USTURLAB EĞİTİM - ÖĞRETİM VE BİLİM - SANAT DERGİSİ YIL: 2021, SAYI: 1, EKİM SAYISI İMTİYAZ SAHİBİ Mustafa KARAASLAN Okul Müdürü EDİTÖRLER ALPARSLAN ALEMDAROĞLU HÜLYA YÜCEL ELİF ESER VEYSEL UÇAR HÜLYA AYAZ CAN SOLMAZ YAMAN YAYIN KURULU NİSA İLHAN AHMET BAHA ÇELİK BEYZANUR KURNAZ YAĞMUR İPEK İŞLER MUSTAFA SEVEN YEKTA YILDIZ YUSUF İSMAİL DEĞİRMENCİ YUSUF KAYA HASAN VAHDETTİN TOPRAK NİSAN DEMİR
İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER ................................................................................................................................................ 3 OKUL MÜDÜRÜMÜZDEN .......................................................................................................................... 1 KENDİNE GİDEN YOLDA YOL GÖSTERİCİN USTURLAB................................................................. 2 KARANLIĞIN AYDINLIĞI MUHAMMED’ÜL EMİN .............................................................................. 3 YOL AYRIMI................................................................................................................................................... 5 GÜLLER VE İNSAN PSİKOLOJİSİ ............................................................................................................. 7 REHBERLİK SERVİSİMİZDEN ÖĞRENCİLERİMİZE ........................................................................... 9 GEÇMİŞİN GEÇİLMEZLİĞİ .......................................................................................................................11 KOPERNIK DEVRIMI ................................................................................................................................14 GÖÇMEN KUŞLAR......................................................................................................................................21 OKULUMUZDA EKIM AYI ETKINLIKLERI..........................................................................................23
OKUL MÜDÜRÜMÜZDEN Değerli Meslektaşlarım, Kıymetli Veliler, Sevgili Öğrenciler aylar boyu süren yoğun, yorucu, özverili ve fedakarca yaptığımız çalışmaların bir ürünü olan Cemil Meriç Fen Lisesi Kültür, Sanat ve Edebiyat dergisini sizlerle buluşturmanın mutluluğu içerisindeyiz. Her sayfada ayrı bir emeğin yer aldığı düşünmenin ve çalışmanın ürünü olan e-dergimiz, tamamıyla öğrencilerimizin ve değerli öğretmenlerimizin ortaya koymuş olduğu bir çalışmadır. Bilgi ve teknoloji çağının gereklerine uygun olarak, internet altyapısıyla Eğitim Bilişim Ağı destekli FATİH Projesi kapsamında son teknolojiyi öğretimimizde verimli bir biçimde kullanan bir okul olarak, okul dergimizi de elektronik platformda yayımlamaya karar verdik. Değerli okurlarımız, okumak, insan hayatındaki önemli olgulardan bir tanesidir. Medeniyetin, teknolojinin gelişmesinde okumanın faydasını yadsıyamayız. Bugün insanlık bu kadar gelişmişse eğer bu; kitap, dergi ve gazete gibi unsurların sayesindedir. Özellikle öğrencilerimizin girişimci istekli ve çalışkan tutumlarla ortaya koydukları bu emeğin karşılığı hiç şüphesiz siz değerli okurlarımızın ilgi ve takdirleri olacağını belirtir; Cemil Meriç Fen Lisesi ailesinin bir ferdi olarak sevgi ve saygılarımı sunarım. Mustafa KARAASLAN OKUL MÜDÜRÜ 1
KENDİNE GİDEN YOLDA YOL GÖSTERİCİN USTURLAB Usturlab nedir? Sizce sadece bir buluş mudur? Bir devri kapatıp yeni devirleri açmıştır bu alet. Bir yol göstericidir usturlab. Tıpkı pusula gibi yer ve yön tespitinde önemli gelişmeler sağlayan usturlab aynı zamanda namaz vakitlerinin tespitinde de kullanılmıştır. Bizde bu bilgilerden yola çıkarak okul dergimizin adını \"Usturlab\" koyduk. Bu dergiyi alan kişinin okurken kendine giden yolda yönünü bulmasını ve o yolun aydınlanmasını istiyoruz. Kimi zaman eğlence kimi zaman gündem konularını işleyeceğimiz dergimizde sizlerin dergiyi okurken düşünmesini ve bu yolda bizimle birlikte yürümesini istiyoruz. Sıkı tutunun usturlab öncülüğünde yolumuzu bulmamızı sağlayan yolculukbaşlıyor… Beyzanur KURNAZ 10/A Cemil Meriç Fen Lisesi 2
KARANLIĞIN AYDINLIĞI MUHAMMED’ÜL EMİN Karanlık nedir? Köleleştirilmiş insanların gözyaşıdır. Yetim çocuğun tek ümidinin elinden alınmasıdır. Kalbi kararmış insanların dünyayı da kalpleri gibi karanlığa bürüme sevdasıdır. O karanlıkta insanlığı mahkûm etmek için uğraşmaktır. Bütün bu karanlığın bitmesi için gözyaşı döktü insanoğlu. Yıllar yılları kovaladı ama bitmek bilmedi bu esaret dolu yaşam. Kurtuluş gününü aradı gözü yaşlı gözler. Yeryüzü hasretle bekledi o günü. Geldi sonunda, Hz Muhammet (sav) geldi! O gelince bulutlar sevincinden ağladı, rüzgârların sessiz çığlıkları kapladı tüm gök kubbeyi, güller onu görünce utancından allarla boyandı. Ay ve Güneş onun yanında sönük kaldı… Adalet timsali, ilmin rehberi, karanlığın aydınlığı… Hz Muhammed(sav) geldi, insanlığı kurtarmak için. Müminlerin gözündeki yaş, yüreğindeki sevdadır onun sevgisi. Bu sevgi öyle büyük ki her şeyden ileri. Her hareketinde gizli sevgisi, merhameti. Sen böyle bir peygamberin ümmetisin çocuk, ne büyük şereftir onun ümmeti olmak. Hani bir zamanlar nesneymiş gibi kullanılan kadın vardı ya işte onun torunuyum ben. Acıyla beslendi yıllarca o kadınlar. Bir çıkış aradı özgürlüğe hasret gözleri. O zaman yardıma koştu Muhammed’ül emin. Dertlerine derman oldu tüm kadınların. Hani bir zamanlar hakkı gözetilmeyen yetim bir çocuk vardı ya onun kardeşiyim ben. Sokaklarda çaresizce dolaştı o çocuk. Her gece rüyalarında gördüğü bir parça ekmeği aldılar elinden. Koskoca dünyada bir yer veremediler o çocuğa. İşte o zaman kavurucu sıcaklarda gönlüne serinlik verecek duru bir pınar gibi geldi Abdullah’ın yetimi. Şefkatle açtı kollarını ve tüm kötülüklerden sakladı o yetim çocuğu. Hani bir zamanlar diri diri gömülen kız çocuğu vardı ya onun çocuğuyum ben. Daha dünyayı tanımadan aldılar canını, gözyaşında tuttuğu tüm acılar soğuk toprağa karıştı onun. Yavruları katledilen anaların gözyaşında saklı tüm yaralar. O yaralara merhem oldu, o çocuğu gömen elleri durdurdu Allah resulü. Gözü yaşlı anaların yaralarına merhem oldu. “Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için istemedikçe iman etmiş olmaz”dedi efendimiz. Bu düzen böyle devam etsin ve aydınlığımız kaybolmasın 3
diye birbirimize emanet etti bizi. Ben aslında tüm Müslümanların kardeşi, çocuğu, torunuyum. Birbirimiz için yaşamalıyız bu dünyada çünkü eğer birimiz kaybolursa karanlıkta hepimiz hapsoluruz o iğrenç karanlığa. Unutma bir zamanlar kötülüğe bürünmüş bir ormandaki sarmaşıklara dolanmıştık ve efendimiz olmasaydı oradan kıpırdayamazdık. Şimdi ağla çocuk, Muhammed’in (sav) yüzünü göremediğin için ağla. Bu karanlık dünyamızı aydınlatan o ışığa hasret kirpiklerimiz. Her gelen bahara onun kokusunu soruyor yüreğimiz gizliden gizliye belki tekrar gelir diye. Onun geleceği günü bekliyor kalbimiz ve hıçkırıyor sessizce. Sana emanet edildiği gibi koru Müslüman kardeşini ve sonra kaldır kafanı alaimisemaya. Orada sana hasretle ve sevgiyle bakan bir çift göz göreceksin… Beyzanur KURNAZ 10/A Cemil Meriç Fen Lisesi 4
YOL AYRIMI Ne? Nasıl? Neden? İnsan kimdir, evren nedir; dünya üzerinde veya evrende gerçekleşen tüm bu olaylar neden, nasıl gerçekleşir? Her kişinin bakış açısı farklı olsa da, insanlığa ait olan ve belirginliğini gözler önüne seren en büyük ortak özellik aklın sorgulayışıdır. İnsanoğlu, düşünme kabiliyetine yön veren akla sahiptir. Aklı, mantığıyla birlikte hareket ederek doğru soruları sormasını sağlar. İnsan merak eder, insan sorgular, insan soru sorar, cevaplar arar. Ve insan, tüm bunların sonucundaulaştıklarıyla öğrenir: Bilgiyi, bilmeyi. “Bilim, evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan bilgi edinme ve yöntemli araştırma sürecine verilen isimdir” der kaynaklar. Ve aynı zamanda “Akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî bir kanundur.” diye açıklar dinin sözlük anlamını. Herkesin yorumu farklıdır elbet. Öyledir ki günümüzde hem bilim hem de din açısından farklı görüşler bir hayli fazladır. Bu fazlalıklar insan zihninde dolup taşarken doğruya ulaşmak güçleşir. Böyle durumlarda kişilerin karşısına çıkan en kolay çözüm yolu, birinden birini seçmektir. Ve ne yazıktır ki insanoğlu kolay olanı seçmeye meyillidir. Kimi yollar vardır, günümüz insanlarının çeşitli yönlerden kaybedişlerine şahitlik etmemizi sağlayan. Ve kimileri de vardır ki her şeye rağmen kazanışlarına seyirci oluşumuza yön veren. Bu yolların ayrımlarında, tercih edilecek yönleri gösteren tabelalara adını altın kaplamalı harflerle yazdıran kelimedir “Kolay“. Bu tabelanın gösterdiği yöndeki yol öyle düz, öyle sadedir ki en kısa zamanda sonuca ulaşacağımızı sanmamızı sağlar. Oysa ulaşacağımız sonucun doğruluğu ne yazık ki net değildir. Fakat aşılması zor görülen o kuytu yolun sonunda bizlerin tahmin dahi edemeyeceği büyüklüklerde ve boyutlarda hazineler barınabilir. Çünkü herkes bilir ki hakiki ödül çabanın zorlukları ışığında büyüyen ağaçlarda yetişir. İnkâr edilse de, fikir ayrılıklarına düşülse de tüm bu düşüncelerin ötesindedir ilim-din ilişkisi. İslam, Hristiyanlık, Yahudilik gibi dinlere kaynak olma özelliğine sahip kitaplarda belirtilen kanıtlanabilir gerçekler olduğu hiç şüphesiz inkâr edilemeyecek büyüklükte bir olgudur. Fakat günümüz insanları o ilerlemesi kolay olan yolun çekiciliğine kapılıp bilim ve dinin birbirinden bütünüyle farklı kavramlar olduğu düşüncesine kapılmaktadır. 5
Yapılan incelemelerde bilimin getirilerinin çoğunu dinin inkâr etmediği gözlemlenirken, dine ait olguların çoğu bilim tarafından kabul görmemektedir. Üzücü bir gerçek olmakla beraber bilime kayıp sağlamaktadır bu inkâr. Din ile bilimin ortak hareket edebileceğine basitinden bir örnektir Zümer Suresi’nde geçen “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyen bir olur mu!” ayeti. Ve öyledir ki Rahmân Sûresi’nin 19 ve 20. âyetlerinde geçen “İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. (Fakat) aralarında bir engel vardır; birbirine geçip karışmazlar! (Kendi yapılarını muhâfaza ederler.)” buyrulmaları bilimsel bir olay olan Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışmıyor oluşunun göstergelerindendir. İnkâr edilmemesi gereken bir olgudur din-bilim uyumu. Eğer bu inkarın biraz dahi olsa önüne geçilebilirse, hiç şüphesiz insanoğlu yol ayrımında yaptığı doğru tercihin sonunda yaşadığı zorluklara rağmen hakiki ödüle erişecektir. Zeyneba ERİMEZ 9/D Cemil Meriç Fen Lisesi 6
GÜLLER VE İNSAN PSİKOLOJİSİ Güller çiçeklerin en güzelidir. Güzelliğin yanında faydaları da vardır. Gül şerbeti A vitamini, B vitamini, C vitamini ve D vitamini içerir ve oldukça sağlıklıdır. Gül kokusu akla ve zekaya faydalıdır, rahat uyumaya yardımcı olur ve ferahlık verir. Gül şerbeti yatıştırıcı etkisi ve soğutucu özelliği ile baş ağrılarını dindirmektedir. Sayısız faydası olan gül şerbeti mideyi rahatlatır. Mide hazımsızlığını önleyerek sindirim sistemini hızlandırır. Osmanlı mutfağı özellikle tatlılara verdiği önemle, diğer dünya mutfaklarından ayrılmaktadır; bu tatlıların içinde ise şerbetlerin yeri bambaşka… Üstelik Osmanlı zamanında, bizim şimdi yaptığımız gibi, sadece kahvaltıda yenen birşey de değil … Önemli saray kutlamalarında tonlarca ikram ediliyor ya da misafirliklerde kahveden önce bir kaşık içmek adetten… Osmanlı'da sofraya, yeni bir yemek gelmeden önce, şerbet içilirmiş. Böyle yapılmasının nedeni ise, hem yeni geçiş yapılacak yemeğe damak tadını hazırlamak hem de gül kokusu ve serinliği sayesinde rahatlamakmış. Ayrıca gül şerbeti sadece Osmanlı sarayında değil; Hindistan'dan İran'a kadar uzanan bir coğrafyada bilinen ve değer verilen, lüks bir tatlıdır. Gül şerbeti güçlü bir antioksidandır. Günde 1-2 tatlı kaşığı gül şerbeti içmek midedeki asidi azaltır. En iyi doğal kan temizleyicisidir, bu özelliği sayesinde sivilceyi önler. Herşeyiyle çok güzel olan ve tarihimizde de önemli bir yer tutan gül şerbetinin insan biyolojisine birçok faydası vardır. Güller çiçeklerin en güzelidir. Güzelliğin yanında faydaları da vardır. Gül şerbeti A vitamini, B vitamini, C vitamini ve D vitamini içerir ve oldukça sağlıklıdır. Gül kokusu akla ve zekaya faydalıdır, rahat uyumaya yardımcı olur ve ferahlık verir. Gül şerbeti yatıştırıcı etkisi ve soğutucu özelliği ile baş ağrılarını dindirmektedir. Sayısız faydası olan gül şerbeti mideyi rahatlatır. Mide hazımsızlığını önleyerek sindirim sistemini hızlandırır. Osmanlı mutfağı özellikle tatlılara verdiği önemle, diğer dünya mutfaklarından ayrılmaktadır; bu tatlıların içinde ise şerbetlerin yeri bambaşka… Üstelik Osmanlı zamanında, bizim şimdi yaptığımız gibi, sadece kahvaltıda yenen birşey de değil … Önemli saray kutlamalarında tonlarca ikram ediliyor ya da misafirliklerde kahveden 7
önce bir kaşık içmek adetten… Osmanlı'da sofraya, yeni bir yemek gelmeden önce, şerbet içilirmiş. Böyle yapılmasının nedeni ise, hem yeni geçiş yapılacak yemeğe damak tadını hazırlamak hem de gül kokusu ve serinliği sayesinde rahatlamakmış. Ayrıca gül şerbeti sadece Osmanlı sarayında değil; Hindistan'dan İran'a kadar uzanan bir coğrafyada bilinen ve değer verilen, lüks bir tatlıdır. Gül şerbeti güçlü bir antioksidandır. Günde 1-2 tatlı kaşığı gül şerbeti içmek midedeki asidi azaltır. En iyi doğal kan temizleyicisidir, bu özelliği sayesinde sivilceyi önler. Herşeyiyle çok güzel olan ve tarihimizde de önemli bir yer tutan gül şerbetinin insan biyolojisine birçok faydası vardır ve düzenli olarak tüketmek gerekir. Nisan DEMİR 10/C Cemil Meriç Fen Lisesi 8
REHBERLİK SERVİSİMİZDEN ÖĞRENCİLERİMİZE Sevgili öğrencilerimiz; Bir uzaktan eğitim sürecinden geçtik. Bu süreç ardından nerde olduğunu, ne yapması gerektiğini bilmeyenlerimiz olabilir bu yüzden size yardımcı olabilmek adına okulumuzun rehberlik öğretmenleriyle bir röpörtaj yaptık. Faydalı olması dileğiyle… Soru: 11. Sınıflar şuan nasıl bir yol izlemeli ve sizce şuan nasıl bir seviyede olmalı? Yasin Uçar: Gönül ister ki hepsinin 9 ve 10’a dair tüm eksikliklerini gidermiş ve 11’e mükemmel bir başlangıç yapmış olmaları… Maalesef pandemi herkesi olumsuz etkiledi ve bu noktada kaçırdığımız şeyler oldu ama bu toparlayamayız anlamı taşımamalı bence, daha önümüzde uzun bir zaman dilimi var ve bu zamanı iyi değerlendiren kişiler hayatın her alanında başarılı olacaklar… O yüzden geçmişteki hatalarımızdan ve uyguladığımız yanlış stratejilerden sıyrılıp şu ana odaklanmalıyız ve zamanı yönetmeliyiz… Geçmişten gelen alışkanlıklarımızı arka plana atıp en ön plana ders çalışma alışkanlığını getirmeli ve kısa-orta vadeli hedefler belirleyip bunları yapmak için harekete geçmeliyiz. 11.sınıf dönüm noktası niteliğindedir, bu sınıf seviyemizi güçlü tutmalı, konularda geride kalmamalı ve TYT adına eksiklerimizi de azar azar tamamlamak adına işler çıkarmalıyız. Soru: Pandemi sürecinde uzaktan eğitimde 10. Sınıfların bir önceki dönem eksikleri olduğunu hepimizbiliyoruz, peki sizce bu eksiklikleri ne zaman nasıl bir şekilde gidermeliler? Seyfettin Yıldız: 10. Sınıf konularına ayıracakları zaman dışında ihtiyaca göre günde 1 saat veya haftada 2 saat 9. Sınıftan yeterince pekişmemiş, eksik kalmış konuları ellerindeki kaynaklardan tekrar ederek çalışabilirler Soru: 9. Sınıf öğrencilere ne önerirsiniz? Yasin Uçar: Öğrenciler için 9. sınıf bana kalırsa biraz rehavete kapılıp geçen bir yıl, yeni bir sınav maratonunu tamamlamış olmanın gururuyla geçen… Ancak kaçırılan en önemli kısım ise YKS maratonunda her yılın kendi içerisinde çok değerli olması, yani her sınıf seviyesinde gördüğümüz derslere ait konular YKS’de çıkmakta ve bu da bayağı fazla konu demek… 9. Sınıf seviyesinden düzenli ders çalışma alışkanlığı 9
edinirsek hem Ortaöğretim Başarı Puanı(OBP) diye nitelendirdiğimiz ve bize 4 yılın ortalaması olarak verilen puanın yüksek gelme ihtimali olacaktır hem okul birincisi olma şansımız artıp sınavda o kontenjanın avantajından faydalanma ihtimalimiz olacak hem de 4 yıl sonra gireceğimiz sınavda güzel işler başarabilme şansımız artacaktır. O yüzden Sadece yazılı dönemlerinde ders çalışmak yerine düzenli çalışmayı ve konuları iyi öğrenmeyi ve bol bol kitap okumayı öneririm. Soru: Sizce 12. Sınıf öğrencileri şu süreçte AYT mi ya da TYT mi çalışmalı? Seyfettin Yıldız: Herkes için aynı şey söylenemez. Herkesin ihtiyacı birbirinden farklıdır. AYT ile birlikte TYT Eksiklikleri varsa ikisine de çalışabilecekleri bir program hazırlamalılar. Teşekkürler Yasin UÇAR, Seyfettin YILDIZ A. Baha ÇELIK 11/D Cemil Meriç Fen Lisesi 10
GEÇMİŞİN GEÇİLMEZLİĞİ Geleceğimizin Teminatı Gençlerimize, Ben Çiçek Hemşire, Sakarya Meydan Muharebesi’nde cephedeki onlarca hemşireden biriyim. Ben sadece kendi acımı değil yüzlerce yaralının acısını da yaşadım. Ahvali iyi olmayan yüzlerce yaralının son mektubunu yazdım. Bütün hikâyeler oldukça acıydı ama benim için en büyük zorluk her gün konuştuğum insanların zamanla şehit düşmesiydi. Aynı cephede aynı vatan uğruna savaştığım binlerce Mehmetçiğimi şehit verdim. Daha yeni iyileştirip cepheye yolladığım Mehmetçiği şehit olunca son yolculuğuna ben uğurladım. Bütün Mehmetçik anlatılamaz acılar yaşadı ama Ali’nin hikâyesi benim için bambaşkadır! Her geçen gün cepheye yeni askerler geliyordu. Yine bir sabah yeni gelen askerleri gördüm ve o an anneliğin verdiği duygular sebebiyle gözümden akan yaşlara sözüm geçmedi. Sanmayın ki üzüntüden ağladım. Onlarca mekteb-i idadi talebesinin ölümü göze alarak geldiği bu cephede öylesine korkusuzca “hazır ol”da beklemeleri beni çok gururlandırdı ve gözyaşlarım sanki özellikle bugünü bekliyormuşçasına bırakıverdiler kendilerini. Onlarca ana yavrusu, vatan evladı dizilmişti. Öyle gururluydular ki sanki tüm dünya önlerinde secde etmişti. İşte o zaman Türk gençlerinin gücünü gördüm o çocukların gözlerinde. Bütün çocuklara baktım tek tek ve ancak o zaman gördüm Ali’yi. Yaşıtlarının yanında küçücük kalmıştı. Hafif esen rüzgâr sarı saçlarını dağıtmıştı. Zayıf bir vücudu, çok güçlü sayılamayacak kolları ve bacakları, yarına umutla bakan parlak masmavi gözleri vardı. Boynuna astığı tüfeğin tutamayacağı kadar ağır olduğunu anlamak için yüzüne ve zorlanan kollarına bakmamız yeterli oluyordu. Daha sonrasında bu vatan evlatları cepheye indiler ve ben de işimin başına döndüm. Dakikalar saatleri, saatler ise günleri kovalamıştı ve ben hala gördüğüm o çocuğun etkisinden çıkamamıştım. Ben de ardımda iki oğlumu bırakıp gelmiştim cepheye. Eşim ise başka bir cephede vatan uğruna savaştığı için yaşlı anama bırakmıştım yavrularımı. Aklım hep onlardaydı ama asla cepheye çıktığım için pişman değildim çünkü analar yavrularını buraya yolluyorken ben kendim gelmişim çok mu? 11
Ben bunları düşünürken aniden çok kötü bir ses geldi. Bu ses aşina olduğumuz fecaatten de fazlaydı. Düşman bu sefer barınaklara çok yakın bir yere atmıştı bombayı. O ses hakikati bir kere daha gün yüzüne çıkarttı ve dışarıdan gelen bağırışlara koştum. Çadırdan çıktığımda gök kubbe toz duman olmuş, göz gözü görmüyordu. Haykırışlar, telaş, acı!.. Ne tarafa koşacağımı bilemedim. Bu arbedede bana bakan bir çift gözartık acıyı hissedemeyecek boyutta kendinden geçmişti. Evet evet! Bu Ali’ydi. Cılız bedeniyle kanlar içinde yerde yatıyordu. O an nasıl oldu bilmiyorum ama Ali’yi çadıra taşıyıp tedavisine başlamıştım. Gece yarısı kendine geldi. Kendini düşünmeden yataktan kalkıp cepheye gitmeye çalıştı. Kamuflajını giydi, cılız kollarının taşıyamadığı silahını aldı ve cepheye gitmek için yola koyuldu. Dur dememe aldırış etmeden gitmeye devam eder diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Tekrar koşarak yanıma geldi ve elime bir kâğıt parçası sıkıştırıp tekrar cephenin yolunu tuttu. Ertesi gün Ali’nin cansız bedenini yan çadırda gördüğümde zaman durmuştu benim için. Sadece zaman değil sanki damarlarımda akan kan da durmuştu. Akşam onu ikna edebilsem belki de şimdi hayatta olacaktı. Yavaşça yanına gittim. O güçsüz kollar şimdi boşlukta sallanıyordu. Sedye onun kanıyla kırmızıya bürünmüştü. Bir süre daha cansız bedeni izledikten sonra kendi çadırıma gittim. Telaş içinde dün bana verdiği kâğıdı açıp okumaya başladım. Tahmin ettiğim gibi bir mektuptu. Anasına yazmıştı. Bir kâğıt parçasıyla teselli bulan o ana belki de şimdi bu mektubun yolunu gözlüyordu. Anasına duyduğu özlemi yazmıştı hep. Geri döneceğim demişti. Babası ve ağabeyi de bu cephede şehit düşümüş Ali’nin. Ardında gözü yaşlı bir ana bırakmıştı Ali. Allah’ım bu nasıl bir acıdır! Aynı savaşta tüm ailesini kaybetmişti bu koca yürekli kadın! Her şeyi göze alarak vatanı uğruna son yavrusunu da bu cepheye yollamıştı. Eyvah eyvah! O ananın gözyaşında boğulacaktı o düşmanlar! Ali’nin ayakkabısı ayağını vuruyormuş ama “Bir şey olmaz Anacığım insanın kalbi yara almasın yeter! “diyordu mektubunda Ali. Bense her satırda ağlıyordum velhasıl! Mektepte ders işlemesi gereken küçücük çocuklar cephedeydi. Vatan için ölümü bekliyordu hepsi seve seve. Düşünmeden mermilerin önüne atlıyorlardı. O gün mektup bitince çadırın dışına çıktım. Yağmur yağıyordu. Gökyüzü Ali için, Mehmetçik için ağlıyordu. Aman Allah’ım bu nasıl bir adanmışlık! Analar babalar önce vatan için 12
sonra da yavruları için dua ediyorlardı. Zaman geçtikçe şehit sayısı artıyordu tam bütün umutlarımız tükendi dediğimiz anda gelen zafer tüm yurtta sevinç nidalarıyla kutlandı! Ali şehit olduktan bir gece sonra bitmişti savaş. Tam 22 gece 22 gündüz cephede canı uğruna vatanını korumuştu Mehmetçik. Ali, Ahmet, Mehmet ve daha nice ana yavrusu şehit oldu bu cephede. Mehmetçik vatanı için mermilere yürüdü! Ölümü ölüm yapan canın ne kadar yandığı değil ne kadar can yaktığıdır. O sabah şafak Türkler için söktü. Toprak buram buram kan kokuyordu. Mehmetçiğin kanı her yerdeydi. Düşmanlar kaçarken Sakarya Nehri’nde boğuldular. İşte o nehir gözü yaşlı anaların babaların gözyaşıdır. Bu savaş cumhuriyete giden yolda bizim yolumuzu aydınlatmış ve doğru yolda ilerlememize olanak sağlamıştı. Vatan, bu savaştan sonra cumhuriyete giden yolda kendi rotasını bulmuş ve sağlam bir temel oluşturmuştu. Güneş şehitlerimiz gibi parıl parıldı. Bir vatan uğruna binlerce güneş battı. Üstünde yürüdüğün bu toprakları toprak yapan şehitlerimizin kanıdır. Bağımsızlığımız uğruna savaşılan bu toprakların değeri paha biçilemezdir. Sen şimdi sıcacık yatakta yatıyorken yıllar önce gencecik talebeler bu topraklarda şehit düştü. Analar günlerce ağladı. Bu vatan uğruna ölmek bir şereftir. Unutma yıllar önce talebeler vatanları uğruna şehit oldular. Sakın sonbaharda savrulan, yönünü bilmeyen bir yaprak gibi olma. Gerektiğinde ataların gibi bu vatan uğruna şehit ol ama vatanını düşman eline bırakma. İlimde, irfanda, kültürde vatanını çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmak için cansiperane çalış, durmadan çalış! Şimdi bunu okuyan sen her yağmur yağdığında havayı kokla çünkü o hava hala kan kokuyor olacak. Bu vatan kolay kazanılmadı ve bu vatandan kolay da vazgeçilmemeli. Bu mektubu yazmayı görev edindim çünkü bu görev en az hemşirelik kadar kutsal bir görev. Şimdi kalk ve gökyüzüne bak! Unutma eğer şimdi özgürce gökyüzüne bakabiliyorsan bu dün canını hiçe sayan şehitlerimiz sayesindedir. Unutma birbiri için yaşamak doğanın kanunudur. Ben varsam biz olabiliriz. Senvarsan ben ancak o zaman var olabilirim… Şimdi kalk ve gökyüzüne bak! Bir silüet belirecek orada; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürkve Kahraman Mehmetçikleri göreceksin! Çiçek Hemşire Beyzanur KURNAZ 10/A Cemil Meriç Fen Lisesi 13
KOPERNIK DEVRIMI İnsanlık, tarihinin en başından beri gökyüzü ile iç içe yaşamıştır. Özellikle ilk atalarımız herhangi bir yapay ışığın olmadığı bir dünyada yaşamış ve gökyüzünü gözlemlemek için fırsatları olmuştur. Atalarımız gökyüzünü incelerken çeşitli mitler, hikayeler uydursalar da aynı zamanda bir takvim olarak kullanmıştır. Gökyüzünün deterministik yapısı dolayısıyla mevsimleri ve göksel olayları önceden tahmin etmişler bu sayede tarım, seyahat gibi alanlarda avantaj elde etmişlerdir. Hatta çok ileri giderek bunun insan karakterinde dahi etkisi olduğunu söylemişlerdir (ki biz buna astroloji diyoruz). Tabii ki içinde yaşadıkları Dünya’nın ve evrenin nasıl ve nerede olduğunu da merak etmiş çeşitli çıkarımlar yapmıştır. İlk başlarda insanlık evreni görebildiği ile sınırlı bırakmıştır. Yani Dünya sularla çevrili düz bir tabak şeklinde ve bütün gök cisimleri onun etrafında dolaşmaktadır. Bu tabağın(ve suların) neyin üzerinde olduğu ise muallakta kalmıştır (kimi topluma göre öküzün iki boynuzunun üzerinde kimi topluma göre meleğin omuzlarının üzerinde denmiştir). Aynı şekilde bu model Dünya’nın en ucunda ne olduğunu açıklayamamıştır (Görsel 1.1). Bildiğiniz gibi günümüzde dahi hâlâ bumodele inananlar bulunmaktadır. Aristoteles Evren Modeli: Bu hususta en önemli adımlardan birini şüphesiz Antik Çağ’da yaşayan Yunanlılar atmıştır. Antik Yunan’da yaşanan bu dönemde diğer alanlarda olduğu gibi astronomi alanında da gelişmeler yaşanmıştır. Fakat buradaki düşüncelerin argümanlarla desteklenmiş birer çıkarımlar olduğunu unutmayalım. Yani Dünya’nın yuvarlak olduğu ilk olarak Antik Yunan’da söylense de bunun kanıtlanması 15. yüzyılda (Macellan tarafından) olmuştur. O zamanki düşünceler Yunan filozof Aristo’nun Gökyüzü Üzerine adlı kitabında açıklanmıştır. Aristo kitabında Dünya’nın küresel olduğuna dair çeşitli argümanlar(1-2) sunmuştur: 1. Aristoteles Ay tutulmasının Dünya’nın Güneş ile Ay arasına girmesi olduğundan yola çıkmış ve Dünya’nın gölgesinin Ay’a küresel bir şekilde düştüğünü görmüştür. Eğer Dünya düz olsaydı gölge bu şekilde 14
düşmezdi. 2. O zamandaki Antik Yunanlılar konum farkından kaynaklı gökyüzünde çeşitli değişiklikler olduğunu kaydetmiştir. Yani Kuzey Yıldızı Kuzey Kutbunda olan biri için tam tepede görürken ekvatordaki biri ufukta görecekti. Bu da ancak yuvarlak Dünya ile mümkündü. Hatta bahsedilen farktan yola çıkarak Aristo Dünya’nın çevresini hesaplamaya kalkmış 400.000 stadia bulmuştur(yanlış). 3. Aynı şekilde Yunanlılar kıyıya doğru gelen geminin önce yelkenin sonra gövdesinin görünmesini de bu duruma bağlamıştır. Aristo Dünya’nın küresel olduğunu söylese de evrenin merkezi alarak hataya düşmüştür. Özet olarak Aristo’ya göre Dünya evrenin merkezinde ve gördüğümüz bütün gök cisimleri Dünya’nın etrafında dairesel bir şekilde dönmektedir. (Geosentrik- yer merkezli evren modeli) Batlamyus (Ptolemy) Evren Modeli: Aristo’nun düşüncelerinin modellenmesini ve ayrıntılandırılmasını yapan kişi MS 2. yüzyılda yaşamış olan Batlamyus’tur (Görsel 1.2). Aristo modeli her ne kadar devrim niteliğinde de olsa gözlemlerle uyuşmuyordu. Özellikle de gezegenler Aristo modelindeki gibi dönmüyordu. Bu sebeple Batlamyus bu modeli geliştirmişti. Şekilde de görüldüğü gibi Batlamyus evrenin merkezine Dünya’yı yerleştirmiş ve 8 adet gök kubbesi tasarlamıştır. Bu 8 gök kubbenin biri Ay’a, beşi o zaman bilinen gezegenlere(Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn), biri Güneş’e, biri ise sabit yıldızlara ayrılmıştı(yıldızlar sabit ve birlikte hareket ediliyor sanılıyordu). Batlamyus bir matematikçiydi ve yaptığı hesaplamalarda Dünya’nın yerini bir türlü tam olarak ortaya alamıyordu(gezegenlerin elips bir yörünge izlediğinden dolayı). Bu yüzden Dünya’yı biraz yana kaydırmıştı. Model zamanına göre iyiydi ve gök olaylarını açıklamada başarılıydı. Aynı 15
zamanda antroponsantrik(insanmerkezci) olduğundan dolayı Hristiyan kilisesi ve insanlar tarafından kolayca kabullenilmişti. 1400 yıl boyunca bu model olarak kullanılmış ve artık bu modele karşı gelmek imkansız gözüyle bakılmıştı… Kopernik’e kadar. Kopernik Evren Modeli: Bugün modern astronominin kurucularından biri olarak anılan Kopernik Rönesans Dönemi’nde yaşamış büyük isimlerden biriydi. Kopernik zamanında Batlamyus’un modeline karşı çıkmak(radikal bir şekilde) bir sapkınlık olarak görülmekteydi. Bir din adamı olan Kopernik 1543 yılında yayımlamış olduğu Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine isimli eserinde bu Dünya merkezli evren modeline karşın Güneş merkezli bir model sunmuştur(Heliosentrik evren modeli). Aslında Kopernik’den önce de bu evren modeli sunulmuş olsa da(Aristarkus sunmuştur) Kopernik kadar ses getirememiştir. Kopernik’in bu modeli ortaya koyuş sebebi ise bundan önceki filozofların tatmin edici bir model sunamamasını düşünmüştür. Bu düşünce onu rahatsız etmiş ve onu sorumluluk almaya itmiştir. Kopernik evren modeli (Görsel 1.3) kısaca şu şekilde açıklanmaktadır: 1. Evrenin merkezinde Güneş bulunmaktadır. 2. Güneş’in etrafında sırasıyla Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter ve Satürn ve sabit yıldızlar vardır. Ay’ın da bir yörüngesi vardır fakat bu yörünge Güneş’in değil Dünya’nın çevresinde bulunmaktaydı. 3. Dünya’nın iki türlü devinimi vardır: Birincisi Güneş’in etrafındaki yıllık devinimi ikincisi ise kendi etrafındaki günlük devinimi. 4. Bu yörünge hareketleri tamamen dairesel bir şekilde gerçekleşmektedir. 16
Kopernik’in Kitabı: Kopernik’in bu modeli Dünya’yı evrenin merkezi konumundan alarak normal bir gezegen haline getirmesinden dolayı hoş karşılanmayacağı belliydi. Dolayısıyla bir din adamı olan Kopernik modeli sunmada çekingen davranmış ve çalışmalarını çok daha önceden yapmasına karşın kitabını 1543’te (ölmeden iki ay önce) bastırmıştır. Arkadaşı olan Andreas Osiander kitabı yayımlanmadan önce(muhtemelen Kopernik’in haberi olmadan) “Bu Çalışmadaki Hipotezlere Dair, Okuyucuya” isimli özür dileme metnini andıran bir ön söz eklemiştir. Aynı zamanda kitabını Papa 3. Paul’a ithaf etmesi ve ilk bölümleri haricinde çoğu yerin teknik bilgilerle yazılmış olması da (astronomların anlayacağı dilde) yine bu çekincenin eseridir. Fakat bu çekincenin sebebi kiliseden daha çok gelenekler ve insanlardır. Bu model yüz yıl sonra yaşayacak olan iki büyük astronom tarafından(Galileo ve Kepler) desteklenecek vegeliştirilecektir. Galileo Galilei: Aristocu yaklaşıma karşın Kopernik’e destek vererek bunu popülerleştiren ve gözlemsel olarak destekleyen Galileo şimdilerde modern gözlemsel astronominin kurucusu olarak anılmaktadır. Galileo o zamanlar yeni icat edilmiş olan teleskopu duymuş ve kendisi için inşa etmiştir. Gitgide daha kompleks bir teleskop yapan Galileo gözle görülmeyecek birçok yıldız/yıldız topluluğu keşfetmiştir. Galileo 1610 yılında yaptığı keşiflerden biri ise Jüpiter’e yönelikti. Teleskopunu Jüpiter’e çevirdiğinde hayrete düşmüştü. Jüpiter’in etrafında fazladan 4 tane gök cismi vardı(Görsel 1.4). Başta bunu yıldız olarak alsa da sonradan bunların konumlarının Jüpiter’e göre değiştiğini görmüştü. Bulduğu şey şu anda Galileo uyduları olarak isimlendireceğimiz Jüpiter’in 4 uydusuydu. Bu uyduların Jüpiter etrafında dönmesi Dünya’yı evrenin merkezi olarak alan Aristocu yaklaşıma en büyük darbeyi indirmişti. Galileo şu anda da popüler kültürde oldukça yer edinmiş bir astronomdur. Onu bu kadar popüler kılan şey ise kilise ile yaşadığı sorunlardır. Galileo da meşhur Engizisyon Mahkemesi’ne çıkarılmıştır. 17
Suçu ise 1632 yılında yazdığı İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog adlı kitabının Kopernikçiliğe yönelik olmasıydı. Galileo 1633’te tehdit ile kiliseye ters olan bu görüşünü reddetmeye zorlanmıştır. Yaşından (68) ve önceki yaşananlardan(Bruno) yola çıkarak Galileo geri adım atmıştır. Yirmi günlük bir yargılama sürecinin ardından yargıçların ve rahip grubunun karşısında diz çöküp ömrü boyunca savunduğu fikirlere inanmadığını ifade eden bir metin okumak zorunda bırakılmıştır. Yargılama sonrası Galileo Floransa’da ev hapsine mahkum edilmiştir. Görme duyusunu kaybetmesi ve bilimsel yazı yazması yasak olmasına rağmen Galileo 1638 yılında son yapıtı olan İki Yeni Bilim Üzerine Diyaloglar adlı eserini yayımlayarak son eserini de tamamlamıştır. Bu kitabı yayımladıktan 4 yıl sonra (1642’de) ölmüştür. Johannes Kepler: Kopernik evren modelini geliştiren bir diğer isim de Kepler’dir. 1571 yılında doğmuş Kepler üniversite için gittiği Tübigen’de bir öğretmeni tarafından Kopernik’in modelini öğrenmiş bu fikri kurcalamaya ve çeşitli çalışmalar yapmaya başlamıştır. Kepler yaptığı bu çalışmalar sonucu Kopernik modelini benimsemiş ve destek vermiştir. Aynı zamanda (maalesef)astroloji alanında yapmış oldukları onu Avrupa’da bir üne kavuşturmuştu. O zamanlar gezegenlerin devinimlerini en iyi gözlemleme olanaklarına sahip olan kişi Tycho Brahe idi. Brahe, İmparator Rudolf’un tavsiyesi üzerine ün yapmış Kepler’i yanına davet etmişti. Kepler daveti kabul etmiş ve Brahe’nin yanına gitmişti. Brahe o dönemin en önde gelen gözlemsel astronomuydu fakat düşünceleri Kepler ile uyuşmuyordu. Bu yüzden onun yanında kaldığı sürece sürekli kavga etmiş ve barışmışlardır. Yaşanan bu tartışmalar sebebiyle Brahe çalışmalarını Kepler ile paylaşması ölüm döşeğinde iken olmuştu. Brahe 1601 yılında ölmüş ve yerine Kepler geçmişti. Kepler’e kadar tüm astronomlar gezegenlerin yörüngelerini dairesel olarak almış hesaplamalarını buna göre yapmıştı. Kepler Mars’a dair yaptığı çalışmalar ile 18
Brahe’nin analizleriyle birleştirdiğinde bir yanlışlık olduğunu fark etmişti. Yörüngeler dairesel değil eliptikti. Böylece ünlü “Kepler hareket kanunlarının” ilk adımı oluşmuştu. Kepler’in Gezegen Hareketleri Kanunları: 1- Gezegenler Güneş’in çevresinde elips bir yörünge çizerek döner. 2- Gezegenler Güneş’in etrafında dönerken eşit zaman aralığında eşit alanlar tarar.(Güneş yakınındahızlanır) 3- Gezegenlerin yörüngesel periyodunun karesi, dolandığı elipsin yarı ana eksininin uzunluğununküpü ile doğru orantılıdır. Sonuç: Dünya’yı ilk seferinde düz olduğunu düşünen insan, Aristo ve Batlamyus’un evren modelleri ile Dünya’yı küresel ve evrenin merkezi olarak almıştır. Uzunca bir süre bu model kabullenilmiş ve kullanılmıştır. 1400 yıl sonra ise Kopernik bu dünya- merkezli modele karşı çıkarak güneş-merkezli bir evren modelini savunmuştur. Aynı zamanda yüz yıl sonra yaşayacak olan iki büyük astronom (Kepler ve Galileo) bu modeli kuramsal ve gözlemsel olarak desteklemiştir. Sonrasında ise “Newton’un statik evren modeli” ile Güneş’in merkez olmadığı anlaşılacaktır (yazının konusu değil). Newton’dan sonra da birçok evren modeli tasarlanmış ve günümüzde hâlâ 19
tasarlanmaya devam edilmektedir. Şu anda varlığını bile tartışmadığımız bir bilgi 500 yıl önce söylenmesi bile bir sapkınlık olarak görülüyordu. Buna rağmen düşüncelerini açıkça ifade eden bir grup insan sayesinde doğru bilgiye ulaşılmıştı. Aslında bu durum bize insan için düşünce özgürlüğünün önemini göstermektedir. Günümüzde Dünya’nın şekli hakkında tartışmasak da bilmediğimiz birçok şey bulunmaktadır. Bu da bize ilerde de yine aynı şekilde durumların oluşabileceğini göstermektedir. Bize düşen görev ise her türlü düşünceye saygılı olmasak da objektif bakmaya çalışmaktır. Kaynakça: Nicolaus Copernicus,” Göksel Kürelerin Devinimleri Üzerine” ön söz Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” 87. Baskı, Alfa yayınları syf. 11-27 Carl Sagan, “Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları” 24. Baskı , Altın Kitaplar syf.61 -96 Carolyn Collıns Petersan, “Evren 101” 7. Baskı, Say yayınları syf.162-173 Seda Özsoy, “Güneş Merkezli Evren Anlayışı: Kopernik, Kepler ve Galileo Neyi Değiştirdi?” PDF Yusuf KAYA 11/D Cemil Meriç Fen Lisesi 20
GÖÇMEN KUŞLAR 23 Ekim 2021 Cumartesi gerçekleştirilen e-Twinning ve Erasmus bağlantılı webinar İtalya, Yunanistan, Ürdün ve Türkiye’den öğrenci ve öğretmenlerin katılımıyla gerçekleştirildi. Bu webinarda göçmen kuşları tehdit eden faktörler ve küresel ısınma hakkında bilgi verildi. Webinardan bazı notlar: Dünyada 8500-10000 arasında kuş türü vardır. Türkiye’de ise 487 tür kuş bulunmaktadır. Ayrıca kuşlar dünyanın birçok yerinde ekolojik gösterge olarak da gösterilebilmektedir. Kuşlar; zararlı böceklerle mücadele, doğal tohum taşıma, leş ve atıkların temizlenmesi, omurgalı ve omurgasızların zararlı popülasyonlarının kontrolü, tozlaşma ve bitki tohumu taşıma gibi pek çok önemli olayı gerçekleştirebilmektedir. Kuş göçlerini 4 sınıfta incelemekteyiz. İlk olarak Mevsimsel Göçler yılın belli mevsimlerinde yapılan besin ihtiyacı ya da üreme dönemleri doğrultusunda ülke veya bölge içerisinde yapılan göçlerdir. İkinci göç türü olan Periyodik Göçler yazlama, kışlama veya üreme dönemlerini geçirmek için yapılan uzun mesafeli veya kıtalar arası göçlerdir.Bu göçü gerçekleştiren kuşlar göçmen kuş statüsünde yer almaktadır.Üçüncü göç türü olan Günlük Göçlerde günübirlik bir şekilde beslenme, avlanma, su ve diğer ihtiyaçların karşılanması amacıyla yaşam alanı içerisinde yaşanan göçlerdir.Son göç türü olan Zorunlu Göçler ise ekolojik ve klimatolojik şartlarda meydana gelen ani ve olumsuz koşullarda hayatta kalabilmek için yapılan göçlerdir.Bu kimi zaman orman yangını kimi zaman sel bazen de habitatın bozulması olabilmektedir. Göçmen kuşlar için doğal düşmanlar,iklim şartları,doğal afetler ve insanlar risk oluşturmaktadır.Doğal düşmanlardan bazıları akar türleri ve bitlerdir.Bu akar türlerinden bazıları genç kuşların kanını emerek kansızlığa hatta kuşun ölmesine sebebiyet vermektedir.İklim şartlarından biri olan kar da kuşu öldürmektedir.Doğal afetler ise kuşların yuvalarını,beslenmelerini,habitatlarını değiştirmelerine ve göçlerin bozulmasına veyahut doğrudan kuş ölümüne neden olabilmektedir.Ancak en büyük tehdit insanoğludur.Hava kirliliği kuşların sinir sistemlerini tahrip etmekte,büyük çaptaki petrol sızıntıları binlerce kuşu öldürmektedir.Kuşlara sanayi tesislerinin kirlilikleri zarar vermekle kalmamakta aynı zamanda sanayi tesislerinin göç yolları üzerinde bulunması onlar için büyük bir tehlike arz etmektedir.Kentleşme 21
kuşların habitatlarını değiştirmesine yol açmaktadır.Aynı zamanda birçok kuşun evcilleşmesine,insana bağımlı olmasına ya da ırk farklılaşmasına neden olmaktadır.Barajlar,HES’ler,termik santraller,yüksek gerilim hatları,rüzgar tribünleri de insan elinin bir sonucu olarak kuş yaşamını tehdit etmektedir. Tarımsal amaçlı çekilen dikenli teller, tarımsal ilaçlar ve sulak alanların kurutulması da kanatlı dostlarımıza zarar vermektedir. Avcılık faaliyetleri yaşamlarını hatta nesillerini olumsuz etkilemektedir.Her yıl tahminen: *980 milyon kuş binalara çarparak, *174 milyon kuş elektrik hatlarında, *340 milyon kuş karayollarında, *6,8 milyon kuş iletişim kulelerinde, *1 milyon kuş petrol ve gaz çukurlarında, *330.000 kuş ise rüzgar tribünlerinde ölmektedir. Toparlayacak olursak kuşlar ve doğa için insan tehdit oluşturmaktadır. Gelecek nesillere daha güzel bir gelecek bırakabilmek için hepimiz üzerimize düşenleri yapmalıyız. UNUTMAYALIM DÜNYA HEPİMİZİN! Bu toplantı da bizleri özveri ile bilgilendiren Bartın Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Nuri Kaan ÖZKAZANÇ Hocamiza şükranlarımızı sunuyoruz. Yağmur İpek İŞLEK 10/C Cemil Meriç Fen Lisesi 22
OKULUMUZDA EKIM AYI ETKINLIKLERI Öğrenciler laboratuvar kullanmadık diye yakınmayın!! 19 Ekim tarihinde öğrencilerin de bulunduğu laboratuvar alet sayımları sona erdi. Son düzenlemelerden sonra eski titizliğiyle okul laboratuvarları ders işlenecek hale gelecek. Okulumuzdaki tadilat nedeniyle bir süreliğine kullanım dışı olan laboratuar en kısa sürede kullanılması hedefleniyor. Bir süredir öğrencilerin yakındığı bu meseleyi fen öğretmenleri ve idare ele alarak süreci hızlandırdı. Akıllı tahta bulunan laboratuar ders işlerken araştırmaya ve uygulamalı bir şekilde pekiştirmeye el verişli bir şekilde dizayn edildi. 23
Bu Duyuru 10. Sınıflara!! Hülya Ayaz Can’ın başlattığı; Okul Mdr. Mustafa Karaarslan, Baha Çelik, Melih Kaygusuz, Eruğrul Eren Karlıdağ ve Mehmet Sait Yılmaz’ın desteklediği “Akran Öğretisi” adlı proje devam ediyor. Okulumuzun 11. Sınıf öğrencileri edindiği bilgilerle 10. Sınıftaki öğrencilere yardım ediyor. Bu proje alt dönem öğrenciler istediği zaman, istediği konuyu üst dönemdeki öğrenciler aracılığıyla öğrenebilme imkanı sunuyor. Henüz yeni yeni duyulmaya başlanan proje gereken ilgi ve talebi gördüğü müddetçe devamlılığını sürdüreceği düşünülüyor . Okulumuzun Öğrencileri Bir Gösteriyi Daha Ardında Bıraktı Mevlid-i Nebi haftası için düzenlenen gösteri, okulun adına yakışır bir şekilde 24
tamamlandı. 25
Milli Eğitim müdürünün ve okul müdürümüzün de konuşma yaptığı gösteride çeşitli slaytlar ve videoların izlenmesinin, şiirler ve kompozisyonların okunmasıyla gösteri tamamlandı. Öncelikle gösteriyi üstlenen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Hülya Yücel’e ve sonrasında emeği geçen her öğrencimize teşekkürlerimizi sunuyoruz. A. Baha ÇELİK/ 11-D Cemil Meriç Fen Lisesi 26
27
USTURLAB EĞİTİM - ÖĞRETİM VE BİLİM - SANAT DERGİSİ 28
Search
Read the Text Version
- 1 - 31
Pages: