Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore KORKUT AL OKUL DERGİSİ SAYI:1

KORKUT AL OKUL DERGİSİ SAYI:1

Published by Korkut Anadolu Lisesi, 2022-10-06 12:32:41

Description: KORKUT AL OKUL DERGİSİ

Search

Read the Text Version

karakalem SAYI 1 MART 2022 KORKUT ANADOLU LİSESİ DERGİSİ K Ahmet GÜVENÇ / Ahmet TEKİN / Akın ARSLAN / Ali KAÇAR / Asmin TOK / Betül AYMAZ / Beytullah ÇELİK / Cengiz ÇAN O Cihat ADANIR / Elif ÜNEY / Emre ÇAĞLAK / Esma TAŞDEMİR / Fatma BOĞA / Hamza YAYMAN / Kaan Ogün DOĞAN / Kadir İPEK R K Kerem MEŞE / Kevser ALTUNTAŞ / Kübra GÜLDÜLER / Leyla ÖZEN / Mahsun IŞIK / Mehmet ÖZCAN / Mehmetşah ACAR U Mihriban DENİZ / Nursel ULUCAN / Onur Erhan ARIK / Özlem AKÇAY / Pelin KILIÇ / Reyhan GÜVEN / Rojat EREK / Selcan BALKAYA T A Selma ALTAY / Sema SINMAZ / Serhat YILMAZ / Sevda ÖZTÜRK / Tuba TEKİN / Tülin TANG / Türkan AKMAN / Vural GÜR N Yakup YÜCEOL / Yusuf ŞERMET A D O L U L İ S E S İ



Sayı 1 - 2022 Mart Editör Kaleminden... İmtiyaz Sahibi Korkut Anadolu Lisesi “Karakalem” adlı dergimiz Korkut Anadolu Lisesi öğrenci ve öğretmenlerinin katkılarıyla Editör / Yayın Yönetmeni hazırlanmış bir bilim-sanat-kültür dergisidir. Kerem Meşe “Karakalem” özünde birçok görev ve anlam Yayın Kurulu barındırmaktadır. Bazen bir şiiri, öyküyü, anıyı Kerem Meşe çağrıştırır bizlere; bazen hislerimizi aksettirir boş Ali Kaçar bir kağıda. Bilim de sanat da onun varlığıyla ve Nursel Ulucan misyonuyla somutlaşır, elden ele dolaşır. Grafik Tasarım / İçerisinde edebiyattan matematiğe, bilimden Kapak İllüstrasyonu /Mizanpaj sanata, kültürden güncel olaylara kadar birçok Ali Kaçar yazı bulabileceğiniz ve bütünlüklü bir bakış ile oluşturduğumuz dergimiz; okulumuzun ortaya Kurumsal İletişim ve Reklam koyduğu ilk dergi olma özelliğini taşıyor. 0 542 560 33 64 Yazılarımızı oluştururken ilgi çekici, öğretici, Yönetim Yeri hatırlatıcı ve bizi yansıtan konular bulmaya özen gösterdik. İlçe büyüklerimizle ilçemizin eğitim ŞEHİTLER MAH. 27 SK. öğretim alanında gelişmesi adına atılabilecek KORKUT ANADOLU LİSESİ SİTESİ adımları konuştuk. Bu esnada ilimizi ve NO:1 KORKUT / MUŞ kültürümüzü tanıtmayı da ihmal etmedik. Böylece güzelliklerle hazırladığımız dergimizi siz değerli Her hakkı saklıdır. okurlarımızın beğenisine sunduk. Biz dergimizi hazırlarken büyük keyif aldık, umarız siz değerli okurlarımız da dergimizi incelerken keyif alırsınız. Saygılarımla… Kerem MEŞE

İÇİNDEKİLER RÖPORTAJ sayfa 5-8 ŞİİR sayfa 25-27 Korkut Kaymakamı Sayın Oğuzhan Ocak Kelam-ı Ahir ile Röportaj Çöküş Zaman Korkut İlçe Milli Eğitim Müdürü Sayın Sevmek Ne Güzel Şey Yüksel Laloğlu ile Röportaj Çocukluk sayfa 9-16 DENEME sayfa 28-35 Dengbejlik Geleneği Doğu'da Egeli Bir Öğretmen Muş Türküleri Üzerine Bir İnceleme Matematik Gerçek Hayatta Ne İşimize Muş İlinin Tarihsel Gelişimi Yarayacak Hocam? Muş'un Tarihi Yapıları Bir Eğitim Klişesi: \"Zeki ama Çalışmıyor\" Muş Efsaneleri Mutlu Musun? Günümüze Kadar Ulaşan Halayın Sırrı Ne? Herkes Beni Sevmeli mi? Hz. Muhammed ve Gençlik Nöbetçi Öğretmenin Günlüğü BİLİM sayfa17-21 SANAT sayfa 36-45 Tarihin Tanımı Sürekli Gece Sürekli Kış Sürekli Ölüm Yoktur Neden Felsefe Öğreniyoruz? Bir Garip Ozan: Aşık Veysel Türk-İslam Bilginleri Eski Türk Enstrümanları Bilinmeyen Yönleriyle Mucitler Bir Varmış Bir Yokmuş: Shakespeare Matematikçilerin Prensi Gauss Bir Ayraç, Bin Yaşam Radyo Tiyatrosu Lügat HABER sayfa 22-24 EĞLENCE sayfa 46-49 \"Efsanelerle Türk Dünyası\" Kalite Etiketi 90'larda ve 2010'larda Çocuk Olmak Atalar da Çelişkiye Düşer Aldı! Zeka Bulmacası Günlük Dilde İngilizce Dr. Sare Aydın'ın Başarı Öyküsü Bulmaca 2021'de Yüzümüzü Güldürenler ÇİZİMLER sayfa 50-55 Ali KAÇAR Kaan Ogün DOĞAN Sevda ÖZTÜRK Yusuf ŞERMET Vural GÜR Mehmetşah ACAR Bilge USLU

KORKUT ANADOLU LİSESİ \"Okulumuz, ilçemizin üniversiteye açılan kapısıdır.\" VİZYONUMUZ Bilim ve teknolojinin farkında olan, değişime ve gelişime açık, öğrenmeyi temel ihtiyaç kabul eden, değerlerini yaşayan ve yaşatan, hoşgörü sahibi, farklılıkları zenginlik kabul eden, en az bir yabancı dili çok iyi bilen, yüksek moral değerlere sahip, kendine güvenen, katılımcı, kendini sorgulayan, etkili ve nitelikli, çağdaş, demokratik ve laik bireyler yetiştirmektir. MİSYONUMUZ Geleceği okuyan ve geleceği bugünden tasarlayan, tarihi ve kültürel değerleriyle bir medeniyet projesini hayata geçirecek bireylerin yetiştiği bir okul olmaktır.



RÖPORTAJ Erhan ARIK/Kerem MEŞE/Pelin KILIÇ KORKUT KAYMAKAMI SAYIN OĞUZHAN OCAK İLE RÖPORTAJ Sayın Kaymakamımız kendinizi tanıtır mısınız? Oğuzhan Ocak. Ordu Ünyeliyim. İlköğrenimimi Ünye’de tamamladım. Liseye kadar Ünye’de yaşadım. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini kazandım. Hayatıma İstanbul’da devam etmeye başladım. Kaymakamlık görevimden önce Maliye Bakanlığında Gelir Uzmanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumunda Sosyal Güvenlik Denetmenliği görevlerinde bulundum. Hayallerimde olan bu meslek için kaymakamlığa hazırlandım ve kaymakam olarak şu anda hayatıma devam ediyorum. Evliyim. Bir çocuk babasıyım. İlçemizi nasıl buldunuz, tayininizden önce Korkut hakkında bilginiz var mıydı? İlçemiz Doğu Anadolu’nun şirin ilçelerinden bir tanesi. Daha öce Korkut ile ilgili ayrıntılı bir bilgimiz yoktu ama buraya gelmeden önce Korkut’a yakın olan Bingöl/Yedisu ilçesinde görev yapıyordum. O zamanlarda da Muş ilimizde çalışan arkadaşlarımız vardı. Onlar sayesinde buraları da az çok biliyordum. Korkut’u genel anlamda güzel bir ilçe olarak buldum. Özellikle kırsalı daha yoğun olan bir ilçe. İlçe merkezi il merkezine pek yakın olmadığı için gelişmişlik konusunda kendini tam anlamıyla tamamlayamamış. Fakat devletimizin güçlü iradesiyle bu açığı kapatmak için elbirliğiyle çalışmaya devam ediyoruz. Meslek hayatınızda zorluklar yaşadınız mı? Tabii ki dönem dönem zorluklar yaşıyorum. Buna en büyük sebep kendi şahsi hayatımız oluyor. Evli ve çocuk sahibi olduğumuz için düzenimizi ona göre ayarlıyoruz. Mesleğimizin en zor tarafı doğup büyüdüğümüz şehirden, ailenizden, yakınlarınızdan uzak olmamız. Ama bunun da tatlı tarafı yeni insanlar, yeni yerler keşfetmek ve önemli olan da bir yerlere değer katabilmek. Mesleki süreçte ise Yedisu’da yaşamış olduğumuz deprem döneminde bizi zorlayan durumlar oldu. Bütün ilçenin deprem korkusu yaşaması bizleri biraz zorladı. Bu zorluğun temel sebebi böyle bir durumla ilk defa karşılaşmamızdı. Ama o belli bir noktadan sonra zorluklar aşılıyor ve sıkıntılar geçiyor. 5

Korkut’un eğitim durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Korkut eğitim alanında gelecek vadeden bir durumdadır. Çünkü ilçe nüfusumuzun neredeyse yarısını öğrenciler oluşturmaktadır. Bu çok ciddi bir oran ve potansiyeldir. Bunu geliştirmek eğitim kalitesini ve seviyesini arttırmak için de asıl yük Miili Eğitimdedir. Ancak burada bizim de üzerimize düşen birçok görev var. Korkut’taki eğitimde benim gördüğüm aksaklıklar noktasında şunu söyleyebilirim: Eğitimin kendisinden değil, biraz idareciler noktasında ve bizim eğitime olan katkımız açısından eksiklikler var. Yoksa eğitim camiamız ciddi anlamda çabalıyor ve seviyeyi yükseltmeye çalışıyor. Ama maddi olarak eksiklikler yaşadıklarında onlar da bir noktaya kadar götürebiliyorlar işi. Dolayısıyla bizim misyonumuz onlara maddi ve manevi olarak her türlü desteği sağlamak. Elimizden geldiğince de buraya gelen eğitimci arkadaşlarımıza maddi-manevi destek olmaya çalışıyoruz ve onların önünü açmaya çalışıyoruz. Burada bulunduğumuz ve çalıştığımız dönem içerisinde güzel şeylerin olacağına inanıyorum. İlçemizde gerçekleştirmek istediğiniz projeler nelerdir? Sadece eğitim alanıyla değil tabii ki diğer alanlarda da misyonumuz her zaman fazla. Biz bütün kurumlarımızla bütün işlere el atmaya çalışıyoruz. Eğitim noktasında kırsalda olan okullarımızın fiziki şartlarında sıkıntılar var. Bunları bir şekilde toparlamak için uğraşıyoruz. Yeni okullar yeni birimler yapmak açısından projelerimiz sürüyor. Onun haricinde eğitim camiasından benim isteğim ve beklentim şudur: Sosyal ve sportif faaliyetlerin geliştirilmesi. Önceki görev yerlerimdeki okullarımız sürekli tiyatro etkinlikleri yapıyorlardı. Bu etkinliklerin burada da yapılması için uğraşacağız. Bunların haricinde voleybol turnuvaları, futbol turnuvaları… Eğer kısmetse güzel okul takımları çıkartıp il ya da bölge derecesi almaları için uğraşmak istiyoruz. İlçe geneli içerisinde güzel bir öğretmenevi planlıyoruz çünkü ilçe merkezinde öğretmenlerimizin sosyal aktivitelerini gerçekleştirecek herhangi bir yer olmadığını biliyoruz. TOKİ ile görüşmelerimiz devam ediyor. TOKİ binaları yapıp en azından konut ihtiyacını gidermek istiyoruz. Açıkça söylemek gerekirse öğretmenlerimizin ilçeye olan katkısını biz şu anda göremiyoruz. Çünkü öğretmenlerimiz genelde Muş Merkez’de ikamet ediyorlar. Eğer buradaki imkânları arttırırsak ilçede ikamet eden öğretmen sayısının artacağına inanıyorum. Dolayısıyla ilçenin imkanlarının arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Korkut’un gerçek bir ilçe olmasını sağlamak için o eksiklikleri tamamlamak istiyoruz. Bu yüzden bunların gereklilik olduğunu düşünüyoruz. Semt sahamız yapılıyor, futbol takımımızın biraz daha kendine gelmesini istiyoruz. Çocukların bir şekilde bu disiplinlerle ilgilendiği zaman kendilerini ifade etme, sosyalleşme, kendilerini tanıma açısından gelişme sağlayacaklarını düşünüyorum. Günümüzde gençleri nasıl değerlendiriyorsunuz, onlara bir mesajınız var mı? Gençlerimize Z kuşağı tanımlaması yapılıyor. Z kuşağı kendinden bihaber, hiçbir şeyle ilgilenmeyen çocuklar diye algılanıyor ancak ben öyle düşünmüyorum. Bu çocuklar bizim çektiğimiz zorlukları çekmeyen çocuklar, doğru. Ama ben bu çocukların gelecekte farklı ve güzel şeyler başarabileceğine inananlardanım. Çünkü sorgulayıcılar. Sorgulayıcılıktan kastım her şeyi sorgulamak değil elbette. Hayatı sorgulamak her şeyi sorgulamak değildir. Bu sorgulamanın sonrasında sonucunda daha iyiyi elde edebilmek için neler yapabilecekler, bu önemli. Bu çocuklara bunu öğretmek lazım. Eleştireceğim durum ise kitap okuma noktasında. Tabii ki hepsi için söylemiyorum fakat televizyon, tablet, internetin çok fazla zaman çalmasından kaynaklı, çocukların kitap okuma kültürü açısından biraz eksik kaldıklarını düşünüyorum. Gençlerimizle bir araya gelip oturup konuşulduğunda gayet dolu olduklarını görüyorsunuz. Her yeni gelen nesil zekâ seviyesi olarak bir önceki nesilden üstün vaziyette. Ama potansiyeli iyi kullanmak, iyi değerlendirmek gerekir. Sosyal medyayı kullanırken daha bilinçli şekilde hareket etmek çok önemlidir. İnternetin ya da sosyal medyanın bilgiye ulaştırma konusunda gençleri körelttiğini de düşünüyorum bazen. Çünkü biz yetişkinler sanal ortamın olumlu yönlerine bakıp olumsuz yönlerini bertaraf edebiliriz ama çocukların ve gençlerin bunu anlamaları zor. Onlara bu işte her zaman rehberlik etmek önemlidir. Ben çocuklara, gençlere mesaj olarak şunu vereceğim: Kendinize 10-15 yıl sonra nasıl bir pozisyonda, nerede olmak istediğinizi her sene başında sorun. Her sene, her dönem başında “Ben 10 sene sonra şöyle bir hayat istiyorum, şöyle bir yaşam istiyorum, şöyle bir yerde olmak istiyorum. Bunun için ne yapmam gerekiyor?” sorularını sorun. Kendinize bu soruları sorarsanız aldığınız cevaplara göre kendinizi hayata hazırlayacaksınız. Hiçbir zaman yılmadan, bıkmadan, usanmadan kendinize inanarak yolunuza devam etmelisiniz. Öğrenilmiş çaresizlikten kendinizi kurtarmalısınız. En önemli nokta budur. Eğer Türkiye’de bir yerlere gelmek istiyorsanız kendi çabanızla gelebilirsiniz. Ne olmak istiyorsanız çabanız sonucunda kapılar size açılacaktır. Kendinize inanın, kendinize güvenin. Geleceğiniz de kendi ellerinizle şekillenecektir. 6

RÖPORTAJ Cengiz ÇAN/Kerem MEŞE KORKUT İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ SAYIN YÜKSEL LALOĞLU İLE RÖPORTAJ Kendinizi tanıtır mısınız? Ben annesi ev hanımı olan, babası önce çiftçilik sonra arıcılık yapmış bir köylü çocuğuyum. Evli ve iki çocuk babasıyım. İlk, orta ve lise öğrenimimi Erzurum’da tamamladım. İki üniversite bitirdim. İlk olarak 2004 yılında Fizik bölümünden daha sonra Sınıf Öğretmenliği Bölümünden mezun oldum. Sırasıyla Siirt/Pervari, Muş (Güzeltepe ilkokulu, Yaygın ÇPAL) çalıştıktan sonra Korkut İlçe Milli Eğitimde yeni görevle hizmet etmeye devam ediyorum. Eğitimci olmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz? Eğitimci olmaya Fizik Bölümünü bitirdikten sonra bir köyde vekil öğretmenlik yaptığım sırada karar verdim. Bu tecrübemden önce öğretmen olacağımı pek düşünmüyordum. Çocuklarla uğraşmanın zor olduğunu düşünüyordum fakat bu öğretmenlik tecrübesi bana öğretmenliği, eğitimciliği sevdirdi. Özellikle köy okullarında öğretmenlik yapmak insana daha farklı bir motivasyon sağlıyor. Korkut'ta İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yapmak nasıl bir duygu? Aslında göreve en başta tedirgin bir şekilde başladım. Başlangıçta şube müdürlüğü ile görevlendirildim. Beni tedirgin eden görevin ağır sorumluluğuydu fakat başladıktan sonra gördüm ki öğretmenler, idareciler eğitim sistemi içerisinde bir bütün olduğu zaman görevin yükü azalıyor. İlçemizdeki idareci ve öğretmenlerimde sorumluluk bilincini görmek beni yaptığım ve yapacağım işler noktasında daha da motive ediyor. Bu durum bir karşılıklılık meselesidir aslında. Korkut’un dezavantajları ve avantajları var. Dezavantajları: coğrafi şartlar, öğretmen sirkülasyonunun çok fazla olması ve ilçemizdeki öğretmenlerin çoğunun il merkezinden Korkut’a ulaşım sağlıyor olması. İlçe merkezinde ikamet eden öğretmenlerin azlığı sosyal, kültürel ve benzeri etkinlikleri yapmamızı zorlaştırıyor. Güzel tarafı da şu: Çok güzel duygular yaşatıyor. Korkut’ta eğitime paydaş olan herhangi biri veya birileri olabilir bu insanlar. Eğitim anlamında işine dört elle sarılmış öğretmenlerin, idarecilerin, öğrencilerin kısacası herkesin taşın altına elini koyduğunu gördüğümde çok mutlu oluyorum. Bu da ilçe milli eğitiminde müdür olmanın güzelliği. Her insanı farklı bir renk olarak düşünürsek yaklaşık yedi bin renkten oluşan bir zenginlik. 7

RÖPORTAJ Korkut'ta eğitim alanında göze çarpan sorunlar nelerdir? Göreve ilk başladığımda pandemi devam ettiği için yüz yüze eğitim yerine uzaktan eğitim devam ediyordu. Net şu sorun vardı diyemem ama yeni bir enerji yeni bir sinerji olması gerektiğini hissettim. Bunda belki pandemi günlerinin etkisi vardı. Kurumsallaşma çok zayıftı. Koordinasyon eksik gibiydi. Ancak ilçe ile iş birliği içerisinde olduğu zaman başarılar ardı ardına gelecektir. Eğitimdeki çarklar birbirine bağlıdır. Örneğin, ilkokulda iyi bir eğitim sonraki eğitimleri olumlu yönde etkiler. Bunun yanı sıra okulların fiziki şartlarında eksiklikler ve öğretmen sirkülasyonunun çok fazla olması ve benzeri sorunlar var. Göreve başladığınızdan itibaren ne gibi değişiklikler yaptınız? Korkut'ta eğitim öğretime yönelik projeleriniz nelerdir? Pandeminin etkisini de düşünerek eksiklikleri tamamlamak için hızlı bir toparlanma sürecine girdik. Çok daha fazla emek, daha fazla mesai ile biz duygusunu oluşturmaya çalıştık. Öğretmenlerin İlçe Milli Eğitime karşı beslediği “Biz burada unutulduk!” duygusunu yıktık. Bir güven ortamı oluşturduk. İlçemizde dört okula kütüphane yaptık. Bakanlığımızın temin ettiği tabletlerin yaklaşık sekiz yüz öğrencimize dağıtımını gerçekleştirdik. İlçemizde başarılı olan öğrencilerin ödüllerinin beklemeden hızlıca verilmesini, okullara kitap ve deneme dağıtımının düzenli olarak yapılmasını sağladık. Aslında yapılacak çok şey var fakat ben geleli bir yıl oldu sadece. İlçe merkezine uzak veya yakın tüm köylerin İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile bir bütün olmasını sağladık. En büyük sıkıntılardan biri de çocukların okullaşma oranındaki -özellikle anasınıfı düzeyinde- azlıktı. İki ana sınıfı açtık, şu anda iki tane daha açıyoruz. Amacımız bu okullaşma oranını yükseltmektir. Eğitim temelde ne kadar sağlam verilirse sonraki dönemlere de o kadar sağlıklı bir şekilde sirayet edecektir. Bu nedenle ana sınıfı açma olayı üzerine ısrarla gidiyoruz. Milli Eğitim Bakanlığının ”Temel Eğitimde On Bin okul” projesi kapsamında biz de ilçemizdeki şartlar ölçüsünde katkı sunuyoruz. Fiziki yapısı itibarıyla eksiği olan okul bırakmamaya çalışıyoruz. Bu noktada çalışmalarımız devam ediyor. Boya ihtiyacı olan okullarımıza yaz döneminde boya temin ettik, personel temin ettik. Güven ortamı bir anlamda bu şekilde sağlanıyor. Korkut Çok Programlı Anadolu Lisesinin meslek bölümlerinde gelişmeler sağladık. Özellikle Mobilya ve Kaynak bölümlerinin üretim yapmaları için ön hazırlıkları tamamladık. Atölyeleri tam olarak aktif hale getirirsek okul hem döner sermayeye katkı sağlayacak hem de ilçemizdeki okulların eksikleri giderilecektir. Ayrıca bu bölümlerde okuyan öğrencilerimiz yaparak yaşayarak öğrenecek ve bölümünde uzmanlaşarak mezun olmuş olacak. Bir diğer projemiz ise sanatsal aktivitelere ortam hazırlamaktır. Hem öğrencilerin hem öğretmenlerin faydalanacağı sanat faaliyetlerini oluşturmaktır. Eğitim hayatınızda elbette birçok anı biriktirmişsinizdir. Sizi derinden etkileyen veya hiç unutamadığınız bir anınız oldu mu? Evet, birkaç anım oldu ama en çok etkilendiğim anı burada İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yaptığım sırada gerçekleşti. Çınarardı ve Çalaplı İlkokullarında görev yapan öğretmenleri zor şartlara rağmen bulundukları yerlerde mutlu ve enerjileri yüksek bir şekilde görevlerini yapmaları, beni mutlu eden bir tabloydu. Öğretmenlerimin her şartta güzel yaşama tutkusunu öğrencilere ve köydekilere göstererek yaşamaları bende çok güzel bir anı oluşturdu. Son olarak Korkut’ta öğrenim gören öğrencilerimize neler söylemek istersiniz? Öğrencilerimizin bugünden itibaren -çünkü yarın çok geç olabilir- çalışmaya başlamaları, geleceklerini inşa etmeleri gerekiyor. Hayatta birçok hata düzeltilebilir, birçok eksik kapatılabilir. Fakat eğitimde belli bir yaş, belli bir dönem geçtikten sonra kapatması düzeltmesi çok zor oluyor. Eğitimin ve çalışmanın yanı sıra ahlakı da çok önemsemeleri, çok ayrı bir yerde tutmaları gerekiyor. Ahlak insanı insan yapan temel özelliklerdendir. Ahlak eğitimin tamamlayıcısıdır. Ayrıca öğrencilerimiz gelecekte nasıl bir meslek tercih ederse etsin, nasıl bir yol çizerse çizsin, yaptıkları işte ve gittikleri yolda en iyisi olmaya çalışsınlar. Bu da bir anlamda meslek ahlakı ile ilgilidir. 8

KÜLTÜR Elif ÜNEY MUŞ TÜRKÜLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME Konu sınırı olmaksızın bir ezgiyle söylenen şiirlerin tamamına türkü denmektedir. Türküler icraedildikleri bölgenin kültürel pek çok özelliğini bünyelerinde barındırır. Türkülerde yerel ifadelerin kullanımı ilecoğrafi motiflerin yoğunluğu yörede yaşayan halkın o coğrafyayla kurdukları bağın derecesi hakkında fikir edinmemizi sağlamaktadır. Muş türkülerinde bulunan kültürel değerler dikkate alındığında kolaylıkla Muş’un iklimi, üretim tüketim ilişkileri ile demografik yapısı hakkında fikir sahibi olunmaktadır. Muş türkülerinde tespit edilen diğer bir unsur da kültürel hafıza bakımından döneme göre yaşanan çeşitli değişimlerdir. Bu konumuzda Muş yöremize ait dengbejden bahsedeceğiz. Dengbejler Kürtlerin geçmişten gelen kültürlerini, doğal çevrenin yapısını, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini, aşklarını, acılarını, savaşlarını, bir bebeğin doğumundan ölümüne kadarki zamanda yaşadığı acı tatlı olayları kısacası o milletin miladını ve geleceğini eserlerini kendi sesleri ve makamlarıyla süsleyen kişilerdir. Dengbejler de başyapıt çıkarmak için yer ve zaman önemli değildir. O zamanlardan bu zamanlara dinleri, dilleri, gelenekleri, türküleri, şiirleri, destanları, yaşantıları korunak gelmiş olan ve yaşanılan her şey dengbejlere birer konu olmuştur. Bazıları erbane (tef), bılur (kaval) gibi çalgılarla söyleseler de dengbejlerin çoğu herhangi bir çalgı aleti kullanmadan, gırtlak gücüne dayanarak sanatlarını icra ederler. Bilinen en meşhur dengbejlerden birkaçı; -Kawis Axa -Karapeté Xaço -Evdalé Zeyniké -Şakiro Dengbejlik Kültürü Hala Devam Ediyor mu? Gelenekselleşmiş olan Dengbejlik özellikle Serhat Bölgesi diye anılan (Van, Kars, Erzurum, Ağrı, Muş) gibi yerleşim yeri köylerinde hala sürdürülmektedir. Hâlihazırda 2007 yılında Diyarbakır büyükşehir belediyesi tarafından açılan \"dengbej evi\" faaliyetini sürdürmektedir. 9

KÜLTÜR Serhat YILMAZ DENGBEJLİK GELENEĞİ Sözcüğün kelime anlamı deng “ses” bej ise “söylemek”tir. Dengbejlik ilk olarak Serhad bölgesi dediğimiz Ağrı ve diğer Doğu Anadolu illerinde ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda toplumun yaşam biçimini anlatır. Dengbejler, klam(türkü) dediğimiz eserleri, çıplak sesle seslendirirler. Bu eserleri dengbej kendisi üretir ve kendine has bir söyleyiş tarzı vardır. Kabiliyetli ve gür sesli olmalıdır. Kürtler arasında güzel sesinden dolayı “kewe ribat” (Rabat kekliği) ve “şahe dengbejan” olarak anılan Şakiro (Şakir Deniz) kendisi gibi usta bir dengbej olan Resaye Gopala’nın öğrencilerindendir. Şakiro 1936 yılında Ağrı’nın Karaköse Navık köyünde doğmuştur. Her ne kadar Erzurum Karayazılı olarak bilinse de aslen Ağrı Navık köyündendir. 1956 yılında ailesi toplu olarak Adana’ya sürgün edilmiştir. Toplam yedi yıllık sürgün hayatından sonra Muş’a dönen aile iki sene sonra Erzurum Karayazı’ya yerleşmiştir. Şakiro, Redki aşiretine mensuptur. Redki aşireti Zilan aşiretler konfederasyonuna bağlıdır. Şakiro’nun babası Bedihe Zilli ismiyle tanınmıştır. Şakiro’daki gırtlak yapma, çok az dengbejde görülen özelliklerdendir. Yüzlerde ifade edilen klamları ile sözlü Kürt edebiyatına adını altın harflerle yazdıran Şakiro Gula Deran, Şere Mala Nasır, Eliye Purto, Neçirvano, Geliye Zilan, Esmer, Keje ve Febre gibi onlarca klam ile evlerimizin misafiri oldu. Şakiro’nun eserlerinde bir hikâye barınmaktadır. Örneğin aşk destanı olan “Jiya Bend ile Xece” ile Ruslara karşı savaşan Bişare Çeto eseri gibi. Kürtlere küs olarak 1996 yılında İzmir’de yokluk içinde aramızdan ayrılan usta dengbej ölmeden gazeteci arkadaşı Rahmi Batur’a konuşmak istememiş ve nedenini şöyle açıklamıştır: “Kürtlere kırgınım. Kürtler değerlerine, dengbejlerine sahip çıkmıyor. Bir Reşomuz vardı, hepimizin ustası… Aç öldü. Şimdi söyle bakalım seninle nasıl konuşayım ve gönlümü nasıl açayım?” Daha çok magazin haberleriyle adından söz ettiren türkücü Özcan Deniz’in öz amcasıdır. Şakiro’nun iki hanımından toplam altı çocuğu olmuştur. Şakiro 1996 yılında İzmir’de hayatını kaybettikten sonra Çamlıkule Mezarlığı’na defnedilmiştir. 10

KÜLTÜR Akın ARSLAN MUŞ İLİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ Muş Adının Ortaya Çıkışı 1920-1950 Arası Dönemde Muş Muş’un ilk ne zaman kurulduğu ve adının kaynağı Bu dönem şehrin, coğrafi faktörlere bağlı olarak kesin olarak bilinmemektedir. Muş adına dair pek çok gelişme gösterdiği dönem olarak karşımıza çıkar. rivayet vardır. Bir rivayete göre Muş adı şehre Şehir; doğudan Çar Deresi batıdan da Karni Deresi ile Asurlardan kaçarak Muş yöresine gelen İbrani sınırlanmış bununla birlikte bir birikinti yelpazesinin kabilelerinden biri tarafından verilmiştir. Nitekim etek kısmına doğru gelişerek tek ilerleme yönü olan 1914 Bitlis Vilayet Salnamesi’nde Muş adının kuzeye doğru bir yayılma göstermiştir Çar ve Karni İbranice sulak, verimli ve otlak anlamına gelen arasında şehrin sıkışmış olması kentsel dokudaki ‘Muşa’ kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür. Bir değişimi sınırlandırmaktadır. Bu dönemde daha başka rivayete göre Muş adı, MÖ 12. yüzyılda Ege önceden mevcut olan Kale Mahallesi’ne, Dere göçlerinden sonra ilk kez Asur kaynaklarında adı Mahallesi ve Minare Mahallesi de eklenmiştir. geçen ve Yukarı Dicle Vadisi’ne yerleşen Mahallelerin eklenmesi kentsel örüntünün büyümesini Muşkilerden gelmektedir. MÖ 2000’in ikinci sağlamıştır. Aynı zamanda cumhuriyetin ilanı ile yarısında Orta Anadolu’da Hatti egemenliğine son birlikte oluşan refah ve güvenlik ortamının şehri, daha vererek doğuya doğru genişleyen Muşkilerin bir kolu alçak kesimlere doğru inmeye sevk ettiği Muş yöresine gelerek şehrin temellini atmıştır. görülmektedir. 1929 yılında merkez ilçe statüsüne Muş’un kuruluşu ve adına dair diğer rivayet ise dini kavuşan Muş, şehre kurulan idari kuruluşlarla birlikte kaynaklıdır. Buna göre, Muş’un Hz Nuh’un oğlu şehirsel gelişimini sürdürmüştür. Ticaret hayatının da Yasef’in (Yusuf) torunu Muş oğullarınca kurulduğu canlanması ile birlikte şehir yavaş yavaş büyümüştür. rivayet edilmektedir. Ticari fonksiyonlar kentsel gelişim üzerinde etkili Öte yandan Muş, Arapçada ‘şeffaf, parlak’ Farsçada olmuştur. Örnek olarak 1889'da kurulanan Ziraat ise ‘ nehirde yolcu taşıyan küçük gemi’ anlamlarına Bankası'nın varlığı şehirde ticari aktivitenin 1900'lü gelmektedir. İlk çağda Muş’u da içine alan bölgeye yıllardan önce dahi canlı olduğunun göstergesi ‘Faronitit’ deniyordu. Bu bölgenin merkezi sayılabilir. 1927 yılında kurulan ve Muş'un ilk eğitim durumdaki Muş’un adı kimi kaynaklarda ‘Taron’ kuruluşu olan Cumhuriyet İlkokulu da bize şehrin olarak geçmektedir. Aynı kelime İslam çağlarında tarihsel gelişimini etkilemiştir. Taron’ olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet Öncesi Dönemde Muş Muş’un ilk kuruluş yeri Kale Mahallesi’dir. Şehrin kuruluş yerinde güvenlik kaygısı etken olmuştur. Kale Mahallesi’nde günümüzde cumhuriyet dönemi öncesindeki yapılara rastlanmaktadır. Bunlar arasında şehrin önemli kalıntılarından olan Yıldızlı Han, 1700’lü yıllara aittir. Bir diğer yapı 1745 yılında inşa edilmiş Alaeddin Bey Camii’dir. HARİTA 1 MUŞ TARİHSEL GELİŞİM HARİTASI 11

KÜLTÜR 1950-1980 Arası Dönemde Muş 1995 yılında hizmete giren sanayi sitesi ile birlikte şehrin doğuya doğru biraz daha genişlediği görülür. Günümüzde 1985 yılında hazırlanmış Muş nazım imar planındaki imar sınırının oldukça dışına Bu dönemde gerek fiziki faktörlere bağlı olarak gerek çıkılmış olup özellikle halk arasında Çiftlik olarak bilinen ve günümüzde şehrin bir uzantısı olan 1955 yılında hizmete giren genç Muş demiryolu ve bölgenin de imar planına dâhil edilmesi gereklidir. Bu bölgede 3 adet fabrika, Muş Alparslan karayolu hattı nedeniyle şehir, kuzeye doğru Üniversitesinin yüksekokul ve yurtlarının bulunduğu kampüs, Emniyet Müdürlüğüne ait lojmanlar, devlet yayılmaya başlamıştır. Demiryolu ve karayolu kentsel üretme çiftliği, bir ilkokul ve birçok mesken yer almaktadır. dokuda bir değişim meydana getirmiştir bu şehrin 2000 Sonrası Dönem ve Günümüzdeki Gelişim yayılmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. 2000 ve sonrası alansal gelişim başta yeni kurulan Demiryolunun inşasıyla kapalı ekonomik yapısı konut ve okullar olmak üzere nüfus artışına paralel olarak devam etmiştir. Gelişim yine daha önceki değişmeye başlayan Muş şehrinde yine bu dönemde dönemlerdeki gibi eski yerleşmelerin çevresine doğru olmuştur. Şehirde yüksek katlı binalar sosyal ve kültürel anlamda hizmet veren çeşitli devlet yapılmaya başlanmış, ulaşım ağları genişlemiştir. 2007 yılında kurulan üniversiteyle şehir, kent kuruluşlarının kurulması ile şehirde fonksiyonel özelliği gösterme eğilimi kazanmıştır. 2018 yılında Yeni Mahalle, 15 Temmuz Mahallesi ve Karşıyaka çeşitlilik iyice belirginleşmiştir. Mahallesi kurularak mahalle sayısı 17’ye çıkmıştır. 2018 yılında yapılan otogarla kent daha modern bir 1966 yılında meydana gelen Varto depremi otogara kavuşmuştur. Bu dönemde yapılan kentsel dönüşüm, ulaşımın iyileştirilmesi, eğitim sonrasında göçle gelen vatandaşların ve yerli halkın kurumlarının artışı gibi faktörler kentin gelişiminde rol oynamıştır. ihtiyacı olan konutların inşası ile birlikte Sunay ve Zafer mahallelerinde temeli atılmış olup şehir iyice ovaya doğru genişlemiştir. Varto depremi sonrasında yapılan konutlar kentsel dokuda bir değişimi meydana getirmiştir. Şehrin gelişiminde Muş-Bingöl karayolu ile yine genç Muş Tatvan demiryolu hattının yapılacak konutların yer seçiminde oldukça etkili olmuştur. Günümüzde fonksiyonel anlamda bir hizmet şehri olan Muş’un bu özelliğinin 1950-1980 arası dönemde iyice belirginleştiğini söylemek yanlış olmaz. 1960 sonrasında eğitim veren okul ve kuruluşların sayısı hızla artmıştır. 4 lise, 4 ilköğretim okulunun açıldığı bu dönemde ayrıca sulama kanalları da inşa edilmiştir. 1972'de Muş'tan geçen demiryolunun Tahran'a bağlanmasıyla şehrin ulaşım noktasında önemi biraz daha artmıştır. 1974'te devlet eliyle Muş-Bingöl karayolu üzerinde kurulan Muş süt ve süt ürünleri fabrikası günümüzde halen faaliyet göstermektedir. 1980-2000 Arası Dönemde Muş Şehrin gelişiminin kuzeyden ziyade doğu yönünde gerçekleştiği bu dönem devlet kuruluşlarının sayısının artışı ile -1982 yılında şeker fabrikasının,1985'te yem fabrikası ve un fabrikası devlet eliyle kurulması- sanayi faaliyetleri canlılık göstermeye başlamıştır. Şehrin kuzeyinde yer alan Yeşilyurt köyü günümüzde şehrin bir mahallesi durumuna gelmiştir. Mahalle durumuna gelmesiyle kentsel örüntü alanı büyümüştür. 12

KÜLTÜR Cihat ADANIR MUŞ’UN TARİHİ YAPILARI MUŞ KALESİ Muş Merkez ilçesinde bulunmaktadır. Kale şehrin en eski yapılarından biridir. MS 700’lü yılların ortalarına doğru Hz. Osman zamanında bu çevre ile birlikte kalede savaşlara sahne olmuştur. Sonradan Ermeni derebeyleri Bağdat’taki Abbasi halifelerine tabi olarak bu çevre ve kalenin idaresi için memur kılınmışlardır. Muş Hicri 27 yılında Hz. Ömer döneminde Müslümanların eline geçince kale Müslümanların hâkimiyeti altına geçmiştir. Kalenin batı tarafında tahrip olmuş Arap, Selçuklu ve Osmanlı mezarlıkları karışık halde bulunmaktadır. Haspet Kalesi/MUŞ 13

KÜLTÜR MALAZGİRT KALESİ Muş’un Malazgirt ilçesinde bulunmaktadır. Kaleyi çevreleyen birbirine paralel iki suru onarılmıştır. Fakat bazı doğal afetlerde surları yıkılmıştır. Bu kale gerek İslamiyetin ilk dönemleri gerekse Bizanslılar zamanında birçok savaşa sahne olmuştur. BOSTANKALE HÖYÜĞÜ DOLABAŞ HÖYÜĞÜ Malazgirt ilçesinin Botan köyünde bulunmaktadır. Malazgirt ilçesinin Dolabaş köyünde bulunmaktadır. Bir Urartu yerleşmesidir. Birinci derecede sit alanı Bir Urartu yerleşmesidir. Koruma altına alınmıştır. olarak koruma altına alınmıştır. MUŞET KALESİ Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret Dağı’nda bulunmaktadır. Muş adı ile özdeşleşmiştir. Rivayetlere göre yapımı Urartulara ait olduğu söylenmektedir. Zamanında karakol olarak da kullanıldığı tahmin edilmektedir. Boylar arasında adı en son geçen Muşkan oymağı lideri adına yapılmıştır. Muşkilerde tarihi Urartulara dayanan oymaklardan biri olarak kabul edilmektedir. VARTO KAYALIDERE ÖREN YERİ Varto’ya 20 km uzaklıktaki Kayalıkaya köyünde bulunmaktadır. Bir Urartu yerleşmesi olan Kayalıdere Ören Yeri, İngiliz Arkeoloji Enstitüsü başkanı Prof. Dr. Seton Loyd ve Burrey başkanlığında, 1965’te yapılan kazıda bulunmuştur. Kazılarda kale, tapınak, şarap mahzeni, mezar ve küçük buluntular ortaya çıkmıştır. Urartu Kralı 2. Sarduri dönemine ait olan kale oldukça sağlamdır. Avlusu taş döşemeli tapınakta, MÖ 7. yy’ın tunç aslan heykeli, düğmeler, ok başları, tunç iğneleri, aslan avı tasvirli kemer parçaları bulunmaktadır. 14

KÜLTÜR Tülin TANG MUŞ EFSANELERİ MERCİMEKKALE EFSANESİ Mercimekkale, Muş Merkez ilçe sınırları içerisinde, Muş/Varto yolu üzerinde yer alır. Mercimekkale ismi halk arasında yaygın olan bir rivayete dayandırılır. Şöyle ki: “Muş ilinde korkunç bir kuraklık başlar. Bu kuraklık döneminde Muş’ta Sehavi Bey’in ektiği mercimek dışında hiçbir ürün yetişmez. Sehavi Bey o sene topladığı ürün mahsulünü üst üste yığarak büyük bir kale yığını haline getirir. Bir gün bir ihtiyar Sehavi Bey’in yanına gelerek ondan Allah rızası için bir avuç mercimek ister. Ancak Sehavi Bey mercimeğin olmadığını söyler ve onu geri çevirir. Bunu üzerine ihtiyar elini semâya açarak: ”Allah’ım eğer bu adamın dediği yalansa onun tüm mahsulünü taş et. ”diyerek beddua eder. İhtiyarın duası kabul olur ve Sehavi Bey’in tüm mahsulü taş yığınına dönüşür. O günden itibaren taşa dönüştüğü inanılan bu mercimek yığınına Mercimekkale adı verilmiştir. GELİN KAYALAR EFSANESİ HAMURPET GÖLÜ EFSANESİ Gelin kayaları (Kevre Buka) -Korkut’un İçboğaz (Norkavak) yaylasında bulunan taşlar- ile ilgili bir Efsane bir yaz vakti zamanında köyde yaşayan bir efsane anlatılmaktadır. Gelin alayı, gelini baba kadın, iki buğday başağı ile iki çocuğa hamile kalır. evinden almış damat evine doğru yol almaktadır. Köylü tarafında iftiraya uğrayarak köyden İçboğaz mevkiine geldiklerinde büyük bir tepe ile uzaklaştırılır. İki çocuğuyla sefalet içinde yaşayan bu karşılaşırlar. Susamış ve yorulmuş olan gelin alayı kadın köy ahalisi için “Yer bir olsanız, su altında yola devam edemez hale gelir. Gelin alayındakiler kalsanız. Şeklinde beddualar eder. Günün birinde bir hep birlikte dua ederler: “ Allah’ım bir çeşme göster yılan bilenerek kadını ve çocuklarını koruyarak köyü bize ki kana kana su içelim ve bu tepeyi aşıp evimize yerle yeksan eder ve yılanın çıktığı yerden gelen dönelim. Eğer buradan çıkabilirsek bir kurban suyla dolan köy, tamamen sular altında kalır. Bazı keseceğiz.” Zorda kalmış bu insanların duası kabul dönemlerde gölde oluşan kasırga ve rüzgârlı olur ve bir yerden su akmaya başlar. Hepsi suyunu havalarda dev bir yılanın belirdiği, köylüler içer ve yollarına devam ederler. Gelin, verdikleri tarafından iddia edilmiştir. Uydu görüntüsünde kurban sözüne karşılık olarak saçından bir bit bağdaş kurmuş ya da secde etmiş halde bir kadının çıkararak ezer. Gelinle birlikte yanındakiler de orada figürü gibi göründüğü iddia edilen gölün bir taş kesilirler. Söylenenlere göre bir grup taştan oluşan kısmında ise kadın şekline benzetilen görüntüye ve Kevre Buka olarak anılan bu yerde gelin, damat yaklaşan, suya doğru hareket eden bir yılan gelin alayındakiler ve atlar seçilebilmektedir. Gelin görüntüsü tasavvur ve iddia edilmektedir. Aynı taşının arka kısmı sarı, ön kısmı ise kırmızı duvağı zamanda Aleviler için kutsal olan göl civarında Hızır vardır. aylarında Hızır’ın kır atının görüldüğü belirtiliyor ve iddia ediliyor. Civar köylerde bir küskünlük ya da kırgınlık olduğu zamanlarda göldeki suların çekildiği iddia ediliyor. 15

KÜLTÜR Ahmet TEKİN GÜNÜMÜZE KADAR ULAŞAN HALAYIN SIRRI NE? Geçmişten günümüze ulaşan halayın tarihini hiç merak ettiniz mi? Düğünlerde, kına gecesi, kız isteme gibi özel günlerin neredeyse tamamında oynadığımız davullu zurnalı kalabalık oyun halay hangi zamanlardan ve kimlerden bizlere kadar ulaşmıştır? Etimolojide Al-Hal kökünden türemiştir. Topluluk ve ateş anlamları içerir. Moğolca Halah fiili serbest bırakmak, rahatlatmak manalarına gelir. Mançuca Hala fiili de aynı içeriği ihtiva eder. Kürtçede “govend” diye tabir edilir. Türkiye’nin Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu ve Çukurova bölgelerinde oynanan oyunların genel adıdır. M.Ö. 8000’lere dayanan halay Orta Asya’dan günümüze ulaşmıştır. Kün-Ëki, Güneş ve Eşi, yeryüzüne inmişler, Güneş’in eşi Ay, Tanrı adına halkı tarafından seçilmiş olan Buğ’u kutsamıştır. Bu kutsama da Oyung’la (halay) resmiyet kazanmıştır. Halay, kökleri tarih öncesi çağlara uzanan bir oyundur. Yaşamın enerjisini, döngüsünü, dayanışmayı, hareketi ve ritmi içerir. Azerbaycan halk sanatında da oldukça geniş yer tutan halay (Azerice Yallı) mitolojik kaynaklı bir oyundur. Kobustan kayalarında milattan önceki döneme ait; el ele verip dans eden görüntülerin çizimleri vardır. Oynayanlar, kâinatın ebedi döngüsünü, hareketliliğin ve dinamizmini sembolize eden mistik bir daire boyunca dizilirler. Değişik bölgelerde oynanan halaylar arasında farklılıklar vardır. Toplu halde yan yana dizilerek oynanır. Grubun en başında bulunan kişi açıkta olan eliyle mendil sallar. Halay yavaş adımlarla başlar ve bir süre sonra hızlanır. Genelde ayak figürlerine dayanır. Günümüzde oynadığımız halayların birçoğunun hikâyesi vardır. Yaşanmış tarihi olayları, isyanı, aşkı anlatan yüzlerce halay vardır. Muş yöresinde ağırlıklı olarak Koçeri, Keçkeçike, Yarım Gorani, Çepki, Popure gibi halaylar oynanmaktadır. 16

BİLİM Mahsun IŞIK TARİHİN TANIMI Eski çağlardan günümüze kadar tarihin çok çeşitli tanımları yapılmıştır. Bu tanımların kimileri arasında büyük farklar vardır. Esasen, eski çağlardan günümüze kadar tarih ve tarihçilik anlayışı da çok büyük değişiklikler geçirmiştir. Bilim ve teknikteki gelişme, toplumların içinde bulunduğu durumlar, bilim adamlarının kişisel anlayış ve değerlendirmeleri göz önüne alındığında bu farklılığı doğal karşılamak gerekir. En çok bilinen ve en yaygın tanım Lucien Febvre tarafından yapılmıştır. Febvre’e göre “Tarih, insan geçmişinin bilimidir”. Febvre, daha sonra bu tanımı, “Tarih, geçmiş ve bugünün incelenmesidir.” şeklinde kısmen geliştirmiştir. Gustave le Bon’a göre tarih, insan ruhunun çeşitli etkiler altındaki tepkilerinden doğmuştur. Fakat bu ruhun gerçek mahiyeti daha yeni anlaşılabilmektedir. Tarih biliminin asıl temeli olan psikoloji şimdiye kadar onun ancak çevresini aydınlatabilmiştir. Kant’a göre tarih, rastgele oluşmuş sıradan ve kaba olaylar dizisi değildir. Aksine insanların ya da toplumların belirlenmiş ilkeler çerçevesinde oluşan eylemlerinin dizisidir. Gabriel Monod’a göre tarih, insan eylem ve düşüncelerinin birbirini izleme, gelişme ve ilişki oranı veya bağlılık oranı açılarından ortaya çıkan durumun bütünüdür. Ernest Bernheim’a göre tarih, insanların yer ve zaman çerçevesinde oluşturdukları gelişmeleri, bunların sosyal bir bünyenin bireyleri ve toplulukları sıfatıyla yaptıkları eylemlerinde ve aynı zamanda bu sosyal yaşamda söz konusu farklı durumlardaki rol ve önemleri saptanan psikolojik ve fiziksel etkenlerin ortaya çıkardığı neden-sonuç ilişkileri çerçevesinde araştıran ve anlatan bilimdir. Zeki Velidi Togan, tarihin tanımı konusunda Bernheim’ı hemen hemen aynen tekrar etmektedir. Togan’a göre tarih, insanlığın toplumsal ve siyasal yapılar oluşturarak ilerlemesinde kişiler ve toplumlar tarafından yapılan eylemleri ve ortaya çıkan olayları inceler. Tarih bu olayların nedenleri ve sonuçları arasındaki ilişkileri araştırır ve saptar. Tarih daha birçok şekilde tanımlanabilir. Mesela tarih, doğa ve insan veya insanların yani toplumların birbirleriyle ilişkileri ve etkileşimleri ile örülen geçmiştir. Tarih, geçmiş zaman boyutunda yer alan olayların ve hareketlerin, başlangıçtan sonuca kadar olan akışını inceleyen, bu süre içindeki bilgileri toplayan, düzenleyen, değerlendiren ve yorumlayan bilimdir. Nihayetinde tarih, geçmiş dönemlerde insanın görünür ve görünmez düşünce ve eylemleriyle oluşturduğu maddeler ve olayların tümüdür. Tarih bilimi ise insanın oluşturduğu maddeler ve olayların neden ve sonuçlarını araştırarak geçmişi yeniden kuran ve yeniden kurduğu bu geçmişle içinde bulunduğu an ve gelecek arasında köprü kurmaya çalışan bilimdir. 17

BİLİM Kübra GÜLDÜLER NEDEN FELSEFE ÖĞRENİYORUZ? Geçmişten günümüze kadar her insan istese de istemese de her zaman felsefe yapmıştır. Bir insan etkinliği olarak felsefe, insan için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Merak etmeden, soru sormadan, düşünmeden yaşayamayan insan, felsefeye her zaman ihtiyaç duyacaktır. Felsefe, insana her şeyden önce doğru düşünmeyi öğretir. Çevresinde olan biten olaylara eleştirel bakmasını öğretir. Bunun yanında, neyin, nasıl, niçin değerlendirilebileceği konusunda sistemli çalışma ve araştırma yapma yollarını da gösterebilir. Felsefe insana düşünmeyi öğreten bir sanattır. İnsanı insan yapan ve onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği düşünebilme kabiliyetidir. İnsanın diğer varlıklara göre değerini artıran düşünebilmesi ve düşündüğünü diğer insanlara aktarabilmesidir. Düşünme özelliği insana, diğer canlılardan farklı olarak sürekli kendini yenileme, geliştirme ve diğer canlılardan üstün olma gücünü sağlamıştır. İnsan bu güç sayesinde medeniyetler kurmuş, bilimsel buluşlar ve icatlar yapmış, evreni tanıma ve anlama çabası içerisine girmiştir. Evreni anlama ve yorumlama çabası ancak felsefeyle olanaklıdır. Bu yönüyle felsefi inceleme, fikirler dünyasına bir çağrıdır. Felsefe Niçin Yapılır? Felsefe, \"düşünme üzerine düşünmedir\" diye tanımlanabilir. Düşünme, insanın doğasında vardır. Felsefe, aklın kendi kendini bilgi konusu yaparak belleğin çalışmalarını ve olaylarını incelemesi, aklın özgür ve kendine özgü eylemidir. Felsefe bu eylemi soru sorup cevaplamaya çalışarak giderir. Soru sormak ise merakla başlar. Merakta yeni sorulara kapı aralar. İnsan kendisi, çevresi ve yaşadığı hakkında merak duymaya başladığında soruyla başlar: -Ben kimim? -Dünya nasıl var olmuştur? -Varlık bir midir? çok mudur? -Evren nasıl var olmuştur? Felsefeyi başlatan bu sorulardır. Anlamakla yetinmeyen insan, zihinsel sorgulamaya başlayarak felsefe yapmaya başlar. Sokrates'in söylediği gibi, \"Sorgulanmamış, yaşam yaşanmaya değmez.\" Bireyin iç dünyasında oluşan çelişkili ve sorunlu durumları, karışıklığı, bulanıklığı, kavranılmayan durum felsefi düşünce ile meydan okuyarak ve karşı çıkarak ortadan kaldırmak ister. İnsanoğlu sadece ekonomik güvence sağlamak peşinde değildir. O, evrenin yapı ve düzenini, yaşamın değer ve amacını, madde ve ruh ilişkisini, bilgilerimizin güvenirlik derecesini, iyi, güzel ve doğrunun niteliklerini bilmek ister. Felsefe, bu isteği karşılama çabasındadır. Felsefe, insanı insan yapan ve onu bir hiç olmaktan kurtaran araştırma, anlamlandırma, yorumlama ve değerlendirme etkinliğidir. Felsefe bir düşünme etkinliği olarak bilgelik veya bilgi peşinde koşmaktır. Şüphesiz felsefe öğrenmek ve felsefi tavır takınmak için pratikte de pek çok sebep vardır. Her şeyden önce insanların bir kısmının düşündüğünün aksine felsefe ile uğraşmak ''işsizlikten yani yapacak işi olmamaktan'' kaynaklanan bir durum değildir. Felsefe açık ve berrak düşünmenin ve güçlü bir zihinsel yapının oluşumunda oynadığı rol sebebiyle pek çok disiplin açısından - örneğin hukuk, tıp, siyaset, uluslararası ilişkiler, eğitim ve yönetim gibi - iyi bir hazırlık sağlamaktadır. Kültürümüzde de yerleşmiş olan “felsefe işe yaramaz\" düşüncesi felsefenin maddi kazanç sağlamada pek katkısı olmadığını ifade eder. Bir annenin çocuğu için veya bir insanın vatanı için kendi hayatından bazı şeyleri veya hayatını feda etmesinin arkasında maddi bir kazanç aramak boşunadır. Felsefe çoğu zaman insana maddi bir kazanç sağlamaz; ancak insana düşünme çeşitliliği verir. Felsefe, ruh güzelliği sağlar, mutluluğu amaçlar. Kısaca yaşama sanatını öğretir. 18

BİLİM Kadir İPEK TÜRK-İSLAM BİLGİNLERİ HAREZMİ Coğrafya ve astronomi ile uğraşan Harezmi en İBNİ SİNA önemli çalışmalarını matematik alanında yaptı. Avrupa’da “Avicenna” (Avisenna) adıyla tanınan Günümüzde de kullanılan Hint-Arap rakam sistemini İbni Sina farklı bilim dallarında eserler vermiş çok tüm dünyaya tanıttı. “0” rakamını matematiğe yönlü bir insandı. Daha 16 yaşındayken tıp alanında kazandırdı. Böylece günümüzde kullanılan onlu sayı çalışmalar yapmaya başladı. Tıp alanında sistemi ortaya çıktı. Aynı zamanda matematiğin bir çalışmalarının yer aldığı “Tıbbın Kanunu” adlı eseri dalı olan “cebir”i sistemselleştirdi. Cebirle ilgili Avrupa’da 17. yüzyıla kadar tıp eğitiminde kullanıldı. kitapları tercüme edilerek 17. yüzyıla kadar Avrupa Bir başka eseri olan “Şifa” ise felsefeden matematik üniversitelerinde okutuldu ve fiziğe kadar bilimlerin yer aldığı bir ansiklopedidir. ALİ KUŞÇU BİRUNİ Ali Kuşçu, Fatih döneminde elçi olarak İstanbul’a Bilimsel araştırmalara çok küçük yaşta başlayan geldi. Fatih’in İstanbul’da kalmasını ve medresede Biruni, henüz 17 yaşında güneşi gözlemlemek için bir ders vermesini istemesiyle bu şehre yerleşen Ali alet yaptı. Bu gözlemler sonucu dünyanın döndüğünü Kuşçu astronomi ve matematik alanında eserler ve yer çekiminin bulunduğunu söyledi. Dünyanın verdi. Gök cisimlerinin dünyaya uzaklığını hesapladı. çevresini hesapladı. Gazneli hükümdarın himayesinde Ayın haritasını çıkardı. Bu çalışması nedeniyle çalışmalarını sürdüren Biruni’nin ilgi alanı astronomi .NASA tarafından ayda bir bölgeye ismi verildi. ile sınırlı değildir. Coğrafya, matematik, optik, tıp, eczacılık gibi alanlarda 140’ın üzerinde eser bıraktı. PİRİ REİS 16. yüzyılda Osmanlı kaptanı Piri Reis Amerika’yı da içinde alan bir dünya haritası çizdi. Piri Reis’in o dönemde bu doğrulukta bir haritayı nasıl çizebildiği bilinmemektedir. Bu harita dışında Kitab-ı Bahriye adlı bir eser yazmış, Akdeniz çevresindeki kara ve limanları tanıtmış, böylece sosyal bilimlerden coğrafyaya önemli katkılarda bulunmuştur. 19

BİLİM Fatma BOGA-Emre ÇAĞLAK BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE MUCİTLER ISAAC NEWTON • Bebekken küçük bir kupanın içine sığabilecek kadar küçük doğdu. • Utangaçlığından dolayı okulunda çok fazla zorbalığa uğradı. • Kişisel hayatı için zaman bulamayacağını düşündüğünden hiç evlenmedi. • İngiltere Parlamento üyesiydi. • Yer çekimini elmayla bulmadı. • 27 yaşında Cambridge Üniversitesinde profesör oldu. • 1960’larda din ve simya konularında 10 milyon kelimelik birçok makale yazdı. ALBERT EİNSTEİN • Normalden çok büyük bir kafatası ile doğdu. • Bilime olan merakı pusula ile başladı. • 1921’de Nobel Fizik Ödülü’nü aldı. • Birçok şeyi hatırlamakta güçlük çekiyordu. • Ölümünün ardından gömülmek istememiştir. Bu sebeple ölünce bedeni yakılmış ve külleri bilinmeyen bir yere savrulmuştur. • Hemen herkesin bildiği “Einstein okul yıllarında sınıfta kalmış, zaten hiç de başarılı bir öğrenci değilmiş.” Cümlesi şehir efsanesinden başka bir şey değil. Her ne kadar Einstein’ın okul yıllarında dil, çizim ve spor notları o kadar iyi olmasa da matematik ve doğa bilimlerinde başarılı bir öğrenciydi ve hiç sınıf tekrarı yapmadı. THOMAS EDISON • Edison neredeyse dört yaşına gelene kadar konuşmayı öğrenemedi. • 1954'te yedi yaşında Edison kısa bir süre için 12 hafta boyunca okula gitmiştir. Hiperaktif bir çocuk olan ve dikkat dağıtıcı eğilimleri olan Edison'un öğretmenleri onu idare edemedi. Annesi onu okuldan almak zorunda kaldı. • Thomas Edison hayatının ilk yıllarında kızıl ateş ve kulak enfeksiyonu geçirdiği için yetişkin olduğunda neredeyse sağırdı. Edison, işitme gücünü bir ameliyat yoluyla iyileştirme şansı buldu. Fakat bu seçeneği reddetti. Düşüncelerini daha gürültülü bir dünyada nasıl yönlendirileceğini yeniden öğrenmesinin zor olduğunu belirtmiştir. • En verimli yıllarında, Edison her gün 18 saatten fazla çalışırdı. • Edison öldüğünde Amerika'nın en tanınmış ve en saygın kişisi olarak kabul ediliyordu. 20

BİLİM Türkan AKMAN MATEMATİKÇİLERİN PRENSİ CARL FRİEDRICH GAUSS Antik çağlardan beri yaşamış en büyük matematikçi ve matematikçilerin prensi olarak tanınan Johann Carl Friedrich Gauss, 30 Nisan 1777’de Almanya’da Gebhard ile Dorothea Gauss çiftinin tek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası az eğitimli bir taş-duvar ustası, annesinin ise okuma- yazması bile yoktu. Efsaneye göre, Gauss henüz çok küçük yaşlardayken babasının kâğıt üzerinde yaptığı hesapları zihinden kontrol edip düzelterek dehasını belli ederdi. Çocukluk yıllarında da Gauss’un dehasını gösteren çok sayıda olay yaşanmıştır ve bunlardan en meşhur olanı şöyledir: “Gauss’un ilkokul öğretmeni, öğrencilerinden 1’den 100’e kadar olan sayıları toplamalarını ister. Küçük Gauss cevabı birkaç saniye içinde bularak öğretmenini büyük bir şaşkınlığa uğratır. Gauss, sayı listesinin iki zıt ucundan birer sayı alıp topladığında hep aynı sonucu elde ettiğini görür (1+100 = 101, 2+99 = 101, 3+98 = 101, 4+97 = 101 vb.) ve böylece toplam 50 tane 101 olmalı o halde yanıt 5050 olmalıdır! Öğretmeni hayretle bakmış ve Carl Friedrich Gauss’un bir gün 19. yüzyıl matematiğinin devi olacağını o an anlamıştı.” Carl Friedrich Gauss, 1795 yılında Göttingen Üniversitesinde öğrenim görmeye başladı. Üniversite öğrenimi sırasında pergel ve cetvel kullanarak düzgün bir on yedigenin nasıl çizileceğini bulmuştur. Bu nedenle Gauss’un doğduğu şehir olan Braunschweig’ta on yedi köşeli bir kaide üzerine yükselen bir heykeli yapılmıştır. Ayrıca doktora tezi sırasında matematikteki karmaşık düzlemi keşfetmiş ve bu düzlemin kurucusu olmuştur. Bu nedenle karmaşık düzlem, “Gauss Düzlemi” olarak da bilinmektedir. i^2=-1 eşitliğini de ilk Gauss göstermiştir. Ardından Astronomiyle ilgilenmeye başlamış ve bir asteroidin yerini matematiksel olarak hesaplayarak o asteroidin keşfini sağlamıştır. İlerleyen yıllarda arkadaşı fizik profesorü Wilhelm Weber ile birlikte elektromanyetik telgrafı icat etmişlerdir. 23 Şubat 1855’te 78 yaşında vefat ettiğinde, beyni araştırma için muhafaza edilmiş ve hala Göttingen Üniversitesinde saklanmaktadır. Böyle bir dehanın beyninin araştırma amaçlı saklanma isteği oldukça doğal olmakla birlikte sanırım daha ziyade sorgulanması gereken şey neden artık böyle dâhilerle karşılaşamadığımız olmalı? Kim bilir, belki de birçok dâhiyi kendisi bile fark edemeden göndermişizdir bu hayat serüveninden. 21

HABER Kerem MEŞE “EFSANELERLE TÜRK DÜNYASI” ADLI PROJEMİZ ULUSAL KALİTE ETİKETİ ALDI! Korkut Anadolu Lisesi öğrencileri Asmin Tok, Mesut Şerif Sayılgan ile Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Kerem Meşe’nin hazırlayıcıları olduğu Efsanelerle Türk Dünyası adlı proje Ulusal Kalite Etiketi aldı. BİR eTWİNNİNG PROJESİ: EFSANELERLE TÜRK DÜNYASI Neler Yaptık? eTwinning projeleri kapsamında oluşturduğumuz “Efsanelerle Türk Dünyası” adlı projemizde, ülkemizin çeşitli bölgelerinden oluşturduğumuz öğrenci ve öğretmen ekiplerimizle o bölgelere ait söylenegelen efsaneleri derledik. Derlediğimiz efsaneler arasında yaygın olarak anlatılanlar da vardı, unutulmaya yüz tutmuş olanlar da… Amacımız bilinen efsanelerin daha da yayılmasını, unutulmaya yüz tutmuş efsanelerin ise yeniden hatırlanmasını sağlamaktı. Bu süreç öğrencilere hem kendi kültürlerini daha iyi tanıma ve yaparak yaşayarak öğrenme avantajı sağladı hem de sözlü kültür ürünlerimize sahip çıkma anlayışı kazandırdı. Nasıl Bir Yol İzledik? Projemizde web2.0 araçlarını etkin kullanarak öğrencilerin günümüz teknoloji çağında neler yapabileceğini, onların çağın gerisinde kalmayarak kendilerini farklı şekillerde ifade edebileceğini gösterdik. Öğrenci grupları oluşturularak etkinlikler düzenledik. Böylece işbirlikli öğrenmenin avantajlarını, grup olarak çalışmanın getirdiği sosyalleşmeyi, özsaygılarını geliştirmeyi, farklı teknolojik araçların kullanılmasıyla güvenli internet hakkındaki bilinci öğrencilere kazandırdık. Projemiz öğrenci merkezli bir proje olup öğretmenler rehber konumundaydı. Yeri geldi öğretmenler öğrencilerden bilgi aldı, öğrenciler öğretmenlere yol gösterdi. Etkinliklerde takım olarak hareket edildi. Okullar arası işbirliği kapsamında her ay sonu öğretmenler ve proje öğrencileri sosyal platformlar üzerinden bir araya geldi. Birbirlerinin etkinlikleri hakkında fikirlerini dile getirdiler. Proje süresi boyunca ortak okullarla fikir alışverişinde bulunduk ve beraber bir yol haritası oluşturduk. Görev dağılımları yaptık, her öğrenci ve öğretmen üstüne düşen görevi layıkıyla yerine getirdi. Birbirimizin eksiğini tamamladık, birbirimize destek olduk ve birlikte ilerledik. Birbirimizin fikirlerine saygı duyduk ve hep ortak akılla hareket ederek projeyi güzel bir noktaya getirerek nihayete erdirdik. Projede daha önce yapılmayan bir şeyi yaptık farklı illerde, bölgelerde sözlü kültürümüzde yaşattığımız efsaneleri bir araya getirdik. Proje sonunda derlenen efsaneleri matbaada basarak bir kitap haline getirdik. Kimler Çalıştı, Neler Yazıldı? Projemizi sekiz ayrı bölge ve ilde oluşturulan öğrenci ve öğretmen gruplarıyla gerçekleştirdik. Proje içerisinde Azerbaycan, Bursa, Gaziantep, Hakkâri, Hatay, Kars, Muş, Ordu ve Trakya’dan katılım sağlandı ve ilgili bölge ve illerin efsanelerine yer verildi. “Efsanelerle Türk Dünyası” adlı projemizin “Muş Efsaneleri” bölümünü, Korkut Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Kerem Meşe’nin rehberliğinde 12. sınıf öğrencilerinden Asmin Tok ve Mesut Şerif Sayılgan’ın derlemeleri ile oluşturduk. Muş Efsaneleri bölümünde “Mercimekkale, Kambur, Kızıl Ziyafet, Bayındır Baba, Siyabend ve Hece, Gelin Kayalar, Yılanlı Kuyu, Hamurpet Gölü Efsanesi” olmak üzere toplam sekiz efsaneye yer verdik. Süreç Sonunda… Yaklaşık altı aylık sürecin sonunda; toplantılarımız, etkinliklerimiz sonrasında ulusal kalite etiketi almaya hak kazandık. 22

HABER Reyhan GÜVEN DR. SARE AYDIN’IN BAŞARI ÖYKÜSÜ Sare Aydın’ın doğuştan gelen bir ortopedik engeli vardı. 10 yaşından beri gitmek zorunda olduğu hastane koridorları, onun kulağına bir hayali fısıldadı. O da bir doktor olmalı, sağlık sorunu olan herkesin hayatına dokunmalıydı. Ve hiçbir şey buna engel olmamalıydı. Ailesi fiziksel şartlardan ötürü zorlanır diye onu okula dahi yollamasa da azminden hiçbir şey kaybetmedi. Okula giden kardeşlerinden okuma- yazmayı öğrendi. Kardeşlerinin eve gelen arkadaşları sayesinde sınıfta olup bitenleri bile biliyordu. Ve en sonunda ailesine hayatını değiştirecek o cümleyi söyledi: “Ben de okula gitmek istiyorum.” Bu güzel istek, elbette ki reddedilmedi. Memur olan babası tayinini istedi, evlerini taşıdılar. Ve Sare, engellilerin eğitim gördüğü bir okulda eğitime başladı. Başarısı, fark edilmeyecek gibi değildi. Bu durum, öğretmenlerinin de gözünden kaçmadı. İlköğretimden sınıf atlayarak mezun oldu. Eğitimi için taşındıkları ilçede bir Engelliler Lisesi de vardı. Ancak okul müdürü ve öğretmenlerinin de desteğiyle o bir Anadolu Lisesi kazandı. Babası, onu bu konuda uyardı. “Seni yadırgayabilirler, yalnız kalabilirsin. Bunu göz önünde bulundur.” dedi. Sare’nin cevabıysa tıpkı bir hayali olan insanların cevabı gibiydi: “Ben arkadaş için değil; eğitimim için gidiyorum.” Sare, ilk zamanlar zorlansa da sonradan her şey yoluna girdi, hatta sıkı lise dostlukları bile oldu. Tüm bu emek ve çaba, karşılıksız kalmadı. Sare, liseden birincilikle mezun oldu. Şimdi sırada tıp fakültesi vardı. Tıp Fakültesini tercih listesine yazmadan önce fakültede onun gibi engelliler olup olmadığını araştırmaya başladı. Ancak lise müdürü ona, “Olmasa bile bunu yapan ilk sen ol! Bunun önünü aç!” dedi. Öyle ki Sare, bu süreçte tıp hayalinden kimseye bahsetmiyor, “eczacılık, diyetisyenlik” gibi bölümleri öne sürüyordu. “Yazma!” diyenlere inat Tıp Fakültesini kazandı. Kazanmakla kalmadı, tüm zorluklara rağmen üniversiteyi de birincilikle bitirdi. Tıpkı, eğitim hayatının başından beri olduğu gibi… Üniversite yıllarında bir hastanede stajyer doktor olarak görev yapmaya başladı. Bu süreçte çocuk hastaları ona “tekerlekli doktor abla” diyordu. Sare’nin başarıları bununla da kalmadı. Dünyanın en zor bilim sınavlarından biri olan Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda 15 bin doktor arasından 136. oldu. Dr. Sare, herkese ilham olmakla kalmadı, engelin hiçbir dilde okunmadığını bir kere daha kanıtladı! 23

HABER Tuba TEKİN 20 21 YILINDA YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜRENLER AYŞE BEGÜM ONBAŞI METE GAZOZ 8 Haziran 1999 tarihinde Giresun’da dünyaya geldi. 9 Aralık 2001 tarihinde Manisa Akşehir’de Annesi İstanbul Okçuluk Kulübü Başkanı Meral doğmuştur. Babası tekstilci Serkan Onbaşı ve eşi Gazoz, babası milli okçu Metin Gazoz’dur. Babası ve Seçil Onbaşı’nın ilk ve tek çocuğu olarak dünyaya annesi gibi onun da okçuluğa merakı vardı. Okçuluğa gelmiştir. 3 yaşında sporla tanışıp Akşehir’de bale 2010, profesyonel kariyerine ise 2013 yılında başladı. eğitimi alan başarılı sporcu, İspanyol bale Futbolcu Arda Turan’ın, sosyal medya hesaplarından öğretmeninin dikkatini çekmesiyle jimnastiğe Mete Gazoz ile ilgili attığı destek mesajları ile yöneldi. Zamanla dünya çapında bir jimnastikçiye tanınmaya başladı. İlk büyük başarısı Çin’in Wuxi dönüştü. 11 yaşından beri milli takım forması taşıyan kentinde 2013’te düzenlenen Dünya Gençler Ayşe Begüm Onbaşı Red Bull atletidir. Dünya ve Şampiyonası’nda yıldızlar klasik yay erkek takımında Avrupa şampiyonalarında altın madalya kazanmıştır. ilk gümüş madalyasını kazandı. İlk altın madalyasını Güney Kore’de Haziran 2016’da düzenlenen 14. Almanya’nın Berlin şehrinde gerçekleşen Dünya Dünya Aerobik Şampiyonası’nda 15-17 yaş kupasında Güney Koreli Lee Wook Seok ile kategorisinde altın madalya kazandı. 2021 yılı Mayıs karşılaşan Mete Gazoz güçlü rakibini 6-5 yenerek ilk ayında düzenlenen 16. Dünya Aerobik altın madalyasını aldı. 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda Şampiyonası’nda topladığı 21.850 puanla kariyerinin kazandığı altın madalya ile Türk okçuluk tarihinde bir ilk büyük şampiyonluğuna erişti. Ulusal ve ilki gerçekleştirdi. Adını altın harflerle tarihe uluslararası yarışmalarda 36 altın madalya dâhil kazımayı başardı. Bu başarısı dünya çapında olmak üzere altmıştan fazla madalya kazandı. Hatta dikkatlerden kaçmadı. Ünlü yazar Paulo Coellho bunun için ona “madalya canavarı” da denildi. “Okçunun Yolu” adlı kitabıyla Mete Gazoz’un ok Herkes onun bu başarılarından haberdardı fakat arka attığı bir fotoğrafın önünde poz verdi ve şu sözlerle planda zorluklar da yok değildi. Ayşe Begüm Onbaşı: kitabı Mete Gazoz’a ithaf etti: “Vücudumda en çok yıpranan yerim ayaklarım. Ayak “O okçuluk dâhisi, bu da benim okçuluk eserim. Bu parmaklarımın hemen hepsi kırık veya çatlak. kitabı Mete Gazoz’a adıyorum.” Yarıştığım ayakkabıların çok sıkı olması gerekiyor, Mete Gazoz sosyal medya hesapları üzerinden 80 biraz bol olursa hareketi düzgün yapamıyoruz.” yaşındaki Brezilyalı yazara teşekkürlerini iletti. sözleriyle yaşadığı zorluklardan birini ifade Ek olarak Mete Gazoz çeşitli başarılarından ve birçok etmekteydi. madalya almasından dolayı “Madalya Avcısı” Ayşe Begüm Onbaşı, başarıları ve fedakârlıklarıyla unvanını kazanmıştır. bizlere en güzel örneklerden biridir. Ülkemize sağladığı başarılar ve kazandığı madalyalar ile hem ülkemize fayda sağlamış hem de örnek kimliği ile biz gençlere örnek olmuştur. 24

ŞİİR KELÂM-I AHİR Sen hiç yürüdün mü ıslanmadan yağmurun altında Hiç gecenin en tatlı karanlığında Avucuna alıp saydın mı yıldızları Ya da hiç okşadın mı başını sana elveda diyen çocukluğunun Hayallerin ufuktaki güneş gibi görününce Yalın ayak koştun mu ona Sen koşarken ayakların yere değmeden Hiç düştün mü Hiç düşürüldün mü Dilin susarken hiç kalemin gözyaşını nakşetti mi kağıda Ya da hiç döküldü mü yerlere umutların saçların ile birlikte Ahmet GÜVENÇ SEVMEK NE GÜZEL ŞEY ZAMAN Sevmek ne güzel şey Dur zaman, orada dur Yoklukta bile mutlu olmak gibi Hiç geçmesin o güzel anılar Soluğundaki papatya kokusu gibi Hiç büyümesin çocukluğum Bir bulutun toprağa ağlaması gibi O güzel hatıralar için dur Sevmek ne güzel şey Dur zaman, orada dur Bir yudum suyla bir ömür geçirmek gibi O nehrin kıyısında dur Gözbebeğindeki yansıma gibi O çeşmede bir içim suda dur Şimal yıldızının yön göstermesi gibi O nehirdeki balıklar için dur Sevmek ne güzel şey Dur zaman dur, ne olur dur Bahar çiçeğinin açtığı gibi Kuş incinmiş, ağaç kırılmış dur Kuşların cıvıltısına benzer Geçme, çocukluğuma yazık olur Sevmek ne güzel şey Ağlayan çocuğa feryat olur Dur zaman dur, o yerde dur Rojat EREK Selcan BALKAYA 25

ŞİİR ÇÖKÜŞ Özleyecekti; Bunu bildiği halde gitmesini isteyecekti. Ruhu tekrar tekrar yokluğunu hissedecekti, Fakat o yine de gitmesini istedi. O'ndan sonra karanlıklar kulağına fısıldayacak, Hadsiz ve cüretkâr bir sesle: Yokluğunun acı verdiğini tekrar tekrar yineleyecekti, Ve inkârları asla ona yetişemeyecekti. Saklayacak, herkesten saklayacaktı, Yaşamının bir parçasının hâlâ O'nda tutuklu kaldığını, Mutluluk adına toplanan ne varsa, O'nda unuttuğunu, Bunları en çok da kendinden saklayacaktı. Susun! Kimse duymasın, kimse bilmesin; Bedenindeki çöküşe, Yüreğindeki sancının sebep olduğunu. Mehmet ÖZCAN ÇOCUKLUK Dağların eteklerinde miydi huzur? Ya da yanan bir sobanın kenarında oturmak mı? Üşüyen ellere rağmen kartopu oynamak mı? Veyahut anne kucağında uyumak mı? İnsanoğlu büyüdükçe mi anlar, En güzel anlarının çocukluğu olduğunu? Zaman hızlıca akıp gider, Geçmişten geriye kalan anılar, hüzünler… Hamza YAYMAN 26

ŞİİR YARINLARI GÖRSÜN ÇOCUKLAR Yanı başımızda öyle uzakta değil Hemen oracıkta gelir çığlıkları. İşitmiyor musunuz? Ufacık bedenleri, Titreyen elleri, Ne çok korkmuş gözleri. Cehennemi görmüş sanki. Biliyor musunuz? Daha doğmadan ölür savaşın çocukları. Bazıları bedeniyle terk eder bu dünyayı Çok az şanslısı varsa şayet nefes alabilen Çoğu kez aç susuz, Bazen kuru bir ekmeği onlarca parçaya bölerek, Gözleri hiç gülmeden, Yaşamanın sadece eylemden ibaret olduğu, O korkunç ızdırapla Daha ölmeden öldürürler ruhlarını. Bellidir savaşın iklimi Bilmez ki hiç yazı baharı Hep çetindir kışları. Güneşi görmedi ki o çocuk Ne bilsin ısınmayı. Bırakın gökyüzü onlara kalsın Yükselmesin toz bulutları. Müzik dinlesin, dans etsin, Gökyüzünü resimleriyle süslesin, Hatta şansımız yaver giderse eğer Güzel bir dünyanın da var olduğunu görsün, Bilsin ki yaşamak var olmaktan ibaret değil. İşte o zaman yaşayacak savaşın çocukları. Yalnızca bir dileğim var: Dişini geçirebilenin haklı olduğu bu kirli kavgadan Nasibini almasın tek bir çocuk. Nursel ULUCAN 27

DENEME Nursel ULUCAN DOĞU'DA EGELİ BİR ÖĞRETMEN Elbet vardır herkesin bir hayali, olmak istediği bir yer ve en güzeli de icra etmek istediği bir meslek. ”Öğretmenlik” diyorum ben. En kutsalı, en övülesi ve en değer verilesi. Nerede, hangi şartlarda bu mesleği icra ettiğimizin hiçbir önemi olmadan ilmek ilmek işlemeye çalıştığımız öğrencilerimizle anlamlanan bu güzel meslek. Şu an birçoğumuz ailelerimizden, sevdiklerimizden ayrı doğudayız. Evet “Doğu”. Biraz insan korkmuyor değil, değil mi? İnsanın aklına her şey gelebiliyor. “Acaba memleketimden uzakta tehlikede miyim, yalnız yaşayabilir miyim, geri memleketime dönebilecek miyim?” ve daha uzakta oluşumuzdan kaynaklı nice sorular… Doğu’da öğretmenlik yapmak mı? İnsanı büyüten, farklı bakış açıları, farklı kültürler ve güzel insanlar kazandıran mükemmel bir deneyim. Bazen soğuğundan, karından, kışından bile şikâyet ediyoruz. Ancak olaya şöyle bakmıyoruz: memleketlerimizde olsak bir yandan kar yağarken, bir yandan kahvemizi yudumlayıp kitabımızı zevkle okuyabilecek miyiz hepimiz? İşte tam da bu sırada işin içine olaya olumlu yönden bakmak giriyor. Haydi! Şimdi bu yolculukta yanımıza aldığımız heybelerimizi biraz doldurma vakti. Ömrü Ege’de geçen biri için acaba mayısta güneşi görebilir miyiz derken, kapıya dayanan hazirana rağmen rüzgâr ve çamurlu yollarla karşılaşmak, ay ışığında okula gitmek benim için en ilginç tecrübelerden oldu ve olmaya da devam ediyor. Ancak buna da iyi yönden bakıp “Neyse bunun da güzel bir yanı var, bana kattığı bir şeyler vardır.” diye düşünebilmek aslında burada yaşamanın beni ne kadar büyüttüğünü gösteriyor. Doğu’da öğretmen olmak bence insanın heybesine her gün yeni insanlar, yeni anılar, yeni sohbetler ve yeni tatlar katmak demektir. Ve tabii Doğu’nun lezzetlerinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Mis kokulu tandır ekmeği, birbirinden lezzetli et yemekleri, tadı damaklardan silinmeyen tatlıları… O kadar lezzetli tatlar tattım ki burada buradan gittiğimde bile aklımda ve damağımda kalacaklar. Biraz da Doğu’nun insanından bahsetmek isterim. Kendine özgü misafirperverliği olan güzel insanlar… O kadar sahiplenici yapıları var ki asla kendinizi burada yalnız hissetmezsiniz, adeta kendi memleketinizde gibi hissediyorsunuz. Muş’ta duyduğum en güzel sözlerden biri “Başım gözüm üstüne.” Size de güzel, samimi gelmiyor mu bu söz? Böyle diyen bir insandan nasıl samimiyetsizlik beklenir ki? Elbette ki bu güzelliklerin yanında insanın bazen tıkandığı, kendini iyi hissetmediği zamanlar olmuyor değil. Bazen mesafe ki binlerce kilometreden bahsediyorum, insana zor gelmiyor değil. Ailenizi, sevdiklerinizi bırakıp yollara düşmek hiç zor gelmez mi insana? 5 ay onları görememek, sadece teknolojinin verdiği imkânlarla yüzlerini uzaktan görmek, anneler gününde annenize hediyesini elinizle verememek, “Acaba kötü bir şey oluyor bana söylemiyorlar mı?” sorusu ara ara hepimizin kalbinde boşluk oluşturmuştur. Bazen dengede tutmamız gereken durumlar oluyor. Doğu’da öğretmen olmak demek hem topluma ters düşmemek için gelenekçi yaklaşmak hem de çağın gereği olarak çağdaş eğitimi vermeye çalışarak bu ikisi arasındaki dengeyi sağlamak demektir. Bazen toplum ve kültür gereği bu durum bizi zorlasa da her zaman yılmadan bu güzel mesleği icra etmeye ve Atatürkçü nesiller yetiştirmeye devam edeceğim. Öğrencilerim benden bir şeyler öğrenmek istedikçe ben de en güzel sözü söyleyeceğim: ”Başım gözüm üstüne!” Son olarak diyeceğim şu ki: İyi ki öğretmenim ve Doğu’daki eğitime katkı sağladığım için kendimle gurur duyuyorum. “BAŞIM GÖZÜM ÜSTÜNE…” 28

DENEME Yakup YÜCEOL MATEMATİK GERÇEK HAYATTA NE İŞİMİZE YARAYACAK HOCAM? Bir balık gibi uçsuz bucaksız okyanuslarda yüzebiliyor muyuz ya da bir kuş gibi evrende dolaşabiliyor muyuz? Maalesef bizde her zaman bir balığa uçmayı öğretmeye çalışmışlardır. Bu da bizlere tek bir açıdan olaylara bakma açısı sunmuş ve bizim için olayları içselleştirmeyi daha da zorlaştırmıştır. Bu bakış açıları hayal dünyamızı sınırlandırmış ya da bizi buna zorlamıştır. En basit örneği neden elma yeşil ya da kırmızı olmak zorunda, pembe yaptığımızda neden bize kızılıyor? Neden çocukların da birer birey olduğunu kabul etmiyoruz ve sürekli fikirlerini önemsizmiş gibi gösteriyoruz? İşte bu bakış açılarından dolayı hiçbir şeyi sorgulamayan okumayan ve okuduğunu anlamayan bireyler haline geliyoruz. Bu tarz düşüncelerin içerisinde kaçımız farklı olan düşüncelerini anlatmaya cesaret ediyor ve yine kaçımız sevgilerin maddeleştirildiği bu dünyada gerçekten seviyoruz doğayı evreni kitapları? Kaçımız yaptığımız şeyleri sadece birer iş olarak değil de aşkla yapıyoruz? Kaçımız etrafımızdaki her zerrenin bir ruhu olduğunu görebiliyor? Birçoğumuz için matematikte böyle galiba. Matematiğin hayatımızda ne işe yaradığı aklımızda birer muamma. Nasıl ki şiir, insanın iç dünyasına hâkim olan en naif duyguların oluşumuysa bu şiiri oluşturan bir ruh ve kurallar mevcutsa aslında matematik için de bu böyledir. Yunus Emre der ki: “Ete kemiğe büründüm/Yunus gibi göründüm.” Bu dizede sadece et ve kemikten mi bahsediyor yoksa çok daha derin anlamlar mı var? İşte matematik de böyledir. Onu hissedebildiğin kadar anlarsın. O halde onun da şiirsel bir dili olmalı. Evet, belki soyut bir dili var ama resim de öyle değil mi? Leonardo da Vinci, Pablo Picasso, Piet Mondrian, Victor Vasarely ve daha birçok ünlü ressam en etkileyici eserlerini matematikle, matematiksel kavramlarla ortaya çıkarmışlardır. Günümüzde en çekici yüz hatlarının altın orana sahip olan yüz hatları olduğu söylenmektedir. Biz bunu Mona Lisa tablosunda görmekteyiz. Yine nesnelerin geometrik şekillerle yansıtılmasıyla oluşturulan Kübizm akımının yaratıcılarından olan Pablo Picasso’nun “Ağlayan Kadın” tablosunu buna örnek olarak verebiliriz. Doğadaki matematikle ilgili binlerce örnek verebilir. Birçok kişi ayçiçeğine baktığında sadece çekirdek yığını görür ama aslında dikkat edilirse orada sarmal şekilde dizilmiş bir gizem vardır. Tam ortada bir çekirdek onun yanında bir çekirdek onun yanında çekirdek onun yanında üç çekirdek… (1,1,2,3,5,8…) Bu elemanlara dikkat edersek kendisinden önce gelen iki sayının toplamı şeklinde oluşturulan elemanlar görürüz. Aynı örnek çam kozalağı ya da Mimar Sinan’ın eserlerinde de görülür. Mesela Süleymaniye ve Selimiye’nin minareleri yine bu diziler kullanılarak yapılmıştır. Bu gibi örnekler bize matematiğin evrensel bir dil olduğunu gösterir. Bertrant Russel’ın “Matematik, aynı şeyi değişik sözcüklerle söyleme sanatıdır.” sözü bunu en iyi açıklayan sözlerden birisidir. Yeter ki çocukluğumuzda içimizde olan o heyecanı, keşfetme duygusunu kaybetmeyelim. Evet, herkes zor olduğunu söylüyor, başını kaçırdığımızda toparlayamayacağımız söyleniyor belki ama ilk engelde vazgeçersek eğer bu hayatı nasıl yaşayabiliriz ki? Vakıfbank adın voleybol takımımız acaba hangi engelleri aşarak dünya şampiyonu oldu. Hayat her zaman önlerine güller mi sunmuş acaba? Bu hayattaki en önemli şeylerden biri “taşı delenin suyun gücü değil aksine damlaların sürekliliği olduğu”nu anlamamızdır. 29

DENEME Sema SINMAZ BİR EĞİTİM KLİŞESİ: “ZEKİ AMA ÇALIŞMIYOR” Hem öğretmenler hem de ebeveynler tarafından sıklıkla kullanılan klişe bir söz: “Zeki ama çalışmıyor.” Öğrenci zeki ise o zaman neden çalışmak istemiyor ya da çalışmıyor. Bu üstünde düşünülmesi gereken ve çözüm yolları bulunması gereken bir sorun. Bir işe başlayabilmek ve daha da önemlisi devam ettirebilmek için öncelikle hedefimiz olması gerekir. Mesela bir maraton koşucusu neden kilometrelerce koşar? Tabi ki bir hedefi olduğu için… Yoksa kimse durduk yere kilometrelerce koşmaz. Hedefi birinci olmak, madalya kazanmak için… İnsanı ancak hedefleri harekete geçirir ve onların uğruna çalışır ve emek verir. Bunları yaparken de zorlanmaz aksine hedefine yaklaştığı her an çok daha mutlu olacaktır. Öncelikle öğrencilerin çalışmak için harekete geçmesini istiyorsanız “Neden, niçin çalışmalılar?” sorusuna cevap bulmalıyız. Yani ona harekete geçmesini sağlayacak gerçekçi, uygulanabilir ve kapasitesine uygun hedef belirlemesini sağlamalıyız. Hedef belirledikten sonra uygun ortam sağlanmalı, okul psikolojik danışmanı ile işbirliği içinde çalışmalarının takibi yapılmalıdır. Zeki olmak başarılı olacağının garantisi değildir. Başarılı olmak için öncelikle bir hedef, düzenli ve etkin bir çalışma gerekir. Çocuğu bir sandala benzetelim, sandalın ulaşacağı bir liman bulunmaktadır. Limana ulaşabilmesi için bir güzergâh takip etmesi gerekir yoksa ulaşmak istediği yere ulaşamaz. Yolda fırtına çıkabilir sandal savrulabilir. Yanında gerekli ekipman olmalı ki hasar olduğunda onarabilsin, eğer kaybolursa rehber yardımıyla yola devam edebilsin. Çocuk hedef belirlemeli, planlama yapmalı, ders çalışmayı değil doğru ve verimli ders çalışmayı öğrenmeli ve ebeveynleri bu yolculukta hem fiziki hem de psikolojik olarak destek olmalıdır. Sandal bu şekilde limana ulaşacaktır. Bu yolda şunu unutmamak gerekiyor: Başarı çocuğun eseridir. Çocukların hayat yolculuğunda biz eğitimciler ve siz aileler çocuklara bazen eşlik eden bazen de rehberlik eden kişileriz. 30

DENEME Ahmet GÜVENÇ MUTLU MUSUN? Ahmet Güvenç Gayet kısa bir soru. Cevabı bazen evet/hayır gibi tek kelimelik de olsa uzun uzun cevapları ihtiva eden garip bir soru aslında. Birçoğunuz kendinden emin bir eda ile “Evet” diye cevap verdi bile bu soruya. Bir kısmınız da soruyu okurken bile gözlerinde katreler belirdi mahzun bir bakış ile. Dilimizde, kalbimizde, ruhumuzda ve aklımızda daima bir arayış var: Mutlu olmak. Evet, bütün çabaların tek bir gayesi var. Mutlu olmak. Mutlu olmak için doğar ve yaşarsın. Mutlu olmak için para kazanırsın. Mutlu olmak için damak lezzetine önem verirsin. Mutlu olmak için seyahat edersin. Mutlu olmak için ders çalışır veya çalışmazsın. Mutlu olmak için ibadet edersin. Mutlu olmak için evlenirsin. Mutlu olmak için âşık olursun. Mutlu olmak için tedavi görürsün. Mutlu olmak için ağlar, mutlu olmak için gülersin. Mutlu olmak, mutlu olmak… İnsaniyet, var olduğu günden beri daima mutluluğu aradı ve hep onun peşinden koştu. Bazen buldu, bazen bulamadı ve en kötüsü de bulduğunu zannetti çoğu zaman. Bütün felsefi akımlar, teknolojik gelişmeler hep mutlu olmak amacıyla var oldu ve var olmaya devam etmektedir. Bazen insanı ‘konuşan bir hayvan’ diye tasvir ettiler. Yani dediler ki: “Senin hayvandan tek farkın konuşmak. O yüzden geçmiş ve geleceği düşünmeden anlık zevkler ile mutlu ol.” Ama insan aklını çıkarıp bir köşeye bırakması gerekirdi ki -geçmişi ve geleceği unutması için- buna muvaffak olsun. Muvaffak olamadı. Konuya farklı bir bakış açışı getirmek istiyorum. Aslında canlı ve cansız her şey mutlu olmak için çaba sarf ediyor. Öncelikle şunu bilmeliyiz ki her şeyin bir yaratılış gayesi var aslında. Her şey var olma gayesine uygun hareket ettiği müddetçe mutludur. Saat zamanı gösterdiği müddetçe, inek süt verdiği müddetçe, bal arısı bal fabrikasını adım adım işlediği müddetçe, elma ağacı meyve verdiği müddetçe mutludur. Yoksa mutlu değildir ve yok olmaya (mutlu olmamaya) mahkûmdur. Madem en basit bir eşyanın veya canlının bir amacı olmak zorunda ve bu amaca uygun hareket etmediği müddetçe mutlu olmadığını ifade ettik, madem hakikat budur, kâinatta en mükemmel varlık olan insanın da bir gayesi ve gayeleri olmaz mı? Ve bu gayeler hayvan gibi basit gayeler (yeme, içme, çoğalma, anı yaşama) olması akla ve kalbe ters düşmez mi? İnsanın sahip olduğu bu mükemmel donanıma uygun ebedi gayeleri vardır ve olmalıdır. İnsan bu gayelere uygun hareket etmediği müddetçe de mutlu değildir, en kötüsü de sadece mutlu olduğunu zannediyordur. Mutlu olduğunu zannetmek mutlu olmamaktan daha talihsiz bir durumdur. O halde neydi asırlardır insanların aradığı ve bu uğurda canından bile vazgeçtiği şey olan “mutluluk” denen meçhul kelime? Neydi insanın asıl gayesi? 31

DENEME Konuyu biraz daha somutlaştırmak için bir iki kelam daha sarf etmek istiyorum. Bir araç-gerecin en iyi performans ile nasıl çalışacağını veya arıza verdiği zaman arızanın en kolay ve en doğru şekilde nasıl giderileceğini o araç-gereci icat eden, tasarlayan yani tüm donanım parçalarını hepsini tanıyan mühendis bilir. O araç kendisini icat eden mühendisin tarif ettiği tarzda bir çalışma prensibi ile çalışırsa üst düzey bir performans gösterir, yani mutlu olur. İnsan şu kâinat içinde en mükemmel maddi ve manevi donanım ve yazılıma sahip bir varlık ve bir mahlûktur. Bu insanın gerçek bir şekilde nasıl mutlu olacağını ve duygularındaki arızaları nasıl tamir edeceğini insanı ve kâinatı -zerreden yıldızlara kadar her şeyi- icat eden Sani-i Zülkemal (en mükemmel sanatkâr olan ALLAH) bilir. O halde onun istediği ve tarif ettiği tarzda bir hayat süren veya sürmeye çalışan insan, şartlar ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin mutludur. Çünkü bu tarz bir insanın 60- 70 yıllık gibi kısa süreli hedefleri yoktur. Sonsuz hayata uzanan hedefler hem şu fani dünyada hem ebedi âlemde mutluluğun zirvesine adım adım çıkmak demektir. Pekâlâ, insanın esas amacı neydi o zaman? İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi kâinatın yaratıcısını tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Bu tamamen sırtını dünyaya dönmek demek değildir. Bunun ispatı için de dünya bilim tarihine ismini altın harflerle yazdıran İbn-i Sina, Biruni, Farabi, El-Cezeri başta olmak üzere binlerce Müslüman dehayı örnek gösterebiliriz. “Mutlu musun?” sorusunu sormuştum yazımın başında. Mutlu musun, değil misin veya kendini avutup mutlu olduğunu mu zannediyorsun. İşte bunu anlamak için bir formül sunup, Mehmet Akif Ersoy’un “İnsan” adlı şiirinden birkaç mısra ile yazıma son vereceğim. Biz, bizi ve bütün kâinatı yaratan, bize bizden daha yakın olan yani en küçük hücremizde dahi iş görüp, kalbimizdeki en gizli hayali dahi işiten, bizim için kâinat fabrikasını işlettiren ve bizi en iyi tanıyan zâtın -yani Allah’ın (c.c)- istediği tarzda bir hayat sürdüğümüz müddetçe mutluyuz. Yoksa mutlu değiliz ve en kötüsü de sadece mutlu olduğumuzu zannediyoruz. Bununla birlikte onun istediği ve sınırlarını belirlediği hayatı seçtiğimiz takdirde başımıza ne gelirse gelsin biz gerçekten mutluyuz. Hedefimiz zevki, lezzeti ve sevinci aramak değildir. İnsanın fıtratı (doğası) gerçek zevki, sonunda üzüntü olmayan lezzeti ve kedersiz sevinci kendisine gaye edinir. Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevincin iman dairesinde olduğunun farkına varıp buna göre bir hayat sürmemizi temenni ediyorum. Mehmet Akif bir şiirinde bizi şöyle tarif etmiştir: Haberdar olmamışsın kendi zatından da hala sen \"Muhakkar bir vücûdum!\" dersin ey insan, fakat bilsen. Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir: Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir: Musaggar cirmin amma gâye-i sun´-i İlâhîsin; Bu haysiyyetle pâyânın bulunmaz, bîtenâhîsin! Edîb-i kudretin beytü´l-kasîd-i şi´ri olmuşsun; Hakîm-i fıtratın bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun. Nasıl olmak gerektir şimdi ef'âlin ki, hem pâyen Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken? 32

DENEME Selma ALTAY HERKES BENİ SEVMELİ Mİ? Sevgi, saygı ve güven… Bu kavramlar çok yüce olup doğru kişilere verildiğinde ve doğru kişilerden karşılandığında muntazam bir mutluluk sağlar. Bilhassa çocukluk döneminde anne ve babadan çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgi, saygı ve güven karşılandığında sağlıklı bireylerin yetiştirildiği birçok çalışma ile kanıtlanmıştır. Ve böyle yetişen bireylerin kendine olan güveni, öz becerilerinin farkında olması ve çevresiyle uyum içerisinde yaşamak açısından da olumlu sonuçlar elde ettiği görülmüştür. Peki gereken sevgi, saygı ve güven sağlanmadıysa ne yapmalıyız? Kaderim bu benim, kimse beni sevmeyecek, ben çok beceriksizim, ne yapsam insanlar beni sevmiyor diyerek kenara mı çekileceksiniz? Tabii ki hayır! Geçmiş geçmişte kaldı ve biz bugünü yaşıyoruz. O zamanlar bunlar olmuş olabilir, hatta başınıza çok kötü şeyler bile gelmiş olabilir. Bu yaşananların sizin hayatınıza olan etkisi olumlu olmalıdır. Örneğin, çocukken çok aç kaldınız, şiddet gördünüz ve kimse tarafından sevilmediniz diyelim. Bu sevgi, saygı ve güven depolarınızı bomboş bıraktılar. Ancak sizin tek ihtiyacınız olan şey kendinizdir. Kimse size ne yapmanız gerektiğini söyleyemez, eğer siz ne yapmanız gerektiğini biliyorsanız. O zamanın şartlarında yaşamaya ve hissetmeye devam edip yaşamınızı o şartlara göre değerlendirirseniz, kendine sürekli acıyan, ezik ve hor görülen olmaya devam edersiniz. Bu yaşam tarzından sıyrılamadığımız için de, bu tarzın tüm olumsuz etkilerini üzerinde taşırız. Herkes sizi sevmek zorunda değil, siz de herkesi… İnsanlar davranışlarını beğendikleri insanları arkadaşları, eşleri olarak seçerler ve hayatlarına devam ederler. Bazen sevdiğimiz insanların da bazı davranışlarını sevmeyebiliriz ancak bu hemen onları yok saymak, silmek ve bağı koparmak anlamına gelmemelidir. Kendinizi sevdirmek adına yaptığınız her girişim kendinizden koparıp attığınız bir parçanızdır. Örneğin, kendisini ailesine sevdirmek için çok uğraşan Canan çok iyi bir piyanist olabilecekken piyano çalmayı bırakır ve ÖSYM sınavına hazırlanıp hukuk kazanır. Ancak ileride Canan avukat olduğu zaman ailesi çok mutludur ve gururla bizim kızımız avukat diye etrafa hava atarlar. Bu duruma Canan açısından baktığımızda, Canan bu durumdan hiç hoşnut değildir ve her girdiği duruşma sonrasında eve düşünceli bir şekilde dönmektedir. Ailesi Canan’ı çok seviyor evet! Ancak ebeveynler çocuklarını koşulsuz severler. Onların bizi sevmesi için bir şeylerden vazgeçmek zorunda değiliz. Hatta bizi olduğumuz gibi seven ilk kişilerdir onlar. Her kişi değerlidir ve eşsizdir. Başkalarının değerlerini kendi hayatınızın pusulası yaparsanız, yönünüzü bulamaz ve sürekli kaybolursunuz. Bu sebeple geçmişte sevgi, saygı ve güven depolarınız dolmamışsa bile, unutmayınız ki siz her daim kendi yolunuzu aydınlatacak ışığa sahipsiniz içinizde ve bu ışık sizin yegâne dayanağınız olmalıdır. Herkes beni sevmeli diye düşünüyorsanız, büyük bir yanılgı içerisinde yaşıyorsunuz demektir. Sizi seven, sayan ve size güvenen insanlarla yola devam etmek sizin için en doğru yol olacaktır. Unutmayınız! Çaresizseniz eğer, çare sizsiniz. 33

DENEME Kevser ALTUNTAŞ HZ.MUHAMMED VE GENÇLİK Gençlik, çocukluktan çıkıp yetişkinliğe hazırlandığımız bedensel, sosyal ve psikolojik gelişimin yaşandığı çok önemli bir dönem. Neredeyse 30 yaşına kadar devam eden yetişme süreci. Yaratanın, yaratılana bahşetmiş olduğu bir ödül. Genç insanlarla iletişim ve onların geleceğe hazırlanması ailenin ve toplumun en önemli sorunu haline gelmiştir. Pekâlâ, gençlerle doğru iletişimi nasıl kuracağız? Bu sorunun cevabımızı Hz Peygamber’in yaşamındaki örneklerden bulabiliriz. Hz. Muhammed vahyin ilk geldiği zamandan itibaren İslam’ı çevresindeki gençlerle beraber omuzlamış; gençler, tevhit mücadelesinde Hz Peygamber’i hiç yalnız bırakmamışlardı. Bu bağlılığın temelinde Hz Peygamber’in gençlerle olan muhabbeti, onlara karşı tavrı çok büyük etken olmuştur. Hz. Peygamber’in sevgi temelinde oluşturduğu bu iletişim gençlerin her daim Hz. Peygamber’in yanında olmalarını sağlamıştır. Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber’in gençlerle olan muhabbetteki başarısına şu şekilde değinmiştir: ”O vakit Allah’tan bir rahmetle onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”(Al-i İmran 3/59) Görüldüğü gibi Hz. Peygamber insanlarla olan iletişiminde son derece nazik, sabırlı ve sevecen davranmış sevgisini göstermekten hiç çekinmemiştir. Hz. Peygamber genç bir delikanlı olan Zeyd b. Harise’yi sahiplenip onu kölelikten azat etmiş ve ailesi Zeyd b. Harise’yi yanına almak istemesine rağmen Zeyd, Hz Peygamber’in terbiyesinde yetişmeyi tercih etmiştir. Zeyd b. Harise’nin bu tercihi ancak Hz Peygamber’e duymuş olduğu sevgiyle açıklanabilir. Hz. Peygamber’in gençlere yaklaşımında en çok dikkat çeken hususlardan bir tanesi de onlara görev vermekten çekinmemesi, onların da kendilerini ümmetin bir parçası hissedebilmeleri adına onlara güvendiğini göstermesidir. Hz. Muhammed gençlere önemli vazifeler vererek İslam’a ve Müslümanlara faydalı olmalarını sağlamıştır. Henüz 17-18 yaşında İslam’a ilk giren kişilerden biri olan Erkam b. Ebi’l-Erkam, Safa Tepesi’nin hemen yanında bulunan evini İslam’a davet için açmış; Hz Muhammed tebliğ faaliyetlerini burada sürdürmüştü. 605 yılında Medine’de doğan Muaz b. Cebel ise 2.Akabe Biatı’nda Müslüman olup Hz Muhammed’in yakın ilgisine mazhar olan gençlerdendi. Henüz 27 yaşındayken Yemen’e vali olarak atanmıştı. İlk Müslüman olan genç hanımlardan birisi olan Esma binti Ebu Bekir ise Hz Aişe’nin ablasıdır. Hz Peygamber’in Medine’ye hicreti esnasında Hz Ebu Bekir ile üç gün saklandıkları Sevr Mağarası’na geceleri yemek taşımıştır. Vahiy kâtipleri arasında yer alan Zeyd b.Sabit ise Arap kabilelerine gönderilen mektupların pek çoğunu yazmıştır. Hz Peygamber vefat ettiğinde 21 yaşında olan Zeyd, Hz. Ebu Bekir döneminde Kuran-ı Kerim’i toplamakla görevli sahabelerden birisiydi. Böyle ciddi ve önemli bir faaliyeti gerçekleştirmesi İslam’ın ilk döneminde gençlerin ne derece büyük rol oynadığını ortaya koyması bakımından ilgi çekicidir. Tüm bu hikâyeler, kişiler ve olaylar bize göstermelidir ki bugünlerde ”Çocuktur anlamaz!”, ”O daha küçük, o ortamda konuşması uygun olmaz.” tarzı sıklıkla söylenen bu söylemler yanlıştır. Gençlerin eğitimi ancak onlara sorumluluk vermekle, onlara güvenmek ve onların ortaya bir şeyler koymasını sağlamakla mümkün olacaktır. Ne yazık ki toplumumuzda ve 21.yüzyıl Müslümanlığında sıklıkla düşülen yanılgı pek çok karar alma durumunda gençlerin ya hiç dinlenmemesi ya da laf olsun diye konuşturulup fikirleri önemsenmeden kendi kararlarına göre hareket edilmesidir. Oysa ahlakını yediden yetmişe herkesin örnek alması gereken Hz Muhammed’in tavrı, genç yaşlı ayırmadan her işi ehline vermek, insanları bir yola çağırırken onların da bu çağrı sürecinin bir parçası olduğunu onlara hissettirmektir. 34

DENEME Beytullah ÇELİK NÖBETÇİ ÖĞRETMENİN GÜNLÜĞÜ Eller arkada birleştirilmiş, koridor boyunca yavaş adımlarla yürür nöbetçi öğretmen. Tercihen elinde anahtarlar vardır ve arada bir demirlere vurarak, koşturan ve bağıran öğrencileri susturmaya çalışır. Tabi arada saçı sakalı nizami olmayan erkek öğrenciler ve makyajı abartıp boya küpüne dönüşen kız öğrenciler de nasibini alırlar Nöbetçi Öğretmen’den. Olmazsa olması ise, çoğunlukla çay, bazen sıcak bir kahve, yer yer diğer meşrubatlardır. Çay harareti alır mı bilmem ama öğretmenin ızdırabını bir nebze de olsa alıyor. Herkesten önce okula gelir Nöbetçi Öğretmen çünkü o günün yoğunluğuna ne kadar erken alışırsa o kadar kârdır. O günün nöbetçisi olan öğretmenler görev yerlerini paylaştıktan sonra o kutsal macera başlar. Bahçe, birinci kat, ikinci kat ve varsa diğer üst katlar. Eğer kış aylarındaysanız biliniz ki bahçe nöbeti kardan bir insan olmaya kadar gider. Kat nöbetleri ise sizleri büyük bir meydan okumaya davet eder. Henüz ilk ders başlamamış ise hâlâ şanslısınız demektir çünkü sesiniz gayet yerindedir. Nöbet defterini doldurunca esas maraton başlar. Şimdi ise öğrencileri törene alma zamanı. Tüm koridorda artık şu sesler yankılanmaya başlar: “ Evladııııımm! Haydi boşaltın sınıfları, kime diyorum? Herkes törene insin.”,“Oğluuummm, bırak arkadaşınla oynamayı. Kızım biraz daha hızlı, haydiiii!”. İlk dersin başlaması ile birlikte nöbetin heyecanı yüklenmeye başlar üzerinize, bir futbol takımı yöneten antrenör edasına büründüğünüzü fark edersiniz. Nöbet tutmak çok ciddi bir iştir. Öyle ki içeride kuş uçsa haberiniz olmalıdır, bu yüzden öğretmenin alan hakimiyeti adeta bir mobese kamerası gibidir. Nöbetçi olmanın en güzel yanlarından biri ise etrafınızı saran öğrencilerinizdir. Çünkü günün en popüler kişilerinden birisinizdir ve bu size bir popstar hüviyeti getirir beraberinde. Bu durumdan sıyrılmanız ise yalnızca 1 ders saatidir çünkü öğrenciler çok da rahat durmayacaktır. Her bir teneffüs saati sizin için yeni maceralara açılan bir kapıdır. Birbirleri ile şakalaşırken dozu kaçıran öğrenciler, okulu inleten öğrenci çığlıkları, koşuşturmacalar, sınıfa girmemek için türlü hilelere başvuran öğrenciler... Artık sesinizin git gide azalmaya başladığını fark edersiniz. Görev bu ya, pes etmek yok. Nöbetçi Öğretmen’i diğer öğretmen arkadaşları destekler bazen. Bu Nöbetçi Öğretmen’in kalan enerjisini yükseltiverir bir anda. Dayanışmanın en güçlü örneklerine şahit olur o koridorlar o anda. Bütün öğrencileri sınıflarına yerleştirdikten sonra dersinize doğru yürürken bir şarkı dolanıverir dilinize. Yorgunsunuzdur aslında ama asla dersine girdiğiniz sınıfa bunu yansıtmak istemezsiniz. Şanslıysanız şayet bu durumu fark eden öğrencileriniz de sizleri yükseltme adına bazı şirin faaliyetler gerçekleştirebilirler. Bitime son iki ders kala sesinizin “The Godfather” filmindeki Marlon Brando’ya dönüştüğünü görmeye başlarsınız. Bu anlardan sonra içtiğiniz çaylar ise sadece birer keyiften ibaret olacaktır, geçmiş olsun. Bütün bunlara rağmen o kısık sesle bile görevini büyük bir ciddiyetle yerine getirir Nöbetçi Öğretmen. Ve sonunda son ders de bitmiştir. Öğrencilerin tamamı okuldan uzaklaşana kadar Nöbetçi Öğretmen görevine devam eder. Bütün öğrencilerin sorunsuz br şekilde okuldan ayrıldıklarına emin olduktan sonra ise son bir görev daha bekliyordur Nöbetçi Öğretmen’i. Son görev olan nöbet defteri de doldurulduktan sonra fiilen görevi sona erer Nöbetçi Öğretmen’in. İşini başarıyla yerine getirmiş olan Nöbetçi Öğretmen, derin bir nefes aldıktan sonra belirli belirsiz bir sesle “Çok şükür!” der. Der demesine ama sonradan aklına da gelir. Evet buradaki nöbet bitti ama şimdi daha zor olan bir görev bizi bekliyor. “EVE DÖNÜŞ VAKTİ...” 35

SANAT Kerem MEŞE SÜREKLİ GECE SÜREKLİ KIŞ SÜREKLİ ÖLÜM YOKTUR Şair, yazar, mütefekkir, siyasetçi… Birçok kimliğe sahip olan Karakoç’un ismini andığımızda isminin hemen yanı başına şu iki özelliğini eklemeliyiz: Şair ve düşünce adamı. İçinde bulunduğu dönem ve yakın durduğu akımlar incelendiğinde Karakoç’un şairliğinin ve fikirlerinin enginliğinden uzunca bahsedebiliriz. İçerisinde var olduğu ortamın belki en uç karakteri ama aynı zamanda kopmaz bir parçasıdır. Karakoç’un şair ve mütefekkir kimliğini birbirinden kalın çizgilerle ayırmak doğru olmayacaktır. Fikirleriyle bütün olan bir hayat ve bu hayatın olgunlaştırdığı şair… O, metafizik gerilimin, soyutun kutsallığının, fikrin öndeliğininen üst tonlarını, ruhunda barındırmıştır her zaman. Bir fikir, bir niyet, belki bir ütopya, onun yaşamının yolunu çizmiştir. Fikir yönünü Mehmet Akif’ten, Necip Fazıl’dan; metafizik olgunluğunu ise Yunus Emre’den, Mevlana’dan almıştır. Yakın dostluk kurduğu Cemal Süreya bu konu hakkında “Çok daha yetenekli Mehmet Akif’in tinsel görüntüsü ile adamakıllı, dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin; yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edersiniz.” diyor. Kaleminin ustalığı ise baştan beri kural edindiği değişim ve insanın kendine özgülüğü ile alakalıdır. Yeni bir nesil… Sezai Karakoç şiirleriyle, düzyazılarıyla can suyunu verdiği bir nesle seslenmiştir. Dahası bir nesil yetiştirmek istemiştir. Onun nesil düşüncesi, Mehmet Akif’in oluşturmaya çalıştığı –ki onun düşüncesinde Mehmet Akif süreklilik arz edecek bir hareketin başlangıcıdır- “Asım’ın Nesli” ile Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” idealarının sentezi niteliğindedir. Daha ılımlı, belki daha yenilikçi ve gelişime ayak uyduran değil, gelişimin kendisi olan bir nesil düşüncesi. Yepyeni bir “Diriliş” düşüncesi… Bu sarsılmaz düşünce, adım atılan her yolda yeni ufuklar açmıştır. Bu açıdan Karakoç, içinde bulunduğu devrin temeline, can suyunu verdiği tohuma hep ümitvâr bakmıştır. 36

SANAT Diriliş yolunda geçen zaman… Fikir adamının şiirlerindeki bireysellik… Diriliş, kelime anlamı itibariyle canlı olan, fakat bir dönemdir uykuda olan bir organizmanın yeniden hayat bulmasıdır. İkinci bir hayattır.” Dirilenler ise Karakoç’un poetikasının temelini oluşturan “Batı medeniyeti karşısında ezilen, sömürülen Doğu medeniyeti” ile “unutturulan hars ve medeniyeti tekrar özümseyecek yeni nesil” olacaktır. Bu iki yapı taşının ardını ise İslam medeniyeti oluşturur. Birçok yazısında Batı karşısında ancak kendi medeniyetimizle ayakta durabileceğimizi, aydın kadro yetiştirmeden de medeniyetimizin canlanmasının mümkün olmayacağını belirtir. Şiirlerinde bahsettiği üzere Batı, Doğu’nun altı oğlunu tuzaklarla yenmiştir. Bu nesil ise Doğu’nun yedinci oğludur. Karakoç’a göre “Diriliş” İslam’ın hem Batı’ya hem de Doğu’ya karşı ayağa kalkmasıdır. Bölgesel gerilimleri yok edecek, uyumu sağlayacak reçetedir. Bu neslin ilk temsilcileri Ferit Vecdi, Cemaleddin Efgani, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy gibi isimler iken; Cahit Zarifoğlu ve Rasim Özdenören gibi isimler ise “Diriliş”in yeni kuşağını oluşturmuştur. Sezai Karakoç İkinci Yeni hareketinin başladığı ve geliştiği dönemden geçmiştir. Bu dönemde şiir yazıp herhangi bir akımdan kopuk olmak pek mümkün olmasa gerek. İkinci Yeni ekolü içerisindeki şairlerin hemen hepsi üslup bakımından özgünlüğü yakalamış fakat işlenen konular bakımından bazı paralellikler göstermişlerdir. Dönemin sosyal ve siyasi durumu şüphesiz bu durumun temel etkenidir. Fakat Sezai Karakoç bu akımın hem kopmaz parçası gibidir hem de diğer şairlerden epey ayrık durmaktadır. Örneğin Turgut Uyar şiirindeki inançsızlık, Ece Ayhan şiirindeki yok sayma, Cemal Süreya şiirindeki manevi olgu ve ögelerle alay, Sezai Karakoç düşüncesinin tersini oluşturur. Bireysel konularda yazdığı şiirlere bakıldığında ise tema bakımından hafif yakınlık göze çarpar. Anne, yalnızlık, kent, ölüm temaları işlenen ortak konu ve temalar arasında sayılabilir. Kendi kutsalının paralelinde ele alınmış anne, yalnızlık, kent, ölüm temaları… “Çocuk düşerse ölür çünkü balkon/Ölümün cesur körfezidir evlerde/Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların/Anneler anneler elleri balkonların demirinde” Yolu aydınlatan ışık… Kimliğine ve poetikasına genel bakış attığımız Sezai Karakoç, edebiyatımızın yetiştirdiği fikir adamları arasında ön sıralarda kendini gösterir. “Asım’ın Nesli” ve “Büyük Doğu” ile beslediği “Diriliş” düşüncesini hayat gayesi haline getirmiş ve uygulamıştır.. Bir düşünceden aydın bir nesil oluşturmuştur. Maneviyatın mantıkla ne kadar yakın bir ilişkisi olduğunu ortaya koyduğu düzyazıları ile göstermiştir. Yalnız bir yola değil birçok yola ışık tutmuş, yolların birleştiği noktaya ise bir kandil kondurmuştur. ‘’Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı; Rahmetle… Lambalar yanıyor, hafif ve sarı’’ 3 7

SANAT Betül AYMAZ YAŞAR KEMAL’İN \"İNCE MEMED\" ROMANINDA EZEN-EZİLEN ÇATIŞMASI İlk zamanlardan beri insanoğlu tabiatı gereği anlatma gayesi içindedir. Gördüklerini, bildiklerini başkalarına aktarmak, aktarırken kendi yorumunu katmak, hikâyeleştirmek biz insanların en temel aktivitelerdendir. İçinde bulunulan topluma ait olan alt ve üst kültür ögeleri ile o anlatıcının toplumsal ve sosyal koşulları, anlatısına muhakkak etki edecektir. Modern Türk romanının önemli isimlerinden biri olan Yaşar Kemal, küçük yaşlarından itibaren maddi ve manevi güçlüklerle yoğrulmuş bir yazardır. Onun biyografisine baktığımızda imkânsızlıklardan imkân yaratmaya çalışan, hayatındaki birtakım krizleri ve travmaları fırsata çevirmeyi başaran bir insan görürüz. O da insanlığının doğası gereği içinde doğup büyüdüğü, mensubu olduğu sosyal zümreyi eserlerinde oldukça gerçekçi ve çarpıcı bir şekilde anlatır; bu sosyal zümrenin sözcüsü hâline gelir. Kırkı aşkın dile çevrilen, pek çok ödüle layık görülen İnce Memed romanı, Yaşar Kemal’in en ses getiren romanlarından biridir. Bu romanda maddi imkânı olanın ve gücü elinde bulunduranın kendisinden daha güçsüz olanı ezmesi, istediği zulmü ve baskıyı yapabileceği ancak cesur birinin çıkıp ezilenlerin hakkını araması, bu uğurda verdiği mücadele ve işin sonunda bir halk kahramanına dönerek efsaneleşmesi anlatılır. Yaşar Kemal, ana kahramanı bir eşkıya olan bu romanda, İnce Memed’in üzerinden feodalleşen toprak mülkiyetine, ağaların egemenliğine ve zulümlerine başkaldırır. Kendisiyle yapılan bir röportajda “ On sekiz yaşımdan beri ‘mecbur insanlar’ beni çok ilgilendirdi.” diyen yazar, İnce Memed karakterini de ‘mecbur insan’ olarak ele alır. İnce Memed’de çatışma unsurunun farklı karakterler etrafında farklı çizgiler üzerinden geliştiği söylenebilir. Eserde şüphesiz en baskın ezen ezilen çatışması ağa ve köylüler arasındaki çatışmadan ileri gelir. Köydeki toprakların sahibi olan Abdi Ağa, kendisini topraklarda çalışan köylülerin de sahibi olarak görür. Abdi Ağa, istediğini istediğiyle evlendirir, yalancı şahitlik yaptırır, emeklerinin karşılığını vermez, istediğini dövme ya da küfretme hakkına sahiptir. Ekonomik anlamda köylülerden daha üstün olduğu için bütün bu insanlık dışı muameleleri yapma hakkını kendinde görür. İnce Memed’in öfkesini alevlendiren ve eşkıyalığı tercih etmesindeki ilk sebep Abdi Ağa’dır. Kaldı ki Abdi Ağa’yı öldürdüğünde ağanın elinden zulüm gören bütün köylüler, onu halk kahramanı gibi görürler. Romanda yer alan başka bir ezen ezilen çatışması da eşkıya-köylü çatışmasıdır. Eser boyunca Memed, iyi bir eşkıya olarak anlatılır ancak bütün eşkıyalar Memed gibi iyi niyetli değildir. Ezilenlerin içinden gelen Memed, güç eline geçtiğinde de kimseyi ezme niyetinde değildir ve bu sebeple de Deli Durdu ve Kalaycı gibi kötü eşkıyaların da karşısında yer alır. 38

SANAT Betül AYMAZ Yaşar Kemal, roman boyunca Memed’i tarzı ve tavrı ile diğer eşkıyalardan ustalıkla ayırır. Memed; hırsızlık yapmaz, gasp etmez, zorda kalmadıkça adam öldürmez, kimsenin onuruyla ve namusuyla oynamaz. Bu yüzden de köylülerin sevgisini ve desteğini kazanır. Eserdeki bir diğer çatışma da kadın karakterlerin ezilmesi yönünde gelişir. Memed’in annesi Döne, önce sevgilisi daha sonra karısı olan Hatçe ve Hatçe’nin hapislikte tanıştığı Iraz; gerek ağalar gerekse de dönemin memurları tarafından hor görülüp aşağılanırlar. Güçsüz görüldükleri için dayak yerler, hakarete uğrarlar, malları ellerinden alınır. Bu durum dönem ya da coğrafya şartlarıyla ilgili olabileceği gibi eğitimsizlikle de yakından alakalıdır. İnce Memed, bir başkaldırı romanıdır. Odak noktası ezen-ezilen çatışması olan bu romanda, İnce Memed kaderine boyun eğip payına düşene razı olmak yerine gidişatı değiştirmek ister. Eserde ezen-ezilen çatışması farklı karakterler ve olaylarla karşımıza çıkar. Baskın olan çatışma ağa-köylü çatışması olsa da ezen taraf her zaman ağalar değildir. Romanın akışında eşkıyaların da halkı ezdiği, kendini ve çıkarlarını düşünerek hareket ettiği görülür. Toplumcu gerçekçi pek çok eserde olduğu gibi bu eserde de ezen-ezilen çatışmasının kaynağı, paranın işçi ve toprak sahibi arasındaki adaletsiz dağılımından ileri geldiği görülür. Edebiyatımızda toplumcu gerçekçilik denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Yaşar Kemal, İnce Memed romanında toplumsal bir problem olan ezen-ezilen çatışmasını işlerken kuru bir didaktizmle okuru sıkmaz. Betimlemeleri çok canlı, dili oldukça samimi olan bu eserde yazar, toplumsal eleştirisini kurgunun içine yedirmeyi başarır. Kanaatimce, eserin bu kadar sevilmesinin, baskılarının devam etmesinin, her kuşaktan insanı etkileyebiliyor olmasının sebebi de budur. “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çektiler gittiler. Bir kere, iki, üç, dört, beş kere, yüz kere, bin kere söylüyor, içini bir ağlamanın, doya doya ağlamanın, kırgınlığın korkunç bir öfkeden geri kalmışlığın yumuşaklığı, hüznü, ağlamak isteği dolduruyor, bu erişilmez duyguyu kaçırmamak için de durmadan sözleri arka arkaya söylüyor, bir kaçırırsa, bir daha bu erişilmez tada varamayacağını sanıyordu.” Yaşar Kemal 39

SANAT Mihriban DENİZ BİR GARİP OZAN: ÂŞIK VEYSEL Âşık Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi. Annesi Gülizar onu koyun sağmaya giderken doğurdu. Babası Ahmet \"Karaca\" lakaplı bir çiftçiydi. O dönemlerde Sivas'ta çok yaygın olan çiçek hastalığı nedeni iki kız kardeşini kaybeden Veysel, kendisi de bu hastalığa yakalanmış ve tek gözünü kaybetmiştir. Daha sonraları bir kaza geçirip diğer gözünü de kaybeden ve hayata büyük acılarla başlayan ozan o günleri şu cümlelerle anlatıyor: \"Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de solun zorundan olacak perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.\" Babası Karaca Ahmet çocuğu Veysel'in diğer çocuklar ile oynayamadığını fark eder ve ona oyalanması için bir bağlama alır. İlk başlarda başka ozanların türkülerini söyleyen ozan 40'lı yaşlara geldiği zaman kendi eserlerini söylemeye başlamıştır. 1.Dünya savaşı başlaması nedeni ile seferberlik ilan edilmiş, Veysel'in kardeşi ve yakın arkadaşları cepheye gitmiş ve ozanımız yalnız kalmıştır. Hayatı acılar ile dolu ozan yalnız olduğu günleri şöyle dile getirmiştir: \"Eve girerim yüzüm asık, anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi dokunmasın diye açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim. Öyle ki sazdan bile farır gibi oldum.\" Vatan sevgisi ile dolu olan ve cepheye gidemeyen Âşık Veysel duygularını şu sözler ile dizeleştirir: Ne yazık ki bana olmadı kısmet Düşmanı denize dökerken millet Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet Kılıç vurmak için düşman başına Kardeşlerinin seferberliğe gitmesi ve kendilerinin ölümünden sonra yalnız kalacağını düşünen ailesi Veysel'i akrabalarının kızı olan Esma ile evlendirirler. Olumsuzlukların peşini bırakmadığı ozan ilk önce yeni doğan erkek çocuğunu, daha sonraları ise anne ve babasını kaybeder. Karısının başka birisine kaçması sebebi ile 2 aylık kızıyla baş başa kalan Âşık Veysel daha sonra kızını da kaybetmiş ve dünyası başına yıkılmıştır. 1931 yılında yapılan Halk şiirleri bayramı ile hayata tekrar tutunan ozan Gülizar isminde bir kadınla evlenir. Ahmet Kutsi Tecer, Âşık Veysel'in eserlerini ilk kaleme alan kişi olmuş, Halk edebiyatının hak ettiği yerlere gelmesi, eserlerin kaybolmaması ve gelecek nesillere aktarılması için çalışmıştır. Tecer'in davet üzerine Köy Enstitüleri'nde saz hocası olarak çalışmaya başlayan Veysel, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde eğitimler vermiştir. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından maaş bağlanan ozan 1973 yılında yakalandığı akciğer kanseri nedeni ile hayata gözlerini yummuştur. 40

SANAT Asmin TOK ESKİ TÜRK ENSTRÜMANLARI Kabak Kemane Kökleri Orta Asya’ya dayanan bir çalgıdır. Türk müziğinde kullanılan tek telli, yaylı ve deri kapaklı saz olma özelliğini taşır. Batı Anadolu’da sıklıkla kullanılan bu özel çalgı, Hatay’da “hegit”; Güneydoğu Anadolu’da ise “rubaba” olarak bilinir. Yaylı Tambur Yaylı tambur, yayla çalınan bir tambur türüdür ve Tamburî Cemil Bey tarafından icat edilmiştir. Türkiye’nin en değerli müzisyenlerinden biri olan Cemil Bey, müziğine pes bir ses katmak ister ve tamburunun tellerini yükselterek enstrümanı kemençe yayıyla çalar, böylece yaylı tamburu müzik dünyasına kazandırmış olur. Ud-Kopuz İnsanlık tarihinin en eski çalgılarından biri olan udun akort sistemini Farabi’nin geliştirdiği düşünülmektedir. 20. yüzyılda Türk müziğinin vazgeçilmez enstrümanlarından biri haline gelen ud ile kanunun uyumu dinleyenleri büyüler. On bir telli, mızrapla çalınan bir enstrümandır. Asya kökenlidir. Daha küçük gövdeli ve üzeri deri kaplı olanına kopuz denir. Delbek Orta Asya’dan göçen Yörükler ile topraklarımıza gelen bir çalgı olan delbek, defe benzer ve en çok Fethiye civarında kullanılır. Delbek, kadınlar tarafından çalınır ve genellikle kına geceleri ile asker uğurlamalarında yer alır. Rebab Hindistan cevizi kabuğu üzerine deri gerilerek yapılan, üç telli, telleri ve yayı at kuyruğundan yapılan, perdesiz ve yaylı bir müzik aletidir. Horasan bölgesinde doğup Hz. Mevlânâ ile birlikte Anadolu’ya geldiğine ve Mevlevî kültürünün bünyesinde geliştiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Rübab (Koçkarca) Beş telli, mızrapla çalınan, uzun saplı, ağaç gövdesinin üzerine deri gerilerek yapılmış, sapla gövdenin birleştiği yerde koçboynuzu gibi parça bulunan bir enstrümandır. Özbek, Uygur ve Tacik Türklerinde çalınır. Gubuz (Şan kopuz) Orta Asya’da çok kullanılmasına rağmen ülkemizde pek bilinmeyen ağız kopuzu (gubuz, şan kopuz), aynı malzemeden bir çerçeveye oturtulmuş metal ya da kamış yayın ağız boşluğunda çalınması ile ses verir. Bütün Türk boylarında kullanılmaktadır. Yakutistan’ın milli enstrümanıdır. 41

SANAT Leyla ÖZEN BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ: SHAKESPEARE William Shakespeare, 26 Nisan 1564 tarihinde dünyaya gelmiştir. İngiliz olan Shakespeare; şair, oyun yazarı ve aynı zamanda oyuncudur. İngiltere ulusal şairi ve \"Avon’un Ozanı\" olarak da bilinir. William Shakespeare İngiliz rönesansının hâkim olduğu dönemde büyük bir şair olarak ün yapmıştır. 1582 yılında Anne Hathaway ile evlenmiştir. Shakespeare’in bu evlilikten üç çocuğu olmuştur. İkiz çocuklarından biri olan Hammet’i küçük yaşta kaybetmiştir. 1585 (Shakespeare’in evlendiği yıl) ve 1592 yılları arası, bir grup bilgin tarafından “Shakespeare’nin kayıp yılları” olarak nitelendirilir. Bu yıllar arasında Shakespeare’nin ne yaptığı kimse tarafından bilinmemektedir. William Shakespeare’in yaşadığını, yaşadığı döneme ve sonraki dönemlere damga vurduğunu, dünya için büyük bir şair olduğunu savunan çoğunluğun karşısında bir grup sanatçı, aslında Shakespeare adında birinin yaşamadığını, tamamen bir kurgu ürünü olduğu iddiasını ortaya atmıştır. İddiayı savunan sanatçılara ve eleştirmenlere göre Shakespeare’in yaşadığı dönemin dil özellikleri göz önünde bulundurulduğunda bir sanatçının o dönemde bu kadar fazla İngilizce sözcüğü bilmesi ve eserlerinde kullanması olanaksızdır. Ayrıca o dönemde yazılmış eserlerin Shakespeare imzasıyla yayımlandığı görüşü de ortaya atılmıştır. Örneğin eserleri yazan yazarın 17. Oxford Kontu Edward De Vere olduğu söylenmektedir. Bir diğer söylenti ise Edward De Vere’in, amcası Arthur Golding ile birlikte yazdıkları eserlere Shakespeare imzası atmaları yönündedir. De Vere’in İtalya’ya gitmesi ve İtalya’yı iyi bir şekilde eserlere yansıtmasından ve ayrıntıların fazla olmasından kaynaklı olarak eleştiri yapanlar da çoktur. İtalya’ya gitmeyen bir insan İtalya’yı bu şekilde iyi anlatması da şüphe uyandırmıştır. Bunun yanı sıra İrlandalılar da Shakespeare’in İrlandalı olduğunu ve adının Patrich O’otoole olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddialar arasında en ilginç olanı ise Muammer Kaddafi’nin “Shakespeare Arap’tı ve ismi Şeyh el Zübeyyir’di” açıklaması olmuştur. Çünkü Arap ve İngiliz ırkının birbirine benzeyen yönleri yok denecek kadar azdır. Kaddafi ayrıca Shakesppeare’inn eserlerini önce Arapça yazdığını daha sonra İngilizceye çevirdiğini de eklemiştir. Son olarak 2003 yılında Globe Tiyatrosu’nda “Shakespeare ve İslam” adı altında “Shakespeare Müslüman mı?” başlıklı toplantı yapılmıştır. Bu olay her coğrafyadan pek çok insan tarafından araştırılsa da hala cevabı bulunamamıştır. Günümüzde ulaşılan eserleriyle bazı ortaklaşa yazılarla birlikte 38 oyun, 154 sone, 2 uzun öykü ve birkaç türü belirsiz eseriyle Shakespeare, dünya edebiyatındaki önemini korumaya devam etmektedir. Olup olmadığına, kim olduğuna ve hangi ırktan olduğuna dair sorular hala açıklığa kavuşmuş değildir. 42

SANAT Özlem AKÇAY -BİR AYRAÇ, BİN YAŞAM- SEFİLLER (1862) MOBY DICK (1851) Yazar : VICTOR HUGO Yazar : HERMAN MELVILLE 1862 yılında yayınlanan “Sefiller” romanı, Fransız Herman MELVILLE’in yazdığı bu kitap, dev beyaz balina edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından biri Moby Dick ile Kaptan Ahab arasındaki mücadeleyi konu olan Victor Hugo’nun en görkemli eseridir. Eser, toplum edinir. Melville, gençliğinde balina gemilerinde çalışmış kavramını ele alır ve Fransız toplumundan yola çıkar. olmasının tecrübesi ile ayrıntıları titizlikle işler, balina avını Roman, destansı bir dille yazılmış olmasının yanında, başta tüm incelikleri ile anlatır. Böylece balinayla insan ana karakter (protagonist) Jean Valjean olmak üzere, tüm arasındaki kin-nefret ilişkisini kelimelere dökerken sahneler karakterler canlı panoramalar şeklinde okuyucuya yaratır. “Asıl kötü olan kimdir?” sorusu, romanın ekseninde sunulmuştur. “Sefiller”, yolu sefaletten sevgiye, karanlıktan yer almaktadır. Kötü olan, hayatta kalma içgüdüsü ile aydınlığa uzananların romanıdır. hareket eden balina mıdır, yoksa roman boyunca hırsı, kini ve türlü saplantıları ile Kaptan Ahab mıdır? Bu roman OBLOMOV (1857) insanın tüm iyi ve kötü yönlerini ortaya çıkartan tutkunun Yazar : IVAN ALEKSANDROVIÇ GONÇAROV destanıdır. Yazıldığı dönemde Rusya’da büyük bir etki yaratmasının yanında, “Oblomov” dünya genelinde de büyük bir MARTIN EDEN(1909) şaşkınlıkla karşılanmıştır. Kitabın ana karakteri İlya İlyiç Yazar : JACK LONDON Oblomov, tembel, işten kaçan ve işsizlikten mutluluk duyan “Martin Eden”, Jack London’ınyarı otobiyografik bir adamdır. Oblomov’un en iyi arkadaşı Alman Stolts ise niteliktekiromanı olup yazar olma yolunda büyük bir azimle adeta Oblomov’un zıddıdır. Oblomov, tembelliği, sürekli ilerleyen genç bir adamı konu alır. Sınıf ayırımı konusu, bir şeyleri ertelemesi ve hayalperestliği ile Eski Rusya’yı, romanda özenle işlenir, bu yönüyle dönem Amerika’sının dolayısı ile “Doğu”yu temsil ederken Stolts, çalışkanlığı, panoramasını okuyucuya sunar. Romanın ana karakteri dakikliği, başarıya odaklı yaşam görüşü ile “Batı”yı temsil Martin Eden, kendisini işçi sınıfından sıyırıp iyi bir yazar eder. Bizler, bu iki dünyanın karşılaştırmasını okuruz. olma yolunda geliştirdikçe hedeflerine geç de olsa ulaşır. Roman dünya okurlarının büyük bir bölümü tarafından Ancak bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığından bilinse de, hiçbir zaman batılı okurlarca tam olarak nasıl kaçacaktır? Roman bir yandan Martin Eden’ın anlaşılamamıştır. Bunun sebebi, Oblomov’un temsil ettiği gelişimini gözler önüne sererken satır aralarında “Amerikan tembellik ve hayalperestliğin, “Doğu” ile özdeşleşmesi, bu Rüyası”nı sorgular. kavramların özellikle Avrupa’da karşılık bulamamasıdır. Dobrolyubov’un dediği gibi: “Bu kitapta önemli olan UĞULTULU TEPELER (1847) Oblomov değil, Oblomovluk’tur.” Yazar : EMILY BRONTE “Uğultulu Tepeler”, Victoria dönemi İngilteresi’nde HOBBIT (1937) yaşayan Bronte Kardeşlerden Emily Bronte’nin ilk ve tek Yazar : J.R.R. TOLKIEN kitabıdır. Emily Bronte, hayatı boyunca yaşadığı evden “Topraktaki bir oyukta bir hobbit yaşardı.” diye başlar hemen hemen hiç çıkmadığı ve son derece mütevazı bir “Hobbit”. “Yüzüklerin Efendisi”nin yazarı J.R.R. Tolkien yaşam sürdüğü halde, “Uğultulu Tepeler”de hayret verici tarafından yazılan bu fantastik roman, yazarı tarafından da bir hayal gücü sergiler. İlk yayınlandığı dönemde rağbet “Bu, Yüzüklerin Efendisi’nin ilk bölümüydü.” olarak ifade görmeyen bu eser, bugün dünya edebiyatının edilmiştir. J.R.R. Tolkien’ın kaleminden dökülen hikâyeler, başyapıtlarından biri kabul edilir. Bu Victoria dönemi bizi cücelerin, elflerin, ejderhaların dünyasına götürür. romanı, her okunuşunda değişik tatlar veren bir eser olarak Artık yaşadığımız gerçek dünya çok gerilerde kalmış, bizler değerlendirilmiştir. Sevgi, kin, nefret, intikam gibi güçlü için “Orta Dünya”nın kapısı açılmıştır. duyguları dillendiren bu gençlik öyküsü, ucuz duygusal klişelere yüz vermez, insan ruhunu tüm yönleri ile ele alır. 43

SANAT Esma TAŞDEMİR RADYO TİYATROSU Radyo tiyatrosu adından da anlaşılabileceği gibi görselliğin olmadığı, sadece sesli olarak oyunların oynandığı arkadan gelen ses efektleriyle radyo yayını ile dinleyicisine tiyatro izliyormuş hissini yaratan tiyatronun birebir canlı ortamı dışında etkili bir şekilde izlenebileceği iletişim platformu… Günümüze göre iletişim teknolojilerinin kısıtlı olduğu yıllarda radyo önemli bir yayın aracıydı. İletişimin yanında kurgusal içerikli programlar yayınlama isteği radyo tiyatrosunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaygınlaşarak bir radyo klasiği haline gelmiştir. Dünyada ilk radyo tiyatrosu 15 Ocak 1924 tarihinde yayınlanan Richard Hugs’un “A Comedy of Danger” adlı eseridir. Dünyada radyonun tarihi kadar eski olan radyo tiyatrosu, Türkiye’de 1940 ile 1946 yılları arasında yaygınlaştı. 1940’lı yıllarından itibaren Türkiye’de radyo tiyatrosu bir devlet kurumu olan TRT radyolarında yüksek sayıda öğretiliyor yayınlanıyor ve beğeniyle dinleniyordu. O dönem kültür ve sanat yayınlarının içinde radyo tiyatroları yüzde 50 ile yüzde 80 oranındaydı. Ekrem Reşit Rey, Haldun Taner, Behçet Necatigil gibi ünlü romancı ve şairler de ilk radyo oyunu yazan isimlerdendir. “Son Tren, Gaz, Pencere, Üç Turunçlar, Süslü Karakol Durağı ve Altın Beşik” Behçet Necatigil’in radyo oyunlarına verilebilecek örneklerdendir. Türkiye’de radyo tiyatrolarının önemini yitirilmesine yol açan nedenler: Kitle iletişim araçları Türkiye’de özelikle iletişim alanının ticarileşmesinden sonra ana işlevlerini ağırlıklı olmak üzere dönüştürmüşlerdir. Türkiye’de görselliğin izleyiciler açısından çok ön planda olması ve popüler kültürün kitle iletişim araçlarındaki egemenliği dönüştürücü bir etken olmuştur. Görme engeliler için radyo tiyatrosunun önemi; özellikle bu engel türüne sahip kişiler, görsel temalı sessiz ifadesel anlatımlar nedeniyle konu edilen olayın kompozisyonunun algılanması açısında ciddi eksiklikler oluşturduğundan, daha doğrusu görsel anlatım tarafının ağır bastığı durumlar yüzünden konuyu kavramakta zorluk çekecekleri için, radyo tiyatrosu bu grup açısından oldukça önemlidir. 44

SANAT Kerem MEŞE LÜGAT Müteşekkir Arapça kökenli bir kelime olan “müteşekkir” kelimesi “teşekkür” kelimesinden türetilmiştir. İçerisinde şükür, minnet, memnuniyet gibi anlamlar barındırır. Bu kelime ile yapılan iyiliğe karşı duyulan minnettarlık ifade edilir. “Hasılı, siz ve ben sahip olduklarımız hakkında müteşekkir olmayı öğrenmek zorundayız. Bu bizim kolayca unutabildiğimiz bir şey.” Namütenahi Kelime, Farsça kökenli ‘na’ ve Arapça kökenli ‘mütenahi’ köklerinden türetilmiştir. Farsça olumsuzluk eki olan ‘na’ ile sonu olan anlamına gelen ‘mütenahi’ birleşerek “sonsuz, sonu ve nihayeti olmayan” anlamındaki namütenahi kelimesi ortaya çıkmıştır. “Bir sahile varacak günlerimiz Günler ki namütenahi ıstırap; Kalmayacak bu günkü hasta, harap Yüzlerde bahtın karanlığından bir iz.” Lafügüzaf Taşıdığı manayla çoğu kişinin merak ettiği lafügüzaf kelimesi, Türkçeye Farsçadan geçmiştir. Anlamı bakımından laf ve güzaf kelimelerinin birleşimiyle oluşmuştur. Boş ve saçma anlamlarını taşıyan ‘güzaf ’ kelimesi ile söz, özellikle anlamsız söz anlamlarını barındıran ‘laf ’ kelimesi birleşerek “boş laf ” anlamına gelen kelimeyi oluşturur. “Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya/Ona sorarsanız: ‘Lafı bile edilmez, mikroskobik bi zaman…’/Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün…’/Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene/Bir haftada yaza yaza tükeniverdi/Ona sorarsanız: ‘Bütün bi hayat…’/Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta…’ /… /Ve gayrısı /Mesela, benim on sene yatmam /Laf ’ı güzaf…” Safderun Saf ve temiz kalpli anlamlarını taşıyan kelime Farsça ve Arapça kelimelerin birleşimiyle oluşmuştur. Arapça temiz anlamına gelen ‘saf ’; Farsça kalp, yürek anlamlarına gelen ‘derun’ kelimeleri birleşmiş ve temiz yürekli anlamındaki “safderun” kelimesini ortaya çıkarmıştır. Kelime genellikle temiz kalpli olduğu için kolayca aldatılabilen kimseler için kullanılır. “Ben bir maskara değilim ama bir safderun olduğum, bir koca çocuk olduğum muhakkaktır.” Hissikablelvuku Dilimize Arapçadan geçen kelime “ olacak bir şeyi henüz gerçekleşmeden önce hissetmek, önsezi” anlamlarına gelir. ‘His’, önce manasındaki ‘kabl’ ve meydana gelme manasındaki ‘vuku’ kelimeleri birleşerek “olacakları önceden hissetmek” manasındaki kelimeyi ortaya çıkarmıştır. “Kamil o adamlardan biridir ki hayatının her anında harikulade bir vakıanın hissikablelvukuunu taşır. Her adımında başına mühim bir şey geleceğini hisseder.” Tahayyül Arapça kökenli kelime olan ‘hayal’ kelimesinin türetilmiş halidir. Tahayyül, “bir şeyi hayal etme, zihinde canlandırma, imgeleme” gibi anlamlar taşır. Gerek söyleniş güzelliği gerek barındırdığı anlam itibariyle imgeyi sevenlerin sıkça kullandığı kelimelerdendir. “Hayat tahayyül edebildiğimiz kadardır. Bütün dünyası tarlasından ibaret olan köylünün gözünde, o tarla bir imparatorluktur.” Girift Farsça kökenli bir kelime olan girift, ”karmaşık, iç içe girmiş, çapraşık” gibi anlamlara gelir. Bu kelime aynı zamanda üflemeli bir çalgının adıdır. Girift çalan kişiye ise “giriftzen” adı verilir. Genel kullanıma bakıldığında en çok karmaşık kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığını görürüz. “ Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler.” 45

EĞLENCE Kerem MEŞE HOCALARA SORDUK: ÖĞRENCİLERE SORDUK: 90’LARDA ÇOCUK OLMAK… 2010’LARDA ÇOCUK OLMAK… • Bazen \"kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın • Gece yarısına kadar dışarıda oyunlar oynamamıza için teşekkür ederim\" diye başlayan hatıra rağmen kimsenin nerede olduğumuzu merak defterlerinin dolaştığı günlerdi 90'lar… etmemesiydi. Sabah erkenden gidip arkadaşlarımızı oyun oynamak için uyandırmaktı. Telefon için değil • 90’larda çocuk olmak boğazımız kuruyuncaya kadar oyuncak için ablanla kavga etmekti. Plastik oyuncak koşup, oynayıp sonra sokak çeşmesinden kim içmiş istemeyip kendi oyuncağını üstünü başını kirletip kim içmemiş diye sorgulamadan su içmek… çamurdan yapmaktı. • Akşam hava kararıncaya kadar mahallede • Elektrikler kesildiğinde büyüklerin yanına gidip arkadaşlarımızla tırnaklarımızın içleri çamur dolana onlardan hikâyeler dinlemekti. Hikâyeler bittikten kadar evcilik oynamak… sonra köydeki evleri tek tek saymaktı. • Kasetçalara bir kaset koyup onu geri sardırıp kendi • Annemiz ekmek pişirdikten sonra hepimiz toplanıp, sesimizle söylediğimiz şarkılar… ayaklarımızı tandıra koyup sohbet ederdik. Kar yağdığında kürekle tüm karları bir yere biriktirip • Çizgi filmlerimiz vardı sadece belirli saatlerde üzerinde oyunlar oynardık. yayınlanan. Onları kaçırmamak için erkenden uyanmak paha biçilemeyenlerin başında geliyordu • Çocukluk yıllarım babam ve annemle yayladayken benim için. hayvanları kovalayıp dağdan yuvarlanmakla geçti. Kış aylarında ellerimiz üşümesine rağmen çatıdan • 90’larda çocuk olmak heyecan ve mutlulukla sarkan buzları yerdik. televizyon başına geçip Hugo ve Tolga Abi’yi seyretmekti. • Ramazan ayında akşam ezanı okunur okunmaz dışarı çıkıp evlerin penceresine vurup kaçmak, • 90’larda çocuk olmak kolalı yakalık takmaktı. ardından mahalledeki çocuklarla sahura kadar saklambaç oynamaktı. • Manevi anlamda meğer ne çok lüksümüz varmış. Sokaklarda oyunlar oynayabildik, saatle hiç işimiz • 2010’larda çocukluk sabahları yedi taş akşamları olmadı. Bozuldukça kalemle tamir ettiğimiz, sarmaya saklambaç oynamaktı. Sepetlerden ev yapıp içini çalıştığımız kasetlerle büyüdük. Saatlerce radyo oyuncak, kitap ile doldurup oynamaktı. Salçalı başında kaydetmek için şarkı bekledik. Zamanla ekmekler yiyip sohbet etmekti. gelişen teknoloji ile çok hızlı değişen dünyamız ve kültürümüz… 46

EĞLENCE Özlem AKÇAY ATALAR DA ÇELİŞKİYE DÜŞER Damlaya damlaya göl olur. / Taşıma suyla değirmen dönmez. İyi insan lafının üstüne gelir. / İti an çomağı hazırla. Fazla mal göz çıkarmaz. / Azı karar, çoğu zarar. Eğri otur, doğru söyle. / Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Erken kalkan yol alır. / Acele işe şeytan karışır. Eski dost düşman olmaz. / Güvenme dostuna, saman doldurur postuna. İyilik yap denize at. / İyilikten maraz doğar. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. / Lafla peynir gemisi yürümez ZEKÂ BULMACASI Aşağıda yer alan metinde William Shakespeare’in en ünlü eserlerinden biri olan Macbeth’ten bir bölüm gizlidir. Bu bölümü doğru şekilde bulan öğrenciler arasında yapacağımız çekilişte bir öğrenci, dergimizde tanıtımı yapılan kitaplardan birini almaya hak kazanacaktır. “ Büyükanne, evinde nakış işlerken, mavi dağlardaki evinde dağılan ümitlerine şaşırıyordu. Masadaki ayna, nar ışığı misali harlanıyor, eski merdivendeki delik eşikte öylece yayılıyordu. Leyla, eski ceketi ayazda nasırlaşırken dağlarda üşüyor, şafaktaki mavi ay, nehrin ıslak maviliğini kederle inceliyordu. Her aydınlıkta yeniden ayrılan, terk edilen, tükenen ay, kavaklara isimlerini haykırıyordu. Eski romanlardaki derin anlamlı kelimeler ile komik aşklar, sihirli ışıklarla kalbimizi adımlıyordu. Limanlarda bekleyen insanlar, martılarla eğleniyordu. İskelede narenciye esintili nemli bulutlar, insanlara rüzgârı hatırlatıyordu. Akşam nereye çökerse, eski radyolar döküntü arabalarda rahat bırakılıyordu. Eskiciler, sevgilileri izliyordu.” 47

EĞLENCE Nursel ULUCAN GÜNLÜK DİLDE İNGİLİZCE Give me a hand. (Yardım et) Forget it. (Unut bunu, unut gitsin.) I am broke. (Parasızım) Forgive me! (Beni affet!) What’s up? (Naber?) Enjoy your meal. (Afiyet olsun.) So so. (İdare eder.) Bless you. (Çok yaşa.) How is it going? (Nasıl gidiyor?) It is on me. (Benden olsun/ısmarlama) I am hungry. (Açım.) More or less. (Aşağı yukarı.) I am starving. (Açlıktan ölüyorum.) Keep your promise. (Sözünü tut.) It’s beyond me. (Beni aşar.) Best wishes. (En iyi dileklerimle.) Lets get to the point. (Sadede gelelim.) Are you full? (Doydun mu?) Guess what. (Bil bakalım.) For my sake. (Hatırım için.) It’s better than nothing. (Hiç yoktan iyidir.) Will do my best. (Elimden gelenin en iyisini It’s my turn. (Benim sıram.) yapacağım.) You’re welcome.(Rica ederim.) Out of the blue. (Durup dururken.) It doesn’t matter. (Sorun değil.) Break a leg. (Şeytanın bacağını kır.) Long time no see. (Görüşmeyeli uzun zaman oldu.) Over and over. (Tekrar, tekrar) I have no idea. (Hiçbir fikrim yok.) Don’t get me wrong. (Beni yanlış anlama.) Calm down. (Sakin ol.) No way. (Olamaz, imkanı yok.) Hurry up! (Acele et!) Enough is enough. (Yeter artık. ) Are you kidding? (Şaka mı yapıyorsun?) Shame on you. (Yazıklar olsun.) Do me a favor. (Bana bir iyilik yap.) My hands are tied. (Elim kolum bağlı.) Keep in touch. (İletişimde kalalım.) I don’t mind. (Umrumda değil.) Mind your own business. (Kendi işine bak.) Have a nice sleep. (İyi uykular.) I’m proud of you! (Seninle gurur duyuyorum!) Take care. (Kendine iyi bak.) I am speechless. (Nutkum tutuldu.) I’m lost. (Kayboldum.) Happy Eid.(İyi bayramlar.) Help yourself. (Buyurun.) Good luck. (İyi şanslar.) 48


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook