rastladığı on yedi Aureliano'dan biri olduğunu sandı; ancak bu Aureliano'ların vaftiz tarihleri kendi yaşına oranla çok eskilere uzanıyordu. Yattığı yerden onu seyreden damar sertliğine tutulmuş papaz, Aureliano'nun şecere çıkmazlarında yolunu yitirdiğini, belirsizliğin dehşetiyle titrediğini görünce haline acıdı, adını sordu. -Aureliano Buendia, dedi Aureliano. Papaz kesin bir tavırla, -Öyleyse boşuna yorulma, diye karşılık verdi. -Yıllarca önce burada o adı taşıyan bir sokak vardı ve o günlerde insanlar çocuklarına sokak adları takma alışkanlığındaydılar. Aureliano hırsından titremeye başladı. -Demek sen de inanmıyorsun, dedi. -Neye inanmıyorum? -Albay Aureliano Buendia'nın tam otuz iki iç savaşta çarpıştığına ve hepsinde yenildiğine. Askerlerin üçbin işçiyi istasyonda kıstırıp makineli tüfekle biçtiğine ve cesetlerin iki yüz vagonluk bir katara yüklenip denize döküldüğüne. Papaz acıyan bakışlarıyla onu süzdü. -Ah oğlum, diye içini çekti. -Şu anda senin ve benim varolduğumuzu kesinlikle bilebilmek yetiyor bana. Böylece Aureliano ile Amaranta Ursula, inandıkları için değil, ama onları dehşete kapılmaktan kurtardığı için sepet masalını kabullendiler. Gebelik ilerledikçe, birbirlerine daha çok yakınlaşıyorlar, bir tek varlık oluyorlar, püf denilse çökecek evin yalnızlığı içinde gitgide tek benlik halinde kaynaşıyorlardı. Evin,
kendilerine yetecek olan pek kısıtlı bölümüne çekilmişlerdi. Fernanda'nın yatak odasında kalıyorlar, yerlerinden kıpırdamadan bakışarak, sevişiyorlardı. Bir de verandanın bir bölümünden yararlanıyorlardı. Burada da Amaranta Ursula oturup doğacak bebeğine başlıklar, patikler dikiyor, Aureliano da bilge Katalonyalıdan arasıra gelen mektuplara karşılık yazıyordu. Evin geri kalan bölümleri, çöküntünün amansız saldırısına terkedilmişti. Gümüş işliği, Melquiades'in odası, Santa Sofia de la Piedad'ın ilkel ve sessiz dünyası, kimsenin girmeyi göze alamayacağı bu evcil ormanın derinliklerinde kalmıştı. Doğanın doymazlığıyla çevrelenen Amaranta Ursula ile Aureliano, ortanca ve begonya yetiştirmeye devam ediyorlar ve insanla karınca arasındaki yüzyıllık savaşın son siperlerini kireçle kazarak savunma hatlarını hazırlıyorlardı. Uzun ve bakımsız saçları, yüzüne basan gebelik lekeleri, bacaklarının şişmesi, bir zamanlar sevişirken kıvranan incecik bedeninin bozulması, Amaranta Ursula'yı talihsiz kanaryalarla ve sevginin tutsağı kocasıyla birlikte eve ilk geldiği zamanki gençlik dolu halinden uzaklaştırmış, ama ruhunun canlılığını, delifişekliğini değiştirmemişti. - Amma da boktan iş ha! diye gülüyor, -kim derdi ki sonunda gerçekten yabaniler gibi yaşayacağız! diyordu. Gebeliğin altıncı ayında aldıkları ve bilge Katalonyalıdan gelmediği ilk bakışta anlaşılan mektubun gelmesiyle, onları dünyaya bağlayan son bağ da koptu. Barselona'dan postalanmıştı. Zarfın üzeri beylik mürekkeple ve resmi bir elyazısıyla yazılmıştı. Kötü haberlere özgü kayıtsız ve kişiliksiz bir görünümü vardı.
Amaranta Ursula zarfı açacağı sırada Aureliano elinden kaptı. -Bu zarfı açma, dedi. -Ne yazdığını bilmek istemiyorum. Aureliano'nun sezinlediği gibi, bilge Katalonyalı bir daha mektup yazmadı. Kimsenin okumadığı o yabancının mektubu ise, bir keresinde Fernanda'nın nişan yüzüğünü unuttuğu rafın üzerinde güvelerin insafına terkedildi ve taşıdığı kötü haberin için için yakan ateşiyle kendi kendini yok ederek orada kaldı. Yalnız kalan sevgililer ise, son evrelerin kabaran dalgalarına kendilerini bıraktılar, onları büyünün bozulup unutkanlığın başladığı çöle doğru sürüklemek gibi gereksiz bir çabaya sıvanan o pişmanlık tanımaz, kötü sona yolaçan günlerin akıntısına kapıldılar. Başlarında dolanan tehlikenin bilincinde olan Amaranta Ursula ile Aureliano, son ayları el ele tutuşarak ve zina çılgınlığında peydahlanıp bağlılıklarının mutlak olduğu dönemde doğacak çocuklarına sevgi besleyerek geçirdiler. Geceleri birbirlerine sarılarak yatıyorlar ve karıncaların sesi, güvelerin gürültüsü ya da bitişik odaları bürüyen otların sürekli hışırtısı gibi dünyaya özgü seslerden ürkmüyorlardı. Ama çoğu kez, ölülerin gidiş gelişiyle uykudan uyanıyorlardı. Ursula'nın soyunu sürdürmek için doğa yasalarıyla savaştığını, Jose Arcadio Buendia'nın büyük buluşların efsanevi gerçeğini aradığını, Fernanda'nın dua ettiğini, Albay Buendia'nın savaş aldatmacası ve balıklar arasında kendini şaşkına çevirdiğini, Aureliano Segundo'nun sefahat alemlerinin karmaşasında yalnızlıktan öldüğünü duyuyorlardı. Sonra büyük tutkuların ölüme rağmen sürebildiğini
öğrendiler ve bugün böceklerin insandan çaldıkları sefalet cennetini günün birinde böceklerin elinden alacak olan başka hayvan türleri ortaya çıktıktan çok sonraları bile birer hayalet olarak da birbirlerini sevmeyi sürdüreceklerini anlayınca çok mutlu oldular. Bir pazar günü akşamüstü salt altıda Amaranta Ursula'nın doğum sancısı tuttu. Aç kalmamak için etlerini satan kızların o hep gülümseyen maması, Amaranta Ursula'yı yemek masasının üstüne yatırdı, kendisi de bacaklarını iki yana ayırarak onun karnının üzerine oturdu ve Amaranta Ursula'nın çığlıkları, heybetli bir erkek çocuğun bağırtısıyla bastırılana kadar karnını ezdi durdu. Amaranta Ursula gözyaşlarının arasından, oğlunun iriyarı Buendia'lardan biri olduğunu, bütün Jose Arcadio'lar gibi güçlü ve yılmaz, bütün Aureliano'lar gibi gözlemci ve önsezili olduğunu gördü. Bu çocuk, soyu yeniden başlatacak ve bütün kötülüklerden, yalnızlıklardan arındıracaktı, çünkü yüzyıl içinde tohumu aşkla atılmış tek insan o oluyordu. Amaranta Ursula, -Bu gerçek bir yabani, dedi. -Adını Rodrigo koyalım. Kocası, -Hayır, diye karşı çıktı. -Adını Aureliano koyacağız ve Aureliano tam otuz iki savaş kazanacak. Ebe, çocuğun göbeğini kestikten sonra, Aureliano'nun tuttuğu lambanın ışığında çocuğun göbeğini kaplayan mavimsi, yağlı pisliği bezle silmeye başladı. Çocuğu karınüstü çevirdikleri zaman öteki erkeklerden bir fazlalığı daha olduğunu farkettiler. Eğilip baktılar. Bir domuz kuyruğuydu bu.
Korkuya kapılmadılar. Aureliano ile Amaranta Ursula ailedeki geleneği bilmiyorlar, Ursula'nın ürkütücü uyarılarını da anımsamıyorlardı. Ebe kadın, çocuk ikinci dişini çıkardığı zaman kuyruğun kesilebileceğini söyleyerek onları yatıştırdı. Zaten bu konuyu bir daha düşünmeye zaman bulamadılar, çünkü Amaranta Ursula'dan dereler gibi kan boşanmaya başladı. Örümcek ağları ve kül topakları koyarak kanı durdurmaya çalıştılar, ama bu fışkıran bir kaynağı parmak bastırarak tıkamaya benziyordu. Amaranta Ursula, ilk saatlerde neşesini sürdürmeye çalıştı. Korkuya kapılan Aureliano'nun elini tuttu, üzülmemesini söyledi, kendisi gibi olanların kendileri istemedikçe ölmediklerini anlattı ve ebenin uyguladığı kocakarı ilaçlarına kahkahalarla güldü. Ne var ki, Aureliano'nun umudu kesildikçe, Amaranta Ursula silikleşiyor, üzerindeki ışık soluyormuş gibi oluyordu. Sonunda kendinden geçti. Pazartesi gün doğarken nefesi kuvvetli bir kadın getirdiler, kanı durdurmak için dualar okudu. Ama Amaranta Ursula'nın şehvetli kanı, kaynağını aşktan almayan her türlü gözbağcılığına duyarsızdı. Yirmi dört saat umutsuzlukla pençeleştikten sonra akşama doğru onun öldüğünü anladılar, çünkü kan kendiliğinden kesildi ve Amaranta Ursula'nın burnu uzadı, yüzündeki lekeler yok oldu, cildi su mermerinin donukluğunu aldı. Yeniden gülümsüyor gibiydi. Aureliano, arkadaşlarını ne kadar sevdiğini, ne denli özlediğini, o anda onların yanında olmak için neler verebileceğini o zamana kadar hiç anlamamıştı. Çocuğu, anasının hazırladığı sepete yatırdı, cesetin
yüzünü battaniyeyle örttü, sonra geçmişe açılan bir kapı arayarak kasabada oradan oraya dolaştı. Son zamanlarda uğramadığı eczanenin kapısını çaldı. Eczanenin yerine bir marangoz dükkanı açılmıştı. Marangoz dükkanının kapısını aralayan yaşlı kadın, elindeki lambayı yüzüne tutup baktıktan sonra, onun saçmalayışına acıyarak orada hiçbir zaman eczane olmadığını ve ince boyunlu, süzgün gözlü, Mercedes diye bir kızı hiç tanımadığını ısrarla yineledi. Aureliano, alnını bilge Katalonyalının eski dükkanının kapısına dayayarak ağlamaya başladı. Bu gecikmiş gözyaşlarıyla, aşkın büyüsünü bozmamak için zamanında ağlayamadığı bir ölüye olan borcunu ödediğinin farkındaydı. Gökyüzünden geçen ve eski cümbüş gecelerinde çulluklarla dolu bahçeden çocuksu bir hayranlıkla seyrettiği turuncu renkli, parlak halkalara hiç aldırmadan, Altın Çocuk'un çimentoyla örülmüş kapısını yumruklayıp Pilar Ternera'ya seslendi. Tarümar olmuş kırmızı fenerler mahallesinde açık kalan son salonda, bir grup akordeon çalıyor ve Şeytan Çatlatan Francisco'nun sırlarının varisi, piskoposun yeğeni Rafael Escalona'nın şarkılarını söylüyorlardı. Anasına el kaldırdığı için kolu büzülüp kurumuş olan meyhaneci, Aureliano'yu kamış likörü içmeye çağırdı. Aureliano ona içki ısmarladı. Meyhaneci ona kolunun başına gelenleri anlattı. Aureliano da, kız kardeşine tutkulandığı için büzüşüp kuruyan yüreğinin başına gelenleri anlattı. Sonunda karşılıklı ağlamaya başladılar ve Aureliano'ya bir an acıları son bulmuş gibi geldi.
Oysa Macondo'nun son şafağı sökerken, yeniden yalnız kalınca alanın ortasına dikildi, kollarını iki yana kaldırdı ve bütün dünyaya duyurmak istermişcesine olanca gücüyle haykırdı: -Arkadaş dediğin, bir alay hergeleden başka bir şey değildir! Nigromanta, onu kusmuk ve gözyaşından oluşmuş bir gölcükte boğulmak üzereyken kurtardı. Aureliano'yu odasına götürdü, üstünü başını temizledi, sıcak et suyu içirdi. Sonra onu avutmak umuduyla, eline bir parça mangal kömürü alıp eskiden kalmış olan aşk borçlarını karaladı ve Aureliano'yu gözyaşlarında yalnız bırakmamak için kendi dertlerini döküp ağlamaya koyuldu. Aureliano kısa bir süre kendinden geçip uyudu. Uyandığında başı ağrıyordu. Gözlerini açtı ve o anda çocuk aklına düştü. Sepeti bulamadı. İlk anda Amaranta Ursula'nın çocuğa bakmak için ölüm uykusundan uyandığını sanarak sevindi. Oysa karısının cesedi battaniyenin altında taş yığını gibi duruyordu. Geldiğinde yatak odasının kapısını açık bulduğunu anımsayan Aureliano, ortancaların sabah soluklarıyla dolmuş verandadan geçti, doğumdan artakalan büyük leğenin, kanlı çarşafların, kül dolu kavanozların, masanın üzerinde makasla olta ipliğinin yanındaki bezin ortasında duran göbek bağının henüz ortalıktan kaldırılmadığı yemek odasına baktı. Ebenin gece gelip çocuğu almış olacağı fikri, ona düşünme fırsatı verecek bir rahat soluk almayı sağladı. Evin yeni yapıldığı günlerde nakış dersleri verirken Rebeca'nın oturduğu, Albay Gerineldo Marquez'le Çin daması oynarken Amaranta'nın oturduğu, bebeğin çamaşırlarını dikerken Amaranta Ursula'nın oturduğu salıncaklı koltuğa oturdu ve aklını
başına topladığı o bir anlık süre içinde, bunca yıllık geçmişin ezici ağırlığını ruhunda taşıyamayacağını kavradı. Kendinin ve başkalarının özlemlerinden oluşan ölümcül mızraklarla yüreği delik deşik olarak, kurumuş gül fidanlarının üzerindeki örümcek ağlarının direncine, ayrıkotlarının yılmazlığına, parlak Şubat sabahını dolduran havanın sabrına hayranlık duydu. Sonra çocuğu gördü. Artık çocukluktan çıkmış olan bu kurumuş ve şişmiş deri torbaya, bahçenin taşlı yolu üzerinde dünyanın bütün karıncaları yapışmış, her biri kendi yuvasına doğru çekiştiriyordu. Aureliario yerinden kıpırdayamadı. Dehşetten donakaldığı için değil, Melquiades'in son ipucu o anda aydınlandığı için yerine çakılı kalmıştı. Elyazmalarındaki son cümle, insanın zaman ve mekan düzeni içindeki yerine yerli yerinde oturuyordu. -Soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer, diye yazmıştı Melquiades. Aureliano ömrünün hiçbir döneminde, ölmüşlerini ve ölülerinin acısını unutup, dünyanın baştançıkarıcılığına kanmamak için kapıları ve pencereleri yeniden Fernanda'nın çaprazlama tahtalarıyla çaktığı kadarki kadar aklı başında olmamıştır. Çünkü yazgısının Melquiades'in yazmalarında bulunduğunu biliyordu. Melquiades'in odasında yeryüzünde insanların yaşadığını belirleyen bütün izleri yokederek gelişmiş olan tarih öncesi bitkilerin, fokurdayan su birikintilerinin, parlak böceklerin arasında, elyazmalarını bozulmamış olarak buldu ve onları günışığına çıkarmaya sabredemeden odanın ortasında ayakta durdu, elyazmalarını sanki İspanyolca yazılmış ve göz kamaştırıcı öğle güneşinde okunuyormuş gibi hiç zorluk
çekmeden yüksek sesle çevirmeye başladı. Bu yazılar, Melquiades'in olaylardan yüzyıl önce yazdığı ve en ufak ayrıntıya kadar her şeyi kapsayan, ailenin tarihçesiydi. Melquiades yazıları anadili olan Sanskritçe yazmış, çift sayılı dizeleri İmparator Augustus'un gizli şifresiyle, tek soylu dizeleri de Lakedemonya askeri şifresiyle kodlamıştı. Aureliano'nun aklını Amaranta Ursula'nın sevgisine taktığı sıralarda çözmek üzere olduğu son şifre de, tarihçenin yazılış biçimiydi. Melquiades olayları alışılmış zaman düzeninde sıralamamış, yüzyıl boyunca olan günlük olayları öylesine biraraya toparlamıştı ki, olayların tümü aynı anda oluşmuş gibi görünüyordu. Bu buluşun büyüsüne kapılan Aureliano, Melquiades'in Arcadio'ya okuduğu ve aslında Arcadio'nun kurşuna dizilmesini belirleyen bölümü hiç atlamadan yüksek sesle okudu, sonra cennete uçan dünyanın en güzel kadınının doğum haberini okudu, babalarının ölümünden sonra doğan ve yeteneksizlik ya da tembellikten değil de girişimleri zamansız olduğu için elyazmalarını çözmekten vazgeçen ikizlerin kimliğini buldu. Yazıların orasına gelince, kendi kimliğini öğrenmek için sabırsızlanan Aureliano birkaç sayfa atladı. O zaman, geçmişin sesleriyle, eski sardunyaların mırıltısıyla en amansız özlemlere yolaçan kopuk iç çekişleriyle yüklü ılık bir esinti başladı. Aureliano rüzgarın farkına varmadı. Çünkü o anda, kendi kökenini araştırıyor, kendisini mutlu etmeyecek olan güzel bir kadını aramak için yollara düşmüş şehvet düşkünü bir büyükbabada kendi oluşumunun ilk belirtilerini buluyordu. Aureliano onu tanıdı, onun soyundan gelenlerin gizli yolunu izleyerek, başkaldırmak için
kendini veren bir kadın ile tutkusunu onda söndüren bir işçinin gün batarken buluştukları banyodaki akreplerle sarı kelebekler arasında Aureliano kendisinin nasıl peydahlandığını anladı. Okuduklarına öylesine dalıp gitmişti ki, kasırgaya dönüşen rüzgarın kapılarla pencereleri menteşelerinden söktüğünü, doğu kanadının çatısını uçurduğunu ve evin temellerini sarstığını hiç farketmedi. Amaranta Ursula'nın kardeşi değil teyzesi olduğunu ve soyun sonunu getirecek olan efsanevi hayvanı dünyaya getirinceye kadar Aureliano ile Amaranta Ursula birbirlerini kanın en girift çıkmazlarında arasınlar diye Sir Francis Drake'in Rioacha'ya saldırmış olduğunu ancak o zaman anladı. Aureliano çok iyi bildiği olaylarla zaman yitirmemek için on bir sayfa birden atladığı anda, Macondo Kutsal Kitapta yazılı kasırganın gazabına kapılıp dönmeye başlamış bir toz ve taş girdabı haline gelmişti bile. Aureliano içinde yaşadığı anı anlatan bölümün şifresini çözmeye koyuldu. Bir yandan şifreyi çözüyor, bir yandan okuduklarını yaşıyor, konuşan bir aynaya bakıyormuş gibi son sayfalarda yazılı olayları söyleyerek yaşıyordu. Sonra kendi ölümünün nasıl ve ne zaman olacağını öğrenmek için bir sayfa daha atladı. Son satıra gelmeden önce, o odadan bir daha çıkamayacağını anlamış bulunuyordu. Çünkü elyazmalarında Aureliano Babilonia'nın şifreleri çözdüğü anda aynalar (ya da seraplar) kentinin rüzgarla savrulup yok olacağı, insanların anılarından silineceği ve yazılanların evrenin başlangıcından sonuna dek bir daha yinelenmeyeceği yazıyordu. Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkûm edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olamazdı.
SON
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 511
Pages: