Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore 2020_k2000_yansimalar_ogrenci_dergisi HAZİRAN son tek sayfa

2020_k2000_yansimalar_ogrenci_dergisi HAZİRAN son tek sayfa

Published by volkani, 2020-06-17 08:49:39

Description: 2020_k2000_yansimalar_ogrenci_dergisi HAZİRAN son tek sayfa

Search

Read the Text Version

Ancak aralarındaki ilişki böyle sürmektedir. Bu durum, toplumda yaşayan bu iki bireyin her ne olursa olsun plansız, tekdüze ve çevreyi umursamayan hayatlar yaşadığını gösterir. “Bu ana kadar herkesten ne gördüm ki... Bana en yakın olanlar dâhil olmak üzere, bu “herkes” dedikleri şey, beni üzmekten, hayatımı manasız bir hâle sokmaktan başka ne yaptı? Bu yaşıma kadar en iyi zamanlarım tam manasıyla yalnız kalabildiğim günler olmuştu.” (Ali 2019:118) Macide’nin etrafındaki kimseden beklediği iyilikleri bir türlü görmemesi, insanlardan hayırlı bir karşılık ala- maması hatta kendisine en yakın insanların bile Macide ile olduklarında mutluluk hissini paylaşmamaları kilit meseledir. Macide’nin sevgiye karşı duyduğu özlem vurgulanmış, insanlardan uzak iç tabiatına çekilerek ya- şayan Macide’nin daha mutlu ve huzurlu olduğuna değinilmiştir. Babasının ölümünden sonra travma yaşayan Macide, insanlardan beklediği sevgiyi ve şefkati biraz olsun göremediği için fazlasıyla yakınmaktadır. Eserin in- san hayatındaki sevginin önemine vurgu yapılan bu kısımda Macide’nin herhangi bir sevgiye karşı açlığı, içinde daima tuttuğu aile özlemini de açığa çıkarmıştır. Eserde anlatıldığı üzere bu tip olaylar modern toplumlardaki bireylerin hem özgüvenini kırıp kendilerini bir adım geriye atmalarına hem de hayatında fark edemeyecekleri bir sarsıntı yaşamalarına sebep olmaktadır. Yazar sosyal bir soruna da değinmiştir aslında bu kurgu içerisinde. “Değil… Değil… Fakat şu muhakkak ki bugün olduğum gibi de olmak istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp da bulmak mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… Bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtul- maya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız… Senin dünyaya hâkimiyet planların bile eminim ki onun mahsulü…” (Ali 2019:48) Eserin de adının geçtiği içimde “öyle bir şeytan var ki” ifadesi ile anlatılmak istenen şey evrendeki herkesin içinde bir şeytan olduğu ve bazı durumlarda bu şeytana karşı yenik düştüğüdür. Şeytan, yoldan çıkarıcıdır ve modern toplumlarda bireyler iç dünyalarına kapandıkları zaman kendi şeytanlarıyla da yüzleşirler. Bu sebep- ten “içimizdeki şeytan” kavramıyla da anlatılmak istenen, bazı durumlarda bireyin onun kölesi olarak kendi varlığını bir kenara bırakıp şeytana uymasıdır. Bu huzursuz ses, bireyi toplumdaki tüm olgularından uzaklaştırır ve bambaşka bir insana büründürür. Birey kendi kafası içinde sorgulamalar yaparak günden güne yozlaşır, yoz- laşmaya başladığı zaman ise kendini gerek psikolojik gerek fiziksel anlamda toplumdan soyutlar ve ona göre yaşamaya başlar. Yazar, “şeytan” imgesi ile insanın içinde taşıdığı hinlik yahut kötülüklere bir atıfta bulunmuş ve toplumsal sorunlara yol açan bireysel tutumları eleştirmiştir. Eser boyu her karakterin içinde bir şeytan var- dır ve bunlar çeşitli durumlarda ortaya çıkmaktadır. “İçimizdeki Şeytan”daki bu unsurlar da modern bireyin dış tabiattan kaçıp iç tabiatına saklanması adına eserde önemli bir tema oluşturmuştur. YOZLAŞMA Yozlaşma; bir düşünceyi sorgulamadan kabul ederek başkalarının hayatını yaşmak, günden güne değişerek kendi kalıbından çıkıp başka birinin kalıbına bürünmek, başkalarının düşünceleri doğrultusunda yaşamaktır. “İçimizdeki Şeytan” adlı eserde de bu durum açık bir şekilde görülmektedir. Eserde geçen diyaloglar ve iç mo- nologlarda, yozlaşma teması okuyucuya aktarılır. “İçimizdeki Şeytan”da yozlaşma teması, kişilerin başından geçen olayların ve hislerinin yapmacıklığı ile verilir. Bu yozlaşma türü aslında insanın kendi değerlerinden so- yutlanmasıdır. Eserdeki yozlaşma teması, Emin Kamil karakterinde açık bir şekilde görülür, diğer karakterlerde de yansıması bulunmaktadır. “İş güç sahibi olmayan bir mirasyedi idi. Başka işi olmadığı için Budizm’e merak sarmış, saçlarını kökünden kestirip çiftlikte yalınayak dolaşarak At imana ya ulaşmak istemiş, sonra vazgeçerek Çinli Laose’nin hayranı olmuştu. Elinde Çin felsefesine dair Fransızca kitaplarla dolaşıyor, hayatı ve insanları buna göre izah etmeye çalışıyordu. Zeki ve duygulu tarafı olduğu halde arkadaşları arasında pek ciddiye alın- 50 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

mamasından müteessirdi ve bunun acısını etrafını mağrur bir istihfaf ile süzerek çıkarmaya çalışıyordu.” (Ali 2019:49) Emin Kâmil’in göze çarpan özelliklerinden en temeli, özentiliktir. Yozlaşmaya dair diğer örnekler de eser boyu kendi içinde ve toplumla yaşadığı sorunlarla dejenere olan karakterler, Nihat ve Ömer ile de görülebilir. “İş güç sahibi olmayan biri” ifadesi, hayatta pek amacı olmayan birey demektir. Yapılan atıfta ise Emin Kâmil’in özenti olduğu fakat aynı zamanda özenti olmasının yanı sıra bu durumu benimsediği ve kendi hayatına uyarlamaya çalıştığıdır. Bir amaçsızlık söz konusudur ve hayattaki konumu üzerinden bakıldığı zaman da bunun bir yozlaş- ma olduğu görülür. “İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebebi olması lazımdı. Lakin tembelliğe alışmış olan kafası bunu bulamıyor, bulmak için uğraşmaya üşeniyor, yanlış ve bayağı olduğunu sezdiği şeyleri de Kabul edemediği için selameti firarda buluyordu… Her şeyden her derin düşünceden her üzüntülü nefis muhasebesinden kaçmayı itiyat edinmişti. Düşünce adamı olmaktan çıkmış, muhayyile, daha doğrusu kuruntu adamı olmuştu.” (Ali 2019:210) Eser boyunca çoğu şeyin farkında olan ama bunu yansıtamayan başkarakter Ömer, zaman zaman yakındığı şeyleri gerek iç monolog gerekse de içinde bulunduğu diyaloglarda ortaya koymuştur. Artık belirgin olmaya başlayan tembellik belirtileri karakterin yapmak istediği aynı zamanda yapmak isteyeceği şeylerden onu alı- koymaktadır. Hayatına renk ve anlam katamayan karakter gittikçe varlığının değersizleştiğini görmektedir. Yozlaşma teması ile bir diğer tema olan tabiat teması da anlam kazanmaktadır. “İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz(lik) var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var. Hiçbir şeyi üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışamayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kay- bettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz. (Ali 2019:281) Tembellik, Ömer’in yaptıklarından ve yapacaklarından vazgeçmesine neden olmakla kalmayıp insanlar arası ikili ilişkilerde kopuk- luk ve sıkıntı yaşanmasına sebep olabilir. Bu yozlaşma hali, modern toplumda yaşayan bireyi felakete sürükler. Eserdeki bu tembellik vurgusu, Ömer karakteri üzerinden iğneleyici bir şekilde anlatılmıştır. “İçimizdeki Şey- tan”da bu tür söylemler Emin Kamil ve Ömer üzerinden çokça verilmiştir. Emin Kamil, kendisinin hayatını başka insanlar üzerinden kurgulayarak yaşamak istemiştir hatta bu yüzden de arkadaşları tarafından görmezden gelinmiş, kendinden ödün verdiğini açıkça belirtmiştir ve toplumsal düzen içerisinde başarısız olmuştur çünkü yozlaşmıştır. Toplumsal değerler içerisinde özentiliğin bir yeri yoktur, bu bireyin kendini bulamaması ve toplum içerisinde ölümüdür. Kendinden ödün veren insan özgür değildir. Bu sebeple de kimliğini bulamamış birey ya yozlaşmıştır ya da yozlaşarak toplumdan silinip gitmiştir. Bireyin tembelliği ve hayattan kopmuşluğu çok daha öte seviyelere varmaktadır. “Hayat beni sıkıyor...” dedi. Her şey beni sıkıyor. Mektep, profesörler, dersler, arkadaşlar... Hepsi beni sıkıyor... Hem de kusturacak kadar...” (Ali 2019:10) İradesizlik ve bilgisizlik, bir başka yozlaşma vurgusu olarak okuyucuya sunulmuştur. Karakter, hayattan kopukluğunu cehalete erdirecek kadar fazla yozlaşmıştır. Bu yozlaşma hali sürmekte, modern top- lumdaki bireyin yerini tamamen tüketmektedir. Tıpkı özentilik gibi bireyin sahip olduğu duyguları, düşünceleri ve hareketleri kaybetmesine neden olan cehalete eğilimi; yine bireyin toplum içerisindeki başarısızlığı ile son bulur. Yazar, bireyin zevk alamadığı hayatı yaşarken kendinden bir şey olmayacağını anlayıp başka insanların hayallerini benimsemesi ve kendini bir karanlığa itmesiyle birey-toplum çatışmasını göstermiştir. Bu sebep- lerden “İçimizdeki Şeytan”, barındırdığı yozlaşma teması bireyin toplumsal yaşamdaki yerini sorgulatmakta- dır. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 51

YABANCILAŞMA Genel adıyla yabancılaşma; bireyin kendine karşı ya da bireyler arasında gerçekleşen ve topluma karşı yönleri de bulunan olumsuz bir olaydır. Yabancılaşma, yozlaşma ile benzer özellikler taşısa da “İçimizdeki Şeytan” adlı eserde bu kavram özellikle ana karakter üzerinden verilmiştir. Ömer sadece etrafındaki insanlara ve sevdiği kadına değil, kendine karşı da gelmiş ve bu onu bir yabancı haline getirmiştir. “Bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek iste- miyorum. Bu nefret falan değil...(...) Sadece bir yalnızlık ihtiyacı... Öyle günlerin oluyor ki etrafımda küçük bir hareket en hafif bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendimi doyurduğumu hissediyorum. Kafam- da, hiçbir şeyde deşilmesi mümkün olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen fikirler birbirini kovalıyor… Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini.” (Ali 2019:94)^ Ömer’in ruh hliyle görüldüğü üzere birey, var olmak için topluma ihtiyaç duymaktadır. Eserde yabancılaşma temasının işlenişi, diğer karakterlere nazaran Ömer üzerine yoğunlaşmış ve diğerlerinden farklı biçimde ve- rilmiştir. Şöyledir ki Ömer, eserin başlarında olduğu gibi umutsuz, tembel ve hayattan bir şey beklemeyen bir birey olup eski insanlar arası iletişim ve toplum arası ilişkilerin daha iyi olduğunu savunmaktadır. Yabancılaşan Ömer, yozlaştıkça iç dünyasına çekilmiştir. Ömer’in eserin başından beri toplumla barışamama durumu devam etmektedir ancak karakter birlikte yakınlaşabileceği birini bulmak ister, bu doğrultuda yaşamak amacı olmuş- tur. Her ne kadar insanoğluna karşı umudunu yitirmiş olsa da içinde taşıdığı hisler, Macide’nin sevmek ve se- vilmek duygularına karşı duyduğu özlem ile birebirdir. Bu iki karakter de topluma karşı barışık ve aynı şekilde bir düşünce yapısı barındırmasalar da içten içe toplumda ve insanoğlundan alamadığı bu sevgiyi karşılayacak birilerini aramaktadırlar. Zıtlaştıkları toplumla çelişkiye düşmektedirler. Eserin başındaki ilk görüşte aşk mevzusu bu açıdan önem taşır. Ömer, duyduğu sevgi açlığını Macide’nin ka- patacağına inanır. Bu yargı göz önünde bulundurulursa ilk görüşte aşk olayının da neden sonuç ilişkisi içinde değerlendirilebileceği ve karakterlerin yabancılaşmasındaki etkisi görülebilir. Ömer’in kendine ait hissedeceği kişiyi bulduğunu sanması ve aidiyet duygusunu bir anda belirtmesi ve Macide’yi hemen benimsemesi bir tesa- düf izlenimi vermektedir. Bu bakımdan da Ömer için aşk, toplumsal bir ihtiyaç gibi durmaktadır. Diğer bir yan- dan ise Ömer’in sonrasında Macide’yi bırakması ve daha çok içine kapanması bu çelişkisini de göstermektedir. Ömer’in başta söylediği ve yaptığı şeyler, eserin sonlarına doğru yaptığı şeyleri desteklememektedir. İnsanoğ- luna güvensizlik söylemleriyle görünen Ömer, eylemleri ile bu içine düştüğü çelişkili yapıyı güçlendirmektedir. Karakterin başta sevdiği kız için her şeyi yapacağını söylemesi ve kalbinin ona çok kötü vurulduğunu anlatması söyleminin içi boş olduğu eserin ilerleyen kısımlarında görülmektedir. Topluma yabancılaşan bu karakter, sev- diği kişiye de doğal olarak yabancılaşmış ve onu aldatmıştır. “Bu dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olur- dun ve şimdi buraya kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kâinatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor ve seni düşünüyordum.” (Ali 2019:205) Macide içinde bulunduğu duruma isyan etmekte ve sa- dece Ömer’i hayal edip mutlu olacağını belirtmektedir. Karakter, babasının vefatı sonrası kendi içine kapanmış ve tıpkı Ömer gibi, toplum ona herhangi bir şey yapmadan kendini toplumdan soyutlamıştır. İki karakter de yabancıdır ancak bir aradadırlar ve Ömer’in yaptıklarından sonra Macide’nin topluma olan inancı da fazlasıyla tükenmiştir. Ömer ise vurdumduymaz tavrını sürdürmekte, Macide’nin kötülük kavramını onda bulmasını bile umursamamaktadır. 52 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

Ömer ile Macide’nin birlikte yaşadıkları şeyler, onları daha çok yabancılaşmaya itmiştir. İlk başta ikisi de top- lumu suçlasalar da Ömer’in yaptıkları, Macide’yi suçlamaları yönünden haklı kılmıştır ancak Ömer tamamen haksızdır. Tıpkı eleştirdiği toplum gibi davranmış ve Macide’yi üzmüştür. Eserdeki diğer karakterler de bu iki karakter gibidir, toplumla tam manasıyla ilişki kuramamış ve başarısız olmuşlardır. Yabancılaşma bütün karak- terlerin ortak noktasıdır çünkü hiçbiri toplumla başarılı bir uyum yakalayamamış ve günden güne iç dünya- larına kapanarak herkesten uzaklaşmışlardır. “İçimizdeki Şeytan”ın en bütüncül teması olarak yabancılaşma eser boyu kendini göstermiş, özellikle de Ömer karakteri ile modern topluma uyum sağlayamayan ve sürekli toplumdan kaçan bireyi ortaya koymasıyla da birey-toplum çatışmasına farklı yönleriyle sunmuştur. SONUÇ Bir aşk hikâyesi olarak başlayan ancak sonrasında çok daha farklı boyutlara geçen “İçimizdeki Şeytan”da çevresine uyum sağlayamamış Ömer isimli karakter ile Sabahattin Ali, modern topluma uyum sağlayamamış bireyin portresini çizer. Eserde âşık olan ancak aşkına sadık olmayıp farklı yönlere giden karakter, eser boyu anlatılacak diğer karakterler gibi toplum sınırları içerisinde kolektif değil de bireysel olarak topluma düşman bir şekilde var olmaya çabalar ve başarısız olsa da bu çabasını sürdürmekten, başka bir amaç edinmekten çekinmez. Modern toplumlarda bireyin toplumun bir parçası olması esastır. Gerek duygu gerek düşünce olarak ortak bir toplumsal amaç güdülmesi beklenirken geren ana karakterler gerekse yan karakterler bunu başaramamış, kendi iç dünyalarında yaşamaya çekilmişlerdir. Bu durum eser boyu bireyler arasında ve bireylerin topluma karşı çatışmasını körüklemiş, ardından bireylerin kendi iç dünyasında yaşadıkları sorunlara çözüm üretememe- leriyle devam etmişlerdir. KAYNAKÇA Ali, S. (2019). İçimizdeki Şeytan. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık. Güneş, Z. (2000-2001) Sabahattin Ali’nin Romanlarında Aydınlar. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Erişim adresi https://earsiv.anadolu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11421/529/153757. pdf?sequence=1&isAllowed=y Baki Burak TUTAR Kültür2000 Anadolu Lisesi 12 IB KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 53

FIRTINA Bir fırtına var orada yalnızlığın tam ortasında Yavaş yavaş ona ilerliyorum tam vicdanına Sarılardan mavilerden uzaklaşıyorum Sevdiğim gül kokusundan mayhoşumsu tatlardan Gittikçe yalnızlaşıyorum Ağaçlar bir buhran içinde Bulutlar bir çile Toprak kaysa bile Gittikçe yalnızlaşıyorum Arkama dönüp baktığımda Karanlık görüyorum Önüme bir yol seriyorum tıpkı bir kaşmer Ateş gibi beni yakar bu çember Gittikçe yalnızlaşıyorum Kendimi bir toz gibi atıyorum kenara Sokak lambaları yavaşça sönüyor Kalbimdeki bu yara Gittikçe yalnızlaşıyor Güzden KUTOĞLU Kültür2000 Anadolu Lisesi 10 IB 54 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

KIRIK AYNA Issız sokaklardan birindeyim Bütün sokaklar öyle hâlbuki Meyhanelerden birine girdim Kaybolmuştum... Bütün masalarda tek bardak var Her dört sandalyeden biri dolu Dışardan bakınca sanki masa işgali Ama yoktu yanlarında kimseleri Issız olan sokaklar değildi İnsanlardı... Herkes bir bütünün parçasıydı Ama birleşmiyordu parçalar Kimse gelmiyordu yan yana Kırılmışlardı... İnsanlar birbirlerine yansıyor Ayna misali Belki de şehrin kara büyüsü budur Ayna kırmıştır birileri Uğursuzdur... Hesap isteme vakti geldi Aldım ceketimi çıktım dışarı Sokaklar sanki daha sessizdi Ama ne fark ederdi benim için Zaten çoktan alışmışım sessizliğe Umursamıyorum... Kaldırım taşlarının yarısı kırık Dikkat etmiyorum düşer miyim diye Çünkü yerin en dibindeyim Korkmuyorum... Kutay SELAMET Kültür2000 Fen Lisesi 10 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 55

ŞİİR İNCELEMESİ Orhan Veli Kanık’ın “Açsam Rüzgâra’’ adlı eserinde anlatılmak istenilen, hayatından bir miktar sıkılmışlık ve bunalmışlıkla birlikte şairin geleceğe dair kurduğu hayalleri ve gerçekleştirmek istediği umutlarıdır. Bu hayallerine başlarken engin denizlere bir rüzgâr sayesinde açıldığını farz ederek bahsettiği sıkılmışlıktan kurtulmak ve özgürlüğe ulaşmak amaçlanmıştır. Şiirin başlığına baktığımızda “Açşam Rüzgâra’’ derken tekrardan yapmak istediği bir şeyden bahsetmiş- tir. Şiirin ilk dizesi olan “Ne hoş ey güzel Tanrım ne hoş’’ derken şiirin devamında aslında geleceğe dair kurduğu hayallerin güzel ve hoş olduğu anlatılmıştır ve “Düşünceler gibi başıboş” dizesinden ise yazarın hayalperest bir kişiliğe sahip olduğu, düşüncelerinin ise sınırı olmadığı anlaşılmaktadır. İkinci kıtanın, ikinci dizesinde geçen deniz sözcüğü iki kere kullanılarak o cümleye  fazlalık anlamı kat- mıştır, böylece anlamı güçlendirmiştir. Kelime iki kere kullanıldığında deniz derken herhangi bir denizden daha sonra başka bir denize yolculuk yapıp daha fazla seyahat etmek istediğini belirtmiştir. Kendisini özgür bırakmak ve yalnız kalmak istediğini de bu dörtlükten çıkartabiliriz. Üçüncü dörtlükte kendine bir liman belirleyerek betimleme daha da net yapılmıştır. Mercan adalarda bir liman diyerek açılmak istediği bölgeyi sınırlandırarak daha kapsamlı anlaşılmasını sağlamıştır. Son dizede bahsedilen “Gelse altın ışıklı bir yaz” okuyucuya anlatıcının yaza olan özlemini anlatmayı hedeflemiştir. Dördüncü dörtlükte iğdelerin baygın kokusunun içini doldurmasını istediği söylenmiştir ve bu anlatıcının üçüncü dörtlükteki kapsamlı betimlemesini pekiştirmiştir. Böylece gitmek istediği yer hakkında okuyu- cunun daha ayrıntılı bilgi almasını sağlamıştır. Şairin dördüncü dörtlüğün son iki dizesinde yapmış olduğu duygu değişimi sayesinde okuyucunun dikkatini kendi iç dünyasına çekmeyi amaçlamıştır. “Bilmese ta- dını kederin bu her âlemden uzak ada” derken daha önceden anlatıcının yaşadığı hüzne dikkat çekilmiş ve onun bu adaya gitmek istemesindeki sebep üstü kapalı bir şekilde okuyucuya aktarılmıştır. Bütün dertlerinden, sıkıntılarından uzaklaşıp kimsenin olmadığı bir yerde yaşamak istediği de bu dizelerden anlaşılmaktadır. 56 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

Beşinci dörtlükte “rüya dolu köşküm” kalıbıyla anlatıcının gideceği yere fazlasıyla hayal doldurduğunu ve olanların rüya gibi olduğu belirtilmiştir. Gitmek istediği yerde fazlasıyla hasret kaldığı huzuru bulmak is- tediğini ve günlerinin rüya gibi geçmesini istediği anlatılmaktadır. Aynı dörtlüğün devamında nar bahçe- lerinden bahsedilmiş ve anlatıcının gitmek istediği yeri okuyucunun gözünde canlandırmaya çalışılmıştır. Şiirin tamamında kullanılan betimleme sanatı burda da kullanılmıştır. Bu betimleme sanatı ile anlatıcının içindeki özgürlük duygusu yansıtılmaya çalışılmıştır. Şiirin öncesindeki kıtalarda da yer aldığı gibi anlatı- cının asıl isteği bulunduğu ortamda bulamadığı huzuru ve özgürlüğü gideceği yerde bulmayı hedeflemiş ve her dizede bunun hayalini kurmuştur. Altıncı dörtlükte tekrardan gideceği yerden her gün gemilerin geçişini görmek istediğini ve aynı zamanda etrafta adaların olacağını ve her akşam bu adalara bakacağı belirtilmiştir. Adalardan bahsederken “mer- mer adaları” diyerek benzetmeye başvurulmuştur. Bir sonraki dörtlükte “Ne hoş ey güzel tanrım ne hoş” satırıyla okuyucu ilk dörtlüğe döndürülmüş ve tek- rarlayarak bu noktaya dikkat çekilmiştir. Bu kıtada yine özgürlüğün nasıl güzel bir duygu olduğuna vurgu yapılmış ve tekrardan denize açılmanın ne kadar güzel olduğu belirtilmiştir. “Düşünceler gibi başıboş” denilerek düşüncelerin özgür olmasına bir kez daha değinilmiştir. Son dörtlükte özgürlük duygusunu ilk dizelerde belirtip son iki dizede ise başlarda da üstü kapalı bahse- dilen, onu üzen kişi veya olaya değinilmiştir. “Kansam bir an güzelliğine” dizesinde eski sevdiğine gön- derme yapılmıştır ve devamında “Kuşlar gibi serseri ömrüm” derken de eskiden yapılan hataya tekrar kanabileceği belirtilmiştir. Şiirde bütün dizelerin sonunun yarım bırakılması da şiire farklı bir hava ve duygu katmaktadır. Böylelikle okuyucuya daha fazla duygu aktarımı yapılmıştır. Ayrıca okuyucuların algılarını harekete geçirecek be- timlemeler yapılmıştır. Bunlara örnek verecek olursak; birinci kıtadaki “Mavilerde sefer etmek’’ derken görme duyusu, dördüncü kıtadaki “Baygın kokusu iğdelerin’’ derken koklama duyusu kullanılmıştır. Şiir dörtlükler halinde, 8 dörtlük olarak yazılmıştır. Kafiye düzeni vardır ve “abba” şeklinde yazılmıştır. 9’lu hece ölçüsü kullanılmıştır. Orhan Veli Kanık’ın “Açsam Rüzgâra” adlı şiirinde anlatıcının aradığı huzur ve özgürlük duyguları gözler önüne serilmektedir. Bu arayışın sebebi de hayatından sıkılıp bunalması ve kurduğu hayallerin peşinden gidememesinden kaynaklanıyor. Aradığı huzuru ve özgürlüğü hayalinde kurduğu adaya giderek bulmayı amaçlamıştır. Selen DİRİ Kültür2000 Anadolu Lisesi 11 IB KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 57

ÖYKÜ ARES Hava yağmurluydu, saat ise yaklaşık 9’du ve dolayısıyla her yer karanlıktı. Sokakta tek başıma yürüyordum ve peşimden gelen bir köpeği fark ettim. Hayvanları sevdiğim için bu durum beni korkutmadı, aksine köpeği uzaktan da olsa sevmeye çalıştım. Üstünde bir tasma vardı ve ismi yazıyordu: Ares. Ares cins bir köpekti ve tasması boynundaydı, demek ki sahibi vardı. Sahibi sokağa atsa tasmasını da çıkarırdı diye düşündüm. Bu köpek ya kaçmıştı ya da kaybolmuştu. Biraz yürüdükten sonra Ares’in hâlâ beni takip ettiğini gördüm. Hava çok soğuktu, bu yüzden bir yandan köpek maması bulabileceğim bir market arıyor bir yandan da sahibi gelirse diye etrafa bakınıyordum. Biraz ileride bir market olduğunu gördüm ve oraya doğru yürüdüm. Markette çalışan kişi belki Ares’i önceden görmüştür diye ona sordum, sonuçta aynı mahalledeydiler fakat bana bu köpeği ilk defa gördüğünü söyledi ve devam etti: “İstersen buraya bir ilan asabiliriz, belki tanıyan çıkar ve zavallıcağız sahibine kavuşur.” Mantıklı gelmişti fakat şimdi ne yapacaktım? Sahibi bulunana kadar bende mi kalmalıydı? Hiç anlamazdım ki evcil hayvan beslemekten. Şanslıydım ki evimin bahçesinde eski ev sahiplerinden kalan bir kulübe vardı. En azından geceyi orada geçirsin diye düşündüm ve birlikte eve doğru yürümeye başladık. Sabah olunca Ares’e bakma ihtiyacı hissettim, bu gün biraz uzun bir gün olacaktı. Ares’i bulduğumu ve sahi- bini aradığımı ilanla duyurmam gerekiyordu. Ares’i kulübede göremedim ve ismini çağırdım fakat yine de bir ses soluk yoktu. Telaşla evden çıktım ve Ares’i aramaya başladım. Birkaç dakika sonra onu gördüm, sokağın başında başka bir köpekle oynuyordu. Derin bir oh çektikten sonra onu eve götürdüm ve ilanda yer alması için birkaç fotoğrafını çektim. Bir matbaaya gittim ve ilanları hazırlamaya başladık; oradaki görevli Ares’i çok beğendiğini, eğer istersem onu para karşılığında alabileceğini söyledi. Bu teklif karşısında açıkçası biraz sinirlendim çünkü iyi niyetimin suistimal edildiğini düşündüm. Bir canlıya para ile değer biçilmesine karşı olmam bir yana şu an amacımın tamamen yanlış anlaşılması, kendimi kötü hissetmeme sebep oldu. Başka bir matbaaya gittim ve ilan işini hallettim. İlanları tüm semte dağıttıktan sonra bir sürü telefon aldım. Herkes Ares’i çok beğendiklerini ve satın almak istediklerini söyledi fakat aralarından bir telefon Ares’in gerçek sahibinden gelmişti. Teyit etmek için Ares’i bırakırken eski fotoğraflarını göstermelerini istedim ve Ares sonunda ailesine kavuştu. Ares’in tasmasından kaçtığını ve bu yüzden kaybolduğunu belirttiler, inandım. Her ne kadar Ares için sevinsem de bunca insanın para karşılığında bir canlı almak istemeleri bana garip geldi. Bunun kölelikten farkı neydi? Parayla insan alıp kendi evimizde beslemiyorsak aynı şey bir hayvan için de geçerli olmalıydı. O gün bu durum için bir şey yapmam gerektiğini fark ettim. Hayvan haklarıyla ilgili bir derneğe katıldım ve şehir şehir gezip bu dernek yardımıyla çoğu pet shop’u kapattık, barınak- ları daha uygun koşullu yerler haline getirmek için uğraştık. Şimdi ülke çapında hayvan satışı yüzde yirmi oranında azaldı. Teşekkürler Ares, senin sayende oldu bunlar. Bade ÖZEN Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 A 58 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

SU VE YAŞAM Issız çölde günün ağarmasıyla ufuktan gelen bir topluluk görüldü. Kimileri sırtında çocukları, kimileri ise sırtında eşyalarıyla ağır ağır ilerliyorlardı. Her hâllerinden belliydi perişan oldukları. Günlerdir, belki de aylardır durmak bilmeden yürüyorlardı. Son su kaynağını günler önce geride bırakmışlardı ve dayanacak güçleri kalmamıştı. Kimse, olayların bu şekilde sonuçlanacağını düşünmemişti. Her şey yazın gelmesi ile başlamıştı. Sitis mede- niyeti bilimin ve sanatın doruklarındaydı. Çevre medeniyetlerin en gelişmişi onlardı, ticaretin merkeziydiler. Ancak bu üstün yaşam tarzı gerek saraylıları gerekse de halkı kibre ve umursamazlığa götürdü. Haber yayıldığı ilk zamanlar şehirde bir panik ortamı oluşmuştu, su kaynakları tükeniyordu artık. Ama bu telaş kısa süreliydi. Günler sonra haberi hatırlayan bile kalmamıştı. Herkes görkemli hayatına devam ediyor; şölen- ler, eğlenceler düzenliyordu. Su, bu eğlencelerde süs olarak kullanılıyor, boş yere akıtılıyor ve harcanıyordu. Haftalar böyle geldi böyle geçti… Şehrin önde gelen âlimleri tekrar uyarılara başladı. Bu sefer durum ciddi idi. Âlimler ne yaptılarsa seslerini duyuramadılar. Daha önce de bu uyarıyı yaptıkları ancak sonucunda kuraklık yaşanmadığı için suçlandılar, kargaşa yaratmaya çalıştıkları söylenerek cezalandırıldılar, sürgün edildiler. Ne kadar inkâr edilse de kuraklık kaçınılmazdı bu topraklar için. Yazın ilerleyen zamanlarında suyun şiddeti azaldı. Bu sebeple su kanalları daraltıldı, çeşmeler sonuna kadar açıldı, birçok çözüm sunuldu ancak tasarruf yapma fikri kimsenin uzlaştığı bir fikir olmadı. Sanki medeniyet, suya meydan okur gibiydi. Suya merhamet etmek yerine, suyu kendilerine itaat etmeye zorluyorlardı. Fakat doğa kimseye boyun eğmezdi ve onlar da bunu zor yoldan öğreneceklerdi. Bir gün sular aniden kesildi. En iyi âlimler bile ne yaptılarsa suyu geri getiremediler. Şehri panik ve korku kapla- dı. Depolar hızlıca tükendi, tarım ve üretim durdu. Halk, sarayın kapısına dayandı. Ancak sarayın elinden bir şey gelmedi. Tek çare komşu medeniyetlerin suyuna saldırmaktı. Böylece kimsenin hayal bile edemeyeceği kadar büyük bir savaş başladı. Hazırlıklar yapıldı, ittifaklar kuruldu, kılıçlar çekildi. Aylar hatta yıllar boyunca kılıç ses- leri meydanlardaydı. Milyonlarca insan şehit düştü, bir zamanlar suyun aktığı yerde kan akmaya başladı. Kim ölürse ölsün bir kazanan olmadı sonunda. Bu katliamdan kendini kurtarmayı başarabilenler de yollara düştü. İşte o zamandan beri yürüyorlardı ve hayatlarını tekrar kurabilecekleri bir yer arıyorlardı. Ancak yeterli seviyede bir su kaynağı bulmak, düşündüklerinden çok daha zor olacaktı. Havalar gittikçe ısınıyordu ve aralarından iki kişiyi hastalıktan kaybetmişlerdi bile. Böyle zorlu şartlar altında zamanla insanlar birbirine düşmeye, ayrılıklar ortaya çıkmaya başladı. En büyük tartışma ise yol ikiye ayrıldığında ortaya çıktı. Bazılarına göre yolun sonunun çöl olduğunu bile bile yürümektense bir risk almalı ve dağı aşmalıydılar. Bazıları ise tabiata meydan okurca- sına mal varlıklarının sudan daha önemli ve yararlı olacağını savunuyor ve rotadan şaşılmaması gerektiğini söylüyordu. Her ne kadar çabalandıysa da ortak bir çözüm bulunamadı. Geriye kalan seçenekler ise belliydi; isteyenler çöl yolunu, isteyenler dağ yolunu kullanacaktı. Böylece o akşam yolları ayrılan gruplar vedalaştılar ve bir daha görüşmemek üzere rotalarını çizdiler. Bilmiyorlardı ama acı gerçek yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Çöl, onu tercih edenleri ve tüm mal varlıklarını kendisine kurban seçecekti. Dağda haftalar geçti, yolda zayıf düşenler, kendilerini feda edenler oldu. Ama hiçbir zaman pes etmediler. Artık ellerinde kalan tek şey umutlarıydı. Yağmur damlası ya da çatlaktan sızan su olsun el- lerine suya dair ne geçerse sonuna kadar kullandılar ve yollarına devam ettiler. Bir gün suyun sesi gerçekten duyuldu. Ağaçların arasında mavilik görüldü, çekilen acılar bir kez daha su ile sona erdi. Suyu kendine merkez alan ve hatalarından ders almış yeni bir medeniyet kuruldu. Yaşananlar, nesiller boyunca anlatıldı; suyun önemi ve bahşettik- leri bir daha unutulmamak üzere öğrenildi. Her zaman olduğu gibi su, yeni bir yaşamın daha başlangıcı oldu. Buse BEK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 59

ÖYKÜ SU ADALETİ Polis olmaya karar verdiğimde on iki yaşımdaydım. Bir nedeni yoktu, sadece dikkatimi çekmişti. Zaten çocuklu- ğumdan beri şiddetle iç içeydim. Annem ve babamdan pek sevgi görmemiştim. Okulu bitirdikten sonra da çok yanlarında kalmadım. Beni bir yük olarak görüyorlardı ve bu yük, kendi işini kendisi halledebilirdi. Gerçekten de polis oldum ve hayatım çok monoton bir hâle büründü. Ta ki onunla tanışana dek. Kahvemi içerken aynı zamanda aceleyle makyajımı yapıyordum. Eğer biraz daha geç kalırsam beni gerçekten kovacaklardı. Koşar adımlarla kapıya doğru ilerlerken köpeğim Maya’nın havlamasını işittim. “Görüşürüz kı- zım.” diye Maya’yı selamladıktan sonra koşar adımlarla işin yolunu tuttum. Yavaş adımlarla içeri girdim ve masama doğru ilerlemeye başladım. Tam yerime oturmuştum ki Mahir Bey’in bana attığı bakışlardan hoş karşılanmadığımı anladım. Mahir Bey yanıma gelip masama yaslandı. “Defne, bu ay beşinci geç kalışın.” dedi usulca. Bense onun tam aksine nefes nefese cevap verdim. “Çok üzgünüm amirim, bir daha olmayacak.” İşimi kaybedemezdim. İşime bayıldığımdan falan değil ama Maya’yı da sayarsak evde iki karnı doyuruyordum. “Bak ne diyeceğim, az önce bir telefon aldım ve bir kadın falcıyım diye ortalıkta gezinip insanları rahatsız ediyormuş. Git ve bana o kadını getir.” dedi. Tam itiraz edecektim ki yine konuşmaya başladı. “İşinden olmak istemiyorsan itiraz istemiyorum.” Yavaşça başımı salladım ve asansöre doğru ilerledim. Olayın yaşandığı yere geldiğimde bahsedilen kadını gördüm. Fark edilemeyecek gibi de değildi zaten. Vücudu Hint kınası ile kaplıydı ve ortalıkta geziniyordu. Yavaşça kadına yaklaştım ve “Merhabalar hanımefendi, çok üz- günüm ama hakkınızda şikâyet varmış, bizimle gelmeniz gerekiyor.” dedim. Kadın tek kelime etmedi. Sadece başını salladı ve arkamdan gelmeye başladı. Bilgisayarımın kapağını kapattım ve arkama yaslandım. Mahir Bey yine tatmin olmayan yüz ifadesi ile bana doğru bakıyordu. “Kadın.” dedi yavaşça, “Ne olmuş kadına?” diye sordum. “Sadece seninle konuşmayı kabul ediyor. Bize tek kelime bile etmedi. Bir kâğıda senin adını yazdı.” dedi Mahir Bey. Bu garipti çünkü kadınla bir konuşmamız olmamıştı ve ismimi bilmesi normal değildi. Hızla başımı salladım ve kadının bulunduğu odaya geçtim. Diğer polislere baktım ve “Siz gidebilirsiniz, ben hallederim.” dedim. Diğer polisler çıkınca kadına doğru ilerledim ve konuşmaya başladım, “Size yardımcı olmak istiyorum ama size yardımcı olabilmem için benimle konuşmalısınız.” Tek kelime bile etmedi. Konuşmaya devam ettim. “Bakın, sadece bir daha insanları rahatsız etmeyeceğinize dair bir kâğıt imzalatacağız ve sonra istediğiniz yere gidebilirsiniz.” Kadın bana baktı ve yavaşça konuşmaya başladı. “Pişman olacaksınız.” Anlamıyordum. “Pişman olacak ne yaptım bilmiyorum.” Kadın sorumu duyduktan sonra gülümsedi, rahatsız edici bir gülümsemeydi bu. Tek bir kelime etmeden oda- dan çıktı. Peşinden gidemedim, odada öylece kaldım. Eve geldiğimde gerçekten yorucu bir gün geçirmiştim ve tek isteğim duşa girmekti. Suyu açtım ve küvet do- larken aynadan kendime bakmaya başladım. Yüzüm solgundu, gözlerim şişti, gözlerimin altındaki morluklar bir ölüye çevirmişti beni. Ayağımda hissettiğim ıslaklıkla yere baktım, su taşmıştı. Bu beni çok şaşırtmıyordu, birçok kez yaşadığım bir olaydı. Kız kardeşim görse bana çok kızardı “Suyu boşa harcıyorsun.” der ve başımın etini yerdi. Bense bir iki damla suyun boşa akması ile dünyanın sona ermeyeceğini bilecek kadar gerçekçi biriydim. Yeri sildim ve duşa girdim. Maya’ya mamasını verdikten sonra biraz dizi izledim ve yatağıma yattım. Gerçekten aşırı yorulmuştum. Yatağa girdim ve çok uzakta olmayan uykunun beni bulmasını umarak gözlerimi kapadım. 60 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

Gözlerimi açtığımda hâlâ karanlık olması beni çok şaşırttı çünkü uykuya çok düşkün bir insandım ve bırakın ge- ceyi, sabah uyanırken zorluk çekiyordum. Çok geçmeden niye uyandığımı anladım. Boğazım kurumuştu ve çok acıyordu. Mutfağa gittim ve bardağıma biraz su doldurdum. Birden falcı kadının yüzünü gördüğümde az kalsın çığlık atacaktım. “Buraya nasıl girdin?” diye bağırdım. Kadın yine tek kelime etmeyip bana sus işareti yaptı. Nefes nefese uyandım. Rüya olamazdı. Rüya olamayacak kadar gerçekçiydi. Yataktan kalktım ve rutin işleri hallettikten sonra market alışverişi yapmam gerektiğini fark ettim. Gerçekten evde yiyecek hiçbir şey yoktu ve Maya’nın maması bitmişti. Bu yüzden üstümü değiştirdim, montumu giydim ve markete doğru yürümeye başladım. Alışverişi bitirip kasaya geçtiğimde hâlâ dünkü rüyanın etkisindeydim. Gerçi rüya demek yetersiz kalırdı, tam anlamı ile kâbustu. Kasiyer, ürünleri geçerken ben dışarıya bakarak insanların ne kadar dikkatsiz olduğunu düşünüyordum ki onu gördüm. O kadın şimdi de dışarıda bana bakıyordu. “Hanımefendi!” diye bir ses duyunca kafamı kasiyere çevirdim ve karşılık verdim, “Efendim?” “İyi misiniz? Yaklaşık beş kere şifrenizi rica ettim ama beni duymuyor gibiydiniz.” dedi. Haklıydı, gerçekten onu duymuyor gibiydim. “Dalmışım.” diye yanıtladım ve şifremi girip marketten ayrıldım. Eve geldiğimde kendimde değildim. Ne yaşadığımı bilmiyor ve anlamlandıramıyordum. Kalbim çok hızlı atı- yordu. Bu tarz şeylere alışık değildim, tamam, ben bir polistim ve elbette hayatımda aksiyon dolu birçok şey kısa süre içerisinde yaşanıyordu ama hayatım çok sıkıcı bir biçimde ilerlerken ve hiçbir şey olmamışken hayal gördüğümü düşünmem delirmeme bir işaretti. Kafamı dağıtmam lazımdı, gerçekten kendimi hiç iyi hissetmi- yordum. Televizyon izlemeyi bile denemiştim ki hiçbir işe yaramadı, zaten sevmezdim televizyon izlemeyi. Bilgisayarımdan izlediğim diziyi açtım ve kaldığım bölümü bitirmeye çabaladım. Aslında bir bakıma işe ya- ramıştı, ta ki dizide de o kadını görene kadar. Ne yapsam sonuçsuz kalıyordu. Ya ben deliriyordum ya da bu kadının olağanüstü güçleri falan vardı ve beni her yerde çevreliyordu. Bilgisayarı kapattım ve Maya’yı sevmeye başladım. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Yarın pazardı, yani yine evdeydim fakat evde kalmak bile benim için bir zulme dönüşmüştü. Dışarı çıkamıyordum, bir şey izleyemiyordum hatta uyuyamıyordum da. Kadın yanımda değildi ancak zihnimi ele geçirmişti, atamıyordum onu. Bunun sona ermesi lazımdı bir an önce. Pazartesi ilk işim bu kadını bulup onunla konuşmak olacaktı. O zamana kadarsa kafamı dağıtmaya ve kadını düşünmemeye çalışacaktım. Tek sorun bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. O kadar korkmuştum ki aklımda hep o kadın vardı. Her şeye rağmen en mantıklı şeyin dışarı çıkıp kafa dağıtmak olduğuna karar verdim ve kendimi sokağa attım. Yaptığım tek şey gidip denizi izlemek olmuştu. Boş boş denize baktım. Kafamı dağıtmamda hiçbir işe yarama- dı, daha da bunaldığımı hissettim. Pazar günümse tamamen uyumakla geçti. Tek isteğim pazartesinin gelmesi ve kadınla konuşabilmekti. Bir psikoloğa gitmeyi düşündüm fakat kimsenin bana deli muamelesi yapmasını kabul etmez, edemezdim. Bu yüzden sadece uyudum. Pazartesi erkenden kalktım ki bu ilk kez benim için zor olmamıştı. Belki de çok fazla uyuduğum içindir diye düşündüm. Kahvaltı bile yapmadım. Aslında yapmaya çalışmıştım ancak boğazımdan tek lokma bile geçmedi. İlk kez evden Maya’ya “Güle güle kızım.” demeden çıktım ama bunu kafama takacak durumda değildim. Koşar adımlarla polis merkezine gittim, o kadını bulmam lazımdı. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama bir şekilde yapacaktım. Bu çok zor olmadı çünkü polis merkezinin önünde duruyordu ve beni bekler gibi suratıma bakıyordu. İlk başta bunun da gördüğüm halüsinasyonlardan biri olduğunu düşündüm fakat gözlerimi birkaç KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 61

kez kırpıştırdım ve karşılaştığım manzara gerçekti. Hiçbir yere gitmiyor ve yüzündeki alaycı ifade ile suratıma ba- kıyordu. Koşarak yanına gittim ve “Sadece ne hata yaptığımı söyle lütfen, hatamı düzelteceğim.” Yüzündeki alaycı ifadeden hiç ödün vermeden yanıtladı, “Söylemeyeceğim, göstereceğim.” Gözlerimi açtığımda kendimi gördüm. Tek fark, yüzümde hiçbir duygu belirtisi olmamasıydı. “Diğer dünyadaki ikizim falan bu herhâlde.” diye dalga geçercesine konuştum. “Hayır. Bu senin beş yıl sonraki hâlin.” diye yanıtladı. Bir şey söylemeden kendimi izlemeye devam ettim. Evde dolanıyordum ki sonrasında bir şey fark ettim. Maya yoktu. “Bu ben olamam, benim köpeğim var.” dedim. “Ah, evet. Artık onunla ilgilenemiyordun, bu yüzden onu başka birine verdim ama seni suçlayamam. Sonuç itibari ile su kıtlığı varken hem kendinle hem de bir köpekle uğraşmak çok zor.” Kafam allak bullak olmuştu. “Yani hiç su yok mu?” diye sordum. “Hiç! Köpeğini yıkayabileceğin kadar bile su yok!” Böyle bir şeyin olması imkânsızdı. Birden bulunduğumuz yer değişti. Bu sefer karşımda kız kardeşim duruyordu ama yataktaydı. Yüzü solmuştu ve nefes almakta bile güçlük çekiyor gibiydi. Kadın yavaşça konuşmaya başladı, “Kardeşin hastalandı, durumu hiç iyi değil. E tabi, artık sebze meyve de kolay yetişmiyor ve ona çok sağlıklı bakamıyorlar.” “İnanmıyorum.” Dudaklarımdan dökülen sözler dışında başka hiçbir şey çıkmıyor- du ağzımdan. Nutkum tutulmuştu, çıldırmak üzereydim. Ne söylesem boştu, katletmiştim geleceğimi. Bencilliğim ve diğer insanların bencilliği yüzünden benim biricik doğayı çok seven kardeşim hasta olmuştu. “Bu durumda olması gereken bendim, kardeşim her zaman doğayı korumaya çalışır.” dedim. Kadın da “Bence de bu durumda olması gereken sendin ama bilirsin hayat adil değildir. Senin yaptıkların elbette ki başkasına dokunur, sonuçlarına birlikte katlanırsınız” dedi. O an anladım neler olduğunu. Kadına düzelteceğimi söylemiştim fakat artık her şey için çok geçti. Birkaç damla diyerek umursamadığım su, meğerse hayatımdaki her şeyi değiştirecek kadar güçlüydü. Çareler tükenmişti, tıpkı benim göz göre göre harcadığım sular gibi. Bir şey anlatmak gelmiyordu içimden kimselere. Nasıl yok olacağımı bilmek derin bir acı vermişti ruhuma, bununla yüzleşmek de boynumun borcuydu. Suç ile sa- vaşırken en büyük suçlu kendimdim artık, hem de insanlık suçu işlemiştim. Ben harici herkesi ölüme terk edecek kadar kibirle davranmıştım. Biliyordum, çaresi yoktu. Giden gitmiş, güzel günler ise artık sadece bir hayal olarak kalacaktı. Son gün için ise bekleyişimiz sürecek, birlikte yok olacaktık. Hiçbir şeyi değiştiremezdim. Lalin IŞIK Kültür2000 Anadolu Lisesi Hz 62 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

KARLAR ÜLKESİ FİNLANDİYA Finlandiya, hayatım boyunca gitmek istediğim bir yerdi. Ara tatilde ben de Hatay’a gideceğimi düşünürken bir bakmışım ki Finlandiya’da kurtlarla kızak sürüyorum. Finlandiya’ya indiğimiz gibi etrafın bembeyaz olması çok hoşuma gitmişti. Karları bile kirlenmemiş, bembeyaz bir ülke. Bir gece babamla yürüyüş yaparken gecenin güzelliğine kendimizi kaptırmışız ve iki saat yürümüşüz, kaldığımız kayak merkezinden o kadar uzaklaşmışız ki ormanların arasında bizimle birlikte kaybolmuş hayvanları duyar olmuştuk. Geri dönerken kar atıştırmaya baş- lamıştı, kar yağışlarıyla sanki yerler simle kaplanıyordu. Finlandiya’daki karlar da gerçekten havanın temizliği ve ortamın derecesinden parlak ve kristalimsi yağıyormuş. İnsanın hayatında bir kere yapabileceği şeylerin fırsatı da bir kere geçiyor sanırım, Haski kızak turu ve Ren geyiği kızak turu gibi. Haski ve Ren geyikleri için çiftlikler yapmışlardı, kızak turu başlamadan orada bize kızağı nasıl kullanacağımızla ilgili bilgi verdiler ve sonrasında Haskilerin bulunduğu yere götürdüler. Kızak turu başlamadan köpekleri sevdim, sonra kızağa bindirdiler ve köpekler o kadar heyecanlılardı ki başta kızağın kontrolünü kay- betmiştim. Haskilerle ormanın içinde çizilmiş belli bir patikada 45 dakikaya yakın bir safari yaptım, sonrasında aynı çiftlik içinde Ren geyikleriyle olan tura geçtim. Ren geyikleri belli bir yaşa gelene kadar yılda birkaç dönem boynuzlarını düşürüp yeniliyorlarmış. Bir Ren geyiğinin boynuzları yeni düşmüştü, boynuz kökleri damarlı da- marlı duruyordu, hiç iç açıcı bir görüntü değildi. Akşamları en zevk aldığım şey sanırım gece yürüyüşü yapıp havanın maviden mora, pembeye, kızıla dönüşümü- nü izlemekti. Akşamları donmuş göle çıkıp havanın kararışını izlerdim. Renklerle beyazın uyumu o kadar huzur verirdi ki sanki apayrı bir ütopyada bir gece geçiriyormuşum gibi hissettirirdi. Bir gece kuzey ışıklarını görmek için yola çıktık, büyük boş donmuş bir göle gittik. Sanırım iki saati aşkın buz gibi bir havada, donmuş bir gölde kuzey ışıklarını bekledik. İlk saatin sonunda hava biraz bulutlanmıştı ama aynı zamanda bulutların arkasında büyüleyici şekilde kırmızı, yeşil renkleriyle dans eden ışıklar görünüyordu. Tam net görememiş olsam bile bir süre bulutların ardında olduklarını biliyordum. Ertesi sabah erkenden kar motoru safarisine gittik, motor eğitimi aldıktan sonra ormana çıktık ve artık gün do- ğumunda orman içinde kar motoru sürüyordum. Tüm bu yaşadıklarım bir masal gibiydi, eninde sonunda bitmiş bir masal… Sude Naz YUMRUKÇAL Kültür2000 Fen Lisesi 11 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 63

ANKARA GEZİSİ Babamın işleri dolayısıyla Ankara’ya yolumuz düşmüştü. Tabii Ankara’ya gideceğimizi duyunca çok heye- canlanmıştım. Çünkü Anıtkabir’e gitmeyi çok istiyordum. Bence herkes hayatında bir kere de olsa Atamın mezarına gitmelidir. Ankara’da kalmak için önceden bir yer ayarlamamıştık. Bu yüzden olacak vardığımızda kalacak bir yer bu- lamadık ve arabada geceyi geçirmek zorunda kaldık. Hiçbirimizi uyku tutmayınca Ankara’nın gece hayatını görmek üzere biraz yürüyüşe çıkmaya karar verdik. Saat sabah 3’tü, boş sokaklardaki cılız ışıklı sokak lamba- larının bittiği yere kadar yürümeye devam ettik. Tabii benim açımdan ışıklar bitmiyordu. O kadar yürümüşüz ki babaannemin gençlik yıllarında yaşadığı eve kadar gelmiştik. Evin hâlâ ayakta durduğuna ve hiç değişme- miş olduğuna babam çok şaşırmıştı. Ev bayağı eskiydi, kırık döküktü ama yine de nostalji havası estiriyordu. Uyumaya hâlâ niyetimiz olmadığı için Ankara’nın en güzel parklarından olan Kuğulu Park’a gitmeye karar verdik. Vardığımızda etraf karanlıktı, hiçbir şey göremiyorduk. Ay ışığı gibi parlayan beyaz kuğular hariç. Çok güzellerdi. Sanki betimlemesi zor bir masalda gibiydik. Ankara’ya gidecekseniz mutlaka Kuğulu Park’a gelip bu masala eşlik etmenizi tavsiye ediyorum. Birkaç gün yani babamın işleri bitene kadar Hekimevi’nde kalmıştık. Kaldığımız günler boyunca Kızılay’ı gezmiştik. Tabii Hekimevi’nde temizlikçiler tarafından atılana kadar. Şansımıza tam da babamın işleri bittiği güne geldi. Bu da Ankara’da son günümüzün olacağı ve Anıtkabir’e gideceğimiz anlamına geliyordu. Yine çok heyecanlanmıştım. Çünkü Ankara’da kaldığımız sürece hep bu anı beklemiştim. Anıtkabir’e girebilmek üzere uzun dev merdivenleri çıkıyorduk ve sonunda gelmiştik. Atamın huzurunday- dık. O an dalıp gitmiştim, orada sadece dikiliyordum. Tabii sonra sırtımda bir el hissettim. Bir turist fotoğra- fını çekmemi istiyordu. Anıtkabir’in büyüsünü satırlara sığdıramadığım için gördüklerimi anlatmayacağım. Ama şundan eminim: Ankara’da çok güzel günler geçirdim, gitmekten de asla pişman olunmayacak bir yer. Azra Deniz ERGÜVEN Kültür2000 Fen Lisesi 11 A 64 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

KAFKA’NIN “DÖNÜŞÜM”ÜNDE AYRIMCILIĞI GÖRMEK Franz Kafka’nın “Dönüşüm” adlı eseri, “Gregor Samsa, bir sabah huzursuz düş- lerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş hâlde buldu.” cümlesi ile başlar. Samsa’nın böceğe dönüşmesi bir bakıma özgürlük getirmiştir ona ve üstüne yüklenen sorumluluklardan kaçış olarak düşünülebilir. Ancak bu durum, Samsa’nın ailesi ve toplumdan dışlanmasına sebep olmuştur ve hamam böceğine dönüşen karakter ayrımcılığa uğramıştır. Tabii ki Samsa’nın dönüşümü, bir metafor olarak ele alınabilir ve bu dönüşümün beraberinde ev- rensel mesajlar barındırdığı gözlenmektedir. Samsa’nın toplum tarafından kabul görmemesi ve dışlanması, farklı cinsiyetlere sahip insanların top- lumdan dışlanması olarak okunabilir. Özellikle farklı cinsiyet sahibi olduklarını belirten insanların bir- leştiği çeşitli sosyal örgütlerin toplum tarafından hor görülmesi ve bu insanların dışlanması, günümüz dünyasında da Samsa gibi toplumsal normlara uymayan kişilerin başına gelen bir durumdur. Samsa hepsini anlatan bir figürdür aslında, diğerleri gibi olmadığı için dışlanmış ve bir köşeye atılmıştır. Toplu- mun dayatmalarını kabul etmeyen ve kendi cinsiyet özgürlüğünü savunan kişiler de bugün Samsa gibi fiziki ya da psikolojik şiddete uğramakta, bütün bu baskılara rağmen bir şekilde yaşamlarını sürdürmek istemektedir. Birey ile toplum arasındaki çatışma, benzer şekillerde sürmektedir ve toplum tarafından dışlanan birey, bir şekilde yaşadığı toplumun parçası olmak istese de tercihleri yüzünden istemsizce soyutlanmakta hatta yabancılaşmaktadır. Eserde Gregor’un babası ile yaşadığı çatışma da bireyin toplumu kontrol eden iktidardaki düşünce ile yaşadığı çatışmanın bir yansımasıdır. Günümüzde farklı olan insanlar; dili ve dini fark etmeksizin diğer- leriyle aynı olmadıkları için ayrımcılığa uğramaktadırlar. Birçok insan, ırkçı düşünceler sebebiyle şiddet görmekte ve hayatını kaybetmektedir. Gregor’un ölümü de evin iktidar sahibi kişisi, yani babasının attığı elmanın sırtında açtığı yara ile gerçekleşmiştir. Toplumdaki bireylere karşı yapılan ayrımcılıklar ilk başta küçük bir hareket gibi gözükmekte ama sonrasında günümüzde olduğu gibi ülkeler içinde çatışmalara hatta büyüdüğü zaman savaşlara bile sebep olmaktadır. Toplumu yönetenler, toplumdaki bireylere karşı ayrıştırıcı ve onları küçük düşürücü ifadeler kullanmamalıdır. Gregor’un babası, oğluna karşı böyle ifadeler kullanarak onun ölümüne giden yolu açmıştır. Eserin sonunda Gregor ölmüştür ve ailesi hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etme kararı al- mıştır. Gregor, ailesinin ve toplumun ona uyguladığı ayrımcı politikaya kurban gitmiştir. Günümüzde de sorun aynen böyledir, insanlar yaşam mücadelesi verirken güçlüler tarafından ezilmekte ve toplum onları dışladıkça başka bir şeye dönüşmeleri ya da ölümleri kaçınılmaz olmaktadır. Gregor Samsa, hangi zamanda yaşarsa yaşasın toplumun şiddetine kurban giden bir bireyin tanımıdır. Cansu Eylül RESİMCİ Kültür2000 Anadolu Lisesi 10 IB KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 65

21. YÜZYILDA KAFKAVARİ HAYATLAR Yaralı, acılı ve duygularını kaybetmiş hayatlarımız, Kafka’nın “Dönüşüm”ündeki Gre- gor Samsa gibi kılıyor bizleri. Samsa ile sosyal izolasyonu, yabancılaşmayı görüyoruz. Kafka, modern insanın toplumla çatışmasındaki süreci Samsa ile o kadar vurucu bir şekilde anlatıyor ki günlük yaşantımızdaki problemlere de ışık tutuyor. Birey, yaşadığı çevre ile iletişime geçemiyor ve aidiyet duygusunu yitiriyor. Hiçbir yere ait olamayınca da tıpkı Samsa gibi davranıyor ve kendisini iletişime kapatıyor. Günümüzün en önemli sorunlarından biri yükselen teknolojinin insan hayatındaki yo- ğun yeri ve insanların teknolojik gelişmelere fazlasıyla bağımlı olması. Bu da insan- ları toplumdan yabancılaştırıyor, teknoloji ile dünyaya adapte olmak yerine, hayattan kopan bireyler ortaya çıkıyor. Samsa, o dönemde toplumun hızına yetişemiyor, ondan beklenenleri tam anlamıyla karşılayamıyor ve iletişim yeteneğini yitiriyor hamam bö- ceğine dönüşerek. Bugün bireylerin toplumla yaşadığı çatışmaların temelinde de aynı sorunu görüyoruz. Herkes, yaşadıklarını sınırlı ölçüde paylaşıyor ve teknolojinin onlara sağladığı kadar özgür olabiliyor. İnsanlar kendi güzel yanlarını yansıtmak isterken çir- kinlikleri ört bas ediyor. Gregor Samsa gibi hamam böceğine dönüşmüşler ise bu çirkinliklerini hiçbir zaman ortaya koyamayacakları için kendi dünyalarına kapanıp kalıyor. Teknoloji, insan hayatını sosyal açıdan olumsuz etkiliyor. Özellikle 21. yüzyılda sınır tanımayan teknolojik gelişmeler ve bireylerin hayatlarına yeni icatların girişi, onlara farklı imajlar yaratma şansı verirken bunu başaramayanlar da yaşama isteğini Samsa gibi kay- bediyor. İstatistiklere bakıldığında ABD’de günde beş saatten fazla elektronik eşya kullanan gençlerin oranı günden güne artıyor ve yalnız kalmaları sonucu intihara yatkınlık oranları da artıyor. Sosyal medya, insan hayatını gü- zelleştirmek yerine çok daha kötü noktalara götürüyor. Bireylerin yabancılaşması, sadece toplumsal faktörlerle değil büyük ölçüde teknolojik yeniliklerle de gerçekleşiyor ve modern dünyada hepsiyle baş edemeyen birey yıkıma uğruyor. Sosyal medya farklı bir hayat sunarken aslında bireylerin yabancılaşmasına sebep oluyor ve bireyler ya kendilerini kandırdıkları bir ortam kuruyor ya da “sosyal medya normlarınca” kabul göremedik- lerinden Samsa gibi bir hamam böceği olarak bir köşeye atılıyor. Sosyal medya ayrı bir dünya kuruyor, kendi kurallarını var ediyor ve buna uymayanlar daima yalnız kalıyor. Sonuç olarak denilebilir ki Gregor Samsa’nın yaşadığı iletişimsizlik ve yok oluş süreci, bugün küresel bir sorun olarak karşımıza çıkmış durumda. Kendini ifade edemeyen ya da istenilen kalıplarda olmayan bireyler, ya- bancılaşıyor ve tamamen kayboluyor. Samsa’ya sırt çeviren toplum gibi bugünkü sosyal medya kullanıcılarını kabullenmeyenler de bu iletişimsizliği sürdürerek bu sorunu günden güne çözülmesi çok daha zor bir hâle sokuyor. Eylül Damla ÇELEBİ Kültür2000 Anadolu Lisesi 10 IB 66 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

“DÖNÜŞÜM” ÜZERİNDEN KÜRESEL POLİTİKAYI ÇÖZÜMLEMEK Franz Kafka, “Dönüşüm” adlı eserinde, etrafındaki insanlar tarafından ezilen bir insanın hamam böceğine dönüşümünü konu alır ama bu dönüşüm, sadece bir insanın dönüşümü hatta en sonunda ölümü değil, dünya devletlerinin kendi arasındaki güç dengesine işaret eder. Sabah uyandığında kendisini hamam böceğine dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa, bir böcek olmasına rağ- men iş yerine gecikeceği ve azar işiteceği için telaşlanır. Bu durum, büyük bir ironidir aslında. “Trene yetişse bile, patronunun bir öfke nöbetine yakalanmasını önleyemezdi.” cümlesi Gregor’un çaresizliğine ve sömürü düzenine alıştığının bir göstergesidir; Gregor Samsa’nın böcek ol- madan önceki hayatında bir bakıma köle olduğu okuyucuya sunu- lur. Ancak eserdeki olaylar sadece bununla ibaret değildir. Eserin yazıldığı dönem göz önünde bulundurulduğunda I. Dünya Sava- şı’nda güç dengeleri sınanan dünyada Gregor, ezilen ve sömürülen devletlerden biri konumundadır. Para getirmediği sürece bir hiçtir diğerleri için. Franz Kafka, Gregor ile birlikte daima aşağılanan ve geride bırakmış, ilerleyen süreçte de diğer büyük devletler tarafın- dan ezilecek bir devleti, sembolik bir şekilde anlatmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrası güç dengeleri öyle ya da böyle oturmuş dünyada da durum bugün için pek farklı de- ğildir. Samsa’nın durumunu, günümüz dünyasında kendini dünyanın zirvesinde gören ülkelerin daima kendi çıkarları doğrultusunda hareket edip ekonomik ve askerî yönlerden daha zayıf olan ülkeleri istediği gibi kul- lanmalarıyla özdeşleştirilebilir. Bu güçlü ülkeler de çıkarlarını kendi amaçları doğrultusunda korumakta ancak kendi istediklerini elde ettikten sonra sömürdüklerini bir hiç yerine koymaktadırlar. Samsa da bu ülkelerin bir yansımasıdır, hamam böceğine dönüştükten sonra sömürülecek bir yanı kalmamıştır ve artık işe yaramazdır. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrası felaketlerle hatırlanan II. Dünya Savaşı ve günümüze kadar gelen süreçte bu sistem asla değişmemiş, güçlü ülkeler güçsüz ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda daima hedef almışlardır. Ülkeler arasındaki politik dengeler ekonomiye dayanmaktadır ve güçlü devletler güçlerini daha da artırmak için güçsüz devletleri ezmekten asla çekinmemişlerdir. Samsa, eserdeki en güçsüz kişidir ve onun benzeri olan bir sürü güçsüz devlet de kendilerinden daha büyük iktidar sahiplerine karşı gelememekle birlikte ya güce boyun eğip köle olmuşlar ya da tamamen tarih sahnesinden silinmişlerdir. “Dönüşüm”ün konusu hamam böceğine dönüşmüş bir karakterin yaşadıklarıyken metnin arka planında gü- nümüz dünyasına dair çirkinliklere de ulaşılmaktadır. Samsa, daima sömürülen devlet olarak konumlanmış, babası ve toplum da onu sömüren daha büyük devletler olmuştur. Nihayetinde ne kadar dirense de Samsa, hayatını kaybetmiştir. Oğuzhan AYDIN Kültür2000 Anadolu Lisesi 10 IB KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 67

HEDDA GABLER Yıllardır sanatta büyük yere sahip olan tiyatrolar günümüzde de aynı önemi taşımakta. Teknoloji ile birlikte gelişen ve değişen dünyada, tiyatroya git- meyi ihmal etmemeyi düşünen biri olarak geçen aylarda bir oyuna gittim. Demet Evgar’ın “Hedda Gabler” isimli oyunuydu gittiğim oyun. Konusu, ka- dının yaşam amacının erkek toplum tarafından belirlendiği yıllarda bir kadı- nın kendine ait olmayan yaşamı istemeden kabul ederek yaşadığı duyguları bastırıp panik atakları, histeri, nevrozları ve ruh sağlığının bozukluğuydu. Öncelikle oyundan biraz bahsetmek isterim: Oyunun ana karakteri Hedda Gabler, kimseye ve hiçbir şeye bağlı olmayan, günlük ilişkiler yaşayan, koca- sının arkadaşlarıyla kocasını aldatan fakat çok sakin, saf, zavallı ve durumu çok da iyi olmayan bir kadın. Kocası Jürgen Tesman ise Hedda’ya soyadını dâhil akıl bile veremeyecek bir adam. Jürgen’in üstüne titreyen ve birbir- lerinden ayrılamadıkları bir halası vardır. Hedda, ondan nefret etmektedir. Hala ise hiç rahat vermeyen, sürekli yanlarına giden bir karakterdir. Evde bir de sürekli her şeyin fotoğrafını çeken, her lafı dinleyen hizmetli vardır. Hedda, ondan da nefret etmektedir. Aynı zamanda Jürgen’in ve Hedda’nın arkadaşları da olay örgüsünde yer alıyorlar. Hedda, sırf düzenli hayat için kendini sustursa da onun duyguları arasında kalmış karakterini farklı ışıklarla görürüz. Arada geçen birçok olayla beraber Hedda’nın ruh sağlığı iyice bozulur ve kendi kafasına sıkarak intihar eder. Bu oyunda bence en önemli detay, söylenenle bizde uyanan izlenimin farklı ışıklarla seyirciye yansıtılmasıydı. Ayrıca son sahnede silahın patlaması, insanın tüylerini ürpertecek şekildeydi. Oyun; psikoloji üzerinde kurgulanmıştı. Kostümler, günlük kıyafetlerdi. Zaman hakkında bir bilgi verilmese de toplum anlayışıyla eski zamanların zihni olduğunu anlayabiliyoruz. Dekoru, kurgusu, sahnesi, anlatımı çok sade olmakla beraber oyunu kalıcı yapan şey kesinlikle bu yoğun duygulardı. Dışarıdan hoş gözüken bir evin içindeki çiftin ruh dünyasında bu kadar mı fırtına olur dedirten bir oyundu. İnsan ruhundaki iç ve dış dalga- lanmaları yansıtan, beni en çok etkileyenler arasına da girmişti. “Hedda Gabler” oyununu; beni düşündürdüğü, anlattığı olaylarla etkilediği ve hissettirdiği için gerçekten be- ğendim. İnsanın içini, dışını, gerçekleriyle, yanlışlarıyla çok güzel ele alan bir oyundu. Bende yarattığı en büyük çıkarımı, her daim kendin olmak oldu. Bu oyunu tavsiye ederim. Eminim ki her yaşa, her kişiye farklı anlam ve düşünce kazandıracaktır. Damla YÜCEL Kültür2000 Fen Lisesi 11 A 68 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

İNSANLIĞI BEKLEYEN MUHTEMEL GELECEK Latince “Technologos” olarak ifade edilen “teknoloji”, yapmak fiilini ifade eden “te- chne” ve alet veya bilgi, yetenek anlam- larına gelen “logos” kelimelerinden olu- şur. Günümüzde ise mal veya hizmetlerin üretiminde veya buna yönelik amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan beceriler, yöntemler, işlemler, tekniklerin derlenmesi ve ya bilimsel araştırmalar anlamına gelir. Bu sözcüğü, farkında olarak ya da olma- yarak her yerde kullanırız. Faydaları sayılamayacak kadar çoktur, nitekim zararları da öyle fakat hepimizin geleceği buna bağlıdır. Eski zamanlardan şu ana kadar büyük bir gelişme göstermiştir. Fakat 2000’lerin başından şimdiye kadar gösterdiği gelişme, bir başkadır. Bu da herkesin aklında bir soru oluşturmuştur: İleriki zamanda bizi ne gibi yenilikler bekliyor? Bu soru hakkında neredeyse herkesin bir teorisi vardır. Uçan arabalar, insansı robotlar, 3D bilgisayarlar… Kimilerine göre ise teknoloji, son noktaya gelmiştir ve daha da ileri gitmeyecektir. Bu varsayım, bana göre kesinlikle mümkün değildir çünkü teknoloji sürekli ilerleyen bir olgudur. Son noktaya gelmiş olma düşüncesi, ilk televizyon yapıldığında da, ilk bilgisayar yapıldığında da, ilk dokunmatik cep telefonu çıktığında da kısacası oluşan her büyük bir yenilikte öne sürülmüştü. Peki, gerçekten bundan 30 yıl sonra neler dünyada neler olacak? Siber güvenlik yazılımları üreten Kaspersky’ın hazırlamış olduğu Earth2050 adlı web sitesinde geleceğe dair tahminler yer almaktadır. Sitenin en güzel yanı öngörülen olayların birçoğunun görsel olarak da su- nucuya aktarılması. Yani neyin nasıl olacağını tasarımlarıyla direkt olarak görebiliyoruz. Kısacası bu web sitesiyle 50 yıl sonra neler olabileceğini 360 derece interaktif illüstrasyonlarla izleyebiliyoruz. Bana kalırsa sitedeki birkaçı dışında çoğu şey abartılıdır. Çünkü mümkün olsa bile o zamana kadar yapılması mümkün olmayan şeyler tasarlanmıştır. Birçoğu yapılabilir fakat hepsi için çok daha uzun bir zaman gerekmektedir. Şu an tasarlanan birçok şey, zamanında yapılması düşünülen, altyapısı olan şeylerdi ve insanlar bunları geliştirerek bu hâle getirdi. Fakat buradaki çoğu şeyin hiçbir altyapısı yoktur ve geliştirilmesi için çok uzun bir zaman gerekmektedir. Yani bana kalırsa bundan 30 yıl sonra ileri teknolojili bilgisayarlar, 3D yazıcılar ve gelişmiş android robotları görebileceğiz fakat uçan arabalar için hâlâ zaman var. Özge Nur YİĞİT Kültür2000 Fen Lisesi 11 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 69

TELEFON KULLANIMI VE KULLANIMININ ZARARLARI Telefon, günümüzde çok yaygın kullanılan bir iletişim aracıdır. Tabii tek işlevi bu değil. İletişim aracı dışında fotoğ- raf çekmek, sosyal medya ağlarını kullanmak, mesajlaşmak gibi daha birçok işlevi var. Günümüzdeki telefonlar eski telefonlara göre hafif ve herkesin cebinde veya çantasında taşıyabileceği bir boyutta. Bu kadar artısı dışında eksileri de var. Özellikle günümüzde çocukların elinde de gördüğümüz bu telefonlar, onlara zarar vermekte. Onla- rın beyinlerinin küçük ve henüz gelişmekte olduğu, kafatası kemiklerinin ince olduğu ve bu sebeple cep telefon- larından yayılan radyasyon miktarının da önemsiz olmadığını belirtiyor. Oxford Üniversitesinde yapılan bir araş- tırmada ise düşük doz radyasyonun bile hücre ve dokular üzerinde olumsuz etki gösterdiğini ve önlem alınması gerekliliğini vurgulanıyor. Bu araştırmalar, çocukların telefon kullanımının ne kadar zararlı olduğunu gösteriyor. Tabii telefon kullanımının sadece çocuklar üzerinde değil gençlere, yetişkinlere hatta yaşlılarda bile büyük ölçüde zararlara yol açacağı üzerinde duruluyor. Araştırma verilerine göre Türkiye’de 2017 yılı dijital dünya verileri şöyledir: • İnternet kullanıcılarının %70’i, internetin zarardan çok yarar sağladığını düşünmektedir. • 82 milyona yaklaşan ülke nüfusunun 54,3 milyonu internet kullanmaktadır. • Mobil internet kullanıcısı sayısı 51,5 milyondur. • Aktif sosyal medya kullanıcı sayısı 51 milyona ulaşmıştır. • Mobil telefon kullanıcısı sayısı toplam 59 milyon ile nüfusun %73’üne ulaşmıştır. • Sosyal medyayı mobilden kullanan kişi sayısı 44 milyona ulaşmıştır. • Mobil telefon kullanımı %98, akıllı telefon kullanımı %77 ve bilgisayar kullanımı %48’dir. • Herhangi bir cihazla internette geçirilen toplam süre 7 saat, sosyal medyada geçirilen süre ise 2,5 saattir. • İnternet kullanıcılarının %84›ü her gün internete girmektedir. • İnternet trafiğinin %62›si mobil cihazlardan, %36’sı masaüstü ve dizüstü bilgisayarlardan gelmektedir. • 51 milyon kişi aktif olarak sosyal medyayı kullanmaktadır. • Mobil cihazlardan sosyal medyayı kullanan kişi sayısı 44 milyondur. • En çok kullanılan ilk üç sosyal medya platformu sırasıyla YouTube, Facebook ve Instagram olup en çok kullanılan mesajlaşma aracı Whatsapp’tır. • Aktif olarak sosyal medya platformu Facebook’u kullanan kişi sayısı 51 milyona ulaşmıştır. • Instagram 33 milyonluk kullanıcı sayısı ile Türkiye’de en çok tercih edilen 3. sosyal medya platformu olmuştur. • İnternet kullanıcılarının %56›sı bir ürünü internette araştırmakta, %43›ü ise satın alma işlemini gerçekleştir- mektedir. • İnternetten alışveriş yapan kişi sayısı ise 31,7 milyondur. Bu verilerden de görüldüğü gibi telefon kullanımı günden güne artmaktadır. Bununla beraber zararları da art- maktadır. Telefon kullanımını çok abartmamalı ve bunun zararlarının farkında olmamız gerekmektedir. Farkında olmayanları ise bilinçlendirmeliyiz. KAYNAKÇA: TÜRKAY İmdat, 05 Ağustos 2018 (https://vergialgi.net/digital-in-2018-raporun- da-dunyada-ve-turkiye-de-durum) Prof.Dr. Osman ÇEREZCİ /Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Doç.Dr.Aytekin İŞMAN/Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölüm Başkanı Arş.Gör. Ergun Oztürk /Sınıf Öğretmenliği Arş. Gör. Mübin KIYICI /Bilgisayar ve Öğretim Teknolojiler Sena Nur BALCIOĞLU Kültür 2000 Fen Lisesi 11 A Sınıfı 70 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

ÖYKÜ ÇOK GEÇ OLMADAN Sabahın erken saatleriydi, okula gitmek için kalkması gerekiyordu yoksa geç kalacaktı. Gözünü araladı ve komo- dinin üzerinde isminin yazılı olduğu küçük su şişesine uzandı. Kapağı sıkıca kapalı olan şişeyi zorlayarak açtı ve biraz içti. Suyu hemen yutmadı, biraz ağzında dolandırdı, öyle yuttu. O sırada annesi: Haydi yürüyecek uzun bir yolun var, geç kalacaksın! Tamam anne, kalktım. Bugün seninle geleceğim, beraber yürürüz. Okulda su sırası bende. Gelen suyu şişelere dolduracağım sizin için. Kalanı da yemek için. Umarım yeter... Çocuk bir yandan giyiniyor, bir yandan annesini dinliyordu. Odadan çıkmadan çantasına birkaç paket ıslak mendil sokuşturdu. Annesiyle beraber okula doğru yürümeye başladılar. Annesi çocuğun yüzüne baktı: Yüzünü silmedin mi? Cebinden çıkardığı ıslak mendille çocuğun yüzünü sildi. Bu mendillerden nefret ediyordu ama yapacak bir şey yoktu. Sanki gittikçe kötü geliyordu kokusu. Haftada bir yıkanmaları için su dağıtılıyordu ama yetmiyordu. Pek çok ülkede temizlenme suyunun ayda bir dağıtılmaya başladığını duymuşlardı, bunun için yine de hâllerine şükrediyordu. Yıllar önce denizden arıtılan su, durumu idare etse de artık arıtma cihazlarına yetecek enerji sağ- lanamıyordu. Bir anne olarak kendini çok çaresiz hissediyordu. Sadece kendisi yoktu ki, oğlu da vardı. Yıllardır ya- şadıkları gözünün önünden geçti. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen korkunç haberler, bir damla suya ve yiyeceğe muhtaç olan yerler, çevre felaketleri, bu felaketlerden birinde eşinin ölümü… Dünya nasıl böyle bir yer olmuştu? Çocuk yol boyunca dikkatli yürüdü, üstünü başını kirletmemesi gerekiyordu. Suyun ne kadar değerli olduğunu bi- liyordu. Su Dağıtım Merkezinden belli miktarlarda dağıtılan suyu dikkatli kullanmak zorundaydılar. O nedenle su- yun doğru kullanılması hayatlarındaki en önemli şeydi. Çocuk, suyun bol kullanılabildiği bir gün bile yaşamamıştı. Annesi çocukluğunda hatırladığı bazı anılarını anlatıyordu ama onun böyle bir anısı yoktu. Okula vardıklarında annesi ondan ayrıldı. Okula getirilen suyu teslim almak için görevli birkaç öğretmen bekliyordu. Görevli anneler de onlara yardıma gelmişti. İş dağılımı yapıyorlardı. Kimisi mutfağa gidecek suyu hesaplarken kimisi de çocukların isimlerinin yazılı olduğu şişeleri dolduruyordu. Bu yıllardır her gün yapılıyordu. Yemek çeşitleri de çok kısıtlıydı. Yetiştirilirken çok su tüketilen sebze meyvelere yıllardır izin verilmiyordu. Çocuk, bazı meyveleri hiç tatmamıştı; kitaplardaki resimlerden biliyordu. Şişeler, birkaç saat içinde dolduruldu ve çocuklara dağıtıldı. Yağmurların azalması nedeniyle depolardaki su azdı. Hepsi yakında yağmur yağmasını diliyordu. Dünyanın en güzel anıydı herhalde. Herkes sokaklara çıkar, neşeyle ıslanır, saçlarını yıkar, bulduğu her şeye su doldurur ve şehrin su depoları dolardı. Sonra yine uzun süren kurak- lıklar... O yüzden yağmurlara çok ihtiyaçları vardı. Çocukların en özgür oyun oynadıkları zamandı yağmur zamanı. Bir süre sonra annesi okuldan ayrıldı ve yürüyerek eve doğru yola çıktı. Çocuk arkadaşları ile su şişelerini alıp sınıfa girdi. Öğretmen pencereden dışarı bakıyordu, gülümsedi. Çünkü hava bulutlanmıştı. - Evet çocuklar, sayfanızın başına önce tarihi yazın, sonra size verdiğim konuda fikirlerinizi istiyorum. Çocuk kalemini eline aldı ve tarihi yazdı: 12 Şubat 2120. Öykü KAYA Kültür2000 Fen Lisesi 10 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 71

ÖYKÜ KAN VE SU “2159’da biten savaştan beri beklenen yağmur tam olarak beş yıl sonra yeniden yağmaya başladı. Umarız denizleri- miz dolar, göllerimiz taşar… Dünyanın sadece yüzde yirmisinin su olduğu bu dönemde bu oranın yüzde otuza kadar çıkmasını umuyoruz. Çevre ve Su Bakanlığının da insanların hak ettiği su miktarını artıracağına inanıyoruz. “Hayatım, haberleri duydun mu?” Heyecanla sorduğum soruya bir karşılık beklerken işe gitmek için paltomu giyiyordum o sırada. “Evet, duydum. Bugün senin savaş alanında kazı çalışman yok muydu?” diye bir yanıt aldım. “Evet, ben de şimdi çıkıyorum. Akşam görüşürüz.” diyerek kapıyı kapattım. Dışarısı soğuktu. Gerçi sonbaharda olduğumuz ve kışa yaklaştığımız için normal bir durumdu bu. Hemen arabaya binip kazı çalışmasının olacağı yere doğru yola çıktım. Sahaya vardığımda herkes çoktan çalışmaya başlamıştı. Ben de iş için hazırladığım kıyafetleri giyip hemen çalışmalıydım. Bir tünelin içindeydim. Soğuktu. Üşüyordum. Üzerime daha kalın bir şeyler almayı düşündüm ve karavana doğru yol aldım. Tünelde yürürken bir şeye takılıp düştüm ama beni düşürecek kadar sert bir şey olduğunu sanmıyordum. Taş mı yoksa başka bir şey mi diye bakmak istediğimde karşımda bir defter olduğunu fark ettim. İlk başta kimsenin bunu fark et- memesi tuhafıma gitti. Sonrada açıp içinde neler olduğuna bakmak istedim ve bunlarla karşılaştım. 01.07.2157 Yıl 2157, suyun biteceği haberini aldık. Yıllardır yağmayan yağmur ve bir umutla beklediğimiz yağış… Bütün ülkeler kırmızı alarm vermekte. Şimdi ne olacak? Hepimiz ölecek miyiz? Sevdiklerimiz, yakınlarımız, ailemiz… Bunları biz yaptık, sonucuna da katlanmalıyız. Yakında savaş başlayacak gibi. Birikmiş sular nereye kadar dayanır? Hiçbir fikrim yok. Emin olduğum iki şey var şu anda: Birincisi, ne pahasına olursa olsun ailemi koruyacağım. İkincisi ise kesinlikle geçmişte yaptıklarımdan dolayı pişman olmamalıyım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ailemi korumak için ne yapmalıyım onu bile bilmiyorum. Keşke pişman olduğum şeyleri geri döndürmek gibi bir seçeneğim olsa. Elektriğimiz yok, üşüyoruz. Birbirimizi ısıtabilmek için yorganlara sarılmamız yetmiyor, birbirimize sarılsak da nafile. Korkuyorum ama ailem için ayakta durmalıyım, onlara belli edersem korktuğumu her şey daha kötüye gidebilir. Ben böyle bir şey olmasını istemiyorum. Keşke beni de koruyacak birisi olsa. Bana sarılmakla kalmasa, ne yapmam gerektiğini söylese. 06.07.2157 En son yazdıklarım üzerinden beş gün geçti. Dediğim gibi, savaş başlayacak. Bütün ülkeler hazırlıklarını yapmaya başladı bile. Bizim ülkemiz de dâhil. Umarım ailemden birisini çağırmazlar savaşa. Onlarsız ne yaparım bilemiyorum ama beni çağıracakları kesin değil mi, kimi çağırabilirler ki başka? Onlar yalnız kalsın istemem ama bir vatandaş olarak görevimi yapmam gerekiyor. Büyük ihtimalle daha çok korkacaklar ama üstesinden gelmelerini sağlayacağım. Her gün aileme iki şişe su sınırı koydum. Eğer böyle devam edersek suyumuz yetebilir ama su içmekten alıkoyma hakkını kim, kime nasıl verebilir ki? Babam ve annemi de bizim eve çağırdım telaşlanmamaları için. Şimdi geriye onlara savaşa katılacağımı söylemem kaldı. Umarım beni anlarlar ve fazla üzülmezler. 11.07.2157 Bugün savaşa gidiyorum, içimde hiç hissetmediğim bir korku var. Dün ailecek fotoğraf çektirdik, fotoğrafı bastırttım. Gömleğimin sol cebime koymayı planlıyorum, kalbimin üzerine. Onlar yüreğimdeyken belki korkum azalır. Böyle dü- şünmek zorundayım çünkü onlar benim tek umut ışığım. Kazanacağımızı düşünmüyorum. Umarım kazanamazsak çok fazla yas tutmazlar arkamdan. Onlara teker teker sarıldım, kokularını içime çektim. Şu an arabadayım, susuzluğumuz kaportasına yansımış bir arabada. Yazılı eserler hep beni etkilemiştir, o yüzden yazıyorum bunları. Belki bulan olur ve çektiklerimizi anlar. Bulan olur mu ki sizce? Saat akşam sekiz. Belki de biraz dinlenmeliyim. 72 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

12.07.2157 Savaşın ilk günü. Daha ne kadar yazabileceğim bilmiyorum. Herkesin elinde silahlar ve bombalar var, olmayanı ise bıçakla saldırıyor. Bugün çok fazla can aldım ama hayatta kalmam gerekiyor. Temiz suyu ülkeme götürüp huzuru sağlamalıyım topraklarımda, değil mi? Psikolojik açıdan iyi durumda olduğumu düşünüyorum, en azından şu an için ama bazıları gerçekten iyi değil. Belki de eve dönmeleri gerekebilir. Şu an yer altında bir tüneldeyim. Açıkçası burası evden bile soğuk. Ailemi özledim. Fotoğraf asla bastırmıyor özlemimi. Bize aslında burada iyi bakıyorlar, yemek hatta su bile veriyorlar. Kişi başı bir şişe. Alışık olmadığım için hepsini bitiremiyorum ve diğerleriyle paylaşıyorum. Durumu kötüleşen çok insan var. Bir deri bir kemik kalmış insan sayısı tahmin edilenden çok daha fazla. Neredeyse susuzluktan ölecekmiş gibi duruyorlar. Bu insanlarla suyumu paylaşmaya daha çok özen gösteriyorum. 17.07.2157 Yine tünelden yazıyorum. Her geçen gün sayımız daha fazla azalıyor. Belki benim zamanım da yaklaşmıştır. Artık kork- tuğumu sanmıyorum. Çok fazla insan öldü yanı başımda, ölüm korkusunu da yendim onlarla. Ölenlerin çoğu korktuğu- nu söyledi, onları gördükçe anladım ki ölüme çare yok artık. Belki de hiçbir duygum kalmamıştır, kendimi tanıyamaz oluyorum yavaş yavaş. İlk başta ölenler ardından yas tutar ve gözyaşı dökerdim, sonra fark ettim ki faydası yok hiçbir şeyin. Ailemden bir mektup geldi. İyi olduklarını ve onlar için endişelenmemem gerektiğini yazmışlardı. Endişelenmi- yorum. Onlar güvende biliyorum, onlar güvende olsunlar diye ben buradayım çünkü. 21.07.2157 Sivil halka zarar vermeye başladıklarını hatta kamu alanlarını da bombalamaya başladıklarını duydum. Aileme hemen bir mektup yazmalıyım diye düşünüp iyi olup olmadıklarını sordum. Henüz bir cevap gelmedi, en az bir hafta süreceğini düşünüyorum. Onlara daha fazla mektup göndermeliyim değil mi? Endişelerim artıyor kötü haberler aldıkça. Sandığım gibi değilmiş oysaki. Bütün duygularım henüz ölmemiş. Belki de hiçbirisi ölmemiş, sadece direncim artmıştır. Bir arka- daş edindim bu savaşta, adı Özgür. Benim yaşlarımda, onun da benim gibi iki tane çocuğu var. Fotoğraflarını gösteriyor çocuklarının, özlemini hissediyorum. Ben de ona kendi ailemin fotoğrafını gösterdim. Yalnızlığımızı paylaşıyoruz. Şu sı- ralar hep birlikteyiz. Birlikte yatar, birlikte kalkar olduk. Sanırım dertlerimi konuşabileceğim birisi olduğu için şanslıyım. 26.07.2157 Hâlâ haber alamadım. Umarım iyidirler ve benim için endişelenmiyorlardır. Onları çok özledim. Bir an önce onlara sarılmak istiyorum. Bugün Özgür yaralandı. Yarası ağır değildi ama acıdığını söyledi. Pis olduğumuz için yarası iltihap kapabilir diye düşündüm o yüzden bugünkü su hakkımı onun yarasını temizlemek için kullandım. Savaş bizim açımız- dan zorlu geçiyor. Yenmemiz için bir şansımızın olduğunu umuyoruz. Bu, bizi de hayatta tutuyor. 29.07.2157 Özgür’ün yarası giderek kötüye gidiyor. Her gün pansuman yapmama rağmen iyileşme belirtisi yok. Umarım kendine gelebilir. Sularımızın tükendiğine dair bir dedikodu duydum. Doğru olmadığına inanmak istiyorum. 02.08.2157 Özgür’ün yarası iyileşmiyordu bir türlü. Savaşta durumumuz iyi gitmiyordu, ceza verir gibi suyumuzu azalttılar. Artık bir şişe suyu iki kişi bölüşmek zorunda. Ailemden mektubuma cevap geldi ve iyi olduklarını söylediler ama küçük oğlu- mun okulda yaralandığını ve tedavi edilmesi için hastaneye gittiklerini öğrendim. Ben bir şeylerin daha iyiye gitmesini umuyorken daha kötüye gitmesi ne kadar saçma değil mi? Belki de işlerin kötüye gitmesini dilemeliyim. Böylece tam tersi olacaktır. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 73

08.08.2157 Oğlumun yarası kapanıyormuş, iyileştiğini söylediler. Artık gerçekten de ne dersem tam tersi olmaya başladı. Garip. Öz- gür de iyi. Tekrardan ayaklanmaya başladı bile. Eğer bana bir şey olursa bu defteri Özgür’e vermek istiyorum. Umarım kabul eder. Son baskında birkaç darbe aldım. Özgür refakatçiliğimi yapıyor ama bunu aileme söylememeliyim yoksa daha fazla üzülürler. Buna hakkım yok. 11.08.2157 Durumumun çok iyi olduğu söylenemez. Belki de onlara durumumu anlatmalıyım artık. 14.08.2157 Ben, Özgür. Defter artık bende… Burada biraz durdum, soluklandım. Defterin sahibi neden yazmayı bırakmıştı? Ölmüş müydü de defteri Özgür’e bı- rakmıştı? Çok garip hissediyordum. Bu durumu araştırmak istedim. Cebimdeki şişeyi çıkartım ve su içmek için kapağı açtım. İçemedim, boğazımdan geçmedi. Acıyor muydum kendime? Adamın çektiği acılardan dolayı suçluluk mu du- yuyordum? Bu duygu fazla olabilir, belki gerçekten de suçluyumdur yaptıklarımdan ötürü. Kendi suyumu kirleterek ölümümü hazırlamışımdır. Savaşa katılanların ölümünü hissediyordum içimde. Benim suçumdu. Bizim suçumuzdu. İnsanlığın suçuydu. Su uğruna yakıp yıktığımız bu dünyanın başına gelenlerden hepimiz sorumluyduk. Yaşamı tüketmiştik bu gezegende. “…Onun yakın arkadaşıyım. İsmini kullanmamı istemedi. Sanırım çekiniyor. O iyi, sadece tedavi edilmesi gereken yaraları vardı, bu yüzden de hastaneye kaldırıldı. Durumu hakkında bugün bilgi aldım. Kritik değilmiş. Bu güzel bir haber, değil mi? Bu arada bize daha çok su vermeye başladılar. Sanırım savaşta iyi durumdayız. Umarım eski halimize dönmeyiz. O hastaneden gelince ona birikmiş sularıyla sürpriz yapsam nasıl olur? Kötü bir fikir değil bence. Hatta komik bile. Uzun zamandır güldüğünü görmüyorum.” 28.08.2157 Döndüm. İyiyim. Benim hakkımda bu kadar bilseniz yeterli. Savaş kötüye gidiyor. Daha fazla baskı altındayız. Düşmanlar bize çok yaklaştı. Sağ kalabileceğimizden bile emin değilken savaşma gücüm tükendi. Yazmaya devam etmeyeceğiz.” Bitti bu kadardı. Yarıda kesilmesi ne kadar mantıklı? Burada bitirmelerine üzüldüm açıkçası. Onları merak ediyorum. Onları daha fazla araştırmak istiyorum. Bu yüzden telefonumu çıkartıp hemen emniyette çalışan bir arkadaşımı aradım. Tünelde olduğumu unutmuştum, telefon çekmiyordu. Ona her şeyi anlatıp onları bulmasını istedim. Bana deftere ihtiyacı olacağını söyledi. Ben de onunla ertesi gün görüşüp defteri ona verdim. Bir sonraki sabah bir telefon aldım. Onu bulduğunu ve benimle görüşmeyi kabul ettiğini söyledi. Adresi istedim ve onunla görüşmeye gittim. Adı Oğuz’du. Gazi olmuş. Bir kulağı patlamadan dolayı sağır. Beyninde de susuzluktan dolayı kalıcı hasarlar meydana gelmiş. Özgür’e gelirsek… Özgür, Oğuz’un bombalamadan dolayı bir kulağının sağır kaldığı patlamada şehit olmuş. Duyduğum an defterde tüm yazılanlar gözümün önünden geçti, bir savaşa tanıklık etmiş ve o savaşta kaybedenlerden biri de ben olmuştum. Pişmanım geçmişte yaptıklarımdan dolayı. Affedilmez bir şey yaptığımı biliyorum. Siz de bilmelisiniz çünkü bunu yapan tek kişi ben değildim. Bunu yapan ne hayvan ne de bitki. Bunu insanlık yaptı. Biz yaptık. Daima övündüğümüz insanlığımız sebep oldu bu yaşananlara. Doğadaki hiçbir canlı yapmazdı bunu kendine. Hiçbir canlı kendi neslini tü- ketmeye bu denli uğraşmazdı. Hepimizin yaşam hakkını elinden aldık el birliğiyle. Oğuz’un, Özgür’ün ve nicelerinin... Su, damarlarımızdaki kanda akarken bilemedik başımıza ne geleceğini. Sonra gördük ki damarlarımızdaki kan da kuruyor susuzluktan ve gördük ki tükendik. Sude ÇUBUK Kültür2000 Anadolu Lisesi Hz 74 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

İLK MAÇ Fiziksel özelliklerimden dolayı olsa gerek, küçüklüğümden beri çevremdekiler tarafından bir spor yapmaya - annemin voleybol geçmişi sebebiyle de özellikle voleybola - teşvik edildiğimi hatırlıyorum. Ancak ilk profesyonel bir kulübe katılışım on iki yaşıma kadar olmadı. Başarılı sporcular arasında spora başlama yaşının altı ve yedi arasında değiştiği düşünülürse oldukça geç kalınmış bir karar. Hâlâ spor salonunun kapısından ilk girdiğim anı, kendisi eski bir millî voleybolcu olan, disiplini ve siniri ile tanınan ant- renörümün: “Siz bu kızı bu zamana kadar nerede sakladınız?” diyerek anneme kızışını dün gibi hatırlıyorum. O zamana kadar takım arkadaşlarımın çoğu yıllardır voleybol oynuyor, maçlara çıkıyorlardı. Bu sebeple onlara yetişmek için çok çalışmak zorunda kaldım, defalarca vazgeçecek oldum. Ancak bir yıl sonra lisansımı aldım ve ilk maçıma çıktım. Zaten ligin sonuna yaklaşılmıştı ve geriye kalan tüm maçlar çok önemliydi. Maçtan önceki gece heyecandan uyuyamadım. Buna rağmen sabah erken kalkıp hızlı hızlı kahvaltı ettim. Maç otobüsünde takım arkadaşlarımla konuştuğumda biraz rahatlamıştım. Salona vardık, giyindik. Daha sonra koç içeri girerek cesaret veren konuşmasını yaptı, ilerde bu konuşmanın bir totem misali her maçtan önce yapıldığını öğrenecektim. Takımca sarıldık, bağrındık ve heyecanla soyunma odasından çıktık. Şansıma rakibimiz ligin en iddialı takımıydı ve fiziksel olarak bizden çok daha üstündüler. Maçın ilk iki setinde hiç giremedim. Üçüncü sette ise nihayet koç beni oyuna soktu. Bacaklarım titriyordu. Kimsenin fark etmemesi için servis- leri ellerimle bacaklarımı tutarak bekledim. Dört beş şanslı kurtarış dışında pek faydalı olduğumu söyleyemem ancak en azından bu, tüm takım oyuncuları için geçerliydi. İlk maçım olduğundan dolayı olsa koç bana fazla kızmadı ama bunu diğerleri için söyleyemem. O gün sahadan mağlubiyet ile ayrıldık ve ilk maçımın yenilgiyle sonuçlanması beni gerçekten üzdü. İlk defa o zaman mağlubiyetin ne kadar acı olduğunu fark ettim, aylarca çalışmanın boşa gitmesi hissini, belki o topu kurtarabilseydim farklı olurdu diyerek içten içe kendini yemeyi... Ancak bilmediğim bir şey vardı ki kazandığın andaki mutluluk, takım arkadaşlarınla omuz omuza vererek aldığın galibiyet bunların hepsine değerdi. Önümdeki yıllarda kazanacağım madalyalar, kupalar, şampiyonluklar ise bunun kanıtlarıydı. Buse BEK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 75

ARKADAŞIM ÖMÜR Ailem beni doğaya ve hayvanlara karşı bir sevgi ile büyüttü. Küçüklüğümden beri hayvanları özellikle köpekleri hep çok sevmiş ve bir köpeğim olması hayaliyle yaşamışımdır. Bundan yedi yıl önce sıradan bir güne babamın bana seslendiğini duyarak uyandım. Sesi bahçeden geliyordu, yanına gitmemle bahçedeki sevimli köpeği görmem bir oldu. Babam, bahçeye indiğinde köpeğin orada olduğunu, bir sahi- binin bulunmadığını ve dolayısıyla ona bizim bakabileceğimizi söyledi. Bunu duymamla o sabah, hayatımın en güzel sabahlarından birine dönüştü. Köpek hayatımıza girdiğinden beri çok güzel vakit geçiriyor ve daha huzurlu hissediyordum kendimi. Bir gün onu gez- dirmek için dışarı çıkardım ve yanımıza siyah bir araba yanaştı. Arabada yirmili yaşlarında genç bir adam vardı, köpeği dikkatle inceledikten sonra yoluna devam etti. Olayı anneme anlattım, endişelenecek bir şey olmadığını ve dışarı çık- tığım zamanlar dikkatli olmamı, mümkünse yalnız çıkmamamı söyledi. Bu yaşadığım basit bir olay olmasına rağmen kendimi kötü hissediyordum. Birkaç gün sonra bahçede yine köpekle güzel vakit geçiriyor, oyunlar oynuyordum. Hatta bayrama bir hafta kalmış olmasından olacak onun için bir papyon yapmış ve bu papyonu onun bayramlığı olarak nitelendiriyordum. Bir süre sonra aynı araba yine geldi ve bu kez annem de yanımdaydı. Arabadan inen genç adam, köpeğin onun çalıştığı yere ait olduğunu, bir süredir bu köpeği aradıklarını ve onu götürmesi gerektiğini söyledi. Bunu duyduğumda duygularıma hâkim olamadım ve bağırmaya, ağlamaya başladım. Bu hâlimi gören genç adam, kendi köpeğinin henüz yavruları olduğunu ve bana getirebileceğini söyledi. Bunu duyunca her ne kadar biraz daha sakinleşmiş olsam da ağlamaya devam ediyordum. Henüz yeni edindiğim ve çok sevdiğim arkadaşımdan ayrılmam gerekiyordu. Kısa bir süre sonra genç adam kucağında küçücük, simsiyah bir yavru ile geri geldi. Onu görünce içim yumuşacık oldu ve artık ağlamayı bıraktım. O kadar küçük ve masumdu ki ona dokunmaya bile çekiniyordum. Annemle bu küçük kö- peği veterinere götürüp gerekli işlemleri yaptırdık. Artık benimle olacak yeni bir arkadaşım vardı: Kömür. O zaman bu aklımın ucundan bile geçmezdi belki ama Kömür hâlâ benimle. Tam yedi yıl geçti ve onunla dostluğumuz her geçen gün daha da güçlendi. Nur Sanem ESATOĞLU Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 76 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

SIRA DIŞI BİR DOĞUM GÜNÜ Yıl 2014, Mayıs’ın 17’si. 10. yaş günüm... Bir yaşımdan beri tanıdığım, bebeklik arkadaşım Doğa ve onun babası Necip Amca ile Sabiha Gökçen Havalimanı’nda buluşmak üzere babamla sabah yola çıkmıştık. “Babalar-Kızlar Tatilde” olarak adlandırdığımız bu bir haftalık tatil serüveni de böylece başlamıştı, istikamet Marmaris’ti. Hava- limanına vardığımızda ilk iş bavulları teslim etmek ve bilet kontrolü yaptırmak olmuştu. Bu noktada küçük bir talihsizlik yaşamıştık. Doğa’nın nüfus cüzdanı evde kalmıştı. Hiç vakit kaybetmeden Necip Amca ta Beylikdü- zü’ne geri gitmiş ve nüfus cüzdanını alıp gelmişti. Bize bir miktar gerilim yaşatmamış değildi bu durum sabahın erken saatinde. Her şey bir yana, şükürler olsun ki uçağı kaçırmamıştık! Türlü güvenlik kontrolünü aştıktan sonra kapı numaramıza ulaşıp uçağa bindik. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuş bizi bekliyordu. Aradan biraz zaman geçtikten sonra etraftan: “İyi ki doğdun Zeynep!” melodisi işitmeye başlamıştım fakat ne olduğuna anlam verememiştim ilk başta. Sonra hosteslerin ellerinde pembe bir pasta ile bana doğru yaklaştığı- nı gördüm. O anki mutluluğum tarif edilemezdi, hayatımdaki en unutulmaz deneyimlerden ve anlardan biriydi, daha önce uçakta doğum günü kutlandığına tanık olmamıştım; gerçekten hiç böyle bir şey beklemiyordum. Sonra diğer yolcular da alkışlamaya başladı. Tabii ki de bütün bunları planlayan babamdı. Düşünceli babam... Bununla birlikte bana ilk saatimi armağan etmişti. O gün bu gündür yüzümde bir tebessümle hatırlarım o anları. Bir buçuk saatin sonunda Dalaman Havalimanı’na iniş yapmıştık. Bavullarımızı aldıktan sonra bizi bekleyen otobüse doğru ilerlemeye başlamıştık ki babamla bir an duraklayıp birbirimi- ze baktığımızı hatırlarım. Çünkü hemen ilerimizde çekim ekipmanları ile birlikte o sıralar çokça, severek izlediğimiz bir belgeselde sunuculuk yapan Wilco (Van Herpen) duruyordu. Çok ilginç bir tesa- düf olmuştu bizim için. Birlikte fotoğraf çektirdikten sonra yollarımızı ayırdık ve biz Marmaris’in merkezine gitmek üzere otobüse bindik. Doğum günü kutlamamla başlayan bu kısa ilkbahar tatilimizin bende çok özel bir yeri vardır. Ne de olsa bu kadar güzel tesadüf her zaman denk gelmez. Zeynep ÖZTÜRK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 77

PERİBACALARI Beş ya da altı sene önce ben daha dokuz ya da 10 yaşındayken yaz tatili için Nevşehir’e gitmeye karar ver- miştik. Ankara’dan Nevşehir’e yola çıktık. Kardeşimle çok heyecanlanmıştık çünkü daha önce hiç Nevşehir’e gitmemiştik. Daha önce Peribacalarını sadece fotoğraflardan görmüştüm ama oraya gidince fotoğraflarda olandan daha güzel olacağına emindim. Yola çıkarken annem ince şeyler giymemizi önermişti, bense Nevşehir’in Ankara’dan daha sıcak olacağını düşünmemiştim ama annemin önerisine uymuştum. Nevşehir’e arabamızla yaklaşık, üç ya da dört saatte gitmiştik. Yolculuğumuz, kardeşim için biraz sıkıcı geçmişti çünkü daha küçüktü. O gün hava çok sıcaktı. Uzun bir yolculuk sonunda Nevşehir’e vardık. Nevşehir beklediğimden daha sıcaktı. Orda annemlerin arkadaşıyla buluştuk. Annemlerin arkadaşı önce bizi Nevşehir’e bağlı bir ilçe olan Gülşehir’e götürdü. Orayı gezdikten sonra Avanos’u gezdik. Her ilçenin kendine özel güzellikleri vardı. Daha sonra ise Ürgüp’e yani Peribaca- larının daha yoğun bulunduğu bölgeye gittik. Aslında diğer ilçelerde de Peribacaları vardı fakat çok az ve şekilleri Ürgüp’te bulunanlar gibi değildi. Peribacalarına gittiğimiz zaman annemlerin arkadaşı Kapadokya kelimesinin Pers dilindeki “Katpatuka” ke- limesinden türetildiğini ve bu kelimenin Pers dilindeki anlamının ise “güzel koşan atlar ülkesi, iyi koşan cins atlar ülkesi ” anlamına geldiğini söyledi. Orada bulunan bütün Peribacalarını incelemek imkânsızdı çünkü çok fazla vardı ve birçoğu yüksekte bulunuyordu, biz de sadece birkaç tanesinin içerisine girdik. İçerisi dışarıdaki havadan daha serindi, o yüzden içerilerinde durmak daha güzeldi. Peribacalarını gezdikten sonra biraz daha ileride bulunan bir kiliseye gittik. Kilisenin içine girerken el feneri veriyorlardı. İçeri girdiğimizde içerisi çok karanlıktı ama el feneri sayesinde duvarda bulunan resimleri in- celeyebildik. Üst kata çıkmak istediğimizde ise emekleyerek çıkmak gerekiyordu çünkü geçitler çok dardı. Bir zamanlar o kiliselerde insanların yaşadığı hatta dua ettiğini düşünmek beni şaşırttı çünkü onlar kiliseyi yaparken sadece iman etmek amacıyla yapmışlardı ama biz yıllar sonra o kiliseye gidip oraları gezebiliyoruz. Daha sonra bir kafeye oturduk, kafenin manzarası çok güzeldi, bütün Peribacalarını görebiliyorduk. Hayatım- da gördüğüm en güzel manzaralardan biriydi. Kapadokya’da geçirdiğimiz o gün benim için çok özeldi, farklı dünyalara bakma şansı yakalamıştım. Birkaç yıl sonra tekrar gittik, o zaman benim için daha anlamlı olmuştu çünkü yaşım daha büyümüştü ve olaylara farklı bakabiliyordum. Ekinsu İNAN Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 78 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

İLK BASKETBOL HATIRAM Günlerden cuma. Aylardır hayalini kurduğum basketbol maçı sadece birkaç saat uzaktaydı benden. Sabırsızlıkla dersin bitmesini ve eve gidip büyük akşam için hazırlanmak istiyordum. Nihayet ders bitmişti. Servise bindiğimde hâlâ maçı düşünüyordum. Acaba kim kazanacak? Nasıl bir atmosfer olacak? O kadar dalmışım ki düşüncelere servisin evin önüne geldiğini fark etmedim. Babamın işten gelip beni almasını bekliyordum. Kapı çaldı. Babam gelmiş olmalıydı. Aşağı indim, babam arabada beni bekliyordu. İlk işim ısıtıcıyı açmak oldu. Çünkü sıcaklık 0 dereceye yakındı. Avcılar’a kadar trafik normaldi. Fakat Avcılar’da trafik felaket bir hâle geldi. Hayatımda hiç bu kadar yoğun bir trafik görmemiştim. Maça yetişemeyeceğimizi düşünüyordum. Arabaların egzoz kokusundan başım ağrımıştı. Trafikte canı- mız sıkılmaması için Eminem’in albümünü açtım. Az da olsa işe yaramıştı. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Ataköy’deydik. Maçın başlamasına bir saatten fazla vardı. Biz de akşam yemeğimizi stadyumun yakınındaki bir restoranda yedik. Biraz gezindik. Stadyumun otoparkına gelince o kadar kalabalıktı ki girişte neredeyse otuz dakika bekledik. Çok yavaş iler- liyorduk. Yürüyerek daha hızlı gidebilirdim. Bir sağdan, bir soldan arabalar sıraya kaynak yapmaya çalışıyorlardı. Bazı okullar öğrencilerini otobüslerle getirmişti. Otobüslere öncelik verildiği için trafik daha da karmaşık hâle geldi. Bekle bekle, nereye kadar? Sonunda otoparka girebildik. Yer bulmak da ayrı bir zorluktu. Dolaştık ve bir yere park ettik. Stadyuma girerken amigolar atkı ve bere satıyorlardı. Atkıda “Kimseyi görmedim ben senden daha güzel. Kimseyi tanımadım ben senden daha özel.” yazıyordu. Neden bil- miyorum ama bu sözü hâlâ unutamıyorum. İki tane atkı satın aldık. Kapıya gelince ayrı bir sıra daha vardı. Güvenlikler biletleri kontrol ediyorlardı. Bizim biletlerimizi de kontrol ettiler ve içeri girdik. İçerisi o kadar büyüktü ki onlarca kafe, büfe ve birçok lobi girişleri vardı. Kırk sekiz numaralı kapıdan içeri girerken spiker “Haydi Anadolu Efes! Hep birlikte, 3, 2, 1 ve tüm saha hep birlikte Haydi Anadolu Efes!” diye bağırmaya başlamıştı. Bu tezahürat hoşuma gitmişti. Babamdan bileti Yunan taraftarların yanından almasını rica etmiştim. Bu sayede Yunan taraftarlarını kışkırtabilecektim O da beni kırmayıp oradan almıştı. Yunan taraftarları görmek için can atıyordum. Bilirsiniz, Yunan taraftarlar dünyaca tanınmış taraftarlardır. Fakat hiçbir Yunan taraftar görememiştim. Maç, hakemin düdüğü ile resmi olarak başlamıştı. İlk iki çeyrekte Anadolu Efes, çok kötü gidiyordu ve fark on sekiz sayıya kadar açılmıştı. Devre bitti. Mola verildi. Babam molada birkaç içecek ve yiyecek almaya gitti. O sıra da önümdeki üç taraftarın Yunan olduğunu anladım. Başka var mı diye etrafıma bakındım. Onları görünce heyecanlandım, tam da önümde oturuyorlardı. Babam gelince hemen ona söyledim. Türkçe konuşmuyorlardı. Bir sosisli sandviçi üç kişi ağızdan ağıza ısırıyorlardı. Bu çok tuhaftı. Boyunlarına da Anadolu Efes atkısı takmışlardı. Anadolu Efes basket atınca seviniyor numarası yapıyorlardı. Kendi takımları basket atın- ca fark ettirmeden seviniyorlardı. Aralarında Yunanca konuşuyor, seviniyorlardı, Onları seyrederken sahaya bir maskot ve dört kadın patenleriyle birlikte girmişlerdi. Maskot “Eller havaya” diye bağırıyordu. Kadınlar ellerini kaldıran kişilere havalı silah ile hediye atıyorlardı. Fakat çoğunu boş olan üst kattaki koltuklara atmışlardı. Taraftarlar yuh çekiyorlardı. Maç kaldığı yerden devam ediyordu. Fakat babam hâlâ gelmemişti. Sıra vardır diye düşündüm ve düşüncem doğruy- muş. Efes, üçüncü çeyrekte farkı ikiye kadar indirmişti. Dördüncü çeyrekte ise farkı kapatıp öne geçmeye başladı. Karşı takımın koçu o kadar sinirliydi ki elindeki tahta göstergeyi yere fırlattı. Maç bitti ve altı sayı farkla kazanmıştık. Çok sevindim. Koşarak stadyumdan çıktık ve arabaya bindik. Fakat babamın yanlış bir manevrası ile arka kapı yerine ön kapıdan çıkmak zorunda kaldık. Çoğu kişi de bizim gibi yapmıştı. Yine otobüslere öncelik verildiği için çok trafik vardı. Otoparkta saatlerimiz gitti. Dönüş yolunda babamın aynaları açmadığını fark ettim ve babama söyledim. O da şaşkındı. Gülerek aynaları açtı. Dönüş yolunda pek trafik yoktu, o yüzden çabucak eve geldik. Hayatımda ilk defa gittiğim maçta trafikte sıkıntıyı, Yunan taraftarları görünce heyecanı, Yunan antrenörün elindeki tahta göstergeyi sinirinden yere fırlatmasıyla çaresizliği, oyun- cuların yüzünden üzüntüyü, takımım galip gelince de sevinci görmüştüm. Bu yaşadıklarımı asla unutamam. Bundan sonra da babamla devamlı maçlara gitmeye karar verdik. Taha KARAKAŞ Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 79

ANAOKULUNDAKİ İLK GÜNÜM 2007 yılının Eylül ayıydı. Babamın görevi nedeniyle Malatya’da bulunuyorduk ve lojmanlarda ikamet edi- yorduk. Malatya şehrinde bulunan bütün askeri personele ait lojmanlar bir arada olduğundan lojman böl- gesi oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Benim anaokuluna başlayışım bu lojmanlar içindeki Zübeyde Hanım Anaokulunda olmuştu. Oldukça he- yecanlı bir gündü benim için. Yeni arkadaşlar edineceğim için çok mutluydum ancak düşündüğüm gibi olmamıştı hiçbir şey. Öğretmenim annemle beni kapıda karşılamış ve annemle vedalaşmamı söyleyip beni sınıfıma götürmüştü. Sınıfa girdiğimde herkes bir köşede oyuncaklarla oynuyordu, yeni arkadaşlarımla tanışmıştım ve oyun oy- nayacaktık, herkes kendine bir görev seçiyordu. Ben yemek yapmak istemiştim fakat o görevi başka biri de istediği için aramızda taş kâğıt makas oynamıştık ve arkadaşım kazanmıştı. Ben de bu duruma çok üzülüp sinirlenmiştim. O sinirle sınıftan çıkmış ve kimseye görünmeden okuldan da çıkmayı başarmıştım, aslında ben öyle sanıyordum. Öğretmenim beni görmüş ve peşimden seslenerek koşmaya başlamıştı. Onun arkam- dan geldiğini fark edince daha hızlı koşmaya başlamıştım. Yaklaşık bir km uzaklıkta olan evimize ben önde, öğretmenim arkamda koşarak gelmiştik. Annemin o gün suratında oluşan o şaşkın ve korku dolu ifadeyi hiç unutmam. Sanım bütün öğrencilik ha- yatımın bu şekilde geçeceğini düşünüp korkmuş olmalı. Yankı ERYILMAZ Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 80 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

HALDUN TANER Haldun Taner 6 Mart 1915 yılında İstanbul’da doğdu. Türkiye’de epik türün ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür. Haldun Taner’in eserlerinde gözlemin, mizahın ve yerginin önemli yeri vardır. Büyük şehrin düzensiz ve çelişkilerle dolu yapı- sını, görgüsüzlük ve bilgisizliğini yansıtan öyküleriyle tanınmıştır. Galatasaray Lisesimde, Heidelberg Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünde, Max Reinhardt Tiyatro Enstitüsünde eğitim gördü. Üniversitelerde edebiyat ve sanat tarihi dersleri verdi. Skeç, öykü, oyun, kabare, senaryo, hiciv, fıkra, köşe yazısı türlerinde yazdı. Devekuşu Kabare›yi, Bizim Tiyatro›yu, Tef Kabare Tiyat- rosu’nu kurdu.  Küçük Dergi’yi çıkardı. Öykülerini ve yazılarını Yedigün, Ülkü, Yücel, Varlık, Küçük Dergi, Yeni İnsan dergilerinde, Yeni Sabah, Milliyet, Tercü- man gazetelerinde yayınladı. Tercüman ve Milliyet gazetelerinde uzun yıllar, Devekuşuna Mektuplar başlığıyla fıkralar yazdı. “Keşanlı Ali Destanı” adlı epik oyunu ile dünya çapında tanındı, oyun Atıf Yılmaz tarafından sinemaya akta- rıldı (1964). Yeni İstanbul, Atlantis, Varlık, Sait Faik, Türk Film Dostları Derneği, TDK, Bordighera Avrupa Mizah Festivali, Sedat Simavi ödüllerini kazandı. Eserleri: • olcay dursun1985. • Yaşasın Demokrasi, 1949. • Adamı, 1953 • Tuş, 1951. • Keşanlı Ali Destanı,( Mükemmel eser) 1964. • Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, 1953. • Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, 1971. • Ayışığında Çalışkur, 1954. • Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım, 1979. • Onikiye Bir Var, 1954. • Fazilet Eczanesi, 1982. • Konçinalar, 1967. • Devekuşuna Mektuplar, 1960, 1977. • olcay´ın Sabah Yürüyüşü, 1969. • Hak Dostum Diye Başlayalım Söze, 1978. • Hikayeler, 1970. • Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil, 1979. • Çok Güzelsin, Gitme Dur, 1983. • Berlin Mektupları, 1984. Melike KİRAZ Kültür2000 Fen Lisesi 9 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 81

MÜNİR ÖZKUL Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden biri olan Münir Özkul, 15 Ağustos 1925  tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Lise öğrenimi- ni  İstanbul Erkek Lisesi, yüksek öğrenimini ise  İstanbul Üniversite- sinde tamamladı. Tiyatroya olan ilgisi lise yıllarında başlayan Münir Özkul, Bakırköy Halkevinde tiyatro eğitimi aldı. 1984 yılında geleneksel Türk tiyatrosunu yaşatmak adına Erol Gü- naydın’la birlikte “Geleneksel İbiş Tiyatrosu” adında bir topluluk kurdu. 1950 yılında “Üçüncü Selim’in Gözdesi” adlı sinema filminde rol aldı. Bu film, onun beyaz perdedeki ilk deneyimiydi. 1972 yılında vizyona giren “Sev Kardeşim” filmde oynayan Münir Özkul, buradaki performansıyla Altın Portakal Film Festivali‘nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. 1974 yılında vizyona giren “Hababam Sınıfı” filminde “Kel Mahmut” karakterini canlandırdı. 1991 yılında İsmail Dümbüllü Ödülü‘ne layık görüldü. İsmail Dümbüllü, “Kanlı Nigar” oyunu sırasında Münir Özkul’u izlemiş ve oyun bittikten sonra kavuğunu ona vermişti. 2015 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü‘ne layık görüldü. 5 Ocak 2018 tarihinde hayatını kaybetti. Münir Özkul, hem tiyatro hem de sinemada başarılı olmasını şu şekilde açıklıyordu: “Sinemada da tiyat- roda da yalnız duygularımla oynadım. Yaşadım da… Seyirciye olan yakınlığım oradan. Beni hep kendileri gibi gördüler. Seyirci zaten bunu istiyor; kendi gibi birini görmek, yaşamını onunla paylaşmak. Yaşamda da oyunculukta da yalnız duygularımın peşinden gittim. İnsan hep başka bir insanı oynuyor yaşamda da. Tiyatro ve sinema yaşamdaki oyunların daha arıtılmış şekli, günlük klişelerde arınmış şekli. İşte ben hep yaşamla sanatımı birleştirmeye çalıştım. Bildiğim tek oyunculuk yönü, yaşadığım gibi oynamak oldu.” Öykü İlayda AZAKLIOĞLU Kültür2000 Fen Lisesi 9 A 82 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

YALNIZLIK AĞITI Ellerim serin ve kalbim soğuk bugün. Yokluğun üşütebileceği kadar üşütüyor ruhumu, Isınmak için ince iplerle hayaline tutunuyorum. Her an kaçacak gibi ama Özlemini çektiğim saf güzelliği, Hayalimde yaşatıyorum. Her an elimden kayıp gitmemiş olmasını diliyorum. Bazen aklıma geliyor okyanusların Kâh durgun kah dalgalı olurdu, Hatırlıyorum. Düşündükçe hiç görmemişçesine Yeniden büyüleniyorum, Okyanuslarının dalgaları tekrardan kalbime çarpıyor. Bazen ipek saçlarını hissediyorum. Hayaller, gerçekten ayrıştırılamıyor o an. Her bir telini parmaklarımın arasında hissediyorum. İşte o an tekrar tekrar parmaklarım sızlıyor. Çoğunlukla da gülüşün geliyor gözümün önüne. Ondan başka bir şey göremiyorum, konuşamıyorum. Artık o gülüşlerin olmadığını biliyorum. Yine de her düşüncemde daha çok âşık oluyorum. Hayalimde beraberiz oysa Konuşuyoruz, gülüşüyoruz, Koşuyoruz, oturuyoruz; birlikte, yaşamayı seviyoruz. Ama onlar sadece hayal, Ben sensiz yaşamayı sevmiyorum. Zeynep Damla KARASAL Kültür2000 Anadolu Lisesi 11 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 83

YALNIZLIĞIM Ağlardım önceleri yalnızlığıma, Sevip de karşılık görememelerime Yalnız olduğum her vakit zindan gelirdi bana, İçinden çıkamazdım boğulurdum. Yalnızlığım vardı hayatımın her yanında, Öyle ya hiç yalnız bırakmazdı beni, En güzel zamanlarımda yanımdaydı; En mutlu hatıralarımda yer bulurdu kendine. Anlıyorum o yalnızlığın kıymetini. Sahte değildi en azından, Yarı yolda bırakmazdı beni. Nereye gitsem peşimdeydi. Şimdilerde öyle bir hâldeyim ki Yalnızlığım bile küsmüş bana. Yanımdaki dostmuş bilememişim Yazık etmişim yalnızlığıma. Nur Sanem ESATOĞLU Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 84 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

TEORİK AKLIN ELEŞTİRİSİ gözlerine baktım bıraktım direnmeyi ırmaklar durdu ceylanlar atlamayı kesti öteden beriye avcılar kapandı evlerine soğuk bir kıştı birçoğu öldü açlıktan bazısı yaşadı kimisi ise güneşli bir gök bekledi yalnızlığı soludular ateşler içerisinde kimsesiz bir havale vurdu nefeslerimizi bir anda değişmiyor mu dünya dün ve bugün yarını da düşünürsek hepsi ardı ardına ellerimi tut bu şehrin karanlıkları çoktur her gece bir avcı çıkar sokağa eli boş döner acı dediğin yaşamakla yontulur teoride herkes mutludur çünkü pratikte mutsuzluk mu güçlüdür özüme dönmek istesem bu şehir affeder mi beni her sokakta biriken milyonlarca damla yalnızlık sen bir yokuş inerken arkandan bakamadım hiç o yokuş kendi kendine inilmedi oysa o yokuştan da avcılar indi ve düştüler ceylanlar koşuşmuştur elbet nesli tükenmiştir bütün insanoğlu cehaletime kurban gidecek yazık bana biraz da oturup düşünmeliyim hayatı kalemlerimi kırmalıyım düşünceler bozulmalı adımı unutmalı mıyım sen mi hatırlatmalısın bir gece uzunca konuşmalı mıyız ya da sabah olmadan evvel biraz daha avcılar gelirse bu şehri alırlar ama ben seni korurum ceylanları saklarız sokaklarda caddelerde koşarlar mahalleler ablukaya alınır ben siperde teoride her şehir kendini bir şekilde kurtarır pratikte ise bütün yalnızlıklar çöker avcılar bir gece ansızın bir baskın kendi silahlarıyla kendilerini vurup biterler teoride her şey sonsuz ve mutludur ama pratikte ise sen beni sevdiğince  Derya ONARAN Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 85

“GENÇ WERTHER’İN ACILARI”NDA KÜRESEL SORUNLAR Goethe tarafından 1774 yılında yazılan “Genç Werther’in Acı- ları” romanı, dünya adına önemli sorunlara dikkat çekmekte- dir. Kitabın ana konusu, aşk acısı çeken ve en sonunda çektiği acılara dayanamayan Werther’in intiharıdır. İlk bakışta bir aşk hikâyesi gibi gözükebilir ama intihar temasının seçilmesi tesa- düf değildir çünkü Werther, dönem insanının bir yansımasıdır. O dönemde dağılan feodal yapılar ve kurulmaya başlayan im- paratorluklar karşısında boşluğa düşmüş herhangi bir insanın karakterize edilmiş hâlidir Werther. Goethe çok önemli bir soruna dikkat çekmektedir, inanç sorunu sadece o gün değil bugün de dünyada vardır ve insanlar, inançları uğruna ya da zıddında herhangi bir hareket yapmaktan çekinmemektedirler. İntihar, günümüz kanunlarında suç olarak geçmekte ve birçok inançta da günah olarak sayılmaktadır. Werther de bir suç işlemiştir aslında. Âşık olsa bile yapmaması gereken bir şeye teşebbüs etmiştir. Günümüz dünyasında boşluğa düşen insanlar maalesef ki intiharı bir kurtuluş olarak görmektedir ancak bu asla gerçekçi bir çözüm de- ğildir. O dönemde yaşanan sorunlar karşısında insanları doğru yola sevk etme amacıyla Goethe gibi yazarlar dini kullanmışlardır. Günümüzde de insanların hızla değişen dünyaya ayak uyduramaması onları bu tarz eylemlere itmektedir. Hatta toplu intihar fikirleri ortaya atılmakta, ölüm insanlara bir çare olacakmış diye düşündürülmek- tedir. Goethe de toplumu eğitmek adına romantik bir görüşle intihara karşı antitez üretmiş, ortaya dini bir algı koyarak insanları doğru yola çekmeye çalışmıştır. Günümüzde de insanları intihar gibi eylemlerden uzak tutmak adına çeşitli iyileştirme merkezleri kurulmuş, onların ilgilerinin başka noktalara çekilmesi amaçlanmıştır. Hatta ABD’de ayrı bir “intihar hattı” kurulmuş ve bu fikre kapılan insanların kurtarılması hedeflenmiştir. Goethe’nin değindiği ikinci konu ise sınıf çatışmasıdır ve birey-toplum arasındaki ilişkiyi yine ana karakter Wert- her üzerinden anlatmıştır. Werther’in âşık olması yanlış değildir, evlenecek bir kadına âşık olmak da belki kabul edilebilir ancak âşık olduğu kadın ile kendisi arasında ekonomik farklılıklar vardır. Werther, ekonomik olarak düşük bir sınıftadır ve bu durum onu daha da çaresiz kılmaktadır. Bugün yaşadığımız dünyadaki sınıf ayrılıkla- rının belki çok daha evvelki hâli eserde geçmektedir, insanlar gerek ekonomik gerek sosyal statüleri sebebiyle istediklerine ulaşamamaktadır ve bu onları istemsizce bir yalnızlığa itmektedir. Wert- her, dönemi için bir tiptir ve günümüzde de bu tipler vardır. Ekonomik olarak istedi- ğine ulaşamayan insan, yalnızlığa itilir ve bu dünyadaki bütün ülkeler, toplumlar için geçerlidir. Onu intihara götüren süreçte bu durum fazlasıyla etkilidir; sınıf çatışması, insanları ayırması bireyleri tüketmekte ve topluma zarar vermektedir. “Genç Werther’in Acıları” bu sebeplerden sıradan bir aşk eserinden çok farklı özel- likler taşımaktadır. Goethe’nin yaşadığı dönemin algısını Werther ile ortaya koyması, inanç meselesini ve sosyoekonomik çatışmaları ele alması eseri bir başyapıt haline getirmiştir. Güzden KUTOĞLU Kültür2000 Anadolu Lisesi 10 IB 86 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

KAVİM KİTABI ÜZERİNE Kitap, Nevzat adında bir baş komiserin etrafında yazılmıştır. Her zamanki işini yapan Nevzat, esrarengiz bir cinayetle karşı karşıyadır. Yusuf Akdağ’ın ölmesiyle başlar her şey. Kabzasında haç işareti olan bir bıçakla ölü bulunan Yusuf ve evinde altı onun kanıyla satırları çizilmiş bir kutsal kitap. Kitap, ilk olarak Yusuf’un ölüm anıyla başlamış ve daha sonrasında ise Nevzat’ın olaya dâhil olmasıyla devam etmiştir. Romanda Nevzat, onun çok sevdiği ve ölen çocuğu yerine koyduğu Ali ve Zeynep; Yusuf, Yusuf’un arkadaşı Can ve Malik, sevgilisi Meryem, romandaki ana karakterlerdir. Her şey Yusuf’un ölümü üzerine kurulmuştur. Kimin işlediği bilinmeyen bu cinayette ilk olarak Bin- göllü Kadir adında bir itirafçı üzerine yoğunlaşılmıştır. Daha sonra Yusuf’un sevgilisi Meryem ve Meryem’in yanında çalışan korumalardan biri Bingöllü Kadir’i öldürmüştür. Olay bununla bitmemiştir çünkü cinayet bir alacaklı verecekli olayından çok daha fazlasıdır. Bunu yavaş yavaş anlamaya başlayan baş komiser Nevzat, araştırmalarına Yusuf’un konuştuğu ve tanıştığı kişilerden devam etmiştir. Yusuf’un cinayetinin araştırıl- dığı sıralarda bir esrarengiz cinayet daha gerçekleşir. Kapalıçarşı’da antikacı dükkânı olan Malik… İlk şüpheliler arasında Can adında bir öğretim görevlisi vardır. Daha sonrasında ele geçen kanıtlar ve Can’ın ifadesi göstermiştir ki bu cinayetlerin sorumlusu Nevzat’ın müdürü Cengiz’dir. Nevzat, Cengiz’le yüzleşir ancak Cengiz, sadece Malik’in ölümünden sorumlu olduğunu ve diğer cinayetlerle hiçbir alakası olmadığını söyler. Bunun üzerine iyice kafası karışan Nevzat, Cengiz hakkındaki suçlamaları için daha fazla delil toplamaya başlar. Yardımcısı Ali ve Zeynep’le görüşen Nevzat, Zeynep’in söylediklerinden sonra Cengiz’in bu cinayetten sorumlu olup olmadığı arasında kafası karışır. O akşam Cengiz, diğer ölümleri üzerine yıkmaya çalışan ve cinayetin asıl sorumlusu olduğunu düşündüğü Can’ın evine gider ve onu döver. Can; Cengiz gelmeden önce Nevzat’ı, Cengiz’in geleceği düşüncesiyle uyarmıştır. Bunun üzerine Ali ve Nevzat, Can’ın evine gider ve bir arbede sonucu Nevzat Cengiz’i vurmak zorunda kalır. Ci- nayet soruşturması bitmiş olsa da içinde hâlâ bir şüphe vardır. Bunun üzerine Cengiz’in en son kimle konuştuğu ve nereye gittiğini öğrenir. Cengiz’in en son gittiği yer olan kütüphaneye gitmiş ve orada ne yaptığına bakmıştır. Cengiz’in bazı belgeler incelediğini söyleyen kütüphane görevlisi, o belgeleri Nevzat’a gösterince Nevzat, o zaman asıl katilin kim olduğunu anlar ve bazı yalanların sır perdesini aralar. Asıl katilin aslında Can olduğu, Yusuf’un aslın- da gerçek Yusuf olmadığı, Semih adında Mardin’ de işlediği suçlardan dolayı kaçan bir polis olduğu ve Can’ın anne ve babasının ölümüne neden olduğunu öğrenir. Ancak Nevzat’ın elinde, Can’ı içeri atacak kadar delil yoktur. Belki Can’ın işlediği suçları bildiğini bilirse onun itirafta bulunabileceğini düşünür. Bunun üzerine Can’ı ofisine çağırır. Ama Can, polisin elinde kanıt olmadığını anlayacak kadar zekidir. Bunun üzerine itirafta bulunmayan Can, serbest bırakılır. Aynı zamanda Meryem de Can’ın aslında katil olduğunu öğrenmiştir. Can’ı karakoldan çıkarken Meryem’in korumalarından biri onu vurur. Can’ın ölümü üzerine cinayet soruşturması kapanır. Kitabın asıl üzerinde durduğu konulardan biri Hristiyanlık’tır. Romanda Hristiyanlık ve Hristiyan mezheplerinden çokça bahsedilmiştir. Bu romanı okuyan bir insanın aslında Hristiyanlığın İslam diniyle çok bir farkının olmadığı, İsa’nın hayatı ve Pavlus adındaki bir azizin İslam dinindeki yerini detaylı bir şekilde öğrenmiş olur. Anadolu topraklarında, İslam dininden önce yaşamış dinlerden ve onlar hakkında çokça bilgi yer almıştır romanda. İlk başlarda din- sel konular çok ilgimi çekmese de romanın devamında kutsal kitapta geçen olayların günümüzdeki olaylarla paralel bir şekilde ilerlemesi kitabın konusunu daha ilgi çekici yapıyor. Anlaşılır bir dille yazılmış bu roman ilerleyen sayfalarda olayların karmaşıklı- ğından dolayı çok kafa karıştırıcı olup okuduğunuz bölümü tekrar okumanıza yol açıyor. Eylül Gülşen TÜMAY Kültür2000 Fen Lisesi 11 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 87

ÖYKÜ SU PROJESİ Karşımdaki upuzun, gri renkli ve modern görünen binaya korkarak bakıyordum. Korkarak bakmamın nedeni, birazdan orada kariyerimi iyi ya da kötü yönde değiştirebilecek bir sunum yapacak olmamdı. Ben, bir su mühendisiyim ve dünyayı değiştirebilecek bir projeye sahip olduğumu düşünüyorum. Su varlığı ile ilgili içinde bulunduğumuz kötü durumu kurtaracak bir projem var. Sadece görevlilere kendimi iyi ifade etmem gerekiyor. Elimdeki çantayı sıkıca tutarak kendimden emin adımlarla binaya doğru ilerledim. “Buralara gelmek için çok çaba harcadım umarım iyi geçer…” diyerek binaya ilk adımımı attım ve danışmaya ilerledim. Görevli kadın beni görünce hemen görüşmenin olacağı odanın katını ve numarasını söyledi. Sanki beni tanıyor gibiydi. Asansöre doğru ilerledim ve 7. katın düğmesine bastım. Aynadaki görüntüm tıpkı  kardeşimin simasına ben- ziyordu. Çaresiz bir sima… Asansör, ineceğim katta durdu; derin bir nefes alarak asansörden çıktım. Kalp atı- şım gittikçe hızlanıyordu. Yapamayacak olmam ihtimalinden o kadar çok korkuyordum ki… Kendime gelmek için lavaboya yöneldim. Aynadaki hâlim asansördeki halimden berbat görünüyordu. Stresten terlemiştim. Aynada kendime bakarken tanıdık bir ses geldi: “Abla yapabilirsin.” Korkuyla etrafıma bakındım, kimse yoktu. “Abla…” dedi bu sefer de o ses. İyice kafayı yediğimi düşündüm ama bu ses o kadar tanıdıktı ki… Su, bu ses suyun sesiydi. Gözümden bir yaş damla aktı ve “Yapabilecek miyim ablacığım?” diye sordum. Cevap gelmedi. Ağlamaya devam ettiğimde içimden bir ses burada biraz daha kalırsam görüşmeyi kaçıracağımı söyledi. Haklıydı da. Elimi yüzümü yıkayarak az da olsa kendime gelmiştim. Hemen toplantı odasına doğru yöneldim ve derin bir nefes alarak içeriye girdim. İçeride kocaman bir toplantı masası, sunumlar için bir tahta ve projeksiyon vardı. Masada dört tane görevli vardı. İçlerinden birinden “Nihayet!” diye bir mırıltı geldi. Onları çok bekletmişim gerçekten. Hemen çantam- dan taşınabilir belleğimi çıkardım ve bilgisayarıma taktım. “Merhaba, ben Nehir Öztürk. Buraya gelmemin nedeni size “Su” adlı projemi sunacak olmamdır.’’ dedim ve slaytları açtım. Projem tuzlu su kaynakları, çok fazla kirletilmiş kaynakları veya hastalık içeren suları kısa sürede ve fazla maliyet gerektirmeyen bir su arıtma istasyonu ile ilgili bir projeydi. Görevlilere ayrıntılı bir şekilde projemi anlattım ama anlatırken pek de ilgilerini çekmemiş gibi bir hâlleri vardı. İçlerinden biri sürekli esneyip duruyordu. Gerçekten projemi beğenmemişlerdi. Umutsuzca etrafıma bakınırken tekrar o ses bana “Onlara geçmişi anlat.” dedi. “Geçmişi mi?” diye mırıldandım. Karşımdaki kişi “Ne dediğinizi anlayamadım.” dedi. Adama bakarak “İzninizle size bu proje fikrimin nereden geldiğini anlatabilir miyim?” diye sordum. Adam onaylarcasına eliyle işaret etti ve ben konuşmaya başladım. “17 sene önceydi; 7 yaşındaydım ve şirin, küçük bir kasabada yaşıyorduk. Ben, annem, babam ve iki yaşında olan kardeşim… İki yıldır su kıtlığı çekiyorduk ve köyün etrafındaki bütün kaynaklar kurumuştu. En yakın kaynak yüz kilometrenin üzerinde bir uzaklığa sahipti ve kimsenin oraya gidip su getirme imkânı yoktu. Bu yüzden gittikçe artan bir kıtlık içindeydik. Kardeşim kıtlık dedikodularının başladığı zamanlarda doğmuştu, bu yüzden biz de onun adını bereket getirsin diye ‘Su’ koymuştuk. Onu gerçekten çok seviyordum çünkü bana büyük olduğumu hissettiriyordu. Gittikçe su stoklarımız azalıyor hatta bitiyordu. Bizim su stoğumuz da bir lit- reden az kalmıştı, yani yıkanamıyor veya kişisel ihtiyaçlarımızı sağlayamıyorduk. Su içmek istediğimiz zaman bile iki yudumdan fazla içmemeye çalışıyorduk. Sokaktakiler komşu şehirlerden su yardımı gelecek diyorlardı ama bizim artık buna inancımız kalmamıştı. Arkadaşlarımdan bazıları bir yerde küçük bir gölet gördüklerini söylemiştiler. Onlara gölettin nerede olduğunu sordum, onlar da bana ertesi gün beraber gidebileceğimizi 88 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

söylediler. Ertesi gün ben hemen onlara inanıp kardeşimi yanıma alıp annemden sessizce evden o göleti bulmak üzere çıktım. Kapının arkasında bir not vardı: “Sağ tarafa doğru gidebildiğin kadar ilerle karşına çıkacak.” yazıyordu. O kâğıtta yazılan şeylere neden çabucak inandım hatırlamıyorum ama çocuktum işte o zamanlar. Tek istediğim su kıtlığını bitirmek ve mutlu bir hayata sahip olmaktı. Kâğıtta denilenlere uydum ama yol bitmek bilmedi. Kardeşim daha yolun başında yorulduğunu söylediği için onu sırtıma alıp uzun yol yürüdüm. Gittikçe yorulmaya başlamıştım, aynı zamanda susamıştım da. Yanımda su ile alakalı hiçbir şey yoktu. Sırtımdaki kardeşimin yükü gittikçe ağırlaşmaya başladı. Dengemi kaybedecek gibi olmuşken kardeşim eliyle göstererek “Abla su!” diye bağırdı. Hemen onun gösterdiği yere baktım. Minik bir gölet vardı ama bütün kasabaya yetecek şekilde su vardı. Gölete doğru ilerledik ve kardeşimi sırtımdan indirdim. Çok susamıştım, hemen eğilip avucum yardımıyla göletten su içmeye başladım. Tadı tuhaftı ama içmeye değerdi çünkü çok susamıştım. Kardeşim beni görünce o da sudan içmeye başladı. Susuzluğum geçtiğim- de öksürerek etrafıma bakındım. Kasabadan çok uzaklaşmıştık. Kesin kaybolduk diye düşünürken etrafa daha iyi bakmak amacıyla aniden ayağa kalktım. Başım dönmeye başladı ve gözlerime yavaşça bir siyah perde indi. Düşerken “Su” diye mırıldandım ve sadece suyun “Abla!” diye bağırışını duydum. Uyandığım- da hastanedeydim. Bu hastane bizim kasabanın hastanesine benzemiyordu. Annem bulunduğum odanın köşesinde yere diz çökmüş ağlıyordu. Babam ise onu teselli etmeye çalışıyordu ama pek işe yaramıyordu çünkü babam da ağlıyordu. Annemin bakışları birden bana kaydı ve uyandığımı görünce hıçkırıkları arasın- da “Nehir!” diye bağırdı. Bana doğru koştu ve bana iyice sarıldı. Bir gün hastanede kaldım ama o süre bo- yunca kimse bana kardeşimden bahsetmedi. Kardeşim neredeydi, çok merak ediyordum. Taburcu olduğum zaman farklı bir şehirde olduğumuzu fark ettim. Babam bir taksi çağırdı ve ona bindik. Anneme yaklaşıp “Su nerede?” diye sordum. Annemin gözünden bir damla yaş aktı ve otele gidince anlatacağını söyledi. Biz otele gittik ve annem bana olanları anlattı. Ben içtiğim sudan dolayı zehirlenmişim ve bayılmışım. Kar- deşim Su da zehirlenmiş sudan ama onun bünyesi kaldıramamış. Bizi bulduklarında çoktan vefat etmiş.” Gözümdeki damlaları tutamadım, serbest bıraktım. “Ben bu yüzden bu projeyi hayata geçirmek istiyorum çünkü geçmişte yaşananların tekrar yaşanmasını istemiyorum. Belki o su arıtılabilirdi ve biz de onu içtiği- mizde zehirlenemeyebilirdik. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.” dedim ve ağlamaya devam ettim. Birden beni ayağa kalkıp alkışlamaya başladılar. Şaşkınlık içinde donakaldım. Önümdeki adam “Şirketimiz- le projenize destek olmak istiyoruz.” dedi ve anlaşmayı imzalamam için kâğıdı önüme koydu. Heyecanla imzaladım ve onlara çok teşekkür ettim. Adam bana yaklaşıp “Projenizin adı neydi?” diye sordu. Ben de “Su Projesi” dedim.   Şevval TEOMETE Kültür2000 Fen Lisesi 9 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 89

ÖYKÜ SONSUZLUĞUN ÖTESİ Oturmaktan bükülmüş ve ağrımış belini esneterek koltuğunda biraz doğruldu. O sırada aniden irkilerek saatine baktı. Neredeyse gece yarısına yaklaşıyordu. Sahi, evde onu bekleyen biri de yoktu; neydi ki bu irkilişinin sebebi? “Sabah 9, akşam 5” mesaisine alışkın olan bünyesine garip gelmiş olmalıydı işten bu saatte çıkmak. Rutinini bozan işlerden de pek hoşlanmazdı, ondan olsa gerekti. Pencereden süzülen ılık gece esintisi yüzünü okşayarak ofis odasına doldu usulca. Ayağa kalktı ve masanın üstünde saatlerce çalışmanın sonucu olarak dağılmış olan eşyalarını toparlayıp çantasına koydu ve dışarı çıktı. Dışarıya, bir yaz gecesinin kişiyi içine doğru çeken temposu ve sevecenliği hakimdi. Bir an durdu ve daha önce hiç bu hâlini görmediği semti tüm duyularıyla şaşkınlık içinde fark etmeye çalıştı. Sağ yanında tüm endamıyla, siyah bir çarşaf gibi deniz uzanıyordu ve kumsalla buluştuğu yerde zaman zaman çıkan dalgalarla hoş bir hışırtı yaratıyordu. Kulağına gitar sesi çalındı. Evet, hemen yandaki parkta bir grup genç oturmuş şarkı söylüyordu. Onların seslerine ilerideki kafe, restoran ve barlardan gelen gülüşmeler ve kahkahalar karışıyor- du. Tam tüm dikkatiyle bu detayları algıladığı sırada, yürümeye başladığını fark etti ama ayakları onu evine doğru götürmüyordu tam tersine, bu neşeli atmosferin içine doğru sürüklüyordu, o da büyülenmişçesine ayak uyduruyordu bu duruma. Daha birkaç adım bile olmamıştı ki sanki zihninin derinliklerinden gelen bir “Dur!” komutuyla çivi gibi çakıldı yere. Eve gidip bir sonraki gün için hazırlıklarını tamamlayıp ona uyumasını söyleyen iradesiyle büyük bir çatışma halindeydi o anda. Kafası karıştı. Her günü bir diğerinin aynısı geçen ve bundan hiç de rahatsızlık duymadan yaşayıp giden bu adam, bu gece çok farklı hissediyordu. Sanki bu olağanüstü gece, ona bir şans tanıması için kulağına fısıldayarak ikna etmeye çalışıyordu kendisini. Ve o kısacık anda, hayatını gözlerinin önünden geçirdiğinde, hiçbir kayda değer anı yakalayamadı. Kalp atışları hızlandı, tüyleri diken diken oldu. Boşa mı geçirmişti yoksa koca bir ömrü? Bu geceye kadar her şeyin gözünde ne kadar sıradan ve aynı oldu- ğunu düşündü ama şu an etrafındaki en ufak bir şeye bile anlam yükleyecek kadar kabarmıştı benliği. Belki de hayatını delice kontrol altında tutma eğiliminden dolayı doğru düzgün hayatında hiç kimse olmamıştı, sevememişti kimseyi. Korkuyordu besbelli. Ama içinde yeni yeni belirmeye başlayan özgürlük hissiyatının verdiği cesaretle iradesini zihninin en uç köşelerine doğru itti. Neredeyse beş yıldır sabah akşam hiç usanmadan gelip gittiği bu yerin aydınlık hâlini kim bilir kaç defa görmüştü ama geceleyin bu kadar güzel olduğu kimin aklına gelirdi? Şimdi tek istediği tanımadığı insanların arasına karışmak, yeni yüzler görmek, semtin bilmediği, daha önce adımını bile atmadığı sokakları arasında saatlerce dolaşmak, belki yanından geçen bir kediyi okşamaktı. Gerçek yaşamın, kafasında oluşturduğu o daracık çerçeveden çok daha derin, uçsuz bucaksız ve anlam yüklü olduğunu sonuna kadar hissedebileceği ne varsa yapmak, denemek istiyordu. Öyle de yaptı. Artık kafası karışık değildi. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Attığı adımlardan emindi. Çıplak ayaklarıyla deniz kenarında yürüdü, gençlerin şarkılarına eşlik etti, daha kapanmamış olan bir sahafa girdi ve eski kitaplarla dolu rafların arasında dolaştı, kâğıt kokusunu içine çekti, ana caddede yürüdü, kim bilir ne tür nedenlerden koşuşturma içinde olan insanları izledi, semtin dallanıp budaklanan, inişli çıkışlı, daracık ve yalnızca yukarıda bir inci tanesi gibi alabildiğine parıldayan ayın ışığıyla aydınlanan sokaklarında ilerledi, o sırada kenarda kıvrılmış olan bir yavru kediyi kucağına alarak biraz kirli 90 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

olan patilerini ve sıcacık gövdesini göğsüne bastırdı, o da mırıldamaya başladı ve hiç sesini çıkarmadan tatlı uykusuna devam etti. O kısacık zaman diliminde bile sayısız hayata tanık oldu, onların bir parçası oldu. Bir ara sokağın iyice dikleştiğini fark etti ve merak içinde yürüyüşünü sürdürdü. Tırmanış sona erdiğinde, geniş bir düzlükle karşılaştı. Burası semtin curcunasından tamamen soyutlanmış, bambaşka bir yerdi. Ba- şını kaldırdığında binlerce hatta on binlerce yıldızla karşılaştı. Biraz daha ilerledi ve yumuşacık çimenlerin üstüne oturdu ve sonra sırt üstü uzandı. Kedinin huzurlu mırıldayışı, çimenlerin ve çevredeki tek tük ağaç- ların rüzgârın dokunuşlarıyla çıkardığı hışırtı dışında etraf çok sessizdi. Gözlerini yıldızlara dikti, tanrım, ne kadar da çoklardı ve ne kadar yakın görünüyorlardı! Peki bu sonu yokmuş gibi görünen gök kubbe, ya evren! Yıldızlardan pek bir farkımız yoktu aslında. Hepimiz sonsuzluğun içindeki küçük toz taneleriydik. Ama her birimiz önemliydik bu işleyiş ve düzen için. Sonsuzluğun ötesi var mıydı ki? Tüm bunlar aklından geçerken gözlerini kapattı ve şaşkınlıkla karışık bir mutluluk duyarak gülümsedi. Otuz beş yıllık hayatı boyunca ilk defa bu kadar saf hissediyordu. Artık o eski buz gibi donuk kişi olmadığını biliyordu. Kim bilir, sonsuzluğun ötesi içimizdedir belki de. Zeynep ÖZTÜRK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 91



GENCO ERKAL’IN lü, öfkeli gözlemleriyle yaşadığımız karanlık günle- “MERHABA” ADLI re ve geleceğimize ışık tutuyorlar. OYUNU Tek kişilik oyunların ustası olan ve bu yıl 60. sanat Kültür 2000 Koleji Anadolu ve Fen Lisesi öğrencile- yılını kutlayan duayen sanatçı Genco Erkal’ın kendi- rimizle 24 Ekim 2019 Perşembe günü, İstanbul Kül- sinin uyarlayıp yönettiği “Merhaba” adlı oyunu öğ- tür Üniversitesi Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Mer- rencilerimizle izleyerek unutulmaz anlar ve keyifli kezinde sahnelenen “Merhaba” adlı oyunu izledik. dakikalar yaşadık. Müzikli oyun “Merhaba”, Genco Erkal’ın “Benim yazarlarım.” dediği Aziz Nesin, Bertolt Brecht, Can Yücel, Nâzım Hikmet ve William Shakespeare’in yapıtlarından oluşuyor. Merhaba tiyatroseverleri, edebiyat âleminin bu beş büyük ustasıyla müzikli bir yolculuğa çıkarıyor. Yıllar öncesinden seyirciye seslenen yazarlar; dünyanın ve ülkemizin halleri üzerine kimi zaman güldürücü, kimi zaman hüzün- 38. ULUSLARARASI İSTANBUL KİTAP FUARI Kültür 2000 Koleji Anadolu ve Fen Lisesi öğrencileri, bu yıl Adnan Özyalçıner’in onur yazarı olduğu 38. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nı 5-8 Kasım tarihleri arasında ziyaret ederek merak ettikleri yazarlarla tanışma ve yeni çıkan kitapları inceleyip satın alma fırsatı elde ettiler. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 93

ATATÜRK’ÜN Namık Kemal, J.J. Rousseau, Tevfik ETKİLENDİĞİ Fikret ve Ziya Gökalp’in Atatürk’ü hangi DÜŞÜNÜR, YAZAR yönden etkiledikleri öğrencilerimiz tara- VE ŞAİRLER PANELİ fından sunuldu. Atatürk’ün bu isimlerin özellikle hangi eserlerini okuduğunu di- Okulumuz Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ğer arkadaşları ile paylaştılar. Panel sa- olarak 10 Kasım Atatürk Haftası nede- yesinde öğrencilerimiz, Mustafa Kemal niyle 10 ve 11. sınıf öğrencilerimizin ko- Atatürk’ün başarılarının bir tesadüfün nuşmacı olduğu “Atatürk’ün Etkilendi- eseri olmadığını, sağlam bir temelinin ği Düşünür, Yazar ve Şairler” konulu bulunduğunu gördüler. Onun düşünce bir panel düzenledik. Panelde Voltaire, ve duygu dünyasının oluşmasında ele alınan düşünür, yazar ve şairlerin çok etkili olduğunun farkına vardılar. Düzen- lediğimiz bu panelle öğrencilerimizin far- kındalığını artırmış olduk. BİR GARİP ORHAN VELİ Anadolu Yazarları Projesi kapsamında Kültür 2000 Koleji olarak bu yıl kendimi- ze usta şair Orhan Veli Kanık’ı seçtik. Orhan Veli Kanık, 1914 yılında İstanbul’da doğmuş ve 1950 yılında yine aynı şehirde hayata gözlerini yummuştur. 94 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

Orhan Veli, kısacık ömrüne birçok şey sığdırıp Türk edebiyatında çığır açan “Garip” akımının temsilcisi olmuştur. Orhan Veli ve arkadaşları Türk şiirinin çeh- resini ve yapısını tümden değiştirmişlerdir. Orhan Veli, yazdığı şiirlerinin hemen hepsinde klasik kurallardan uzak durmuştur. O şiirlerinde adeta hikâyeler anlat- mış ve kendinden sonra gelecek kuşaklara örnek olmuştur. Kültür 2000 Koleji olarak değerli şairimizi, öğrencilerimize tanıtmak amacıyla 11. sınıf öğrencilerimizle bir program hazırladık. Hazırladığımız programı, 12 Aralık Perşembe günü okulumuzun gösteri merkezinde öğrencilerimize sunduk. Salonun girişinde öğrencilerimizi, şairin şiirleri karşıladı. Öğrencilerimiz salona yerleştikten sonra programımız başladı. Programımızı bir öğrencimizin “Bir Garip Orhan Veli” adlı şiiri okumasıyla baş- lattık. Bunun ardından diğer öğrencilerimiz, sırayla şairin ait olduğu Garip akımı, hayatı, edebî kimliği ve ölümü ile ilgili sunumlar yaptılar. Ayrıca programımızda şairin başka şiirlerine ve bestelenmiş şiirlerine de yer verdik. Programımız tüm öğrencilerimiz tarafından ilgiyle izlendi. Etkinlik sayesinde öğrencilerimize kültürümüzün temel taşlarını oluşturan ve Türk edebiyatının önde gelen isimlerini tanıtmayı amaçladık. Bu anlamda on- lara Orhan Veli’yi anlatarak bir edebî zevk ve kültürel bağlılık oluşturduğumuzu düşünüyoruz. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 95

KÜLTÜR2000 KOLEJİ 6. TÜRKİYE MÜNAZARA ŞAMPİYONASI’NDA Okulumuz öğrencileri 21-22 Aralık ta- rihlerinde İbn Haldun Üniversitesin- de düzenlenen 6. Türkiye Münazara Şampiyonası’na katıldı. Kocaeli Enka Koleji ve Mehmet Emin Saraç Anado- lu İmam Hatip Lisesini yenme başarısı gösteren öğrencilerimiz, gerek ülke- mizi ilgilendiren gerekse dünya me- seleleri üzerine yoğunlaşan konuların tartışıldığı maçlarda ortaya koydukları argümanlarla düşüncelerini dile getir- diler. Turnuva süresince öğrencilerimiz, centilmence yarışarak doğru tartışabil- menin demokratik açıdan ne kadar önemli olduğunu görmüş oldular. KÜLTÜR2000 KOLEJİ 5. SÜLEYMAN SEBA TURNUVASI’NDA Okulumuz münazara kulübü öğrencileri, 22-23 Şubat tarihlerinde Kabataş Erkek Lisesinde düzenlenen V. Geleneksel Süleyman Seba Münazara Turnuvası’na katıldı. İkili takımlar halinde birçok farklı okuldan öğrenci ile yarışan öğrencile- rimiz, kişisel gelişimleri adına çok önemli bir turnuva süreci geçirdiler. Özellikle de üstüne tartıştıkları konuların güncel olması, öğrenciler için epey faydalı oldu. Hem yerel hem küresel konular hakkında argümanlar üreten ve bunları centilmen bir biçimde demokratik çerçevede savunan öğrencilerimiz, okulumuzu başarıyla temsil ettiler. 96 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020

KÜLTÜR2000 KOLEJİ ÖĞRENCİLERİ BİRİKİM GÜNLERİ’NDE Okulumuz öğrencileri 29 Şubat-01 Mart tarihlerinde Bahçeşehir Üniversitesinde Argüman Fabrikası tarafından düzenlenen “Birikim Günleri” münazara eğitim etkinliğine katıldı. Ka- tıldıkları eğitimlerde siyaset, tarih, ekonomi ve etik alanlarında dersler gören öğrencileri- miz, temel münazara prensiplerini de bu eğitimlerde öğrenerek genel kültürlerini artırdılar ve iyi bir münazır olmanın yollarını öğrendiler.  “KADIN YAZDIKÇA” TEMALI KÜLTÜR VE EDEBİYAT SEMPOZYUMU Kültür 2000 Koleji Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretmenleri, 7 Mart 2020 Cumartesi günü Amerikan Robert Lisesinin bu yıl 15.sini düzenlediği Kültür ve Edebiyat Sempozyumu’na katıldı. Prof. Dr. Jale Parla ile Müge İplikçi gibi akademisyen ve günümüz yazarlarının konuşmacı olduğu “Kadın Yazdıkça” temalı sempozyumda, Türk ve dünya edebiyatında kadın yazarların edebiyatta var olma mücadelesi tarihsel süreç içerisinde değerlendirildi. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 97

GENÇLİK ATATÜRK’Ü ANDI Öğrencilerimiz, pandemi sürecinde okullarından uzak olsalar da 19 Mayıs’ta Ata- türk’ü anmayı unutmadılar. Online olarak yapılan 19 Mayıs Gençlik Paneli’nde bulu- şan öğrencilerimiz, Ulu Önder’i farklı özellikleriyle anlattılar. Anadolu Lisesi 9. sınıf öğrencimiz Tuna Çakır, Atatürk’ün sanata bakış açısını; 10 IB öğrencimiz Oğuz- han Aydın, Atatürk’ün bilime verdiği değeri; 11. sınıf öğrencimiz Muhammed Salar Nevai, Atatürk’ün gençliğe bakışını ve Fen Lisesi 11. sınıf öğrencimiz Tuğçe Buket Nevrekop ise Ata- türk’ün spora verdiği önemi anlatan konuş- malarıyla dinleyi- cileri bilgilendirdi- ler. Gençliğin her zaman Atatürk’ün yolunda olduğu- nu ve bu yolda yorulmadan iler- leyeceğini gös- terdiler. KÜLTÜR2000 KOLEJİ 9. SINIF ÖĞRENCİLERİ BİLGİLERİNİ YARIŞTIRIYOR 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımızın bu sene 101. yılını kutla- dık. Covid-19 salgını dolayısıyla bu yılki kutlamalarımızı her yılkinden farklı olarak evlerimizde online olarak gerçekleştirdik. Biz de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olarak öğrencilerimize genel kültürlerini ölçen bir bilgi yarışması yapmayı uygun bulduk. Öğrencilerimizle 19 Mayıs 2020’de online olarak 15 soruluk bir genel kültür yarışması düzenledik. Öğrencilere edebiyat, tarih, coğrafya, fizik, kimya, spor gibi dallarla ilgi- li genel kültür soruları yönelt- tik. Öğrenci- lerimiz, yarış- ma sayesinde kendi bilgilerini sınama fırsatı buldular. 98 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook