatta her zaman kalbini temiz tutan kazanacak. Ne kaybedersek kaybedelim ya da ne kazanırsak kazanalım, her zaman iyi niyet kazanacak. Onlar bu dünyaya farklı bireyler olarak gelmiş olabilirler ama hiçbir zaman kendilerini bizlerden farklı hissetmeyecekler. Şükrettiğimiz bu yolda, onların varlığı ve hissiyatları sayesinde daha fazla güçleneceğiz. Birbirimize destek olup, sırt sırta vereceğimiz bu yolda daha emin adımlarla yürümek için sabırsızlanıyorum. Eminim ki, güzel kalpleri bu yolda onlara pusula görevinde eşlik edecektir. Yol’ un sonu uçurum da olsa, zorluklar peşimizi bırakmasa bile hiçbir zaman pes etmeyenlere… Kendimizin farkında olduğumuz, farkındalıklarımızın olduğu, iyi niyetimizin kazandığı, daha eşit bir dünyada beraberliklerle dolu yolumuzda bilinçlilikle dolu insanlara ve hayatlara… 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü’nü saygı ve sevgi ile anıyorum. Yağmur Çelik 19

Röportaj Çekmecesi Hayatım boyunca bazı olayların tesadüften daha fazlası olduğuna inanmışımdır. Bu yüzden bizi Cansu Hanımla bir araya getiren sebebin de tesadüften daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Benim için stajyerlik yaptığım bir psikologdan çok daha fazlası, bir ablaya sahip oldum. Meslek hayatımda beni her anlamda donanımlandırmaya çalıştığı ve bana ilerdeki mesleğimi daha çok sevdirdiği için kendisine minnettarım. Aynı zamanda dergimizde ilk röportajımızı kabul ettiği için kendisine buradan sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Şimdi bir uzman klinik psikolog olarak meslekteki serüveninden bahsetmeye başlayabiliriz. Öncelikle merhaba Cansu Hanım ilk olarak bize yaşamınızın biyografisini kısaca anlatabilir misiniz? Merhaba, ben 1992 yılında Tekirdağ’da doğdum. İlkokulu ve ortaokulu özel bir okulda okuduktan sonra lise eğitimimi Muratlı Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Sonrasında Üsküdar Üniversitesi İngilizce Psikoloji Bölümünü kazandım. Yüksek lisans eğitimimi de Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Klinik Psikoloji alanında tamamladım. Çalışma hayatına özel sektörle başladım. 2 yıl özel bir danışmanlık merkezinde danışan gördükten sonra Tekirdağ Empati Psikoloji adıyla kendi danışmanlık merkezi açtım. 1 seneyi aşkın süredir de burada danışan görmekteyim. Peki, üniversite hayatınızda mesleğe dair kendinize neler kattınız? Üniversite hayatı başlı başına aslında mesleğe hazırlık gibi geldi bana ama lisanstaki derslerle birlikte kendine ne kattın diye sorarsan bol bol eğitim aldım ve birçok seminere katıldım. Okuduğum okul da bu konuda destekleyiciydi, her hafta bir seminer olurdu. Bunların yanında birçok staj deneyimim de oldu. Üniversitede 2. sınıftayken Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde gönüllü staj yapmaya başladım. Ara tatil ve yaz dönemlerini de stajyerlik yaparak geçirdim. Üniversite 3.sınıfta NP Beyin Hastanesi’nde belli aralıklarla staj yapmaya başladım. Üniversite 4.sınıfta ise her alana 2 hafta zaman ayıracak şekilde bir staj sürecinden geçtim. Bunların içinde huzurevi ,adliye, okul ve hastane vardı. Buna ek olarak 2 hafta da özel bir kreşte bir psikolojik danışmanın yanında gözlem yapma fırsatım oldu. Bahsettiğim eğitimlere çocuk eğitimleri kısmıyla başladım. Bu sürece Çocuk Değerlendirme Testleri ve Denver Gelişim Testi İle adım attım sonrasında Oyun Terapisi Eğitimi ile Bilişsel Davranışçı Terapi ve Yas Terapisi Eğitimi ile devam ettim. Son sene aldığım Klinik Batarya Eğitimi ile hâlihazırda gördüğümüz Psikolojik Testler dersi ile pekiştirme şansı buldum. Aynı zamanda alanımız dinamik bir alan olduğu ve insanla çalışma şansımız olduğu için bana yeterli gelmedi, bu sebeple yüksek lisans yapmaya karar verdim. 20

Psikoloji aslında bilinenin aksine birçok alana açılabilen bir bölüm. Siz neden ve nasıl klinik alanda ilerlemek istediğinize karar verdiniz? Benim psikoloji ile tanışmam ve klinik alanda ilerleme arzum lise yıllarında başladı. Aslında çok doğru bir tespit, kesinlikle çok yönlü bir bölüm çünkü ana kaynağı insan. Lisedeyken insanları dinlemenin, onlarla birlikte çözümler bulmanın ve insanların hayatlarına dokunmanın bana iyi geldiğini fark ettiğimde ‘’Evet, ben psikolog olmalıyım.’’ dedim. Tabi bu profesyonelce olmayacaktı. İşin bir de patoloji yanı vardı. Bu dalın da ilgimi çektiğini fark ettiğimde sadece psikolog değil klinik psikolog olmanın daha anlamlı olacağını düşündüm. Üniversiteydi, yüksek lisanstı derken kendinizi bir anda mesleğin içinde bulmuş olmalısınız. Deneyimlediğiniz ilk gün sizin için nasıldı, neler hissettiniz, bizimle paylaşabilir misiniz? Aslında kendimi mesleğin içinde bulduğum ilk an üniversite 1. sınıftayken bir hocamın söylediği cümle ile oldu. ‘’Bu bölümü seçtiyseniz ömür boyu kendinizi geliştirmek zorunda kalacaksınız.’’ demesiyle kendimi alanın içinde ve aktif hissetmiştim. Tabi ilerleyen zamanlarda staj dönemlerinde bunları çok daha fazla hissettim. Benim için en anlamlı olan anılarımdan birisi ise hastanede staj yaptığım zamanlarda yatılı kalan hastanın refakatçısı ile yaptığım görüşmede, onlara durumu ve süreci açıkladığımda onların bana “Hocam içimiz rahatladı, teşekkür ederiz” gibi beni motive eden cümleleri söylemesiydi. Benim için “Evet iyi ki bu bölümü seçmişim” dedirten tarafta kalmıştı. Gerçekten çalıştığımız alan oldukça kırılgan ve hassas bir grup. Bunun için zorlandığımız zamanlar mutlaka olacaktır. Sizin gerçekten zorlandığınızı hissettiğiniz olay var mı, var ise bizimle paylaşabilir misiniz? Her insanın parmak izi özeldir ya psikoterapi süreci de aynı parmak izi kadar özeldir. Kitaplarda okuduklarımız, genel tanımlarımız… İş hayatına girdiğinizde bunların sadece görünenin kalıplaşmış hali olduğunu fark etmek bana göre işin en zor kısmıydı çünkü karşınıza gelen her birey kendi dünyası ile bize seslenir ve biz uzmanlar bunun ne kadar öznel olduğunu bilerek hareket edip “Danışılacak konu yoktur danışan vardır.” diyerek yolumuzu şekillendiriyoruz. Ama en zor yanı olduğu kadar bana kalırsa en güzel ve meslekte aktif olduğumu hissettiren tarafta kalıyor. Birçok psikoloji ekolünün mevcut olduğunu biliyoruz. Siz hangisini kendinize daha yakın hissettiniz ve bu süreçte hangi eğitimleri tamamladınız? Ben uzman olarak eklektik çalışmaktayım. Tek bir ekol hiçbir zaman bana yeterli gelmedi. Hani dedik ya psikoterapi süreci parmak izi kadar özeldir diye, bu kadar özel olan bir süreçte tek bir yoldan nasıl ilerlenebilir ki? Bu yüzden yetişkin olarak Bilişsel Davranışçı Terapi Tekniği Eğitimini aldım. Buna ek olarak Yas Terapisi ve Çözüm Odaklı Terapi, Aile Danışmanlığı Eğitimlerini aldım. En son olarak Şema Terapi Eğitimini de alıp üzerine yüksek lisans tezimi Kişilerarası Psikoterapisi üzerine yapıp hem eğitimini alıp hem de alana katkı sağlayacak bir araştırma bırakma şansım oldu. Çocuklar için ise Aile Danışmanlığı Eğitiminin belli bir bölümünde Aileler ile Psiko-Eğitim kısmını tamamlayıp Çocuk Merkezli Oyun Terapisi Eğitimi ile Kum Terapisi Eğitimi aldım. Bizlerin önünde daha uzun bir yol bulunmakta, bu yolda sizin bizlere önerebileceğiniz tavsiyeler var mı? 21

Ben ilk önce kendinizi tanımanızı öneririm çünkü eğer birine şifa olacaksak önce kendimizi şifalandırmalıyız. Sonrasında ise bilin ki bu meslekteki öğreti yolculuğu siz emekli olana kadar bitmeyecek. Bana kalırsa en büyük kapan ise aldığınız eğitimin ve stajları yeterli görerek kendinizi gelişime kapatmanız. Yani demem o ki her an gelişime ve öğrenmeye açık olun, bol bol insan tanıyın, insanları sevin ama önce kendinizi sevmekle başlayın işe çünkü siz iyi olursanız çevrenize iyilik yayabilirsiniz. Dolabınızı bize açtığınız için teşekkür ederiz. Çok keyifli bir sohbetti. Umarım her okuyucu kendisine ait bir parça bulabilir. Sağlıkla kalın. Ben teşekkür ederim benim için de çok keyifliydi. Daha güzel işlere imza atmanız dileğiyle… 22 Busem Baykal

Uzman Çekmecesi “Derinlerimizdeki Bağ” İlişki Biçimlerimizde Bağlanma Stillerimiz ve Şemalarımızın Tutumu Merhaba sevgili okur, sizlerle yepyeni bir oluşumun ilk sayısında eşlik ediyor olmaktan mutluluk duyuyor ve misafirperverliklerinden ötürü değerli Beykent Psikoloji Kulübü Ailesi’ne teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İnsan hayat boyu öğrenen, öğrendikçe gelişen ve yeni kazanımlar elde eden bir varlık. Bizlerin gelişimi üzerindeki etkisi arka plana atılamayacak kadar kıymetli olan bir konu hakkında konuşmak istiyorum sizlerle. Dilerseniz bağlanma stilleri ve şemalarımızın ilişkilerimiz üzerindeki etkisine biraz göz atalım. Bağlanma stilleri bireylerde erken çocukluk dönemlerinden itibaren başlayan bir olgudur. Gündelik hayatımız boyunca pek çok farklı deneyim ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Sosyal yaşantılarımızda kimi zaman başarılı bazen ise başarısız ilişkiler kurabiliyoruz. Fakat arzu ettiğimizin dışında gelişen tutumlar ile karşı karşıya da kalabiliyoruz. Bildiğimiz üzere her birey kendine has ve biriciktir. Sosyal yaşantımız içerisinde bazen bizlere geçmiş yaşam öykülerimizden süre gelen stillerimiz bu yolculukta eşlik eder durumdadır. Peki, nasıl? Kişi kendisine bakım vermekle yükümlü bireyle ve arasında kurulan ilişkiyle bağlantılı olmak üzere bağlanma stillerini geliştirildiği vurgulanmaktadır (Bowlby, 2012). Bağlanma kelimesinin özüne bakacak olursak, bağlanma (attachment) birden fazla kişi arasında gelişen ve kurulan belirli duygusal bağ olarak nitelendirilmektedir (Santrock, 2019). Bireyler yaşadıkları sosyal çevre içerisinde aile başta olmak üzere arkadaş ve örgütsel bazda bağlanmalar sergileyebilmektedir. Kişilerin yaşamsal öykü geçmişlerinden etkilenip farklı şemalar geliştirebilmektedir. Kısaca şemalardan bahsetmek gerekirse insanların doğdukları andan itibaren sahip oldukları öğrenilmemiş bilgi alanına aldığı tecrübe kaynakları, örüntülerine “şema” adı verilmektedir. Bir kitabın boş sayfalarına odaklanırsak, bireyin zamanla o boş sayfaları doldurması olarak görebiliriz. Çocukluktan başlayarak değiştirilmesi güç duygusal veya bilişsel kalıplardır (Young, 2017). Gelelim ilişkilerimize ve bizlerin bu yolculukta sergilediği tutumlara. Yaşantımız boyunca erken çocukluk dönemleri itibariyle farklı biçimlerde bağlanmalar ve ilişkisel aktarımlar kurmaktayız. İnşa ettiğimiz tüm bu ilişkiler bizlerin birer kazanımı olarak görülebilir, yeri geldiğinde başarılı yeri geldiğinde başarısız sonuçlar elde edebiliriz. Yaşamımız boyunca ayrılıklar, travmalar veya duygusal çöküntüler yaşayabilmekteyiz. Kendi tecrübelerimize dayanarak belirli tutumları sergileyebilmekteyiz. , Tüm bu deneyimleri anlamlandırmak ve insan ilişkilerindeki bağlanma kavramını derinleştirmek adına Ainsworth, 1960’lı yılların ilk dönemlerinde bağlanma davranışlarındaki farklılıkları ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Çalışmalar sonucunda üç ayrı gruba ayırmıştır (Ainsworth & Blehar, 1978). 23

1- Güvenli 2- Kaygılı/Kararsız ve 3- Kaçıngan (Kaçınmacı) bağlanma. Kişiler “Güvenli Bağlanma” stilinde kolay ilişki kurabilen, iletişime açık, duygularını paylaşıma odaklı, özgüven sahibi, keyif almaya çalışan ve Uzman Çekmecesikolay güven ortamı yaratabilen mizaca sahiptirler. “Kaygılı Bağlanma” stilinde kişiler yeni ilişkiler kurabilmek konusunda tereddütler çekip, isteksiz davranışlara yönelimlilerdir. İlişkileri içerisinde karşı taraftan aldıkları mesafeli dönütlere genellikle ayrılıkla cevap vermektedirler. “Kaçıngan (Kaçınmacı) Bağlanma” yakın ve yeni ilişkilerden uzak duran, yalnız vakit geçirme, duygu aktarımlarından kaçınan ve partnerlerine zorlu süreçlerde destek vermek konusunda girişkenlik göstermeyen modellerdir. Kişiliklerimize yön veren ve totalizer yapıyı kuran bir diğer yaklaşımda, şemalarımız için bahsetmek gerekirse bağlanma stillerine benzer fakat ayrı bir biçimde ele alabiliriz. Bilişsel Davranışçı Terapiler ekolünün içerisinde yer alan ve ilk kez Jeffrey Young tarafından ortaya konan Şema Terapi ekolünün bizlere sunduğu 5 ayrı alanda toplam 18 şema tipi bulunmaktadır. Kısaca aktarmak gerekirse; I-Kopukluk ve reddedilmişlik alanı: 1- Terk edilme 2-Kuşkuculuk / Kötüye Kullanılma 3- Duygusal Yoksunluk 4- Kusurluluk / Utanç 5- Sosyal İzolasyon / Yabancılaşma II- Zedelenmiş Özerklik ve Performans alanı: 6- Bağımlılık / Yetersizlik 7- Dayanıksızlık 8-Yapışıklık / gelişmemiş benlik 9- Başarısızlık III- Zedelenmiş Sınırlar alanı: 10- Haklılık / görkemlilik 11-Yetersiz öz denetim IV- Başkalarına yönelimlilik alanı: 12- Boyun Eğicilik / geri çekilme 13-Kendini feda etme 14-Onay arama V- Aşırı tetikte olma ve baskılama ketleme alanı: 15- Karamsarlık Şeması 16- Duyguları bastırma / aşırı sorumluluk 17- Yüksek / acımasız standartlar ve aşırı eleştirellik 18- Cezalandırıcılık / acımasızlık şemaları olarak bahsedebiliriz. Bu şemalara ayrıca bakabilirsiniz (Rafaeli, Berstein, & Young , 2012). Görüldüğü üzere insanın doğasında şema ve bağlanma stillerinin doğrudan etkisi bulunmaktadır. Peki Bağlanma ve Şemaları bir ele alırsak nasıl bir sonuca varabiliriz? İsterseniz biraz da bu ikiliye tek bir yönden açıklık getirelim. Bowlby, erken dönem çocukluktan itibaren içsel modeller, kendilik ve diğer insanlarla ilişkilerin şemalarla içselleştirdiğini göstermiştir. Bu konu ile ilgili bağlanma stillerinin içerisinde bulunan düzenli- düzensiz bağlanma tutumları incelenebilir. Young ise Erken dönemdeki duygusal ihtiyaçların tam olarak karşılanmamasından ötürü kaçıngan veya kaygılı bağlanma biçimlerinin görüldüğünü öne sürer (Soygüt & Çakır , 2009). Kişiler şemalar ve bağlanma stillerine göre bazı tutumları sergileyebilir. Ebeveyni tarafından reddedici ve soğuk tutumlar sergilemiş bireylerde güvende olma / aidiyet gibi şemaları seçebilir. Şema tiplerine göre terkedilmiş / güvensizlik tipini sergileyen bireyler genellikle toplum tarafından güvenli bulunan kabul görülmüş kişileri çekici bulabilmektedirler. Fakat bu kişiler kendilerinin daima aldatılacağı düşünür. Yetkeci / büyüklük şemasına sahip kişiler kendileri dışında diğer insanların ihtiyaçlarını ele almaz, kendi iyilik halleri için öncelik gösterir. Temel olarak her iki stilin de direkt olarak bizler üzerinde ki etkisine göz ardı edemeyiz. Ve kıymetli okur şimdiye kadar bahsettiğimiz ilişki biçimlerimizi nasıl yönetebileceğimize dair birkaç paylaşımda bulunmaya; Young’a göre üç biçimde şemalar ile mücadele yöntemi mevcuttur. Şema Teslimi yapan kişiler korku ve tabularının daha çok artacağını düşündüğü mücadele yönlerini ele alır. Bir nevi korkuları ile yüzleşmek gibi söz edilebilir. İkinci olarak Şema Kaçınmasına yönelmek isteyen kişiler korkularından uzaklaştıran tutumlar sergilemektedir. Üçüncü ve son olarak Şema Aşırı tipi kullananlar ise olumsuz şema tipine sahip kişinin düşündüğü tutumun tersini yapmasıdır. Bowlby’nin öncülüğünde başlattığı bağlanma stilleri zaman içerisinde değiştirilebilir hatta yaşam içerisinde aktif olarak fayda sağlanabilir seviyelere ulaşabilir. 24

Peki, stilimizi geliştirebilmenin yöntemleri neler? Kaygılı ve Kaçıngan bağlanan bireylerde genel olarak gözlemlenen öz-şefkat yönünü geliştirmek gerekir. Bunun için bireylerin negatif iç seslerine odaklanmak, diğerlerine ve kendine duyduğun saygıyı yönlendirebilmek, yeni bağlar için riskler almak ve güvenli alan (safe zone)’nunuzu genişletin. (Carter, J D & ark, 2013). Peki ya sizin içinizde hangi tip canlanıverdi? Geçmiş tecrübelerimize odaklanırsak eğer kimi zaman birden fazla şemaya veya stile ev sahipliği yapmış olduğumuzu görebiliyoruz. Bazen bu süreçler içerisinde beklemediğimiz veya isteğimiz dışında tutumlar sergileyebiliyoruz. Daha güvenli bağlar ve sağlıklı ilişkiler bu tutumları sosyal yaşamımıza doğru bir biçimde entegre edebilmekte saklı. Örnek birer model olabilmek adına yeni alanları, yetenekleri ve dış kanalları göz ardı etmeyelim isterim. Sahip olduğumuz bu yönlerimizi birlikte geliştirip daha konforlu hale getirelim. Uzun lafın kısası, bireyler kendi istekleri doğrultusunda ve tedavi sürecinde yeni challange’lar almaya hazır hissettiği takdirde doğru sonuca ulaşabileceklerdir. Unutmayalım ki tüm çözüm yöntemleri kendi içimizde saklı, istenildiği takdirde en güzel yolu seçeceğinizden şüphemiz yok. Karar ve tutarlılık çatısı altında yeni challenge’lar almaktan ve daha da gelişmekten çekinmeyin. Görüşmek üzere, sağlıkla kalın. Sevgiler. Psikolog Metehan Aykut Soru ve görüşleriniz için iletişim adresleri Instagram: @psikologmetehanaykut Mail: [email protected] 25

Konuk Çekmecesi İZGİ SUDE YARDIM 26

Konuk Çekmecesi “Bir çift gözün açılması veya hayatın hareketlerini başlatan güneşin doğması gibi hislerle başlar birbirinden özel hikâyeler. Bazen de öyle bir hikâyeye başlarız ki “İşte, yaşamak buymuş be!” dedirtir keyifle.” SONSUZLUĞA UZANAN BAŞLANGIÇLARA Bir çift gözün açılması veya hayatın hareketlerini başlatan güneşin doğması gibi hislerle başlar birbirinden özel hikâyeler. Ve biliriz ki bu hikâyelerde bizi oluştururken, kendimizin bir kısmını da buluruz. Hislerle birlikte kendimize kucak açarız bu macerada. Mutlu oldukça kendimizi buluruz, kendimizi buldukça mutluluğumuzu sürdürmeye devam ederiz. Bazen de öyle bir hikâyeye başlarız ki “İşte, yaşamak buymuş be!” dedirtir keyifle. Heyecandan kalbin göğsü delip dile geldiği mutluluğun sonsuza kadar sürmesini kim istemez ki? Ama kimi zaman mutluluk daha fazla eşlik etmeyebilir bize bazı anlarda vedalaşırız onunla, kırılan kalbimizi gözyaşlarımızla alırız elimize çok mutlu olduğumuz anların aksine. Ve yine bekleriz mutluluğun bize geri dönmesini. Bana bu satırları yazdıran hislerime, hisleri taşıyan kalplere, ev gibi hissettiren ve yaşam doyumunu tattıran tüm ilişkilere ve kavuşmayı bekleyen herkese! “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.” diyor ya Tolstoy, bana göre ise hepsi hissetmekle, inanmakla ve bir adım atmakla başlar. Bu şekilde romantik ilişkinin başlangıcı için de belirleyici beş faktörden söz edilmiştir. Bunlar kişinin kendine ait yeterli olduğu alanı kapsayan kendilik algısı; romantik anlamda yakınlık başlatacak dürüstlük gibi temel özelliği kapsayan kendilik bilgisi; karşıdaki bireye ait geliştirilen duyguların ifade edilmesi için duygusal ve bilişsel yakınlık; ortak hislerin paylaşıldığı kişiyle vakit geçirmeyi kast eden davranışsal yakınlık ve hislerin ister kâğıda ister hediyelere bürünerek ifade edilmesini içeren sözelleştirmedir (Eryılmaz, 2004; Eryılmaz ve Ercan, 2010). Bu şekilde başlayan romantik ilişkinin ilerleyen seyrinde üzerine gök gürültüleri duyulabilir, şimşekler açabilir ama güneş de açabilir. İlişkinin seyri romantik inançlara göre şekillenebilmektedir. İlişkiyi etkileyen, kişinin beklentileri ve ideallerinden oluşan romantik inançların dört boyutu vardır. Bu boyutlar sadece tek bir gerçek aşkın olduğunu ve sonsuzluğunu içeren ilk ve tek düşüncesi; karşılaşılan engellerin ve farklılıkların aşılıp ilişkinin sürdürüleceğini anlatan aşk bir yolunu bulu düşüncesi; gerçek aşkın hemen anlaşılabileceği yani çok sık duyduğumuz ilk görüşte aşk düşüncesi ve son olarak da hislerin oluştuğu kişinin ve ilişkinin mükemmel olacağı yönünde düşüncelerin oluşması yani idealleştirmedir (Sprecher ve Metts, 1999). Tüm aşk hikayeleri burada farklılaşıyor ve her biri birbirinden özel olarak yazılıyor kalplere. Her şeyin yolunda gittiği, ilişkinin günlük güneşlik gittiği ilişkide kişinin sahip olduğu mutluluk hissine eşlikçi olarak “ilişkide uyum”, “ilişki kalitesi” ve “ilişki doyumu” kelimeleri de kullanılmaktadır (Fincham ve Beach, 2006). İlişkide doyumun bir göstergesi olan iletişim, güven, samimiyet, tutku, bağlanma, bağlılık ve sadakat doyumun bir göstergesi olabildiği gibi ilişkinin yapısını daha da güçlendirmekte, kişilerin iyi oluş haline katkıda bulunmaktadır (Erol ve Orth, 2014). Bu yüzdendir mutlu oldukça ilişkimize sarılmamış, ilişkimize sarıldıkça mutlu olmamız. Sonsuza kadar sürmesini dilediğimiz başlangıç hikâyeleri, farklı süreçler ve yaşanan birbirinden farklı duygular… Başladığımız tüm hikâyelerde güneş açması, doyuma ulaşabilmemiz dileğiyle! Duygu Akkuş 27

Bulmaca Çekmecesi 28 Berna Kayhanmete

Bulmaca Çekmecesi 29 Berna Kayhanmete

BÜLTEN 30

BÜLTEN 31 EDİTÖRLER

REFERANSLAR Ainsworth, M., & Blehar, M. C. (1978). Patterns Of Attachment. A Psychological Study Of The Strange Situation, 68. armadillokitap.com. (2021, 12 07). 04 02, 2022 tarihinde Armodillo Kitap: https://www.armadillokitap.com/capgras-sendromu-ilginc-vaka-ornekleri/ adresinden alındı BAKANLIĞI, T. S. (2017). 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü. hsgm.saglik.gov.tr: https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/ruhsagligi-haberler/2-nisan-d%C3%BCnya-otizm-fark%C4%B1ndal%C4%B1k- g%C3%BCn%C3%BC.html adresinden alındı Bowlby, J. (2012). T. Soylu içinde, Bağlanma (s. 22-25). Istanbul: Pinhan. Carter, J D & ark. (2013). A randomized clinical trial comparing schema therapy and cognitive behavior therapy. Psychotherapy For Depression, 500-5. Erol, R. Y. ve Orth, U. (2014). Development Of Self-Esteem And Relationship Satisfaction In Couples: Two Longitudinal Studies. Developmental Psychology. c. 50, s. 9: 2291-2303 Eryılmaz, A. (2004). Ergenlik ve genç yetişkinlik döneminde romantik yakınlığı başlatmada algılanan kontrol. Yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Eryılmaz, A. ve Ercan, L. (2010). Beliren yetişkinlikte romantik yakınlığı başlatma: Yakınlığa karsı yalıtılmışlık Mı? Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 34: 119-128 Fincham, F., D. ve Beach, S. R., H. (2006). Relationship satisfaction. The Cambridge handbook of personal relationships. ed. Anita Vangelisti, Daniel Perlman. New York, NY, US: Cambridge University Press: 579-594 Rafaeli, E., Berstein, D., & Young , J. (2012). Şema Terapi: Ayırıcı Özellikler. İstanbul : Psikonet. Santrock, J. (2019). Bağlanma Stilleri. G. Yüksel içinde, Yaşam Boyu Gelişim: Gelişim Psikolojisi. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık. Soygüt, G., & Çakır , Z. (2009). Ebeveynlik Biçimleri İle Psikolojik Belirtiler Arasındaki İlişkilerde Kişilerarası Şemaların Aracı Rolü: Şema Odaklı Bir Bakış. Türk Psikiyatri Dergisi, 144-152. Young, J. E. (2017). T. V. Soylu içinde, Şema Terapi (s. 23-26). İstanbul : Litera Yayıncılık. Sprecher, Susan ve Metts, Sandra (1999). Romantic beliefs: Their influence on relationships and patterns of change over time. Journal of Social and Personal Relationships, 16, 834-851 32

Emeği Geçenler Yönetim Kurulu Üyelerinin Yazıları: Röportaj Çekmecesi: Busem Baykal Dizi-Film Rafı: Şeyma Avcı Bulmaca Çekmecesi: Berna Kayhanmete Müzik Çekmecesi: İrem Uysal Editör Paylaşımları: Öykü Rafı: Furkan Yıldız Kitap Rafı: Neslişan Kaplan Az Bilinen Psikolojik Rahatsızlıklar Çekmecesi: Simay Özge Mutlu Alıntı Çekmecesi: Furkan Yıldız Sosyal Sorumluluk Çekmecesi: Yağmur Çelik Bülten: Editörlerimiz tarafından yazılmıştır Konuklarımız: Uzman Çekmecesi: Psikolog Metehan Aykut Konuk Çekmecesi: Çizer- İzgi Sude Yardım / Yazar- Duygu Akkuş Yayın ve Tasarım Ekibi: Özgenur Özer Nazlı Ceren Kanbir 33

T.C. BEYKENT ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ www.beykentpsikolojikulubu.com ''İNİTİUM'' YENİ BAŞLANGIÇLARI İFADE EDER... Soru ve görüşleriniz için; [email protected] [email protected] bupsikoloji beykentpsikoloji BEYKENT ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ KULÜBÜ


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook