Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Vaveyla

Vaveyla

Published by dadrocker, 2019-02-25 04:24:38

Description: Vaveyla

Search

Read the Text Version

VAVEYLA e-bülten ÖzelYükselenAnadoluveFenLisesiKültür,SanatveEdebiyatDergisi Şubat2019



Okuryazarlık, bir dilin yazınlarını okuyabilme, okunan ögeleri algılama ve kavram yetisine sahip olmadır. Bir ülkenin gelişmişliğinin temel göstergelerinden biridir. Okuryazarlık oranı ve aynı zamanda dünyanın hangi durumda olduğunun göstergesidir. Şu an dünyada 758 milyon kişi okuryazar değildir. Türkiye’deki okuryazarlık oranı ise %96,5’lerde, Türkiye dünyaya göre iyi bir yerde gibi gözükmektedir. Yalnız uluslararası PİSA testi sonuçlarına göre Türkiye’deki öğrenciler, okumada OECD ülkeleri ortalamasının altında kalmıştır. Sıralamada ise Türkiye ve Meksika en sonunda yer almaktadır. Ülkemiz, okuma sonuçlarına göre böyle bir durumdayken Yükselen Koleji öğrencileri yalnız kitap okumakla kalmaz. Yapıtı yorumlar, eleştirir, değerlendirir. Bunları yaptıktan sonra her sınıf düzeyinde her ayın sonunda derste arkadaşlarına o ay içinde okuduğu kitaplardan bir tanesini sunar. Bu sayede arkadaşları da yeni kitaplar tanıyıp onları okumak için sunulan kitap hakkında fikir edinirler. Okumak bu anlamda insanı yetiştirip geliştiren bir eylemdir. Ancak biz eğer okuryazar bir toplumsak okuduğumuz gibi aynı zamanda yazabilmeliyiz. Yükselen Anadolu ve Fen Lisesinde her öğrenci her edebi türde yazı kaleme alacak güçte yetiştirilir. Bu bültenimizde öğrencilerimizin yazdığı farklı türlerdeki yazılardan örnekler sunmaya çalıştık. Hem okuyan hem yazan bir toplum oluşturma yolunda ilerleyen okulumuz, yükselen bu yeni neslin yazılarını sizlere sunmaktan gurur duyar. Türk Dili ve Edebiyatı Zümresi

“Yükselen Yeni Nesil’’ den Ata’sına Bu gözler keşke demek istiyor, keşke farklı kılmak mümkün olsaydı. Kapatıyorum hemen o iki Hazan Mevsiminde Hüzün Dolu Mektup damla aksın da benden çıkmış olmasın acımın tazeliğiyle söyleyeceklerim. Yürüyorum ama adım atmadan, gözyaşlarımla akmaya yanaşmayan bu acı kadar dirayetli değilim, dayanamıyorum ATA’YA iftiralara, iffetsiz iltifatlara. Atam, diyor devamını getiremiyorum. Atam, Atam o benim. O benim gururum, o benim zaafım, o benim bütün bir milletle paylaşmaktan gocunamayacağım yegâne Uzun zamandır belki de ilk kez heceler lütuf. Atasını unutan utanmazlara bakıyorum, aldıkları günahlarla sırat köprüsünü aşamayacak dursun istiyorum, ne zihnimi ne kağıdı işgal olanları görüyorum. İstemiyorum yazmayı diyordum ama her hece boğazınıza külfet olunca başka edemesinler. Elimde değil, aksın istemiyorum çareniz olmuyor. Anlatmak istemiyorum çünkü dermansız yaramdan gocunmam, dermansız zaman, kandıramıyorum kendimi, avunamıyorum. yarama merhem olmanızı isteyemem sizlerden. Lakin istiyorum, duyun sesimi; bu bir siyaset Kaybım var, kaybım büyük. Karanfillerin kırmızı politikası, bir inanç özgürlüğü ihlali değil ama duyun sesimi ve hissedin göğsünüzde. Bu ülke kimin, olanları yaramı kanattıkları için kırmızı, beyaz kime emanet? Kimler öldü bu uğurda, bu uğurda ağabeylerinizin başına ne geldi, bacılarınıza ne olanları kaybımın sevaplarıyla beyaz. Bayrak ettiler? Sahip olduklarımız bize verilenler değil, biliyorum, inanın biliyorum ve en çok bunun gönderde onun da boynu bükük, esen rüzgara ağırlığıyla yazıyorum. Ama sormazlar mı adama siz korumak için hakkınızı, vicdanınızı, inancınızı rağmen dalgalanamıyor. Kaybınız ağırsa yas ne yaptınız diye? Soruyorum işte Azizim, yanıt verin bana ne yaptınız? Elden bir şey gelmediyse tutarken kımıldayamazsınız, içinizde bir şeyler hep gelmeyecek değil dostlar. Hayallerinize bir bakın, kaçınız milletiyle gurur duyuyor? Kaçınız buruk, bir şeyler yarımken gülümseyemezsiniz bu ülkenin geleceğini geçmişinden daha parlak kılmak istiyor? Kaçınız bu ülkede yaşanacak bir azizim. Ağlarken, hıçkırırken ses çıkmaz hayatın planını yapıyor? Kaçınız bu ülkeyi umursuyor sahiden? Kaçınız unutacaksınız beni, size ağzınızdan. Feryada güç yetiremeyeceğiniz kayıplar sizi hatırlatmaya çalışan aciz beni, Atanızı unuttuğunuz gibi? Gülecekseniz gülün, eğlenecekseniz vardır, bilirsiniz çünkü öylesi kayıplar hepimizin eğlenin ama çay ve bisküviyle olur işler değil bunlar. İnsanları kandırarak işin sonunu inanla kayıplarıdır.Ellerim tutuk, harfler şekilsiz kağıtta inandığı arasında olana bağlamakla olur işler değil bunlar. Bu işler bizim işimiz, masadaki bizim diyorum ya anlatmak istemiyorum aslında, geleceğimiz. O da mevta olacak, onun da mı arkasından ağlayacağız? Bilimse bilim, sanatsa sanat; anlatasım yok ağlayasım var Azizim. Anlatamam, neyimiz eksik, neyimiz noksan? Kabul ediyorum, zor ama kimse kolay olduğunu, kolay olacağını anlatılmaz böylesi vefatlar. Başımı kaldıramıyorum söylemedi. Tıpkı kimsenin bir ülkenin yoktan var edilmesinden sonra bunun yapılamaz olacağını önümden, bir marş söyledim ondan başka rızık iddia edememesi gibi. Cesaret gerekiyor, birikim gerekiyor, insanın kendine öğretmen olup koymadım ağzıma, içim almıyor. Kaldıramadığım sınırlarını genişletmesi gerekiyor. Sizin olamayacağınız hiçbir şey yok. Sadece karar verin. Özgür mü olmak istiyorsunuz köle mi? Yurdunuza ışık mı olmak istiyorsunuz yoksa yanmaktan korkup yükler beni zorluyor, bir günle bitmiyor ama bir günde çok can acıyor, çok can çok acıyor. karanlığa mecbur eden mi? Cana dokunanların yoksunluğunda böyle olur, vatanı cananı olanların vefatı olur mu Unutmayın, her şeyden önce, her zorluğa karşı muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda akan demeyin, mürekkebim yetmez, gözyaşlarım dinmez, hoş, ben de dinmelerini istemem zaten. asil kanda mevcut. Siren sesleriyle ağlamak istemiyorum, yutkunmanın zorluğuna katlanmak istemiyorum, omuzlarımda bir ülkenin istikbali varken ne kadar yükünü paylaşıyor olsam da dik Sevgi ve saygıyla, duramıyorum. Siren sesleriyle ağlamak istemiyorum, yutkunmanın zorluğuna katlanmak Feza istemiyorum , omuzlarımda bir ülkenin istikbali varken ne kadar yükünü paylaşıyor olsam da dik duramıyorum. Meşaleler yanıyor, yüreğim yanıyor Aziz, böylesi bir kaybın kabullenilir bir yanı yok. Canımdan can, bayrağımdan al, vatanımdan toprak eksildi Aziz. Söylevler okumak, beni muhatap alıp da ettiği hitabı duymak, kabirlerde anmak bana yetmiyor Aziz. Yarattıklarıyla yaşadığım bir adamın kabri başında anılacak halde olması beni yıkıyor Aziz. Ağlayanları görmek istiyorum bugün, gülenleri değil kabir başında. Gülemezsiniz bugün, gülene haram bu toprak nimeti. Gülen, günahkardır hakkını yiyen onlarca şehidin. Ağlayan askerle fotoğraf çektireni değil, onu duruşunda durmasını zorlaştıracak bir şefkatle teselli etmeye çalışanları görmek istiyor bu gözler. Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 4

Divan edebiyatında nazirecilik geleneği vardır. Şair, çok beğendiği bir şairin eserine aynı güzellikte bir eser vererek meydan okur. Bu, o şiiri aynı zamanda yüceltmek anlamına gelir. Okuyacağınız metin sahibine ulaşmış bir nazire örneğidir. Feza’ya Fuzuli Onun cümleleri yoktur, kelimeleri vardır. Sizin o kelimeleri birleştirmeniz gerekir başlamak için. Başlayamazsınız, izin vermez. Başladınız mı da tüm ihtiraslarınızı sömürene dek bırakmaz, bilirsiniz bunu. Bitmez cümleler, sizde yankılanır. Size ait hissettiğinizde kaçıp giderler. Hiçbir şey gibi onlar da payidar değildir. Fakat bende, bence sen öylesin Feza. Kaldın, kaçmazsın, kaçamazsın… Bizim bimarımız da budur belki, söyleyemeyiz, anlatamayız kelimelerle. Yalnız gözler konuşur, yalnız laviniaları bile kıskandıran kokun bulur nefesimi. Kokun bulmazsa, ellerin bulur. Ya bir de o aşık olunası elleri vardır Feza’nın. Mürekkep kokan buz gibi elleri. Soğukluğu hissetmeseniz bile anlarsınız, kimsenin olmamıştır, kimse koklayıp öpmemiştir bir çiçek gibi avuçlarını. Çok şey anlatır o ellerle. Sizi alır götürür. Fakat yokuşundan aşağı bakarsınız, beklersiniz, bir koku, bir nefes. Ama gelmez kaybolur, kaybedersiniz… Neyi, niye yaptığı sorgulanmaz Feza’nın. Yapar, yazar, yakar… Yazarken o kadar güzel yakar ki canını, sönmek istemezsin. O yaktıkça sen ona yanarsın. Sen ona kül oldukça o sana köle olur. Yazdığı, yaptığı, yaktığı her şeyle sarhoş eder. Sarhoş ettiği kadar meczup olur, mecnun olur, mecbur olur. Zaten var ettiğin, içinde yaşattığın, yeşerttiğin kadardır o. Sen ne hissedersen, o onunla yaşar, büyür, filizlenir. Suyunu kısarsan gözyaşlarınla beslenmeye çalışır, beceremez. Sevgini kısarsan sana ‘’mahlukat’’ sıfatını yakıştırır, yapamaz. Gönül dediğimiz yüce şey varsa eğer Feza’da, kendi mahlukat olur, seni var eder. Zakkum’u yakıştırırım o öldüren, büyüleyici sıfatına. Bana layık olmadığını düşünürüm, benim olan teninin. Oysa sen o kadar benimsin ki, bensin, banasın. Beni hicvettiğin kadar alçak, beni methettiğin kadar yücesin. Sen öyle bir gülersin ki, keşfedebildiğim kadar derin, yad edebildiğim kadar payidarsın. İstediğim, tutkum kadar varsın. Ben yoksam sen de yoksun Feza. Unutma seni yaşattığım kadar yaşarsın. Sen en görkemli tablosun benim sarayımda. Saatlerce oturup izlenmesi gereken o manzarasın. Ben bu manzaraya meftunum Feza. Gerçi benim haddime değil senin gibi bir felaketi betimlemek. Sadece bil, aklına gelsin, ben seni ince ince, ben seni satır satır, ben seni tane tane, ben seni hep… Sen, Feza, bir insanın başına gelebilecek en büyük şeysin. Sen benim en büyük boşluğum, zaafım, özlemimsin. Sen varsın Feza, çok varsın, pek varsın ama sen şimdi lazımsın. Bana, buraya, baharlara, fırtınalara lazımsın. Sümbüllerin kokması, lambaların yanması lazım. Onlara da sen lazımsın. Duy gel en büyük acım, canım; müzeyyenin kalbinin sokaklarında her ev Feza’nın. Müzeyyen - 4 Kasım 2018 Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 5

‘’Ben sana Mecburum bilemezsin’’ - Benim için “Adını mıh gibi aklımda tutuyorum’’ - Senin için ‘’Gülüşüne layık duygulara sahip olabilmek’’ - Onun için ONUN İÇİN İçtiğin suyun ağzında acı tat bıraktığı geceler düşünürsün Aşırı çaresiz zamanlarımda damlar bu kelimeler Sessizliğin sebebi mi hüzün Boş sayfaları doldurup kendimi anlatmak için … … Uykumu bölen rahatsız düşüncelerin arasına koyarsın onu Saklarım bunları göstermem kimseye Bir nebze gülüşünü hissedip Aciz görünmemek için Geceye ılık tebessümler ile bakabilmek için … … Severim onu, sevgilerin en güzeli ile Karışık düşüncelerin sebebi o mu diye sorarsın bu sessiz, Gülüşüne layık duygulara sahip olabilmek için hüzünlü, uykusuz gecelerde … Fakat onun bu karmaşık düşüncelerin içindeki tek güzel Ya da sadece saçmalarım şimdiki gibi şey olduğunu Bu sessiz gözyaşlarımı kurutmak için… İtiraf edemezsin kendine O gittiğinde çirkinlik içinde boğulmamak için Berkay KURUÖZ … 11-A AL Anlatamazsın kendini, dökemezsin içini Üşürsün, kafanın içi alevliyken bile Sadece onu istersin düşüncelerinin en derininde Gecenin ılıtan gülüşün gölgesinde rahatça uyuyabilmek için Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 6

HAYATLAR VE BEKLENTILER Bardağın boş tarafı mı yoksa dolu tarafı mı? Her zamanki gibi magazin haberleri önde Görebilen için dolu tarafı tabii ki. geliyordu. Bilgisayara bakarken tekrar düşüncelere daldı. Mutluluğu görebilmek için tatlı bir öykü. İnsanlığın sonunu getirecek şey, ne açlık ne Aynaya son kez bakıp saçlarını düzeltti, üzerindeki savaştı. Biz kendi sonumuzu kendimiz getiriyorduk. cekete çekidüzen verdi ve en sevdiği siyah hafif topuklu Zaman geçtikçe duygularımızı bile zor ifade ediyorduk. botlarını giyip evden çıktı. Asansörün düğmesine basıp İnsanlar arasında çoğunluk ne diyorsa o doğrudur algısı beklemeye başladı. Asansöre bindiğinde enerjik ve canlı bir vardı. Halbuki bir kişi tek başına beş kişiden daha doğru sesle ‘’Günaydın!’’ dedi. Karşılığında baygın, bıkkın ve zoraki olabilirdi. ‘’Günaydın’’sesleriduydu.Otoparkkatındainiparabasınabindi. Bu kadar şeye rağmen böyle düşünen tonlarca insan olabilirdi. Küçük şeylerden mutlu olan, samimi, Yolda giderken etrafına da bakıyordu. Genç yaşta dürüst. Hayat sürprizlerle dolu ve ne getireceği belli sigara içen gençler, aynı ortamda konuşmadan telefonla olmaz. Belki de hayatı yaşamaya değer insanlar da vardır. ilgilenenler, asık suratlı insanlar, öfkeyle kornaya basanlar… Belki de insanlar değişirdi. Değişmek mi? Ufak bir gülümsemeyle ‘’değişmek mi?’’ dedi kendi kendine. Ona Sanki insanların hayattan beklentisi kalmamış, göre insanlar değişmezdi, değişmiş gibi davranırdı ama hiçbir şeyden mutlu olamıyorlarmış gibi düşündü. Zaman eskiye dönme isteği hep olurdu. Sadece bazıları gerçekten geçtikçe insanlar sahip olduklarıyla yetinmeyip hep daha çaba gösterirdi. fazlasını istiyor, küçük şeylerle mutlu olamıyorlarmış gibiydi. Oysaki hayatta mutlu olabilecek o kadar çok Keşfedecek çok şey vardı. Tanıyacak yeni hayatlar, şey vardı ki. İnsanların bunlarla tatmin olamıyor yeni heyecanlar, görmediğimiz birçok yer var ve dünyaya olması, ön yargıları, kendi fikirleri olmayıp başkalarına bir kere geliyoruz. Bu da bir şansımız var demektir. göre yaşamaları, her şeyi parayla eş değer görmeleri… Bunu nasıl kullanacağımız bize kalmış. Ya sıradan, basit, duygusuz ve amaçsız bir hayat yaşarız ya da gerçekten İnsan ilişkileri gittikçe köreliyordu ve kimse bu zevk alarak. durumu değiştiremiyordu. Neden yolda gördüğünüz küçük Masadan kalkıp kahvesini doldurdu. Kapısı çaldı. bir çocuğun kahkahası, çikolatanın verdiği o tat, izlediğimiz ‘’Buyrun’’ diyerek onayladı. İçeriye giren çalışanlardan biri bir filmin ya da okuduğumuz kitabın bizde bıraktığı iz, ‘’Ekin Hanım yazımızın bu seferki konusu ne hakkında müzik dinlerken o sözcüklerin bizde hissettirdikleri, şarkının olsun?’’ diye sordu. Ekin Hanım içten bir gülümsemeyle melodisi yüzümüzü güldürmeye yetmiyordu? Neden her şeyi ‘’Mutluluk olsun. Herkesin bu kelimeden ne anladığını, anlık yaşayıp hiçbir şeyden tatmin olamıyorduk? Hissizleşiyor nasıl yorumlayacağını merakla bekliyorum.’’ dedi. muyduk? Neden herkes birbirinin açığını arayarak yaşıyordu? Bunları düşünürken iş yerine gelmişti. Arabasını park Ezgi GÖK etti ve iş yerine girdi. Masasına oturdu ve bilgisayarı açtı. 11-B AL Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 7

Yazarın yazının başlığını siz sevgili okuyucularımıza bıraktığı etkileyici bir hikaye. Genç adam iş çıkışı ayaklarını sürüye sürüye eve Elinde dün gece yazdığı mektup vardı. döndüğü bir gün, saat dört sularında evine oldukça yakın olan Melanie’yi dün tanıştıkları yerde onu beklerken çocuk parkındaki boş bir banka usulca ilişti. Dokuz saatlik buldu. Küçük kızı selamlayıp elindeki mektubu ona mesaisinin verdiği yorgunlukta gözlerini birkaç saniyeliğine uzattı ve ‘’Bu sana Charlotte’tan gelen bir mektup, kapattı ve hayatının tekdüzeliğini düşünmeye başladı, tıpkı sana ulaştıracağıma dair söz vererek kapınıza her gün yaptığı gibi. Kulağına dolan seslerle gözlerini araladı. gelmiş postacıdan alıp sana getirdim.’’ dedi. Küçük Oturduğu bankın sol çaprazında kalan kaydırakların önünde kız daha yeni sökmeye başladığı okumasıyla yedi yaşlarında kırmızı önlüklü bir kız çocuğunun içli içli mektupta yazanları okudu: ‘’Sevgili Mel, lütfen ağlayışı içinin cız etmesine sebep oldu. Yerinden kalkarak hızlı benim için kederlenme. Dünyayı görmek için uzun adımlarıyla küçük kızın yanına ulaştı. Muhtemelen annesini veya bir yolculuğa çıktım. Sana başımdan geçenleri babasını kaybettiğini düşündüğü küçük kıza yardım edebilmek anlatacağım.’’ Bu sözler küçük kızın üzüntüsünü için bir adım daha yaklaşıp adını, ne niçin ağladığını sevecen yatıştırmış gibiydi. Genç adam gelen her mektupta bir dille sordu. Küçük kız: ‘’Adı Melanie, be-ben bebeğimi kendisini bilgilendireceğini söyledi ve Melanie’yi kaybettim, onu çok seviyordum.’’ dedi. Adam, aldığı cevap evine bırakıp ailesine teslim ettikten sonra içi karşısında aynı anda birçok düşünceyi beyninde yeşertmişti. rahatlamış bir şekilde evine vardı. Genç adam küçük Bunlardan en ağır basanı çocukken yaşanılan duyguların kızla her buluştuğunda sevgili oyuncak bebeğin saflığını tekrar fark etmesiydi. Küçük kızın bu içten üzüntüsünü hayali maceralarını özenle yazdığı mektupları ona anlıyordu. Değer verilen şeylerin kaybedildiğinde ne kadar okudu. Son görüşmelerinde, genç adam, gözleri üzüntü doğurduğunu iyi biliyordu. Saçları altın gibi parlayan, ve saçları Charlotte’tan oldukça farklı görünen bir gözleri haki yeşili minik kızın gözyaşlarını bir eliyle silip diğer oyuncak bebek getirmişti. Bu durum Melanie’de bir elini de tutması için küçük kıza uzattı ve ekledi: ‘’Bebeğini bir de şaşkınlık uyandırdı. Bebeğin eline iliştirilmiş mini beraber aramaya ne dersin Melanie?’’ Küçük kızın yeşil gözleri bir not küçük kızın şaşkınlığını gidermeye yetmişti. aniden öyle bir ışıltıyla parlamıştı ki genç adam da bunu fark O minik notta: ‘’Yolculuğum beni çok değiştirdi.’’ etmiş, onun mutluluğuna ve heyecanına ortak olmuştu. Adam, yazmaktaydı. ‘’Peki ya bebeğine nasıl seslenirsin?’’ diye bir soru yönelttiğinde Aradan uzun yıllar geçtikten sonra artık Melanie sanki bunu bekliyormuşçasına atıldı: ‘’Charlotte! bir yetişkin olan Melanie, hiçbir zaman yanından O da tıpkı benim gibi sarı saçlı ancak mavi gözleri var, tıpkı ayırmadığı bebeğinin kalbinin üstünde bir yarık kedilerinki gibi. Bazen bunun için onu kıskandığım oluyordu fark etti. Gözünden kaçırmasına şaşkınlık duyduğu ama bir daha asla kıskanmayacağım onu. Yeter ki geri dönsün.’’ bu çatlağın içinde, buruşmuş bir mektup buldu. dedi. Bu konuşmadan sonra parkta birkaç tur atıp her yeri Tanıdık bir el yazısıyla yazılmış bu mektupta şu aradılar lakin oyuncak bebek hiçbir yerde yoktu. Melanie’nin sözler yazmaktaydı: ‘’Sevdiğin her şeyi er ya da geç ümitsizliğine kapıldığını gören adam ona yarın yine bu saatte kaybedeceksin ama sonunda sevgi başka bir surette parkta buluşup aramaya devam etmeyi önerdi. Bu öneriyi kabul sana geri dönecek.’’ eden Melanine, parktan bebeğini bulma ümidiyle ayrıldı. Genç adam evinin yolunu tuttu. Eve vardığında aklına gelen bir fikirle Ebru TANIK yerinden fırladı ve kağıdı kalemi kaptığı gibi bir mektup yazmaya 11-C FL koyuldu. Ertesi gün mesai bitimini sabırsızlıkla beklemişti. İş yerinden çıktığı gibi evine giden otobüse bindi. Otobüs, durağa vardığında koşar adımlarla otobüsten indi. Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 8

“Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir Uşşak-ı gama sor ki geceler kaç saat’’ Şair, en uzun geceyi en iyi kimin bileceğini anlatmış ama beni unutmuş. Uyuyamıyorum. Penceremden dışarıya bakan gözlerim dışarıda olan her şeyi görüyor. Kendimi gece ava çıkmış genç bir BAYKUŞ kabulleniyorum. Uyuyamıyorum çünkü odamda bir şeyler oluyor. Uyursam sabaha kadar olacak şeyleri kaçırmaktan korkuyorum. Uyumuyorum çünkü odamda bir şeyler uçuşuyor. İlham perileri burada olmalı. Birkaç defa misafir ettim ‘’peri kardeşleri’’ ama onları hiç görmedim. Göremedim çünkü masa lambamın ışığı tüm odamı görecek kadar güçlü değil. Zaten ışık olsa bile onları görmeye hazır değilim. Uyumak güzel ve gerekli ama korkuyorum. Eğer uyursam güneşe ilk ‘’merhaba’’ diyen ben olamayacağım. Ya bana küserse. Uyumuyorum. Eğer uyursam ben benden gidiyorum. Korkak değilim ama endişeleniyorum. Endişemin sebebi mutlak gerçekler. ‘’Mutlak gerçekler’’ beni endişelendiriyor. Eğer uyursam sabah daha çabuk gelecekvebenşafaksökersökmezsaatlialarmımıuyandıracağım.Haaşuşafak beni de korkutmaya başladı. Geçen gün onu hırsızlık yaparken yakaladım. Kimse farkında değil çünkü herkes uyuyordu o sabah, SEN bile. Anlatmaya çalışıyorum ama kimse ciddiye almıyor. Elinde etrafa ışık saçan feneriyle çaldı ömrümden bir günü. Aslında bunu her sabah yapıyoruz senden de çalıyor. Uyumuyorum. Çünkü odamda bir şeyler oluyor ve bu beni uyutmuyor. Berkay PEHLİVAN 11-B FL Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 9

Siyah beyaz bir dünya hayal edebilir misiniz? Yine siyah beyaz bir film izlediğinizi düşünün. Veya sadece tek renkten oluşmuş bir görüntü. Nasıl hissedeceğinizin yorumunu size bırakıp renklerin sihirli dünyasına davet ediyorum sizleri. RENKLERİN DÜNYASI Hayatımızın içinde olan vazgeçilmez Bu rengi seven insanlar değişkenlikten, özgür ve bağımsız bir yeri olan renkler neden bu kadar önemlidir? olmaktan hoşlanır. Birçok kavramla ilişkisi olan yeşil, Düşünsenize renkler olmadığı zaman çoğunlukla canlılığı ve gençliği simgeler. Sakinleştirici ilkbaharın başlamasıyla açan çiçeklerdeki etkisi oldukça fazladır. Tartışmalı bir renk olan siyaha renk cümbüşü olmasa… Sonbaharın gelirsek benim için tamamen gücü simgeler. Gelin görün hüzün renkleri olmasa bu nasıl olurdu? ki siyah için kötülük, suç, zayıflık olarak görmektedirler. Bazıları için ciddi, dayanıklık kavramlarıyla betimler. Renkler içinde yaşadığımız dünyaya, Mor; tutku, duygusallık, romantizm denilince akla hayata canlılık katan yaşam belirtileridir. Uzun gelen renktir. Sanatsal bir anlam yoğunluğu vardır. yıllardan beri insanlar renklere anlam yükleme çabasında bulunmuşlardır. Renkleri; ruh Tartışmasız saflığı temsil eden beyazın olumsuz hali, çalışma ortamı, göz rahatlığı gibi çeşitli etkisi yoktur. Düşünmeyi seven, uzlaşmacı kişiler kategorilere ayırmışlardır. Bu yüzdendir ki beyazı tercih eder. Çok kullanılmayan kahverengi, insanlar kendilerine yakın hissettikleri renkleri sağlam ve güvenilir bir his bırakmaktadır. Pembe daha çok severler. Ben her rengin her tonunu sakinleştirici bir etki yaratmakla birlikte insanlarda seviyorum. Hatta çağımızın iç karartıcı dediği duygusal, neşeli, çekingen, canlı bir etki bırakmıştır. siyahı, soluk bir renk olan griyi bile… Zaten onlar İç açıcı, mutluluk verici renk olan turuncu kırmızı olmasaydı sarının, kırmızın, mavinin canlılığını kadar dikkat çekmese de gösterişin rengidir. İnsanlarda görebilir miydik? İlkbaharın yeşili, papatyanın tamamen olumlu ruh hali ve davranışlar gözlenmiştir. sarısı, denizin, gökyüzünün mavinin tonları ve birçok renk hayatımıza anlam katmaktadır. Bu kadar çok renklerden bahsetmişken Kırmızıyla başlamak istiyorum. Dikkat bir renk olsan hangi renk olurdun sorusunu çekici bir renk olduğu aşikârdır. İnsana özgü yanıtlamadan geçemeyeceğim. Hiç düşünmeksizin enerjik bir moda bile sokabilir. Hakimiyet kuran, mavi derdim. Denizin mavisi, gökyüzünün açık mavisi, liderlik ve hırslı insanları temsil eder. Maviyle çiçeklerdeki mavi olmak isterdim. Çünkü mavinin devam edeyim. Yalnızlığı, üzüntüyü, depresyonun benim üzerimdeki etkisi fazladır. Denizi izlerken, yanında güven ve sadakati simgeler. Tuhaf olan gökyüzüne bakarken, bir felicia amelloides(mavi kısmı ise iştah kapatıcı olmasıdır. İnsanlarda papatya) gördüğüm zaman uzun bir süre gözlerimi verimliliği, performansı arttırdığı için mavi kalem alamamamdaki başlıca sebeptir. Demek istediğim şudur tercih edilir. İnsanlarda tolerans, hoşgörü, anlaşma ki her renkten bir eşyanız olsun. Mavi kalem, sarı kazak, yanlısı gibi pek çok olumlu özellik gözlenmiştir. siyah etek, kırmızı çanta… ki her an farklı hissedin. Sıcak renk ne kadar sıcak görünse de gözleri çok yormaktadır. Aynı zamanda bebeklerin ağlamasına Aslı BAYRAM ve yetişkinlerin sinirlenme oranları artmaktadır. 11-B AL 10Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

‘’Onların hikayesi de ardında gözyaşı dolu satırlar ve söylenmemiş gerçekler bırakarak bitmişti.’’ Sevgilim – Daha doğrusu kendimle beraber öldürdüğüm kişi - Bugün baharın ilk günü yani senin en sevdiğin, benim en nefret ettiğim Sevgilim sen bu dünyadan gidip beni günahlarımın kollarına attığında bana emanet zamandayız. Önceki mektubumda sevdiğimi söylemiştim değil mi? Bilirsin ettiğin tek şey kalbin değildi. Senin o bankta silahla kendini vurman bir ay sonra içimde insan ruhu değişkendir derler. Artık eskisinden de nefret ediyorum bahardan. ikimize ait bir canlının hayat bulduğunu öğrendim. Sen beni kurtaramadın belki ama o Kuşların cıvıltısından, yeni yeni yeşeren ağaçlardan, bahar yağmurlarından, masum varlığa hayat verdin. O masum varlığın kalp atışlarınla büyümesini sağlayacağın insanların o tatlı telaşından nefret ediyorum. Tıpkı boş kağıt gibi anlamsız ve için teşekkür ederim. Bir sonbahar gecesinde kollarıma kendini unutmuş bir halde suskunlar. Özür dilerim, o boş kağıdı dolduracak kalemi elinden aldığım için. sığındığın için, bütün çıplaklığıyla bana içindekileri haykırdığın için, kendinle beraber Sana hep bir söz söylerdim hatırlarsın: Gerçekler acıdır. Dudaklarımdan ne ruhumu da sanki bir şarapmış gibi sarhoş edip beni bu dünyada kısa süreliğine kurtardığın zaman bu söz dökülse hiddetlenir, hayatın güzel olduğunu benim karamsar için ve en önemlisi bunları bir hiçmiş gibi unuttuğun için teşekkür ederim. Bu sana son düşündüğümü söyler dururdun. Sana kısa süreli de olsa inanır fakat hayattaki vedamdır. Her şey buraya kadarmış. Belki başka bir dünyada başka bir şekilde karşılaşır, değişmez gerçeklerin aklımda bir zehir gibi yayılmasıyla kendime bile inanmaz başka bir şekilde ruhumuzu birbirimize teslim ederiz. hale gelirdim. Ne yazık ki haklı çıktım sevgilim. Hayat güzel falan değildi ve hiçbir zaman olmadı. Sen mükemmel bir illüzyondun ve kısa süreliğine de Hoşça kal sevgilim. olsa gerçeklerin daha farklıymış gibi görünmesini sağladın ama gerçekler aynı gerçeklerdi. Şimdi sen buz gibi mezardasın ve ben mezarının karşısında Bu dünyada tanışmaman gereken insan... okuyamayacağını bile bile, ellerim titreye titreye sana bu satırları yazıyorum. Gerçek dediğin budur ve ne kadar inkar edersen o kadar acıtır. Sana hep bir söz Genç kadın elindeki gözyaşından ve kederden buruşmuş olan mektubu yavaşça sanki söylerdim hatırlarsın: Gerçekler acıdır. Dudaklarımdan ne zaman bu söz dökülse en ufak bir sesle, en ufak bir dokunuşla mezarda yatan genç adamı uyandıracakmış gibi hiddetlenir, hayatın güzel olduğunu benim karamsar düşündüğümü söyler mezarın önüne koydu. Son bir kez kollarını mezar taşına sardı ve bir süreliğine de olsa dururdun. Sana kısa süreli de olsa inanır fakat hayattaki değişmez gerçeklerin kendini ona sarıldığına inandırdı. Alışkındı. Kendini birçok şeye inandırmıştı. Kendini aklımda bir zehir gibi yayılmasıyla kendime bile inanmaz hale gelirdim. Ne birçok kere kandırmıştı ama hiçbir şey bu kadar zor gelmemiş bu kadar acınası olmamıştı. yazık ki haklı çıktım sevgilim. Hayat güzel falan değildi ve hiçbir zaman olmadı. Beyninizi kandırabilirsiniz, bedeninizi de kandırabilirsiniz ama kalbinizi Sen mükemmel bir illüzyondun ve kısa süreliğine de olsa gerçeklerin daha kandıramazsınız. Ve şu anda kadın bu gerçeği bile bile kendine bu eziyeti çektirdi farklıymış gibi görünmesini sağladın ama gerçekler aynı gerçeklerdi. Şimdi sen ardından adamın mezarına bir demet gül bırakıp onu sonsuz bir yalnızlıkla tek başına buz gibi mezardasın ve ben mezarının karşısında okuyamayacağını bile bile, bıraktı. Artık sadece kendi ve içinde gün be gün büyüyen canlı vardı. ellerim titreye titreye sana bu satırları yazıyorum. Gerçek dediğin budur ve ne Onların hikayesi de ardında gözyaşı dolu satırlar ve söylenmemiş gerçekler kadar ne kadar sıcaktan nefret ediyorsam. Sana tek kızgın olduğum şey de bırakarak bitmişti. Her bitiş bir başlangıç derler fakat dünya yalancıdır. Her bitiş bir bitiştir ve tarih sadece acı gerçekleri yazar. mahkum ettin. İçimde sızlayan bir kalple mezarını İçimde sızlayan bir kalple mezarını seyrettiğim her anda ruhuma bir bıçak saplanıyor ve ben buna göz yumuyorum. Senin bana emanet ettiğin kalbin sana söyleyemediklerim yüzünden bana işkence edercesine atıyor ve ben buna dayanamıyorum. Rana ARSLAN 11-B FL 11Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

SUNİ MEDENİYET Yaklaşık 200 bin yıldır Dünya’da varlığını sürdüren Kabileler toplumlara, kabile reisleri devlet adamlarına, farklı 12 insanoğlunun onlardan çok daha kısa süredir var olmasına rağmen, kabilelerin farklı yaşam alanları ise ülkelere dönüştü. İnsan ekip biçtiği diğer canlılara doğada üstünlük kurmasının temelinde yakın toprağa öldükten sonra bile sahip olmak isteyince miras, mirasını kendi akrabalarının aksine doğa ile uyumlu yaşamayı tercih etmemesi kanından olduğuna emin olduğu birine bırakmak isteyince tek eşlilik düzeni yatıyor. ortaya çıktı. İnsan bu sefer de –yine ondan bekleneceği gibi- onu bu kadar İnsan, doğduğu yere uyum sağlayacak yetenekleri olmadan geliştiren, zekasının diğer hayvanlar ile kıyaslanamayacak hale getiren şeye, doğan, fiziksel açıdan güçsüz olduğu kadar zeki ve ormandaki çok eşliliğe dolayısıyla da doğal seçilime sırtını döndü.Gelelim benim bu yırtıcılar ile kıyaslandığında ‘’acınası’’ olarak nitelendirilebilecek bir yazıyı yazma amacıma. İnsan bu yeni düzende de başarısız oldu ama üstün hayvan türü. Yüzlerce hatta binlerce fiziksel dezavantajına rağmen zekası başarısızlığını farkına vardığında çoktan geri dönüşü olmayan bir geliştirdiği zekası ve yetenekleri ile neslini devam ettirmeyi başarıp yoldaydı. Hal böyle olunca diğer canlıları baskılaması ona yetmezmiş gibi kendini güçsüz tasarlayan doğaya olan öfkesini diğer hayvanların kendi türünü de kör edip sürdürmesi imkansız bir düzeni ‘’ideal’’ miş gibi nesli tüketerek çıkaran ‘’acımasız’’ bir tür. pazarlamaya başladı. İnsan dünya genelinde yeni düzen ile ortaya çıkan tek İnsanlar-bonobolar ve insanlar-şempanzeler arasındaki eşli ilişkilerin %80’i başarısız olunca her bilgiye aç ve öğrenmeye her zaman akrabalık ilişkisi, Hint fili ile Afrika fili arasındaki akrabalıktan açık yavrusunun tazecik beynine ona izlettirdiği veya anlattığı binlerce daha kuvvetli. Peki bu iki fil türü arasındaki ilişkiler görece ürün yardımıyla gerçeklikten çok uzak ve sürdürülmesi tamamen imkansız bizim akrabalarımız ile olanlardan daha güçsüz nasıl Hint fili ilişkilere adeta zorla soktu. Doğa ile küsüp oluşturduğu ‘’medeniyette’’ ve Afrika fili ile neredeyse aynı hayatı yaşarken insanlığın ile kendi türüne bile yer kalmayınca gökdelenler dikti. Medeniyeti için yeterli bonobolar veya şempanzelerin yaşayış biçimler arasında cinsel kaynak bulamayınca diğer medeniyetlerle savaştı, milyonları öldürdü. Şimdi yaşamlardan tutun habitatlarına kadar binlerce farklılık var? ise insan yarattığı mükemmel (!) medeniyette kendi yarattığı yapay işlerle Akrabalarımız ile olan yaşam farklılıklarımız bugünden o kadar meşgul ki adeta doğayla daha fazla çıkışabilmek için bu kadar yaklaşık 10 bin yıl önce başladı. İnsan bundan önce yaşamını avcılık- yapay şeyin arasında bir de yapay insanlar üretiyor. Büyük ihtimalle o da toplayıcılık ile sürdürürken daha tehlikesiz ayrıca elde edilen ürün yetmeyecek ve yine suni ihtiyaçlar için suni çözümler bula bula, en yapay sayısının daha fazla olduğu bir yaşam biçimini benimsedi. canlı olan insan olarak dünyadaki tek doğal varlık olacağız. Nam-ı diğer atalarımız onları 100 bini aşkın yıldır ayakta tutan avcılık-toplayıcılığa deyim yerindeyse nankörce Kemal Erkin ERKINAY sırtını çevirip doğanın neredeyse bütün kanunlarını hiçe sayan, 11-C FL daha önce hiçbir canlının kalkışmadığı bir şey yaparak yerleşik hayata geçti. Evler, barakalar kuruldu; tarım ve hayvancılık hiç Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi olmadığı kadar insan hayatında rol oynamaya başladı. Büyük ihtimalle onlar farkında değiller ama onlardan binlerce yıl sonra gelecek nesillerin bile hayatlarını etkileyecek bir değişimin fitilini ateşledi atalarımız. Nam-ı diğer atalarımız onları 100 bini aşkın yıldır ayakta tutan avcılık-toplayıcılığa deyim yerindeyse nankörce sırtını çevirip doğanın neredeyse bütün kanunlarını hiçe sayan, daha önce hiçbir canlının kalkışmadığı bir şey yaparak yerleşik hayata geçti. Evler, barakalar kuruldu; tarım ve hayvancılık hiç olmadığı kadar insan hayatında rol oynamaya başladı. Büyük ihtimalle onlar farkında değiller ama onlardan binlerce yıl sonra gelecek nesillerin bile hayatlarını etkileyecek bir değişimin fitilini ateşledi atalarımız.

Çocuk kalmak isteyen bir genç var karşımızda. BÜYÜMEYEN BAHÇELER Büyüse de içindeki çocuğu kaybetmek istemiyor. Peki siz içinizdeki çocuğu görebiliyor musunuz? Çocukluk: Bir daha dönülemeyeceği iddia edilen ömrün saadet dolu yılları. Lakin kim neden inandırdı bizi bedenlerimiz büyüdükçe ruhlarımızın çocuğunun kaybolacağına? İnsanlar içlerinde bir çocuğun varlığında sürdürüyorlar hayatlarını fakat neredeyse hepsi bundan habersiz. Reddediyorlar o çocuğu. Çünkü bu dayatıldı ve ezberletildi onlara. Belki de toplumun binlerce diğer dayatması gibi. ‘’Çocukça davranma.’’ dendi ilk önce, sonra ‘’Çocuk oyuncağı mı bu?’’ ve ardından eklendi ‘’Hiç çocukla çocuk olunur mu?’’. Birçoğumuz tam içimizdeki çocukla tanışırken maruz kaldı bunlara. Kendince yanlış buldu çocukluğu, çocuksuluğu, çocuk olmayı. Büyüdüğünü ve içindeki çocuğu söküp atabileceğini düşündü ancak yanıldı çünkü o çocuk ne büyüdü ne de kayboldu. Hep bir utançla karşıladı bu çocuğu; düşüncelerini, duygularını, isteklerini, önerilerini. Bense çok sevdim bu çocuğu, hep kalsın istedim. Bir insan nasıl bedeninde büyüttüğü bir bahçeyse bu çocuk da benim bahçem oldu. Ektim, biçtim, bazen taşırdım ve bazen dolduramadım. Ben şimdi 15 yaşındayım ve liseye yeni başladım. Ama hala her gün babamın masallarını dinliyorum, peluşumla uyuyorum, ayıcıklı pembe pandifler giyiyorum ve hala sıcak çikolatamı burnuma bulaştırarak çizgi film izliyorum. Ben elbette gelişiyorum, büyüyorum ama içimdeki o çocuğu asla kaybetmiyorum. Onu seviyor ve kabulleniyorum. Ve dünyadaki en acı yanılgının çocuğunun sınırlı sanılması olduğunu savunuyorum. Dicle BAKIR 9-A AL 13Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

Garip Zamanlarda Çok garip bir zamanda yaşıyoruz. Herkes aynı hayatı yaşamak için savaş veriyor sanki. (U)Mutlu Günlerde ‘’Başarı’’ denen şey çok küçük yaşlarda fısıldanmaya başlıyor kulağımıza. Halbuki başarı kavramının Şanslı Gelecekte var oluş nedeni insanın mutluluğu aramasıdır. Zaten en ufak şeye mutlu olabilen çocuğa zorla bir hedef konuyor ve zamanla bir yarış atına dönüştürülüyor. Mutlu olmak için yapmak zorunda olduğu şeylerin varlığına inanmaya başlıyor. Sevdiği şeyleri bir kenara itmesi ve ‘’daha önemli’’ şeylere odaklanması söyleniyor. Örnekler veriliyor, ‘’yoksa’’lar sıralanıyor. Mutluluğu kaybetmekten korkan çocuk ona dayatılan bu tek renk hayatı kabullenmek zorunda kalıyor. Gitgide daralan görüş alanı şu çok önemli başarıdan daha da uzaklaştırıyor onu. Sorunlarına çözüm üretememeye başlayan çocuk pes ediyor. Yenilgiye boyun eğiyor. Aradan zaman geçiyor. Uzun bir süre sorgulamıştır neden başaramadığını. Çok çabalamıştır oysaki. Sonunda gelebileceği en kötü noktaya gelir ve durur. ‘’Ben bunu hak etmedim. Bir gün şans bana da gülecek, her şey düzelecek.’’ der. Buna sadece geçmişte takılıp kalmış biri inanır. Her gün kandırır kendini. En kötüsünün, en büyük talihsizliklerin hep kendi başına geldiğini düşünür. Çünkü başka bir neden bulamıyordur. Sanki dünyanın yükünü tek başına taşıyormuş gibi hisseder. Artık eksiklerini göremez, tamamlayamaz. Ders çıkaramaz hatalarından. Sadece ‘’Bir gün…’’ der. O günün kendiliğinden geleceğini sanır. Hayatının sonuna kadar tek bir güne hapseder kendini. Bazılarıysa hayal kurar. Onlar içinse sorun budur. Sadece hayal kurmak. Hayaller insanı yarına taşıdığı gibi öldürebilir de. Kendilerini, gerçekleşmeyecek şeylere ‘’Her şey mümkün.’’ diyerek inandırırlar. İnandırırlar inandırmasına ama tek bir adım da atmazlar. Gerçekten de mümkün olmayan çok az şey vardır, tekdüze bir hayat sürenler için fakat mümkün olanı da imkânsıza çevirir böyleleri. Şikayet etmekten başka bir şey yapmaz olmuşlardır. Güneş her sabah yeniden doğar. Her gün yeni bir şanstır değişmek, değiştirmek için. Ne yazık ki diğerlerinden bir farkı yoktur bu gününde. Monotonlaşan hayatlarımızdan birer gün daha eksilmiştir sadece. İnsanlar her geçen gün daha da aptallaşır ve insanlığı derin bir umutsuzluğa gömülmüş bir geleceğe hızla sürüklemeye devam eder. Bu günden sonra yaşasak ne yaşamasak ne? Yağmur KAYA 11-C FL 14Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

DAKİKALAR Deniz her zamanki hırçınlığıyla dalgalarını Benim sonum da onun gibi mi olacaktı? kıyıya vuruyordu. Öfkesini köpüren dalgalarıyla Ama hayır. Dalların arasında rüzgara direnen, yaşam sahile kusuyor gibiydi. Sanki bu öfke, kırgınlık hiç kaynağına sımsıkı tutunmuş yapraklar vardı. Uçup bitmeyecekmişçesine dalgalarının arasında çırpınan giden yaprak benim kaybolan hayallerim, daldaki balığı sahile attı. yapraklarsa umutlarımdı. Ve hala oradaydılar işte. Sahildeyim, yalnızdım. Çaresiz miydim? Ben yapraklarla umutlanırken gökyüzü yağmurun Bilmiyorum. Deniz neden bana kızgındı? Neden hasretiyle çatlayan toprağın çağrısına cevap verircesine hala öfkeliydi? Neden hala dalgalarıyla yüzüme bulutlara emretti. Ve işte yağmur ince ince toprağına yüzüme vuruyordu? Oysa ben onsuz yaşayamazken, dokunuyordu. Toprak yağmura duyduğu hasrete o benimle güzelliğini arttırıyordu sadece. Bensiz de doymuştu. Artık yağmuru bütün damarlarında olurdu yani. Belki de bu yüzden buradayım ben. Oysa hissediyordu toprak. Böylesi bir hasretten sonra bütün ben onun dalgalarında kaybolmaya, derinliklerinde özlemin bittiği bir kavuşma gibiydi. Her şey ne kadar onu hissederek nefes almaya razıydım. Yüzüme vuran kolaymış, ne kırgınlık, ne kızgınlık. Sadece kucaklaşma. dalgalarında onu hissetmek bile yetiyorken bana; o, Hissettiğim neydi? Kıskançlık mı, gıpta mı? beni unutmak istediği acı anılarından biriymişim Sen öyle büyüktün ki deniz, öyle güzel, öyle hayat gibi silebildi. Ve işte buradayım. Uçsuz bucaksız dolu. Hatta hayatın ta kendisiydin. Biz neden toprak gökyüzünün altında, denizin sonsuzluğundayım. ile yağmur gibi olamadık ki senle? Bende yağmurun Gözlerim dalgaların vurduğu kayalarda. Kayalar öyle toprakta kaybolması gibi sende kaybolmalıydım. büyük ki, aşamadığım çaresizliğim gibi. Kayaların en Hayallerim kavuşmamız ile sonlanmalıydı. Ama tepesindeki ağacı görüyorum. Sanki bütün zorlukları ben ağacımda kalan tek yaprağın da düştüğünü aşmış, her şeyden sıyrılmış, tek başına, tecrübesinin görüyorum. Hayaller, umutlar, sevgiler, anılar, verdiği güvenle dimdik, özgür, olmak istediğim her her şey tek tek düşüyor, kırılıyor, parçalanıyor. şey gibi. Ağacın kökleri öyle sıkı tutunmuş ki kayalara Ama hala gördüğüm sensin, hala dalgalarının onu oradan hiçbir rüzgar ayıramaz. Keşke beni de vuruşuna bile seviniyorum. Beni kayalara itişine bile denizden hiç ayırmayan köklerim olabilseydi ama ben kızamıyorum. Bilmiyorum, istediğin gerçekten bu ağacın dallarına tutunmaya çalışan yapraklardanım. muydu? Beni böyle nefessiz bırakmak mı? İşte, yine İşte, yine rüzgar esti ve bir yaprak daha yeşeremeden senin istediğini yapıyorum. Artık nefes almıyorum. yaşam kaynağına veda etti. Zeynep Erva YILDIRIM 10-C Fl 15Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

MMuuttlluulluuğuğtuantımalnamımaklanemkaadkarnzoer iskeadar zor ise MMBueutltklluui doeolmçlmaokkadkoaklabdyirdaoır,kbnaediradreozrsokirnaoizl?dsaagrerzeok.r olsa gerek. Bir çoban bir koyun doğduğunda ne yapar? MUTLULUKBelki de çok kolaydır, ne dersiniz? Hiçbir şey. Sürüyle beraber büyür o koyun, oluşmuş sürüyle; doğan, büyüyen, atlayan, süt veren, doğuran, ölen sürüyle. Nedir ‘mutluluk’ dediğimiz şey? Yeni doğan koyun bilmez ki koşabilir çayırlarda, sadece otladığı ‘’Sevmek ve çalışmak, çalışmak ve sevmek… Hayat bundan ibaret.’’ der mera yoktur dünyada. O da büyür çitlerin arasındaki sürüyle. Freud. Birini sevmek, evlenmek midir mutluluk? Çalışmak, başarılı olmak mıdır? Kaçamaz böylece başka bir yer, çobanın olacaktır sürekli: sütünü Her ikisi de beraber olunca mı mutlu oluyoruz yoksa? çobana verecek, çoban istediği zaman kesilecek kısaca çoban için Peki, neden yazarız biz? Neden bir hayatımız vardır? Neden bir hayatımız yaşayıp çoban için ölecek. Tek taraflı kazanç: çoban yer, çoban içer, vardır? ‘Hayatımız’ diyebilir miyiz mesela? Bizim midir hayatımız? Yoksa başkaları çoban kaBziaznimır zsaadvaelcleı .koyun bilmez ki onun da kazanabileceğini, onun için için mi yaşarız? tek kazancı çoban kazanır. Bilmez ki koşabileceğini, kaçabileceğini, çitlerin ardını bilmez ki zavallıcık. Sonraları düşünse de ‘’Bu çiti ardında ne var?’’ Hayattaki amacımız ‘mutlu’ olmak mıdır? diye, sorsa da ‘’Bu mudur mutluluk?’’ diye, koşamaz artık, kaçamaz çobandan Mutlu olabilmek için mi severiz; sevdiğimiz için bacakları körelmiştir artık, kalır kaldığı yerde. mi mutlu oluruz? Çalışmak için mi yaşıyoruz; Ne yapacak bizim zavallı koyun? Oturup üzülecek mi, ağlayacak mı yaşadığımız için mi çalışıyoruz? Hepsinden durumuna? Hayır. O da mutlu olmak ister çünkü. Mutluluğun tek yolu da önemlisi bu soruları nasıl cevaplayabiliriz? Eğer bu kabullenmektir. Bizim zavallı da kabullenir. Ama içi gider dünyaya. O da soruları cevaplamak için bir hayat yaşamış olmak anlatır yavrularına ‘’Ben yapamadım yavrum, sen yap. Ben kaçamadım, sen gerekiyorsa, bulduğumuz cevaplar ne işe yarar? kaç.’’ Yavruları ne yapacak ki? Ne yapabilir ki? Onlar da koşamaz, atlayamaz Freud haklı mıdır? Bana haklı olmamalı gibi geliyor. çitlerden. Ne olacak? Onlar da kalır çobanın yanında. Sever, çalışır, mutlu Haklı olmamalı, bu hayat sadece iki şeyin üstüne olur! Onlar da söyler yavrularına: ‘’Bak yavrum, deden yapamadı, ben kurulmamalı, tek amacımız mutlu olmak olmamalı yapamadım; sen yap.’’ bence. Ama etrafa bakıyorum ve tek gördüğüm Ne zaman bitecek bu döngü? Kim koparacak zincirin halkasını? Hangi koyun atlayacak Freud’un haklılığı. Doğal gelmiyor bu durum. çitten koşacak dünyaya? Doğamızda yok bu sanki. Sanki doğamızda özgürlük Peki ya bir koyun yaparsa; atlarsa çitten o zaman ne olacak? Çoban çıkaracak var ama kısıtlanmışız bir noktada. Artık sadece silahını vuracak koyunu, nesillerin hayalini gerçekleştireni. istediğimizi sevebilmeye ve istediğimizi çalışmaya Farklıları sevmez çoban; düşüneni, sorgulayanı, koşup kaçanı. Çünkü o koyun onun diyoruz ‘özgürlük’ diye. değildir. Düşünen koyun kimsenindir, kendisinindir sadece. Farklılar mutluluk nedir Kafamızda oluşturulmuş sanki bu düşünce: mutluluk, sevmek ve çalışmak bilmez. Özgürlük sanarlar mutluluğu. düşünceleri. Çocukluktan beri çizgi filmlerde, masallarda, kitaplarda, oyunlarımızda hep bunlar vardı. Çünkü bilirler ki çitlerin içinde sadece çoban mutludur, koyunlar sadece mutlu sanarlar Sindirildiler sanki artık bizim düşüncemiz sanıyoruz bu kendilerini. Mutluluk nedir sormadıkları için. Zaten bir koyun vurulunca soracağı olan düşünceleri. Gerçek ‘yaşam’ kavramını düşünmemiz istenmiyor çünkü varsa da soramaz. Döner sahte mutluluğuna. eğer herkes belli çerçevelerde yaşıyorsa yönetilmesi kolay oluyor O nedenle siz, siz olun bırakın düşünmeyi, bırakın sorgulamayı sürüye katılın. insanların. Düşünceyi çoban kazıyor koyunlarının aklına: ‘’Doğacaksın, Katılın ki mutlu sanın kendinizi. Soru sormayın, soru soran olursa cevaplamayın yoksa büyüyeceksin, okuyacaksın, çalışacaksın, aşık olacak evleneceksin, mutsuz ölürsünüz. Vurulan koyun mutluluğun çitlerin içinde olmadığını bildiği için doğuracaksın, öleceksin.’’ mutsuzdu. Oysa bilmezdi ki aptallık mutluluktu aslında. Bazı sorular hiç sorulmayınca ‘mutlu’ durabiliyordu sadece. Gözde TOPUZ 11-B FL Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi 16

22 EYLÜL 1992 Hatırlar mısın; seninle tahtalar yosun bağlamış birkaçı ise eksik o rıhtımda, denizin maviliği ile gökyüzünün kızıllığının kavuştuğu, denizin ufak kıvrımlarla dalgalanışının huzur verici sesinin, kuşların cıvıldayışıyla bütünleştiği o an karşılaşmıştık. Kim bilirdi; bembeyaz tenli, kömür gözlü, tel tel ayrılmış simsiyah saçlarının narin omuzlarına düştüğü bu kadının, tüm bedeni yakıp kavuran o sıcacık gülümsemesinin kıvılcımlarının bedenimde yaratacağı büyük yangınları. Bana hayaller kurduracak kadar gerçek olan kadın, sen, şimdi bu mektubu okurken ben senden çok uzaklarda, olmayı hak ettiğim yerde, olacağım. Belki de başından beri olmamı istediğin yerde. Ama gitmeden önce anlatamadığım ne varsa anlatmak, vicdanımın sularında boğulmadan önce son kez derin bir nefes almak, son kez her şeyi sana yazmak istedim: Seninle tanıştığımız o gün anlamıştım hayatımın merkezinde, her günümün güneşi her gecemin yıldızları olacağını. Gözlerden uzak, dillere destan rüya gibi geçen 2 senenin ardından dünyalar güzeli bir bebek getirdik dünyaya. Hiçbir zaman öğrenmene izin veremezdim bu denli büyük aşkla dünyaya getirdiğimiz bebeğimizin hasta olduğunu. Kızımızın, Masal’ımızın okuyamadan biteceğini. Tüm sıkıntılardan uzaklaştıran o gözlerine bakmaya kıyamadığımız, huzurun vücut bulduğu senin gibi narin olan tenine dokunmaya kıyamadığımız Masal’ımız hasta nasıl diyebilirdim? İyileşmesi için her yolu denedik. Her gün erkenden okula diye gittiğimiz yer sanki İstanbul’un tüm karanlığını örtünmüş, her gün daha da kararan dört bir yanı kasvetle kaplı hastanelerdi. Tedavi bir süre sonra karşılık vermeyince yurt dışına götürülmesi gerektiğini söylediler. Günden güne rengi solan kızımızın durumunu anlamaman ve bir an önce iyileşmesi, masalımıza kaldığımız yerden devam etmek için kabul etmek zorunda kaldım. Sana diyebileceğim bir şey yoktu nasıl diyebilirdim ki, nasıl açıklayabilirdim bu sebepsiz gidişimizi. Kaldıramayacağını bildiğim bu denli büyük bir yükü öylece sırtına bırakamazdım. Özür dilerim sevgilim, sana bir şey demeden gitmek tek çaremizdi. Biliyorum böyle habersizce, ansızın gitmek… Haklısın sevgilim, kızmakta haklısın. 8 senedir yaptığımın vicdan azabıyla yaşadım, kızımız tek dayanağımdı. O hayata tutunmamı sağlayan iplerdi. Sıkı sıkı tuttum, pes etmedim kızımız hastalığıyla savaşırken ben de hep vicdanımla öylece bırakıp gitmek zorunda kaldığım aşkımla savaştım. Ve… Kızımız savaşında mağlup oldu. İpler koptu. Tüm dünyam başıma yıkıldı. Onun için, eskisi gibi güzel günlere dönmek için her şeyi denedim, her yolu denedim. Ama olmadı, kızımız daha fazla savaşamadı. Masalını çok erken sonlandırdı. Bunları yazarken senden beni affetmeni değil, sebepsiz olduğunu sandığın her şeyin bir sebebi olduğunu ve kızımızın yanına gitmeden bunları bilmeni istedim. Belki ikinci kez seni bıraktığımda kızacaksın sevgilim ama sen bensiz yapabilecek kadar güçlüsün. Seni bensiz, bizsiz yapmaya alışmak zorunda bıraktırdığım için özür dilerim. Ama kızımızın orada birimize ihtiyacı var. Ve sana beyaz kefen değil, bembeyaz elbiseler yakışır sevgilim. O yüzden ben gidiyorum kızımızın yanına. Seni sevmekten bir an bile vazgeçmediğimi ve vazgeçmeyeceğimi bil. Kızımızı, beni görmek için biraz daha beklemen gerecek. Gözyaşlarını sil ve kendine iyi bak. Zamanı gelince görüşmek üzere sevgilim…’’ Mektup 2 ay sonra ancak ulaştı elime. Okuduklarımın esiri olmuş, ne yapacağımı bilmiyordum; mektu- bun her bir satırı kafamda dönüp duruyordu. Okuduklarımın şokuyla durduğum yerde çöktüm. Öylece durdum, düşündüm. Ölürken bile yanlarında olamamamı, anlattıklarının hiçbirini daha önceden fark edememiş olmamı… Masal’ımızın sonunu okumuştum. Seneler önce rüya gibi geçen yıllarımızın sonunu, bir kağı parçasından, gözyaşlarımla paramparça olmuş o kağıt parçasından… Ece KARÇAL 11-C FL 17Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

BRETMENLER’İN ÇÖKÜŞÜ Kadim çağlarda dünya yemyeşil, el sürülmemiş, mükemmel ve Dört yıl sonra bu iki Bretmer geri döndü ve halka seslendi: “ bir o kadar da boş bir yerdi. Kusursuz ormanların, masmavi akan derelerin Ey Bretmer halkı! Çok büyük bir tehlike altındayız. Bize cennet denilen ve kocaman denizlerin içinde, istediğince hareket eden, dilediğince gezen yerde Urtane adında karanlık bir lord ile karşılaştık. Keşif gurubu da, bizim ve bir nevi yaratma gücüne sahip olsa da tanrı denilemeyecek ama kudretli halkımızdan cennete gidenler de artık bizden değil. Onlar artık sadece bizi mi kudretli bir lord yaşardı. Bu lordun adı Erador’du. Erador yıllarca böyle öldürmeyi yalnızdı. Yaşadığı dünyayı bizzat kendisi yaratmamış olsa da çok büyük düşünüyorlar. Karşı saldırıya geçmezsek topraklarımız ele geçirilecek ve değişiklikler yapmış ve akıllı olmayan canlılar yaratmıştı. Ağaçlar, kuşlar, hepimiz öleceğiz. Şimdi, kim vatanı için ölmeye gidecek?” Bu sözler halkı böcekler ve bitkiler. Bunlar onun yalnızlığını bir nebze azaltsa da içinde ayaklandırdı. İki buçuk milyon Bretmer silahlandı ve düzenli bir ordu daha büyük bir sıkıntı boy göstermeye başladı. Kendisinin elinde böylesine kurdular. Ordu ikiye ayrıldı ve artık isyancılar olarak anılan iki Bretmenin büyük bir güç varken sadece kendisinin bu güzel dünyanın tadına bakıyor komutası altına girdiler. ve keyifleniyor olması onun kendini çok bencil gibi hissetmesine yol açtı. Urtane‘nin nereden geldiğini ve ne olduğunu kimse bilmiyor ama Erander’ Ve uzun uzun düşünceler ve planlardan sonra kararını verdi. Yeni bir un başarısız ırk yaratma sonuçlarından birinin ürünü olduğu düşünülüyor. halk yaratacaktı ve bu halk aklı olan ve düşünebilen bir halk olacaktı önce O milyonlarca kara Bretmer üretti. 1730 yılında güneydoğuya gelen kendisi için göklerde bir oda yarattı. Bretmerler (yeni halkın ismi buydu) kâşifler bir bir yakalandı ve ırklarının özellikleri bozuldu. Zihinlerini geldiğinde onları buradan kontrol edecek ve işlerine karışmayacaktı. zehirledi ve birer savaş makinesine çevirdi. Geri yollanan ve Bretmerleri Çünkü onun kudreti ve gücü bu dünyayı ayakta tutuyordu. Sürekli güç cennet vaadiyle kandıran da bir Kara Bretmerdi. harcayarak ahengi sağlıyor ve tüm dünyanın hallaç pamuğu gibi birbirine Başkaldırı haberleri Urtane’nin kulağına gitti ve o da ordularını Chitka girip yok olmamasını sağlıyordu. Eğer dünya üzerine kalabalık bir halk Ovası’na çıkardı. Chitka’daki büyük meskeninden seslendi onlara: “B u gelirse hepsini kontrol etmesi zorlaşırdı. Bu yüzden Bretmerler geldiğinde akşam hepiniz Bretmer kanı akıtacaksınız. Savaşa!” Tüm ordular Lathiden o odadan inmesi büyük felaketlere yol açacaktı. çayırlarında karşı karşıya geldi, üzerlerine Urtane’nin gönderdiği bir Dünyayı daha elverişli bir yer haline getirmeye başladı. karanlık çökmüştü. Bu öylesine moral krizi ve karanlık işti ki Erador bile Bretmerlerin faydalanması için akılsız hayvanlar yarattı. Bazıları odasından onlara yardım edemedi. başarısız oldu ama genelde başarıya ulaştı. Uzun uğraşlardan sonra İki isyancının önderliğinde öyle bir savaş başladı ki eğer sağ dünya Bretmerlerin gelişine hazırdı. İki uydusu, geniş ormanları, verimli kalan olsaydı efsaneleri günümüze kadar ulaşırdı. toprakları ve zengin madenleriyle mükemmel bir habitattı dünya. Crithalılar savaşta üstün çıktı ve tüm Bretmer ordusu kılıçtan geçirildi. Bu Erador Bretmerleri uğraşa uğraşa ve birtakım başarısızlıklar zaferin üzerine Urtane ordusu ilerleyip Bretmer şehirlerini yağmalamasını sonucu kusursuz, saf ve mükemmel bir ırk olarak yarattı. Hepsi güçlü emretti. Ardından Critdavi Kalesi’ne geri döndü. kuvvetli, yetenekli ve iyi kalpliydi. Barış içinde yüzlerce yıl yaşadılar. Ancak iki isyancı kaçıp kendini kurtarabilmişti ve Lathiden çayırlarından Dışarıdan gelen sebepler dışında ölüm onları bilmiyordu. Vücutları hastalık etrafını sarar ormandan gizlice dolaşır ve Urtane gafil avladı. Üzerlerindeki geçirmiyor ve yıllar onları yıpratmıyor aksine daha bilge ve yetenekli karanlık Critha ordusu ile gitmişti ve Erador onlara yardım edebildi. Bu yapıyordu. İnanılmaz geniş bir alan olan dünya onlara fazlasıyla yetiyordu. sayede Urtane ile sonu gelemeyen bir savaşa girdiler. Sayıları 1500 yılında beş milyona ulaşmıştı. Halk sınırı yoktu ancak özel mülke herkesin saygısı vardı ve kimse açgözlülük ile başkasının mülküne Saatler sonra iki isyancı bitkin düştü ve tam ölmek üzereyken Erador göz dikmezdi. Herkes ihtiyacı kadar toprak alır ve kullanırdı. Böylesine bir dünyaya indi o anda tüm düzen bozuldu dünya karıştı, yer çekimi bozuldu mükemmellik içinde sorunsuz yıllar geçirdiler. tepeler sıkıldı ve depremler oldu. Ama Erador sinirinden kudurmuştu Taa ki 1730 yılına kadar. O sene büyük bir keşif birliği toplandı ve tüm emeklerini zayi eden Urtane’ a karşı geldi ve onu kısa sürede yok etti. güneydoğudaki çorak arazilere keşfe yollandı. Heyecan arayan gençlerden Ve evrende kalan son iki Bretmer olan isyancıları dünyanın daha büyük oluşan iki bin kişilik keşif birliği yola çıktı. Ama uzunca bir süre onlardan olan uydusuna gönderdi ve yol olmakta olan dünyayı yedi parçaya ayırdı. haber alınamadı. Ama bu topraklarda bir daha kimse yaşamadı Bretmerler gittikleri yeni On yıl sonra bitkin düşmüş bir Bretmer vatan topraklarına geri döndü. dünyada köreldi ve artık kendilerine insan demeye başlandı. Çoğaldılar ve İnsanlar onun kâşiflerden olduğunu öğrenince onlara ne olduğunu körele körele şimdiki insan ırkını oluşturdular. Eski dünyanın yedi parçası sordular. Bretmer: “Mükemmel topraklar keşfettik. Harika mekânlar şu anda Güneş sistemimizi ve eski dünyanın ikinci uydusu bizim uydumuz sanki bu dünyadan değil! Hepimiz oraya yerleşmeliyiz evet, evet hepimiz. olan Ay’ı oluşturuyor. Kim benim öncülüğümde cennete gitmek istiyor? “ dedi. Geçen bir hafta sonunda bir milyon Bretmer güneydoğuya doğru yola çıktı. İçlerinde Arda ÜNLÜ iki kişi vardı. Bu iki kişi Bretmerlere güvenmemişti ama meraklarından 11-B AL onunla beraber yola çıkmışlardı. 18Özel Yükselen Koleji Fen Ve Anadolu Lisesi

PursaklarYerleşkes DoğukentYerleşkes (Anaokulu-İlkokul) (Anaokulu-İlkokul-Ortaokul-Lse) ÇubukYerleşkes ÇubukYerleşkes (Ortaokul) (AnadoluveFenLses)


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook