Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore AÇIL SOFRAM AÇIL

AÇIL SOFRAM AÇIL

Published by mervecirit, 2021-02-28 14:33:43

Description: AÇIL SOFRAM AÇIL

Search

Read the Text Version

AÇIL SOFRAM, AÇIL! Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir Keloğlan varmış. Günlerden bir gün Keloğlan, iki taş arasında on para bulmuş. “Ne alsam, ne alsam..” diye düşünüp dururmuş: “ Üzüm alsam çöpü çıkar, erik alsam çekirdeği var. İyisi mi leblebi alır, kıtır kıtır yerim. Artanı da götürür anama veririm.” demiş. Almış leblebileri, düşmüş yola. Şurası, burası derken bir kuyu başına varmış. “Acep içilir mi suyu?” diye eğilip bakarken yarım leblebisi suya düşmesin mi? Aklı başından gitmiş. “A, kuyu, kara kuyu! Hem vermezsin bir yudum suyu hem de alırsın elimden leblebiyi. Verirsen ver leblebimi, yoksa taşını kırar, başını yararım senin!” demiş. Bunun üzerine kuyudan bir Arap Bacı çıkmış, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte... 1

“Keloğlan, keleş oğlan!” demiş, “Leblebin Su Perisi’nin düğününe çerez oldu. Bütün düğün halkı yedi, hâlâ da yiyorlar. İyisi mi, sen bu sofrayı al, onun yerine. Bu öyle bir sofra ki ‘açıl sofram açıl’ dersin, açılır. Yersin, içersin; ne tükenir ne biter. Sonra, ‘kapan sofram kapan’ dersin, kapanır.” Bunları demesiyle yitip gitmesi bir olmuş Arap Bacı’nın. Keloğlan da sofrayı omzuna vurmuş, eve dönmüş. Anası sofrayı görünce pek sevinmiş. Çeşit çeşit yemekler, baklavalar, börekler... Bir gün böyle, beş gün böyle, “Açıl sofram açıl! Kapan sofram kapan!” Ne ateş istiyor ne ocak ne kaşık istiyor ne çanak. Günlerden bir gün Keloğlan, konu komşuyu yemeğe çağırmaya kalkışmış. Anası buna karşı çıkmış ama Keloğlan bu, dinler mi? Yedi mahalleye haber salmış. Gelenler, görenler şaşırıp kalmış. 2

Gelgelelim, bu davet günü, nasıl olmuş bilinmez, sofracık ortadan yok olmuş. Keloğlan aramış, taramış, sormuş, soruşturmuş ama giden gelir mi? Yok, yok, yok! O zaman Keloğlan, kel başını kaşımış, “Bildim, bildim!” demiş. “Ne o almıştır ne bu çalmıştır. Yapsa yapsa onlar yapmıştır.” demiş ve sihirli kuyunun yolunu tutmuş. Akşamın bir saatinde kuyuya varmış. “A, kuyu, kara kuyu!” diye bağırmış. “Ne ettin, ne eyledin? Sofrayı aldın elimden. Ya sofrayı ver ya benim leblebimi.” Kuyudan Arap Bacı çıkmış. “Bu kez sana bir el değirmeni getirdim, Keloğlan.” demiş. “Sağa çevirirsen altın, sola çevirirsen gümüş öğütür. Bugüne de yeter, yarına da yeter.” Keloğlan sevinçle değirmeni yüklenip evine dönmüş. Soyunup dökünmüş, değirmenin başına çökmüş. Sağa çevirmiş, altın akmış; sola çevirmiş, gümüş akmış. Anacığı da dökülenleri toplamış; sandık, sepet, ne bulduysa 3

doldurmuş. Bir gün böyle, beş gün böyle, Keloğlan gündüz gece demez, durup dinlenmeden değirmeni çevirirmiş. Keloğlan bu, gelgeç akıllı. Bir gün kel başında yine kavak yelleri esmeye başlamış. Gece gezip gündüz tozarmış. Böylece haftalar, aylar geçmiş. Anası bir de bakmış ki küpteki altınlar bitmiş, sepetteki gümüşler suyunu çekmiş. Değirmeni bulup oğluna getirmiş. Keloğlan da yattığı yerden doğrulup değirmenin koluna yapışmış ama çevirmek ne mümkün! Paslı değirmen çevrilir mi hiç! Çevrilmez! Keloğlan neye uğradığını bilememiş. Düşünmüş taşınmış, kel başını kaşımış; sonunda, “Bildim, bildim!” demiş, “Bu gene onların işi!” Sihirli kuyunun yolunu tutmuş. Az gitmiş, uz gitmiş; dere tepe düz gitmiş. Kuyuya varıp seslenmiş. “A kuyu, kara kuyu! Ne ettin, ne eyledin? Bir değirmen verdin, çeviriyorum çeviriyorum ‘çevrilmem’ diyor. Ya bıraktır bu huyu ya da geri ver leblebimi.” demiş. 4

Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte Arap Bacı görünür olmuş. Keloğlan’ı karşısına alıp, “Hamhum etme Keloğlan. Sana bir tokmak getirdim. Kim haksızlık ederse ‘Vur tokmağım vur!’ dersin, vurur da vurur. Sonra ‘Dur, tokmağım dur!’ dersin, durur,” demiş. Demesiyle yok olması bir olmuş. Keloğlan çaresiz, tokmağı sırtlayıp eve gelmiş. Kapıdan girince anası, “Ne o Keloğlan, yüzünden düşen bin parça?” diyecek olmuş. Keloğlan bu, sofrayı kaptırmış, değirmeni yitirmiş, öfkesi burnunda; ona soru mu sorulur şu sıra? Köpürmüş, küplere binmiş, anasının üstüne yürüyüp, “Vur tokmağım vur! Şu anam olacağa bir, bir daha vur!” demiş. Vay, sen misin diyen! Kara tokmak, Keloğlan’ın başına inip kalkmaya başlamış. Bizimki, iki gözü iki çeşme, “Dur tokmağım dur!” dermiş ama duyan kim? Keloğlan’ın kel başı al kanlar içinde kalmış. Sonunda, can acısıyla avaz avaz bağırmış da tokmak duymuş ve durmuş. O zaman Keloğlan Hanya’yı Konya’yı anlamış. O sofracığı çaldıran da kendisi, el değirmenini paslandıran da. Ettiğine 5

edeceğine pişman olmuş. Anasının elini öpüp, “Ana ana, canım ana, ben ettim, sen etme!” diye yalvarmış. Keloğlan’ın anası kuzucuğunun garip meleyişine dayanamamış, onu bağışlamış. Dizinin dibine oturtup ona bir de öğüt vermiş. “A, kel oğlum, keleş oğlum.” demiş. “Gösterişe düşüp el âlemi başına toplamasaydın, o sofracık ne yiter ne biterdi. Bacaklarını uzatıp tembel tembel yatacağına şu değirmenin koluna yapışsaydın ne paslanır ne küflenirdi. Şimdi, tepene böyle bir tokmak indikten sonra, belki aklın başına gelir, tuttuğun tutacağın işe dört elle sarılırsın.” Öğüt olur da kim tutmaz ki? Keloğlan da bir zorlu işe koşulmuş. Gece dememiş, gündüz dememiş, yorulmuş mu yorulmuş. Altın, evlerine oluk gibi akmamış ama alın terinden öyle bir pırlanta yapmış ki görenlerin parmağı ağzında kalmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Anonim 6

7


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook