Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Magnus - Sayı 1

Magnus - Sayı 1

Published by Magnus Art, 2022-01-31 16:39:45

Description: Magnus - Sayı 1

Search

Read the Text Version

MAGNUS Aylık Kültür Sanat Dergisi biraz dinlenin. Ocak 2022 Eda Tekin | Sean Tierney | Emre Can İlhan Emir Kızıltaş | Hülya Üngör | Yasin Gümüştaş Gülden Kaya | Derinsu Alicikoğlu | Senger Cengiz Tural | Göktuğ Kahyaoğlu

KÜNYE İmtiyaz Sahibi Yazarlarımız Her türlü yayın hakları Berna Dantela BASA Eda TEKİN saklıdır. Derginin bir Hülya ÜNGÖR bölümü veya tamamı Genel Yayın Yönetmeni Emre Can İLHAN kopyalanamaz. Burak ÖZAYDINER Emir KIZILTAŞ Emir Ali SENGER İletişim Editör Yasin GÜMÜŞTAŞ [email protected] Emir Ali SENGER Gülden KAYA Cengiz TURAL Sanat Yönetmeni Derinsu ALİCİKOĞLU Derinsu ALİCİKOĞLU Sean TIERNEY Göktuğ KAHYAOĞLU Çizerlerimiz Derinsu ALİCİKOĞLU Bengü ASLAN Gülden KAYA Zeynep ARPAÖZÜ Yasin GÜMÜŞTAŞ Göksu GÜNDÜZALP Sena KIZILCIK

İÇİNDEKİLER Matisse, The Red Room, The Red Studio ve Zaman Üzerine 3 Eda TEKİN 7 Pixel Art: Geçmişin Teknolojisi, Günümüzün Sanatı 10 Yasin GÜMÜŞTAŞ 14 Derinsu Alicikoğlu ile Röportaj 17 SENGER 21 25 Göktuğ Kahyaoğlu ile Röportaj 29 Derinsu ALİCİKOĞLU 33 Sean Tierney ile Röportaj Eda TEKİN Arcane Üzerine Emre Can İLHAN Amerikalı Bir Auteur Olarak Paul Thomas Anderson Hülya ÜNGÖR Cengiz Tural ile Röportaj Gülden KAYA Barış Abi Emir KIZILTAŞ

BAŞLARKEN... Yazan: Senger Çizen: Zeynep Arpaözü

Bu sayfa çok önemli, diyorlar hep. Yani işte ilk yazı falan… İlk yazı daha çok önsöz gibi hissettirmez mi ya? Önsözü de pek okumaz insanlar. Ben de mesela hayatım boyunca tek bir kitabın önsözünü okudum. Neyse çok uzaklaşmayayım böyle. Aylar sonra yine editör sayfasındayız. Nispeten başarılı sayılabilecek ama devamını getiremediğim bir projeden sonra, Magnus’un daha dinamik ve sevecen bu ekibinde bana da yer ayrılmış olması çok mutlu edici. “Magnus” Latince bir sözcük, yani değilse de orası bu işin matematiği ile uğraşanlara kalmış, biz Latince olanını kullanıyoruz. Ağır bir isim doğrusu, “mükemmel”, “harika”, “büyük” gibi anlamlara geliyor. Bizden bir beklentisi var gibi. Hayal kurmak yetiyor olsaydı o beklentiyi çoktan karşılamıştık, şimdi göreceğiz bakalım hayal kurmak mı daha zor, hayata geçirmek mi… Beylik laflar etmeyi beceremem. Hele ki konu kendimi ya da kendimi ait hissettiğim bir olguyu anlatmaksa, bu abartısız bir şekilde sadece iyi yanları sıralamak da olsa, lafı geveler dururum. ama… Evet, ama… Magnus farklı. Magnus insanlara dokunacak, fikir yaratacak, irdeleyecek, sorgulayacak ve sorgulatacak, öğrendikçe büyüyecek ve büyüdükçe öğretecek bir yapı. Bu yapı bizden oluşuyor, yani benden, ondan, senden… Bu noktayı unutmayın, zira biz unutmayacağız. Nokta diyorum, çünkü o kadar ileride olacağız ki dönüp baktığımızda, bu kocaman ilk adım bile nokta gibi gelecek gözümüze. İlk sayı için keyifli okumalar diliyorum! senger 2

MATİSSE, THE RED ROOM, THE RED STUDİO VE ZAMAN ÜZERİNE Eda Tekin Çocukluğumdan beri zamanda ileri ya da geri Madalyonun bir yüzünde zaman; gidebilmenin mümkün olduğu bir dünyayı düşler dakikalar, saatler, duvardaki akrep ve böyle bir imkanım olsa neler yapabileceğimi ve yelkovan, yere düşen gölgenin düşünürdüm. Ya bir izleyici olurdum, hiçbir şey uzunluğu ve kısalığı, kolumuzdaki yapmadan geçmişin ve geleceğin insanlarını minik sayaç ve telefonumuzdaki görür ve olaylarına şahit olurdum ya da aktif bir dijital rakamlardan ibarettir. Zaman izleyici olarak filme müdahale ederdim. Geçmişte sadece saatin kaç olduğunu merak ve gelecekte yapabileceğim ufak bir değişiklikle etmektir. Saatin on iki oluşudur ya bile bugünü nasıl değiştirip etkileyebileceğimi da yemek saatidir. Basit bir görmek isterdim. Sanırım pek çok insan da hesaplama ile günleri parçalara bunun üzerine düşünmüş ve hayalini kurmuştur. bölmek ve hayatımızı bu Son kez görüştüğünü bilmediğin bir insanla rakamlara göre geçmişte buluşmak ve o anın son olduğunu planlamaktır. bilerek daha sıkı sarılmak, söylediğine pişman Geceyi ve gündüzü olduğun sözleri bu sefer susarak saklamak ya da kovalamak, uyumak tutacak bir maç kuponu yapmak, sanırım hepimiz ve uyanarak bu döngüyü düşledik. Geçmiş ve gelecekten bahsetmeden yeniden başlatmaktır. bugünün sözü açılmıyor değil mi? Şimdi bütün bu düşleri, geçmişi ve geleceği bir kenara bırakıp bugünü düşünmek istiyorum. Bugünü, şu anı yaşamak ve hissedebilmek, şimdinin bir parçası olmak istiyorum. Bu yüzden de, Matisse’in The Red Studio ve The Red Room adlı eserlerinin zaman ve bilinçle olan ilişkisini Bergson’ın teorileri ışığında anlamaya çalışmanın, yaşadığımız anın farkına varabilmenin en güzel yollarından biri olduğunu düşünüyorum. 3

Madalyonun diğer yüzünde ise zaman; Matisse’in The Red Room’unu incelediğimde akışkandır, bir hızı ve anlamı vardır. kendimi akıp giden bir anda sabit şekilde dururken Bazen yavaş, bazen de çok hızlı akar. bulabiliyorum. Masanın kırmızı rengi duvarla Musluğu sonuna kadar açılmış bir birleşiyor, aynı desenler, dallar birbirine karışıyor çeşmedeki su, sağanak yağmur ya da ve bir oluyor. Neredeyse birbirinden ayırt edilemez nehir gibi akıp giderken zamanı haldeki masayı ve duvarı birbirinden ayıran incecik yakalayamayız, anda kayboluruz, nasıl bir çizgi oluyor zaman. Yaşarken farkında geçip gittiğini göremeyiz. Zamanın onu olmadığımız incecik bir detay oluyor. Birbirine bu kadar kıymetli yapan özelliği de karışarak akıp giden bir mekanda, dallar büyüyor, budur: tüm parlaklığı ve altın rengiyle budaklanıyor ve tıpkı zaman gibi tüm benliğimi bir petek bala özenircesine en yavaş sarıp sarmalıyor. Duvardaki tablo, bir pencere gibi aktığı anda bile onu elde tutmak açılıyor dış dünyaya ve gerçeklik algım değişiyor. imkansızdır. Zaman bir yolunu her Ağacın yapraklarının sallanışını görüyorum. zaman bulur ve akar gider. Zamanı Dalların, ağaçların ve kadının saçlarındaki durdurmak imkansızdır fakat zamanı ve kıvrımların, dalgalanıp akışını görüyorum. Parlak anı hissebilmek, bilincimizde renkleriyle akıp gidiyorlar zaman gibi. Pencerenin yavaşlatabilmek, anın, zamanın ve ve sandalyelerin çizgileri de doğrusal ve keskin mekanın bir parçası olabilmek, orada ilerliyor tıpkı zaman gibi. Bazen doğrusaldır akan kaybolmak ve zamanla bir olmak zaman; sabit, değişmez ve de monoton fakat o da mümkündür. ivme kazanır, yükselir, alçalır ve dalgalanır. 4

The Red Studio’nun yer ve duvarı birleştiren Eşyaların belli belirsiz incecik solgun çizgileriyle kırmızı rengi de aynı etkiyi yaratıyor. Bir tezat oluşturan tabloların parlaklığı ve belirginliği bukalemun gibi duvara yapışıp, kırmızının o bana yaşamın yüzeyselliği karşısında sanatın tonunu aldığımı düşünüyorum. Zaman ve derinliğini düşündürüyor. Eşyadan, materyal mekan beni yutuyor. Zamanın ve mekanın bir dünyadan uzaklaşabilmeyi gösteriyor bana. İki parçası oluyorum, zamanla bir oluyorum. Tıpkı boyutlu bir görüntüden gerçekliğe bakıyorum. kadehteki şarap gibi. Kırmızıda kaybolmuş bir Önemsiz olandan, geçici olandan sıyrılıp, önemli ve kırmızı şarap gibi. Kim bilir? Belki de kadeh kalıcı olanı buluyor, onlara odaklanıyor gözlerim. boştur. Kırmızıda yok olmuştur, kırmızıyla bir Duruyorum sadece, izliyorum olan biteni. Zaman olmuştur. Peki ya saatin akrep ve yelkovanı sarıp sarmalıyor beni dallarıyla bir sarmaşık gibi, nerede? Bu tabloda saniyelerin, dakikaların ve akıyor tüm yavaşlığıyla, kırmızılığı beni yutuyor. O rakamların önemi yoktur belki, onlar da uçup an zaman ben oluyorum, zaman ben oluyor. gitmiştir. Zaman, rakamlardan ibaret olmaktan Birlikte akıyoruz. Zaman, yaşanılan ve parçası çıkmıştır. Bir atölyede, sevdiğin işi yaparken, olunan bir kavrama dönüşüyor. Yaşıyorum, zamanı resim yaparken zaman nasıl da akıp gider. soluyorum, zamanın kokusunu içime çekiyorum. Matisse böyle mi hissediyordu acaba? Anın bir Bu koku bazen sevgilinin parfümü olabilir, bazen parçası oluyordu, o anın keyfini çıkarıyordu, tüm yeni biçilmiş bir çimenin kokusu ya da bazen bir benliğinde hissediyordu ve saate bakmıyordu. boya kokusu. Kırmızı bir tüp boyanın kokusu, Belki de anlatmak sitediği buydu: saatten masadaki limonun kokusu, kadehteki şarabın bihaber olabilmek, zamanın kıymetini bilebilmek kokusu. ve zamanı yaşayabilmektir. 5

Değişmez olan şey, zamanın akışkanlığı, durdurulamazlığı iken değişebilen zamanın sarıp sarmaladığı öznedir. Zaman aksın bildiği gibi. Karışamaz mıyım o kırmızı boyaya, zamanın kırmızı kanına ve süzülemez miyim anın yüzünde? Anın göz bebeklerine ulaşıp bakamaz mıyım onun gözünden? Hissedemez miyim onu? Bir sanat eserinde bulamaz mıyım tüm bunları? Bulurum. Buldum. Kırmızı bir oda ve stüdyoda, durup düşünmeye ve zamanı yavaşlatmaya değer her anda.

Pixel Art Geçmişin teknolojisi, Günümüzün Sanatı Selamlar ben Yasin “Kafaadami” Gümüştaş. Bugün sizlere biraz kendimden, çokça Pixel Art’tan bahsedeceğim. Yaklaşık bir yıldır Pixel Art ile uğraşmaktayım. Video oyunlarına tutkum çok uzun yıllar önce evimizdeki çakma NES ile başladı. Ancak benim için başka bir dönüm noktası daha vardı. Hollanda’da yaşayan dayım ve ailesi, sanırım ben 10 yaşındayken, tatile Türkiye’ye geldiklerinde bana mükemmel bir hediye getirmişlerdi. Bir Game Boy Color! Daha önceleri de kuzenimin 1989 model Game Boy’u ile çokça zaman geçirmişliğim vardı ama bu bambaşka bir şeydi. Her şeyden önce benimdi… Aldıklarında 2 oyun kartuşu(kaseti) ile hediye etmişlerdi ve çooook uzun yıllar boyunca o 2 kaset döndü durdu. Sonuçta Türkiye’de, özellikle de Samsun’da yaşayan ben, Hollanda’daki gibi kolay kolay bu tarz teknolojiler bulamıyordum. O iki oyundan biri de hala oynadığım ve Top 10 listemde yer alan oyunlardan biri olan Harry Potter and the Chamber of Secrets! Harry Potter’ın o dönemki tüm oyunlarını neredeyse çıkan tüm platformlarda oynamışımdır. O dönemlerde bir oyun çıkacağı her platform için ayrı stüdyolar tarafından, farklı teknolojilere uygun olarak, birbirinden tamamen farklı şekillerde tasarlanırdı. Dolayısıyla her bir konsolda oynadığınız oyun farklı olurdu. Harry Potter’ın 2. oyunu tüm platformlarda oynayan ben rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki; bu basit bir film oyununun çok ötesindeydi ve diğer konsollordaki muadillerine rahatlıkla fark atmaktaydı. Oyun, sıra-tabanlı bir rol yapma oyunuydu. Sıra tabanlı oyunları pek sevmeyen bana bile kendini defalarca oynatmış hala da oynatmaktadır. Bu el konsolundan ve bu oyundan neden bu kadar bahsettim çünkü Pixel Art tutkumun tam da merkezinde bu ikisinin birleşimi yatmakta. Ve evet 2020 Aralık ayında, pandemiyi de fırsat bilip hayallerimden biri olan; oyun yapımına bir adım atmak istedim. Bunun pek çok alanı var. Sanat kısmı (Konsept, 2D, 3D, Pixel, Voxel vb.), oyun tasarımı, bölüm tasarımı, senaryo, ses tasarımı, yazılım vb. 7

Sonuçta bu saydıklarımdan ilginiz olan herhangi biri, kariyer hedefiniz doğrultusunda atılan doğru adımlar ile sizi oyun sektörünün başarılı bir parçası yapabilir. Bense başlangıç olarak bu alanlardan Pixel Art’ı seçtim ve iyi ki de seçmişim diyorum her gün kendime. Başlangıcı her zaman indirimde olan Udemy kurslarıyla yapmazsam olmazdı. Biraz araştırma sonucunda aralarından bir kursu seçtim (Pixel Art Master Course - Beginner to Professional/Freelance). Kursun ilk çeyreği temel bilgilerden oluşuyordu. Bu temelleri öğrendikten sonra daha fazla dayanamadım ve kursa ara vererek kendimi geliştirmeye başladım ve spesifik olarak yapmak istediklerime odaklanıp YouTube üzerinden rehber videolar ile ilerledim. Sonrasında ise taşların yerine oturmaya başladığını hissetmeye başladım. Pixel Art’ı hala öğrenmeye devam ediyorum ve hep de edeceğim yanlış anlaşılmasın. Stilin oluşması konusunda ise en büyük yardımcım, görsel olarak beni oldukça etkileyen Pixel Art oyunlar diyebilirim. Ben genelde biraz detay çalışmayı seviyorum ve kendimi de bu şekilde geliştirmeye özen gösteriyorum. Özellikle son dönemde çokça ilgimi çeken Pixel Art oyunlardan da bahsetmek isterim. Bunların başında “Blasphemous” geliyor ki bence gelmiş geçmiş en iyi Pixel Art’a sahip oyundur da kendisi! Oyunu 2 kere bitirmiş olmama rağmen hala arada açar, “Vay be!” der ve kapatırım. Ardından basit ama detaylı olan “Celeste” geliyor. Celeste’e her baktığımda oyundaki her bir karenin çok doğru yerlere koyulmuş olduğu bilinci beni oldukça etkiliyor. Çok yakın bir tarihte çıkmış olan “Eastward” ise diğerlerinin yanı sıra platform değil de top-down stilinde; olağanüstü renk paleti ve etkileyici görselliğiyle beni kendine hayran bırakan oyunlardan. Ayrıca Owlboy, Hyper Light Drifter, Inmost ve Iconoclasts da kesinlikle incelenmeli diyebilirim. 8

Peki bir meslek olarak Pixel Artist olmak ülkemizde nasıl? Şu ana kadar edindiğim tecrübeleri de burada sizlerle paylaşmak isterim. Her ne kadar Pixel Art ile yakın tarihte tanışmış olsam da bunun bir hobiden fazlası olması hep aklımda vardı. Bunun için de işin profesyonel taraflarını araştırdım. Aslen dünya çapında Pixel Art bağımsız oyunlar arasında popüler bir tarz olsa da ülkemizde bu durum oldukça niş diyebilirim. Türkiye özellikle “Hyper Casual” türündeki mobil oyunlarının seri üretimine geçmiş durumda ve bu konuda da oldukça başarılı işler ortaya çıkarmaya devam ediyorlar. Ama bu oyun türünde de Pixel Art bir görsel tercih değil. Daha çok “Low Poly” (az detaylı 3D) olarak adlandırılan 3D tasarımlar ve aşırı canlı renk paletleri karşımıza çıkmakta. Dolayısıyla bu da iş bulma fırsatını oldukça zorlaştıran unsurlardan. Ben de yaklaşık 6 aydır hem kendimi geliştirmek hem de işin profesyonel tarafını görmek ve öğrenmek açısından freelance çalışmaya başladım. Bu da kariyerimde verdiğim en iyi kararlardan biri oldu çünkü tam zamanlı iş ilanı neredeyse yokken freelance sayesinde bir sürü küçük iş alma fırsatı yakaladım. Bu işler kimi zaman portre, kimi zaman karakter ve animasyonları, kimi zaman da arka plan ya da çevre tasarımı olarak karşıma çıktı ve her biri bana oldukça fazla şey kattı. Bu işler, yalnızca Pixel Art değil; müşteri ilişkisi, zaman yönetimi, fiyatlandırma vb. konularda bana katkı sağladı. Geçtiğimiz Eylül ayında da tam zamanlı bir iş fırsatı geldi ancak her ne kadar istesem de okul nedeniyle kabul edemedim. Ancak bu da Pixel Art açısından geleceğe dair inancımı iyice artırmış oldu. Son dönemde de kendi Pixel Art tasarımlarımdan oluşan t-shirt, sticker ve bardak altlığı gibi ürünlerin üretimi ve satışına da adım attım. Toparlamak gerekirse Pixel Art benim için hala büyük bir tutku ile devam etmekte çünkü biliyorum ki hep öğreneceğim başka şeyleri olacak ve bunları öğrenmek için ilk günkü heyecanımla yaklaşmaya devam edeceğim. Sizlere de tavsiyem, eğer düşünüyorsanız ve ilginizi çekiyorsa hemen bir adım atın. Sektör hala çok yeni ve Pixel Art gerçekten çok keyifli!

Derinsu Alicikoğlu Röportajı Hazırlayan: Emir Ali Senger 10

Merhaba, önce bize biraz kendinizden bahseder misin? Selam tekrardan! Derinsu ben. Bilkent’te grafik tasarım okuyorum. 20 yaşındayım. Dergilerde çalışıyorum, illüstrasyon yapıyorum çokça, çiziyorum, boyuyorum ve ilhamlanıyorum diyebilirim. MAGNUS ART & COLLECTIVE Grafik tasarım alanına olan ilgini nasıl keşfettin? Bu alanda eğitim alma süreci nasıl gelişti? Grafik tasarım okumak istiyorum diye ölüp ölüp dirilen biri değildim bölüme başlamadan önce. Artık öyleyim! Genel olarak hayatım boyunca bir şeyler üretmem gerekiyor gibi hissediyordum, tam da yerine gelmişim. Üniversite araştırma sürecim de çok kısa sürdü aslında. Zaten grafik tasarım alanında gidebileceğim sınırlı okul vardı, onların birindeyim şu an. Aslında ne tamimiyle tasarım okumak ne de güzel sanatlara bulaşmak istiyorum. Bilkent, bu ikisinin dengesini çok iyi kuruyor bana göre Grafik Tasarımı Bölümü’nde. Öğrenciyi de rahat bırakıyor bu konuda. Eserlerini yaratma ve üretme sürecinde seni en çok besleyen ve ilham veren kaynaklar nelerdir? Aslında geçen röportajımızdan bu yana pek de bir şey değişmedi. Sanat yönünden daha da büyüdüm ve artık ne yaptığımı kendime de açıklayabilir hale geldim sanırım. İlhamımı genel olarak renklerden alıyorum. Bütün duyguları capcanlı renklerle verebilirim gibi geliyor ve deniyorum, yanılıyorum çoğu zaman. Kendime yeni bir meydan okuma diyebilirim. Yine de “kendim gibi” bir şeyler üretiyorum günün sonunda. Hatta geçen günlerde BilGra‘da (Bilkent Grafik) buna bir ad verdik: “Derinsu effect” diyoruz rengarenk işlere. 11

Tasarımlarınızda genellikle kırmızı, Üzerinde çalışmayı sevdiğiniz ve sizi harekete MAGNUS ART & COLLECTIVE mor, mavi ve sarı tonları kullandığınızı geçiren temalar nelerdir? Tasarımlarınızda en çok fark ettik. Bu renk seçimlerinin sizin ve hangi temaları kullanıyorsunuz? sanat anlayışınız için özel bir anlamı ve yeri var mı? Geçtiğimiz 2021 yazında, yazımın tamamını Kaş’ta geçirdim. Antalya, Kaş canım! Orada hem çalışıyor Turuncudur o turuncu! Mor mavi hem de üretiyordum. Her gün, yaza dair farklı bir nereden çıktı :) Ben işlerim yetmezmiş şeyi farklı insanlardan görmek çok eğlenceliydi ve gibi saçımı bile neon turuncuya ister istemez bunu çizdiklerime yansıtmaya boyadım geçtiğimiz aylarda! Şaka bir başladım. Bir gün öylesine, hiçbir eğitimim, yana, dediğim gibi, canlı renkler olsun malzemem olmamasına rağmen dalmaya çıktık. yeter aslında. Ama çoğu zaman da Suyun altında geçirdiğim o kısacık zaman, beni o elimin hep kırmızı-turuncu-sarıya kadar etkiledi ki, bir süre çıkıp bunu düşündüm. gittiğini görüyorum. Hatta, öyle bir Sonunda tamamen denizin altını yansıtan çok kullanayım ki bu renkleri, ya da fazla renkli bir iş çıktı ortaya. Bu sadece bir örnek birbiriyle karıştırayım, hangi rengin tabii ki. Bu yaz benim için öğretici oldu diyebilirim. nereden geldiği belli dahi olmasın ve Gördüklerimi anında rengarenk işlere, bazen ortaya tamamen canlı, tamamen soyut şekillere çevirmeye başladım. Bu süreç yaşayan yeni bir renk çıksın istiyorum. içerisinde çalışmayı en çok sevdiğim tema; yaz, renkler, biraz o sıcaktan bunalma duygusu falan Sanat senin için duygu ve herhâlde. Kışın bunları bulmak zor oluyor, hatta düşüncelerinizi ifade etmenin bir aracı çizdiğim işler bile ucundan o sıcaklığını yitirmeye mı yoksa başlı başına bir amaç mı? başladı bence. Farkında olmadan ve aslında çok da bayılmamama rağmen benim “o” temam yaz Ben, Nietzsche ve Şinasi buna cevap sanırım ya! arayan 3 kişiyiz…

Yaratım sürecinde seni zorlayan, engellendiğin bir nokta var mı? Üstesinden gelmek için motivasyonun nedir? Bu süreçte beni en çok düşüren, zorlayan ve engelleyen şey yine benim aslında. Böyle düşünmek hem iyi hem kötü bir yerde. Beni düşüren tek şeyin kendim olduğunu bilmek beni güvende hissettirmiyor, diğer yandan da bu güvensizlik daha çok çalışmamı sağlıyor diyebilirim. Motivasyonumu kendim belirliyorum, yine kendim kendimle yarışıyorum. Deliyim ya herhalde başka açıklaması olamaz. Grafik tasarım alanında ilerlemeyi ve ilerlemeyi düşünüyor musunuz? Gerçekleştirmek istediğiniz hedefleriniz ve hayalleriniz nelerdir? Bilmem ki, düşünmedim! Her şeyden biraz biraz fikrimin olmasını istiyorum önce. Şu an onun için çalışıyorum. MAGNUS ART & COLLECTIVE 13

RÖPORTAJ GÖKTUĞ KAHYAOĞLU VE FOTOĞRAFA DAİR HAZIRLAYAN: DERİNSU ALİCİKOĞLU 14

Önce bi’ Göktuğ Kahyaoğlu ile tanışabilir Fotoğraf çekmeye ne zaman başladın? miyiz? Fotoğraf çekmeye 2021 yılının şubat ayında Göktuğ Kahyaoğlu her zaman ileriyi başladım. Daha öncesinde elime kamera dahi alacak cesaretim olmamıştı doğrusu. düşünen ve bu düşünceler içerisinde Fotoğraf çekmenin arkasındaki amaç ve gaye kaybolan, kayboldukça da kafasında nedir? yarattığı duygusal açıklıklardan yararlanan Fotoğraf çekmeye başlamamdaki asıl neden uçuk kaçık heveslerdi aslında, Daha sonra işler bir adam oldu hep. Çoğu zaman benim için farklılaşmaya başladı ve kendi istediklerimi ortaya çıkartan bir işle uğraştığımı karşılaştığım şeylere hem duygusal hem fark ettim. Aslında kendimi keşfetmek için fotoğraf çekiyorum. de mantıksal yaklaşabildim ve bu Fotoğraf çekmek, kendini anlamak için mi yoksa durumun her zaman avantajını gördüm. çektiğini anlamak için midir sence? Erzurum'da büyüdüm Anadolu Aslında bakarsanız ikisi birden olabilir. Çekimden sonra ne çektiğine bakıp analiz etmek sonra geleneklerinin hatta doğulu zihniyetlerin kendini çözümlemek. içerisinde kavruldum diyebilirim. Bu Beğenilen bir fotoğraf çekmenin altın kuralı nedir? yüzden çok dışa vurabilen biri olduğumu Bunu iki şekilde yanıtlayabilirim; eğer insanların düşünmezdim. Sonra bir gün her gözünü boyamak istiyorsanız ya çok rahatsız edici ya da çok parlayan ve net görseller elde tanıdığıma karşı çıkarak grafik tasarım etmek gerekir diye düşünüyorum. Eğer kendi beğenmeniz daha önemliyse loş ortamda okumak istediğimi söyledim ve bunu hakikaten sınırların aşılmasını beklemek ve daha sonra daha önce istemeyi korktuğun şeyi söylerken ne ile karşılaşacağımı hayal bile çekmek en önemlisidir. edemezdim. Bir gün bu yolda elime bir fotoğraf makinası aldım ve yaratılan bütün duygusal açıklıkların, kavrulduğum zihniyetlerin tersine, yansıtılabildiğini gördüm. O günden beri Konsept ve Moda fotoğrafları çekiyorum. Hayal dünyam içerisinde Bir sağa bir sola aynı anda yuvarlanarak vakit geçiriyorum. Genelde stüdyo fotoğraflarından çekindiğini ve modellerinle daha loş ortamlarda çalıştığını görüyorum, bunun nedeni nedir? Aslında çok aydınlık ve neşeli bir karakterim vardır, ama ben de bunu fotoğraflarıma bakarak sonradan gördüm ki, benim bile yaklaşamadığım karanlık bir tarafım var. Oldukça sessiz hareketlerin içerikleştirildiği her hattın ortaya çıkmadığı siluetlerin de dahil edildiği görseller tamamen içimden geliyor aslında. Akış. 15

Model demişken, neden hep kadınları Fotoğraflarını sadece dijitalde mi çekiyorsun? Başka konular üzerine saklıyor/paylaşıyorsun? Bastırdığın oluyor mu? yoğunlaştığın oldu mu hiç? Fotoğraflarımı daha önce dergilere bastırdım tabii Daha önce sokakta ve doğada ama hiç hayal ettiğim gibi kocaman baskılar alıp çekimler yaptım erkek modellerle de duvarıma asamadım. çalıştığım oluyordu ilk başladığım zamanlarda fakat kadınlar benim Son olarak, bir klişeyle bitireyim istedim: fotoğraf makinamla aramdaki bir Fotoğraflarını görerek mi bakarak mı çekiyorsun konu gibi. Tam nasıl anlatmak gerekir sence? bilmiyorum ama bence bir insan büyülenmek istiyorsa kadının Klişe bir soruya klişe bir cevap vereyim o zaman. gözlerine bakmalı, kadının mimiklerini Fotoğraf çekmek, hatta ve hatta bir insanı çekmek takip etmeli ve onu anlamalı. Daha görerek olmaz. Bakmanız ve anlamanız gerekir. sonra neden kadınları çektiğimi Bunu günlük hayatınızda da kullanmanızı anlayacaksınız. öneririm. 16

WELCOME TO MAGNUSART, SEAN TIERNEY! Meet the very first intercontinental member of our community! Hello, can you tell us a little about yourself first? My name is Sean Tierney and I am a 24 year old Graphic Designer from the North of Ireland. Besides design my biggest interests would be music, especially vinyl’s. Football and gaming. How did you discover your interest in the field of graphic design? How has the process of obtaining an education in this field developed? I discovered Graphic Design in a non-conventional way whenever I was a teenager, around the age of 16. I used to play competitive Call of Duty at the time and through this I started making twitter banners and profile pictures for players and teams within that community, it is not something that I did for long and it was always done to a poor standard since I had no idea what I was doing at that age. I never considered that this was something I could turn into a career, so I originally pursued Game Development as my career option and attended University studying this for 2 years before deciding to drop out. Everything that I learnt was self-taught however I did want a degree in Graphic Design and to learn more about the theory side of things, so I took a 2-year college course in Graphic Design to get my degree. 17

What are the sources that most nourish and inspire you in the process of creating and producing your works? It may sound Cliché, but I use everything and anything I can as inspiration. I try to be observant of the world around me and use it as a constant source of inspiration. There is design and art everywhere and everything. One of my big influences however is music, a lot of my inspiration comes from music lyrics. Certain lyrics stand out to me, and I can come up with unique visually imagery based on this. For more professional work a lot of my inspiration comes from heavy research on whatever that topic is. It is noticed that you usually use black, white and red in your designs. Do these color choices have a special meaning and place for you and your understanding of art? Everything I post on my Instagram account is made to fit the same ‘theme’ so punky, grungy, heavily textured work. It is a place where I post my own personal work for fun and for this reason, I usually just work with the colours that I like working with the post. The off blacks and off whites with an accent of red has always been appealing to me and I love working with that colour palette. Is art a tool for expressing your ideas and feelings, or is art a goal in itself for you? Art and design is absolutely a way for me to express my thoughts and feelings, there’s something very therapeutic about putting your own thoughts and feelings into a piece of work that you wouldn’t otherwise openly express to people so that helps me a lot. I do still have goals that I would like to achieve in art as it is still my career and rent needs to be paid. 18

What are the themes that you like to work on and that make you act? Which themes do you use the most in your designs? I usually work with darker more mature themes about mental health issues, drugs, religion and violence. These are all themes that have had an impact on me growing up. Sometimes I will also create fantasy scenarios as well and make work off of that, such as a series that I did on fake monsters and an organisation built for containing and capturing them. I will also make work based off movies/music and Tv shows that I like as well. Is there a stage in the creation process that forces you or is there a point where you are blocked? What is your motivation to overcome? I suffer creative block regularly and for the longest time I didn’t really have an answer for it, however the past year or so I have found ways to overcome it. The main one would be to work through it, even if everything you make looks bad to you, just keep making work and eventually something will click, and you’ll get a great idea from nowhere. Another way to overcome it would to be to try new things, new techniques, new styles, do something you haven’t done before. If you’re used to making your work digitally change it up and use traditional physical methods. It will help, trust me. Are you thinking about continuing and progressing in the field of graphic design? What are your goals and dreams that you want to achieve? I am always looking to grow as a person and as a designer, I would personally like to establish myself more as a designer and continue to secure bigger and bigger clients. I also have a dream to create my own clothing brand, and this has been a big dream of mine for many years, it is something I am constantly working too and hopefully will be happening this summer depending on a few things. 19

The Internet has made it easier for us to reach artists and their works from all over the world and find versatile sources of inspiration. So what do you think is the secret to still being able to stay original in such a large pool? This is a hard question to answer as I feel that were at a current point in time where nothing is new, nothing is truly unique. Everything has done before and there are some fantastic books on this such as ‘Steal Like an Artist’ by Austin Kleon. However, I have multiple styles and artists that I love and look up too and I usually take inspiration from what they do and combine it with other styles, so you get a weird mix that becomes unique to you. I think when you’re learning design being unique is something you don’t need to worry about, as you improve as a designer your own style and personality will start to shine through your work and that will be unique to you. Finally, can we get a book and movie advice that you say is a must-read and watch for our readers? I am not much of a reader, but I would 100% recommended David Aireys ‘Work for Money Design for Love’ for any up and coming Designers. As far as movies go ‘Drive’ would be one of my favourites, every shot in that movie is a piece of art in of itself. 20

Yazan Emre Can İlhan. Resim: Bengü Aslan. ARCANE ÜZERİNE 21

Son dönemde populer oyunlara animasyon ya League of Legends(LoL) oyunu uzun bir dönem da live action diziler çekme trendi başladı. dünyanın en çok oynanan bilgisayar oyunu olma Witcher live action dizisi, kitabın hikayesini baz tahtını korumuştu. Şu an Riot Games firmasının alarak ilerlese de The Witcher oyunlarının başka bir oyunu olan Valorant, Gta V Online ve popülerliği sayesinde çekildiğini söylersek yanlış başka diğer oyunlarla yarış halinde olsa da halen olmaz. Animasyon olarak da Netflix’in oldukça oldukça büyük bir kitleye sahip. Bir MOBA oyunu populer olan ürünü Castlevania animesi, yine olan LoL, oldukça geniş bir şampiyon yelpazesine Netflix’in yaptığı DOTA animesi oyunların sahip. MOBA oyunları bu kadar karakteri aynı popülerliği sayesinde popüler olmuş olan ancak oyuna sığdırmak için genellikle kendi evrenlerini yine de kaliteli ürünlerdi. Netflix aynı zamanda bir yaratırlar ki Riot Games de LoL için aynısını yaptı. The Witcher anime filmine de imza attı yakın Runeterra adlı geniş ve zengin bir evrene sahip olan zamanda. Buradan anlayabileceğimiz üzere, oyun aslında oldukça farklı hikayelere de sahip Netflix Z ve Y kuşağının video oyun kültürüne ne kendi içinde. Tanrısal varlıklardan lanetli kadar hâkim olduğunu ve bazı video oyunlarının yaratıklara, mutantlardan insanlara, krallıklardan sadece video oyunu olarak kalmayacak kadar süper gelişmiş teknolojiye sahip özgür şehirlere popüler ve derin ürünler olduğunun farkına kadar farklı farklı içeriklere sahip olan bu evren, varmış durumda. Bu popüler video oyunlarını dizi aslında bir dizi, ya da film çekmek için gereken her ya da filme dönüştürme işinin, doğru yapılırsa ne şeye sahip. Riot Games yıllarca çıkan yeni kadar kâr potansiyeli olduğunu bilen şirket, bu şampiyonlar ya da oyuna getirilen yeni etkinlikler tarz içerikler üretmeye bir süre daha devam için 3 dakika ile 10 dakika arasında kısa filmler edecek gibi duruyor. Bu furyanın son ürünü, üretmişti bu evrende geçen. Bu videolar elbette yapımcılığını Netflix’in yapmadığı ama oyuncuların ilgisini taze tutmak için yapılan, kâr yayımcılığını yine Netflixin yaptığı bir dizi olan amacı güdülmeyen videolardı ve ticari stratejinin Arcane. bir parçasıydı. Ancak ben dahil birçok oyuncu bu videoları çok sevdi ve tekrar tekrar izledi. Evren oldukça ilgi çekiciydi ve bu kısa filmler de kaliteli animasyonlarla seyir zevki yüksek bir izlence ortaya çıkarıyorlardı. Bu içerikleri üreten firmadan gelecek olan bir dizinin de izleyici kitlesi aslında kendi kendine hazır hale gelmişti bile. Bu kısa filmleri çok başarılı olan Riot Games’in, bu evrene ait ticari ürün(merch) satışlarının da büyük kar getirmesiyle, Runeterra evreninin kitlesini canlı tutmak ve LoL oynamayan insanları da evrene yakın tutmak amacıyla bu projeyi başlattığını düşünmek hata olmaz. Tüm bunların sonucunda, Arcane adlı animasyon dizisi Netflix platformunda izleyicilere sunuldu.

Peki dizi nasıldı? Öncelikle şunu söylemeliyim ki, yıllarca LoL oynamış birisi olarak dizideki karakterlerin birçoğuna aşina olmam, diziye olan bakış açımı etkiledi mi bundan emin olamıyorum. DOTA animesini dört bölüm izleyip sıkıldığımda kendi kendime “Herhalde oyunu oynasam ve karakterleri tanısam diziyi beğenirdim.” demiştim ve diziyi izlemeyi bırakmıştım. Buna rağmen Arcane dizisini beğendiğimi söyleyebilirim. Elbette mükemmel bir dizi olduğunu ve üstümde inanılmaz bir etki bıraktığını söyleyemem. Ancak, yine de başarılı ve kaliteli bir yapım olmuş. Hikâyeye değinecek olursak, aslında oyunda var olmayan karakterlerin de gayet derin olması ve dizideki hiçbir karakterin saf iyi veya saf kötü olmaması, yani karakterlerin çok boyutlu oluşu, hikâyeyi ilgi çekici kılmakta önemli bir etken olmuş. İzleyici olarak hikâyeyi tarafsız bir gözle izliyoruz ve iki tarafa karşı da belli duygular besleyebiliyoruz. Final sahnesine gelene kadar bu derin karakterlerin aralarındaki tansiyonun yükselmesini izlemek ve olayların ilmek ilmek örülmesi, finalin etkileyiciliğini oldukça arttıran bir unsur olmuş ve final de tatmin edici bir şekilde diziyi noktalamış. Finalle ilgili değinmemiz gereken bir konu daha var fakat öncelikle diğer önemli konuları noktalayalım. Bu noktalardan birisi animasyon kalitesi. DOTA dizisinin yapımcıları diziyi bir anime şeklinde üretmeyi tercih ederken Riot Games halihazırda harika işler çıkartan kendi CG animasyon ekiplerinin büyük çaplı bir dizinin altından kalkabileceğini düşünmüş olacaklar ki diziyi Spider-Man: Into the Spider-Verse filmine benzer bir animasyon tarzıyla 3D/2D karışık diyebileceğimiz bir teknikle yapmışlar. Bu teknik Spider-Man filminde olduğu gibi bu dizide de harika çalışmış. Özellikle aksiyon sahneleri bir görsel şölen olmuş. Burada bahsettiğimiz şey elbette sahnelerin ve dizinin gerçekçiliği değil, verdiği görsel zevk. Her aksiyon sekansı o sahnenin temasına uygun renk paletleriyle süslenmiş ve görsel olarak oldukça doyurucu, aynı zamanda hikâyeye iyi hizmet eden sahneler ortaya çıkartılmış. Müzik seçimleri de bir o kadar güzel. Riot Games ile daha önce de birçok iş yapmış olan Imagine Dragons grubu bu diziye de özel bir müzik yapmışlar ve hem introda hem dizinin içinde kullanılmış. Onun dışında kullanılan başka müzikler de hikâyeye iyi hizmet etmiş. Negatif olarak söyleyebileceğimiz iki şey olabilir. Birincisi, dizinin özellikle son bölümlerinde temposunun düşmesi ve bazı diyaloglar çok iyiyken bazılarının sıkıcı hale gelmesi. İkinci sıkıntı da tabi ki bahsettiğim durum olan, evrene tamamen yabancı olan, hiç LoL oynamamış insanların diziyi beğenip beğenmeyeceğinin muallaklığı. Bu konuda net bir yorum yapamayacağım çünkü sorunun cevabını ben de bilmiyorum. 23

Son olarak, oldukça kaliteli bir yapım izledik ve LoL hayranları olarak tatmin olduk. Benim tek endişem dizinin nasıl devam edeceği. 2. sezon şimdiden duyuruldu ve pek istemesem de dizi şimdiki hikâyeyi devam ettirecek gibi duruyor. Finalin gayet doyurucu bir final olduğunu düşünen ben, hikâyenin bu kısmından sonrasını merak ettiğimi söyleyemem ve bu karakterleri izlemeye devam etmektense mevcut evrenin diğer köşelerinde neler yaşandığını ve evrendeki başka karakterleri içeren yeni bir hikâye görmek isterim. Stüdyonun böyle bir risk alacağını sanmıyorum ancak bu senaryonun devamı için de heyecanlandığımı söyleyemem. Elimizde keyifli bir sezon var ve finaliyle birlikte gayet yeterli bir hikâye seyrettik. Dizi hakkında yorumlarımız bu şekildeydi. İyi seyirler.

Amerikalı bir Auteur olarak Paul Thomas Anderson Yazan: Hülya Üngör Görsel: Göksu Gündüzalp 25

Amerikalı bir Auteur Olarak Paul Thomas Anderson Bazı filmler, yönetmenler vardır ki sinema iyi ki var, bu filmi iyi ki izlemişim dedirtir insana. Bana hep böyle hissettiren yönetmenlerden bir tanesi Paul Thomas Anderson (PTA). Filmleriyle zaman zaman insan olmanın derin dünyasını inceleyen, zaman zaman tamamen eğlendiren ve insanı zevkten dört köşe yapan filmler çeken yönetmen, 12 yaşındayken babasının aldığı kamera ile çekim yapmaya başladığını ve hayatı boyunca başka hiçbir şey yapmak istemediğini söylüyor. Paul Thomas Anderson 1970 yılında Los Angeles, Amerika’da doğmuş senarist, yönetmen ve yapımcı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de ve dünyada yeni filmi Licorice Pizza’nın vizyona girmesiyle beraber 9 uzun metraj, 3 kısa metraj filmi ve 1 belgeseli bulunuyor. İlk uzun metraj filmi olan Hard Eight’te (1996) bir Amerikan polisiyesi çekmiş ve Philip Baker Hall, John C. Reilly, Gwyneth Paltrow ve Samuel L. Jackson gibi usta oyuncularla çalışmıştır. Sonraki filmi Boogie Nights’ta (1997) ise en büyük hayali oyunculuk mesleğinde yükselmek olan ve izbe bir gece kulübünde çalışan Eddi’nin yaptığı işi önemseyen bir porno yönetmeni tarafından keşfedilmesiyle beraber yükselişini konu edinir. PTA, bu filmle beraber ileride de başka işlere imza atacağı Julianne Moore ve Philip Seymour Hoffman gibi isimlerle beraber çalışır. 1999 yılında ustalık eserlerinden biri olan Magnolia’yı çeken yönetmen, kesişen hayatlar ve en çok işlediği temalardan biri olan aile içi çatışmalar konularına bol bol değindiği bu filmle Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülünü kazanır. Üç saatlik filmde yine birçok usta oyuncuyu bir araya getirerek, iç içe geçen birçok hikaye anlatan yönetmen, filmi izleyen birçok kişiyi ikiye bölen finaliyle de filmi sonlandırır. 26

Magnolia’nın ardından sinema tarihinde yerini kalıcı olarak alan PTA, sonraki filmlerini de heyecanla bekleyen bir kitleye de kısa sürede sahip olur. Ayrıca bu filmine hazırlık yaparken şarkılarından ilham aldığını söylediği Aimee Mann, filmin soundtrack’ini yapmıştır. Dördüncü filmiyle kendisinden hiç beklenmeyen şekilde Adam Sandler, Emily Watson ve Philip Saymour Hoffman’ın başrollerde yer aldığı bir romantik komediye imza atar: Punch-Drunk Love (2002). Cannes’da En İyi Yönetmen Ödülünü kazandıran film, romantik komedi olmasına rağmen sıradan bir romantik komedi olmayan bir filmdir. Hem karakter derinliğiyle hem de bir yandan işlenen yalnızlık, yabancılaşma gibi temalar işler. Ve nihayet 2007 yılında Daniel-Day Lewis’in başrolü oynadığı There Will Be Blood’ı, hemen hemen herkesin önünde eğileceği bu başyapıtı sinemaya armağan eder. Petrol arama çalışmaları sürdüren Daniel üzerinden şekillenen hikaye hırs ve hırsın insanın içinde nasıl korkunç bir hale bürünebileceği üzerine çekilmiş ve çekilebilecek en iyi filmlerden bir tanesidir benim gözümde. Daniel Day Lewis’e en iyi erkek oyuncu dalında ikinci Oscar’ını kazandıran film, en iyi yönetmen/en iyi film ve en iyi uyarlama senaryo dallarında d aday gösterilmiştir. Ayrıca yine Berlin Festivali’nde PTA’ya En İyi Yönetmen Ödülünü kazandırmıştır. Başrollerini Joaquin Phoenix ve Philip Seymour Hoffman’ın oynadığı, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkesine dönen ve kendini herkese/ her şeye yabancı hisseden Fredie ile The Cause tarikatının lideri Dodd’un yollarının kesişmesini konu alan The Master (2012)’ı çeken PTA, bu filmin kendisinin kişisel favorisi olduğunu vurgularken tamamen başarılı bir film olduğunu söyleyemeyeceğini ancak filmin kendisine kesinlikle özgün ve doğru bir iş olduğunu hissettirdiğini söyler. Bu filmin ardından 2014 yılında yine Phoenix ile çalışarak Inherent Vice’ı Thomas Pynchon'ın aynı isimli romanından sinemaya uyarlar. 2017 yılında benim kişisel favorim olan Phantom Thread adlı filmi çeker. Daniel Day Lewis’in kariyerinin son filmi olan, ikili ilişkilerin aslında görünmeyen toksik bağını kız kardeş-erkek kardeş ve karı-koca üzerinden işler. 27

Daniel Day Lewis’i İngiltere’de Yabancılaşma, aile içi çatışmalar, 1920’lerin ünlü karizmatik terizisi pişmanlık ve yalnızlık gibi konuları Reynolds Woodcock olarak izleriz. sıklıkla işlemesiyle bilinen Anderson, Gerek oyunculuklarıyla gerekse aslında bir yandan Inherent Vicce, kostümleriyle tam bir görsel şölen Boogie Night, Punch Drunk Love gibi olan film, her zaman kalbime bir filmleriyle kafamızı rahatlatan ve aşırı şekilde dokunmayı başarmıştır. Son keyif alarak izleyebileceğimiz filmler olarak henüz 7 ocak’ta vizyona giren ortaya koyarken bir yandan da filmi Licorice Pizza ile 1970’lerde bir insanların hep saklamaya çalıştığı en gençlik, büyüyememişlik filmi çeken karanlık yanlarını There Will Be Blood, sevgili yönetmen, daha önce 5 Phantom Thread ve The Master gibi filminde oynamış anca 2014 yılında filmleriyle bizlere gösterir. Her ne kaybettiğimiz aktör Philip Seymour olursa olsun her filminde iç içe Hoffman’ın oğlu Cooper Hoffman’ı hikayelerden oluşan temalar işleyen ve başrol olarak Alana Haim ile birlikte karakteri her zaman merkeze alan oynatmıştır. Yine her filminde Anderson, harika müzik kullanımları, olduğu gibi kostümler, müzikler ve muhteşem renk paletleri, özenle atmosfer kusursuz şekilde ortaya seçilmiş kostümleriyle beraber en iyi konulan filmde kendinizi sürekli çağdaş yönetmenlerden biridir ve gülümserken zaman zaman da benim yanımsıra birçok eleştirmen minik iç çekişler çekerken tarafından da bir auteur olarak kabul bulabilirsiniz. edilmektedir. The Master, Joaquin Phoenix ve Phantom Thread, Daniel Day-Lewis Philip Seymour Hoffman ve Vicky Krieps Licorice Pizza, Cooper Hoffman ve There Will Be Blood, Daniel Day- Alana Haim Lewis

CENGİZ TURAL RÖPORTAJI Hazırlayan: Gülden Kaya Görsel: Gülden Kaya 29

Sizi herkes O Ses Türkiye‘nin bateristi Müziğe yakınlığınız nasıl başladı? Neden başka bir olarak tanısa da Cengiz Tural kimdir? enstruman değil de davul? Bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz? Lise yıllarında metal dinleyerek müziğe yakınlaştım. Davul tamamen tesadüfi oldu uzun bir Selamlar! Ufak bir biografimi hikaye. Bir grup kurduk ve davul bana kaldı diyelim paylaşayım sizinle: :). 1984 yılında doğdu. Müziğe 1999 Farklı müzik tarzlarında çalışmalarınız var ama size yılında Arıkan Sırakaya ve Selami en yakın gelen keyif aldığınız müzik tarzı nedir? Sevinç'ten ders alarak başladı. Dört sene boyunca eğitimine devam etti. Müzik tarzından çok müziğin fikri ve icrası benim 2002'den beri profesyonel olarak için önemli olan uzun zamandır. Ama ille de bir çalışıyor. Birçok bar grubuyla çaldı. cevap vermek gerekirse tabi ki köklerimden dolayı 2007'de Yalın'la çalışmaya başladı. Bu funk, rock ve onun cazla birleşimi fusion favori tarihten itibaren bir çok ünlü isme tarzlarım denebilir. eşlik etti. Bunlardan bazıları; Sertab Erener,Kenan Doğulu, Ajda Pekkan, Bir gitarist için çalışma koşullarını yaratmak daha Leman Sam, Gökhan Tepe, Mustafa kolaydır, bateristler için bu imkanlar çok daha Ceceli, Mirkelam. 2012 yılından beri zorlayıcıdır. Gerek egzersiz için gerekse sahnede Gülşen'e eşlik etmekte. mekanlarda ki çalışma koşulları açısından Birçok sanatçının kayıtlarında çaldı. yaşadığınız sıkıntılar nelerdir? 2011 yılında Tarık Sezer'le çalışmaya başladı. 10 sezondur O Ses Türkiye Davul kendi doğası dolayısıyla ev ortamında orkestrasında. Acun Medya'nın birçok çalınacak bir enstruman değil. Mutlaka yalıtımlı bir prodüksiyonunda davulcu olarak yer ortamınız olması lazım. Gelişmiş ülkelerde devletler aldı. Şallıel Kardeşlerin kurduğu What müzisyenler etüt yapsın diye yerleşimden izole Da Funk grubuyla 2012'den beri yerlere çok odalı yapılar yapıyorlar ama bizim sayısız konserde çaldı. Grup ilk ülkemizde bu hayal. Davulcular birleşip kendi etüt albümleri wdf1'i çıkardı. Cengiz Tural, alanlarını yapıyorlar. Yalıtımdan anlayan çok ismiyle çıkacak ilk teklik \"Nootropic\"i davulcu dostum var benim. Bu enstrumanın 2017'de çıkardı. zorluğu ama bizim ülkemizde yönetimden dolayı daha da zor. 30

Size stüdyo müzisyeni de diyebilir miyiz? Hücum kayıt ya da stüdyo kayıt pandemi dolayısıyla sıkıntılı bir durumda iken herkes 20'li yaşların ilk yarısında her çaldığım kendi çözümünü bulmak zorunda kaldı. Ve kaydı mutlaka not eder takip ederdim. böylelikle sanatçılarımızın birçoğu bireysel Sonra işin ucu kaçtı. tabi ki bana stüdyo oda stüdyolarını oluşturdu. Grup ortamında müzisyeni diyebilirsiniz. 150-200 arası aynı anda çalmak farklı bir disiplin ve öğreti albüm single youtube çekimi gibi içerirken farklı enstrumanlarla ayrı ayrı ortamlarda bulunmuşumdur. bunun çalışmaları birleştirip projeler yapmak, ötesinde 10 sezondur O Ses Türkiye'de tekniklerde ya da kendi müziğini çalıyorum ki her program \"ağırlaştırılmış\" geliştirmekte olumlu ya da olumsuz bir bir albüm kaydı şartlarında geçiyor. durum yarattı mı? Pandemi dolayısıyla her meslek gurubu Benim kendi kayıt ortamım 2006'dan beri sıkıntı yaşadı ama en çok etkilenen var zaten. Pandemiden dolayı yaptığım bir sanatla uğraşan geçimini sanat dallarıyla şey yok. Pek çok albüm kaydı da kanal kayıt kazanan sanatçılarımız oldu. Bu konudaki dediğimiz herkesin tek tek çaldığı teknikle düşünceleriniz nedir? kaydedildiği için pek de acaip bir durum oluşmadı profesyoneller için. Ama bir çok Bu konu çok uzun. Sanat bu iktidarın bir arkadaşımız evine kayıt sistemleri kurdular şekilde yozlaştırması, yok etmesi gereken ve bir şeyler ürettiler. Onlarla müzik bir unsur. Onlar ellerinden geleni yaptılar paylaşmak, çalmak, fikir üretmek güzel oldu. bu bekleniyordu zaten. Ama cuvaldızı kendimize batırmak gerekirse senelerdir sendikalaşamayan bir müzik piyasası var ve pandemi de buna ders olmadı. Hiç kimse majör adımlar atmıyor, atamıyor. İlerde de aynı şeyler yaşanacak. Diyeceklerim bunlar.

Çalışırken kullandığınız software Müzisyenliğinizin yanında eğitimci yönünüzden de bahsetmek isteriz. Patreon derslerinden de programları nelerdir? Davul ile bize biraz bahsedebilir misiniz? ilgilenen arkadaşlarımız için sizin Pandemi dolayısıyla senelerdir elimde olmayan boş zamanı elde edince uzun zamandır kafamda önerebileceğiniz illa ki olmazsa olmaz olan 2006-2008 arası benim de Cliff Almond'dan aldığım ve inanılmaz faydasını gördüğüm video dediğiniz gerek akustik gerekse ders sitesi projesini patreon platformundan hayata geçirdim. Artık 100'ü de geçtiğini elektrik sistemlerinin bir arada düşündüğüm ders videolarıyla, özel içeriklerle, her hafta yapılan soru cevap canlı yayınlarıyla kullanıldığı markalar nelerdir? hem türkçe kaynak isteyenlere hem de davul fikrimi merak edenlere güzel bir kaynak Cevap çok geniş. Ben logic oluşturduğumu düşünüyorum. Ayrıca patreon kullanıyorum ama daw dediğimiz kayıt sadece ders sitesi değil. Provalarla, müzik işini programlarının hangisini kullandığınız konuştuğumuz canlı yayınlarla, benim kafamdaki hiç farketmez. Profesyonel kayıt projelerle hem tecrübelerimi aktardığım bir müzisyeni alet edevatla olunmuyor. mecra hem de beni merak edenler için ayrıcalıklı Bu seneler boyu farkındalıkla çalışma bir içerik sitesi. Youtube kanalımın hiç bir eğitici meselesi. Bu süreçte şartlar ne olursa amacı yok ama orası da 1200 videoya ulaştı. E olsun kendinizi bir şekilde tabi ki bu \"şu şarkıyı nasıl çalmış\" diyenler için kaydetmenizi öneririm. ansiklopedi mahiyetinde. Bu lafı ben demiyorum Mikrofonlarınız da ekipmanlarınız da aman megalomanlık olmasın. Gelen mesajlar o önemli değil. Telefonla bile kendinizi yönde :). kaydedip eksiklerini görmeniz lazım. Günün sonunda kendisini liyakatla Davul ile ilgilenen arkadaşlar için önerileriniz doldurmuş bir davulcu hangi nelerdir ? mikofonu hangi programı kullanacağını bilir. Bu cevap da saatler sürebilir. Sadece müzikten zevk almayı bilmelerini öneririm. Herkesin Yoğun çalışmalarınızın dışında Sosyal profesyonel olma zorunluluğu yok ama eğer bir sorumluluk projelerine de destek enstrüman çalarsanız ya da bir sanat dalıyla veriyorsunuz. Farklı disiplinlerdeki uğraşırsanız hayatta ne iş yaparsanız yapın sanat çalışmalarının bu tür projelerde mutlaka standart dışı bir bakışınız ve algınız yer alması açısından düşünceleriniz olacaktır. Bu en büyük artısıdır sanatın. nelerdir? Son olarak yapmayı düşündüğünüz projelerden Sanat bence fikirlerin duyguların dışa bize biraz bahsedebilir misiniz? vurumu. Sosyal hayatta olan her şey bu fikirler üzerinden de anlatılabilir. İleri de daha çok kendi adımın olduğu kendime Bu bağlamda benim içinde bulunmak ait projelere ağırlık vereceğim. Yakında istediğim her konu beni pandemiden dolayı beklettiğimiz 2. mini heyecanlandırıyor. başka sanat albümüm çıkacak. Bu sefer 4 şarkı var. Onun dallarını da bir fikriyat olarak heyecanı var. ondan sonra hemen yeni müzikler gördüğümden pek de fark etmiyor yapmaya çalışacağım. Güzel sorular için teşekkür sizin resim çizmenizle benim çalmam. ederim. Saygılar. Sadece fiziksel aktivite farklı karşıya geçisi farklı. Hepsinin kendi avantajları ve dezavantajları var. Ayrıca farklı sanat disiplinlerinden de beslenmeye çalışıyorum bu da çok geliştirici.

B A R I Ş A B İ YAZAN: EMİR KIZILTAŞ GÖRSEL: GÜLDEN KAYA Saçları, kıyafetleri, yüzükleri, hızlı ve sevecen konuşmasıyla bir neslin çocukluk kahramanıydı Barış Abi. Türkiye; günlük siyasi olaylardan, ekonomik krizlerden, kavgalardan çok yıprandı. Bu yıpratıcı gündemlerden insanların biraz olsun uzaklaşabilmek için başvurdukları yollar ya sinemaya gitmek ya da bir kaset koyup dinlemekti o yıllarda. Sinemada Kemal Sunal, müzikte ise Barış Manço belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde istisnasız tüm insanların sevdiği, saydığı 2 karakterdi. Sürekli kavgalarla, bölünmüşlüklerle içimizi karartan bu ülke gündeminde hepimizi ortak paydada buluşturan şey tam olarak sanattır. 33

2.Dünya Savaşı’nın yoğun olarak yaşandığı ve tüm dünyada savaşın etkisinin olduğu günlerde 2 Ocak 1943 günü Üsküdar’da bir bebek dünyaya geldi. Savaşlara, kavgalara, sömürgelere inat bir şekilde adı Barış oldu. Daha doğar doğmaz üzerine bir misyon yüklendi adeta. Ülkemiz tarihinde Barış ismindeki ilk insan Barış Manço’dur. Sanat öğretmez, sezdirir, hissettirir, çağrıştırır; kendine özgü bir düşündürme, hatırlatma biçimi vardır. Sanatçı ise, yaşadığı zamanın ötesinde bir öngörü ile hem dönemine damga vuran hem de döneminin çok ötesinde hissettiği evrensel temaları, eserleri ile geleceğe aktarabilen kimsedir. Dolayısıyla Barış Abi sanatçı kimliğinin yanı sıra kişiliği, fikirleri ve yaptıklarıyla 20.yüzyılın modern ozanı olabilmeyi başarmıştır. Kendisine Barış Çelebi denmesi de bu yüzdendir. Yaptığı televizyon programlarıyla Amerika’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Japonya’ya kadar tüm kültürleri, yaşanmışlıkları bizlere göstermiştir. Bunun yanı sıra gittiği her yere de Türk kültür ve mirasını götürmüştür. Yıllarca süren bu dünya turunda aslında ana fikrin renklerden, kimliklerden, inançlardan ziyade sevgi olduğunu bize hatırlatmıştır. Televizyon ekranlarından sadece yetişkinlere değil, geleceğimizi oluşturan çocuklara da seslenmiştir. İnsan olmanın, çalışkan olmanın, dürüst ve erdemli olmanın yollarını göstermiştir. Tüm şarkı söyleyen çocuklara 10 puan vererek aslında hepimizin eşit olduğunu, rekabetin değil dostluğun önemli olduğunu vurgulamıştır. 1950’li yıllarda Galatasaray Lisesi’nde okurken diğer tüm gençler gibi Elvis Presley, Chuck Berry gibi yıldızlardan etkilenerek onların şarkılarını dinlemiştir. Babasından istediği gitarı aldırmayı başardıktan sonra tüm enerjisini müziğine vermiştir. 1958 yılında ilk grubu olan Kafadarlar’ı kurar ve okul bünyesinde amatör olarak konserler verirler. Bas gitar o yıllarda Türkiye’de olmadığı için kontrbas kullanılır. Onun haricinde akordeon, bateri, saksafon, gitar gibi aletlerle dönemin müzik akımı olan Rock’n Roll türünde şarkılar çalmışlardır. Kafadarlar sonrasında Harmoniler isimli bir grup kurar ve Galatasaray Lisesi konferans salonunda ilk büyük konserlerini verirler. Liseyi bitirdikten sonra yükseköğrenimi için Belçika Kraliyet Akademisi’nde grafik tasarım okumaya hak kazanır. Bu sırada otostopla Avrupa’ya bir kamyonun arkasında giden Manço, Belçika’ya varmadan önce Fransa’ya giderek yapımcı-besteci Henri Salvador ile bir araya gelir ancak Salvador, Barış Manço’nun Fransızcasını yetersiz, dış görünüşünü ise fazla kilolu bularak plak çıkartmak istemez. Bunun üzerine Belçika’ya abisi Savaş Manço’nun yanına giden genç Barış, öğrenim gördüğü Belçika Kraliyet Akademisini birincilikle bitirir. (1969)

Okul yıllarında garsonluk ve bulaşıkçılık 1970 yılı ise Barış Abi için bir dönüm yaparak harçlığını çıkarır. 1964 yılında noktası olmuştur. O güne kadar hep batı Fransızcasını iyice geliştirdikten sonra 2 çalgıları kullanmasına rağmen 1970 yılında tane Fransızca plak çıkarır ve Fransa’da kemençe ile çalınan Dağlar Dağlar’ı radyo programlarına davet edilir. 1965 yayınlar. Bu şarkı sadece rock müziği ile yılında Paris’in dünyaca ünlü konser salonu sınırlı kalmayıp sonrasında Anadolu olan Olympia’da Salvatore Adamo ve France türkülerine ve yöresel motiflere yöneleceği Gall’den önce sahne alarak kendi besteleri bir müzik dünyasının da kapısını aralar. olan Baby Sitter, Jenny Jenny, Quelle Peste, Dağlar Dağlar plağı tam 700.000 satarak o Un autre Amour que toi ve Je veux savior dönem için kırılması zor bir rekora da imza adlı şarkılarını söyler. 1966 yılında bir müzik atar. Daha sonraki süreçte Moğollar grubu festivalinde The Folk 4 grubu ile Türk ile birleşen Barış Abi, hala Türk müzik müziğinden örnekler sergileyerek dikkat tarihinin en önemli besteleri arasında çekmesine rağmen, Fransız bir müzisyenin gösterilen “İşte Hendek İşte Deve”, aksanını beğenmemesi ve plağının “Binboğa’nın Kızı” ve sözlerini Pir Sultan çalınmasını yasaklaması üzerine Avrupa Abdal’dan aldığı “Katip Arzuhalim” gibi müzik kariyerini bir müddet ertelemek türküleri seslendirir. zorunda kalır. Moğollar sonrası dönemde 1972 yılında 1967’de Hollanda’da geçirdiği bir trafik Kurtalan Ekspres’i kurar. Kurtalan Ekspres, Barış Abi’nin vefatına kadar birlikte kazası sonucu dudağından yaralanır ve bıyık çalacağı tek grup olacaktır. Kurtalan ile tüm Türkiye’yi dolaşarak şarkılarını bırakmaya başlar. 1969 yılında mezun söylerler, Anadolu insanının düşüncelerini, yaşanmışlıklarını sözlerine dökerler. Bu olduktan sonra İstanbul’a döner ve ilk işi konu hakkında Barış Abi şöyle der: \"Paris'te verdiğimiz bir konserle, yeni bir grup kurmak olur. Mazhar Alanson Hakkari'nin bir köyünde verdiğimiz konser arasında hiçbir fark yoktu. Sırtımızda 800 ve Fuat Güner ile beraber “Kaygısızlar” kilo aletle giderdik orada çalardık. Konser bizim için konserdi. Konserin halkı, isimli grubu kurar. Bu grup dönemin müzik diplomatiği, elit tabakası falan olmazdı. Nedense halk konseri diye bir tabir akımı olan Psychedelic Rock’tan oldukça çıkardılar durup dururken. Assolist tabiri gibi saçma sapan tabirler bunlar. Sanki etkilenir. 1967’de bestelediği Kol solistin astı üstü varmış falan gibi.\" Düğmeleri’ni ilk kez Kaygısızlar ile kaydeder. Gülpembe, Dönence gibi kült şarkıların bestecisi olan bas gitarist Ahmet Güvenç Kol Düğmeleri şarkısının hikayesi ise önderliğinde Kurtalan Ekspres hala konserler vermektedir. şöyledir: \"Barış Abi 1962 yılında Semra adında Kadıköylü bir genç kız ile nişanlanır ancak eğitim için Belçika’ya gitmek zorunda kalır. Maalesef araya mesafeler girer ve Belçika'ya gidince nişan bozulur. Aşkını kalbine gömen Barış Abi bu hüzünlü durumu şarkıya döker. Şarkıdaki kol düğmeleri nişanlısı Semra'nın Barış Abi’ye hediyesidir. Aşk denen duyguyu iki küçük kol düğmesi ile anlatabilmiştir Barış Abi.”

1980 yılına doğru Türk müziği adeta zirve Barış Abi 56 yıllık kısa yaşamına 200’den dönemini geçiriyordu. Sayısız sanatçı; fazla beste, 3000’den fazla plaket ve sanat müziği, halk müziği, rock müzik gibi ödül, sayısız 7’den 77’ye bölümü türlerde aslında hala dinlediğimiz sığdırdı. Bugün hala Japonya’da Türkler şarkıları besteliyorlardı. 12 Eylül darbesi seviliyorsa bunda Barış Abi’nin de ile bu sanatçıların birçoğu Avrupa’da katkısı büyüktür. 1999 yılı Barış Abi için müzik yapmaya devam etti. Bazıları ise 40.sanat yılı anlamına geliyordur ve bu hiç dönemedi. Bazıları vatandaşlıktan yılda geçmişteki çok sevilen eserlerini çıkarıldı, örneğin Cem Karaca 8 yıl yeniden yorumladığı Mançoloji adında ülkesinden ayrı sürgünde yaşamak bir albüm hazırlar. Bu albüm için müzik zorunda kaldı. Böyle bir ortamda ise Barış hayatının 40 yılını anlatan bir beste Abi ve Kurtalan Ekspres müzik yapmaya yapar. Sözlerini yazamadan 31 Ocak devam etti. 1981 yılında belki de müzikal 1999’da soğuk bir Kadıköy gecesi hayata anlamda en zirve şarkılarından biri olan gözlerini yumar. 1991 yılında devlet Dönence’yi çıkarttılar. Dönence’nin sanatçısı ödülü aldığından dolayı hikayesi ise şöyle: cenazesi için devlet töreni düzenlenir. “1981 yılında piyasaya çıkmış bu eser Ödülü alırken söyledikleri ise onun nasıl darbe sonrası Türkiye'de yaşanan bir şahsiyet olduğunu bizlere tekrar toplumsal ve siyasal buhranı tasvir etmesi hatırlatır: “Ayrıca sanatçı olduğumu da bakımından önemlidir. Nitekim eserin iddia etmiyorum. Ben öldükten sonra başında geçen \"gün çoktan döndü torunlarım ansiklopedilerde Barış buralarda\" ifadesi de bu durum için Manço'yu \"sanatçı\" diye okurlarsa, kullanılmış bir metafordur. Günün galiba sanatçı olduğum da tescil edilmiş dönmesi ile bir tarafın karanlık diğer olacak. Geleceğe ne bıraktığınız önemli. tarafın aydınlık olması 1980 Türkiye'sinde Yoksa insan yaşarken kendi kendine toplumsal kutuplaşmayı ve gerginliği \"Ben sanatçıyım\" dememeli.” ifade etmektedir. Müzikal altyapı olarak ise 'Dönence' Türk müziğinin en iyi rock soundları arasında gösterilmektedir. Kurtalan Ekspres'in unutulmaz gitaristi Bahadır Akkuzu; dönencenin oluşum hikayesini 2006 yılında şöyle anlatıyor: \"Şubat ayıydı sanırım, Dönence’yi daha yaratmaya çalışıyoruz, herkes kendi fikirlerini ortaya koyacaktı. Prova yeri bulamadık o zaman ve bir karışıklık oldu. Üsküdar'da Seçkin diye bir arkadaşımız vardı, onun elektronik mağazası vardı ve üst katı inşaat halindeydi. Şubat ayında biz oraya aletleri taşıdık penceresiz, kapısız, bomboş yerde o dönenceyi orada çıkartmıştık. Dönence bizi hep üşüttü.\"


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook