ÖDEVİ HAZIRLAYAN: HATİCE PINAR TEKBAŞ ÖĞRENCİ NO: FORMASYON FELSEFE 7. GRUP 212727110303 DERSİN ADI: ÖĞRETİM TEKNOLOJİLERİ DERSİN ÖĞRETMENİ: DOÇ.DR. EMRAH CİNKARA
Felsefeye giriş, herhangi bir konuya giriş gibi değildir. Zira herhangi bir konuya girişin ilk adımı onu tanımlamaktır ancak felsefeye girişte durum biraz farklıdır. Bir şeyin ne olduğunu söylemenin eski çağlardan beri kabul edilen en iyi yolu, o şeyi tanımlamaktır. Çünkü iyi ve doğru bir tanım, tanımlanan şeyin ayırt edici özelliğini gözler önüne sererek onun ne olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, bunu felsefe için yapmak ne kolay ne de doğru bir şeydir. Felsefe, düşünmeye ve sorgulamaya istekli insanların hayata geçirdikleri bir şeydir. Öyle ki entelektüel bir alışveriş süreci içinde, karşılıklı muhabbet ya da tartışmalarla ortaya çıkabilen bir şeydir. Sadece filozofların çözümlerini okumak veya felsefe bilmek değildir. O, düşünen, sorgulayan, araştıran, kendi yanıtlarını vermeye çalışan insanların, düşünce alışverişiyle yaşayan bir araştırma türüdür. FELSEFEYİ TANIMLAMAK ve ANLAMAK Felsefeyi tanımlamak kolay bir iş değildir; çünkü tarihsel ve sosyal etkilerle filozofların ilgileri ve dünyaya bakış tarzları doğal olarak farklılık göstermektedir. Söz konusu farklılık doğal olarak filozofların felsefe anlayışlarına ve felsefeyi tanımlama tarzlarına da yansımıştır. Felsefeyi belli bir tanım üzerinden anlamaya çalışmak doğru değildir. Çünkü hiç kuşku yok ki felsefeyi bir tanımla karakterize etmek felsefenin imkanlarını sınırlayacaktır. Ayrıca felsefenin net olarak tanımlanması, onu bir faaliyete veya kemikleşmiş bir disipline indirgeyerek insanları yanlış yönlendirebilir. Kabul etmek gerekir ki felsefenin özünü ortaya koyacak sınırlayıcı tanımlardan kaçınma felsefenin ruhuna daha uygun düşecektir; çünkü felsefe, olmuş bitmiş düşüncelerin, nihayete erdirilmiş fikirlerin toplamından ibaret değildir. Şöyle ki filozofların çoğu felsefeyi, belli bir düşünme tarzı üzerinden dünyayı anlama ve yorumlama olarak tanımlamaktadır. Örneğin büyük Alman düşünürü Karl Marx (1818-1883) felsefeyi şu şekilde değerlendirmiştir: “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece anlamaya çalışmışlardır; oysa önemli olan, dünyayı anlamaktan ziyade, onu değiştirmektir.” Böylece Marx, felsefeye bir gaye, erek yüklemiş ve onu da “dünyayı değiştirmek” olarak tanımlamıştır.
Marx, felsefe tarihinin özellikle çağımıza yakın dönemlerine damga vurmuş bir filozoftur. Felsefenin tanımı ve anlamı, sadece filozoflar arasında değil, kültürden kültüre de değişiklik göstermiştir. Örneğin Antik Yunan’da felsefe, M.Ö. altıncı yüzyılda varlığa, neyin gerçekten var olduğuna ilişkin teorik bir araştırma olarak başlamıştır. Oysa yaklaşık olarak aynı dönemlerde, Doğu’daki düşünürlerin ilgileri daha farklı bir nitelik arz ediyordur. Gene bu dönemde, örneğin Çinlilerin felsefelerinin daha somut ve pratik olduğu söylenebilir. Nitekim Çinli düşünürler felsefeyi, sosyal çevre içinde ahenkli ilişkiler geliştirmenin yolu olarak anlamışlardır. Sokrates (469-399), felsefeyi bir eleştiri, sorgulama ve karşılıklı bir tartışma faaliyeti olarak anlamıştır ve anlatmıştır. Bu yüzden Sokrates, insan zihnini tembelleştirdiğine inandığı “yazılı söz“e değer vermemiştir. Sonucunda ise fikirlerini ortaya koyduğu yazılı hiçbir şey bırakmamıştır. Sokrates’in öğrencisi Platon (427-347) da bu gelenek içinde yer almıştır. Çünkü o, Akademi’sinde, dışarıya tamamen kapalı bir biçimde felsefe yapmıştır. Burada sadece ortalama okuyucular için birtakım diyaloglar kaleme almıştır. Bu yüzden, hakiki felsefe, kitaplarda veya yazılı metinlerde bulunamaz. Bu gelenek önemli ölçüde Sokrates ve Platon’a dayanmaktadır. Hiç kuşku yok ki bu durum filozoflar tarafından kaleme alınan eserlerin değersiz veya önemsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Bu eserler ki düşünce dünyamızı zenginleştiren felsefi problem ve fikirlerle doludur. Ayrıca kendi fikirlerimizi inşa etmemizi de yine bu eserler mümkün kılarlar. Ünlü Alman şair ve düşünürü Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832) “Geçen üç bin yılın hesabını göremeyenler, karanlıkta yollarını bulamazlar; ancak ve ancak günü gününe yaşar, yok olur giderler” derken muhtemelen bundan bahsetmektedir. Fakat her ne denirse densin, felsefe, filozoflar ile onların düşüncelerinin resmî geçidinden ibaret bir şey de muhakkak ki değildir.
Düşünmenin Önemi ve Gerekliliği Nedir? Felsefe tarihinin en büyük düşünürlerinden birisi olan Sokrates, “Üstüne düşünülmemiş, sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değer değildir.” demiştir. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için, doğanın sırlarını çözmesi ve parçası olduğu dünyada anlamlı yaşam geçirmesi için de kendini tanıması gerekmektedir. Bunların bilgisini edinmek de insanın düşünmesi sayesinde gerçekleşmektedir. Burada bahsi geçen düşünmek eylemi; bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak fikir üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak; zihniyle arayıp bulmak gibi anlamlarda kullanılan bir ifadedir. İşte düşünmek insanın bir yetisi, zorunlu bir yaşam koşuludur. Sokrates, “Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez.” sözcüğü ile sorgulamanın önemini ortaya koymuştur. Her şeyden önce insanın doğayı anlama isteği doğuştan gelir. İnsan dünyaya sadece, hayvanların sahip olduğu yaşamını sürdürme ve kendini koruma gibi birtakım yeteneklerle değil, akıl denen bir
güçle de gelmiştir. Aklı sayesinde hem dünyaya dönük hem de kendine yönelik düşünebilmeye yetenekli bir varlıktır. Hazır bilgilerle dünyaya gelmeyen insan, doğal olarak her şeyi bilmeye ihtiyaç duyar. Bu bağlamda Aristoteles, ünlü yapıtı “Metafizik”te “bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler” demiştir. İnsanda bu yapısından kaynaklanan bilinmeyeni bilinir kılma isteği onu asla rahat bırakmaz. Bu nedenle dünyayı anlamak için pek çok soru sorar insanoğlu ve bunlara yanıtlar bulmak ister. Böylece var olan şeyler arasındaki ilişkileri, bağları bulmaya çalışır. İnsan dediğimiz zaman öncelikle “düşünen varlık”ı anlıyoruz. Bilinçli bir varlık olan insan düşünür. Düşünen insan kendisi ve dış dünyayı tanımak için sorular sorar. Bilimde, sanatta, teknikte gelişmeler ortaya koyar, yeni bilgiler üretir. Elde ettiği bilgiler ve kavramlar üzerine düşünür. Böylelikle insan, var olan bilgileri yeniden tartışmaya, soruşturmaya açarak bu bilgilerden hareketle en doğru bilgiye ulaşmaya çabalar. İnsanın, düşünme eylemini gerçekleştiren bir varlık olarak, bu düşünme eylemi üstüne düşünmesi, bu bilinç uyanışı, felsefe etkinliği için ilk adımdır. Pascal bu bağlamda insanın tüm değerinin düşüncesinde olduğu fikrindeydi. Çünkü insan yaşamının bir yüzü eylem ise, öteki yüzü, yani eylemin öncesinde yer alan temel düşüncedir. Bu ona, dünya ve kendi var oluşu üzerinde hep yeniden ve derin düşünmeyi gerektiren bir bakış açısı sağlar. Böylelikle kendisi üzerine eğilmesiyle kendisini ve kendisinin evrendeki yerini sorgulaması, var olanlara anlam vermesinin başlangıcıdır. Shakespeare’in Hamlet’inde bize bu insan gerçeği şöyle anlatılır: “Konuşmadan önce düşün, eylemeden önce tart.” Gene Hamlet’de düşünmeyle ilgili şu cümleyle karşılaşırız: “Hiçbir şey kendinde iyi ya da kötü değildir, her şey o şeyle ilgili düşüncemize bağlıdır.” Zihinsel bir etkinlik olan düşünme, hem duyu içeriğinin algılanması hem de kavramların anlamlandırılmasıdır. Düşünme; yalın-ayrıntılı, sığ-derin, çözümleyici-birleştirici, tek yanlı-çok yönlü olabilir ancak içeriksiz bir düşünme mümkün değildir. Düşünmek eylemini gerçekleştiren insan, bu eylemi bir ‘şey’ hakkında yapmak durumundadır; çünkü nesnesiz, konusuz bir düşünce mümkün değildir. “Ağaca tırmanan pembe bir fil düşünün.” “Ağaca tırmanan pembe bir fil düşünün.” dendiği zaman zihin, bu sözcüklerin bellekte çağrıştırdığı imgeleri peş peşe dizer ve bir canlandırma oluşturur. Filin yavru mu yoksa yetişkin mi olduğu, renginin pembe oluşunun mümkün olup olmayacağı ya da bir filin ağaca tırmanıp tırmanamayacağı düşüncesi kişilerin kendi yaşam tecrübelerine bağlı olarak ve hayal dünyalarına binaen değişebilecektir. Düşünme ile ulaşılan şey, kişilerin belleklerindekini çağırarak akıllarında kendilerine göre oluşturdukları canlandırma ve bu canlandırmanın bütünlüğü içinde durumu anlama çalışmasıdır. Bu canlandırmalar, bellekte bir filin yerine geçen sembollerin zihinsel bir dizge hâline getirilmesiyle olur.
Semboller arası ilişkilerin doğru bir şekilde kurulmasıyla anlamlandırma yapılır ve düşünme içerikleri bilgi hâline gelir. Bilgi, en sade biçimiyle düşünme sonucunda elde edilen bir ürün olarak tanımlanır. Her bilgi bir açıklamadır. Her açıklama, bir şeyin ne olduğunu söylerken ne olmadığını da söylemeyi içerir. Düşünmenin sağladığı bu ayırt edebilme özelliği insanın bilincini oluşturur. Bilinç, insanın kendi ve dışındakileri fark edebilmesidir. Kişinin bilinci üzerine düşünmesi ve düşüncelerinde nelerin etkili olduğunu sorgulaması öz bilinç durumudur. Bir dersin konularının öğrenilmesi bilincin işlevidir. İnsanın nasıl öğrendiğini öğrenmesi ise öz bilince geçiştir. Öz bilinç, sorgulayıcı zihin durumudur. Bilgi edinmenin yanı sıra bilginin nasıl elde edileceğinin cevabını bulmaya ve tüm bunların eleştirisini yapmaya çalışır. Hayal kurma, konuşma, dinleme, okuma ve yazma gibi durumlar düşünmenin farklı biçimleridir. Konuşma ve dinleme, düşünmenin tek kişide gerçekleşme özelliğini değiştirir ve düşünmenin sosyal yönünü ortaya çıkarır. Düşünmeyle insan; var olan bilgilerini birleştirir, onları çözümler ve anlamlı hâle getirir. İnsanın düşünmeyle ürettiklerine bakıldığında düşünmenin yoğunluğu, şekli ve yönteminin bu ürünlerin ortaya çıkmasını ve farklı düşüncelerin oluşmasını sağladığı görülür. Teknoloji, bilim, sanat ve felsefe bu durumun en iyi örneklerindendir. Felsefe, düşünüşler arasında en kapsayıcı düşünme biçimi olarak kabul edilmektedir. Felsefenin Alanı Nedir? Filozoflar, evreni bir bütün olarak kavrayabilmenin yanında birçok farklı soruyla da ilgilenmişlerdir. Bu sorulardan birkaçı şöyle sıralanabilir: Evrenin aslı nedir? Evrenin yapısı ve biçimi nasıldır? Ben kimim? İnsanın aslı ve anlamı nedir? Evrenin yazgısı nedir? İnsanın yazgısı nedir? Görüldüğü gibi felsefede; başlangıcından bugüne, evreni bilmek probleminin yanında bir de kendimizi bilmek, tanımak problemi yer almıştır. Ayrıca, felsefenin metafizik disiplini yanında, öteden beri, bir de ahlak (etik) disiplini bulunmaktadır. Metafizik var olanı, hakikat olanı bilmek ister, bunların kaynağını araştırın. Ahlak ise olanı değil, olması gerekeni araştırır, iyi ve kötüyü kendisine konu yapar. Şöyle de denilebilir: Evrenin kaynağını ve iç yüzünü bilmek isteyen teorik felsefe yanında, bir de insanın yürüyeceği yolu gösteren pratik felsefe, yani ahlak vardır. Pratik felsefe yaşamın anlamını ve kendimize ne gibi amaçlar koymamız gerektiğini araştırır.
“İyi” kavramından başka bu kavrama yakın olan bir de “güzel” kavramı vardır. İyi ve kötünün ne olduğu yanında güzel ve çirkinin ne olduğu da sorgulanır. Böylelikle “güzel”i kendisine konu alan “estetik”, ahlak disiplini içinden ayrılarak bağımsız bir disiplin olur. Felsefenin bu iki ana disiplini –metafizik ve ahlak– yanında bir üçüncü disiplini daha vardır: Bu da “mantık”tır. Mantık doğru olan bilginin bilimidir. Metafizik ve ahlak da dahil her bilgi mutlaka hakikate ulaşmak ister, her bilim sürekli olarak doğru bilginin peşindedir. Burada “Hakikat nedir, bunu nasıl elde ederiz?” problemi ortaya çıkar. Yine burada, “acaba hakikate ulaşmak bizim için mümkün müdür?” sorusunu kendimize sorarız. Felsefe denilen düşünüş, sözünü ettiğimiz bu ana problemlerden oluşan bir dokumaya benzer. Acaba felsefeyi oluşturan bu üç ana problemin arasında ne türden bir bağ ve ilişki vardır? Bu soruyu bize yalnızca tarihi bir gözlem açıklayabilir. Yani ancak düşünce tarihinin akışını izleyerek felsefenin bu üç ana disiplini arasındaki ilişkiyi açıklamak mümkündür. Felsefe bağımsız bilimlerden özellikle bir noktada ayrılır; herhangi bir bağımsız bilim ile bu bilimin tarihi gelişimi dikkate alınmaksızın, bu bilim disiplini içinde çalışmalar yapmak mümkündür. Söz gelişi matematik ile uğraşan insanın, matematiğin tarihini de bilmesi gerekmez. Kuşkusuz bununla, bağımsız bilimlerin tarihinin gereksizliğini söylemek istemiyoruz. Bağımsız bilimlerin tarihi gelişimini araştırmak ve bilmek elbette yararlıdır. Ancak felsefede bu tarihi gelişmeyi bilmek yalnızca yararlı değil ayni zamanda zorunludur. Çünkü felsefede derinleşmek isteyen, felsefe tarihi ile uğraşmak zorundadır. Felsefe tarihi olmadan, felsefe olmaz. Felsefenin İnsanlara Faydaları Nelerdir? Felsefe Ne İşe Yarar? Felsefenin yararı veya gerekliliği onun toplumsal-kültürel işlevi ve felsefenin tarihsel gelişimi ile ilgili olarak birkaç şey söylemek gerekir. Şöyle bir örnek anlatı, felsefenin yararına veya faydasına dönük fikirlerimize temel oluşturabilecektir: Mongolfier kardeşler icat etmiş oldukları balonla ilk uçuşlarını yapmak istedikleri sırada gösteriyi izlemek için meydanda toplanan seyirciler arasından biri yanında bulunan tonton tavırlı, yaşlı, saygıdeğer bir baya dönerek biraz saf bir tavırla şu soruyu sorar: “İyi de bu ne işe yarıyor bayım?” Sözü edilen yaşlı bay – ki o sıralarda Fransa’yı ziyaret etmekte olan ünlü Amerikalı bilgin ve siyaset adamı Benjamin Franklin’dir – aynı ölçüde hoşgörülü bir şekilde gülümseyerek şu cevabı verir: “Yeni doğmuş bir bebek ne işe yarar bayım?“
Kanımızca bu cevap, felsefenin ve aslında daha genel olarak diğer temel kültürel etkinliklerin son tahlilde ne işe yaradıkları sorusuna verilebilecek en güzel ve en anlamlı cevaptır. Konuya bir işe yaramak açısından baktığımızda en çok işe yaradığı düşünülen bazı etkinliklerimizin bir işe yaramadığını da görebiliriz. Örneğin bilim bile çoğu kez bir işe yaramaz. Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir. Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir. FELSEFENİN YARARLARI NELERDİR? Felsefe mutluluğa ulaşma amacı için bir araç olabilir. Nitekim her insan maddi zenginliklere sahip olmaktan haz duymaz. Bazı insanlar, derin düşünmekten, insan yaşamının anlamını araştırmaktan haz alır. Bu hazza yabancı olan insanlar bile, onun nitelik yönünden oldukça zengin bir yaşantı olduğunu kabul ederler. • Felsefe her şeyden önce insana entelektüel bir keyif, manevi bir haz verir. İnsanın sadece bir vücuttan ibaret olmadığını, onun aynı zamanda manevi bir varlık olduğunu dikkate alırsak, bu durum daha açık hale gelir. Felsefe insana entelektüel haz verir. İnsan, amacına sadece maddi ihtiyaçlarını karşılayarak ulaşamaz; onun manevi ihtiyaçlarını da tatmin etmesi gerekir. İnsanın manevi ihtiyaçlarının en başında ise merakını giderme, öğrenme, evreni ve kendisini anlama, şu dünyada geçen yaşamını anlamlandırma isteği vardır. Bu isteği de büyük ölçüde felsefe karşılayabilir. • Felsefe, insanın kuşatıcı bir bilgi veya kapsayıcı bir kavrayışa ulaşma talebine cevap verebilen yegâne disiplin olmak durumundadır. Hayatının akışı içinde kendi öz kaynakları dışında başka yerlerden çoğu zaman ilintisiz inanç ve bilgiler, tercih ve eylem tarzları edinen insan, varlığı hayat, dünya ve toplum karşısında belli bir tavır geliştirmek, bu tavrı yaşamının temeline yerleştirmek için söz konusu dağınık materyali tutarlı bir yapı içinde sistematize etme ihtiyacı duyar.
• Söz konusu materyalin unsurları üzerine geliştirilebilecek eleştirel ve sorgulayıcı düşünüm ile ancak felsefe sağlayabilir. “Kendini bil!” telkini, felsefenin ana telkinlerinden birisidir. Felsefe, çok daha önemlisi, bize kendimizi tanıma imkânı sağlar. Bu genel doğruyu da ilk olarak ve en iyi antik Yunanlılar göstermiştir. Aslında hemen her kültürde bulunan “Kendini tanı!” sözünü en erken kullanan kavim olan Yunanlılar, bu sözü tapınaklarının kapısına yazmışlardı. • İnsan, ne ve kim olduğunu ancak felsefeden veya felsefe yardımıyla öğrenebilir. Bizim salt bir et ve kemik yığını olmayıp aynı zamanda bir ruh varlığı olduğumuzu, bize en iyi felsefe gösterebilir. Dünyaya sadece soluk alıp vermek veya salt keyif almak için değil biraz da doğaya ve başkalarına olan ödevlerimizi yerine getirmek için geldiğimizi felsefeden öğrenebiliriz. Zira felsefe, her şeyden önce, insan olarak varoluşumuzun anlamıyla ilgili bazı temel soruları ele alır. İçimizden her birinin bu temel, büyük felsefi sorular üzerinde düşünmesinde, varoluşumuzu anlamlandırmak bakımından büyük yarar vardır. Nitekim Sokrates, “incelenmemiş, sorguya çekilmemiş bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını” söylemiştir. • Felsefeye ilkeli bir hayat sürebilmek için gerek duyarız. Çünkü insan, hayvanlardan farklı olarak akıllı bir varlıktır; bu özelliği dolayısıyla, hayatını birtakım ilkelere dayandırır. İlkesiz bir hayat, hatta ilkeleri sorgulanmamış bir varoluş, sıradan ve temelsiz bir varoluştur; hayatımızın böyle ilkesiz bir varoluşa dönüşmemesi için felsefeye ihtiyacımız vardır. Felsefe, yine bireysel olarak bu dünyadaki kısacık hayatımızda bize neyin bizim elimizde olup neyin olmadığını gösterir. Sadece Sokrates değil, yirminci yüzyılın önemli düşünürlerinden Jean-Paul Sartre (1905-1980) da olgusal koşullarımızı değiştirmenin bizim elimizde olmadığını söylemekteydi. Yani, bu dünyaya gelmişsek eğer, gelmemiş olmak elimizde değildir. Anamızı babamızı, doğduğumuz coğrafyayı, mensubu olduğumuz dini, üyesi bulunduğumuz millet ya da etnik grubu seçmek elimizde olmadı. Boyumuzu, cinsiyetimizi, başkaca biyolojik özelliklerimizi seçmek de elimizde değildi. Bütün bunlar biz insanlar için verili olan, değiştirmenin mümkün olmadığı şeylerdir. Ama karakterimizi ve insanlığımızı geliştirmek, daha iyi ve daha erdemli insan olmak için çalışmak, bizim elimizde olan bir şeydir. Sartre bu yüzden “İnsan kendisinden ne yaratırsa ondan ibarettir” diyordu.
Yakın dönemin en önemli filozoflarından birisi olan Jean-Paul Sartre şöyle konuşmuştur: “İnsan kendisinden ne yaratırsa ondan ibarettir.” Felsefeye hayatın akışı içinde karşılaştığımız sorunların üstesinde gelmek için ihtiyaç duyarız; ondan, bizi zorlayabilecek çeşitli olaylar karşısında dik duruş sergileyebilmek için destek alırız. İsviçreli psikolog ve düşünür Carl Gustav Jung’un (1875-1961) da söylediği üzere, “Hayatın akıntılarında yüzen hiç kimse dertsiz kalmaz.” • Felsefe kaygılarımızı hafifletmemizi, dertlerimizi aşmamızı, bu dünyadaki hayatımız sırasında yolumuzu kaybetmememizi sağlayan en önemli araçtır. Felsefenin yolumuzu bulmamızı sağlayan en önemli araç olduğunu gözler önüne sermek üzere, Wittgenstein, meşhur benzetmelerinden birinde, insanın bu dünyadaki durumunu bir şişe içindeki sineğin durumuna benzetmiştir. Wittgenstein’a göre, şişenin içine sıkışmış olan sinek şişeden dışarı çıkmak ister fakat bunu nasıl başarabileceğini bilmez. Felsefenin esas görevi, sineğe şişeden nasıl çıkacağını göstermektir. Onun bu benzetmesine göre, biz insan varlıkları bu dünyadaki hayatımız sırasında, zaman zaman kendimizi kapana kıstırılmış hisseder ve yolumuzu bulmakta güçlük çekeriz. • İşte felsefe, biz insan varlıklarının kapana kıstırılmışlık duygusundan kurtulmamızı sağlar, yönümüzü bulmamıza yardım eder. Felsefe, yine aynı doğrultuda kafa ve kavram karışıklığımızı gidermeye yarar. Çünkü günümüzde pek çok insan birtakım zihinsel karışıklıklar yüzünden dertler ve kaygılar içinde kıvranıp durur. Gerçekten de insanlar son zamanlarda giderek artan bir sıklıkla imtiyazları haklarla, tarafsızlığı öznellikle, istemeyi ihtiyaç duymakla, fiyatı değerle, zenginliği başarıyla karıştırmaktadır. İşte bu kafa karışıklığını giderecek, kavramsal açıklığı sağlayacak olan şey, felsefedir. • Çünkü felsefe, insana birçok konuda doğru ve açık seçik düşünebilmeyi öğretir. Felsefi düşüncenin yöntemleri, insana hemen her konuda akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri hazırlar. Böyle bir düşünce türü, insanın bir probleme birçok yönden bakabilmesini, sorunlara ön yargısız yaklaşabilmesini sağlar; o, insanın hiçbir şeyi mutlaklaştırmayıp her şeyi eleştiri süzgecinden geçirebilmesini temin eder. • Bütün bunlar bir araya getirildiğinde, felsefenin insanın özgürleşmesine katkı yaptığı rahatlıkla söylenebilir. Felsefenin belki de en önemli yararı, insanın bilinçli bir varlık olarak yaşamını kendi ellerinde tutabilmesinin bazı olanaklarını veriyor olmasıdır. Felsefe aracılığıyla düşünen birey çok yönlü ve ayrıntılı düşünebilen, anlama ve açıklama becerileri yüksek ve tahmin yeteneği gelişmiş bireydir.
Böylesi bireylerin çoğaldığı toplumların huzuru, refahı, mutluluğu artar ve ufku daha da genişler. Felsefenin bireysel ve toplumsal işlevleri şu şekilde sıralanabilir: FELSEFENİN BİREYLERE DÖNÜK FAYDALARI • Kendini tanıyabilmesi • Farklı fikirlere açık olabilmesi • Ön yargılardan uzak durabilmesi • Yeni fikirler oluşturabilmesi • Özgürce düşünebilmesi • Çok yönlü bakış kazanabilmesi • Bilinçli bir insan olunabilmesi • İnsanların kendi hayatlarına yön verebilmesi • Olgu ve olayları akıl yoluyla çözümleyebilmesi FELSEFENİN TOPLUMA DÖNÜK FAYDALARI • Ortak bir kültürün oluşması • Farklı toplulukların bir arada yaşaması • Toplumsal grupların birbiri hakkındaki ön yargılarının giderilmesi • Bilgi toplumu olması • İnsanların kendini özgürce ifade edebileceği bir toplum oluşturulması • Bilimlerin gelişmesi • Demokrasi bilinci kazanmış bir toplum olunması • Toplumların geleceğinin planlanması • Akla ve iradeye değer veren bir toplum olunması Bunları ayrıca uzun uzun da şöyle açabiliriz: 1. İnsan evrenin yapısı, düzeni, yaşamın değeri, amacı, bilgilerin güvenilirlik derecesi, iyi, güzel ve doğrunun nitelikleri, madde-ruh ilişkisi gibi pek çok konuyu merak eder. Yaşamıyla, bilgiyle, değerlerle ilgili daima sorular sorar ve tam da bu noktada insana yardımcı olan felsefedir. Felsefe, onun doğuştan getirdiği bilme, anlama, gerçeği görme merakını doyurur. Felsefi merak ve sorgulama, insana bilmekten kaynaklanan büyük bir mutluluk ve zevk verir. 2. Bilgi toplumunda bilgi üretebilen insanlar ancak eleştirel düşünebilen insanlardır. Felsefe insana eleştirel düşünme alışkanlığı kazandırır. Düşünme ve akıl yürütme sürecinin amaçları, varsayımları, bakış açısı, etki ve sonuçları gibi bazı unsurları vardır. Gerçeğin bilgisine ulaşabilmenin ön koşulu da düşüncelerin dayandığı bu unsurların farkına varmak, sonra da bunları sorgulamakla olanaklıdır. Eleştirel bakış açısına sahip insan, aradığının hakikat olduğunun bilincindedir. Gerek kendisi gerekse başkalarının yaptığı akıl yürütmelerde tarafsız, açık fikirli, mantıklı olmaya önem verir. 3. Felsefe sayesinde insan; peşin hüküm, ön yargı ve varsayımlarının (doğru diye kabul ettiği her şey) farkına varır. Ön yargılı olmanın başka bir ifadeyle diğer insanların düşüncelerini incelemeden kabul veya reddetmenin yanılgıyı yanında getireceğini bilir. Başkalarının da en az kendisi kadar doğru söyleyebilme olasılığını gözden kaçırmaz. Farklı fikirlerin olabileceğini, onlara saygı ve hoşgörüyle yaklaşılmasının gerekliliğini kavrar. 4. Felsefe, insanın nasıl yaşaması ve doğru yaşamın nasıl olması gerektiği konusunda daha titiz, daha derinlemesine düşünmesine neden olur. İnsanın erdemli yaşaması, doğru düşünerek kararlar almasına bağlıdır. İnsan için var olmaktan daha önemli olan şey, onun var oluşuna neler kattığıdır. Felsefe insana, insan olmanın sorumluluğunun bilincinde olarak kendi içinde uyumlu yaşamasını sağlar. Doğru ile yanlışı, önemli ile önemsizi ayırt etme gücü verir. İnsanın yaşamında olması gereken doğru öncelikleri belirlemesine neden olur. 5. Pek çok insan yaşamını yöneten doğrular ve değerleri hiç farkına varmadan benimser. Kendisine sunulanlar üzerine düşünmeden benimsediği bu doğrularla yaşamını sürdürür. Hâlbuki felsefe, insan ömrü boyunca çağının ve toplumunun alışılmış düşünce veya doğrularının dayanaklarını eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmesini ister. İnsanı; tüm bilgi, varsayım ve alışkanlıklarını sorgulamaya, bunlardan şüphe etmeye böylelikle tarafsız düşünmeye davet eder. Sahip olduğu ile sahip olduğunu iddia ettiği bilgilerin birbirinden farklı olduğu konusunda onu uyarır. Doğru diye iddia ettiklerinden emin olmasını bekler. Bunun için öncelikle insanın, kendi yaşamı üzerine
düşünmesini ve doğrularını sorgulamasını kısacası bilmediğinin farkında olmasını şart koşar. Sokrates de insanın yaşamı, yaşamının anlam ve değeri üzerine düşünmesinin insanın kendisini tanımasına, bilmesine katkı sağlayacağını vurgular. Sorgulaması sonucunda temele aldığı doğruların dayanaklarını fark eden, bunları inceleyen kişinin ulaştığı fikir ise kendi fikri olacaktır. Kendi fikri olmayan, başkalarının elde ettikleri fikirleri taklit eder ve onlarla yaşamını sürdürür. Böylesi bir yaşamın bir bakıma yaşanmamış sayılacağı açıktır. Felsefe, insana kendi aklı ve özgür iradesinin onayıyla karar verme bilinci kazandırır. 6. Kavramsal bir düşünme etkinliği olan felsefe, kavramların doğru kullanılmasını ister. Düşünme kavramlarla olur; doğru düşünme ise kavramların doğru kullanılmasıyla sağlanır. Söz gelimi doğrunun, mutluluğun ne anlama geldiği bilinmezse insanın doğruya ya da mutluluğa ulaşıp ulaşamayacağı da tam olarak anlaşılmaz. Bunun yanı sıra iletişimin açık ve anlaşılır olması da kavram karışıklıklarının giderilmesiyle mümkündür. Anlamların ve kavramların açıklığa kavuşturulması ise felsefenin en önemli işlevidir. 7. Demokrasi ile yönetilen toplumlarda bu yönetimin iyi işleyebilmesi, insanların bazı temel nitelikleri taşımalarıyla mümkündür. Bunlar hoşgörülü olmak, eleştirel bir bakış açısı taşımak, başkalarının fikirlerine saygılı olabilmek gibi niteliklerdir. Bunların yanı sıra bireylerin insan hakları ve insanın değeri noktasında bilinç sahibi olmaları gerekir. Bireylerde bu temel değerleri geliştirerek bir yönetim biçimi olarak demokrasinin daha iyi işlemesine katkı sağlayan felsefedir. Felsefenin toplumsal alandaki bu işlevi demokrasilerde özgür düşünme ortamının oluşmasına, bir diyalog ve tartışma kültürünün doğmasına neden olur. Bu da yepyeni fikirlerin, çözümlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. 8. Her insanın sadece ve sadece insan olduğu için sahip olduğu hakları vardır. Bu hakların anlam taşıyabilmesi için insanlarca doğru olarak bilinmesi, değerinin kavranması ve yaşama geçirilmesi gereklidir. İnsan haklarının anlaşılması ve geliştirilmesinde felsefenin katkısı oldukça değerlidir. Felsefi düşünüş sayesinde insanlar başkalarına nasıl muamele etmeleri, başkalarından da nasıl muamele görmeleri gerektiğinin farkına varır. 9. Filozofların olaylara eleştirel bir tavır ve bütünsel bakış açısıyla yaklaşmaları, var olan problemleri fark etmelerine neden olur. Onlar; toplumun ahlaki, dini, siyasi oluşumlarına duyarsız kalmadıkları gibi bunlardan da etkilenirler. Derinlemesine düşündükleri için başkalarının görmedikleri sorunları görürler. Böylece yepyeni düşünceler ve değerler üretirler. Bunlar da toplumsal hayatta ve insan ilişkilerinde etkileri olan dönüşümlerin düşünsel altyapı oluşturur. Örneğin, John Locke (Con Lak)’ın görüş ve düşünceleri “Amerikan Anayasası ve İnsan Hakları Bildirgesi”nin hazırlanmasında etkilidir. Yine Jean Jacgues Rousseau (Jan Jak Russo) (1712-1788)’nun ve Voltaire (Volter) (1694-1778)’in Fransız Demokrasisi’nin doğuşunda önemli katkıları bulunur. Felsefenin Toplumsal Katkıları Nelerdir?
Felsefenin topluma katkıları, özel olarak ele alınabilecek bir konu başlığıdır. Şöyle ki genel olarak bireysel bir etkinlik olarak bilinen ve bireysel düzlemde, insanı alışkanlıkların cenderesinden kurtarmak suretiyle özgürleştiren felsefe genel bir düzlemde veya toplumsal platformda da çok önemli hizmetler sağlar. Filozoflar insanı ilgilendiren her konuda görüş ortaya koymuştur. Felsefenin konuları zaman içerisinde ihtiyaca ve sorulara bağlı olarak değişmiştir. Bu durum felsefenin dinamik ve sürekli olma özelliğinin bir sonucudur. Bu özellikler, felsefeyi toplumsal zeminde önemli bir yere konumlandırmıştır; çünkü felsefe, insanların ve toplumların ihtiyaçlarına dönük çözümler üretmiştir. Örneğin felsefe ahlak alanında çevre etiği, tıp etiği, meslek etiği vb. bakış açılarının oluşması; eğitim alanında yeni yaklaşımlar geliştirme, öğrenci merkezli eğitim anlayışını ortaya çıkarma vb.; sanat alanında sürrealizm, kübizm, sembolizm gibi farklı sanat akımlarının ortaya çıkması gibi insani ve toplumsal alanlarda çok etkin roller üstlenmiştir. Kübizm ve kübist sanat geleneği, felsefenin katkılarıyla ortaya çıkmıştır. FELSEFENİN TOPLUMA FAYDALARI NELERDİR? Felsefe, liberalizm, muhafazakârlık, sosyalizm benzeri bütün modern ideolojilerin kaynağında felsefenin bulunduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, söz konusu ideoloji veya siyaset felsefelerini oluşturup formüle edenler çağlarını doğru okuyan filozoflar olmuştur. Öte yandan günümüzde, kimi eksiklerine karşın, demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğu hemen herkesçe kabul edilmektedir. Felsefe, işte bir yönetim biçimi olarak demokrasinin gelişmesine ve işleyişine önemli katkılar yapar. Zira demokrasi, insanlar eleştirel bir bakış açısına sahip oldukları zaman işler. Demokrasi kültürü, insanlara olan biteni farklı yönlerden görebilmeyi, kendilerini ve başkalarını sorgulayabilmeyi öğrendiklerinde yerleşir; demokrasi ancak, insanlar bağnaz olmayıp ön yargısız ve hoşgörülü olabildikleri zaman yürür. Ötekini de bir değere, en azından eşit saygı ve muameleyi hak eden bir ahlaki değere sahip bir varlık olarak görebilmeyi, sadece felsefi bir bakış öğretebilir. İnsanlara bu temel alışkanlıkları ve erdemleri kazandıracak olan şey de yalnızca felsefedir, felsefi bir bakış açısıdır. Gerçekten de felsefeye farklılıklara saygı göstermek, başkalarıyla birlikte yaşamanın asgari koşullarını temin etmek için ihtiyaç duyarız. Bu açıdan özellikle ihtiyaç duyduğumuz felsefe, insanlar arasındaki çatışmaların binlerce yıldan beri sürüp gittiğini ve insanın olduğu her yerde bu çatışmalara rastlanabileceğini gösterir. Felsefe dahası, insanlar arasındaki çatışmaların yüksek uçan bir uçaktan
atılacak hakkaniyet, adalet, başkalarının düşüncelerine ve haklarına saygı benzeri evrensel etik ilkelerin uygulanması suretiyle çözüme kavuşturulabileceğini gösterir. Demokrasi, söz söyleme hakkıdır ve bunu sağlayan şey, felsefedir. Yine ancak felsefe, insanlar arasındaki çatışmanın esas nedeninin, bireyin kimliğini, fikirlerini ve kendini ifade etme tarzını feda etmesinden kaynaklandığını gösterir. Bu feda edişin nedeni, çoğu zaman grup ya da toplulukla özdeşleşme isteğidir. Gerçekten de insanlar kendilerine güvenlik ve rahatlık temin etmek adına, bireysel kimliklerini unutup kolektif bir kimliğe bağlanırlar. Bir gruba, cemaate ya da bir ideolojiye sığınırlar; “Ali”, “Veli”, “Hans”, “George” ya da “mütevazı bir insan” olmaktan önce, “feminist”, “Hristiyan”, “Amerikalı”, “milliyetçi”, “sosyalist”, vb. olmayı tercih ederler. Bireysel kimliğimizi grup kimliğimizle değiştirdiğimiz zaman düşünce, inanç ve davranış özgürlüğümüzün önemli bir bölümünden vazgeçeriz. Topluluğun düşünce ve inanç birliğiyle davranışta ahenk talebini benimseriz. Grup bizi içine alır, bize kolektif bir kimlik sağlar; aidiyet dürtümüze seslenirken bizi kendimizi arama derdinden kurtarır. Aynı topluluk kendimizi ihtiyaç duyulan biri olarak görmemizi sağlarken bize güvenlik ve yaşama rahatlığı temin eder. Ama bunu yaptığımız zaman, ait olduğumuz grup ya da topluluğu insanlığın merkezi olarak görmeye başlarız. Bu gruba dâhil olmayanları, farklı düşünenleri kendimize düşman olarak görme durumuna geliriz. Çünkü dünyayı “biz” ve “onlar”, yani kendimiz ve diğerleri, inananlar ve kâfirler, vatanseverler ve satılmışlar olarak ikiye ayırmışızdır. “Biz”in “onlar”dan her zaman ve her yerde üstün olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bunun gerçekte böyle olmadığını, bize sadece felsefi bir tutum gösterebilir. Farklılıklara anlayışla ve hoşgörüyle bakmakla yetinmeyip onların toplumsal gelişme ve ilerleme için gerekli olduğunu da ancak felsefe gözler önüne serebilir. Hele bir düşünelim: Herkes dünyanın düz ve hareketsiz olduğunu düşünmeye devam etseydi, bugün dünyanın evrenin merkezinde, düz bir tepsi şeklinde hareketsiz durduğuna inanıyor olurduk. İyi ki günün birinde biri kalkıp da dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü, ölümü göze alarak söyleyebilme cesareti buldu. Geçmişte sapkın addedilen, kabulü imkânsız görülen ve dolayısıyla yasaklanan ne kadar çok fikrin, günümüzün en sıradan doğruları haline gelmiş olduğunu acaba hiç düşündük mü? Tıpatıp aynı düşünen, aynı şekilde yaşayan, aynı şeylere inanan atom ya da klonlardan oluşan bir toplumun gelişip ilerleyebilmesi mümkün olabilir mi acaba? İnsanlara birbirleriyle barış içinde geçinmeyi öğretebilecek; onların farklılıklarını, çatışmalarının değil de iş birliklerinin temeli yaptıkları zaman çok daha mutlu ve müreffeh yaşayabileceklerini, felsefe dışında gösterebilecek bir şey var mıdır? Gerçeği öğrenme hakkına sahip olduğumuzu, hakikati öğrenmenin daha iyi olduğunu bize gösteren felsefe değil midir? Unutulmamalı dır ki düşünme, tartışma, fikirlerimizi ifade etme özgürlüğümüz olmadığı sürece, ne gerçeğe ulaşabilir ne de hakikati bilebiliriz. Zira gerçekler özgürce çarpışan farklı düşüncelerden doğar. Aksi takdirde geriye kalan tek alternatif, hataları n ve yanlışların bize zorla kabul ettirilmesine boyun eğmek olur. Bunu bize gösteren de felsefedir, felsefecilerdir. Barış ve demokrasiye yaptığı söz konusu katkı bir yana, aslında felsefe, büyük çağdaş düşünürlerden Alfred North Whitehead’in (1861-
1947) de söylediği gibi, “her türlü medeni çabanın gerisinde bulunması gereken kavrayış ve basireti, değer ve önem duygusunu yaratan” en önemli güç olmak durumundadır. Felsefi Okuma ve Yazma Yöntemleri Felsefe uğraşısı, kişinin herhangi bir konuda fikir ve düşüncelerini kendi için açık kılmasıyla başlar. Bu açık kılmayla sorun bilincini oluşturur, yani refleksiyon yapmanın düşüncelerini ne denli geliştirdiğini kavrar. Bir fikrin anlaşılması, değerlendirilmesi, felsefi bir içerik kazandırılması, yeni bir fikrin oluşturulması veya yeniden kurgulanması ve ifadesi gibi temel aşamalar “felsefe yapmak” olarak değerlendirilebilir. Felsefe yapmanın en etkili yolu, felsefi okuryazarlık becerisini geliştirmektir. Felsefi okuryazarlık; felsefenin temel terim ve bakış açılarıyla ilgili yeterli donanımı gerektirir. Felsefe okuru olmak, metinleri felsefi bir ilgiyle anlamaya yönelmekle başlar. Öncelikle metinde işlenen problem veya problemlerin ne olduğu, hangi kavram ve terimlerin geçtiği, bunların metin bağlamında hangi anlamlarda kullanıldığı araştırılır. Daha sonra problemi geliştiren fikir, argüman, eleştiri ve bunlar arasındaki geçişler belirlenir. Metnin örgüsündeki temel anlam, çoğunlukla onu okuyanın bakış açısıyla yeniden yorumlanır ve değerlendirilir. Felsefe metinlerinin okunma biçimi çoğul okumaya izin verir. Yani her okuyucu için hatta aynı okuyucu için bile farklı açılardan okunup yorumlanabilir. Bu açıdan felsefi okurluk, aynı zamanda felsefi yazarlığın ilk adımıdır. Felsefi metin yazmaya girişmek için sadece okumak yetmez, okunanlar üzerinde kişisel görüş geliştirmiş olmak da gerektirir. Felsefi metin yazımı sırasında ifadelerin tutarlı, özgün ve sistematik olmasına özen gösterilmelidir. Yazıyla insan, metin okumada edindiği bilgi ve deneyimlerini bütüncül bir şekilde görünür hâle getirir.
Felsefe Dersleri: Kısaca Felsefe Nedir? “Felsefe dersleri“nde konular, bir bakıma yüzeysel olarak ve anlatılabilecek en sade biçimde siz okuyucularımıza aktarılmaya çalışılmıştır. “Felsefe dersleri“miz yüzeysel; çünkü felsefe böyle bir çırpıda, birkaç paragrafla anlatılabilecek kadar basit değil; yalın; çünkü okuyucuları sıkmamak, yormamak, çeşitli kavramlar arasında boğmamak amaçlıdır. FELSEFE DERSLERİ • Felsefe Kelimesi Ne Anlama Gelmektedir? Felsefe kelimesi Yunanca “philo” (sevgi) ve “sophia” (bilgelik) kelimelerinin yan yana gelmesiyle oluşmaktadır. Philosophia, bilgelik sevgisi demektir. Genel manada “bilgiyi sevmek, bilginin peşinden koşmak” anlamını taşımaktadır. • Felsefe sadece, “bilgiyi sevmek” midir? İnsan, doğası gereği yargılayan, sorgulayan, tartışan bir varlıktır. Bu sebeple de insanın öğrenmek istediğin birçok konu vardır. İşte filozoflar da bu türden şeyler düşünmektedirler. Peki bu “Filozof” diye adlandırılan kişilerin normal insandan farkları var mıdır, varsa da bunlar nelerdir? Filozofların normal düşünce sürecindeki insandan tabii ki farkları vardır ve bu farklar; onların derinlemesine, tutarlı, belirli tabanlara oturtulmuş ve sistematize edilmiş düşünmelerinden kaynaklanmaktadır. • Felsefe, insanoğlunun yaşamını anlamlandırabilmek için düşünsel bir çaba harcaması mıdır? Bu sorunun cevabına şüphe duymadan “evet” diyebiliriz. Filozoflar da diğer insanlar gibi öğrenmeye çalışırlar. Bilgi, onlar için ulaşılması gereken bir “şey”dir. İşte filozoflar, bu bilgiye ulaşabilmek için sorular sorarlar. Platon: “Felsefe; doğruyu bulma yolunda, düşünsel bir çalışmadır.” derken de yine düşünme ve sorgulama üzerine bir vurgu yapmaktadır. Filozoflar sadece bilgi peşinde koşmamaktadırlar. Onlar, edindikleri bilgiler ışığında kendilerine bir ahlak anlayışı, dünya görüşü ve tamamen bir yaşam biçimi çizmektedirler. Mesela dünyayı “idea“lardan oluşmuş (idea; “düşünceler ve bu düşüncelerin görünüşleri” olarak tanımlanabilir.) bir yapı olarak algılayan bir felsefe öğretisi, yaşama ilişkin tüm yargılarını da ona göre oluşturmuş demektir. Sizler de çevrenizde var olanları sorgulayıcı bir bakış ve düşünme tarzı ile ele alınız. Neyin, neden o şekilde olduğunu anlamaya çalışınız. Düşünmekten, sorgulamaktan korkmayınız. Sokrates: “sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değer değildir.
Sitemizdeki “felsefe dersleri”nin amacı; sizleri sıkmadan, felsefeyi öz olarak sizlere aktarmaya çalışmaktır. Lütfen bu bölümümüz hakkındaki görüş, öneri, eleştiri vb. düşüncelerinizi bizlerle paylaşınız. Her zaman sorgulanmaya, eleştirilmeye, değerlendirmeye ve değerlendirilmeye açık bir yapımız olduğunu belirtmek isteriz. • Peki düşünce adamları – filozoflar – felsefe hakkında neler söylemekte, felsefeyi nasıl tanımlamaktadırlar? Karl Jaspers: “Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir.” Sokrates: “Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir.” Platon: “Doğruyu bulma yolunda, düşünsel (idealist) bir çalışmadır.” Aristotales: “İlkeler ya da ilk nedenler bilimidir felsefe.” Epikuros: “Mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir.” Augustinus: “Felsefe tanrıyı bilmektir ve gerçek felsefeyle, gerçek din özdeştir.” Anselmus: “İnanılanı anlamaya çalışmaktır.” Abaelardus: “İnanılanın inanılmaya değer olup olmadığını araştırmaktır.” A. Thomas: “Tanrıdır konusu, tanrının tanıtlanmasıdır.” Campanella: “Eleştiridir.” F. Bacon: “Deney ve gözleme dayanan bilimsel veriler üzerinde düşünmektir.” T. Hobbes: “Felsefe yapmak doğru düşünmektir.” Descartes: “Felsefe bir bilimdir ve geometrik yöntemi metafiziğe uygulamak gerekir, felsefeyi kesin bir bilim yapmak için.” Spinoza: “Felsefe, genelleştirilmiş bir matematiktir.” Leibniz: “Gerçekte doğru olanı algılamaktır. Felsefe göklerden yere inerek, beş duyuyla kavranan konularla ilgilenmelidir.” Locke: “Bütün düşüncelerimizin duyumlarımız ile gerçek alemden geldiğini kanıtlamaktır.” Condillac: “Felsefe duyumların bilgisidir.” Hume: “İnsan zihninin mahiyetini incelemektir.” … ve sonuç olarak; felsefe, yaşamın her köşesinde varlığını sürdürmektedir. Hatta felsefe, yaşamın kendisidir. Akıl Yürütme ve Argümantasyon (Akıl Yürütme Biçimleri)
Düşüncenin, adım adım ilerleyerek belli birtakım önermelerden belli bir sonuç çıkarması; yani yeni bir önermeye varması işlemine akıl yürütme denir. Böylece, bilinen önermelerden bilinmeyenlere varılmış ve yeni bir önerme ortaya konmuş olur. Akıl yürütme bir başka ve en genel anlamıyla doğru kabul edilen yargılara dayanarak onlardan yeni yargılar çıkarma işlemidir. Geçerli ve güvenilir bir akıl yürütmenin (ya da başka bir deyişle çıkarımın) temel aldığı iddia ve içerdiği yargı, mantıkça tutarlı önermelerden oluşmalıdır. Aksi hâlde en yalın düşüncelerden en karmaşığına kadar geçerli bir çıkarıma ulaşmak imkânsız olacaktır. Dolayısıyla çıkarımın geçerlilik koşullarını sağlaması gerekir. Argümanlar, önermelerden oluşup daha üstte belli görüşlere dayanmakta veya onlara kaynaklık etmektedir. En yaygın akıl yürütme biçimleri tümdengelim, tümevarım ve analojidir. Konu Başlıkları GÖRÜŞ NEDİR? Görüş; bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargıdır, fikirdir. Genel olarak görüş; insanın olay, varlık veya ortaya atılan düşüncelere dair bir anlayış geliştirmesi, bu olay, varlık veya düşünce üzerinde bir yargıya varması ve bir fikir üretmesi olarak tanımlanabilir. Anlayış geliştirme, kişinin hayatı anlamlandırabilmesi ve hayata dair ilke ve kurallara dair açıklamalar getirebilmesidir. Görüşlerin eğitim, yaşam çevresi, inançlar, kültürel ve ahlaksal kurallar vb. etkenlerce şekillenmektedir. Bu etkenler aynı zamanda insanların kendilerine özgü bakış açıları geliştirmelerine de imkân sunmaktadır. Farklı görüşler, aynı olay veya durumların farklı şekillerde algılanmasına ve yorumlanmasına neden olmaktadır. Görüşler, yargıda bulunulan alanlara göre de siyasî, ahlakî, dinî, bilimsel, sanatsal ve felsefi görüş gibi çeşitli şekillerde sınıflandırılabilmektedir. Bir görüşü ifade etmek, ele alınan konu hakkında ne düşündüğünüzü aktarmaktır. Şimdi düşünelim, karşınızdaki kişiyi doğru olduğunu kabul ettiğiniz bir şeye ikna etmek için neler yaparsınız? Söz gelimi, ona bir olayı kendi duyuları ile algılama fırsatı oluşturabilirsiniz. Genellikle insanlar bir olayı kendi gözleriyle gördüklerinde, kulaklarıyla işittiklerinde gerçek olduklarına kanaat ederler. Bununla birlikte insanın duyularıyla öğreneceklerinin sınırları vardır ve duyuları onu yanıltabilir. Öyleyse her şeyi böyle gerekçelendiremezsiniz. İkinci olarak, son derece kararlı ve samimi bir şekilde doğruluğuna inandığınız iddianızı yineleyebilirsiniz ancak bu da yeterli olmayabilir. Nitekim öne sürdüğünüz her görüş, kişisel olarak doğru olduğuna inandığınız için doğru kabul edilmez. Görüşlerinizin gerçekliği yansıtıyor olduğunu iddia etseniz de doğru olduğunun bilinmesi için gerekçelere ihtiyaç vardır. Üçüncü bir yol ise öne sürdüğünüz görüş için delil getirebilir yani bu iddianızı gerekçelendirebilirsiniz. Diğer bir ifadeyle, argüman geliştirebilirsiniz. ÖNERME NEDİR? ARGÜMAN NEDİR? Argüman, belli kanıtlara dayanarak ortaya çıkarılan yeni bir yargıdır. Sonuç önermesine destek olan önerme veya önermelere öncül adı verilir. Öncüllerden sonuca varma işlemine argümantasyon denir. Sonuç, yeni bir yargıdan oluşabilir. Burada önemli olan öncüllerin sonuç yargısına dayanak oluşturmasıdır. Argüman, bir görüşü desteklemek, doğrulamak veya güçlendirmek için öne sürülen önerme ya da önermelerdir (Argüman konusunu ünitemizin 4. bölümünde detaylı olarak ele alacağız.). Önermeler ise mantıksal bir akıl yürütmenin anahtar öğeleridir. Doğru veya yanlış olabilen cümlelere önerme denir. İnsanlar görüşlerini önermelerle dile getirir. Önermeler bir durumun ya da ilişkinin bulunduğunu öne sürer ya da iddia eder. “Güller güzel kokar.”, “İstanbul tarihî ve turistik bir şehirdir.”, “Elma ekşidir.” gibi cümleler doğru veya yanlış bir yargı içerdiklerinden birer önermedir. Örnek • 1. Öncül önerme: Kitap okumanın yaşamınıza katkı sağlamasını istiyorsanız okuduklarınızı yorumlamalısınızdır. • 2. Öncül önerme: Okuduklarını yorumlamak, insana geniş bir yaşamsal ufuk kazandırmaktadır. • Sonuç önermesi: O hâlde okuduğu kitaplarla hayatına katkı sağlayanlar, yaşamlarına geniş bir ufuk kazandıranlardır. Yukarıdaki örnekte verilen önermeler tek başına argümanı temsil etmez. Argüman, önermeler zinciri hâlinde bulunur ve pek çok sayıda önermeden oluşabilir. Önerme seti içinde hiçbir önerme birbiriyle çelişmiyorsa biçimsel geçerlilik taşıyabilir ama bu onun geçerli bir argüman olması için yeterli değildir.
Argümanın geçerli olabilmesi, önermelerin verdiği bilginin doğru olmasını da gerektirir. Yani bir argümanın geçerliliği, mantık ve bilgi açısından doğru olmasına bağlıdır. Bunlardan biri eksikse o argüman zayıf veya geçersizdir. Bir argüman, “sağlam” ile “ikna edici olmayan” arasında farklı düzeylerde nitelendirilebilir. Argüman konusunda diğer bir husus da argümanın kasten hileli kurulmasıdır. Eğer bir argüman, karşı görüşü çürütmek için onu söyleyenin kişiliğine saldırı içeriyorsa, onu şaşırtmak için mantık dışı sorulardan oluşuyorsa, bilerek ve istenerek ustaca tutarsız şekilde kuruluyorsa bunlar tartışmayı kazanmak için öne sürülen hileli argümanlar (safsata, sofistik) olarak kabul edilir. AKIL YÜRÜTME YÖNTEMLERİ • Tümdengelim nedir? • Tümevarım nedir? • Analoji nedir? TUTARLILIK ve ÇELİŞİKLİK NEDİR? • Tutarlılık nedir? • Çelişiklik nedir? AKIL YÜRÜTME ve ARGÜMANTASYON HAKKINDA KONU BAŞLIKLARI • Doğruluk ve gerçeklik nedir, farkları nelerdir? • Felsefede temellendirme ve temellendirmenin önemi? Felsefenin Yararı Nedir? Felsefenin yararı veya gerekliliği onun toplumsal-kültürel işlevi ve felsefenin tarihsel gelişimi ile ilgili olarak birkaç şey söylemek gerekir (Bkz: Felsefenin İnsanlara Faydaları Nelerdir? Felsefe Ne İşe Yarar?). Mongolfier kardeşler icat etmiş oldukları balonla ilk uçuşlarını yapmak istedikleri sırada gösteriyi izlemek için meydanda toplanan seyirciler arasından biri yanında bulunan tonton tavırlı, yaşlı, saygıdeğer bir baya dönerek biraz saf bir tavırla şu soruyu sorar: “İyi de bu ne işe yarıyor bayım?” Sözü edilen yaşlı bay – ki o sıralarda Fransa’yı ziyaret etmekte olan ünlü Amerikalı bilgin ve siyaset adamı Benjamin Franklin’dir – aynı ölçüde hoşgölürü bir şekilde gülümseyerek şu cevabı verir: “Yeni doğmuş bir bebek ne işe yarar bayım?”
Kanımızca bu cevap, felsefenin ve aslında daha genel olarak diğer temel kültürel etkinliklerin son tahlilde ne işe yaradıkları sorusuna verilebilecek en güzel ve en anlamlı cevaptır. Konuya bir işe yaramak açısından baktığımızda en çok işe yaradığı düşünülen bazı etkinliklerimizin bir işe yaramadığını da görebiliriz. Örneğin bilim bile çoğu kez bir işe yaramaz. Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir. Felsefe; insanı insan yapan ve bir hiç olmaktan kurtaran araştırma ruhunun, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğinin, önemli sorular sorma ve onlara ciddi olarak cevaplar arama özelliğinin, erdemli olma ve mutlu yaşama talebinin, kısacası bilgeliğe ulaşma özleminin en hakiki ifadesidir. Felsefi Düşüncenin Nitelikleri, Felsefi Düşüncenin Özellikleri Felsefi düşüncenin nitelikleri ya da felsefi düşüncenin özellikleri konusu, neyin felsefe ve neyin felsefe olmayan olduğunu ortaya koyacak bir bilgi ağı sağlayacaktır. Bu bağlamda bilgi, insan yaşamının sürdürülebilmesinde başta gelen varoluş koşullarından biri olup insanın binlerce yıllık uğraşısının ürünüdür. Bu durum; farklı yaşam katmanları, uzmanlık alan bilgilerinin bazı ortak özellikleri ve sürekliliği olduğunu göstermektedir. Kesin bir sınıflandırma mümkün olmasa da felsefi düşünce tarzına atfedilen, üzerinde uzlaşılmış, felsefi düşüncenin nitelikleri şu şekilde sayılabilir: sorgulama (sorun odaklı), merak etme, şüphe duyma, eleştirel olma, refleksif (düşünümsel) olma, yığılımlı ilerleme, rasyonel olma (akıl temelli), sistemli olma, tutarlı olma ve evrensel olma (Şekil 1.5). Felsefi Düşüncenin Nitelikleri Nelerdir? • Sorgulama • Merak etme • Şüphe duyma • Hayret etme • Yığılma • Eleştirellik • Refleksif olma
• Rasyonellik • Sistemlilik • Tutatlılık • Evrensellik 1. Sorgulama Felsefi düşüncenin en önemli ve ayırt edici özelliği sorgulayıcı olmasıdır. Felsefede bir problemi çözmenin ilk adımı soru sormaktır. Sorgulama; bir amaca yönelik, soruları sistemli bir şekilde sorarak anlamaya çalışma ve gerçeğe ulaşma çabasıdır. Sokrates’e göre hayatın anlamı ve değeri onun sorgulanmasıyla başlar. 2. Merak etme Merak, insanı yeni arayışlara sürükleyen zihin durumudur. Merak; bilim ve felsefenin temelinde yer alan, zihni harekete geçiren bilme isteğidir. Merak eden insan, bu merakı sayesinde sorgulamaya ve gerçeğe ulaşmaya çabalar. Felsefede merak, yaşamı tanımayı istemek ve onu anlamaya çalışmak olarak da anlaşılabilir. 3. Şüphe duyma Felsefi şüphe, yeni sorulara kapı açar ve dünyaya farklı bir bakış geliştirmeye olanak sağlar. Bir düşünceyi körü körüne kabul etme, felsefeye uygun olmayan bir tavırdır. Felsefi tavır, bilginin akılsal denetlemeye tabi tutulup mantıklı hâle gelmedikçe doğru kabul edilmemesidir. Bu nedenle ilk adım şüphe etmektir. Felsefi şüphenin belli bir amacı ve sistemi vardır, gelişigüzel değildir. Şüphe duymak, felsefi düşüncenin özelliklerinden birisidir. 4. Hayret etme Felsefede hayret etme, şaşırma anlamından çok daha fazlasını ifade eder. Filozof, dünyayı alışılageldik hâliyle kabul etmez. Dünya, çoğu insana alışkanlıkların ve ön kabullerin etkisiyle şaşırtıcı gelmez. Her şeyi olduğu gibi kabul etme bir sorun gibi görünmez ancak filozof için durum böyle değildir. Filozof, her şeyi ilk defa görüyormuş gibi ona şaşırabilen insandır. Felsefe, bu sayede sıradan düşüncelerden ayrılır. Dünyaya yeni bir gözle bakabilmenin ilk adımı hayret etmedir. Hayret eden insan merak eder ve araştırmaya başlar. 5. Yığılımlı ilerleme Filozoflar, felsefenin ilk ortaya çıktığı çağdan bu yana benzer sorulara farklı yanıtlar vermiştir. Yığılımlı olma, felsefi düşüncenin birbirini etkileyen ve bu etkileşimle ilerleyen bir niteliğe sahip olmasını ifade eder. Bu ilerleme, bilimdeki gibi niceliksel bir birikim değildir. Felsefi düşünce; bilim, sanat ve daha birçok alandaki bilgilerin oluşum ve artışını sağlamıştır. Birbirini etkileyen filozoflar, ortak bilgi birikimine katkıda bulunmuştur.
6. Eleştirel olma Eleştirel olma, herhangi bir düşünceyi ya da görüşü ele alırken onu olduğu gibi kabul etmek yerine akıl süzgecinden geçirmektir. Eleştirel düşünce; akıl yürütme, analiz ve değerlendirme süreçleriyle inşa edilen düşünce biçimidir. Bir problem ele alınırken onu birtakım sınamalara tabi tutma, onu oluşturan bütünü parçalarına ayırma, iyi ve kötü yanlarını ortaya koyarak değerlendirme eleştirel olmanın temel ögeleri olarak ifade edilebilir. 7. Refleksif olma Düşünce, herhangi bir nesneye veya duruma yönelik olabilirken düşüncenin kendine (kendini konu edinmesi) veya başka bir düşünceye yönelmesi refleksiyondur. Bir ağacı düşünme refleksiyon değildir. Ancak ağaca dair algı ve ağaç fikrinin ne olduğu konusunda düşünme refleksiyondur. Ayrıca mevcut bilgi, sanat ve görüş üzerine düşünmeler de refleksif olarak nitelendirilebilir. Refleksif olmak, düşünülen üzerine tekraren düşünmek anlamına gelmektedir. 8. Rasyonel olma Rasyonel olma, akılcı veya akılsal olma anlamına gelir. Felsefe, konu ve yöntem açısından akılsal bir uğraşıdır. Rasyonel olma, felsefenin zihinsel bir etkinlik olmasının yanında akıl ilkeleri ve akıl yürütme kurallarına uygun olması anlamlarına da gelmektedir. 9. Sistemli olma Felsefi düşünce, düzenli olan tutarlı bir yapıya sahiptir. Bu yapı içinde düşüncelerini açıklayan filozof, kendine ait bir sistem inşa eder ve düşünceleri için bir açıklama modeli oluşturur. Bu model içerisindeki düşünceler birbiri ile aşamalı ve bağlantılıdır. Bu bağ bütüncül bir bakışın da temelini oluşturur. 10. Tutarlı olma Felsefi düşüncede tutarlılık, düşünce basamaklarının birbirine zıt düşünceler içererek birbiriyle çelişmemesi yani uygun olması anlamındadır. Her felsefi düşüncenin olgusal anlamda ispatlanması mümkün olmadığı için yapılacak değerlendirme, felsefi düşüncenin daha çok iç tutarlılığıyla ilgili olacaktır. Bir görüşü oluşturan temel düşünce basamaklarının birbiri ile çelişmemesi veya birbiri ile uyumlu olması tutarlılığı güçlendirir. 11. Evrensel olma Felsefi sorunların bulunduğu çağı aşması ve herkes için geçerli olması durumudur. Felsefenin bütün insanlığı ilgilendiren sorunlarla uğraşması ve felsefi birikimin birçok uygarlığın ortak katkılarıyla
oluşması onun evrensel bir değer taşımasını sağlar. Felsefede yanıtlardan çok, soruların evrenselliğinden bahsetmek mümkündür. Felsefi Düşüncenin Nitelikleri Hangi Düşünceler Felsefi Değildir? Bir şeyin ne olduğu bilindikten sonra onun ne olmadığı hakkında sonuçlara varmak da öğretici olabilir. Bu anlamda “Felsefi olmayan düşünme tarzları hangileridir?” sorusuna verilebilecek cevaplar ayırt edici olacaktır. Sorgulamaya ve temellendirmeye dayanmayan, doğru bilgiye veya doğru eyleme yönelmeyen anlık düşünceler; örneğin günlük çıkarlara yönelik akıl yürütmeler, bir olaya karşı verilen ani tepkiler, dürtülere-güdülere dayalı çağrışımlar, üzerinde düşünülmemiş hayaller, basit kanaatler veya ön yargılar felsefi düşünme tarzı sayılmaz. Felsefenin Diğer Düşünce Biçimleriyle İlişkisi Felsefenin ne olduğunu anlamak için yakın düşüncelere yani doğa ve insan bilimlerine, matematik ve sanatla ortaklaştığı veya farklılaştığı hususlara da bakmak gerekmektedir. Elbette bilimsel bilgi araştırmacının, şiir şairin, teknik bilgi teknisyenin işidir. Bilimler belli bir konuyu, tikel olanı konu edinir. Bilim; duygu ve kanaatlerden özerk “objektif” çalışmayı, bulgularını gözlem ve deneyime dayandırmayı ve onları ispatlamayı esas alır. Sanatsal düşünme tarzı ise aynı zamanda sanatçının duygu ve düşüncelerinin merkezde olduğu dil, anlatım ve özgün ürünleri destekleyen düşünme şeklidir. Bu düşünce tarzları doğrudan felsefi düşünce tarzı olmamakla birlikte bilgi alanları ne kadar çeşitlenir, bilgi ne kadar çoğalırsa doğru bilgiye ulaşma imkânı da o kadar artmakta ve felsefenin ufkunu açmaktadır. Felsefe bilim ve sanata katkı sunmaktadır. Şiir, teknik bilgi ve bilimin ne olduğu fikri; felsefi bir bakışla oluşturulmaktadır. Ayrıca “filozof şair-şair filozof” veya “felsefede şiir-şiirde felsefe” de mümkündür ama yapılan şiir veya felsefe, farklı faaliyet biçimleridir. Şiir “İlim kendin bilmektir.” dediğinde veya bilim insanları “Sayı nedir?”, “Bu yaptıklarımın anlamı nedir?” diye sorguladığında bu tavırlarındaki düşünme tarzı, şiirsel veya bilimsel düşünme tarzından daha çok felsefi düşünme tarzıdır. Bilim, sanat ve felsefe birbirine indirgenemezse de birbirini desteklemektedir. Felsefe Yapmak ve Felsefi Düşünce İlişkisi İnsan için önemli olan yalnızca felsefe okumak ve felsefeyi bilmek değildir, felsefe yapmaktır, felsefi davranabilmek veya felsefi bir tutum takınabilmektir. Felsefe yapmak ise felsefi düşünmeyi gerektirir. Felsefi düşünceyi özümsemiş kişilerin ise yalnızca ağaçları değil ormanı görebildikleri ilk bilgilerle yetinmeyip ileriye ve arka planlara da bakabildikleri, yüzeysel düşünmeyip konulara nüfuz edebildikleri düşünülebilir.Ayrıca dogmatikliği aşabilme önyargılı olmama gibi tavırlar sergileyebilecekleri söylenebilir.
Felsefi düşünce, insanın merak ve hayretine bağlı olarak soru sormanın sonucu olan ve insanla, insan yaşamıyla ilgili problemlere karşı eleştirici ve sorgulayıcı bir düşünce türüdür. Felsefi düşünceyi özümsemiş kişiler dogmatikliği aşan, ön yargılı olmayan ve olaylara geniş açıdan bakan kişilerdir. Felsefi Düşüncenin Nitelikleri: Kısaca • Felsefi düşüncede sorular cevaplardan daha önemlidir. Çünkü felsefede verilen cevaplar son ve kesin cevaplar değildir. Bundan dolayı bu sorulara cevap arayışı her zaman kesintisiz devam eder (özü). • Felsefi düşünce refleksif bir düşüncedir (Düşüncenin kendi üzerine tekrar yönelmesi refleksif düşüncedir). Yani felsefi düşünme sadece sorgulananı tek taraflı düşünme değildir. Aynı zamanda sorgulamanın kendisini veya sorgulama sonucunu da sorgulamaktır. Bu çift yönlü bir düşünmedir. • Felsefi düşünce, eleştirici ve sorgulayıcı bir düşüncedir. • Felsefi düşünce akla dayanan bir düşüncedir. Felsefi düşüncede ortaya konulan önermeleri doğrulama, yanlışlama olanağı yoktur. Çünkü önermeler bilimde olduğu gibi olgularla test edilerek doğrulanamaz. Felsefi düşüncede ortaya konan önermelerde kendi için tutarlı olması aranır. • Felsefi düşünce temellendirmeye dayalı bir düşüncedir. • Felsefi düşüncenin analiz (çözümleyici) ve sentez (kurucu) gibi işlevleri vardır. • Her felsefi düşünce, o düşünceyi ortaya atan filozofun özgün görüşüdür. Bu nedenle felsefi düşünce özneldir. • Her şey felsefenin konusudur. Bu nedenle felsefi düşünce ele aldığı konular açısından evrensel bir düşüncedir. ANA FELSEFE AKIMLARI • Bilim Felsefesi Nedir? • Bilgi Felsefesi Nedir? (Epistemoloji Nedir?) • Varlık Felsefesi (Ontoloji) Nedir? • Din Felsefesi Nedir? • Ahlak Felsefesi Nedir? • Sanat Felsefesi Nedir? (Estetik Nedir?) • Siyaset Felsefesi Nedir? ANA FELSEFE AKIMLARININ ALT DİSİPLİNLERİ A DİZİNİ • Ampiriokritisizm Nedir? • Alman İdealizmi Nedir? • Adcılık (Nominalizm) Nedir? • Adcı Gezimcilik Nedir? • Acıcılık (Dolorizm) Nedir, Ne Demektir? • Abdera Düşünürleri, Abderalılar, Abdera Okulu • Akademia Nedir? Akademia Anlamı Nedir? • Apolojistler Kimdir, Hristiyan Apolojetiği Nedir? • Ansiklopedistler (Ansiklopedizm, Ansiklopedism) Nedir, Ne Demektir? • Anti-klerikalizm Nedir, Ne Demektir? • Agnostisizm (Bilinemezcilik) Nedir, Ne Demektir? • Ateizm Nedir, Ne Demektir? • Anarşizm Nedir, Ne Demektir? • Akılcılık Nedir, Ne Demektir? • Ampirizm (Empirizm, Deneycilik) Nedir, Ne Demektir? • Altrüizm nedir?
• Ahlak Felsefesi Nedir? • Analitik Felsefe (Çözümleyici Felsefe) Nedir, Ne Demektir? • Aristotelesçilik (Aristoculuk) Nedir, Ne Demektir? • Atomculuk (Bölünemezcilik) Nedir, Ne Demektir? B DİZİNİ • Bilgi Felsefesi Nedir? (Epistemoloji Nedir?) • Bilim Felsefesi Nedir? • Bireycilik Nedir, Ne Demektir? • Biyolojizm Nedir, Ne Demektir? • Bilimsel (Marksist) Sosyalizm Nedir, Ne Demektir? • Bircilik (Monizm) Nedir, Ne Demektir? • Bilmesinlercilik Nedir, Ne Demektir? • Bilgicilik Nedir, Ne Demektir? • Biçimcilik Nedir, Ne Demektir? • Beniçincilik Nedir, Ne Demektir? • Bencilik Nedir, Ne Demektir? • Bağıntıcılık Nedir, Ne Demektir? • Britanya Kültürel Çalışmalar Okulu (Birmingham Okulu) • Bağdaşırcılık Nedir? C-Ç DİZİNİ • Çokoluşçuluk Nedir, Ne Demektir? • Çilecilik Nedir, Ne Demektir? • Çevrimsel Devim Kuramı Nedir? • Çağrışımcılık Nedir, Ne Demektir? • Canlıözdekçilik Nedir, Ne Demektir? • Canlıcılık (Animizm) Nedir, Ne Demektir? • Çatışmacı yapısalcılık nedir? • Chicago Okulu Nedir? • Çokkültürcülük (Çok Kültürcülük) Nedir? • Çokkültürlülük (Çok Kültürlülük) Nedir? D DİZİNİ • Düalizm (İkicilik) Nedir, Ne Demektir? • Determinizm (Belirlenimcilik) Nedir, Ne Demektir? • Din Felsefesi Nedir? • Deizm (Yaradancılık) Nedir, Ne Demektir? • Daimicilik (Prennialism) Nedir, Ne Demektir? • Dogmatizm Nedir, Ne Demektir? • Dil Felsefesi Nedir? • Doğa Felsefesi Nedir? • Darwincilik (Darwinizm) Nedir? • Davranışçılık (Behaviorism) Nedir? • Descartescilik (Dekartçılık) Nedir? • Diyalektik İdealizm Nedir, Ne Demektir? Hegelci İdealizm • Diyalektik Materyalizm Nedir, Ne Demektir? • Descartesçı Şüphecilik ve İlk Çağ Şüpheciliği Nedir, Ne Demektir? • Dehriyye Nedir, Ne Demektir? • Duyguculuk Nedir? E DİZİNİ • Eytişimsel Özdekçilik Nedir? • Egaliteryanizm
• Erekbilimsel Kanıt Nedir? • Eytişimsel ve Tarihsel Özdekçi Felsefe • Ezoterizm Nedir, Ezoterik Ne Demektir? • Entelektüalizm (Entelektüelizm) Nedir, Nedir Ne Demektir? • Enstrümantalizm (Aletçilik) Nedir, Ne Demektir? • Endividüalizm Nedir, Ne Demektir? • Eklektisizm, Eklektizm Nedir, Ne Demektir? • Evrimcilik Nedir, Ne Demektir? • Etnometodoloji nedir? • Evrenselcilik Nedir, Ne Demektir? • Evhemerosçuluk (Euhemerosçuluk) Nedir? • Eşitçilik Nedir, Ne Demektir? • Erekçilik Nedir, Ne Demektir? • Elitizm Nedir, Elitist Teori Nedir? • Eleştirel Teori Nedir? • Ekofeminizm nedir? • Elis Eteria Okulu nedir? • Epikürcülük (Epikürcüler) Nedir? • Elea Okulu Nedir? Elealılar Kimdir? • Esasicilik (Essentialism) Nedir, Ne Demektir? • Eğitim Felsefesi Nedir? • Entüisyonizm (Sezgicilik, Bergsonculuk) Nedir, Ne Demektir? • Egoizm (Bencillik) Nedir, Ne Demektir? F DİZİNİ • Fenomenoloji (Görüngübilim) Nedir, Ne Demektir? • Fenomenolojik sosyoloji nedir? • Fatalizm (Kadercilik, Yazgıcılık) Nedir, Ne Demektir? • Faşizm Nedir, Ne Demektir? • Liberal Feminizm Nedir, Ne Demektir? • Feminizm Nedir, Ne Demektir? • Frankfurt Okulu Nedir, Frankfurt Okulu Filozofları • Freudculuk Nedir? • Fransız Özdekçiliği (Maddeciliği) Nedir? • Felsefesel Düşüncecilik Nedir, Ne Demektir? • Felsefesel Bircilik Nedir, Ne Demektir? G DİZİNİ • Gürecilik (Devimselcilik) Nedir, Ne Demektir? • Gizlicilik Nedir, Ne Demektir? • Gizemcilik (Mistisizm) Nedir, Ne Demektir? • Geriçevrilmezlik (Tersinmezlik) Nedir, Ne Demektir? • Gerçeküstücülük (Sürrealizm) Nedir, Ne Demektir? • Gerçekçi Gezimcilik Nedir? • Genel Varlık Kuramı Nedir? • Genel Bağıntılılık Kuramı Nedir? • Gelenekçilik Nedir, Ne Demektir? • Gassendicilik Nedir, Ne Demektir? • Galenosçuluk (Galenizm) Nedir, Ne Demektir? • Gnostikler Kimdir? Gnostizm, Gnostisizm Nedir? H DİZİNİ • Hümanizm (İnsancılık) Nedir, Ne Demektir? • Hedonizm (Hazcılık) Nedir, Ne Demektir? • Historizm (Tarihselcilik) Nedir, Ne Demektir?
• Hermeneutik Nedir, Ne Demektir? • Hint Felsefesi Nedir, Ne Demektir? • Hobbes’çuluk Nedir, Ne Demektir? • Hegelcilik Nedir, Ne Demektir? • Hücre Kuramı Nedir, Ne Demektir? • Humeculuk (İngiliz Şüpheciliği) Nedir, Ne Demektir? • Herakleitosçuluk Nedir, Ne Demektir? • Hegelci Materyalizm Nedir, Ne Demektir? • Hellenizm (Helenizm) Nedir, Ne Demektir? • Henoteizm nedir? I-İ DİZİNİ • İşrakiye (İşrâkiyye) Nedir, Ne Demektir? • İhvanı Safa (İhvân-ı Safâ) Nedir, Ne Demektir? • İradecilik (Volontarizm) Nedir, Ne Demektir? • İnsaniçincilik Nedir, Ne Demektir? • İşlevselcilik nedir? (sosyoloji) • İnsan Felsefesi Nedir, Ne Demektir? • İnsanbilimcilik Nedir, Ne Demektir? • İnsanbiçimcilik (Antropomorfizm) Nedir, Ne Demektir? • İnancılık (Fideizm) Nedir, Ne Demektir? • İlkelcilik Nedir, Ne Demektir? • İlericilik Nedir, Ne Demektir? • İçrekçilik (Batınilik) Nedir, Ne Demektir? • İçkincilik Nedir, Ne Demektir? • İbni Rüştçülük Nedir, Ne Demektir? • Işıkçılık Nedir, Ne Demektir? • İyonya Okulu (Milet Miletos Okulu) Nedir, İyonya Okulu (Milet Miletos Okulu) Felsefesi Nedir? • İlerlemecilik Nedir, Ne Demektir? • Irkçılık Nedir, Ne Demektir? • İndeterminizm (Belirlenmezcilik, Yadgerekircilik) Nedir, Ne Demektir? • İdealizm (Düşüncecilik) Nedir, Ne Demektir? J DİZİNİ • Jansenizm (Jansencilik, Janseniusçuluk) Nedir, Ne Demektir? K DİZİNİ • Kültür Felsefesi Nedir, Ne Demektir? • Konfüçyüsçülük (Konfüçyanizm) Nedir? • Kavram Realizmi (Kavram Gerçekçiliği) Nedir, Ne Demektir? • Kuşkuculuk (Septisizm) Nedir? • Kritisizm (Eleştiricilik) Nedir, Ne Demektir? • Kynere (Kirene) Okulu Nedir, Kirene Felsefesi • Kantgil Rasyonalizm (Akılcılık) Nedir? • Kinizm (Sinizm) Nedir? • Kynikler Okulu (Kelbiler, Kinikler) • Köktencilik (Radikalizm) Nedir, Ne Demektir? • Kendiliğinden Özdekçilik Nedir, Ne Demektir? • Kavramcılık (Konseptualizm) Nedir, Ne Demektir? • Kişilikçilik (Personalizm) Nedir, Ne Demektir? • Kılgıcılık Nedir, Ne Demektir? • Kantçılık (Kantizm) Nedir, Ne Demektir? • Kaba Özdekçilik (Kaba materyalizm, vülger maddecilik) Nedir, Ne Demektir? • Kaba Evrimcilik Nedir, Ne Demektir?
• Kötümserlik (Pesimizm) Nedir, Ne Demektir? L DİZİNİ • Leibnizcilik Nedir, Ne Demektir? • Lamarckçılık Nedir, Ne Demektir? • Liberterlik Nedir? • Luddizm Nedir? • Lyceum Okulu • Liberalizm Nedir, Ne Demektir? • Liberteryanizm (Özgürlükçülük) Nedir, Ne Demektir? • Latin İbn Rüşdcülüğü Nedir? M DİZİNİ • Modern Atom Teorisi Nedir, Ne Demektir? • Mutlak İdealizm Nedir, Ne Demektir? • Mohizm (Mohism) Nedir? • Materyalizm (Maddecilik, Özdekçilik) Nedir, Ne Demektir? • Monoteizm (Tek Tanrıcılık) Nedir, Ne Demektir? • Mekanik Gerekircilik nedir? • Mantıkçı Olguculuk (Mantıksal Pozitivizm) Nedir? • Minarşizm (Minimal Devletçilik) Nedir, Ne Demektir? • Marksist Feminizm Nedir, Ne Demektir? • Mekanizm (Mekanikçilik) Nedir, Ne Demektir? • Marksçılık (Marksizm) Nedir? • Marburg Okulu Nedir, Ne Demektir? • Manişeizm Nedir, Ne Demektir? • Mutçuluk (Mutlulukçuluk, Eudaimonizm) Nedir, Ne Demektir? • Monatçılık (Monadizm) Nedir, Ne Demektir? • Metafizik Özdekçilik Nedir, Ne Demektir? • Metafizik Nedensellik Nedir, Ne Demektir? • Metafizik Düşüncecilik Nedir, Ne Demektir? • Megara Okulu nedir? • Mekanikçi Özdekçilik Nedir, Ne Demektir? • Mekanikçi Gerekircilik Nedir, Ne Demektir? • Mahizm (Machizm) Nedir, Ne Demektir? • Makinecilik Nedir, Ne Demektir? • Makyavelizm (Makyavelcilik) Nedir, Ne Demektir? • Malebrancheçılık Nedir, Ne Demektir? • Mantıkçı Atomculuk Nedir, Ne Demektir? • Mantıkçı Görgücülük Nedir, Ne Demektir? • Mantıkçılık Nedir, Ne Demektir? • Mantıkdışıcılık (Mantık Dışıcılık) Nedir, Ne Demektir? • Matematik Olguculuk Nedir, Ne Demektir? • Meşşaiye (Meşşailik, Meşşâiyye) Nedir, Ne Demektir? N DİZİNİ • Nesnel İdealizm (Düşüncecilik) Nedir, Ne Demektir? • Nesnelcilik Nedir, Ne Demektir? • Nedenselcilik Nedir, Ne Demektir? • Nietzschecilik Nedir? • Nihilizm (Hiççilik) Nedir, Ne Demektir? • Naturalizm nedir?
O-Ö DİZİNİ • Otodeterminizm (Oto Determinizm, Ahlaki Özerklik) Nedir, Ne Demektir? • Objektivizm Nedir? • Otokrasi Nedir, Ne Demektir? • Orta Stoa Okulu Nedir? Filozofları Kimdir? • Özcülük Nedir, Ne Demektir? • Örgencilik (Organizm) Nedir, Ne Demektir? • Önselcilik (Apriorizm) Nedir, Ne Demektir? • Olaycılık (Fenomenizm) Nedir, Ne Demektir? • Olasıcılık Nedir, Ne Demektir? • Özdeksizcilik (Maddesizcilik) Nedir, Ne Demektir? • Ontoloji Nedir, Ne Demektir? • Olaybilim Nedir, Ne Demektir? • Öznel İdealizm (Düşüncecilik) Nedir, Ne Demektir? • Öznelcilik Nedir, Ne Demektir? • Özdeksizcilik (Berkeleycilik) Nedir? P DİZİNİ • Plotinosçuluk Nedir, Ne Demektir? • Pavlovculuk Nedir, Ne Demektir? • Profesyonalizm, Profesyonalizm Nedir? • Post-yapısalcılık (Postyapısalcılık) Nedir? • Pisagorcu Mistisizm Nedir, Ne Demektir? • Pietizm (Piyetizm) Nedir, Ne Demektir? • Plüralizm (Çokçuluk), Plüralistler Nedir, Ne Demektir? • Pozitivizm (Olguculuk) Nedir, Ne Demektir? • Pyrrhoncu Şüphecilik, Pyrrhonculuk, Pironculuk Nedir? • Panenteizm (Diyalektik Teizm) Nedir, Ne Demektir? • Panteizm (Tüm Tanrıcılık, Kamu Tanrıcılık) Nedir, Ne Demektir? • Politeizm (Çok Tanrıcılık) Nedir, Ne Demektir? • Pozitif Ayrımcılık Nedir, Ne Demektir? • Pragmatizm (Faydacılık) Nedir, Ne Demektir? • Platonculuk Nedir, Ne Demektir? • Pisagor Ezoterizmi Nedir, Ne Demektir? • Pisagorculuk Nedir? Pisagor Okulu, Pisagor Akademisi, Pythagoreanism • Psikolojik Hazcılık (Hedonizm) Nedir? • Peripatos Okulu, Peripatetikler, Lykeion Okulu R DİZİNİ • Romantik Hermeneutik Nedir, Ne Demektir? • Radikal Ampirizm (Empirizm) Nedir? • Realizm (Gerçekçilik) Nedir, Ne Demektir? • Rasyonalizm (Akılcılık) Nedir, Ne Demektir? • Radikal Feminizm Nedir, Ne Demektir? • Romantizm Nedir, Ne Demektir? • Ruhbilimcilik Nedir, Ne Demektir? • Rölativizm (Görecilik, Görececilik) Nedir, Ne Demektir? S DİZİNİ • Stoacılık Nedir, Ne Demektir? • Spinozacılık Nedir, Ne Demektir? • Spekülatif Felsefe (Kurgul Felsefe) Nedir, Ne Demektir? • Sokratesçilik (Sokratizm) Nedir, Ne Demektir? • Skotçuluk (Scotizm) Nedir, Ne Demektir?
• Simgecilik (Sembolizm) Nedir, Ne Demektir? • Sembolik Etkileşimcilik Nedir? • Saçmacılık (Absürdizm) Nedir, Ne Demektir? • Spermizm (Spermcilik) Nedir, Ne Demektir? • Stoa Okulu (Stoalılar, Stoacılar) Nedir? • Spor Felsefesi Nedir, Ne Demektir? • Sosyalizm Nedir, Ne Demektir? • Sezgicilik (Entüisyonizm) Nedir? • Senkretizm (Bağdaştırmacılık) Nedir, Ne Demektir? • Sosyolojizm (Toplumculuk, Cemiyetçilik) Nedir, Ne Demektir? • Septisizm (Kuşkuculuk, Şüphecilik) Nedir, Ne Demektir? • Sanat Felsefesi Nedir? (Estetik Nedir?) • Siyaset Felsefesi Nedir? • Sonuçsalcılık Nedir? • Sofistler Kimdir, Sofizm Nedir? • Sosyal bilimler felsefesi nedir? T DİZİNİ • Toplum Felsefesi Nedir? • Tekçilik (Monizm) Nedir, Ne Demektir? • Tarihsel Okul Nedir, Ne Demektir? • Teleoloji (Erek bilimi, Erekbilim) Nedir, Ne Demektir? • Töredışıcılık (Amoralizm) Nedir, Ne Demektir? • Toplumiçincilik (Sosyosantrizm) Nedir, Ne Demektir? • Tomacılık Nedir, Ne Demektir? • Tinselcilik (Spiritualizm) Nedir, Ne Demektir? • Tekbencilik (Solipsizm) Nedir, Ne Demektir? • Tabiyye (Tabiyyun, Tabîiyye) Nedir, Ne Demektir? • Totemizm Nedir, Ne Demektir? • Toplumsal inşacılık nedir? • Tanrıcılık (Teizm) Nedir, Ne Demektir? • Taylorizm nedir? • Toplulukçuluk Nedir, Ne Demektir? • Toplulukçuluk Nedir? • Taoizm (Taoculuk) Nedir, Ne Demektir? • Tarihsel Materyalizm Nedir? • Teknoloji Felsefesi Nedir? U-Ü DİZİNİ • Uzlaşımcılık Nedir? • Usdışçılık, Usaaykırıcılık (İrrasyonalizm) Nedir? • Utilitarizm (Faydacı Ahlak) Nedir, Ne Demektir? V-W DİZİNİ • Varlık Felsefesi (Ontoloji) Nedir? • Varoluşçu Marksizm Anlayışı • Vesilecilik Nedir, Ne Demektir? • Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) Nedir, Ne Demektir? • Varoluşçu Hümanizm Nedir? • Würzburg Okulu Nedir? Y DİZİNİ • Yeni Tomacılık Nedir? • Yeterlicilik Nedir?
• Yeni Malthusçuluk nedir? • Yeni Olguculuk (Neo Pozitivizm) Nedir? • Yeni Gerçekçilik (Neo Realizm) Nedir? • Yaratımcılık (Yaratılışçılık) Nedir? • Yeni İşlevselcilik nedir? • Yeni Düşüncecilik (Neo İdealizm) Nedir? • Yazgıcılık Nedir, Ne Demektir? • Yansı Kuramı Nedir, Ne Demektir? • Yeni Hegelcilik (Yenihegelcilik) Nedir, Ne Demektir? • Yapısalcılık (Strüktüralizm) Nedir, Ne Demektir? • Yeni Kantçılık Nedir? • Yeniden Kurmacılık (Re-Constructionism) Nedir, Ne Demektir? • Yeni Platonculuk (Neo Platonizm) Nedir, Ne Demektir? Felsefe – Din İlişkisi Felsefe ve din arasında ne gibi bir ilişki vardır? Bu soru felsefe – din ilişkisi için aranan cevaptır. Bu soru felsefe alanında da teoloji alanında da sıkça konu edilmiştir. Din ve felsefe aslında birbiriyle sıkı bir ilişki içindedir. Hatta öyle ki felsefenin Antik Yunan’da, dini inançların eleştirilmesiyle başladığını kabul eden güçlü görüşler mevcuttur. Felsefenin din eleştirisi olarak başladığını kabul eden bu anlayışa göre dini eleştirerek kendini var eden felsefe Orta Çağ’da din ile iç içe girmiş, dinsel inançları temellendirmek için kullanılmıştır. Günümüzde bu iki disiplinin yakın ilişkisinden dinin temel kavramlarını ele alıp inceleyen, dinsel ilkeleri temellendirmeye çalışan din felsefesi adlı bir disiplin ortaya çıkmıştır. Felsefe ile din arasında, yöneldikleri amaç bakımından bir benzerlik vardır. Her ikisi de varlık ve değer bakımından en temel olanı bulmaya çalışır. Evreni ve insanı anlama ve açıklama çabası içindedirler. Felsefe ile din arasında kaynakları ve yöntemleri bakımından farklılıklar vardır. Dinde ortaya konan bilgiler vahiy yoluyla Tanrı elçileri vasıtasıyla iletilir. Felsefede ise doğrulara akıl ve akıl yürütme yoluyla ulaşılır. Din kaynağı bakımından ilahi, felsefe ise insan ürünüdür. Yine din değişmeye kapalıdır. Kuşkuya yer yoktur. Temel kural ve emirlere iman gerekir. Felsefe ise akıl yürütmeye dayalıdır; soru sorar, şüphe eder, eleştiriye açıktır. bu sayede sürekli yeni bilgiler ortaya koyar ve değişir.
FELSEFE ve DİNİN BENZER YÖNLERİ • Felsefenin konusu içine giren bazı sorunlar dinin de konuları arasında yer alır. • Felsefe; evreni, insanı, yaşamı tanımaya çalışırken “Evren nasıl oluşmuştur?” ve “İnsanın varlık amacı nedir?” gibi soruları sorar. • Bu sorular özellikle ilah dinlerde de sorulup cevaplanmaktadır. • Yani felsefe de din de insanın varlık amacı, evrenin varoluşu, yaşamın değeri, ahlaklılık, değerler, insaniyet vb. konuları içinde barındırır. FELSEFE ve DİNİN FARKLI YÖNLERİ • Felsefede kuşkucu ve eleştirel bir tavır vardır. • Bu tavır, insanın doğru bilgiye ulaşmasına yardımcı olur. • Dinin doğruları ise kutsal kitabın ve peygamberin bildirdiklerinden oluşur. • Dinin doğrularına iman ettikten sonra kuşku duyulmaz. Çünkü bu doğrularda inanç (iman) esastır. • Daha felsefi ifadeyle din dogmatiktir, felsefe ise akılcı bir faaliyettir. Felsefe – Hikmet İlişkisi Varlık, bilgi ve değer üzerine tam ve bütün bir bilgiye ulaşılmasına hikmet (bilgelik/sophia) denir. Hikmet, bütün olan bitenlerin esasını bilmektir. Hikmet tümel bir bilgidir, yani her şeyi kuşatan bilgidir. Felsefe ise böyle bir iddiada değildir. Felsefede sorgulama esastır, felsefe hikmete ulaşma amacında değildir. Felsefe, hikmeti sevme ve ona yönelme anlamında bir bilgidir. Düşünme faaliyeti içinde kullanılan “Nedir?” tarzındaki felsefi sorularla varlığın özü, insan bilgisinin imkan ve sınırları, insanın evrendeki yeri belirlenmeye çalışılır. Bu tip soruların eksiksiz ve kesin bir cevaba ulaşması varlık, bilgi ve değer üzerine tam ve bütün bir bilginin ortaya çıkması veya bir insanın böyle bir bilgiye sahip olabilecek ölçüde olgunluğa ermesi hâli, yani bilgeliktir. Bilmeyen ve bilmediğini bilen, çocuktur; ona öğretin! Bilen ve bildiğini bilmeyen, uykudadır; onu uyandırın! Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen, ondan Bilen ve bildiğini bilen, liderdir; onu izleyin! aptaldır; sakının! Konfüçyüs
FELSEFE – HİKMET İLİŞKİSİ • Hikmet, bütün olup bitenlerin esasını bilmektir. • Felsefe her şeyi bilme iddiasında değildir. • Felsefe hikmete ulaşmak anlamında değil, onu sevme, ona hasret duyma, yönelme anlamında bir bilgidir. Hikmet, bir tümel bilgidir, yani her şeyi kuşatan bilgidir. Bu, adeta temelinden çatısına kadar her şeyi ihtiva eden bir bina (yapı)’ya benzemektedir. Bu binaya, hikmet binası adını da verebiliriz; çünkü bunun içinde bilgiler mevcuttur. Her bilgi alanı, bu binanın içindeki bir oda gibidir. Odaların (bilgi alanlarının) hepsi de aynı çatı altındadır. İşte felsefe, bu çatıdan başka bir şey değildir. Demek ki felsefe, bütün bilgi alanlarını kendi kanatları altında toplayan en tümel bilgi alanı sayılmaktadır. Hikmet ise binanın bütünüdür. Ayrıca İslam düşüncesi doğrultusunda Osmanlıcada filozoflara “hükemâ” adı verildiği de bilinmektedir. “Hükemâ”, sözcük karşılığı olarak “hâkimler, bilgeler” anlamlarına gelmektedir. Burada da hikmet, az önce bahsettiğimiz gibi felsefeden daha geniş kapsamlı olarak ele alınmış ve hikmet sahibi kişiler için “varlığın ve yaşamın gizli nedenlerini kavramış bilge kişi” tanımlaması yapılmıştır. Felsefe – Bilim İlişkisi Felsefe – bilim ilişkisi tanımlanırken başlangıçta felsefeyle bilimin iç içe olduğunu, ilk büyük filozofların birçoğunun aynı zamanda bilim adamı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin; Thales (Tales, MÖ 625-545) matematikçi, Archymedes (Arşimed) fizikçidir. İşte felsefe ile bilim arasındaki bu yakın ilişkiden dolayı felsefeyi bilimlerin anası olarak betimleyenler de olmuştur. Bilimlerin felsefeden ayrılışı, bilindiği biçimiyle matematikle başlamıştır. Sonra doğa bilimleri ve en sonunda da sosyal bilimler felsefeden ayrılmıştır. Kendi özgün alanını, yöntemini ve amacını belirleyen disiplinler, sıra sıra felsefeden ayrılmıştır. Bu ayrılığa rağmen bilim ile felsefe arasındaki bu yakınlık aynı düzeyde olmasa da günümüzde de devam etmektedir. Bu iki bilgi alanının yakın ilişkisinden de bilim felsefesi adlı bir disiplin ortaya çıkmıştır.
FELSEFE – BİLİM İLİŞKİSİ Felsefe ile bilimin benzer ve farklı özellikleri vardır. Benzer özellikleri şöyle belirtebiliriz: Felsefeyle bilim arasında amaç bakımından bir paralellik vardır. Her ikisi de hazır ve basmakalıp bir bilgi ile yetinmeyip doğruları etkin ve eleştirel bir tavırla kendi yöntemleriyle anlama, açıklama ve yorumlama çabası içindedirler. Yine her ikisi de özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü hâlin olanaksızlığı gibi mantık ilkelerini titizlikle kullanırlar. Her ikisinde de amaç dünyayı ve insan yaşamını anlamaktır. Felsefe ile bilim arasında önemli farklılıklar da vardır. Bu farklılıklar konu ve yöntem bakımından olan farklılıklardır. Bilim, genel geçerliliği olan ve gözlenebilir olgulardan hareket eder. Deney yöntemini kullanarak vardığı sonuçları ise yine olgulara dönerek doğrular. Felsefede ise bir çeşit olgu demek olan insan yaşantısından ve varlıklardan hareket edebilir. Fakat felsefe ulaştığı sonuçları temellendirmeye çalışırken, olgulara değil, mantıksal analize yönelir. Filozof deney yapamaz. Filozofun ortaya koyduğu bilginin güvenirliği deneyle değil iç tutarlılığa bakılarak denetlenir. Bilimin ortaya çıkardığı bilimsel bilgi, teknolojiye kaynaklık eder ve bu sayede insanlığa pratik yarar sağlar. Oysa felsefede ölçme yapılamadığı ve ölçülenler arasında eşdeğerlik kurulamadığı için ona dayanılarak bir teknoloji kurulamaz. Felsefenin görevi insana pratik bir yarar sağlamak değil, ele alına konunun özünü, kavramların anlamını bulmaya çalışmaktır. Felsefe tümel bir bilgiye dayanır, varlığı bütünselliği içinde ele alır. Bilim ise varlığı parçalara ayırarak inceler. Her bir bilim varlığın bir parçasını kendisine konu edinir. Felsefe varlığın özünü bilmek ister. Bunun için varlığı anlamak için “nedir?” sorusunu sorar. Örneğin “varlık nedir?” , “insan nedir? gibi. Bilim varlığın özü ile değil, olay ve olgular arasındaki neden – sonuç ilişkisi ile ilgilenir. Varlığı anlamak için “nasıl?” sorusunu sorar. FELSEFE ve BİLİMİN BENZER YÖNLERİ • Her ikisi de akla ve düşünme yasalarına dayanarak kendilerini haklı kılmaya çalışır. • Her ikisi de evreni, insanı ve yaşamı bilinçli, yöntemli ve sistemli olarak araştırır. • Her ikisinde de eleştiri süzgecinden geçirilmeyen bilgi güvenli bulunmaz. • Her ikisi de eleştiri sonrası kavramlar ve soyutlamalarla bazı ilke ve yasalara ulaşarak genellemeler yapar. FELSEFE ve BİLİMİN FARKLI YÖNLERİ • Felsefe; evreni, insanı ve yaşamı sorgularken; bilim kendini olgular ile sınırlar. Evreni kendi inceleme alanına göre parçalara ayırır. • Felsefe olgu ve olayların ardındaki gerçekliği açıklamaya çalışır. Bilim, doğa olayları arasında nedensellik bağları kurarak doğa ile ilgili yasalara ulaşmayı hedefler. • Felsefede kurgusal (spekülatif) ve rasyonel düşünüş gibi yöntemler kullanır. Bilimler ise tümevarım ve tümdengelim yöntemlerini kullanırlar. Felsefe, bilim ilişkisi tarihsel süreç içinde kimi farklılıklar göstererek gelişim göstermiştir. İlk çağlarda bilim ve felsefe ayrımını görmek olanaklı değildir. Felsefenin de bilimsel çalışma alanları gibi insanın bilme, anlama, araştırma, kimi soruları yanıtlama ve gelişme gereksinmesinden doğduğu açıktır. Felsefe özü gereği diğer bilgi dallarının bir yönüyle incelediği konuları genel kavramlar kullanarak incelemektedir (Büyükkaragöz ve diğerleri, 1998, s.61). Felsefe çağdan çağa, bölgeden bölgeye kimi farklılıklar göstererek gelişmiştir. İlk Çağ’da, Antik Yunan uygarlığında, felsefe gerçeği bulmaya çalışmayı iş edinmiştir. Buna karşılık Doğu’da düşünürler farklı biçimde düşünmek için ve felsefeyi sosyal çevre ile uyumlu ilişkiler geliştirmek için kullanmayı amaçlamışlardır. Orta Çağ’da ise felsefenin merkezine din ve inançların yerleştiği görülmektedir. Felsefe bu bağlamda Tanrı, kutsal ve varoluş tartışmalarını konu edinmiştir. Modern dünyada laikleşen kültür ile birlikte bilimin merkeze yerleşmeye başladığı; giderek din, bilim ve felsefenin birbirlerinden ayrıldığı görülmektedir (Cevizci, 2007a, ss.12-13). İlk çağlarda bilim ve felsefe birlikteliği vardır. Felsefe insanın bilme, anlama, araştırma, kimi soruları yanıtlama ve gelişme gereksinmesinden doğmuştur. Felsefe ile bilimin ilişkilerinde temel olan, birbirlerinin tamamlayıcısı olmalarıdır. Bu durum bilim ve felsefenin özlerinden kaynaklanır. Felsefe bir bakıma düşünme, akıl yürütme, sorun çözme, kuram
geliştirme, açıklama, yorum ve düşünme biçem yol ve yöntemlerini konu edinir (Değirmencioğlu, 2000, s.84). Bilim ve felsefe birbirlerinden tümüyle kopuk değil; sıkı bir ilişki içindedir: Bilim ve felsefenin yeni çağla birlikte birbirlerinden ayrılmış olduğu bilinmektedir. Buna karşılık bilim ile felsefenin tümüyle birbirlerinden kopuk olduğu düşünülemez. Özellikle 20. yüzyıldaki baş döndürücü uzmanlaşmaya ve bunun sonucunda bilimin felsefeden, felsefenin de bilimden hızla kopmasına karşın, bilimsel düşünce ve gelişmeleri dikkate almayan felsefe anlayışının yaşaması olanaksızdır (Irzık, 2007). Her bilimsel çalışma alanı bilgi kuramından yararlanmak ve mantıkta geçerli olan düşünme biçimlerini kullanmak durumundadır. Yaygın bir ifadeyle bilimsiz felsefe sağır ve dilsiz; felsefesiz bilim ise kördür (Sönmez, 2006, s.62). Felsefenin bilimle ilişkisi pozitif bilimlerin felsefeden ayrılıp kendi ayakları üstünde durmayı başardıkları 19. ve 20. yüzyılda çok daha netleşmiştir. Bu dönemden sonra felsefe bilim üzerine düşünüp bilimlerin mantığını kurmaya daha çok zaman ayırmıştır. Bu nedenle de bilim ve mantıkla çok daha önceden de ilgilenmesine karşın, felsefenin bilimle ilgili alt dalı olan bilim felsefesinin miladı bu yüzyıllar kabul edilir. Bu dönemin en çok sözü edilen konusu da felsefenin kendisinin de metafizikten arınıp bilimsel olması gerekliliği olmuştur (Can, 2007). Bilim ve felsefe sıkı bir ilişki içindedir. Bilim gerçeği parçalara ayırarak incelerken felsefe gerçeği bir bütün olarak inceler. Bilim gerçeğe bilimsel yöntemi kullanarak ulaşmaya çalışırken felsefe temellendirmeyi amaçlar. Bilimsel önermeler genellikle sentetiktir; ancak felsefi önermeler genellikle analitik ve bazen de metafiziktir. Bilim de felsefe de bilgiye sürekli eleştirel bir gözle bakılır. Bilim ve felsefe için sorular önemlidir. Felsefe ve bilim zihinsel süreçleri işe koşar. Bilim gerçeği parçalara ayırarak incelerken felsefe gerçeği bir bütün olarak ele alıp inceler: Bilim çalışma konularını tek tek parçalara ayırarak incelerken, felsefenin konulara daha bütüncül bakması temel ilkedir. Örneğin, sosyoloji toplumu, kimya maddelerin organik ve inorganik yapılarını, tarih toplumların geçmişlerini, psikoloji insan davranışlarını inceler. Buna karşılık belki de gerçek bunların bölünmez bir bütünüdür. Bilim bütünle ilgilemezken felsefe bütüne bakmayı amaç edinmiştir. Gerçeği oluştururken bilim elde edilenleri ölçerek bir sonuca ulaştırır ve günlük yaşam ve gelecek için kullanır, faydacıdır. Buna karşılık felsefenin bilim gibi pratik çıkar ya da yarar düşüncesi yoktur (Cevizci, 2007b, s.39). Bilim gerçeğe bilimsel yöntemi kullanarak ulaşmaya çalışırken felsefe temellendirmeyi amaçlar: Hem felsefe hem de bilim akla dayalı çalışma alanlarıdır. Bununla birlikte yöntem bakımından farklılıklar gösterirler. Bilim, kullandığı deneysel yönteme ve matematiksel açıklama tarzına ek olarak, kanıtlama ve ispatı amaçlar. Felsefede filozof akıl yürütür ve tartışmalar geliştirir (Cevizci, 2007b, s.39). Bilimsel yöntem, olguları betimleme ve açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur. Bilimsel yöntemde birinci aşama betimlemedir. Betimleme aşamasında araştırma konusu olgular ve bu olgular arası ilişkiler saptanır, sınışanır ve kaydedilir. Açıklama ile betimlenmiş olgular, bu olguların ve birbirleriyle olan ilişkilerini yansıtan ampirik (görgül) genellemeler bazı kuramsal kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir. Hipotez, gözlenen olaylar hakkında yapılan geçici bir açıklamadır. Kuram, sistemli bir biçimde düzenlenmiş olguları açıklama aracıdır. Bilimsel yasa, bir bilim dalının alanına giren olgular arasında sürekli tekrarlanan ve bilim adamları topluluğu tarafından doğru kabul edilen ilişkilerin neden-sonuç biçiminde dile getirilmesidir (Can, 2007). Felsefede ise temellendirme egemendir. İleri sürülen önermeler birbirleriyle çelişmez; sonuçlar, temel alınan önerme ya da önermelerden akıl yürütme yoluyla çıkarılır. Bu nedenle felsefi önermeler, kimi zaman gerçeğin bilinen özelliklerine ters düşebilir (Sönmez, 2006, s.63). Bilim bütüncül, nesnel ve doğru olmayı amaç edinirken, felsefe kapsamlı, akılcı ve yeterli olmayı amaçlar (Türkoğlu, 1996, s.176). Bilimsel önermeler genellikle sentetiktir; ancak felsefi önermeler genellikle analitik ve bazen de metafiziktir: Felsefe ve bilim özleri gereği aklın ürünleridir, yani ikisinde de akılcı bir eylemlilik söz konusudur ve her ikisi de varlığı konu edinir (Cevizci 2007a, s.25). Buna karşılık bilimsel önermelerin evrende karşılıkları vardır ve kanıtlanan türdendir. Felsefi önermeler ise analitik ve metafiziktir yani deney, gözlem, araştırma ve belgeleme yoluyla
kanıtlanacak türden değildir. Bir bakıma temele alınan bir önermeden onunla çelişmeyen iç tutarlığı olan önermeler elde edilir (Sönmez, 2006, ss.63-64). Bilimde ve felsefede elde edilen ve kullanılan bilgiye sürekli eleştirel bir gözle bakılır: Her iki çalışma alanı da birer süreçtir. Tümü gerçeği bulmayı amaçlarken, bir hâlden bir hâle geçiş içinde yani süreç içindedirler. Ancak bu süreçte bilim ve felsefe her olay ve olguyu eleştiriden geçirir. Bilimin temel özelliklerinden biri kuşkucu olmasıdır. Buna karşılık felsefede de filozof için “olmuş, bitmiş bir bilgi” yoktur (Sönmez, 2003, s.3). Hem bilim hem de felsefe için sorular önemlidir: Bilimsel araştırma öncelikle bir sorunun tanımlanmasıyla başlar. Bilimsel araştırma daha sonra problem ve alt problemlerde sorulan sorulara yanıtlar bulmayı amaçlar. Felsefe de aynı biçimde sorular çok önemlidir. Ancak felsefenin bu bağlamda farkı, yanıtların daha çok önemsenmesidir. Çünkü felsefede genellikle benzer sorular sorulurken yanıtları felsefeye göre farklılaşmaktadır. “Gerçek, varlık, Tanrı, ruh, insan, zaman, bilgi, düşünme, özgürlük, ahlak vb. nedir?” tümüne, bazılarına en azından birine her filozof ya da felsefi sistem yanıt aramak durumundadır (Sönmez, 2006, s.64). Felsefe ve bilim zihinsel süreçleri işe koşar: Felsefe ve bilim çalışma alanlarında sürekli olarak zihinsel süreçleri işe koşar. Bilim problemin yanıtlarını ararken, felsefe de gerçeğe ulaşmayı amaçlarken sürekli akılcı olmak durumundadır. Tüm süreçler tümdengelim, tümevarım, analoji, hipotetik – dedüktif, diyalektik, aklın geriye dönmesi, retrodüktif, aksiyomatik, ve fuzzy (muğlak) mantığı olarak sınıflandırılabilir. Bu bağlamda bilim ile felsefe arasındaki farklılık, bilim zihinsel süreçlerin ne olduğu ile uğraşmazken; bu akıl yürütme yollarının ne olduğu felsefenin ana çalışma konusudur (Sönmez, 2006, s.64). Bilim ile felsefe arasındaki farklılıklar ve benzerlikler Sönmez (2006), Ergün (2006) ve Cevizci (2007a – 2007b)’den yararlanılarak yukarıdaki tabloda gösterilmiştir. Felsefe – Bilim İlişkisi: Bilim ve Felsefenin Ortak Özellikleri • Her ikisi de genel olarak akıl adına konuşurlar ve kendilerini akla dayanan gerçeklerle haklı kılmaya çalışırlar, • Her ikisi de kavram ve soyutlamalar kullanarak ilke ve yasalara varmak isterler, genellemeler yaparlar. • Öte yandan onlar arasındaki farklılıkları da şu genel başlıklar altında toplamak mümkündür: Bilimin kavram ve soyutlamaları felsefeninkilere göre daha az geneldir ve özel alanları konu alır, • Felsefenin hem olguları hem de değerleri ele almasına karşılık bilim ancak olgularla veya ancak bir olgu olarak değerlerle ilgilenir (insan bilimleri veya sosyal bilimler); değerler, anlamlar, idealler, erekler böyle olmaları bakımından bilimin konusu olmazlar. Daha basit bir değişle bilim ele aldığı konular üzerinde iyi, kötü, doğru, yanlış, haklı, haksız vb. türünden değer hükümleri veremez, onlara erekler, idealler, anlamlar yükleyemez, • Bilimin önermelerinin doğrulanabilmelerine (tahkik edilme, verification) karşılık felsefenin önermeleri dar anlamda doğrulanamazlar. Bilime dayanarak hesaplamalar yapıp öndeyilerde (prediction) bulunma imkânına sahip olmamıza karşılık felsefede böyle bir şey söz konusu değildir, • Bilimsel araştırma ve buluşlar yapma yöntem ve usullerin belli ve öğretilebilir olmalarına karşılık felsefenin filozof tarafından bile üzerinde uzlaşılan belli ve standart bir araştırma, düşünme yöntemi belli değildir. Değim yerindeyse her filozofun kendine has bir felsefe yapma yöntemi vardır. Bu durum Kant‘ın “felsefe değil, felsefe yapmak öğrenilebilir” yönündeki ünlü sözünün doğru olmakla birlikte felsefe yapmayı öğrenmenin, bilim yapmayı öğrenmekten çok daha zor olduğu konusunda bizi uyarmalıdır, • Bilime dayanarak bilimin uygulaması olan teknolojiler yaratabilmesine karşılık felsefede yine böyle bir imkân mevcut değildir. Felsefe bir düşünme (nazar, theoria) ve eylemdir (amel, praksis), bir yapma, meydana getirme (sanat, tekhne) değildir. Dolayısıyla ondan bilimden olduğu gibi bir tekniğin, teknolojinin, sanatın, sanayinin çıkması mümkün değildir. • Sonuç olarak felsefe bilim değildir ve felsefede bilimde olduğundan daha büyük ölçüde “yaratıcı zeka”ya, bilgi birikimine, seziş ve duyuşlara ihtiyaç olduğundan söz edilebilir.
Felsefe – Yaşam – Hayat İlişkisi Hayattan beklentilerinizi sorgulamanız, amaçlarınız üzerinde düşünmeniz; kendiniz için iyi ve kötüyü fark etmenize neden olur. Yaşam üzerine düşünmeye başladıysanız anlamlı bir yaşamın arayışı içine de girmişsiniz demektir. İşte bu anlam verme çabası, bu bilinç durumu felsefenin hayatınızın içinde olduğunu gösterir. Nitekim insan niçin, neye göre, nasıl yaşayacağını düşünen bir varlıktır. Felsefenin bir düşünme etkinliği olduğunu hatırlayalım. Eğer siz hangi elbisenin kendinize yakışacağını, hangi arkadaşınızla mutlu olacağınızı düşünüyorsanız, böylesi bir düşünme felsefi bir nitelik taşımaz. Öte taraftan hangi elbisenin güzel olduğunu değil de “Güzellik nedir?” diye soruyorsanız siz, güzellik üstüne felsefe yapıyorsunuz demektir. Benzer şekilde hangi arkadaşınızla mutlu olacağınızı değil de “Mutluluk nedir?” diye soruyorsanız siz, mutluluk üstüne felsefe yapıyorsunuz demektir. Sanatı, ahlakı ilgilendiren bu soruları açarsak geride başka soruların da beklediğini görebilirsiniz: “Güzeli güzel yapan nedir?”, “Güzellik var olan şeylerde midir, yoksa onu seyreden kişinin gözlerinde midir?”, “Sanat hayata bakışımızı değiştirir mi?” bu tür soruları çoğaltabiliriz, “Nasıl mutlu olabilirim?”, “Ben bir şeyi yapmak istediğimde toplum onun yanlış olduğunu söylerse hangi yolu izleyeceğime nasıl karar verebilirim?” gibi. Bu tür sorulara verilecek yanıtlar hep hayatınızda yaşama bakışınızı şekillendiren yanıtlar olacaktır. Nitekim bunlara verdiğiniz anlam, yaşamınıza nasıl bir değer katacağınızı ya da nasıl bir arayışta olacağınızı belirleyecektir. Siz insanlarla olan ilişkilerinizden yola çıkarak, bencillik, dürüstlük, sevgi, hoşgörü, adalet üzerine akıl yürütürken farkında olmasanız da bazı değerler üzerinde düşünürsünüz ve bir anlamda felsefe yaparsınız. Söz gelimi “Sevgi nedir, hoşgörü nedir, dürüstlük nedir, adalet nedir?” diye sorduğunuzda bu kavramların ve değerlerin anlamını ortaya koyma çabası taşırsınız. Dünyada meydana gelen sorunları görmeniz felsefi bilinç sayesinde olur. Örneğin çevrenin kirletilmesi kimilerince sorun olarak görülmez. Bu konuda duyarlı iseniz çevre kirliliğini, sağlıklı bir doğal çevrede yaşama hakkının ihlal edilmesi olarak değerlendirebilirsiniz. Atacağınız adım ve yapacağınız davranışlar ise bu durumu ciddi bir sorun olarak kabul ettiğiniz andan itibaren şekillenecektir. Günlük yaşantınızda karşılaştığınız olaylarda, karar vermeniz gereken durumlarda eylemlerinizin temelini oluşturan bazı düşüncelerin ve doğruların olduğunu görürsünüz. Söz gelimi yardıma muhtaç olan bir insana yardım etmeye karar verirken veya ölmek üzere olan birini kurtarmak için gerektiğinde zor duruma düşerken kişinin davranışlarının gerisinde daima bir felsefi görüş vardır.
Felsefe size, “çıkarınız için” veya “koşulsuz olarak” yardım edin, demez. “Karşılaşılan herhangi bir durumda ne yapılması doğru olur?” sorusunun cevabını vermediği gibi benimsemeniz gereken doğrular konusunda emirler de vermez. Örneğin “İyi eylem nedir?” şeklinde felsefi bir soru karşısında filozoflar, evrensel bakış açısıyla ortaya koyduğu görüşlerle insanları aydınlatır. Böylelikle felsefe, insanın karşısına çıkan durumların çeşitli yönlerini ona göstererek doğru düşünmesine katkı sağlar. Geriye kişinin, doğruluğuna inandığı her ne ise onu yapması kalır. Felsefe, insanın diğer insanlarla aynı dünya içinde yaşadığını, yaptığı davranışlarla çevresini etkilediğini unutmamasını ister. Bu noktada kişinin kendisini sorgulamasını, amaçlarını ve bu uğurda ödemesi gereken bedelleri düşünerek eylemlerini gerçekleştirmesini bekler. Bu gerekçeyle kendisine bazı soruları sormasını ister. Örneğin benimsediğiniz amaçların doğru amaçlar olup olmadığından emin misiniz? Kimi zaman doğru olmadığını düşündüğünüz bir durumda durumu görmezlikten gelip sorumluluğu başkasına attığınız olur mu? Böylelikle kişiye; kendi kendisine hesap verebilmesi, kendisiyle çelişkiye düşmemesi yani tutarlı olması gerektiğini söyler. Kişinin aldığı kararı hangi ilkeye dayanarak verdiğinin bilincinde olmasını doğru bulur. Bunun için öne sürülen yargıları, kullanılan kavramları derinlemesine inceler. Bunların dayanaklarını gösterir ve çelişkilere işaret eder. Söz gelimi bir insan doğaya ve insanlara zarar verme pahasına bir işletme kuruyorsa felsefe o kişiden o günün çıkarlarını düşünerek hareket etmesini istemez. Felsefe, insandan kendisi için iyi ve kötüyü aklına dayanarak ayırt etmesini ve insan onuruna yakışacak şekilde yaşamasını bekler. Felsefe, doğrudan insanın yaşamından kaynaklanmaktadır. Yaşamanın kendisinden doğan bu düşünme biçimi, yine insanın kendisine ve yaşamına yönelmektedir. Bu nedenle insan felsefe yapmak zorundadır. Felsefe yapmak insanın yaşamında olabilecek en değerli şeylerden biridir. Felsefe hayatla doğrudan ilgilenmek düşüncesinden ayrı tutulamaz. Diyojen, insan arıyor! Felsefi tavır hayatı ve hayata dair her şeyi sorgulamayı, eleştirmeyi ve görünenlerin ardındaki gerçeği aramayı gerektirir. Bu tavır felsefeciyi diğer insanlardan farklı kılar. Örneğin: Filozof Diyojen bir öğle vakti çarşıda elinde fenerle dolaşıyordu. Meraklarını gidermek için insanlar: – “Elinde fenerle güpegündüz ne dolaşıyorsun?” diye sordular. Filozof kafasını kaldırmadan: – “İnsan arıyorum, insan.” diye cevapladı. Filozof Diyojen’in bir öğle vakti elinde fenerle adam araması, felsefi sorgulayıcılığı, felsefenin yaşamı kuşatıcı etkilerini ve felsefenin bize dönük yüzünü anlatır.
Hayatın anlamına dair sorular geçmişin ve çağımızın büyük düşünürleri tarafından sorgulanmıştır: İnsan nedir? Ben neyin nesiyim? İnsanın en önemli özelliği kendine dönük düşünmeye yetenekli olmasıdır. Kendi kendini düşünebilir, kendi için meraklanır, kendi yaşamının anlamını sorar. Ayrıca, öleceğinin açıkça bilincinde olan tek canlıdır. Ama aynı zamanda insan; sonluluğun, özellikle ölümün bilincindedir. Sonluluk ve ölüm bir arada insanın trajik bir bilmece gibi görünmesine yol açan bir gerginlik yaratır. Ulaşamayacağı bir şey için varmış gibidir insan. Öyleyse insanın anlamı, yaşamının anlamı nedir? Platon’dan beri büyük filozofların en iyileri bu bilmeceyi çözmeye çabalamışlardır. Başlıca üç büyük çözüm önermişlerdir bize: On dokuzuncu yüzyılda çok yaygın olan ilki; insanın bitmez tükenmez gereksinimlerinin, onun daha büyük bir şeyle yani toplumla özdeşleşmesi yoluyla giderileceği görüşüdür. “Benim acı çekmemin, başarısız olmamın, ölmemin önemi yok.” der bu filozoflar. Çünkü insanlık, evren devam edecektir. Bugün varoluşçular arasında pek yaygın olan ikinci çözüm, insanın hiçbir anlamı olmadığını ileri sürer. Doğanın bir hatasıdır insan, soysuz bir yaratıktır. Sartre’ın bir zamanlar yazdığı gibi, boşuna çekilen acıdır. Bilmece çözülemez. Sonsuza dek kendimiz için trajik bir soru olarak kalacağız.Üçüncü olarak dünyada böyle tam bir anlamsızlığa inanmayan filozoflar da vardır. Onlara göre insan bilmecesinin bir çözümü olmalıdır. Peki, bu çözüm nasıl olabilir? Ancak insanın bir biçimde sonsuza ulaşabilmesiyle. Ama insan bu yaşamda bunu yapamaz. Demek ki insan sorununun bir çözümü varsa insanın öte yanda, doğanın dışında, dünyanın dışında bir anlamı olsa gerek. Peki, nasıl? Platon’dan beri birçok filozofa göre, ruhun ölümsüzlüğü kanıtlanabilir. Ama ölümsüzlük de bu soruyu yanıtlamaz. İnsanın, öte yaşamda da olsa, sonsuzluğa nasıl ulaşabileceğini görmeyi sağlamaz. Platon, bir zamanlar bu sorunun son yanıtını bize bir Tanrı’nın, öteden gelen bir vahiyle vereceğini söylemiştir. Ancak bu artık felsefe değil, dindir. Felsefi düşünce, birçok başka alanda olduğu gibi soruyu burada keser. Felsefi tavır hayatı ve hayata dair her şeyi sorgulamayı ve görünenlerin ardındaki gerçeği aramayı gerektirir. Bu tavır felsefeciyi diğer insanlardan farklı kılar. Sokrates’in de ifade ettiği gibi sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez. İnsan, merakını giderme, evreni ve yaşamın anlamını sorgulamaya ihtiyaç duyar. Aristoteles’te bunu şöyle ifade eder: “Bütün insanlar doğaları gereği bilmek ister.” Felsefi sorgulama sayesinde insan bir şeylerin farkında olabilir ve böylece insan yaşamını anlamlandırır. Hayatın anlamına dair sorular hem geçmişte hem de günümüzde büyük düşünürler tarafından hep sorgulanmıştır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve insanın en önemli özelliği kendine dönük düşünmeyi yapabilmesidir. İnsan kendi üzerine düşünür, kendi için meraklanır ve kendi yaşamının anlamını sorgular. İnsan ölebileceğinin açıkça bilincinde olan tek canlıdır. Bu durum insanda gerginlik yaratır. Bu nedenle öleceğini bilen insan, insanın anlamı, yaşamının anlamı üzerine sürekli sorular sormuştur. Felsefe – Sanat İlişkisi
Sanat, en genel anlamıyla sanatçının anlatmak istediği şeyi, “biçim verme yöntemiyle” gerçekleştirme çabasıdır. Sanatı felsefe açıdan incelemekle sanat felsefesi ortaya çıkmıştır. Felsefe, bazı bakımlardan benzerlik gösterdiği sanatla bazı bakımlardan da farklılıklar gösterir. Felsefe ve sanatın amaç ve yönelişleri bakımından benzerlikleri vardır. Her ikisi de doğayı ve insanı konu edinir. İnsanı anlamaya, yorumlamaya çalışır. Hem felsefe hem de sanat yöneldikleri varlığı yansıtır ve onu yorumlarlar. Bu yüzden her ikisinde de yaratıcılık söz konusudur. Felsefe kendisine sanatı da konu edinebilmektedir. Nitekim sanatı, sanat tarafından yaratılan güzelliği araştıran sanat felsefesi bir felsefe türü olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte felsefeyle sanat arasında bazı farklılıklar da vardır. Felsefe akla ve akıl yürütme gücüne dayanırken sanat sezgiye, duyguya ve hayal gücüne dayanır. Felsefeyle sanat amaçları bakımından da birbirinden farklıdır. Felsefe doğruya ulaşmayı amaç edinirken sanatın amacı güzeli bulmak yada yaratmaktır. FELSEFE ve SANATIN BENZER YÖNLERİ • Her ikisi de özneldir. • Her ikisinde de eleştirici ve yaratıcı zekâya ihtiyaç duyulur. • Sanat ve felsefe varlığı dünyayı ve evreni anlama çabasıdır. • Felsefe de sanat da doğayı ve insan varlığını konu edinir. • Her ikisinin de zorunlu olarak uymaları gereken belirli bir yöntemleri yoktur. • Her ikisinin de önermeleri dar anlamda doğrulanamaz bir yapıdadır, yani olgusal olarak doğrulanmaları mümkün değildir. Bir sanat eseri, yapısı bakımından doğru veya yanlış olamaz. • Her ikisinden doğan ürünler insanda bir haz uyandırır. FELSEFE ve SANATIN FARKLI YÖNLERİ • Felsefe hakikati arar, sanat ise güzeli ve hoşa gideni bulmaya çalışır. • Felsefede akıl; sanatta duyulara ve duygulara dayanan bir etkinlik vardır. • Felsefe var olana ilişkin eleştirel bir tavır sergiler, sanat güzel olana ilişkin beğeni duygusunu harekete geçirir. • Felsefe nesneler dünyasının gerçekliğinden bahsederken; sanat, sanatçının dünyasını ve onun gerçeğini bize anlatır. • Sanat ve felsefe arasındaki en önemli fark, felsefenin düşünceye dayalı evrensel bir bilgi olma iddiasına karşılık sanatın duygulara dayanan bir faaliyet olmasıdır. • Verdiği eserler bakımından sanat ile zanaatı da birbirinden ayırmak gerekir. Zanaatta, faydaya dayalı ürünler ortaya koyulurken, sanatta faydadan ziyade sanatsal (estetik) kaygıya dayalı ürünler ortaya koyulur. Yani; belli bir menfaat ve maddi gelir sağlamak amacıyla yapılan ürünler zanaat ürünüdür. • Bir sanat eserinin estetik değer kazanabilmesi için, hiçbir çıkar düşünmeden o objeden haz duyan ve onu takdir eden estetik süjelerin bulunması gerekir.
Felsefe – Dil İlişkisi “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakilerin anlayabileceği kadardır.” Mevlâna Dil, insanların kendisini ifade ettiği ve birbirleriyle anlaşmasını sağlayan en kullanışlı, en gelişmiş ve en önemli araçtır. Yani dil, iletişim, anlatma ve anlama aracıdır. İletişim ve anlaşma olmazsa insanlar bir araya gelerek toplumu oluşturamazlar. Felsefe bir takım önermeler kümesidir. Bu önermeler kümesi dil ile ifade edildiğinden, felsefe ile dil arasında sıkı bir ilişki vardır. İnsanlar dil aracılığıyla bir bağ kurar. İnsan olmanın en önemli özelliği “dil”i kullanmaktır. Dil ile herhangi bir zihinsel faaliyet açığa vurulur, yani zihin hayatımız dil üzerine kurulmuştur. İnsan, diğer varlıklardan “akıllı-düşünen” olmasıyla da ayrılır. Düşünme ile dil arasında yoğun bir ilişki vardır. Dilin sağladığı soyut düşünme gücü insanın kendi dışındaki gerçekliği kavramlaştırmasında, çevreyle ilişki kurmasında en önemli etkendir. Gerçekliği algılayışımız da dil sayesinde mümkündür. Dil olmadan insan bilgi, teknik, sanat, felsefe gibi ürünleri ortaya koyamazdı. Dil ile felsefenin çok yoğun bir ilişki içinde olması sebebiyle dil felsefesi disiplini ortaya çıkmıştır. Felsefe birtakım önermeler kümesidir. Bu önermeler bir semboller sistemi olan dil ile ifade edildikleri için, felsefe ile dilin sıkı bir ilişkisi söz konusudur. Dilin kullanıldığı her durumda özne ve nesne olmak üzere iki öge söz konusudur. Dil, yani sözcükler ve önermeler, insan zihnindeki kavramlarla düşüncelerin simgeleri; anlam ise sözcüklerle ve cümlelerle simgeleşen zihin içerikleridir. Dil’in Birleştirici Özelliği Dil; insanla insan, insanla diğer var olan şeyler arasında birleştirici bir bağ kurar. İnsan olmanın en önemli niteliği “dil”i kullanmasıdır, diyebiliriz. Dili, “herhangi bir zihin faaliyetinin açığa vurulmasına, bir zihinden diğer zihne aktarılmasına yarayan bir işaretler sistemi” şeklinde tanımlayabiliriz. Zihin hayatımız “dil” üzerine kurulmuştur. İnsan, diğer varlıklardan “akıllı-düşünen” olmasıyla ayrılır. Düşünme ile dil arasında sıkı bir ilişki vardır. Sözcüklerin düşünme ile olan bağı dilin zihinle ilgili yönü, düşünürler ve dil bilimcilerini yakından ilgilendirmiştir. Zira düşünme, varlıkların zihindeki etkileri sonucu meydana gelen bir olay ise ağızdan çıkan sözcükler varlıkların yerine geçmiş birer sembol, zihindeki işlemi yansıtan birer işaret durumundadırlar. Dilin sağladığı soyut düşünme gücü insanın kendi dışındaki gerçekliği kavramlaştırmasında, çevreyle ilişki kurmasında en önemli etkendir. Gerçekliği algılayışımız dil sayesinde mümkündür.
İnsani iletişimin en önemli vasıtası dildir. Dil olmadan insan bilgi, teknik, sanat, felsefe gibi üstün başarılara ulaşamazdı. Leibniz, dilin nitelikleri üzerinde dururken dilin insan zihninin en iyi aynası olabileceğine, sözcük anlamlarının tam bir analizinin aklın nasıl işlediğini her şeyden daha iyi gösterebileceğine işaret etmektedir. Leibniz’e göre bir milletin dilinin, sözcüklerinin açık ve anlaşılır olması, o milletin fertlerini üstün ve orijinal düşünmeye yetenekli kılar. Dil ve Düşünce İlişkisi, Dil ve Düşünce Arasındaki İlişki Dil ile düşünce arasında yadsınamaz, sıkı bir bağ vardır. Dil, düşüncenin; düşünce de dilin, bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz parçasıdır. Dil düşüncenin kalıbıdır, kabıdır, taşıtıdır. Düşünceyi somutlaştıran dildir. Dille somutlaşmayan düşünce, düşünce değildir. Düşüncenin düşünce olabilmesi, düşünce değeri taşıyabilmesi için, söz hâline gelmesi, yani dillenmesi gerekir. Düşüncelerimizi, dil kalıplarına; kelimelere ve cümlelere dökerek ifadelendirir, başkalarına aktarabiliriz. Ayrıca kelimeler evrendeki varlıkların dildeki karşılıklarıdır, insanoğlu evrendeki varlıkların ve hareketlerin varlığını ancak ve ancak onları adlandırarak kavrayabilir. Konuşan kişinin kullandığı sözcüğün karşılığı olan varlık, dinleyenin beyninde ancak sözcüğün ma- rifetiyle belirir. Dile getirilemeyen bir varlıktan, bir düşünceden bahsedilemez. Kelimeler; düşünme ve fikir üretme aracıdır. DİL – DÜŞÜNCE İLİŞKİSİ İnsan; pek çok konu ve olay, okunan bir roman, izlenen bir film, duyulan bir haber ve benzeri durumlar üzerine düşünür. Düşünme ise dil (söz) edimiyle aynı anda gerçekleşir. Dil, hem düşünmeye yarayan hem de düşünceleri başkalarına iletmek için gerekli olan sembolik bir dizgedir. Diğer sembolleştirmelerden (matematik, mantık, sibernetik gibi) farkı insanın doğal yeteneğinin bilinçli ve kültürel bir faaliyetle geliştirilmiş olmasıdır. Sözcük biçimindeki sembollerin bir anlam taşıması yoluyla da ortak bir anlayış ve iletişime imkân sağlar. Dil, insanın duygu ve düşüncelerini dışa vurmasının yanında mevcut düşüncesinin belirlenmesini ve gelişmesini de sağlar. Düşünülen şey, dilin etkisi altında tekrar tekrar biçimlenir. Dilin gelişimi de düşünceyle olur. Düşünce geliştikçe yeni kavramlar ve onlara bağlı anlamlar oluşur ve dil, bu durumu zenginleştirir. Dil ve düşünce arasındaki bu etkileşim, insanın kendini daha iyi ifade etmesinde ve üretkenliğinde önemli bir unsurdur.
Düşünce kavramlarla anlam kazanır ve insan, dil ile diğer insanlara düşüncelerini aktarır. Dil ile ifade edilen düşünce, zihindeki hâliyle değil kavramların birer göstergesi olan somut hâliyle görünür. Diğer insanlar da bu somutluk üzerinden düşünülen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışır. İlgili konu: Felsefede dil – kavram ilişkisi Dilin anlamsal olarak biçimlenip kullanılması sırasında aktarılan düşüncede anlam daralması veya bozulması olabilir. Dilde yapılan hatalar düşünmede de hata oluşturabilir. Akıl yürütmelerin yanlış yapılması, bilinçli veya bilinçsiz olarak kavramların bilinen anlamları dışında kullanılması, anlamsız sözler türetilmesi ve cümlelerin yanlış yapılandırılması gibi durumlar anlamı bulanıklaştırır. Konuşma edimi olarak dil insanların sorunlarını ve bilgilerini, imge, duygu ve tasarımlarını sözcükler (dilsel simgeler) ve cümleler yoluyla belirtme veya bildirme etkinlikleri içerir. Oysa felsefi söylem, terimlerin tanımlanmasını ve belirli anlamlarla donatılmasını gerektirir. Filozoflar, argümanlarını ortaya koyarken mantığa dikkat eder ve dili doğru kullanmaya özen gösterir. Dil ile ifade ettiği düşünceler, içinde barındırdığı mantıksal tutarsızlık ve anlam bozuklukları yüzünden kolayca çürütülebilir. Filozoflar, düşünsel süreçte ve onların ifade edilmesinde dilin inceliklerine hâkim olarak onu ustaca kullanırlar. Hatta düşüncelerini açıklarken kavramların yetersiz kalması durumunda kavramları yeniden tanımlar veya yeni kavramlar üretirler. Filozoflar, düşüncelerini bu şekilde aktarır. Düşünceyi ve dili sorgulayan felsefe, dil ve düşünce arasındaki ilişkinin en iyi örneklerini filozofların metinlerinde verir. Aristoteles dilin, düşünceler kadar arzunun, öfkenin, sevincin, hüznün, kısacası ruhtaki her tür etkilenimin dışavurulmasının aracı olduğunu düşünür. Düşüncenin dil ile olan ilişkisini anlamanın bir yolu da felsefi görüş ve çözümlemelere bakmaktır. İnsana ait her alanı kendine araştırma ve inceleme alanı yapan felsefe, insan hayatını derinden etkileyen dil üzerine de yönelerek onu sorgular. Felsefenin dil ile ilgilenen alt dalına dil felsefesi denir. Dil ile felsefe arasında oluşan ilişki, filozofun kendi görüşlerini oluşturma ve açıklamasında dili kullanmasına dayanır. Felsefe, filozofun yaptığı kavramsal bir etkinlik olarak dil ile doğrudan ilişkilidir. Konuşmak insanların kendini ve başkasını anlamak için yaptıkları faaliyettir. Anlaşabilmek için ortak bir dil ve bu dildeki sözcüklerin anlamları üzerinde bir uzlaşma gereklidir.
• Felsefe tarihi; birtakım olayları, birtakım hayat hikayelerini, birtakım görüşleri art arda sıralayarak bildirmek değildir. Felsefe tarihi varoluş sorununu çözmek ya da deneyim dünyamızı bizim kendimize anlaşılır kılmak için yapılmış olan farklı girişimlerin bağıntılı bir açıklamasını vermeyi amaçlar. • Mantıksal insan düşüncesinin en erken başlangıcından günümüze dek gelişiminin öyküsüdür; felsefi kuramların salt zamandizinsel bir sıralaması ve açımlaması değil, ama bunların birbirleri ile içinde üretildikleri zamanlar ile ve onları sunan düşünürler ile ilişkileri içinde bir incelemesidir. • Her düşünce dizgesi az çok içinde doğduğu uygarlığa, önceki dizgelerin öz yapılarına ve yazarının kişiliğine bağımlıyken, o da kendi payına çağının ve onu izleyerek çağların anlayış ve kurumları üzerinde gizli bir etki uygular. Felsefe tarihi her dünya görüşünü kendi uygun çerçevesi içerisine yerleştirmeye, onu şimdisinin, geçmişinin ve geleceğinin entelektüel, politik, ahlaksal, toplumsal ve dinsel etmenleri ile bağıntılamaya çabalamalıdır. Ayrıca insan spekülatif düşüncesinin tarihindeki ilerleme çizgisini izlemeye, felsefe denilen zihinsel tutumun nasıl doğduğunu göstermeye, önerilen değişik soruların ve çözümlerin nasıl yeni soruları ve yanıtlan kışkırttığını göstermeye, ve her bir evrede ne gibi bir ilerleme yapılmış olduğunu belirlemeye çalışmalıdır. • “Felsefe tarihi, ortaya çıkan türlü felsefelerde türlü gelişme derecelerinde yalnız tek bir felsefe bulunduğunu ve aynı zamanda bir sistemin dayandığı özel ilkelerin de ancak tek ve aynı bütünün dal budaklarından ibaret olduğunu açıkça ortaya koyar. Son gelen felsefe daha önce gelen bütün felsefelerin sonucu olup bunların hepsinin ilkelerini kapsamak zorundadır.” Hegel • Felsefi dizgeler kişisel, tarihsel ve kültürel bir boşlukta yer alan salt zihinsel etkinliğin ürünleri değildirler; tersine bireysel felsefi dehaların başarımlarıdırlar ki yalnızca yazarlarının huy ve kişiliklerini değil ama benzer olarak içinde yaşadıkları kültürel, tarihsel ve felsefi ortamı da yansıtırlar. Her dizge onun hem öğretisel önemini hem de yapısal örgütlenmesini belirleyen sayısız etkinin yakınlaşma noktasıdır. Bu etkilerden kimileri salt entelektüel ve felsefidir. • Felsefenin kişisel düşüncenin yansıması olduğu düşüncesi William James’in pragmatizminin ilk bölümünde yoğun olarak savunulmuştur. James, “Felsefe tarihi, insan oluşumunun kapsamı içerisindedir.” demiştir. Kişisel farklılıklar yalnızca felsefe alanında değil, edebiyat, sanat ve siyaset gibi alanların da temel belirleriyicilerindendir.
• Felsefe tarihi, felsefe problematiğinin gelişmesini gösterir ve bu gelişmenin mantıksal düzenini kavrar. Bundan böyle felsefe tarihinin kendisi de bir felsefe disiplinidir. Felsefe tarihi bize; felsefenin ne olduğunu, insan bilinç ve kültürünün gelişmesinde felsefenin ne gibi yeri olduğunu gösterir. Bununla da birlikte felsefe tarihi, felsefe üzerine felsefe yapmak olur. • Sokrates’in zamanından beri tarih birçok büyük filozofa tanıklık etti. Bunların birçoğunu sitemizin Filozoflar başlığımızda bulabilirsiniz. Bir felsefe sitesi meseleye tarihsel yaklaşıp söz konusu filozofları kronolojik olarak sıralayarak bunların felsefeye yaptıkları katkıları inceleyebilir. Bizler de öyle yapmaya çalıştık. Tarihe yönelip belirli felsefi sorulara odaklanan bir yaklaşımdan ziyade meseleyi tarihsel çerçevede ele aldık. • Felsefe tarihi kendi içinde etkileyici ve önemli bir alandır; ayrıca felsefe klasiklerinin birçoğu aynı zamanda muazzam edebiyat çalışmalarıdır: Platon’un Sokratik diyalogları, Rene Descartes’ın Meditasyonlar’ı, David Hume’un “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma”sı ve Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü gibi örneklerden de anlaşılacağı üzere, bu gibi eserlerin tümü, hangi standarda göre olursa olsun, ilgi uyandırıcıdır. • Felsefenin Doğuşu, Felsefenin Ortaya Çıkışı Felsefenin doğuşu, felsefenin ortaya çıkışı şöyle açıklanabilecektir: Felsefe ilk olarak M.Ö. 7. yüzyılda İyonya uygarlığında önemli bir ticaret merkezi ve liman kenti olan Miletos (Milet) kentinde ortaya çıkmıştır. Milattan önceki dönemlerden felsefenin doğuşuna kadar geçen süreçte, her şeyin nedeni mitolojide aranmaktaydı. Şeyler açıklanırken, dinsel temeller üzerine çıkarımlarda bulunularak olaylara ve nesnelere bu yönde yorumlar geliştirilirdi. Örneğin, bir doğa olayı olarak gerçekleşen şimşek çakması gibi olaylar, dinsel temelde Tanrıların insanlara sinirlenmesi olarak yorumlanırdı. Yani Tanrıların bağırıp çağırıp yeryüzüne mızraklar fırlatması olarak algılanırdı. Sonrasında İyonya uygarlığında ortaya çıkacak olan felsefe, bu şimşek çakması olayının gerçekleşmesini başka bir nedende aramıştır. Bu duruma mantıklı bir açıklama getirmeye çalışmıştır. Bu da felsefenin ilk kıvılcımları olarak karşımıza çıkmaktadır. FELSEFENİN DOĞUŞU Milattan Önce 6. yüzyılda antik Yunan, bugünkü Yunanistan ve Anadolu’nun Akdeniz ve Ege kıyılarında gelişmiş ekonomileriyle şehir devletleri tarzında yaşamlarını sürdürmekteydi. Diğer medeniyetlerin düşünüş, bilim, teknik ve matematik gibi alanlarındaki etkinliklerini almışlardır. Aldıkları bu değerleri kendilerinin bu alandaki ürünleriyle sentezlemişlerdir. Bu sentezin o dönemin inancı olan mitoloji ile kaynaşması, felsefeyi ortaya çıkarmıştır. Thales, insanlığın ortak birikimi olan felsefenin ilk filozofu olarak kabul edilmektedir. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI: İYONYA NERESİDİR? Felsefenin ortaya çıktığı yer olarak kabul edilen İyonya, Anadolu’da bugünkü İzmir ve Aydın illerinin sahil şeridine Antik Çağ’da verilen addır. Dor istilası sonucu Yunanistan’dan kaçan Akalar tarafından Milet, Efes, Foça ve İzmir çevresinde kurulmuş bir uygarlıktır. İyonya’dan önce Mısır, Mezopotamya, Çin, Hindistan ve Türklerin hâkim olduğu topraklarda da önemli düşünce sistemleri gelişmiştir. Fakat bu düşünce sistemlerinin yapılarında dinsel ve mistik (mitolojik) bileşenler çokça yer aldığı için, bunlar felsefe olarak adlandırılmamaktadır. İyonya düşünce sisteminin felsefe olarak nitelendirilmesinin temel nedeni ise bu düşünce sisteminin dinsel ve mitolojik açıklamalardan sıyrılarak ve bağımsız olarak akla dayalı olmasıdır.
İyonya; Milet, Efes, Foça ve İzmir çevresinde kurulmuş bir uygarlıktır. Felsefenin doğduğu yer olarak bilinen Miletos, bu bölgede yer almaktadır. İYONYA DÜŞÜNE YAPISI: FELSEFE Felsefe düşünce yapısının sistemli ve yalnızca akla dayanan bir düşünce sistemi olarak ilk önce İyonya’da ortaya çıkması, tesadüflerin eseri değildir. Şöyle ki Mezopotamya, Mısır, İran ve Fenike kültürlerinden yoğun biçimde etkilenmiş olan Milet kenti, tarım ve denizciliğin oldukça gelişmiş olduğu işlek bir liman kentidir. Ayrıca ekonomik yapısının sağlamlığı da bu kentte toplumsal bilgi birikiminin ve hoşgörünün gelişimini beraberinde getirmiştir. Yani Milet kentindeki ortam farklı inanç ve düşüncelere izin verecek kadar hoşgörülüdür. Baskı altında kalmadan bilim, ticaret vb. şeylere yönelen Milet halkı, bu özgür ortamda felsefenin de doğuşunu kendi kendine yaratmıştır. Bu elverişli ortam Thales gibi düşünürlerin ortaya çıkmasına olanak hazırlamıştır. Thales (MÖ 624- 546) ile başlayan bu süreçte, doğal olaylar yine doğal nedenlerle açıklanmaya çalışılarak insan aklının yeterli olduğu inancı sağlanmaya çalışılmıştır. Tüm bunlara göre felsefenin ortaya çıkabilmesi bazı şartlara bağlı olarak gerçekleşmiştir. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞINI HAZIRLAYAN ŞARTLAR NELERDİR? • Felsefenin ortaya çıkışı, yüksek refah düzeyine ulaşılmış olmasının bir sonucudur (İnsanların insanı, toplumu, yaşamı vb. düşünmeye ayıracak zamanlarının olması gerekir). • Felsefe; kültürel zenginliğin, bilgi birikiminin, açık görüşlülüğün bir sonucu olarak var olmuştur. • Felsefenin ortama çıkmasında farklı inanç ve düşüncelere izin verecek hoşgörü ortamının varlığı son derece etkili olmuştur. • Son olarak insan faktörü, felsefenin olmazsa olmazı olarak ön plana çıkmaktadır. İnsan faktörü; kişinin merak duymasına, hayret etmesine, bilgiye açlığına dayalı bir öncüldür. İşte bu şartları fazlasıyla taşıyan İyonya, felsefe için bir beşiktir ve felsefe bu nedenlere dayalı olarak ilk önce burada ortaya çıkmıştır. O dönemde bu koşulu ilk gerçekleştiren kişi de Miletli Thales’tir. Thales Yunan dininin ve mitolojisinin açıklamalarıyla yetinmeyip akla dayalı bir sistem geliştirmiş, açıklamalarını bu sistemle yaparak evrenin ilk ana maddesinin (Arkhe) ne olduğu sorununa cevap aramıştır. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI Felsefe için birden çok başlangıç sayılabilir. Olayların tarihsel sıralanması geçmişten günümüze gelerek, daha çok da günümüzden geçmişe giderek yapılmaya çalışılmaktadır. “Neyin başı sonu aranacak?” sorusu zaman probleminden ziyade hangi konu etrafında düşünüldüğünü göstermektedir.
Felsefe için ne değerli görülüyorsa problemleri işleyen, bunun doğru bilgisine ulaşmaya çalışan kültürler için de bunlar ayrı ayrı başlangıç olarak kabul edilebilir. İlk olarak herhangi bir kültür oluşturmak az çok yaptığını bilmeyi gerektirdiğinden kültür oluşumlarının hepsinde yeterli düzeyde bir bilinç yani felsefenin en önemli özelliği olan “üzerine düşünme” örnekleri bulunmaktadır. Bu anlamda felsefenin geniş tanımı içinde bütün kültürleri felsefenin başlangıcında etkili olduğunu düşünmek mümkündür. İkinci olarak varlık-oluş, bilgi ve değerle ilgili serbest çağrışımların ötesinde daha sistemli düşünmeler felsefenin başlangıcı sayılabilir. Örneğin kadim adıyla “hikmet” veya “sophia” pratik bilgeliği içermektedir. Birçok medeniyette erdeme ve doğru yaşama dair öğütler vardır. Üçüncü ve daha ayırıcı olarak felsefe “teoria”dır. Felsefe, bu anlamda gündelik dâhil her tür deneyim, mecaz ve çağrışımlardan yararlanmakla birlikte bir problem etrafında yoğunlaşıp problemin çeşitli boyutlarını akli olarak kavramaya çalışır. Felsefe; aklî olanla (rasyonel) akli olmayanın (irrasyonel) ayırdında olmadır. Olan biteni evrensel olarak kavramaya çalışmadır (özünü bulma, ortak ilkelerini belirleme). Felsefenin “theoria” olarak ortaya çıkışı birçok kültür ve medeniyetin ortak bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Özellikle Mısır ve Sümer Medeniyetlerindeki destanları, matematik, geometri, astronomi gibi alanlardaki bilgileri felsefenin temellerinde görmek mümkündür. Ayrıca Eski Çin, Hint, İran medeniyetlerindeki inanç, bilgelik, doğru yaşama yönelik öğretilerde felsefeye kaynaklık etmiştir. Tüm bunlarla birlikte felsefe, Doğu bilgeliği ve bilgilerinin etkilerini taşımakla birlikte Antik Yunanla sistemli hâle gelmiştir. Haritada felsefenin ortaya çıktığı bazı medeniyetler gösterilmiştir. The picture can't be displayed. İLK ÇAĞ FELSEFESİ İlk Çağ felsefesi, genel anlamda İ.Ö. 700’lerden başlayıp İ.S. 500’lere kadar olan dönemdeki felsefi gelişmeleri kapsamakta ve Antik Çağ felsefesi ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu görüş, doğu felsefesi ile batı felsefesi arasında kesin bir ayrın varsayıldığında özellikle geçerli bir felsefe tarihi anlayışı olmaktadır; ancak ilk çağ felsefesi başka bir açıdan Antik Çağ felsefesinden önceki dönemden itibaren gerçekleşen, felsefenin bilgelik, yaşam bilgeliği anlamına geldiği felsefe anlayışını da ifade eder. Bu anlamda felsefe, daha çok doğu felsefesi olarak bilinen felsefelerde Mısır, Mezopotamya, İran, Çin ve Hint felsefelerinde şekillenmiş, Antik Çağ felsefesiyle bilinen anlamdaki felsefe geleneği
başlamış olmaktadır. Buna göre, ilk çağ felsefesi denildiğinde bütün bu felsefe gelenekleri ve süreçleri dahil olmaktadır. Bu anlamda felsefe tarihi, İ.Ö. 15. yüz yıl İran’ına kadar uzanmaktadır. Öte yandan belli başlı felsefe tarihi kitaplarıysa genel bir yaklaşım olarak İlk Çağ felsefesi ile Antik Çağ felsefesini aynı anlamda ele almaktadırlar. Antik Yunan, Hellen ve Roma felsefesinin belli bir dönemi bu anlamda Antik Çağ felsefesi ya da ilk çağ felsefesi olarak adlandırılmaktadır ve bu adlandırma yaygın bir eğilimdir. İlk Çağ felsefesi; M.Ö. 7. yüzyılın sonundan başlayıp, M.S. 2. yüzyıla dek süren dönemin felsefesidir. İlk Çağ felsefesi, mitolojiden ya da çoktanrılı dinden kopuş ve doğal olayların yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla başlamıştır. En seçkin temsilcileri arasında Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların bulunduğu İlk Çağ felsefesinde, bilimle felsefe hep bir arada olmuş, başlangıçta doğa felsefesi ön plandayken, sonlara doğru pratik felsefe ağırlık kazanmıştır. Helenistik felsefe, kent devletinin sona erdiği M.Ö. 323 yılıyla Hellenistik Çağ’ın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu M.Ö. 30 yılı arasındaki dönemin felsefesine verilen addır. Bu dönemde yer alan dört büyük felsefe okulu sırasıyla, Akademi, Peripatetik Okul, Epikürosçular ve Stoacılık’tır. Bu dört okuldan, hazcı ahlâkı ve Tanrı’nın evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epiküros felsefesi, daha ağır basan ve döneme çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olmuştur. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak, aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise, en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak Epiküros’un varlık görüşüyle karşıtlık içindedir. Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da, dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felsefeye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, kuşkuculuk olmuştur. Nihayet dönemin sonlarına doğru, Poseidonios, Panaetios ve Antiokhos, Stoa felsefesini Platon ve Aristotelesçi öğretilerle birleştirmeye çalışmıştır. İlk Çağ felsefesinin Helenistik felsefeden sonraki ikinci dönemi; siyasi anlamda, kent-devletinin sona erdiği MÖ 322 yılıyla Helenistik çağın son büyük imparatorluğunun Roma’nın bir parçası olduğu MÖ 30 yılı arasındaki dönemin felsefesinden meydana gelen Helenistik felsefeyle Roma’nın egemenliği altında, yaklaşık olarak MS 5. yüzyıla kadar süren Roma felsefesinden meydana gelir. Bu dönem aynı zamanda klasik kuramların, vuku bulan çok temel sosyal ve politik değişimlere bağlı olarak büyük bir dönüşüme uğradığı bir dönemdir. Helenistik-Roma felsefesinde baskın olan felsefe, elbette Yunan felsefesidir. Çünkü Roma’da Yunan felsefe okullarından bağımsız, ayrı bir felsefe okulu kurulmuş değildir. Daha ziyade, orada Helenistik dönemin felsefe okulları Marcus Aurelius, Epiktetos, Cicero, Lukretius ve Sextus Empirikus gibi filozoflar tarafından temsil edilmiştir. Bu yüzden, Helenistik felsefenin en önemli özelliğinin Akdeniz’in ve özellikle de Doğu’nun Helenleştirilmesi olduğu söylenebilir. Yaklaşık yedi yüzyıllık bir dönemde Yunan kültürü Akdeniz’i kuşatan dünyaya büyük bir hızla yayılmış, özellikle son dönemlere doğru İskenderiye kültürün, felsefi kültürün önemli bir merkezi haline gelmiştir. Söz konusu Helenistik-Roma felsefesi döneminde, dört büyük felsefe okulu, sırasıyla Epikürosçuluk, Stoacılık, Septisizm ve Yeni-Platonculuk çağın başat felsefeleri olarak ortaya çıkmış ve bunlardan ilk üçü kendi aralarında ciddi bir rekabet içinde olmuştur. Söz konusu dört okuldan, her şeye rağmen hazcı etiği ve Tanrının evrene müdahalesini reddeden varlık görüşüyle Epikürosçu Okul’un, daha ağır basan ve döneme çok büyük ölçüde damgasını vuran felsefe olarak seçkinleştiği söylenebilir. Amaçlı bir evren anlayışıyla en yüksek insani iyi olarak aklın doğru ve yerinde faaliyetine duyulan inanç ise en güçlü ifadesini Stoacılarda bulmuştur. Stoacıların görüşlerinde somutlaşan bu amaçlı evren görüşü, son çözümlemede Sokrates’ten miras alınan bir görüş olarak, Epiküros’un mekanist varlık görüşüne taban tabana zıttır. Bu dönemde ortaya çıkan başka bir felsefe okulu da dogmatik oldukları gerekçesiyle tüm felsefelere ve özellikle de Stoacı felsefeye gösterilen tepkiyle seçkinleşen, Septisizm olmuştur. Nihayet, Roma çağının sonlarına doğru, Platon felsefesinden yola çıkan Plotinos, dine yaklaşan bir felsefeyi temsil ederken, Hıristiyanlık ve İslamiyet için gerekli felsefi çerçevenin oluşmasına etki etmiştir. Helenistik felsefenin en önemli özelliği, bu felsefenin konularını mantık, fizik ve etik şeklinde düzenlemesidir. Başka bir deyişle, felsefi bilgiye veya gerçekliğin bilgisine meydan okuyan Şüphecilik
ve çok sonraları ortaya çıkan Yeni-Platonculuk bir tarafa bırakılacak olursa, Helenistik dönemde bir felsefe okulu ya da doktrinal bir felsefe, (i) belli bir doğruluk ölçütü de ihtiva eden bir keşif metodolojisi, (ii) dünyanın kökeni, bileşenleri, yapı ve düzeniyle insanın ondaki yerine ilişkin bir kavrayış ve (iii) mutluluğun ne olduğuna ve ona nasıl ulaşılacağına ilişkin bir açıklama ortaya koymak durumunda olan bir sistemden meydana gelmekteydi. Başka bir deyişle, Helenistik dönemde bu üç konudan etiğin çok daha öne çıktığı söylenebilir. Gerçekten de mantık, Aristoteles’ten miras alınan bir tavırla, bilgi kuramını da kapsayacak şekilde, doğru bilgiye ulaşmanın yöntemi ve felsefenin vazgeçilmez aracı olarak görülmüştür. Nitekim bu anlayışın bir sonucu olarak, özellikle Stoacılar mantık alanına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ama fizik nispeten geri planda kalıp, daha ziyade etik için bir temel ve hazırlık olma fonksiyonunu yerine getirmiştir. Bundan dolayı, bu dönemde filozoflar, fizik ya da varlık alanında yeni kuramlar geliştirmek yerine, Sokrates öncesi doğa filozoflarının görüşlerini aynen benimsemişlerdir. Buna göre, Stoacılar Herakleitos’un varlık anlayışını, Epiküros ise Demokritos’un atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsemiştir. Bundan da anlaşılacağı üzere, Helenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent-devletinin yıkılması, kent-devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçimde dünyaya, topluma ve kendilerine yabancılaşmaları, yalnız ve başıboş kalmalarıdır. Başka bir deyişle, Helenistik çağda din ve politik, yaşamın bireyin bilincine sağlamış olduğu dayanak noktaları bu dönemde çöktüğü ve dolayısıyla eskiden kendi kaderini elinde tuttuğuna inanan insanın yerini, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inanan yabancılaşmış insan aldığı için bir başına kalan insan teselliyi felsefede arar. Platon ve Aristoteles’in hitap edip etkiledikleri sosyal düzene kıyasla çok daha geniş bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, ilgisini birey üzerinde yoğunlaştırması, bireyin felsefeden beklediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir. ORTA ÇAĞ FELSEFESİ Orta Çağ, felsefe tarihi açısından son derecede önemli ve zengin içerikli bir dönemdir. Eskiden karanlık dönem olarak adlandırılmasına karşın son elli yıldır giderek artan bir ilgi sayesinde Orta Çağ Felsefesi artık daha aydınlık bir dönem olarak değerlendirilmektedir. Zamansal olarak Orta Çağ Felsefesini Augustinus (354-430) ile başlatmak mümkündür. Bu dönem, St. Thomas Iohannes (1589-1644) ile son bulmaktadır denilebilir. Felsefe tarihinin belki de en önemli ismi olan Platon M.Ö. 348’de ölmüştür. Onun ölümünden sonra bir süreliğine Aristoteles Yunan felsefesi üzerinde etkili olmuştur. Bununla birlikte, Yunan felsefesinin etkili olduğu ve genellikle pagan düşüncesini resmeden anlayış, yaklaşık olarak üçüncü yüzyılda sona erdi. Başka türlü ifade edilecek olursa, Platon gibi bir büyük ustanın büyük ölçüde etkisi altında bıraktığı bir dönem, bu sefer onun adıyla anılan ve Plotinos’un kurucusu olduğu düşünülen Yeni- Platoncuğa yerini bırakmıştır. 204 veya 205 yılında Mısır’da, büyük bir olasılıkla Lycopolis’te dünyaya gelen Plotinos’un en önemli kazanımlarından biri, onun Ammonius Saccas’tan dersler almasıdır. Kendisinden sonraki bütün felsefe tarihini derinden etkilemeyi başarmış olan Plotinos, bir taraftan Yunan spekülatif düşüncesini diğer taraftan da Hıristiyanlığın temel ilkelerini bir araya getirmeye çalışmış ve bu alanda ciddi bir başarı elde etmiştir. Yaşadığı Orta Doğu’daki Hristiyanlığın etkisi altında farklı bir şekilde yeniden biçimlendirilen felsefe, daha önce alışkın olmadığı yeni bir kavramı bütün bir varlık anlayışı içine almıştır. Daha önceleri Yunan felsefesinde yer almayan “yaratılış” (creatio) düşüncesi, Platoncu terminolojinin de yardımıyla ve bu sefer mutlak güç sahibi sıfatıyla Tanrı şeklinde metinlerdeki yerini almaktaydı. Bu şekilde ortaya çıkan yeni felsefi anlayış, Hristiyanlığın ciddi ağırlığına karşın gene de temel ilkelerini ve kaygılarını korumayı başarmıştır. Yeniplatoncu okul ve onun takipçileri, aynı zamanda ciddi bir şekilde Eski Yunan felsefesini de muhafaza eden bir anlayışı sürdürmekteydiler. Eski Yunanca hâlâ önemini korumakta ve felsefe yapıtları, büyük ölçüde Yunanca yazılmaya devam etmekteydi. Roma’daki filozoflar bile Atina’da Yunanca eğitimi alıyorlar, yapıtlarını Yunanca yazıyorlardı. Eski Yunanca, adeta Yunan felsefesini yaşatan bir damar gibiydi. Bununla birlikte, bazı aileler ile ücra köşelerdeki bazı manastır kütüphanelerindeki temel yapıtlar sayesinde eğitim devam edebildi. Bu eğitim sayesinde Augustinus gibi, Boethius gibi isimler ortaya çıktı ve yapıtlarıyla Orta Çağ felsefesini biçimlendirmeye koyuldular. Bunların tümü de Hıristiyandır.
İkinci yüzyılda başlayarak hepsi de Hıristiyanlığın imanının akılsallaştırılması için çaba göstermişler ve bu uğurda felsefeyi kullanmışlardır. Başlangıçta felsefeyi bir araç gibi gören bu anlayış, zaman içinde evrilerek felsefenin en temel alanlarındaki önemli başarıları ortaya koyacak denli felsefeyi amaçlaştırmıştır. Bu bakımdan, Orta Çağ felsefesi, sadece Eski Yunan felsefesini modern felsefeye aktarmak görevini üstlenmemiştir. Onun aynı zamanda bir başka önemli görevi, Eski Yunan felsefesinden alınan mirası, yorum tarzı üzerinden farklılaştırarak modern felsefeyi üretmek olmuştur. Unutulmaması gereken önemli bir konu, modern felsefenin başlatıcısı olarak düşünülen Descartes’in, (Dekart okunur) aslında bir Orta Çağ kurumunda eğitilmiş olmasıdır. Cizvitlerin kurmuş olduğu La Fleche’te okuyan Descartes, analitik geometriyi keşfetmiş, buradan hareketle spekülatif felsefeyi yeniden inşa etmeyi denemiştir. Descartes’ın Orta Çağ felsefesinin yetersizliklerinden şikayetleri olduğu gibi, bazıları da onun Orta Çağ felsefesini yeterince iyi bilmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu konuda önemli bir başka düşünce de ülkemizdeki Orta Çağ felsefesi çalışmalarını başlatan Betül Çotuksöken’den gelmektedir. Ona göre; gerek Augustinus gerek Anselmus Descartes’ın hocaları durumundadır. Baştan naïf bir tavırla reddeder görünmesine karşın, Descartes’ın düşünsel arka planında skolastik yer almaktadır.” (Betül Çotuksöken, “Anselmus’un Ontolojik Tanrı Kanıtlaması ve Yeni Çağ Felsefesindeki (Descartes) Yeri”, II. Türkiye Felsefe, Mantık ve Bilim Tarihi Sempozyumu (11-13 Kasım 1987) -Ayrı Basım-, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, T.Y., s. 53). Dolayısıyla Orta Çağ felsefesi, pek çok bakımdan üzerinde durulması gereken bir dönemi işaret etmektedir. Bu felsefenin anlaşılması için, yukarıda dile getirilenlerden de rahatlıkla anlaşılacağı gibi, bir taraftan Eski Yunan felsefesinin -temelde Platon ve Aristoteles’in düşünceleri- öbür taraftan da modern felsefenin iyi bir biçimde kavranmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde felsefenin sürekliliğinde biçimlenen sorunlardaki anlamda kırılmalar ve eksiklikler kaçınılmaz hâle gelecektir. Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibariyle İlk Çağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. İ.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına; 16. yüzyıl başlarına, Rönesans’a kadar olan dönem olarak ele alınır. Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır. Bir çok felsefe tarihi kitabında Orta Çağ’da felsefe yok sayılır ya da Orta Çağ’ın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra Orta Çağ’da felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da söz konusudur. Orta Çağ felsefesinin genel eğilimleri Orta Çağ, felsefe tarihi açısından son derecede önemli ve zengin içerikli bir dönemdir ve zamansal olarak Augustinus (354-430) ile başlatılıp St. Thomas’lı Iohannes (1589-1644) ile sona erdirilebilir. Bu bin yıllık süreçte ele alınan felsefi meseleler, bir miras devralma titizliği içinde irdelenmiştir. Orta Çağ felsefesi en genel anlamda Hıristiyanlığın ilkeleriyle felsefeyi ve akılcılığı uzlaştırma çabasıdır. Platon’un ölümünden sonra özellikle Yeniplatoncu okul ve onun takipçileri, Eski Yunan felsefesini muhafaza eden bir anlayışı sürdürdüler. Eski Yunanca hâlâ önemini korumakta ve felsefe yapıtları, büyük ölçüde Yunanca yazılmaya devam etmekteydi. Avrupa dördüncü yüzyıldan itibaren büyük bir barbar saldırısı ve istilası ile sarsıldı. Pek çok Yunanca metin ortadan kayboldu. Pek çok Yunanca metnin Latince çevirilerinin ya bir kısmı veya tamamı tahrip edildi. Bununla birlikte, bazı aileler ile ücra köşelerdeki bazı manastır kütüphanelerindeki temel yapıtlar sayesinde eğitim devam edebildi. Bu eğitim sayesinde Augustinus gibi, Boethius gibi isimler ortaya çıktı ve yapıtlarıyla Orta Çağ felsefesini biçimlendirmeye koyuldular. Bunların tümü de Hıristiyandır. İkinci yüzyılda başlayarak hepsi de Hıristiyanlığın imanının akılsallaştırılması için çaba göstermişler ve bu uğurda felsefeyi kullanmışlardır. Bu bakımdan, Orta Çağ felsefesi, sadece Eski Yunan felsefesini modern felsefeye aktarmak görevini üstlenmemiştir. O yüzden Orta Çağ felsefesinin anlaşılması için bir taraftan Eski Yunan felsefesinin -temelde Platon ve Aristoteles’in düşünceleri- öbür taraftan modern felsefenin iyi bir biçimde kavranmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde, felsefenin sürekliliğinde biçimlenen sorunlardaki anlamda kırılmalar ve eksiklikler kaçınılmaz hale gelecektir.
Search