Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore KAFDAĞI

KAFDAĞI

Published by ali eryücel, 2022-05-24 11:32:09

Description: Havva Özişbakan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Yaratıcı Yazma Atölyesi 2021-2022

Keywords: Yaratıcı,Yazma,Atölye,Lise

Search

Read the Text Version

ateş düştü. Üsteğmen Hasan yeni doğmuş kızını kucağına alamadı. Eşi ise ağlamak istiyordu ama ağlamadı. Siz eşini kaybeden kadınlar, babasını kaybeden çocuklar siz de kahramansınız, siz de yiğitsiniz. Ey analar, babalar! Sizin koca yürekli oğullarınız gelecekte büyüyüp rahat yaşamak isteyen biz çocuklar, gençler için son gücüne kadar savaşıp şehit düştü. Ağlamak değil, onlar için ağıt yakmak değil; bıraktıkları emaneti sonsuza kadar var etmekle borcumuzu ödeyeceğiz. 18 Mart’ta savaşta kadınım demeyip Mustafa Kemal’in yanında omuz omuza cephede görev alan Halide Onbaşı, Nezahat Onbaşı, Mücahide Hatice Hanım, Zeynep Mido Çavuş gibi daha nice kahraman kadınlar... Kadınlar ellerinizde silah, kucağınızda bebeğiniz nasıl da mücadele içindesiniz? Nasıl mermilerin, bombaların içinde bebeklerinizi korudunuz? Kaybetme korkusu hiç mi yoktu yüreklerinizde? Nasıl başardınız, ey analar! Nusret Mayın Gemisi... Düşman Zırhlıları... 57. Tümen Seyit Onbaşı... Halide Çavuş... Şehit düşen aziz askerler... Çanakkale Cephesi’nin Anadolu halkına verdiği azim, umut, cesaret ve kararlılığı ile her siperde ayrı bir destan başlatan askerlerimiz, düşmana karşı verdiği mücadeleyi zaferle sonuçlandırdığında “Çanakkale Geçilmez!” i tarihe altın harflerle yazdırdılar. Ey yeni neslin gençleri! Sizin geleceğiniz için kazanılan bu destanı unutma, unutturma! Batığın her yerin nasıl kazanıldığını unutma, unutturma! Verilen mücadeleyi, yapılan yiğitlikleri unutma ve unutturma! Var oldukça hatırla ve sonsuza kadar unutma! 18 MART MİNE EKİNLİ 11/C 18 Mart denildiğinde içimde hep bir hüzün ve bir gurur hissederim. Çanakkale 20. yüzyılın en büyük savaşlarından biridir. Çanakkale Savaşı’nda düşmanların amacı Çanakkale Boğazı’mızı geçerek İstanbul’u almaktı. Ama başaramadılar. Boğaz’ı geçemediler. Asla da geçemezler fakat o kadar kanlı geçtiği anlatılıyor ki 300.000 askerimizi şehit vermişiz. Biz Türkler, konu devletimiz, topraklarımız olunca birlik, beraberlik içinde, korku bilmeyen bir halk oluyoruz. Evet, düşman devletler güç olarak da sayı olarak da bizden fazlaydı. Fakat bizdeki kazanma inancı onlar da yoktu. İngilizler, Fransızlar, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar hepsi birden saldırdılar ama savaşın sonunda bütün devletler ağır kayıplar verdiler. Çanakkale Savaşı’yla ilgili duyduğum, anlatılan, yazılan o kadar çok şey var ki hepsinden biraz biraz bahsetmek istiyorum.

Çanakkale Savaşı’na genç yaşlı demeden Türkiye’nin her yerinden askerlerimiz katıldı. Analar eşlerini, evlatlarını bu savaşta şehit verdi. Daha 15 yaşında silah tutmayı bilmeyen gençler bile bizler bu günleri görelim, diye şehit oldular. Şimdi çoğumuz o yaşlardayız fakat o kadar rahat bir hayat yaşıyoruz ki bunları düşünmek bile bizleri zorluyor. Buket Uzuner' in Gelibolu romanını okuduğumda bazı şeylerden çok etkilendim. Savaşa gelirken nereye gittiğini bilmeyen Yeni Zelandalılar vardı. İngilizler ön saflara onları koyuyorlardı. Türkleri yamyam olarak tanımlıyordu yabancı devletler. Daha sonra savaşta Türkleri tanımaya başladıkça bizlerin ne kadar ülkesini seven, iyi insanlar olduğumuzu onlar da anladılar. Romanda Yeni Zelandalı bir asker; bizim ne işimiz var ki burada, onlar kendi topraklarını savunuyor, diyordu. Ne kadar doğru bir tespit. Biz kendimizi koruyorduk. Ateşkes olduğunda her iki tarafta da şehitlerini gömerken birbirlerine sigara veya konserve veriyormuş. Birbirlerine yardım eden bu insanlar, ateşkes bittiğinde tekrar savaşıyor hatta birbirlerini öldürüyorlardı. O kadar çok anlatılır ki Çanakkale anlatmakla bitmez. En önemlisi bizim Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dehamız vardı. Her ülkenin önünde saygıyla eğildiği bir Başkomutan. Çanakkale herkesin gidip görmesi gereken bir yer. Burayı görelim ki geçmişimizi unutmayalım. Savaşın yaşandığı Çanakkale’de olmak hatta o topraklardan geçmek, insana bambaşka duygular hissettiriyor. Minnet, saygı, güven, inanç… Çanakkale ziyaretim sırasında Çinli bir grupla karşılaşmıştık. Grup ve bizim grup arasında geçen bir konuşmadan bahsetmek istiyorum. “Siz Türkler, tarihinize çok iyi sahip çıkıyorsunuz.” demişlerdi. “Bizim bir Çanakkale’miz olsa biz çocuklarımızı okula ilk başladıkları gün Çanakkale’ye getirirdik ki geçmişte neler yaşandığını görsünler. Bizim bir Çanakkale’miz olsa onu cam fanusla kaplar, zarar verilmemesini sağlar; bütün devletleri bunu görmeleri için ülkemize çekerdik” diye de devam etmişlerdi. Bu da aklımda kalan beni etkileyen bir olaydı. O kadar zeki, adil, vizyonu geniş bir insandır ki Atatürk, yüksek zekâ ve sağduyusunu hiç yitirmemiştir. Düşman şehitleri için “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlarımız, burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızda, huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır. “diyen Atatürk ülkemizi yok etmeye gelen düşman askerlerine bile kucak açmıştır. Anlatmakla bitmez dedim ya gerçekten anlatmakla bitmeyecek bir destandır Çanakkale. Bugün özgürce rahatça yaşadığımız bu topraklar, hiç kolay kazanılmadı. Bugün özgürce yaşıyorsak bunu Mustafa Kemal Atatürk’e ve tüm şehitlerimize borçluyuz.

ZAFERİMİZ ÇANAKKALE 18 Mart sabahı, Cepheye koşan Türk gençleri. Başta Mustafa Kemal, Hazır binlerce yiğit ölümsüzlüğe. Mavi gözleriyle güç veriyor. Bakışları kararlı, korkusuz Bilmem kaçıncı gün, Düşmanı geriletiyor Çanakkale’de. Düşman işgalinde vatan. Şanlı zaferde Fransız, İngiliz, Anzak… Bilmem kaçıncı şehit. Çıkıyor karaya Boğaz’ın her yanından. Şehit olmak için yükleniyorlar düşmana. Anaların ağladığı gün, Anaların gözyaşlarının aktığı, Evlatların şehit düştüğü gün, bugün. Yüreklerin yandığı, Nice kahraman saldırıyor düşmana, Çocukların öksüz, yetim kaldığı Yerdir Çanakkale. Dünyaya karşı alınmış zaferdir. Seyit’in kahramanlığını, Anadolu’nun zaferini anlatandır. Candır, kandır, şandır Çanakkale MELEK ADIBELLİ 9/A

ÖLÇÜLÜ UYAKLI ŞİİR YAZMA MAVİ GİBİ Zaman mefhumunu yitirdim artık, Seninle ne güzel günler yaşadık. İnce ince yağarken gökten mavi, Ruhum bedenimi çoktandır aşmış, Ağlayarak sarıldım benliğime Meğer bu el elvedayı yazacakmış. İstemeden kulak verdim melteme, ECRİN KIZILYOL 12/A Sevilmeyen bir tek benmişim meğer. BİR PARÇA ZEHİR Tek bir uğultu var yanı başımda Yolda yürüyen kundura sesleri, Sönmek bilmeyen ateşle, Görmezden gelip sohbet ediyorlar Boğuşuyorum her yerde, Aralarında hiç yokmuşum gibi. Telaş dolu benliğimle, Ağlıyorum her gece. Kapladı her yeri gölgemin rengi Sildi gözlerimden akan selleri Karanlık günün ayazında, Huzur olup kapladı yüreğimi Aleve bürünmüş odada, Dönüp anlattı onlara halimi. Ne ölüyüm ne de diri, Kaygıların arasında. Nerden bileceksiniz tek kalmayı, İnsanların içinde kaybolmayı, Mesken tutmuş bedenimi, Olmayan imkânlara tutunmayı, Esasım olmuş kölesi, Kırıcı sözlerin ağırlığını. Ne boğar nefesimi, Ne de içimdeki sesi, Yalan söylemez insana yalnızlık Düşlerin gülüşüne hapsetmiş beni. Söz verdiği gibi bırakmaz seni Git dersin gitmem der Aleyna gibi Sessizliğe gömülmüş günlerim, Kolayca pes etmez maviler gibi Sitem olmuş sözlerim, ALEYNA ŞEKERLİ 12/B Yatağım bir parça zehirken, Ne gaflet bekler gözlerim. ELVEDA ALEYNA ŞEKERLİ 12/B Islak sokakları arşınlıyorum, Her kaldırımda seni buluyorum. Hüzün ile dolsam da her anımda, Unutmak istemiyorum aslında. Kelebek gibiyim sanki aşk ile Döner dururum bu hayallerime. Evet, yanacağımı biliyorum, Bildiğim sonumu bekliyorum. 54

YOKLUĞUNDA ANLADIM İsmini sayıklayana, Yolunu gözleyene, Yalnızlığım ile ben Aşkınla yanana, Oturmuşuz masaya Arkadaşım diyemezsin! Elimizde kağıt Aklımızda sen. Sevincini kaybeden serçeye, Kalbini kırdığın denize, Kara kara düşünceler, Gönül rahatlığı için; Dile gelmeyen sözler, Duygusuz diyemezsin! Ah! Çeken dertlerin Yükü doldu odam. ALEYNA ŞEKERLİ 12/B Açtı gözlerimi, AKROSTİŞ İzlettirdi geçmişi, ÇARE Duydum dediklerini, Çaresizim bir sokak başında, Aldım kalemi. Ağlarım yine ışığın altında, Rüzgar çaresizliğimi götürmüyor, Işık olan geceyi, Esmiyor rüzgar esmiyor. Dost olan serçeyi, Sanıyorlar hiçbir insan çaresiz kalmaz, Cama vuran hilali, İnsan yaşamadan çaresizliği tatmaz, Sen gidince anladım. Zincir gibi kenetlenmiş, İnan ki çaresizliğim Tattım huzuru yokluğunda Mutlaka bir gün bulacağım çareleri. Sevgiyi buldum başkasında Minnettarım sana ELİF YAVUZ 9/A Doğruyu gösterdin bana. TARİF Peki ya sen; Anlatmak zor bizim aşkımızı, Kendin gibi birinden Şarkılarla ağlayan aşk, Sevgi bekleyen, Kelimeler kifayetsiz kalacak. Sordun mu hiç kendine Beni de terk eder mi, diye Sözler anlamsız, ALEYNA ŞEKERLİ 12/B En derin aşkları anlatmaya. Varsan bu yolda, BİTMEYEN HÜZÜN Geleceksen yanıma, İstiyorum bu aşkı. Gözlerinde kaybolana, Sesinde huzur bulana, FİRDEVS CEYHAN 9/A Dokunuşunla sarhoş olana, Sevmiyor diyemezsin! Yaş dolu gözlere, Sessizliğe bürünmüş gülüşe, Acısını duymadığın melteme, Duygusuz diyemezsin! Zincire dolanmış hislere, Düğümlenmiş sözlere, Konuşamayan dile, Kalpsiz diyemezsin!

MOR KEFEN YAĞMUR ÇALIŞKAN 10/A Ülkemizin yüz karasıdır kadına şiddet ve kadın cinayetleri. “Çocuklarım için…” “Ailem dağılmasın diye,” “Kadın başıma ne yaparım?” “Evlenmiş boşanmış derler, olmaz millet ne der?” “Kocandır sever de döver de.” “ Eee, sen iki dayakla boşanıyorsan kadınlık yapamazsın zaten kocana. “ “Şu kızın da başını bir bağlayalım yaşı gelmiş, geçiyor.” “Amaaan okumasın. Ne olacak okuyup?” “Evinde otursun çocuklarına baksın.' Bu cümlelerin hepsi bir fidanı hayattan kopartan, hayatını solduran ve bütün yaşamını bir erkeğin eline bakarak susmak zorunda bırakılmanın başlangıcıdır. Ne kadar acı değil mi? Çocuklarına zarar gelmesin, diye susmak zorunda kalmak, günlerce dayak yemek, soran komşulara da utançtan 'kapıya vurdum, masaya çarptım' demek. Ondan gelecek iki kuruş paraya bakacak olmak, onun egemenliği altında yaşamak... Bunun en güzel örneklerinden biridir, Çilem Doğan. Yıllardır onu döven kocasını her şikayete gittiğinde, “O senin kocan” lafını duyan kadındır. Kocasını onun silahıyla ölmemek için öldüren kadındır Çilem Doğan. Kızını, kendi hayatını kurtarmak, iki dakika daha fazla yaşamak için öldüren kadın. Çilem Doğan ifadesinde şöyle söylüyor; \"Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok, annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş. Bir de ne yalan söyleyeyim, hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde. Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için. Başka bir seçeneğim kalmamıştı. O, ölmese ben ölecektim. O, size beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti, başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı. Benim patlıcan fazla pişti diye, perdeler azıcık kirlendi diye, masada kırıntı kaldı diye, yediğim dayakları söylemeyecekti. Kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti. Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış falan diyecekti. Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti. Siz onu 3-5 yılla yargılayıp namusu kirlendi, diye mazur görüp yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama. Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam.\" Çilem Doğan, bu cümleleriyle birçok kadına ilham olmuştur. Biz, bu günün genç kızları yarının analarıyız, yetiştireceğimiz çocukların daha güzel yarınlara gözlerini açabilmeleri için önce kendi gücümüzü, kendimiz görmeliyiz. Hakkımızı arayacağımız yolda yürümekten yılmamalıyı

SUÇ BİZİ NİSA YAVUZ 9/B Kalplerinde farklı dinler, ağızlarında farklı diller, ırkları farklı, saç renkleri farklı, sevdikleri şeyler farklı ama acıları aynı. Dünyadaki bütün kadınların acıları aynı. Kimisi sevgilisi, kimisi kocası, kimisi daha önce hiç görmediği biri tarafından ya öldürüldü ya tecavüz edildi ya da bu olanları görüp benim de başıma gelir mi, diye endişelendi. Bu dünyada bir kadın, giydiği kıyafeti sevmediği için ya da o gün giymek istemediği için değil de bakarlar mı, başıma bir şey gelir mi, diye giymiyorsa, gece eve erken gitmek zorunda kalıyorsa bunlar, o kadının suçu değildir. Bu suç, erkek çocuğunu “erkek yapar” diye büyütenin “sen erkeksin, bunlar kadın işi” diyenlerin suçu. Bu suç, kızlarının başına bir şey gelir, diye dışarı çıkartmayan ama oğullarını bir kızın canını yakabilecek şekilde yetiştirip sokağa salanların suçu. Bu suç, kadının namusunu önemseyen namus bekçiliği yapan abinin, babanın suçu ve annenin suçu. Bunu suç saymayan adaletin suçu. Artık kanıksanmış bir suç bu. Oysaki karşı çıkılması, en ağır cezaların verilmesi gereken bir suç bu. İyi hal indirimin olmaması gereken, pişman olduğunu belirten, kravat takarak masummuş gibi davranan bu nedenle cezada indirim almaması gereken bir suç bu. Evde televizyonda kadına şiddet haberi çıkınca psikolojim bozulmasın, deyip evlendirme programları izleyenlerin suçu. Bu suç bizim suçumuz. Artık susmayın. Susmayalım. Benim başıma gelmez, deyip gözlerinizi yummayın artık. Bu ülkede herkes, kendi başına gelince uyanıyor o cahil uykusundan. EŞİTLİK ŞART MİNE EKİNLİ 11/C İnsanları yaradan bile eşit yaratmıştır da insanoğlu bunun farkına varamamıştır. Evet, erkekler güç olarak kadından farklıdır ama bu fiziki güçtür. Kadın da erkek gibi toplumun her alanında olmalıdır. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz ve bizim ülkemizde genel olarak erkekler daha güçlü olduklarını zannederler bu nedenle hep onların sözlerinin geçmesini, onların istediklerinin olmasını, hep kendilerinin haklı olduklarını düşünür. Bu düşünce ile yetiştikleri için kadını hep güçsüz olarak görürler ve onlara karşı gelindiği takdirde kadınlar hep şiddete maruz kalır hatta öldürülürler. Bu yüzdendir ki ülkemizde kadın cinayetleri çok fazladır. Örneklemek gerekirse ülkemizde son 10 yılda 2534 kadın cinayete kurban gitmiş. Sadece 2021 yılı verilere göre 280 kadın öldürülmüştür. Dünyada da bu oran oldukça yüksektir. Bunu da dünyadaki oranlara baktığımızda görürüz. Birleşmiş milletlerin raporuna göre Türkiye kadın cinayetlerinde 151 ülke arasından 67. sırada yer almaktadır. Cinayetlerin büyük bir oranı tam olarak %97’sini erkek failler oluşturmaktadır. %50’ ye yakın bir oranda genellikle eşler tarafından işlenmektedirler. Çok acıdır ki onların çocuklarının psikolojileri çoğunlukla düzelmemekte.

Yakın çevremde karşılaşmadım fakat iletişim araçlarından takip ettiğim kadarıyla cinayetler aldatma, kıskançlık, geçmişten gelen davalar gibi birçok nedenden kaynaklanmaktadır. Aldattı kadını öldür, kendi aldatsa erkek yapar. Kıskançlık, komşudan kıskandı, arkadaştan kıskandı, öldür. Saplantılı, kadına taktı kafayı başka erkekle gördü, öldür. Sanki av sezonu açıldı da merada kuş öldürüyor. Kadınların hayatını bu kadar hiç ettiler işte. Kadınlar, bu kadar aciz değiller ama aciz bırakılıyorlar. Toplumun yarısını kadınlar oluşturuyor, çocukları kadınlar yetiştiriyor. Hem çalışıp hem ev işi yapıp hem çocuk büyütüyor ama ne hikmetse hep erkeklerin psikolojisi bozulup cinnet geçiriyor, öldürüyor. Bu cinayetlere caydırıcılıklar gerekiyor. Cezalar yetersiz geliyor. Pişman oldu iyi hal indirimi, takım elbise giydi iyi hal indirimi, iki afili söz söyledi iyi hal indirimi… Ne indirimi ya! Bir insanın canı gitti, ne indirimi! O can bir daha geri gelmeyecek, beyefendi birkaç sene yatıp çıkacak… Yok, efendim, bunlar yanlış cezalar, ceza dediğin net olacak. O canı sen vermedin ki sen alasın. Anlaşamıyorsan ayrıl, seni sevmiyorsa bırak, takıntılı olma problemin varsa git tedavi gör. Dünyada başka kadın mı yok? Seni anlayan seni seven ile mutlu ol. Zorla güzellik olmayacağını bil. Atatürk aslında bizim ülkemize çok erken yıllarda demokrasi getirdi. Kadınlara çok hak verdi. Toplum olarak bunu kabullenemeyenler oldu demek ki. Geçen haberlerde çıktı İspanya kadın cinayetlerinde cezalarda epey yol kat etmiş. Ne yol izliyorsa bir bakmak gerek. Bir insan, bir insanın canına kıyıyorsa kendinin de ondan sonra bir hayatı olmadığını bilmeli bence. Cezalarda indirim yapılmamalı, hâkime göre değişmemeli cezalar, net olmalı. Evet, ülkemizde de yeni gelişmeler var. KADES diye bir program çıktı, bence herkesin telefonunda olmalı. Programa tıkladığın anda hiçbir soru sormaksızın sinyalin olduğu yere çok kısa sürede polis geliyor ve duruma müdahale ediyor. Umarım önümüzde ki yıllarda dünyada ve ülkemizde böyle uygulamalar ve politikalar artarak uygulanır ve kadın cinayetleri ve kadına şiddet azalarak biter. Şunu unutmamalıyız mutlu, özgür, şiddet görmeden insan gibi yaşamak her insanın hakkı. KADIN BAŞ TACI DEĞİL MİYDİ? Gözyaşlarımı kapattılar Dokundular pis elleriyle Kimse duymadı beni, çığlıklarımı da... Canım acıdı, korumadı kimse... Özgürlüğümü elimden aldılar... Hayatımı, ailemi çaldılar, Onlar suçsuz gezerken, Ben kara toprakta yine acı çektim... Kadın baş tacı değil miydi? Ne oldu bunu diyen erkeklere... Nasıl bu kadar vicdansız oldular... ECRİN KIZILYOL 12/A

ACIYI BAL EYLEDİM Çocukluğumu kör kuyulardan çıkarsam, bir beni sarar karanlığı. İşte, o yüzdendir kalbimdeki her acı. Sanki karanlığa saklanmış kaderim gibi. Hayat, acısını söylüyor bana her fırsatta, yalandan küçük bir hikaye gibi. Ruhumdaki güç ile dayandım ben. Gücüm kalmadı artık tükendim savaşmaktan. Her günüm ayrı bir acı bana. Deniz bile buldu yolunu artık. Ben bu saatten sonra yolumu bulsam ne fayda? Acıyı bal eyledim ben, hayat bile gülse bana bu saatten sonra ben gülmem artık ona. Sessiz bir gemi gibi yapayalnızım. Hayat beni şu saatten sonra anlasa ne fayda... GÜNAHLARIM Beyaz bir gece de karanlık düşler seni bekliyor. Ellerim kapkara, günahlarım suçsuz. Suskunum. Ben buyum, masum ve suskun. Geceler kadar yalnızım, gökteki ay kadar beyazım. Senin günahlarınla yaşadım. Hepsi suçsuz, hepsi masum, bir yalandan ibaret aşkın. Gün, bu gündür gökteki ay kadar beyazım, küçük bir odada kalmışım. Kimselere, anlatamamışım artık duvarlar benim arkadaşım. HERKES SÖYLERDİ Gözlerimin dolduğunu fark ettirmeden usulca pencerenin yanına gittim. Buğulu cama baktığım da hayatımın derinliklerini izledim. Ben, başıboş kalmış hayallerimle ağladım. Herkes söylerdi şarkıları, şiirleri. Herkes söylerdi sevdasını. Ben ise durup düşünürdüm gece; ay, kaderimi bir son şarkı gibi çaldı. Benim yalnızlığım, aynı bir denizin coşkunca dalgalanması gibi. Herkes söylerdi denize bırakılmış nağmeleri, herkes söylerdi gökyüzünde unutulmuş kırık kalpleri. Eskimiş bir gömlek gibi atıldım kenara, yaşasam da ne fark eder bundan sonra. Bir şelalenin akışı gibi aktı gitti hayat ellerimden. Bir gülümsemenin içtenliğine hasret kalmışım bu hayatta. ANLATTIM BEN HİKAYEMİ Hayat, hiç silgi kullanmadan çizilen bir resimdir. Hayat, sonu bulunamayan bir mağara misali karanlıklar barındırır içinde. Hayat, sözcüklerin dilden döküldüğü an coşkun bir denizin gürlediği gibi, yanardağın ilk kez ateşlerini savurduğu gibi duyguların taşkınlığıdır. Sanki anlatılan bir hikayenin sonu gibi, yazılan bir satır yazının bütün hayatı anlattığı gibi, kaderin yazısını kendi çizdiği gibi, sanki bir çiçeğin güneşe yeniden bakması gibi hayat. Onca şarkıların, şiirlerin bir gülümsemeye değer olduğu gibi. Onca kırık kalplerin sanki bir odaya kilitlenmesi gibi. Hayatın içinde görülen bir rüya gibi hayat. İşte, şimdi anlattım ben her şeyi. PEMBE YALAN Pembe bir yalandı hepsi, bir oyundan ibaret. Gökyüzünün siyahlığı ellerine vurmuş. Yüzündeki beyazlık ay ışığı kadar masum ancak pembe bir yalandan ibaret. Yüreğinin saflığı hayatın kilidi. Gökyüzünde buğulu bir çocuğun resmi, pembe bir yalandı hepsi. GİZEM YILDIRIM 12/B

AY İLE GÜNEŞ EYLÜL GÜNEŞ 10/C Ay ile Güneş’in aralarında bitmek bilmeyen kavga varmış. Daha doğrusu Güneş, insanların gündüz çok gürültü çıkarmasından şikâyetlerini anlatıyormuş Ay’a. Ay ise ona insanların mutluluklarının ne kadar güzel olduğunu anlatmaya çalışıyormuş fakat bizim inatçı Güneş hiç dinler mi? Bir gün yine aynı konu için kavga ederlerken konuşmalara Ağaç da dahil olmuş. Güneş: Her yerde insan ve onların gürültüleri. Sen çok şanslısın Ay. Sen gökyüzüne geldiğin zaman herkes yorgun ve uyuyor oluyor. Ay: Hayır, Güneş asıl sen şanslısın insanlar seninle çok mutlular. Ağaç: Arkadaşlar, istemeden kulak misafiri oldum. Kusura bakmayın ama bence Güneş haklı. Ay çıktığı zaman tüm yaramaz çocuklar uyumuş oluyor, Ben de gündüz çok yoruluyorum. Kavga, Ağaç’ın konuya dahil olmasıyla daha da işin içinden çıkılmaz bir hâl almaya başlamış, Biraz sonra Martı da konuşmuş. Martı: Bence bu konuda Ay haklı, çünkü o, gece herkes uyuduğu için çok sıkılıyordur. Güneş insanlardan şikâyetçi olduğunu sürekli dile getirirken ve tartışmada sesler yükselirken Ay, birden bağırmış ve herkes şaşkınlık içinde susmuş. Ay konuşmaya devam etmiş; Ay: Arkadaşlar, bu bir kavga konusu değil ve ben haklıyım. Keşke kavga etmeden önce beni dinleseydiniz. Güneş: Anlat o zaman bize de Ay kardeş. Neden sen haklısın. Anlat da bilelim? Ay: Benim zor durumda olma sebebim insanların gürültüsü ya da onları sevmemem değil. İnsanlar keşke benimle de mutlu olabilseler fakat siz beni asla onları gördüğüm gibi görmüyorsunuz. Güneş kardeş, sen onları sadece mutluyken, bağırırken görüyorsun ama ben onları kimselerinin olmadığı, geceye sığındıkları zaman görüyorum. Sen, onları yüzleri gülerken görürken ben o insanların her gece ağladıklarına şahit oluyorum yani her şey sizin bildiğiniz gibi o kadar kolay değil. Ben onların ağlayışlarına şahit oldukça daha çok üzülüyorum fakat elimden bir şey gelmiyor. Ben de istiyorum geceleri mutlu olup oynasınlar gürültü yapsınlar, kahkaha atsınlar fakat durum bende çok farklı… Ay’ın bu sözleri üzerine Güneş çok üzülmüş ve bir daha asla insanların gürültüsünden şikâyet etmeyeceğini söylemiş.

KİBİRLİ LALE ECRİN KIZILYOL 12/B Günlerden bir gün Lale çok susamış ama kibrinden dolayı Su’dan su istemekten vazgeçmiş. Kibirliymiş Lale, kendini herkesten üstün görürmüş. Çünkü ona göre onun yaşamanın ve güzelliğinin sebebi kendi kuvvetiymiş. Aslında Su, geceleri Lale’ye suyunu verip gidiyormuş, onun bundan haberi bile yokmuş. Bakalım Lale bunu öğrenince Su’ya ne tepki verecek... Kibirli Lale: Toprağım çok kurumuş ve ben de çok susadım. Su kardeşten su istesem verir mi acaba, diye düşünmüş. Ama bu zamana kadar su kullanmadığı aklına gelmiş ve hemen vazgeçmiş bu düşünceden. Kibri de buna izin vermemiş zaten. Su: Lale kardeş, istersen bugün sana suyunu vereyim. Güneş çok yakıyor ve su almazsan kuruyup gideceksin. Kibirli Lale: Hayır, Su kardeş bu zamana kadar senden su almadım ve kendim büyüdüm, tohumlarımı kendim açtım. Tek güneş ışığı yeter bana. Hem zaten toprağım nedense nemli onunla idare ederim ben. Sen git, diğer bitkilere suyunu ver! Su: Sen bilirsin Lale kardeş ama bir gün gelecek ve bana muhtaç olacaksın ve ben o günü sabırsızlıkla bekleyeceğim. Kibirli Lale: Onu o zaman göreceğiz Su kardeş. Onun sözlerini önemsemeden yapraklarıyla ilgilenmeye devam etmiş Lale. Su: Peki, Lale kardeş ben gidip bana ihtiyacı olanlara yardım edeyim. Sonuçta sen suyunu kendin çıkaran birisin. Kibirli Lale: Ne yapıyorsan yap Su kardeş. Bak şimdiden anlamışsın benim özelliğimi. Lütfen rahatsız etme artık beni. Su, hiçbir şey söylemeden Lale’yi yapraklarıyla bırakıp gitmiş. Akşam olmuş ve çiçeklerin kapanıp uyuma vakitleri gelmiş. Su ise Lale’ye suyunu verip o uyanmadan gitmek istiyormuş. Ne kadar kavga etsek de beni umursamasa da ona suyumdan vermeyip kurumasına göz yumamam, diye düşünmüş Su. Herkes uyuduktan sonra sessizce Lale’nin köklerine suyunu boşaltmış. Görevini yapmanın verdiği huzurla o da herkes gibi uykuya dalmış. Sabah tüm çiçekler, yapraklarıyla ve çiçekleriyle güne merhaba, demiş. Su: Günaydın güzel çiçekler, diyerek çiçeklerine selam vermiş. Kibirli Lale: Günaydın Su kardeş görüyor musun? Yine toprağım ıslak ve nemli... Su: Evet, Lale kardeş görüyorum. Böyle gidersen gerçekten bana ihtiyacın olmayacak. Kibirli Lale, Suyun sözlerini umursamadan yine yapraklarıyla ilgilenmeye devam etmiş. Ertesi gün daha kimse uyanmadan Kibirli Lale uyanmış ama kendisinde farklı bir şey hissediyormuş. Hareket edemiyormuş. Kendini toprağında değil de kuru bir saksının içinde bulmuş. Buraya nasıl geldiğini anlamamış. Acaba arkadaşlarımın bir oyunu mu bu, diye düşünmüş. Arkadaşlarına seslenmiş ama kimse cevap vermiyormuş. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir bardak taşıyan çocuk gelmiş. Bütün suyu boca etmiş üstüne. Kibirli Lale, çocuğa kızmış ve yapraklarındaki su damlacıklarını temizlemiş. O sırada yaramaz çocuk, Lale’nin toprağına çöpünü dökmüş ve resim yapmaya başlamış. Çocuğun yaptıklarına inanamıyormuş. Önce saksıya suyu boca etmiş, üstüne de çöpünü dökmüş. Kibirli Lale daha fazla dayanamamış ve çocuğa seslenmiş. Kibirli Lale: Hey, çocuk kimsin sen? Beni neden saksıya diktin? Benim yerim toprağın ve diğer çiçeklerin yeri.

Yaramaz Çocuk: Biliyorum Lale ama senin rengini ve ihtişamını anneme hediye etmek istedim. Sen bizimle olacaksın artık. Dışarıda toprakta değil. Saksıda yaşayacaksın. Kibirli Lale: Ben saksı da yapamam ki. Ben Laleyim. Benim suyumu sen değil arkadaşım Su kardeş veriyor ve senin gibi suyun hepsini boca etmiyor. Hem kaleminin çöpünü benim saksıma da atamazsın. Beni lütfen toprağıma dik. Annene saksıda yaşayacak bir bitki al. Ben saksıda yaşamaya alışık değilim ve sen bana her gün fazla su dökersen ben iki güne ölürüm. Yaramaz Çocuk: Umurumda bile değil. Sen saksıda annemin çiçeği olacaksın. Seni toprağına götürüp dikmeyeceğim. Zaten annem de birazdan gelir. Kibirli Lale çok üzülmüş. Yaramaz çocuk, annesi için onu arkadaşlarından koparmış buraya bağlamıştı. Lale dışarıda arkadaşlarıyla yaptıklarını hatırlamış ve pişman olmuş, çünkü bazen kibri nedeniyle Su kardeşi çok üzüyormuş. Neden böyle yaptım ki? Bu gidişle çok fazla su almaktan öleceğim, diye düşünmüş. Kapının açılmasıyla çocuk kapıya doğru koşmuş. Lale, bir umutla belki annesi üzgün olduğumu anlar da beni ait olduğum yere götürür, diye düşünmüş. Yaramaz çocuk, annesini çekiştirerek onun yanına getirmiş bu arada. Anne, Lale’yi görünce mutlu olmuş ve oğluna sarılmış. Ama çiçeğe baktığında çiçeğin üzgün olduğunu, boynunu eğdiğini görmüş. Anne oğlunu mutfaktan su getirmesi için yollamış ve Lale’nin yapraklarını okşamış. Anne: Neden bu kadar üzgünsün Lale? Mutlu değil gibisin. Yoksa oğlum mu bir şey yaptı sana? Kibirli Lale: Üzgünüm. Çünkü arkadaşlarımın yanında değilim. Sabah kalktığımda kendimi saksıda ve bu evde buldum. Bir de oğlun bir bardak suyu saksıya döktüğü için toprağım çok ıslak eğer toprağım değişmezse çürürüm ama ben çürümek istemiyorum. Anne: Oğlum adına özür dilerim. Seni yarın sabah erkenden arkadaşlarının yanına götüreceğim. Ondan önce oğluma da her çiçeğin saksıda olmayacağını anlatacağım. Kibirli Lale: Çok mutlu oldum ama bir de sizden bir ricam daha olacak, çürümeye başlamak istemem. Toprağımı biraz havalandırır mısınız? Anne: Elbette. O zaman ilk senin toprağını yapalım. Çocuğun annesi Kibirli Lale’nin toprağını birazını değiştirdikten sonra oğlunu yanına çağırdı ve Lale’yi bu saksıda tutamayacağını, yerinin dışardaki lale bahçesi olduğunu söyledi. Yaramaz Çocuk: Anne saksıda kalsa olmaz mı? Sen de çok mutlu oldun ama. Anne: Oğlum baksana boynunu bükmüş ve çok üzgün görünüyor. Düşün seni benden alıp başka aileye verseler mutlu olur musun? Yaramaz Çocuk: Haklısın anne, ben de mutlu olmazdım. Yarın götürüp dikelim anne. Kibirli Lale, mutlu olmuş ve hem anneye hem de yaramaz çocuğa teşekkür etmiş. Ertesi gün Lale’nin bahçesine gitmişler. Lale, çok heyecanlıymış çünkü iki gündür hem çiçek arkadaşlarından hem de Su kardeşinden ayrı kalmış.

Su, erkenden kalkmış çiçeklere suyunu veriyormuş. O sırada Kibirli Lale’nin kendisine seslendiğini duymuş. Arkasını döndüğünde saksının içindeki Lale’nin gülümsediğini görmüş. Çocuk ve annesi hemen Lale’yi toprağa dikmeye koyulmuşlar. Kibirli Lale: Önce Su kardeş senden özür dilerim. Seni hiç anlamamışım. Güzelliğimi size gösteriş olarak kullandım ve kibrimden dolayı senden su istemedim. Sana ağır laflar ettim. Hele siz çiçek dostlarım, sizi beğenmedim. Kendi güzelliğim gözlerimi kör etmişti ve sizi hor gördüm. Beni affedebilecek misiniz? Su: Lale kardeş, biz seni bu özelliğinle kabul ettik. Evet, bazen üzüldük, kırıldık ama senin de özelliğin, huyun bu. Ama ben sana suyumdan vermeyi hiç eksik etmedim. Her gece sana yetecek kadar suyumu verdim. Kibirli Lale: Ya siz çiçek kardeşler, siz de mi Su ile aynı fikirdesiniz ve siz de mi her şeyi biliyordunuz? Bütün çiçekler hepsi birden yapraklarını salladılar. Su: Lale kardeş, artık eski yerindesin bizimlesin. Üzülmene gerek yok, biz seni affettik. Senin bir ders alman gerekiyormuş ve bu şekilde hatanı düzeltecekmişsin. Lale, çocuğa ve annesine ne zaman isterlerse onu görmeye gelebileceklerini söylemiş. Bahçeleri artık daha neşeli ve daha mutlu bir yere dönmüş.

SESSİZ ÇIĞLIKLAR BOŞLUK Boş bir hayat, Yağmur değil, yalnızlıktır yağan. Boş bir dünya, Küçük bir çocuğun hayallerinden kalan. Senin olmadığın yerde Terk edilmektir inan ki canımı yakan. Yaşıyorum boş bir evde. Hiç değilse bir gece beni an. Gökyüzünün karanlığında, Dalar giderim pencereler ardında Sığınıyorum hayaline. Göründüğüm gibi değilim aslında. Kalbim alev misali Karanlıkta kaybolmuşum Sana yazıyorum çığlığımı. Nasıl anlatırım sana? “Nasıl korku verir sessizlik insana? “ Oturuyorum. Eskimiş sarı bir sandalyede Bir çığlık var boğazımda, Haberdar değilim kalbinden Düğümleniyor çıkmaz sokaklarında. Düşündüklerinden. Sensiz yağan kaçıncı yağmurum bu? Bırakıp gittiğin kaçıncı gün? Bir sigara yakıyorum Bir tek sen biliyorsun, Dumanı ile yetiniyorum. Bir de sandalyem... Terk edilmiş karanlık Bir oda gibi hüznüm. Bu sabah yalnızlığın soğuk kollarında, Terk edilmişlik var. Güneşin baharı Bir çocuğun haykırışları, hayal kırıklıkları var... Özlediği gibi, Sen yağmurları sevdiğinde, Gecenin ayın ışığını Ben vazgeçmiş olacağım güneşten. Beklediği gibi, Bekliyorum sandalyemde seni. Gün ışığı görmeyen pencerende, Bekleme gökyüzünü görmeyi. MELEK ADIBELLİ 9/A Ben çoktan gitmiş olacağım çünkü. Ve aşk şimdi çok çok uzakta, Ve şimdi bir kalbi Bir bedenden ayırıp gitmenin Tam vaktidir… Hoşça kal… DİLŞAH ÇETİN 10/D

GİDİŞİN MAVİ Duruyor başköşede sandalyen... Soğuk bu duvarlar, Üzerinde içtiğin son pipo. Neşesiz bu duvarlar, Kıyamıyorum atmaya. Issız bir odada, Belki yine gelirsin diye Sessiz duvarların arasında, Bekliyorlar seni. Mahkûmum Tek başıma kalmaya. Yalnız olduğumu hissedersen, Gelme... Öyle boştu ki Eğer beni terk edeceksen, Odadaki yerin, Gelme... Tek başıma kalışım sanki Sonsuzlukta. Belki önceki beni kandırabilirsin. Ama ben bir daha kanmam artık sana. Sıcak kalbime, Dokunan soğuk eller, Acı çektiremeyeceksin artık. Beni yalnız bırakmaya, Kendine yeni sevgiler bul. Mahkûmdu. Yoksulluğunu yeni dostlarla gider. Günler geçti. Soğuk fırtınalarda üşüsen bile, Tekrar tekrar Umurumda değilsin artık... yaşandı günler, Sen karanlıkta dahi kalsan, Günler birbirine Ben aydınlıkta kalmaya devam edeceğim. benzedi. Ama sen hâlâ Ama bekliyor sandalyen dönmedin. Gelmeni. Bekliyor pipon gelmeni. Ruhum, kalbim Benim için değil Yokluğundan Belki ısınamadı. Onlar için yine de gel!! Bedenim alevler içinde yanarken ECRİN KIZILYOL 12/A Ruhum buz tutmaya Mahkûmdu. ELANUR BUSE SAPMAZ 9/C

MERT’İN HAYALİ YAĞMUR ÇALIŞKAN 10/A Zeynep evlerinin önündeki sundurmanın altında oturuyordu,düşünceli bir hali vardı.Hava sıcaktı, sinekelr inatla saldırıyordu her yandan.Ancak, biraz sonra akşam olacağını bilmek hoş bir duygu veriyordu insana. Yağmur bulutlarının yükseldiğidoğudan ara ara ıslak bir yel esmekteydi.Birdenbire kiracının oğlunun telaşla ona doğru koştuğunu gördü… \"Zeynep, Zeynep! \" kiracının oğlu Mert,heyecanlı bir o kadar da yorgun bir şekilde yanına geldi. Ellerini dizlerine koyup kafasını biraz aşağı eğdi ve biraz soluklandıktan sonra söze başladı. \"Duydun mu?\" Mutluluktan parlayan gözlerini Zeynep'in gözlerine dikmişti. \"Sakin ol biraz Mert. Neyi duydum mu? N'oluyor?\" Zeynep meraklı bir ifadeyle gözlerini Mert'e dikmişti. Mert heyecanla tekrar söze başladı. \"Kasabada şiir yarışması varmış. En güzel şiiri yazana ödül veriyolarmış.\" Zeynep hala olayları tam olarak kavrayamamıştı. \"Ne ödülüymüş peki? Şiir ne ile ilgili olacakmış?\" \"23 Nisan'la ilgili olacakmış. Ödül de istediğin bir kitabı almak olacakmış. Zeynep, ben katılmayı çok istiyorum bu yarışmaya.\" Mert, heyecanla ellerini çırparak, gülümseyerek, yerinde zıplayarak anlatıyordu. Zeynep gülümsedi. \"Yardım edebilirim istersen. Biraz düşüneyim.\" O sırada kahverengi gözleri gökyüzünde takılı kaldı. \"Sen de istersen evine git hava kapalı tekrar yağmur yağacak gibi yarın tekrar gel konuşalım.\" Mert sevinçle teşekkür etti ve tek dostu Zeynep'e sarılıp evinin yolunu tuttu. Bu yazacağı şiir için çok heyecanlıydı. Çok anlamlı olması gerekiyordu şiirin. Bu şiir, atalarının kanlarıyla kazandığı zafer günüyle ilgili olmalıydı. Çocuklara armağan edilmiş bir gündü, bundan daha güzel ne olabilirdi. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının büyük uğraş ve emekleri sonucunda Türkiye Cumhuriyeti'nin tam bağımsız bir ülke olma yoluna attığı en önemli adımlardan birisiydi. Mert bütün gece heyecandan uyuyamadı. Sürekli şiir yazıp yazıp sildi ve sabah, elinde iki üç kağıtla Zeynep'in yanına gitti. \"Zeynep,ben geldim. Bak birkaç şey denedim. Olmuş mu?\" Zeynep,Mert'in yazdığı bütün şiirleri okudu ve ikisi akşama kadar şiirler üstünde konuştular. \"Ee peki, hangi şiirle katılacaksın yarışmaya Mert’ciğim?\" Zeynep, masaya iki fincan kahve koyarak oturdu. Camdan dışarı baktığında havanın kararmak üzere olduğunu gördü. Uçan kuşlar,kızıl bir gökyüzü ufuktan batmak üzere olan güneş ve bolca yeşil... Bu manzara Zeynep'e huzur veriyordu. Mert'in heyecanla çıkan sesiyle gözlerini dış dünyadan ayırıp Mert'e odaklandı.

\"Bilemiyorum Zeynep sanırım en iyisi en son düzelttiğimiz. Çok heyecanlıyım bana destek olman çok hoşuma gidiyor.\" Dumanı tüten az şekerli kahvesini karıştırırken oldukça mutlu gözüküyordu. Zeynep söze başladı. \"Eminim kazanacaksın. Rüyamda öyle gördüm çünkü. Birinci oluyordun. Hem kazanamazsan da üzülme ben istediğin kitabı alırım sana.\" Gülümseyerek söylediği söz Mert'i derinden etkilemişti. Ne güzel bir arkadaşa sahipti böyle. \"Ama ben ödül için katılmıyorum ki. Kendime,kendimi ispatlamak için katılıyorum.\" Günler bu şekilde geldi geçti. Yazdığı şiiri teslim eden Mert, her günü endişe ve heyecan içinde geçiriyordu. En sonunda sonuçların açıklanacağı gün geldi çattı. Kasaba yöneticisi, yarışmacıları ve yakınlarını bir konferans salonunda topladı ve açıklama yapmaya başladı. \"Sevgili çocuklar ve en az çocuklarımız kadar değerli olan velilerimiz, hepiniz hoş geldiniz! \" Bir alkış tufanı koptuktan sonra Kasaba yöneticisi tekrar söze başladı. \"Burada bu çok değerli günü şiirleriyle anlamlandıran çocuklarımız için bulunuyoruz. Hepsi bizim için birbirinden güzel,birbirinden değerli ama biliyorsunuz ki birinci seçmek durumundayız. Ben ve dört meslektaşım, en çok Mert'in şiirini beğendik. Çok anlamlı inci gibi işlenmiş kelimeler. Mert’ciğim lütfen kürsüye gelir misin?\" Mert'in kalbi ağzında atıyordu. Zeynep ona gülümseyerek göz kırptı. Arkadaşıyla gurur duyuyordu. Mert mutlulukta kürsüye çıkıp ödülünü aldı ve şiirini büyük bir gururla okudu. ATA’MIN ARMAĞANI “Armağan etti Büyük Atam. Bu şanlı günü çocuklara, Armağan etti Büyük Atam. Bu ülkeyi çocuklara. Şarkılar söyledik, şiirler okuduk, Ata’mın gözünü arkada bırakmadık. Binlerce kez andık şiirlerle, Ne mutlu Türküm diyene! Savaştı, kurdu Cumhuriyeti. Egemenlik milletindir, dedi Sevgi dolu gözleriyle Baktı bize büyük Ata’m. Minnettarız Ata’ma. Bu büyük günde tüm çocuklarla Dünyanın dört bir yanında Anıyoruz Ata’mı saygıyla”

BANDIRMA VAPURU Başlatıyor mücadeleyi, Limanda bir vapur, İstanbul’dan Samsun’a Hareketleniyor Samsun için. Bandırma vapuruyla. Kim var içinde kim bilir, Merakla bekliyor vatan. Düşman çevirmiş dört yanı, Her yer kan, gözyaşı… Korkuyorlar yine mi düşman, Gemiden indi masmavi gözler, Yine mi savaş, Ayağa kalktı Anadolu. Umut dolu bakışlar denizde Şahlandı Anadolu. Tekbirlerle bekliyor vatan. O gençlerin pusulası. Yorgunluktan çökmüş Samsun'a yeni doğan vatan, güneş Kimisi gaflette, kimisi Yaşatmış bir destanı. tükenmiş… Destan geliyor Anadolu. Ne savaşacak güç var, Ayağa kalk Anadolu. Ne de karşı çıkacak insan. Ey Türk evladı! Bir tek o hırslı, o azimli Bu bayram senin Onun gücü ayakta tutar bayramın. vatanı. Kaldır başını dik tut, inan! Çünkü Mustafa Kemal Paşa’nın Güç al Mustafa Kemal’den Gözlerindeki kararlılık Sarsın dört yanını O’nun düşünceleri, Demir atmış Samsun’dan. Sana emanet bu vatan. ECRİN KIZILYOL12/A

Rivayete göre, Ernest Hemingway bir gün yazar arkadaşlarıyla öğle yemeğindeyken ortada duran peçeteye 6 kelimelik bir hikaye yazabileceği fikrini ortaya atar. Elbette ki diğer yazar arkadaşları buna inanmaz ancak Hemingway peçeteye hızlıca 6 kelimeden oluşan 3 cümlelik kısa bir öykü yazar ve peçeteyi arkadaşlarına uzatır. Peçetede yazan kısa öykü şudur: “For sale: Baby shoes. Never worn.” İşte o zaman diğer yazar arkadaşları duygu değişimleri yaşar. Yıllar sonra “Satılık: Bebek ayakkabısı. Hiç giyilmedi.” hikayesi “dünyanın en kısa öyküsü” olarak anılır hatta “gelmiş geçmiş en hüzünlü hikaye” olarak da betimlenir. Biz de Hemingway’in en kısa öyküsünden yola çıkarak öykünün öyküsünü yazdık. HAKAN HARİKALAR DİYARINDA TEOMAN KAYA 12/D “İsmim Hakan, ejderha avcısıyım” diye kendini tanıtarak başladı konuşmasına Beyoğlu’ndaki nezih bir mahalle bakkalına. Amacı, dün yaz güneşinden kaçmak için sığındığı bakkaldan aldığı cipsinden çıkan kampanya kuponunu kullanmak olan Hakan,şöyle devam etti. “Kuponumu kullanmak istiyorum! Ücretsiz lolipopumu alabilir miyim efendim?” Mahallenin bakkalı Mehmet amca, karşısındaki kişiyi, raporlarındaki doktorun ismini bilecek kadar dinlemişti mahalle sakinlerindendi. Neyi olduğunu anlayacak kadar da incelemişti, tanıyordu insanları. Geçiştirmek için bir adet Rocco yabanmersinli lollipopu verip “Buyur, evladım!” dedi. Hakan, heyecanla lollipopunu alıp evine doğru yol aldı. Evine girdiğinde her gün yaptığı gibi hayali karısına selam verdi, onu kazanmak için ne kadar uğraşmıştı zihninde, ne kadar çaba sarf etmişti.Düşünebilseydi karısı var olmadığını, neler hissederdi acaba? Duyduğu aşkı kendi zihnine mi yöneltirdi yoksa deliliğine vurup kahrolup üzüntüsünü mü yaşardı, bilemiyordu. Apartmanındaki Nilüfer teyze, Hakan’a bakmak için annesi ve babasıyla konuşmuştu. Onların içinde bulunduğu zor durumu gören kadıncağız, aileyi kıramayıp düşük bir ücret karşılığında kabul etmişti Hakan’a yardım etmeyi. Ailesi her şeyi düşünüyordu zaten.Sadece arada o da yoksa yemek yapar, bir sorunu olduğu zaman da Hakan’ın yanına koşardı.Ona göz kulak olurdu aslında,bakmaktan çok. Hakan da severdi Nilüfer teyzesini, çizgi filmlerdeki tonton teyzelere benzetirdi. Her gün yanaklarına birer öpücük kondurur, küçük bir çocuk gibi koşarak uzaklaşırdı onun yanından. Hakan yemek masasındayken karısının ona bir süprizi olduğunu duydu, Heyecanlanıp “Nedir? Nedir ?” diyerek evde naralar atmaya başladı. Karısı ona büyük müjdeyi verdi “Bir ay sonra çocuğumuz olacak!” Bu haberi duyunca sevinçten su bardağını filmlerde biralarını havaya kaldıran sevinçli heriflerin yaptığı gibi kaldırıp yüksek bir sesle “Cheerrss!” dedi ve suyunu tek dikişte bitirdi. O gece uyuyamadı, heyecanı içine sığmıyor, dişleri tırnaklarını bitirmiş parmaklarını kemiriyordu. Bir karar aldı ve doğacak olan bebeğinin bütün malzemelerini yarın alıp evine istifleyecekti.

Hakan garipti belki ama çıkarlarını iyi hesap ederdi, o akılla bile enflasyondan korkardı, parasına değer verirdi. Sabaha karşı uyuyakaldı, gözlerini açtığında ise öğlen olmuştu. Dün gece verdiği karara sadık kalacaktı.Bu gün bir mağazaya gidip senelerdir biriktirdiği parasını bebeği için harcayacaktı. Şortunun üstüne gömlek ve ceket giyip evden çıktı hemen, kapıda her şeyini alıp almadığını kontrol etti ve ihtiyacı olan şeyleri yanında görünce dışarıya büyük bir hevesle attı kendini. Daha önceden afişini gördüğü, Beşiktaş’ta kalitesi ile ünlü bir dükkana gitmek istiyordu. Kendince koşmak ve yürümekten başka seçeneği yoktu oraya gitmek için, hayali atını dört ay önce bir barın kenarında Unutmuştu, hâlâ da orada duruyordu gidip almamıştı. Zavallı Çokonata, umarım ona bakan biri vardır, diye düşündü. Hakan koşmayı seçti, Beyoğlu’ndan Beşiktaş’a kadar koştu. Bu sırada ne zaman ne de önüne çıkanlar umrundaydı. Kendisine göre trafik kuralları vardı.. Bunlardan biri de Ejderha Avcıları’nın yol önceliğiydi ve bu hakkını kaldırım değiştirirken, karşıdan karşıya geçerken sonuna kadar kullanırdı her zaman. Geçtiği yollarda kornalar zılgıt çalar, insanlar çamur zıpzıplarına dönüşürdü. Bir saatlik bir koşu sonrasında Beşiktaş’ta afişini gördüğü mağazanın önündeydi artık. İçeri girdi ve ne alması gerektiğini bilmediğini fark etti. Mağaza görevlilerinin hemen dikkatini çekmişti Hakan. Satış personelleri aralarında kim bu herifle ilgilenecek, diye kura çekerken hanımefendilerden birisi tartışmanın uzamasından rahatsız olmuştu, bundan ötürü de onun yanına varmıştı dört büyük adımda. Hanımefendinin ismi Yaren’di, her müşterisine yaptığı uzun karşılama konuşmasını Hakan’a da yapıp “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Hakan, kendi ilkelerini bir kenera bırakıp kendini tanıtmadı bu sefer. Tanıtma ihtiyacı duymadı belki de Yaren’e. Beyefendimiz, Yaren’e büyük müjdesini verdi. “Bir ay sonra bir evladım olacak hanımefendi, onun ihtiyaçlarını almak zorundayım ama ne almam gerektiğini bilmiyorum.” Tezgahtar, garip bakışlarını Hakan’a dikti. İri yarıydı ama yaşının küçük olduğu belliydi.Yine de ne yapması gerektiğini bilemeden ona yardım etmeye başladı. Yaren, büyük mağazanın hemen hemen her reyonuna hakimdi, bir buçuk ay önce çalışmaya başlamasına rağmen patronlarının gözüne girmişti. Hakan’a bir liste hazırlamayı teklif etti ve memnuniyetle yardımcı olacağını söyledi. Hemen kabul etti bu teklifi Hakan.Yaren, gerçekten yardımcı olmak, onun işini kolaylaştırmak istiyordu. Hakan da seneler sonra ilk defa birine zorluk çıkarmamak için çaba sarf ediyordu tuhaf bi şekilde. Bir sayfalık bir liste hazırlayıp Hakan’a sundu. Hakan daha önce böyle bir alışveriş yapmadığından veya bir bebeğin eksiğinin ne olup olmadığını bilmediğinden başıyla onaylarmış gibi yaptı, teşekkür edip iltifat etti güzel sözler ile. Listedekileri toplamaya başladı ama biberonu ve emziği aldıktan sonra elinde yer kalmamıştı, sol elinde not kağıdını tutarken sağ eli ile göğsünün arasına biberon ve emzik kutusunu sıkıştırdı. Yaren, bu durumu fark edip ona bir alışveriş arabası götürdü. Hakan, aynı iltifatları tekrar Yaren’e bahşedip malzemeleri toplamaya devam etti. Malzemeleri toplarken adeta sevincinden dans ediyordu, bazen kendini kaptırıp arabayı bir yerde unutuyor, dans ederek koridorda ilerleyip arabanın bulunduğu yere yine koşuyordu. Malzemelerin hepsini alışveriş arabasının içinde gördüğünde içi şeker ile doldurulmuş gibi hissetti, karnında kelebekler uçuyordu.

Güç belada olsa kasayı bulup ürünlerinin hepsini satın aldı, şimdi ise tek sorunu bunları eve götürmekti. Aldığı bebek arabasına koymayı düşündü ama üç dört malzemeyi koyduktan sonra yer kalmamıştı, o da bundan vazgeçti.Yaren, Hakan’ın çaresizliğini yine melek gibi fark etmişti. Ona, bir taksi çağırma fikrini sundu. Hakan da çabucak kabul etti ve bunun aklının ucundan bile geçmediğini söyledi Yaren’e. Araç, beş dakika sonra mağazanın kapısındaydı, Yaren, bir daha belki de hiç karşılaşmayacağını düşündüğü adama “Yine bekleriz.” cümlesini kurup uğurladı. Hakan, tekrar geleceğini söyleyip havadan öpücük gönderdi. Taksici, torbaları arabaya yüklemesine yardım etti. İş bittiğinde adres isteyip yola koyuldu. Eve geldiklerinde taksici her şeyi araçtan indirip kaldırıma koymak istedi. Hakan ise hepsine gözü gibi bakıyordu,“Ben gözümü kaldırıma koymam!” diye bir cümle çıktı ağzından. Taksici “Peki ne yapacağız?” diyince aldıklarını kucaklayabildiği kadar kucaklayıp eve taşıdı. En son kalan kıyafet ve özenerek seçtiği ayakkabıları bebek arabasının üstüne koyup eve girdi. Nilüfer teyzesi merdivenlerde olan kargaşayı görünce hemen indi aşağıya. “Hayırdır evladım,neler oluyor?” dedi. Hakan büyük müjdeyi sevgili teyzesine de haber edip evine koştu. Günlerce malzemeleri ile ilgilendi, ambalajlarını çıkardı, dolabına dizdi. Ailesi maddi durumlarını zar zor toparlayabilmişlerdi, aylardır bir kurum arıyorlardı çocuklarını gönülleri rahat bir şekilde tedavi ettirip yaşamını sürdürebilmesi için. Hakan, bebek malzemelerini aldığı gün aradıkları bir psikiyatri hastanesine konuşmaya gitmişler; binadan, hasta bakıcılarından memnun kalmış ve doktora da güvenmişlerdi. Günler sonra evrak işlerini halledip hastayı yerleştirmek kaldığında Nilüfer teyzesine haber verdiler. Nilüfer teyze açıklayamadı durumu Hakan’a. Onun, İtalya’ya gitme isteğini bildiğinden onu kullandı bahane için. Yakında İtalya’ya gideceklerini bu yüzden eşyalarını toparlamalarını, bavulları düzenlemeleri gerektiğini söyledi. Safcağızımız Hakan hemen inandı teyzesine, sorgulamadı bile hiçbir şeyi. Hatta yardımcı bile oldu ona. Ama bebek malzemelerinin bulunduğu dolaba dokundurtmadı teyzesine. Teyzesi bir hafta sonra döneceklerini söylemişti çünkü hata yapıp. Öğlen saat üç olduğunda annesi ve babası bavullarını arabaya yükledi. Nilüfer teyze bu bebek malzemelerini söylediğinde ise annesi “Siz de kalabilir Nilüfer abla.” dedi ve bu uzun süredir onlarayardım ettiği için kendisine uzun uzun teşekkür etti. Hakan’ın babası, Nilüfer ablanın elini öpüp sıkı sıkı sarıldı. Nilüfer abla gibilerinin zor bulunduğunu biliyorlardı bu dünyada. İyiliği en önde tutan kişilere büyük saygı

duyuyorlardı çift olarak. Nilüfer teyzeyi de Hakan’ı bırakmak için davet ettiler aralarına. Nilüfer teyze ise istemedi bunu “Dayanamam ağlarım ben!” dedi. akan, İtalya’ya gideceği sevinci ile atladı arabaya ağzı kulaklarına değiyordu, çok mutluydu. Karısını da yanına otutturmuştu, elini tutuyor sırıtıyordu. Araba uzaklaşırken Nilüfer teyze el salladı arkalarından. Sık sık Hakan’ı ziyarete gideceğini, ondan çok uzak kalamayacağını biliyordu Nilüfer teyze. Hakan’ın aldığı bebek malzemelerini mahalledeki ikinci el dükkanına bıraktırdı oğluna. Kıyafet dolabına koyduğu bebek kıyafetini ve ayakkabılarını ise kendisi gidip verdi. Hakan’ın zevkleri tartışılmaz derecede güzeldi, seçtiği ayakkabıları dükkan sahibi vitrinin önüne koydu, üzerindeki kağıtta ise ürün tanıtımı olarak “Satılık bebek ayakkabısıı: Hiç kullanılmamış” yazıyordu. YAĞMUR ‘UN ALEV’İ İLAYDA KARAYİĞİT 12/ B Nisan ayında havanın bu kadar sıcak olması şaşırılacak gibiydi. Alev, evinde oturup bilgisiyarından yazdığı blogları okuyor, bir dahaki rotasını düşünüyordu. Birden internette önüne bir reklam çıktı. Ekranda, bir balıkçı kasabasına tur düzenleniyor ve turla ilgili bilgiler içeren bir de klip yayımlanıyordu. Alev hemen numarayı arayıp bir kişilik kayıt yaptırdı ve kalkıp ertesi gün çıkacağı tur için çanta hazırlamaya başladı. Sabah, evini kilitleyip sırt çantasıyla turun kalkacağı yerde diğerleriyle buluştu. Küçük bir tekneyle toplam on iki kişi bir kasabaya indiler. Herkesin birbirini tanıdığı küçük, samimi sahil kenarı bir kasabaydı burası.Burada fotoğraf çekmeye değer çok yer vardı ve bir karar verdi, geldiği turla dönmeyeceğini ve burada birkaç gün daha kalacağını söyleyerek akşam dönen tekneye binmedi. Kasabada bir tane pansiyon vardı ve bulması zor olmadı, gidip bir oda kiraladı. “Çıkayım biraz bakalım, bu güzel kasabada ne yiyebilirim?” Odasını kilitledi. Güzel bir elbise giymişti, bir elinde cüzdan bir elinde ceketle kasabanın merkezindeki restorana geldi. Balık sipariş etmişti ki restoranın girişine bir balıkçı teknesi yanaştı. Tekneden üç balıkçı indi, biri yaşlıca bir adamdı diğer ikisi gençti. Herkesin selam verdiği balıkçılardan genç olanlar, ellerinde kasalarla restorana girdiler. Alev, kapıya karşı oturduğu için onları izliyor, herkesin bu kadar sevecen ve samimi olması onu gülümsetiyordu. Gençlerden biriyle göz göze geldi ve ikisi de birbirine bakakaldı. Bakıp kaldığı genç ,Yağmur reisti. Salata getiren genç kadına : -Balıklar da taze geliyor sanırım ne hoş! Genç kadın: -Evet, her zaman balıklarımız tazedir, eee ne de olsa bir balıkçı kasabası... Alev kendini tanıttı. Adının Sedef olduğunu öğrendiği genç garsonla tebessüm ederek tatlı bir sohbete başladılar Sedef : - Kasabamız çok güzeldir, küçük de bir yerdir, istediğin kadar kalabilirsin, hatta yarın istersen seni kasabamızla tanıştırırım. Alev: -Olur, çok isterim, burayı çok sevdim... Sanki, sanki burası bana başka bir huzur verdi, burada beni çeken bir şey var, hiç gidesim gelmedi.. O akşam Alev, Sedef'le tanışıp yemeğini yedikten sonra restorandan çıktı, pansiyona yürümeye başladı. Odasının anahtarını masada unuttuğunun farkında bile değildi.

Yağmur reis,Sedef'e Alev'i sorarken masadaki anahtarı fark edip restorandan fırladı. Pansiyona doğru yürüyen Alev'i gördü ve seslendi: - Pardon bakar mısınız, Alev siz misiniz, bekler misiniz? Akşam saati arkasından birinin koştuğunu görünce hem ürkmüş hem şaşırmıştı. Durup bekledi . - Aaa siz restorandaki balıkçısınız, bir sorun mu var? - Anahtarınızı unutmuşsunuz, sanırım pansiyonda kalıyorsunuz ama fark etmeseydim sokakta kalacaktınız valla, dedi gülümseyerek. İkisi de gülmeye başladı - Haklısınız, teşekkür ederim, farkında bile değilim. Ben Alev. Elini uzatmış, Yağmur da uzatılan eli tutmuş birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı. Pansiyona yürürken biraz sohbet ettiler ve yarın buluşup yemek yiyip birbirlerini daha iyi tanımak için sözleştiler. Ertesi akşam Sedef ,Alev, Yağmur ve Sedef'in nişanlısı -aynı zamanda Yağmur'un çocukluk arkadaşı ve kan kardeşi- Ahmet restoran kapandıktan sonra güzel bir sofra hazırlayıp hem yemek yiyip, hem de tatlı bir sohbete başladılar. Hepsi onu çok sevmişti, yıllardır tanıyorlarmış gibi hemen aralarına almışlardı onu. Birlikte güzel birkaç gün geçirdiler, Alev hiç dönmek istemiyordu ama parası bitmek üzereydi. Pansiyona verecek parası da kalmamıştı. O akşam Sedef'le konuşurken restorana yardımcı bir eleman aradıklarını duydu. Burada kalmak istediğini ama işe ihtiyacı olduğunu söyledi. Sedef de çok sevinip birlikte çalışabiliriz, diyerek onu işe aldı. Restoranda çalışmaya başladı ve kasabalı Alev'e alıştı,o da kasalılara alıştı. Herkes zamanla onu tanıdı, sevdi. Bir ay sonra Sedef'le Ahmet'in düğünü geldi çattı. Kasabanın meydanında akşama düğünleri vardı. Odasında hazırlandı, odasından düğüne gitmek için çıktığında sokakta onu bekleyen Yağmur'u gördü. Düğün yerine vardıklarında Ahmet’le Sedef dans ediyordu. Alev,Sedef’e;Yağmur Ahmet’e sarılıp onları kutladıktan sonra oyun havası çalmaya başladı.Herkes oyun havasının ritmine kapılmıştı.Derken birden zeybek çalmaya başladı,herkes oturdu,sahnede sadece Yağmur’la Alev kaldı. Yağmur, zeybek oynamaya başladı,gözlerini Alev’den alamıyordu.Herkes çember olmuş onları izliyordu .Alev, utanmış bir yandan da Yağmur’la bakışırken herkesi unutmuştu. Onlar böyle oynarken herkes anlamıştı artık birbirlerine aşık olduklarını.Sedef’le Ahmet onları birbirine yakıştırmaya başlamıştı uzun zamandır. Ertesi gün Yağmur, Alev'i tekneye davet etti, denizin ortasında açıldı ona. İlk gördüğü andan beri beğendiğini, hatta onu sevdiğini söyledi. Cebinden çıkardığı yüzükle evlenme teklifi etti. Alev, denizin ortasında şaşkınlıkla öylece Yağmur'a bakıyordu.Yağmur'un bir cevap beklediğini fark edince coşkuyla “Evetttt!!” diye bağırdı. Yağmur, sevinçle kalkıp sarılmak isteyince ikisi de denize düştü. Islanmışlardı ama gülüyorlardı. Kasabaya dönüp mutlu haberi verdiler. Çok geçmeden bir ay içinde çok samimi bir düğün yaptılar kasabada. Deniz kenarındaki bu kasabaya, tekneyle on dakika uzaklıktaki evlerine yerleştiler. Mutlu geçen birkaç ayın sonunda Alev'in üzerine bir halsizlik, bir durgunluk çökmüştü.. Ne yaptılarsa geçmedi. Bir gün Yağmur reis,Alev’i alıp hastaneye götürdü.Tahliller,testler derken Alev’in hamile olduğunu öğrendiler.Yağmur ilk şoku atlatınca mutluluktan çıldıracak gibi oldu.

Kasabaya yüzlerinde büyük bir mutlulukla döndüler,bu haberi arkadaşlarıyla birlikte kutladılar.Bütün kasabalı onun üstüne titriyor,ona iyi bakıyordu. Bir gün Yağmur, yanaştığı bir iskelede inip çarşıda dolaşırken bir bebek mağazası gördü.Vitrinde gördüğü bir çift bebek ayakkabısını çok beğenip aldı.Hevesli ve heyecanlı bir şekilde akşam kasabaya döndü. Balıkları restorana bırakıp eve gitti.Aldığı ayakkabıları Alev’e gösterdi.Alev çok beğendi bu minik ayakkabıları.O akşam evlerinin önündeki iskeleye oturup denize bakarak çocuklarıyla ilgili hayal kurdular. Doktor bebeğin cinsiyetinin kız olduğunu söyleyince Yağmur, kız babası olacağının gururuyla gezmeye başladı.Alev, kızının adını Nehir koymak istiyor,Yağmur ise Defne… Hamileliği iyi ve sorunsuz geçiyordu, bir gün restorandayken Sedef’e biraz dolaşacağını söyleyip öğle saatlerinde ayrıldı kasabadan. Yağmur reis, başkasının yanında balığa çıkmıştı o gün..O yüzden kendi teknesi kıyıdaydı. Tekneyi çalıştırarak kocasıyla birlikte gittikleri küçük koya gitti.Saklı bir cennetti o koy. Koyda Yağmur’a bir sürpriz hazırlıyordu aslında.Koya demirlediği küçük bir kayık; kayığı yeniliyor,bakım yapıyor,boyuyor,üstüne isimlerini ve kızlarının isimlerini yazıyordu.Arada sırada gelip tekneye boyayla desenler çiziyor,ona olan aşkını,kesişen yollarını düşünüp şükrediyordu. O gün kayığa bakım yaparken kayığın neredeyse bittiğini sadece motorun bağlaması kaldığını fark etti. Kayığın motoruyla uğraşırken iskeleden ayağı kaydı ve motorun üzerine düştü,düşerken bağırsa da kimse duymadı Motorun demiri karnına saplandı ve kayığın üstüne düştü, bayılıp kaldı. Akşam, Yağmur reis seferden dönünce Sedef’e Alev’i sordu.O da öğlen gittiğini hala dönmediğini söyledi. Hemen tekneye atlayıp evlerine geldi ama Alev evde değildi.Biraz düşündü ve aklına koyları geldi. Koya yaklaştığında renkli güzel bir kayık gördü,bir yandan da seslendi ama cevap yoktu.İskeleye yanaştığında onu, kayığın içinde kanlar içinde ve baygın buldu. Korktu ve bağırarak ağlamaya başladı ama onu yavaşça kendi teknesine yatırdı ve hastaneye götürdü. Yolda da Sedef’le Ahmet’e haber verdi.Kasabalılar haberi alınca ağlamaya ve dualar etmeye başladı.Alev için çok ama çok geçti artık. O kadar kan kaybıyla ve aldığı darbeyle bebekleri de ölmüştü.Ahmet’le Sedef hastaneye geldiklerinde Yağmur reis tepkisizdi ne ağladı ne de konuştu. Sedef ağlarken Ahmet de cenazeyi alma işlerine koşturdu. Yağmur reis tekrar koya gitti ve kanlar içindeki kayığa baktı,kayığın etrafında dolaşırken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.Yerde gördüğü zımparaları,fırçaları alıp karısı tutuyormuş gibi sarılmaya başladı.Birkaç saat ağladıktan sonra eve geri döndü.Evde masanın üzerinde duran bir çift bebek ayakkabısıyla karısının saçına bağladığı bandanayı gördü,bandanayı alıp bileğine bağladı.Kokladı,kokladı… Bebek yakkabılarını alıp kasabaya gitti. Kimseden tek çıt çıkmıyordu,herkes yaşlı gözlerle ona bakıyordu.Herkes onun acısına ortak olmak istiyordu. Ayakkabıları alıp kasabadaki bebek butiğine girdi.Kadın bebek ayakkabılarını görünce kendini zor tuttu ağlamamak için. Yağmur reis cenazeyi defnedene kadar ruh gibiydi.Karısını ve doğmamış kızını toprağa vermek, bu acıya katlanmak dayanılır gibi değildi. Cenazeden sonra özel koylarına gitti,karısının elleriyle yaptığı kayığı çalıştırdı ve içene atlayıp açıldı,çapayı alıp ayaklarına bağladı,kendini denize bıraktı. Saatler geçti herkes Yağmur reisi merak etmeye başladı.Ahmet, her yere haber saldı,herkes teknelerle açıldı ve onu aramaya başladı. Birkaç gün sonra kayığı akıntıyla sürüklenirken buldular fakat sadece kayıkta bir not bir de Alev’in bandanası vardı. Ahmet notu okudu:

“Şu hayatta bir karım vardı,bir kızım olacaktı,onu da kader benden kopardı. Şu içinde karımın kanı olan kayık yüzünden… Bu bandanada karımın kokusu var. Ne karımın olmadığı o evde yaşarım ne de doğmayan kızımın izlerini taşıyan,büyüdüğüm o kasabaya sığınabilirim… Beni bir tek deniz sarabilir artık… Hakkınızı helal edin hem bana hem karıma… “ Bütün kasabalı bu olaydan sonra ne Alev’i unutabildi ne de Yağmur reisi.Senelerce adları anıldı,ruhlarına iyi dilekler göndermeye devam edildi. KIRMIZI AYAKKABI ELİF YEŞİLYURT 12/B Bugün okul çıkışı beni yine babam almaya geldi.Demir kapının önün de onu beklediğimi görünce, hemen gülümseyip yanıma geldi. Kolumdaki çanta yerine kullandığım bezden pembe poşeti alıp yanaklarımı öptü.Gülümsemesi buruktu, belli ki bugün de sabahtan aksama kadar iş aramış, bulamamıştı.Bu durum neredeyse bir yıldır böyleydi. Her sabah erkenden uyanır ,bize hissettirmeden evden çıkar, çöpleri karıştırır bulduğu kağıt, plastik,kartonları satar;bize ekmek getirirdi. Beraber kahvaltı ettikten sonra beni okula bırakır, sonra da iş arardı ama iş bulmak hiç kolay değildi. Bugün de durum böyleydi belli ki . Çantamı aldıktan sonra okula yarım saat uzek olan evimize gitmek için yola koyulduk.Evde bizi yeni doğum yapmış lahusa annem ve yeni doğmuş kardeşim bekliyordu. Acaba ne yemişler, ne yapmışlardı,okulda tek derdim bu oluyordu çünkü benden başka anneme bakacak kimse yoktu. Aklımda bu düşünceler dolanırken babamla muhabbet etmeye başladık. Okulda neler yaptığımı, arkadaşlarımla aramın nasıl olduğunu sordu.Okulda pek bir şey yapmıyordum sadece derslerimi dinleyip not alıyordum. Arkadaşlarım zaten benimle hep dalga geçiyordu. Saçlarımın kötü olduğunu ,ayakkabılarımın yırtık olduğunu söyler, gülerlerdi. Ona rağmen babama \"Arkadaşlarımla aram çok iyi .\"dedim çünkü onu üzmek istemiyordum. Yeteri kadar derdi vardı babamın. Yolu yarılamıştık. Bir yandan babamla sohbet ederken diğer yandan cadde üzerindeki dükkanlara bakıyordum. Birden gözüm ayakkabı dükkanının vitrinine takıldı. Kırmızı bir bebek ayakkabısı gördüm. Cırt cırtları simli, arkasında fiyongu olan parlak bir ayakkabıydı bu. Aklıma hemen kardeşim geldi.Bu ayakkabı onun küçük ayaklarına çok yakışırdı.Durumumuz olmadığı için ona kıyafet bile alamamıştık. Komşularımızın verdiği eski bebek kıyafetlerini giydiriyordu annem. Hiç yeni kıyafeti, ayakkabısı ya da eşyası yoktu. O yüzden ona bu tertemiz, hiç giyilmemiş ayakkabıları almak istedim. Konuşma sırasında babamın kolunu çekiştirmeye başladım. \"Baba!baba!Vitrine bak çabuk! Şu kırmızı ayakkabılar ne kadar güzel değil mi?\" Babam bir an duraksadı sonra da; “Evet ,kızım çok güzellermiş, gel içeriye girip bakalım istersen.\" dedi. O an dünyalar benim oldu, hemen dükkanın içine girdik ayakkabıyı incelemeye başladık. Satıcı adamın garip bakışları vardı.Sanki ayakkabıyı alıp kaçmamızdan korkmuş gibi direkt kapının önünde durup memnuniyetsiz bir tavırla \"Yalnız onlar yeni geldi efendim fiyatı da 100 lira. İsterseniz daha uygun fiyatlı bir şeyler bakabilirsiniz.\" diyip köşede sepetin içindeki renkleri solmuş , tozlu ayakkabıları

gösterdi.Babamla birbirimize baktık; ben yüzümde gidelim, anlamına gelen bir ifadeyle başımı salladım. Daha sonra da teşekkür edip çıktık. Caddede biraz yürüdükten sonra bizim eve giden topraklı yola sapmıştık sonunda. Evimize az kalmıştı.Yol boyunca babamla hiç konuşmadık. Ayakkabıları alamadığımız için üzülüştüm, evet ama o satıcının bize olan tavrı beni daha çok üzmüştü. Ben bunları düşünürken eve varmıştık bile... Bahçenin gıcırdayan demir kapısını açtık ve evimizin eski yumuşamış tahta kapısına gelip üç kere tıkladık. Tahminen beş dakika sonra açıldı kapı, annem hastaydı ve zor hareket ediyordu o yüzden beş dakika bizim için kısa bir süreydi. Annem \"Hosgeldiniz!\"dedi. Hemen koluna girdim annemin, yatağına gitmesine yardımcı olmak için yavaş yavaş ilerledik ve yatırdım annemi. Kardeşim de yanında mışıl mışıl uyuyordu. Minik bir öpücük kondurdum yanağına,o sırada annem de benim yanağıma bir öpücük kondurup \"Nasıl geçti annesinin bir tanesinin günün?\" dedi. İçim biraz buruktu ama bir şey belli etmedim. “Çok güzel geçti, canım anneciğim!\" dedim. Sonra annemi, babamı ve kardeşimi odada bırakıp çantamı da alıp kendi odama gitmek için kalktım. Koridorun en sonundaki oda benimdi. Odama girip yatağıma uzandım ve gözlerimi tavandaki rutubetli bir noktaya sabitleyip ayakkabıyı nasıl alabileceğimi düşündüm durdum tüm gece. Sonra ders programımı hazırlamak için kalktım yatağımdan, programdaki resim dersini görünce öğretmenimle konuşmam geldi.Aklımda bu düşünceyle uyuyakalmışım. Sabah her zamankinden daha heyecanlı bir şekilde uyandım, hazırlandım ve koşa koşa çıktım evden.Onca yolu tek nefeste koşup okula vardım. Sınıfta heyecanla Ayla öğretmenin gelmesini bekliyordum. Sonunda geldi. \"Günaydın çocuklar!\" dedi. Biz de ayağa kalkıp hep bir ağızdan \" Günaydın öğretmenim!\" diyerek yanıt verdik ve yerlerimize oturduk.Ben tam aklımdaki konuyu konuşmak için öğretmenimin yanına gidecektim ki öğretmenim bize bir duyuru yapacağını söyledi. Merakla başladım onu dinlemeye \" Evet, çocuklar size bir haberim var. Milli Eğitim Bakanlığından bugün bir yarışma ilanı geldi, yarışmanın konusu \" Benim Bir Hayalim Var\".Büyük bir sergi düzenlenecek ve bu sergi halka açık olacak, birinci olana bir tam altın ikinci olana bir yarım altın ve üçüncü olana ise çeyrek altın hediye edilecek. Resimlerinizi satın almak isteyenler olursa da satışı gerçekleşecek. Yarışma üç gün sonra gerçekleşecek. Katılmak isteyenler bana isimlerini yazdırsınlar .\" Daha öğretmenimle konuşmaya gitmeden fırsat ayağıma gelmişti. Bu yarışmaya mutlaka katılmam lâzımdı. Resim dersine inanılmaz bir ilgim vardı. Güzel resimler çizebilirdim . Öğretmenimin duyurusu bitince yanına giderek ismimi yazdırdım.Şimdi geriye bir hayalimi, resme dökmek kalmıştı. Ne çizeceğimi bulmak çok zor da olmadı benim için. Dün vitrinde gördüğümüz o, yepyeni, ışıl ışıl kırmızı ayakkabıyı çizecektim. İsmimi yazdırdıktan sonra koskocaman bir tuval verdi öğretmenim. Aldım tuvali ve arka sıraya geçip kırmızı bebek ayakkabılarını çizmeye başladım.Boyamak için de babamın birkaç gün önce çöpten bulduğu yeni ama kırılmış boyaları kullanacaktım. Onlar da işimi görürdü. Okul çıkışı her zaman olduğu gibi beni babam almaya geldi.Koşarak gidip ona sarıldım. O da benim yanaklarımdan öptü ve elimdeki tuvali sordu. Resim yarışması olduğunu,ona katıldığımı söyledim. Bütün yol boyunca ona heyecanlı heyecanlı ne resimi çiziceğimi, kazanırsam o parayla ne yapacağımı anlattım. Derken eve geldik . Yemeğimi yedikten sonra anneme yardım ettim.Daha sonra da annemin ve kardeşimin yanaklarından öptüm, odama geçtim.

Resmimi çizmeye devam ettim. Resmimin kusursuz olmasını istiyordum. Renkleri karıştırıp,canlı bir kırmızı renk elde ettim. Başladım resmi boyamaya. Çizdiğim ayakkabı vitrindekinin aynısı olmuştu. Tüm gece heyecandan uyuyamadım. Sabah olunca da Ayla öğretmenime resmimi teslim etmek için koşarak okula gittim. Ayla öğretmenimi bulup resmimi teslim ettim. Öğretmenim çok beğendiğini söyledi. Çok mutlu oldum ve resmin sergilemmesini heyecanla bekledim. Aradan iki gün geçti, beklediğim gün gelmişti. Bugün resmim sergilenecekti. Çok heyecanlıydım.”Acaba insanlar beğenecekler miydi?\" Umarım kazanırım bu yarışmayı. Kazanırsam hemen o kırmızı bebek ayakkabılarını satın alır, annemi babamı sevindirirdim.İnsanlar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Resimler sergilenmeden önce dokuz kişilik bir kurul tarafından yarışmanın kazananları belli olmuştu bile. Sergiye veliler, tüm öğretmenler, zengin iş adamları ve şehrin ileri gelenleri de katılmıştı. Ömrümde hiç bu kadar çok insanla bir arada bulunmamıştım. Çok heyecanlıydım. Bir adam, benim resmimin önünde uzun bir süre durdu,arkadaşları ile konuştu, bir şeyler düşündü. Daha sonra Ayla öğretmenimi yanına çağırdı. Ben de öğretmenimin arkasından gittim. Adam \" Bu güzel resim kime ait?\" dedi. Öğretmenim beni göstererek \" O resmin sahibi İkra Nur efendim.\" dedi. O an kıpkırmızı oldum . Adam bana bakarak \" Merhaba tatlı kız, deminden beri resmine bakıyorum ama anlayamıyorum. Resim sergisinin konusu \"Benim Bir Hayalimi Var\" ama senin resmin diğer resimlerden çok farklı. Bu çizdiğin ayakkabılarla ne anlatmak istedin acaba? Biraz bahseder misin?\" dedi. O an ki heyecanla şu kelimeler döküldü dilimden .\"Evet, efendim benim resmim diğer çocuklarinki gibi neşeli, cıvıl cıvıl, umut dolu değil belki ama benim de hayalim yeni doğmuş kız kardeşime bir çift bebek ayakkabısı alabilmek.\" dedim. Adam \"Anladım canım teşekkür ederim. Bizi biraz Ayla hocamla yalnız bırakabilir misin?” Ben de peki efendim , diyerek ordan ayrıldım. Bir köşede oturup yarışmanın kazananı açıklanmasını beklemeye başladım. Salon iyice dolmuşta. Salonun dolmasıyla birlikte benim de heyecanım katlanarak artıyordu . Sonunda sunucu sahneye çıktı. Hayallerin ne kadar önemli olduğunu, hayalsiz bir bireyin rotasız bir gemi gibi savrulup gideceğinden bahsettikten sonra sözü Belediye başkanına bıraktı. Belediye başkanı ufak bir konuşma yaptıktan sonra sıra geldi yarışmanın kazananlarını açıklamaya. Sunucu yarışmanın kazananlarını sondan başlayarak açıklayacağını söyledi. Minik bir heyecan yarattıktan sonra \"Yarışma üçüncüsü Şule !\" dedi. Alkışlar eşliğinde Şule koşarak sahneye çıktı. Sunucunun hemen yanında durdu. Sıra ikinciyi açıklamaya geldi. \"Yarışma ikincisi Mehmet! \" dedi. Mehmet de koşarak sahneye çıktı. Herkes onları alkışlıyordu, benim ise heyecandan ellerim titriyordu. Son olarak birinciyi açıklamak için sunucu mirafonu eline aldı. Kalbim küt küt atıyordu. Eğer kazanırsam resmini çizdiğim ayakkabıları satın alacaktım. Sunucu yüksek bir sesle “Yarışmanın birincisi İkra Nur’ \" dedi ve o an hiç olmadığım kadar mutlu oldum. Sevinçle Ayla öğretmenime sarıldım. Sonra hızla sahneye çıktım. Sunucu elimi sıktı, tebrik etti. Çok mutluydum sonunda hayalim gerçek olmuştu. Belediye başkanı ödülleri vermek üzere sahneye çıktı.

Hepimizi teker teker tebrik ettikten sonra ödüllerimizi verip güzel bir konuşma yaptı. Ödülümü alıp Ayla öğretmenime sarılmaya gideceğim zaman arka sırada babamın oturduğunu ve ağladığını gördüm. Koşa koşa yanına gidip babama sarıldım. Sergiye gelmeyeceğini söylemişti fakat bir fırsat bulup gelmişti belli ki . “Baba bak artık o ayakkabıyı alabiliriz. Hatta evimize yeni yiyecekler, anneme de bir hediye alabiliriz.” dedim. Babam bana tekrar sarıldı. Daha sonra Ayla öğretmenime teşekkür edip sergiden ayrıldık.Sonraki işimiz tabi ki ayakkabıcıya gitmek oldu. O parıl parıl parlayan kırmızı bebek ayakkabılarını kardeşim için satın aldık. Yarışma da kazandığım tam altını para ödülü olarak aldığım için kuymcuya gitmemize gerek kalmamıştı. Babamla muhabbet ederek evin yolunu tuttuk. Eve geldiğimizde hiç tahmin edemeyeceğimiz bir şeyle karşılaştık. Evimizin o yıkık dökük eski eşyalarından eser yoktu. Onlar gitmiş yerlerine yenileri gelmişti. Rutubetli tavanımıza kireç bile sürülmüştü. Her yer yepyeni gözüküyordu. İçeri girdiğimizde annemin ağlamaklı olduğunu gördük. Babamla merak içinde annemin yanına oturup sorduk. “Kim yaptı bunu? Ne zaman yaptı?” Annem yardımsever bir iş adamının gelip tüm evi yenildiğini, para yardımı yaptığını ve benim içinde büyük bir hediye paketi bıraktığını söyledi. Kardeşim için aldığım ayakkabıları anneme verip odama geçtim. Hediye paketini açmaya başladım. İçinde çok güzel bir çanta, kalemlik, defterler ve birkaç tane yeni kıyafet vardı. Daha sonra içinden bir kutu daha çıktı, onu açtığımda ise gözlerime inanamadım içinde çizdiğim ayakkabıların aynısı vardı. Tam ayağıma göreydi. O kadar mutlu oldum ki ömrümde ilk defa böyle güzel bir gün yaşamıştım. Salona geçip anneme babama ve kardeşime sımsıkı sarıldım. O günden sonra hayal kurmayı asla ama asla bırakmadım. HİÇ GİYİLMEYECEK BESTE EYLÜ DİKEÇ 12/D Sonbahar aylarının ortasıydı ve havalar yeni yeni soğumaya başlamıştı. Evlerinin bulunduğu yer şehrin en soğuk yeriydi. Doğacak bebeğinden başka kimsesi de kalmamıştı, eşi daha aylar önce borçla aldığı arabayla bir trafik kazasında ölmüştü. Kalbinde hem eşinin acısını hem de doğacak bebeğinin heyecanını yaşıyordu. Kızı daha doğmadan hayattaki en büyük acılardan biriyle karşılaşmış, babasız kalmıştı. Varlığıyla destek olacak, onu koruyacak bir figürün yokluğuyla büyüyecek, annesi ne kadar çabalarsa çabalasın eksikliğini hissedecekti. Genç anne, bir bebek dünyaya getirmek ve onu büyütmek zorundaydı. Nasıl olacaktı bu? Geçimini sağlayabilmek ve eşinin yaptığı borcu ödeyebilmek için bir şeyler yapmalı, doğuma kadar bir şekilde memleketine dönmeli, orada yeniden düzenini sağlamalıydı. Borcu ödeyebilmek için evdeki tüm eşyaları sattı. Hiçbir şeyi kendine saklayacak lüksü yoktu. Hatta annesinin çeyizi için özenle işlediği oyaları bile. Kadın yalnızca anılarının geçtiği eşyalarını değil hayalini kurduğu geleceği de satmak zorunda kalmıştı. Eşyaları evden taşımaya geldiklerinde çok duygulanmıştı çünkü bu eşyaların her birini kocasıyla beraber beğenerek almışlardı ve hepsinde bir anısı vardı. Bütün anıları bir bir gözlerinin önünden geçerken gözlerinden yaşlar süzüldü.

Taşımacılar eşyaların hepsini götürdükten sonra evin içi bomboş kaldı. Eşyaların yokluğundan evin içinde attığı her adım kulaklarında gürültüyle yankılandı. Evi artık kocaman gelmişti gözüne tek başınaydı ve korkuyordu. Bütün parayı eşinden kalan borcu bitirmek için harcadı. Elinde kalan tek şey eşinin bebeğine almış olduğu ama bebeğinin hiç giyemeyeceği bebek ayakkabıları oldu. Yenidoğan bir bebeğin ayakkabı giyemiyeceğini biliyordu onu satmak istemiyordu fakat bebeğine onu giydiremeyeceğinin de farkındaydı. Memleketine gitmek için ayakkabıları satıp yola çıkamaya karar verdi... Ayakkabıları alıp evden çıktı. Bir bebek eşyaları satan dükkanın önüne geldi hiç istemese de bu ayakkabıları verip bilet parası almalıydı. İçeri girdi. İçeride dükkan sahibine bilet almak için paraya ihtiyacı olduğunu ve satabileceği tek eşyanın doğmamış bebeğinin ayakkabıları olduğunu anlattı. Kadının haline üzülen satıcı ona para vermeyi teklif etti ama genç kadın bu teklifi kabul etmedi. Hak etmediği bir parayı kabul edemezdi. Satıcı üzülerek de olsa ayakkabıları almayı kabul etti ve hamile kadına hakkı olan parayı verdi. Sonra da ayakkabıyı vitrine koyması için bir çalışanına uzattı. Hamile kadın dükkandan çıkarken gözlerini ayakkabılardan ayıramamıştı. Dışarıda, dükkanı gören bir köşedeki banka oturdu ve işte oradaydı. “Bebek ayakkabıları. Satılık. Hiç giyilmemiş.” Gözleri tekrar doldu ama kendini toparlayıp cebindeki parayı sıktı avucunda ve kalkıp tren garına doğru yürümeye başladı.

BEN, SERİ KATİL YAZAR: STEPHANBOURGOIN ÇEVİRMEN: LEVENT BAŞARAN YAYINEVİ: KIRMIZI KEDİ “Eğer zahmet edip de tüm cinayetlerimi ayrıntılı olarak incelerseniz, yaşamım boyunca tek bir temel ilkeyi izlediğimi görürsünüz: en zayıflara, en savunmasızlara ve en tedbirsiz olanlara saldırmak. ‘’ SAYFA 14 CARL PANZRAM’IN SÖZLERİ İşte size farklı zamanlardan, farklı ülke ve coğrafyalardan; sayısız insanın canına kıyan on iki farklı katil, sübyancı, nekrofili, yamyam ve caninin itirafları... Yazdıkları ve hatta çizdikleriyle birinci ağızdan aktardıkları kendi hikâyeleri Stephane Bourgoın; Kriminoloji konusunda uzman polisiye roman yazarı. Fontainebleau’deki Ulusal Jandarma Okulu’nda on iki yıldan fazla öğretmenlik yaptı. Seri cinayet kurbanları (VİES) adlı derneğin kurucusudur. Aynı zaman da kitapçılık yapan Bourgoın, 1972’den bu yana, Avrupa’da polisiye romana ayrılmış ilk kitapevinin de sahibidir. Ben kitabı çok beğendim çünkü katillerin kendi yazdıklarının ve çizdiklerinin kitaba konulması güzel bir ayrıntı. Bu tarz kitaplarda genelde çok fazla alıntı olmuyor ama Ben Seri Katil kitabının neredeyse yarısı katillerin kendi yazdıklarıyla/itiraflarıyla dolu. Cinayetlerin nasıl işlendiğini anlatan kısımlar hassas kişiler için rahatsız edici olabilir. Anlaşılır, sade bir dil ile yazılmış ve kafa karıştıracak çok ayrıntı yok. Polisiye-inceleme türünde roman sevenlere önerebileceğim bir kitap. IRMAK SORKAN 11/C

ANA YAZAR: MAKSİM GORKİ ÇEVİRMEN: ERGİN ALTAY YAYINEVİ: ODA YAYINLARI ‘Eskiden hırsızları hapse atarlardı, şimdi doğru konuşanları' 'Uyan ey halkım, ezilen halkım uyan Yürüyelim eldeki bayrakla Yürü ey özgürlüğe susamış üç insan Bizi bekleyen milyonlarca kardeşimiz Zalimler kahrolacak, işte ellerimiz Uyan ey özgürlük ve mutluluk için uyan' Maksim Gorki'nin “Ana “romanı Rusya Devrimi’nde geçer. Halkın hakkını aradığı, işçilerin, şehirlilerin ve köylülerin bir olduğu bir dönemdir. Kitapta anlatım sadedir, dil yalındır. Kitabın ana karakteri olan Pavel, annesi Palegya ve genellikle arkadaşlarının yaptıkları eylemleri anlatır. Pavel, babası öldükten sonra değişerek sosyalizme yönelir. Kitap okumaya başlar ve evinin bir bölümünü kitaplara ayırır. Zamanla evine onunla aynı düşüncede olan insanlar gelmeye başladıkça Ana, bu duruma anlam veremez ve Pavel'a sorar. Pavel annesine durumu anlatır. Ana ilk başta korksa bile sonradan onların içine girer… YAĞMUR ÇALIŞKAN 10/A SEFİLLER YAZAR: VİCTOR HUGO ÇEVİRMEN: YADİGÂR ŞAHİN YAYINEVİ: SİS YAYINCILIK “On dört yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam altı ay bedava ekmek verdiler. Hayatın adaleti budur.” “İyi olmak sadece doğal olmakken neden herkes rol yapıyor?” Victor Hugo'nun “Sefiller” romanında kürek mahkûmu olan Jan ve polis müfettişi Javer arasında geçen bir öyküdür. Jan varlıklı olmayan bir köylüdür ve ailesini doyurmak adına çaldığı bir somon ekmekten dolayı kürek cezasına çarptırılmıştır. Toplumsal konuları ve ikili ilişkileri esas almıştır. Dil sade ve yalındır. YAĞMUR ÇALIŞKAN 10/A SIFIR KİLOMETRE YAZAR: BEYZA ALKOÇ YAYINEVİ: İNDİGO “Eyfel ona demiş ki göğe bak İzmir, Ege seni özledi.” İlk kitabı 18 yaşında yayımlanmıştır. İlk kitabı çok sevilen yazarın ikinci kitabı Sınırsız 2016 yılında okurlarıyla buluşmuştur. Yazarın ayrıca 3391 Kilometre ve devam kitabı olan Sıfır Kilometre adında kitapları da bulunmaktadır. İlk romanlarını daha çok aşk üzerine yazan Beyza Alkoç, gerilim, korku ve bilim kurgu türlerine de eserlerinde yer vermiştir. 2020 yılında fantastik ögelerin yer aldığı Kar Küresi kitabı yayınlanmıştır.

En son sevilen eseri, bilim kurgu serisi Karantina’ dır. 3391 kilometre kitabının devamı olan Sıfır Kilometre kitabı İzmir ve Ege'nin kilometreleri aşıp buluşmalarını anlatmaktadır. İzmir, 3391 Kilometre kitabının sonunda Ege'nin yanına taşınmaya karar verir ve yurtdışına çıkar. Sıfır Kilometre kitabı ise buradan sonra başlamaktadır. İzmir, Ege'nin yanına taşındığında oldukça mutludur. Beraber çok güzel anılar biriktirirler ve bir gün İzmir'e telefon gelir… Bu kitabı ilkine göre daha çok beğendim. Hatta çok çok beğendim. Ege ve İzmir’in aşkının olgunlaşmasına, ikisinin de büyümesine şahitlik etmek çok güzeldi. Yazar olayları birbirine çok güzel bağlamış ve daha fazla olayla bizdeki heyecanı da arttırmıştır. FİRDEVS CEYHAN 9/A ÇÖPLÜK YAZAR: ANDY MULLİGAN YAYINEVİ: TUDEM Raphael adındaki çöp toplayıcı çocuk, bir gün en iyi arkadaşı Gardo ile çöpleri ayırırken bir çanta bulur. Çantanın içinde bir kimlik, anahtar, şehir haritası ve küçük bir kızın fotoğrafı vardır. Çantayı bulana para vereceklerini de söyleyen polisler tüm mahalleyi seferber eder ancak çocuklar çantayı vermemeye karar verirler daha fazla bekletirlerse belki de polis parayı artıracaktır. Çantayı saklaması için Sıçan lakaplı bir sokak çocuğuna giderler onun yaşadığı delik öylesine pisti ki kimse çantayı orada aramaya gitmeyecektir. Ancak çantayla ilgili bilgi sahibi olduğu ortaya çıkar ve böylece çantanın sahibinin kimliğini öğrenmek üzere onları ülkenin aşırı yoksul ve aşırı zengin mahallesine götürerek heyecanlı bir macera başlar. Olay önce Raphael, Gardo ve Sıçan gibi sokak çocuklarının daha sonra karşılaştıkları karakterlerin, örneğin yoksul mahalledeki tek okulun rahibi ülkeye gönüllü çalışmaya gelen bir sosyal hizmetli ve diğerlerinin gözünden anlatılmaktadır. Özellikle bizlerin rahat bir biçimde okuyabileceğimiz bir roman. Hızlı temposuyla sürükleyici, kahramanların maceradan maceraya koştuğu anlatımı yalın bir roman. Üç sokak çocuğunun cesareti ve akılcı davranışlarıyla dünyaya karşı verdiği mücadele bizler içinde örnek. Okurken zorlanmadığım, anlatımının akıcılığıyla sizlere de tavsiye edeceğim bir kitap. ELİF YAVUZ 9/A BİR İDAM MÂHKUMUNUN SON GÜNÜ YAZAR: VİCTOR HUGO ÇEVİRMEN: IŞIK ERGÜDEN ORİJİNAL ADI: LE DERNİER JOUR D'UN CONDAMNÉ İdama mahkum olan bir kişinin son günleri anlatılmaktadır. Mahkemede idam cezasına çarptırılan kahramanımızın ölüm korkusu, bir daha yaşayamayacaklarını düşünmeye başlaması ve bu düşünceler nedeniyle yaşadığı pişmanlıklar dile getirilir.

Genç olmasına rağmen ölümü beklediği her dakika onun için bir ömre bedeldir. “Ben, her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim. Sana asla. Çünkü aramızda dağlar, denizler ve benim o kahrolası gururum var.\" Kitabın doğruları yansıttığını ve insanların gerçekleri görmesinde yardımcı olacağını düşünüyorum. Kitabı tavsiye ediyorum. Herkesin okuması ve hâlâ bir yerlerde bunların yaşandığını bilmesi gerekli. Belki bu şekilde değişmeye başlayabiliriz. SUDENAZ AKÇELİK10 /A KELEBEĞİ ÖLDÜRMEK YAZAR: BEYZA AKSOY YAYINEVİ: EPSİLON YAYINEVİ Ada: Bu benim savaşım, senin başlattığın. Varis: Ben, sana bir savaş açtığımı hatırlamıyorum. Ada: Ben senin sessizliğinden darbe aldım. Kitabın kahramanı Ada, öğrendiği gerçeklerle sarsılır ve zengin ailelerinin çocuklarının gittiği ünlü bir liseye kabul edilir. Ama bu lisede yaşayacakları onu daha da derinden etkiler. Yaşadığı zorbalıklar tüm yaşamını etkilemeye başalar. Özellikle okulun öğrencilerinden Varis’le yaşadıkları, onun çok farklı yollara girmesine neden olur. Kitabı tavsiye ediyorum çok akıcı bir dili var. Rahatlıkla okunan bizim de yaşadıklarımıza ışık tutan bir kitap. EYLÜL GÜNEŞ 10/C BAŞKA UMUTLAR YAZAR: ÖZLEM TEZCAN DERTSİZ YAYINEVİ: YAKIN KİTABEVİ “Ailene kendini ispatlama, sınav kazanma telaşı, güzel görünme gerekliliği, yetiştirilecek kurslar... Neyse ki dostluğu, aşkı, şiiri keşfediyor gençlerimiz. Böylece anlam buluyor hayatları.” Özlem Tezcan Dertsiz; çocuk ve gençlik, çocuk öykü ve roman, şiir ve masallar kategorisinde eser veren bir yazardır. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünden mezun olmuştur. Yazdığı eserlerden dolayı birçok ödüllere layık görülmüştür “B'aşka Umutlar” kitabın ismi bile dikkat çekici. İlk gençlik romanı bile olsa hem aşkı hem umut etmeyi ortaya koymuş ve başarılı da olmuş. Soluksuz okuduğum bir kitap oldu. Heyecan ve merak uyandırması nedeniyle sayfa sayısı az da olsa gençleri ve bizlerin sorunları çok net anlatılmış. Farklı şairlerin şiirlerinden eklemesi de ilgi çekici olmuş. Şiirlerle metinle bir bütün oluşturmuş ve bu da okurken iki türün de örneklerini görmemizi sağlamış. Kütüphane raflarımı süsleyen kitaplarımdan biri oldu. B’aşka Umutlar... İlk başta umut etmeyi, umut etmekten vazgeçmemeyi hedefleyen bir kitap olarak düşündüğüm romanda aşk da ele alınmış. En şaşırtıcı noktası da bu oldu benim için. Her öğrencinin hayatındaki sıkıntılar bu kitapta toplanmış gibi. Kitabın kahramanları için bunlar sorun olmaktan çıkmış. Birlik olmayı, başarmayı

amaçlıyorlar. Herkesin kendine göre hayalleri, farklı meslek dallarına ilgilerinin olması da dikkat çekici. Aslında bir yandan bana ayna tuttular. Umut etmekten, vazgeçmemeyi öğrendim. Yorulmuş bile olsam geleceğim ve kendim için çabalamam gerektiğini gösterdi bu kitap ve içindeki karakterler. Karakterlerden Ahmet, benim aynam oldu sanırım. Onun da resimle ilgilenmesi, her ne görürse çizmesi… Son olarak kitaba eklenen ve beni etkileyen söz hayatımın dönüm noktası oldu.” Benim bildiğim umutlar insanı asla terk etmez. Adı Umut olanlar da savaşlarını er geç kazanırlar.” ECRİN KIZILYOL 12A

NOT: DERGİ İÇİN KULLANILAN GÖRSELLER GOOGLE GÖRSELLERDEN ALINMIŞTIR. ADRES: İMBATLI, 6087 SOKAK D:3, 35520 KARŞIYAKA/İZMİR TELEFON: (0232) 365 52 37


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook