MERAKLI PANDORA VE KONUŞAN SANDIK Çok çok yıllar önce, dünyamızın yeni kurulduğu günlerde, birbirini çok seven bir karı koca vardı: Yakışıklı Epimetheus ile güzel Pandora. Ağaç dallarından yapılmış, damı yapraklarla örtülü şirin kulübelerinde yaşarlar, kulübelerinin hemen yanı başındaki zümrüt gibi ormanda dostlarıyla, geyiklerle, kuşlarla, tavşanlarla oynayıp eğlenirlerdi. Acıktıkları zaman türlü çeşitli meyve ağaçlarından, elma mı olur, portakal mı olur, badem mi, erik mi olur, canları hangi meyveyi isterse koparıp yerler; susadıkları zaman şırıl şırıl akan pınarların buz gibi sularından içerlerdi. Güneş hep pırıl pırıl parlar; rüzgâr hafif hafif esip ağaç yapraklarıyla fısıldaşır, kır çiçekleriyle oynaşırdı. Fırtınalar, dolular yoktu henüz yeryüzünde; insanlar ne üşür ne hastalanır ne de üzülürlerdi. Yalnız sevinç, yalnız sevgi, yalnız mutluluk vardı. Günlerden bir gün, Pandora'yla Epimetheus yine sevinç içinde dans edip oyun oynarken Haber Tanrısı Hermes'i gördüler. Hermes; tanrıların, özellikle de Tanrılar Tanrısı Zeus'un habercisiydi. Omzunda koskoca bir tahta sandık taşıyordu. Abanoz ağacından yapılma, siyah, sağlam, kocaman bir sandık. Çok yorgun görünüyordu Hermes, kan ter içinde kalmıştı. Pandora'yla Epimetheus'a yaklaştı, bitkin bir hâlde.
Güzel Pandora, merak içinde, Hermes'in omzundaki gösterişli sandığa bakıyor; gözlerini sandıktan ayıramıyordu. Heyecanla ellerini çırpıp, \"Ne güzel sandık bu! İçinde ne var, içinde ne var? Bizim mi? Bize mi getirdin?\" diye bağırdı. Hermes, sandığı bir taşın üstüne bıraktı, yemyeşil çimenlerin üstüne oturdu ve \"Hayır.\" dedi. \"Size getirmedim bu sandığı. Çok uzaklara götürmem gerekiyor ama daha önce Zeus'a bir haber ulaştırmalıyım. Bu sandıkla Olympos Dağı'nın zirvesine büyük Tanrı Zeus’un sarayına çıkmak beni çok yoracak. Sizin için bir sakıncası yoksa kulübenizde bir köşeye bırakayım. Dönüşte alırım ama sakın sandığı açmayın; yoksa çok üzülür, çok pişman olursunuz. Bir daha hiçbir şey eski güzel hâline dönemez.\" Yakışıklı ve yardımsever Epimetheus, \"Tabii, Hermes.” diye karşılık verdi. \"İstediğin yere bırakabilirsin sandığını. Döndüğün zaman da koyduğun yerden alırsın. Hiç merak etme; değil açmak, kapağına dokunmayız bile.\" Oysa Pandora merak içindeydi. \"Tamam, Hermes, istediğin yere koy. Geldiğin zaman alırsın. Ben de söz veriyorum, kapağını açmayacağım ama ne olur, sandığın içinde ne olduğunu söyle bize.” Hermes, kararlı kararlı başını salladı. “Hayır,” dedi. \"Söyleyemem. Unutmayın, sandık sizin değil. Kapağını açmayacağınıza da söz verdiniz. Açarsanız, tekrar söylüyorum, çok üzülürsünüz. Üstelik üzüntünüz de hiçbir işe yaramaz. Haydi, dönüşte görüşmek üzere hoşçakalın!\"
İyice dinlenmişti Hermes. Oturduğu yerden kalktı, Epimetheus'la Pandora'yı kucakladı; Olympos Dağı'na, Zeus'un sarayına doğru yola koyuldu. Epimetheus'la Pandora, uçarcasına uzaklaşan Haber Tanrısı Hermes'in arkasından bakakaldılar bir süre. Pandora iç geçirdi, Epimetheus güzel karısının elinden tuttu ve neşeyle bağırdı: \"Haydi, Pandora, gel, koşalım! Bakalım, şu beyaz tüylü, dik kulaklı tavşana yetişebilecek miyiz?\" Pandora'nın aklı Hermes'in koca abanoz sandığındaydı; içinden ne koşmak ne dans etmek ne de beyaz tavşanla yarışmak geliyordu. Acaba o sandığın içinde ne vardı? Neden bu kadar sağlam yapılmıştı? Üstelik de sıkı sıkı bağlanıp kilitlenmişti. Çok değerli bir şey olmalıydı içinde ama Hermes, \"Sakın açmayın. Sonra çok pişman olursunuz!\" demişti. Öyleyse pek o kadar da güzel olmamalıydı içindeki, her neyse. Çok ürkütücüydü belki. Acaba neydi sandığın içindeki? Acaba neydi? Çok merak ediyordu Pandora. Epimetheus coşku içinde yanından uzaklaşmış, beyaz tavşanın peşine düşmüştü. Güle oynaya yarışıyordu tavşanla. Hermes'in sandığı olmasaydı Pandora da katılırdı onların oyunlarına. Acaba ne vardı sandıkta? Sandığı açmayacağına söz vermişti ama seyretmeyeceğini söylememişti. Pandora, sandığın başına koştu hemen. Önüne oturdu, iyice inceledi sağını solunu. Çekine çekine elini uzattı; ağır, kara, sıkı sıkı kapalı kapağına dokundu. O da ne? Tırnakları, parmakları sert kapağa dokunup hafif bir tıkırtı çıkarır çıkarmaz sandığın içinden mırıltılar
yükselmişti. Kulağını iyice yaklaştırdı, sandığa dayadı Pandora. Aaa! İncecik bir yığın ses duyuyordu: “Ne olur bizi buradan çıkarın!\" \"Çok havasız burası!” \"Kapkaranlık!\" \"Ne olur açın sandığı!\" \"Ne olur bizi bu ağır kapağın altında kalmaktan kurtarın!\" \"Yalvarırız açın!\" Pandora, şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. Konuşuyordu sandık! Sandık mı? Ama birden fazla ses gelmişti kulağına. Yanılmıyordu; bu fısıltılar sandıktan değil, sandığın içindeki şeylerden geliyor olmalıydı. Emin olmak için yeniden yapıştırdı kulağını sandığa, sesleri dikkatle dinlemeye devam etti: \"Hiç mi acımıyorsunuz bize?” \"Yalvarırız bizi kurtarın! Çıkarın bizi buradan!\" \"Karanlıktan kurtarın bizi!\" Hiç kuşku yok, sandığın içine kapatılan şeylerin sesiydi bunlar. Üstelik de epeyce kalabalıktılar. Ne olabilirdi acaba? Fısıl fısıl fısıldaşıyorlardı. Nasıl da korkuyla titriyordu sesleri! Acaba neydiler? Ne yapmışlardı? Hermes neden sandığa kapatmıştı onları? İyice artmıştı Pandora’nın merakı. Artık daha fazla dayanamazdı, mutlaka sandıkta ne olduğunu öğrenecekti. Hem
böyle zayıf sesli, hepsi birden bir sandığa girecek kadar küçük olan şeyler neden ürkütüyordu Hermes’i? Her neyseler bu minicik şeyler nasıl zararlı olabilirlerdi ki? Neden sandığı açtığı için pişmanlık duysundu Pandora? Üstelik, zavallıcıklar ne de çok korkuyorlardı sandığın içinde havasız ve karanlıkta kalmaktan! Pandora, bulduğu bütün anahtarları teker teker denedi. “Bu uymadı. Bu da uymadı. Haydi! Ooof, bu anahtar da açmadı! Hah! Aman, bu da olmadı! Şu açacak galiba, ha gayret, ha gayret! Ohh! Tamam, İşte açılıyor. Yaşasın!\" Kilidi çıkardı Pandora. Tam ağır, siyah kapağı kaldırırken çok koşmaktan nefes nefese kalmış Epimeheus yetişti. \"Ben geçtim, ben geçtim.\" diye sesleniyordu. \"Tavşanı geçtim!\" Ama birden Pandora'nın sandığı açtığını fark etti. \"Ne yapıyorsun, Pandora? Hermes'in sandığı o. Bize getirmediğini, dönüşte gelip alacağını söylemişti. Üstelik söz de vermiştik, açmayacağız diye. Geldiği zaman ne deriz ona? Hem sandığı açarsak çok da pişman olacağımızı söylemişti. Neden yaptın Pandora, neden kilidi çıkardın? Dur, kaldırma kapağı, kaldırma! Dur! Yapma!\" Ama artık çok geçti. Pandora, sandığın kapağını aralamıştı bile. Aralar aralamaz da bir yığın küçük, siyah, çirkin böcek can havliyle sandıktan dışarı fırlamış, var güçleriyle uçuşup dört bir yana dağılmıştı. Epimetheus hemen kapatmıştı sandığın kapağını ama olan olmuş, bol meyveli, bol yapraklı ağaçlarla dolu orman, zümrüt gibi yemyeşil çayırlar, masmavi gök, o küçük, kapkara,
sevimsiz böceklerle dolmuştu. Birkaçı da Epimetheus'la Pandora'nın üstüne konmuştu. Epimetheus'un üstüne konanlardan biri \"kızgınlık\", biri \"öfke\", biri \"kavga\"ydı. Pandora'nın üstündekilerse \"suçluluk\", \"pişmanlık\" ve \"utanç\". Öyle de kötü ısırıyor, öyle de çok yakıyorlardı ki, genç karı kocanın canını... Hüngür hüngür ağlayarak sandığın üstüne oturdular. Hıçkırıkları arasında, sandıktan gelen incecik, yumuşacık, sevimli bir ses duydular: \"Ne olur açın! Beni de çıkarın! Bir tek ben kaldım sandıkta.\" Epimetheus'la Pandora şaşkınlık içinde susup bu sevimli sesi dinlediler: “Ne olur beni de bırakın! Onların kötülüklerinden sizi de bütün dünyayı da ben koruyabilirim ancak!” Genç çift sessizce bakıştı bir süre. Sandığın içinden gelen ses, anlatmaya devam ediyordu: “Hastalıkları, felaketleri, kötülükleri, düşmanlıkları, acıları, üzüntüleri hep serbest bıraktınız. Hepsi uçup gitti, dünyanın her yanına yayıldı. Bir ben kaldım sandıkta. Hepsi bir olup beni sandığın en dibine itmiş, üstüme çıkıp beni ezmeye, öldürmeye çalışmışlardı. Siz sandığın kapağını aralar aralamaz da hep birlikte dışarı çıktılar. Bir ben kaldım. Beni çıkarın, sizi onlardan yalnız ben koruyabilirim. Ne olur!” Olan olmuştu. Bir yığın kara, sevimsiz, çirkin şey fırlamıştı sandıktan. Her biri de bir yana gitmişti. Onları teker teker yakalayıp yeniden sandığa kapamak olanaksızdı artık. Sandıktan
da gerçekten bir tek o demin duydukları incecik ses geliyordu. Söyledikleri yalan bile olsa onca çirkin, acı veren şeyin yanında bir tane daha olması hiçbir şeyi değiştiremezdi ama ya dedikleri doğruysa? Ya gerçekten insanları, dünyayı, daha önce çıkan o kötülüklerden koruyabilecekse? Pandora ile Epimetheus, bu kez birlikte açtılar sandığın kapağını. Bomboştu koca sandık. Yalnız en dipte, bir köşede minicik, ipek kanatlı, bembeyaz, sevimli mi sevimli bir küçük kelebek duruyordu. Genç çift gözlerine inanamadı. Bu kez sevinçten gözleri yaşararak minik kelebeğe adını sordular. “Ben Umut’um.\" dedi kelebek. “Umut.” Homeros
Search
Read the Text Version
- 1 - 7
Pages: