NİSAN 2023 | SAYI 2
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Bastğn yerleri toprak diyerek geçme, tan: Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. Düşün altndaki binlerce kefensiz yatan. O benim milletimin yldzdr, parlayacak; Sen şehit oğlusun, incitme, yazktr, atan: O benimdir, o benim milletimindir ancak. Verme, dünyalar alsan da bu cennet vatan. Çatma, kurban olaym, çehreni ey nazl hilâl! Kim bu cennet vatann uğruna olmaz ki feda? Kahraman rkma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Şüheda fşkracak toprağ sksan, şüheda! Sana olmaz dökülen kanlarmz sonra helâl. Cân, cânân, bütün varm alsn da Huda, Hakkdr Hakk’a tapan milletimin istiklâl. Etmesin tek vatanmdan beni dünyada cüda. Ben ezelden beridir hür yaşadm, hür yaşarm. Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli: Hangi çlgn bana zincir vuracakmş? Şaşarm! Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli. Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarm. Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli- Yrtarm dağlar, enginlere sğmam, taşarm. Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. Garbn âfâkn sarmşsa çelik zrhl duvar, O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşm, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Her cerîhamdan İlâhî, boşanp kanl yaşm, Ulusun, korkma! Nasl böyle bir iman boğar, Fşkrr ruh- mücerret gibi yerden na’şm; Medeniyyet dediğin tek dişi kalmş canavar? O zaman yükselerek arşa değer belki başm. Arkadaş, yurduma alçaklar uğratma sakn; Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanl hilâl! Siper et gövdeni, dursun bu hayâszca akn. Olsun artk dökülen kanlarmn hepsi helâl. Doğacaktr sana va’dettiği günler Hakk’n; Ebediyyen sana yok, rkma yok izmihlâl; Kim bilir, belki yarn, belki yarndan da yakn Hakkdr hür yaşamş bayrağmn hürriyyet; Hakkdr Hakk’a tapan milletimin istiklâl! Mehmet Âkif Ersoy
GENÇLİĞE HİTABE Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahlarn olacaktr. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atlmak için, içinde bulunacağn vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatann bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün ordular dağtlmş ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâd! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktr. Muhtaç olduğun kudret, damarlarndaki asil kanda mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk
EDİTÖRDEN Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu “Sabahı beklemeyiniz dostum geceden yola çıkınız. Olur ki Lisesi Müdürlüğü uyuya kalırsınız. Sırtınızdaki çıkında ebedi gayenin dürülmüş azıkları Adına Sahibi varsa ne mutlu size. Gece serindir, yapraklardan süzülen yel Kubilay YENDİ gözlerinizdeki yaşları kuruturken, ruhunuzda kainatın derin serinliğini taşıyarak sabaha doğru yürüyüp fecri başlatınız.” Gece ve sabah… Yazı İşleri Müdürü 6 Şubat gecesi sabaha bambaşka bir duyguyla uyananlar gibi… Bu iki Şadan KAYA kelime arasında kalan canım kardeşlerim gibi… Genel Yayın Acı günler geçirdik milletçe, tekrar yaşamayı istemeyeceğimiz ve Yönetmeni yıllar sonra geriye baktığımızda kalp ağrısı yapacak olaylar yaşadık Hasan BEŞİKTEPE toplumca. Bu sayımıza şaşalı cümlelerle başlayamazdık çünkü her birimizi derin kederlere sürükleyen bu üzücü olay anılmalı ve kedere Yayın Editörü ortak olunmalıydı. Ama tüm bu karanlığa rağmen, insanı yücelten, Aylin ÖZBEK insana umut veren gelişmelerin yaşanacağı bir yıl olmasını can-ı gönülden dileriz. Umut ediyorum ki Türkiye ve dünya için sağlıklı ve Yayın Kurulu huzur dolu bir yıl olur. Mürüvet AHÇI Hasan BEŞİKTEPE Zamanın su gibi aktığını, bu yazıyı kaleme almak için oturduğum Mehmet BOZKURT bilgisayar başında daha iyi anlıyorum. Aradan aylar geçti çok şey değişti Mehmet Fatih YILMAZ hayatımızda. Takvim sayfaları düştü yerlere, zaman nasıl geçti Perihan Duygu anlamadık, güneşi bekledik sabırsızca, bizim yetiştirdiğimiz, ülkemizi MİKAYILOV karanlıktan aydınlığa çıkaracak güneşlerimizi…Her gün yeniden fecri Remziye YILMAZ başlatmak için çabalayan bireylerce, bu sayımızı oluşturduğumuzu Onur DEMİR bilmenizi isteriz. Bunu yaşayacak olmanın heyecanıyla ikinci sayımızla Zeynep KAYA sizlerleyiz. Demet Ercan ŞAKİR Nurdan AKSOY Hemen herkesin bir noktasında emeğinin bulunduğu bu çalışmadan okuyucuların tat alabileceğini umuyoruz. Siz değerli Rahim SAĞ okurlarımız bu sayımızda yine okulumuzun değerli öğretmenlerinin Murat LOKAÇ iştirakıyla tüm bölümlerimizi daha yakından tanıyacak hem de yapılan tüm etkinlikleri görme fırsatına nail olacaksınız. Derginin hazırlanma aşamasında başından sonuna kadar beraber çalıştığımız değerli bölüm öğretmenlerine, kültür dersi zümre başkanlarına teşekkür ederim. Grafik Tasarım Abdullah ÇETİN Adres: Sekiz Eylül Mahallesi Şehit Er İsa Türkmen Caddesi No 33 Kemalpaşa / İZMİR
İçindekiler 06 08 09 DİSİPLİNDE DOĞA VE 'ORUÇ' İBADETİ DENGE MATEMATİK ÖNEMİ Mürüvet AHÇI Demet Ercan ŞAKİR Nurdan AKSOY 10 12 13 OKULUMUZ LOJİSTİK GÜLLACIN TARİHÇESİ TEKNİK GEZİMİZ TARİHÇESİ Rahim SAĞ Mehmet Fatih YILMAZ Hasan BEŞİKTEPE 14 16 18 EL SANATLARI GDO MEÇHUL ALANIMIZ ANILAR Mehmet BOZKURT Duygu MİKAYILOV Onur DEMİR 20 21 22 SESSİZ ÇIĞLIK GELENEKSEL TÜRK HALK ÇOCUK OYUNLARI MÜZİĞİNE BAKIŞ Remziye YILMAZ Zeynep KAYA Murat LOKAÇ
DİSİPLİNDE DENGE Böyle başlıklı bir yazı yazmaya karar verince, zihnimin bir süre “disiplin” kavramına takıldığını fark ettim. Bu sözcüğün bende pek olumlu çağrışımlar yaratmadığını, damağımda lezzetsiz bir tat oluşturduğunu hissettim. Dilerseniz siz de bu sözcüğü içinizde tekrarlayın. Neler duyumsadığınızı anlamaya çalışın. Peki ya sizde neleri çağrıştırıyor? Geçmişinizle ilgili hatırlattığı bir olay veya bir anınız var mı? Bu kavram sizde hangi duyguları uyandırıyor? Sıkıntı mı? Huzursuzluk mu? Yoksa tersine olumlu duyguları mı hissettiriyor? Eğer öyleyse bu duyguları adlandırabiliyor musunuz? Bendeki olumsuz çağrışımların/duyguların nedenlerini sorguladığımda, okul hayatım başta olmak üzere, çocukluk ve gençliğime ait pek çok yaşantının baskıcı disiplin uygulamalarının gölgesi altında geçmiş olduğunu fark ettim. Örneğin, okuldaki kimi haşarılıklarımı, şimdi baktığımda sevimli bile gelen bazı kural ihlallerimi vs. “disiplin kurulu” korkusunun örseleyici etkisi altında yaşamış olduğumu hatırladım. Hatta ortada bir problem yokken bile, sırf okulda düzeni sağlamak adına bize hissettirilen disiplin korkusunu ensemizde hisseden öğrencilerdik Disiplin sözcüğünün adeta ceza ve “katı kurallar” anlamına gelmeye devam etmesinin kuşkusuz pek çok psikososyal ve kültürel nedeni vardır. Elbette, konunun bu yönü çok geniş bir tartışmayı kaldırabilir ama bu yazının amacı konunun bu yönünü irdelemek değil. Çocuk eğitiminde disiplin, çocuğun topluma uyumunu sağlayacak istenen davranış alışkanlıklarını kazandırmak; ona sınırlarını öğretmek, iç denetim yapabilme becerisini kazandırmaktır. Sağlıklı bir disiplin, sağlıklı çocuk yetiştirmenin temel koşuludur. Böylesi bir disiplin anlayışının amacı; çocukta sevgi ve güven ilişkisi geliştirmek, kendisiyle ilgili olumlu bir değer algısı oluşturmak, başkalarını anlayarak onların kişiliklerine ve farklılıklarına saygı duymasını sağlamaktır. Bu disiplin yaklaşımında keyfiyet, bağırma, çağırma, fevrilik, azarlama, yargılama, küçümseme, suçlama gibi davranışların yeri yoktur. Tam tersine; şefkat, uygun dille açıklama, sabır, KARARLILIK, TUTARLILIK ve empati vardır. Böyle bir yaklaşımla karşılaşan çocuk, giderek kuralların kendisine eziyet etmek için değil, korumak ve gelişimini desteklemek için konulduğunu, ihtiyaçlarının göz ardı edilmeyerek kendisine değer verildiğini anlamaya başlar. Çocuk için konulan kurallar mutlaka yaşına uygun, gerçekçi, anlaşılır, başarılabilir türde ve başarısızlık durumlarında esnetilebilir nitelikte olmalıdır. Kural koyarken şunu kendinize sormalısınız: Bu gerçekten gerekli mi? Yoksa kurallarımla çocuğumun kendini ifade edebilmesine, yeteneklerini ortaya koyabilmesine engel olarak onu daracık bir alana mı hapsediyor mu? İdeal bir disiplin yaklaşımı sürekli yasaklara, nelerin yapılmaması gerektiğine odaklanan değil, nelerin yapılması gerektiğine odaklanan ve onları öğreten yaklaşımdır. Söz gelişi eve misafir geldiğinde çocuğa sürekli “Yaramazlık yapma!” diye uyarı yapmak yerine, uslu durduğunda ona “Misafir buradayken uslu durduğun için çok mutlu oldum.” deyip istendik davranışı pekiştirmek yeğlenmelidir. 6
Disiplinin önemli amaçlarından biri de çocuktaki özdenetim becerisini geliştirmektir. Bu beceri, ebeveynlerin ve çevrenin çocuğa dışarıdan koydukları kuralların zamanla içselleştirilmesiyle gelişir. Özdenetim, kişinin yaşamı boyunca sağlıklı kararlar verebilmesi, isteklerini dengeleyebilmesi ve kendi davranışları üzerinde kontrol sağlayabilmesi için şarttır. Ancak, özdenetim becerisinin gelişebilmesi için disiplinin belli bir dengede verilmesine dikkat edilmelidir. Aşırı şımartılmış, yani istekleri hep yerine getirilmiş, kendisine hiç “hayır” denmemiş bir çocuğun isteklerini ve sınırlarını denetleyebilme becerisi zayıf kalır. Bunun tam tersine, istekleri yeterince karşılanmamış, kendisine hep “hayır” denmiş bir çocuk da özdenetim bakımından diğeri gibi yaralı yetişir. Bu sefer böyle çocuklar, giderek başkalarının yönlendirme ve denetim mekanizmalarına tabi bireyler haline dönüşebilirler. Çocuklarına rehberlik etmek isteyen bir anne, baba merhamet ve otoriteyi bir bütün halinde kendi yaklaşımlarına harmanlayabilmelidirler aksi taktirde otoritesi olmayan bir merhamet, çocuğu şımarık, merhameti olmayan bir otorite ise çocuğu pısırık yapacaktır. Çocuklarımız için dengeli hareket etmeye alışkanlık haline getirmek gerekir. Hepimizin amacı çocuklarımızın mutlu ve her anlamda sağlıklı büyümesidir. Bu amaca giden yolda kimi zaman hatalar da olması mümkündür. Bunlar süreklilik göstermediği takdirde telafileri mümkündür. Önemli olan, çocuğun temel ihtiyaçlarını göz önüne alan, onu kendine özgü yapısıyla “biricik” gören, SEVGİ ve DİSİPLİN kavramlarını DENGELİ bir şekilde sunmak olmalıdır. 7
DOĞA VE MATEMATİK Gökyüzündeki cisimlerin hareketi, doğa olayları gibi doğaüstü görünen birçok olayın bilimsel açıklaması matematikle yapılabilmiştir. Evrenin mükemmel düzeninin içinde bir matematik olduğu anlaşılmıştır. Matematiğin doğada varlığını göstermede direkt doğanın yarattığı doğal olgulardan yararlanılabilir. İlk olarak doğadan geliştirilerek matematiğe katılan Fraktal kavramından bahsedebiliriz. Beyin enerjimizi matematik bilimine yöneltmemizin nedeni evreni izah etme kaygısı değil. Ama bu bilgilerle daha sonra doğaya baktığımızda bu sonuçların onun içinde ta başından beri var olduğunu görüyoruz. Etrafımızda var ola gelen ama bizim yakın zamana kadar görmesini bilemediğimiz geometrik gerçeklerden biri de fraktalar; öyle bir cisim olsun ki hangi noktasını alırsak alalım büyütüp baktığımızda yine başlangıçtaki şekille karşılaşalım ve bu işleme ne kadar devam edersek edelim aynı olay tekrarlansın. İşte Fraktal, yani kendine benzerlik kavramının tanımı bu. Aslında doğa aynı doğa. Değişen tek şey matematiğin algıladığı değiştirme gücümüz. (Sertöz, 1996:41–42) Görüldüğü gibi Sayın Sertöz Fraktal kavramını doğaya atıfta bulunarak tanımlıyor. Matematiğin doğadan bir başka örneği ise arıların bal yapma çalışmaları sonucu tamamen içgüdüsel yollarla oluşturdukları peteklerin incelenmesiyle ortaya çıkıyor. Peteklere bakıldığında her boşluğun bir düzgün altıgen olduğu görülüyor. Kaynakça: yyy.edu.tr 8
‘ORUÇ’ İBADETİ ÖNEMİ Allah’ın emir ve yasakları elbette ki kulların iyiliği içindir. İslam bilginleri, bütün hükümlerin insanların yararlarını gerçekleştirme amacına yönelik olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Allah’ın, yapılmasını istediği şeylerde kullar için çok büyük faydalar, yasakladığı şeylerde ise büyük zararlar bulunduğu inkar edilemez bir gerçektir. İslamî öğretinin kendilerine yüklediği görev gereği İslam âlimleri çeşitli ibadetlerin yarar ve hikmetleri konusunda öteden beri kafa yormuş, bunların kişisel pratik yararlarından çok, insan nefsinin arındırılması ve yükseltilmesi yolunda fonksiyonel hâle getirilmesine çalışmışlardır. Bu bağlamda kulların yapmakla yükümlü tutulduğu ibadetlerin sağladığı bazı faydalar ya da hikmetler tespit edilebildiği gibi, bu faydaların veya gerçekleştirilmek istenen amaçların tamamının tespit edilemediği de bir hakikattir. Oruç ibadetinin temel hedefi insanları takva- ya eriştirmektir. Bu bizzat Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı...” (Bakara, 2/183) şeklinde ifade edilmektedir. Oruç ibadeti kanaatkârlığımızı güçlendirir. Açlık çeken insan yoksulun, muhtacın durumunu anlar ve kanaat etmenin önemini daha iyi kavrar. Artık israf edemez olur. Allah Resulü’nün “Kanaat bitmeyen bir hazinedir” (Beyhakî, “Zühd”,2/88) sözü, müminin kulaklarında yankılanır. Nimetin kadrini bilen insan, Allah’a olan şükrünü artırır. Hırsın mahrumiyete, kanaatin rahmete vesile olduğunu anlar. Allah Resulü’nün “iktisat eden geçim sıkıntısı çekmez” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 5/331) müjdesi hayatında tezahür etmeye başlar. Oruç ibadeti, insana iftar ve sahur ile, kılınan teravih namazlarıyla, diğer ibadetlerle hayata çekidüzen verme imkânı tanır. Oruç ayı olan Ramazan, kulun Rabbine iltica ederek, günahlarının bağışlanması için hayat yoluna yerleştirilmiş fırsat ve hazinelerle doludur. Kişi, Kur’an üzerinde daha fazla düşünme imkânı yakalar. Ramazan’ın getirdiği bereketle insan, Kur’an’dan daha çok haz alır, onu daha derinden ve bilinçle dinleyip anlama imkânını elde eder. Oruç bedenin zekâtı olarak, vücutta birikmiş zararlı unsurların defi için metabolizmaya büyük bir imkân sağlar. İnsanın, vücudunu diğer canlılardan daha farklı olarak madde ve mananın sırlı ve ahenkli bir birleşimi olarak görmeye başladığı bu ayda vücutlar yenilenir, yüzler parlar... Allah Resulü’nün “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” (Taberani, Mu’cemu’l-Ev-sat, VIII, 174) sözünü teyit edercesine bedenlerimiz sağlık bulur. Ramazan orucu, ümitsiz insanların bağışlanma ümitlerini yeşerttikleri bir zaman dilimidir. Oruç, ansızın gelecek sıkıntılara karşı insanlara dayanıklı olmayı öğreten bir öğretmendir. Çocuklarımıza dinlerini, havasını teneffüs ederek, yaşayarak öğrenme ve yaşama fırsatı veren bir aydır Ramazan. Allah Resulü, inanıp karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı değerlendirenlerin geçmiş günahlarının bağışlanacağını söylemiştir (Nesâî, “îman”, 21). Aynı şekilde Allah Resulü, Sahabi Ka’b b. Ucre’ye hitaben, “Ey Ka’b! Namaz kişinin Müslüman oluşuna delildir. Oruç ise sağlam bir kalkandır. Sadaka vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları silip süpürür. Ey Ka’b! Haramla beslenerek teşekkül eden et ve kemiklere ancak ateşte olmak yaraşır.” (Tirmizî,“Cum’a”, 79) buyurmuştur. Orucun hikmetleri ile hükümlerini anlamak arasında sıkı bir bağ vardır. Oruç ibadetinin yerine getirilmesi ile ilgili kuralların bilinmesi, Allah Resulü’nün bize hikmet olarak bıraktığı sünnetine uygun oruçlar tutmamıza imkân tanıyacaktır. Kaynak:https://diyanet.tv/ramazan/sikca-sorulan-sorular/video/oruc-ibadetinin-hikmet- ve-faydalari 9
LÜTFÜ ÜRKMEZ MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ TARİHÇESİ “Kemalpaşa Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi”, 1967 yılında “Akşam Kız Sanat Okulu” olarak öğretime başlamış, daha sonra “Kemalpaşa Kız Meslek Lisesi” adıyla eğitim-öğretim etkinliklerini başarıyla uzun yıllar devam ettirmiştir. Kuruluş tarihi itibarıyla, Kemalpaşa’nın 56 yılı geride bırakan ve aynı zamanda Kemalpaşa’nın en eski ortaöğretim kurumu olma özelliğine sahiptir... Kemalpaşa’da, “Akşam Kız Sanat Okulu” ilk kez 1967 yılında ortaokuldan sonra kız öğrencilerin eğitim ve öğretim alması için açılmış ve bugünkü Cumhuriyet İlkokulu’nun olduğu yerde bulunan tarihi binada eğitim faaliyetlerine toplam 10 öğrenciyle başlamıştır. Bu bina, o zamanki adı Nif olan Kemalpaşa’da bir vakıf tarafından 1904-1911 yılları arasında inşa edilen ve yöre halkınca “mermer sütunlu okul” olarak anılan ve 1979 yılında yıkılan binadır. Bir yıllık eğitim süresi bulunan Akşam Kız Sanat Okulu’nda sadece “Giyim Üretimi” bölümü vardır. 1979-80 eğitim yılında Kız Meslek Lisesi’ne dönüştürülen ve eğitim faaliyetlerini ortaokul ve lise olarak sürdüren okulun ortaokul kısmında 30, lise kısmında ise 16 öğrenci mevcuttur. Aynı dönemde Pratik Kız Sanat Okulu olarak da eğitim hizmeti vermiştir. 1980-1981 eğitim döneminde Kız Sanat Ortaokulu olarak eğitim ve öğretime başlamıştır. Bu dönemde fiziksel imkânsızlıklardan dolayı kısa bir süre, önce eski Belediye Binası sonra da eski Öğretmenevi binasında, 1982 ile 1998 yılları arasında da bir süre 8 Eylül İlkokulu’nun 4. katında eğitim faaliyetlerine devam etmiştir. 1998 yılında “Kız Sanat Ortaokulu” kısmı kapanarak eğitim etkinliğini “Kız Meslek Lisesi” olarak sürdürmüştür. Okulun Kız Meslek Lisesi olması üzerine “Çocuk Gelişimi”, “Giyim Üretim Teknolojisi” ve “El Sanatları Teknolojisi” bölümleri açılmıştır. Kız Meslek Lisesi’nde sırasıyla Leyla Demirci, Suzan Yaminoğlu, Nurettin Pınar, Nevin Özbaş, Netice Karagöz, Servet Yapıcıoğlu, Mehtap Yurtsever Ateş ve Ayşe Ayseli Atam müdürlük yapmıştır. Okul, aynı adla 1998 yılında Kemalpaşa Mezarlığı yanında bulunan ve günümüzde Kemalpaşa Halk Eğitim Merkezi olarak kullanılan binada eğitime devam etmiş, 2010 yılı Eylül ayında bugünki modern binasına taşınmıştır. Kemalpaşalı iş adamı Lütfü Ürkmez’in vasiyeti üzerine varislerinin arsa bağışı ve katkılarıyla inşa edilen okul 2011 yılından itibaren Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adını almıştır. 24 dersliği, bilgisayar ve teknoloji sınıfı, kütüphanesi, 100 kişilik toplantı salonu, drama odası ve Gıda Teknolojisi Laboratuvarı, 2 Giyim Teknolojisi, 1 de El Sanatları Teknolojisi Atölyesi, Yiyecek İçecek Hizmetleri Atölyesi bulunan okulumuzda açık basketbol ve voleybol sahaları mevcut bulunmaktadır. Eğitim ve öğretime “Çocuk Gelişimi”, “Giyim Üretim Teknolojisi”, “Yiyecek-İçecek Hizmetleri”, “Gıda Teknolojisi”, “Ulaştırma Hizmetleri” ve “El Sanatları Teknolojisi” bulunan Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde Ayşe Ayseli Atam, Aybala Dursun ve Aslan İyem müdür olarak görev almıştır. Halen müdürlük görevini Kubilay Yendi sürdürmektedir. 10
Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bünyesinde 4-6 yaşa arası öğrencilerin eğitim aldığı 2 derslikli “Uygulama Ana Okulu” faaliyet göstermektedir. Uygulama Ana Okulu’nda oyun sınıfları yanında mutfak, yemekhane ve çocuk park alanı bulunmaktadır. Kemalpaşa’nın en eski orta öğretim kurumu olarak 56 yıldır, değişik adlarla hizmet veren günümüzdeki adıyla Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, modern ve donanımlı binasında gelecek kuşakları yetiştirme görevini, başarılarını artırarak sürdürmektedir. 2020-2021 eğitim- öğretim yılında, okulumuzda gündüzlü ve karma eğitim yapılmaktadır. “Anadolu Meslek Programı” ve “Anadolu Teknik Programı” olmak üzere iki tür lisemiz mevcuttur. “Anadolu Meslek Programı” adı altında “Çocuk Gelişimi ve Eğitimi”, “Yiyecek İçecek Hizmetleri Eğitimi”, “Gıda Teknolojisi”, “Moda Tasarım”, “Ulaştırma Hizmetleri” ve “El Sanatları Teknolojisi Eğitimi” olmak üzere 6 alanımız mevcuttur. “Anadolu Teknik Lisesi” programında ise “Gıda Teknolojisi” alanımız mevcuttur. Halen bölgemizin ihtiyaçlarını karşılamak için yeni alanların açılış çalışmaları devam etmektedir. Okulumuzda 1 müdür, 1 müdür başyardımcısı, 6 müdür yardımcısı, 64 öğretmen, 1 VHKİ, 1 DSÖ saymanı, 1 teknisyeni, 2 hizmetli görev yapmaktadır. Okulumuz, zemin+4 katlı ve 4.800 metre kare kapalı alana sahip tek binadan oluşmaktadır. 11
ULAŞTIRMA HİZMETLERİ (LOJİSTİK) TEKNİK GEZİMİZ 11.Sınıf öğrencilerimizle; kara, deniz, hava yolu taşımacılığı, gümrük ve tedarik zinciri yönetimi alanında faaliyet gösteren ve Ege bölgesinin en büyük lojistik firması olan Ege Ekspres firmasını ziyaret ettik. Öğrencilerimiz sahada yerinde görüp keşfederek öğrenmelerini sürdürdüler. Karayolu araçlarını (çekici ve dorseleri), dorse tiplerini, konteynerleri, istif makinelerini yerinde inceleyip keşfettiler. Ayrıca depolama yerlerini (açık depo ve kapalı depo), elleçleme, konteyner teknik özellikleri, konteyner tipleri ve istiflenmesi, yurtiçi ve yurtdışı karayolu taşımacılığı ve buna ait belgeleri ve intermodal taşımacılığı konuları hakkında yerinde öğrenmeleri gerçekleşti. 300’den fazla TIR ile taşımacılık sektörünün öncü şirketlerinden olan Ege Ekspres ile olan stajyer programımız iki yıldır gayet başarılı bir şekilde sürmekte olup. Öğrencilerimize firma 12.sınıfta staj imkânı vermekte, başarılı bir staj programı geçiren öğrencilerimiz için sonrasında yurt içi ve yurt dışında (İtalya) iş olanakları da sunmaktadır. 12
Ramazan Ayı Özel - GÜLLACIN TARİHÇESİ Güllaç denince akla Ramazan, Ramazan denince güllaç gelmektedir. Güllaç kaçıncı yüzyıla ait bir tatlıdır? Eskiden nasıl yapılırmış? Benim sözlerime gülün Sözü mevsiminde bilin Ramazana mahsus ancak Baklavalık güllaç alın 13. yüzyıla ait en eski tarifine göre, güllaç yapraklarını hazırlamak için buğday nişastası ve su veya çırpılmış yumurta akıyla yapılan sulu bir hamur saca dökülürdü. Bugün ise güllaç hamuru mısır nişastası ve sudan yapılmaktadır. Güllaç, saray mutfağına ilk kez 1489 yılında alındı. Kastamonulu Ali Usta, elinde kalan yufkaları, saray görevlilerinin Kastamonu gezisi sırasında şekerli sütle ıslayıp bir tatlı haline getirdi. Orada bu tatlıyı beğenen saray görevlileri, bu tatlıyla beraber Ali Usta'yı da saraya tatlıcı başı olarak götürdüler. Osmanlı döneminde güllaç yaprakları varak olarak adlandırılmıştır. Osmanlı sarayına 1573-1574 yılları arasında 19740 varak alınırken, 1642-1654 yılları arasında ise 10300 adet varak alındığı saray mutfağı kayıtları arasındadır. Turabi Efendi, kitabında varak yapımını ''Bir çanağa 20 yumurtanın beyazını koyup iyice çırpın, sonra yavaş yavaş yarım kilogram kadar buğday nişastası ilave ederek, iyice karıştırın, sonra ince bir hamur oluşturacak kadar su ilave edip karıştırın. Fazla ısınmasını önlemek için önceden altına bir buçuk santimetre kadar kül yapıştırdığınız yuvarlak ve çok az kubbeli bir demir sacı odun kömürü ateşi üzerine yerleştirin. Orta derece ısınınca, uygun bir kaşıkla hamurdan bir büyük yemek tabağı büyüklüğünde veya daha büyük bir yufka oluşturacak kadarını sacın ortasına dökün. Bir dakikadan daha az bir zamanda bu yufka hazır olacak. ''Bu, bembeyaz ve pelür kağıdı kadar ince olmalı'' diyerek anlatmıştır. Varak yapımı ustalık gerektirir, varağın kalın olması güllacı lapa yapar, ince olması ise parçalanmasına neden olur. Osmanlı sultanlarının sofralarından eksik etmediği güllaç, genellikle şeker şerbetiyle yapılır, gül suyu, misk, kaymak, şam fıstığı, badem veya fındık da katılırdı. Güllaç yaprakları bohça, muska veya rulo şeklinde sarılırdı. Yaprakların yumurtaya bulanarak kızartıldığı ve şerbete atıldığı bir çeşidi de vardı... Osmanlı ve Türk Ramazan kültüründen geriye kalan en önemli miras, eski adetleri, yemekleri, gelenekleri şimdilerde pek hatırlamasak da güllaçtır. Güllaç denince akla Ramazan, Ramazan denince de güllaç gelmektedir. Pek tabii güllaç da güllü aştan güllaca dönüşürken, tariflerde de değişmiştir. Kaynak : Kısık Ateş Blog / Ömür AKKOR (Güllacın Tarihçesi) 13
EL SANATLARI TEKNOLOJİLERİ ALANI Sanat; düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insanların işidir.” -Lev Tolstoy – El Sanatları insanoğlu var Öğrencilerimizin El Nakışı Çalışmaları olduğundan beri tabiat şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanların ihtiyaçlarını Toplumların var olmalarının en büyük karşılamak, giyinmek ve korunmak amacı ile değerlerinden biri kültürleridir. Bir ulusun ilk örneklerini vermiştir. Daha sonra gelişerek kültür değerlerini en iyi yansıtma unsuru çevre şartlarına göre değişimler gösteren el olan El Sanatları, asırlar boyu toplumların sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanat anlayışlarını ve yaşam tarzlarını sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini aktarmada etkin rol oynamıştır. yansıtır hale gelerek \"geleneksel\" vasfı kazanmıştır. Güzel sanatların bir kolu olan el Atma dönüştür mantığıyla el emeği sanatları göz nurunun, ince zevkin, uzun göz nuru hatıralarımız hep bizimle. sabrın, gönüllerde yatan düşüncelerin, sanat Geri dönüşümle hem doğayı hem de olarak ortaya dökülmesidir. kaynaklarımızı koruyoruz. Büyüklerimizin El Emeği Göz Nuru olarak yaptıkları artık eskimiş ve kullanılmamakta olan atmaya kıyamadığımız dantellerin doğal malzemeler ve boncuklar ile geri dönüştürülmesi çalışması. Toplumların modernleşmesinde ve gelişmesinde El Sanatlarının rolü büyüktür. Öğrencilerimizin geri dönüşüm malzemelerinden ürettiği Kapı Süsü Çalışması 14
Kemalpaşa Lütfü Ürkmez Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bünyesinde El Sanatları Teknolojileri alanında eğitim ve öğretim faaliyetleri devam etmektedir. Alan bünyesinde El ve Makine Nakış Dalı, Dekoratif Ev Tekstili Dalı, Dekoratif Ev Aksesuarları dalı bulunmaktadır. Geleneksel çalışmaları temsil eden El Nakışları, Antep işi Maraş İşi vb. dersler bulunmaktadır. Modern günümüz çalışmalarını kapsayan Ev Tekstili ve Üretimi, Prototip Ürünler, Hediyelik eşya üretimi, Dekoratif Ürünlerde Bakım Onarım vb. dersler bulunmaktadır. Aynı zamanda geri dönüşüm malzemeleri Gazete kağıtları, plastik atıl kaplar, eski kıyafetler vb. malzemeler kullanılarak (atma-dönüştür mantığıyla) hem Ülke Ekonomisine katkı sağlanmaya çalışılmış hem de tasarruf etmenin önemine vurgu yapılmıştır. Kalabalıklaşan dünyamız nedeniyle her gün daha fazla tüketilen su, orman, madenler, petrol gibi doğal kaynaklarımızı geri dönüşüm ile daha uzun süreli kullanabiliriz. Tekrar değerlendirilebilen atıkları geri dönüştürerek doğal kaynaklarımızı tüketmeden yeni ürünler elde edebiliriz. 21.03.2023 Bahar Bayramı kutlamaları Okulumuz da heyecan ve coşkuyla kutlanmıştır. El Sanatları Öğrencileri geleneksel yöntemlerle yumurta boyama ve bahar bileklikleri yaparak törene katılan misafirlere hediye etmişlerdir. ‘’Sanatsız kalan bir Milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.’’ -M. Kemal Atatürk- 15
GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) Beslenme tüm canlılar için en temel ihtiyaçlardan birisidir. Beslenme konusunda Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar son yıllarda en çok konuşlan konular arasında yer almaktadır. Günümüzde bazı kişiler GDO’lu ürünleri savunurken pek çok kişi de bu ürünlerin zararlar ve yan etkileri hakkında konuşmaktadır. İsmi ne kadar çok duyulsa da gdo nedir sorusu pek çok kişinin sorduğu sorulardan birisidir. GDO Nedir? GDO Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, İngilizce genetically modified organism (GMO) anlamına gelmektedir. GDO’lu ürünler günümüzde çok sık konuşulsa da gdo ne demek sorusunun cevabı pek çok kişi tarafından bilinmemektedir. Bu nedenle gdo nedir sorusu çok sık sorulan sorulardan birisi olmaktadır. Genetiği Değiştirilmiş Organizma olarak bilinen genetiği değiştirilmiş organizma bir canlının genetik özelliklerinin laboratuvar ortamında değiştirilmesi ile elde edilmektedir. Bu şekildeki gıdalar böcek gibi farklı canlılara karşı dirençli hale gelmiştir. Günümüzde çok sık konuşulan genetiği değiştirilmiş gıdalar diğer ürünlere göre biraz daha farklıdır. Genetik mühendisliğinin farklı birçok teknikler kullanarak yaptıkları müdahalelerle kalıtımsal değişikliklere uğrattığı organizmalara günümüzde G.D.O denmektedir. Açılımı Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar olan GDO’nun tadı, kokusu, rengi ve büyüklükleri biraz daha farklı olmaktadır. GDO’nun Faydaları Nelerdir? Genlerin aktarılmış olması tür olarak daha iyi olanın aktarıldıktan sonra mükemmel sonuçlar getirerek daha kaliteli olmasını sağlaması açısından faydalı olacağı söylenmektedir. Bunun yanında bu organizmaların daha dirençli olarak ortaya çıkması ile dünyada oluşan açlık için de çözüm getireceği yolunda varsayımlar üretilmektedir. Besinlerde oluşabilecek tatlar fazlalaşır, dayanma süreleri uzar, besin değerleri artırılabilir ve olgunlaşma süresi daha kısalarak sürekli tüketim sağlanabilir. Bu tarz çalışmalar sayesinde hayvanların da ekonomi açısından üretime dahil edilmesi sağlanabilir bir olasılık olarak ortaya çıkabilir. Bu genetik değişimi sonucunda bazı balık türlerine aktarılan yeni genler sayesinde, hastalıklara karşı direnç sağlamasına etken olmuş bu 16
kodlamalar sayesinde üretimde artış olarak çoğalmaları artmıştır. Doğurganlık ve ideal hayvan oluşumu sağlanmıştır. GDO’nun birçok sayısız faydası olduğu doğru bir tespit olsa da bu gelişimin yasalarla korunarak ve insan sağlığından tüm yaşayan canlılara zarar vermeden denetimli olarak yapılması oldukça önem taşımaktadır. GDO’nun Zararları Nelerdir? GDO’nun birçok faydası olduğuna dair yapılan açıklamalardan sonra birçok sivil toplum örgütü ve kamuoyu tepkiyle yaklaşarak karşı çıkmışlardır. Yeni Zelenda ve Tayland gibi bazı ülkelerde GDO’lu ürünlerin ülkeye alınması yasaklanmıştır. GDO bir organizmanın kendi özellikleri ile değil başka bir organizmanın özelliklerine sahip olması anlamına gelir ki bu durumda oldukça hormon taşır ve yanlış etkileşimler yaratabilir. Hem o canlının hem de alınacak gıdanın yarattığı bir takım etkiler tüketilmesi ile birçok sorunu da beraber tüketene geçirmektedir. Bu sayede bağışıklık sistemi de bozulur ve sağlık sorunları artar. Herhangi bir bitkinin geni başka bir bitkiye aktarıldığında o bitkinin özelliğini alır ve eğer o bitkiye karşı bir alerji olan birinin yemesi durumunda tehlike yaratır. Dünya üzerindeki tüm canlıların bir sistemsel çalışması ve ekosistemi oluşturan bir fonksiyonu bulunur. Bu sayede dengeli olan dünyanın da dengesi bozularak büyük sorunlara yol açabilecek boyutlara varacaktır. Bu tüm canlıları aynı şekilde etkileyecek bir uygulama olacaktır. GDO’lu Ürünler Nasıl Anlaşılır? Pek çok kişi tarafından bilinen gdo açılımı Genetiği Değiştirilmiş Ürünler şeklinde olmaktadır. Günümüzde pek çok meyve ve sebzenin GDO’lu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle pek çok vatandaş GDO’lu ürünler nasıl anlaşılır sorusunun cevabını merak etmektedir. Özellikle sebze ve meyve alırken ürünün genetiğinin değiştirilip değiştirilmediğini anlamak mümkündür. GDO’lu meyve ve sebzelerin özellikle şu şekildedir. – Çok parlak ve ışıl ışıl görünürler. – Bu ürünler genellikle çürük olmayan kurtsuz ürünlerdir. – Normal boyutundan daha büyük ve daha irilerdir. – Uzun süre dayanıklıdır ve olması gerekenden daha serttir. – Uzun süre sıcakta beklese bile yumuşama yapmaz ve bozulmaz. – Mevsimi olmasa bile bu meyve ve sebzeler satılır. 17
MEÇHUL ANILAR Bir çocuğun gözünden bakalım biraz hayata ya da çocukluk gözlüğümüzü yeniden takalım gözümüze ne dersiniz? Geriye dönük olarak neleri hatırlıyorsunuz, emeklediğiniz dönemi hatırlıyor musunuz? Beşikte sallandığınız günleri, mama öğünleri, emzik, biberon ya da çıngırak… Geçmişe dair ilk aklımıza gelen şey, aklımıza gelen ilk rüya, uyandığınızda kiminle paylaştınız… Annenizin yüzünü veya babanızın sesini hatırlıyor musunuz? Bir şiiri veya bir metni ezberleyebiliyoruz ancak bir olayı her bir satırına kadar hatırlamak mümkün mü? Bu metinde çok fazla bilimsel temele dokunmadan bireysel yaşantı ve eğitsel tecrübelerden yola çıkarak, anısal bellek ve çocukluk yaşantısındaki kalıcı olaylardan söz edeceğiz. Eğitimde öğrenme sürecini tanımlarken, bireyin bir bilgiyi zihnine kaydetmesi ve gerektiğinde geri çağırarak kullanabilmesi veya bir beceriyi farklı ortamlarda sergileyebilmesi olarak tanımlıyoruz. Öğrenmenin gerçekleşmesi için kalıcı izli davranışlardan söz etmemiz gerekir. Yürümek, konuşmak, okumak, yazmak, özet çıkarmak gibi davranışlar öğrenilmiş davranışlardır. Zira insanlar bulundukları coğrafyaya bağlı olarak farklı diller konuşurlar. Bütün bunlar zihnimizin farklı kodlama ve kaydetme şekilleri olduğunu göstermektedir. Bilimsel literatüre bakıldığında üç farklı bellek yapısından söz edilir. Bunlar; Anısal Bellek: (Epizodik hafıza) Bireyin başından geçen olayların yani anıların saklandığı bellektir. Anlamsal Bellek: (Semantik hafıza) Genel kültür bilgilerin saklandığı hafızadır. İşlemsel Bellek: Belli bir işlemin nasıl yapıldığına ilişkin bilgilerin saklandığı bellek bölümüdür Bizim burada inceleyeceğimiz bellek anısal bellektir. Anısal belleğimize hangi olayları kaydediyoruz. Hangi süzgeçlerden geçirip kaydediyoruz. Hafıza dolduğunda neleri siliyoruz. Sildiğimiz anıları geri çağırabiliyor muyuz? Bütün bu soruların yanıtları bilimsel olarak kanıtlanmasa da amacımız sizlerin bu konuları sorgulaması ve bu noktada farkındalık kazanması ve öz değerlendirme yapmasıdır. Sigmund Freud, unutmanın bilinçli olduğunu ve aslında bilinçdışı bir süreç olduğunu ileri sürmektedir. Eğer gün içinde sizi istemediğiniz biri arayacaksa telefonu bilinçli olarak evde unutursunuz, fakat bilinçsizce unutmuşçasına bir algı içine girersiniz demektedir. Bu durumda çocukluğumuzda unuttuğumuz şeyleri hatırlamak istemiyor muyuz? Bugünkü güçlü benliğimize bakarak, bir başkasının bize mama yedirmesi, ellerimizden tutup yürütmesi, altımızı ıslatmak gibi “güçsüz görünüm” hatırlamak istemediğimiz ya da unutmak istediğimiz bir tablo mu acaba? Genelde sorduğumuzda ne hatırlanır biliyor musunuz? İlk okunan kitap, 23 Nisan’da oynanan oyun, okuma-yazmaya geçilen zaman, anne ya da babanızın size aldığı bisiklet, bu durum elbette çocukluk döneminde video ve fotoğraf teknolojisi yaygın olmayanlar için geçerli, daha çok ilk başarılı hamlelerimiz ve ilk mutlu bilinçli anılarımız hatırlanır. Yapılan çalışmalarda anısal belleğe kaydettiğimiz olaylar eksik ya da çarpıtılmış bir şekilde kaydediliyor. Bu yaşantılarda bilişsel olarak bize ters gelen olayları çarpıtarak mantıklı hale getirerek kaydetme eğiliminde oluyoruz. 18
Ancak bütün bunların dışında çocukların unutmadığı ve çarpıtamadığı bazı anılar var ki bu anılar travmatik yaşantılara bağlı anılar, bu anılar herhangi bir bellek sistemine oturtulamıyor ve bilinç düzeyinde algılanamıyor. Bir yakının kaybı, istismar durumu, doğal afetler, çeşitli kazalar, uzuv kaybı ve yoğun hastalık durumları gibi iz bırakan olaylar ancak bu izlerin zihinde işlenebilecek bölümün olmaması da farklı bir durum… Bir kargo aracında kodlanmamış, gönderici veya alıcısı belli olmayan, aracın içinde oradan oraya savrulan ve biri ararsa, sorarsa teslim edilecek tanımsız bir paket var, her seferinde ele ayağa dolaşan bir paket, atsan atılmıyor, içini açamıyorsun, ne olduğuna bakamıyorsun, sahibi bulunana kadar muamma bir paket… İşte travmatik anı bu şekilde tanımlanana kadar zihin içinde duygusal alanda serbest elektron gibi dolanıyor. 6 Şubat depremlerinde 6 yaşında bir çocuğumuzu düşünelim, yaşanan deprem anı, yıkılan şehirler, binanın altında kalan ilk bisiklet, unutmaya çalıştığı biberon, yatağı, annesi, babası, kardeşi, ablası, abisi, uykuya geçerken sarıldığı oyuncağı… 6 yaşındaki çocuğumuza bu travmatik yaşantıyı unutturmak mümkün mü, sahipsiz bir paket onun zihin odalarında dolanacaktır elbette, evlerine verdiği zararın beş katını zihin odalarına verecektir elbette… Bu olayı anlamlı hale getirerek anlamsal belleğe kaydetmeden, çocuğumuz sürekli bir adres arayacaktır. Her gördüğüne bu paket sizin mi diye soracaktır. Bizler soyut kavramlarla bunu anlatmaya çalışacağız anlamayacak elbette, çocuklar ölüm kavramını anlamayacaktır. Sonuç olarak insan yaşamındaki travmatik olayların neden olduğu zorlanım, yeterli ve sağlıklı sosyal destek olmadığı sürece, ömür boyu bir zorlanım olarak insan zihninde kalır ve benzer olayı anımsatan yaşantılarda tetiklenerek bireyi zorlar. Çözüm için bireyin travmatik yaşantıyı dışa vurup, olaya ilişkin duygularını ifade ederek, anlamlı hale getirerek, bilinmeyeni adrese teslim etmesi gerekir. Matematik denklemindeki “x” yerine bulunan değeri, yerine koyup sağlamasının yapılması, bireyi sonuca ulaştırır ve problemin çözüldüğüne inandırır. 19
SESSİZ ÇIĞLIK 6 Şubat 2023 Pazartesi sabahı yeni bir döneme başlamak için öğretmen ve öğrenciler okula gitmeye hazırlanırken içimizi derinden yakan bir haber medyada yayınlandı. Kurtuluş Savaşını başlatanlardan Sütçü İmam'ın memleketi Kahramanmaraş, Adıyaman ve diğer illerimizi yıkan yerle bir eden DEPREM. Hüzünlü bir gün başladı ve bu diğer yıkıcı günlerinde başlangıcıydı. Nice umutlar, beklentiler, hayallerin her şeyin bir anda yerle bir olduğu bir gün. Ümit belki bir şey olmamıştır diye düşünürken günün ilerleyen saatlerinde artık her şeyin daha da belirginleştiği daha da ortaya çıktığı anlar yaşanmaya başlandı. Durma zamanı değildi. Herkes dört bir koldan yapabildikleri ölçüde ülkesi, milleti için bir şeyler yapmaya, üretmeye başlamalıydı. Öylede oldu zaten tıpkı diğer insanlığı sarsan virüs saldırılarında sağlık çalışanları, güvenlik güçleri ve meslek liselerinin birlikte çalışmaları gibi tekrar çalışmalar başladı. Okulumuz Lütfü Ürkmez Meslek Lisesinde maske ve ameliyat önlükleri dikilmişti. Yapılan nakdi yardımlar, gıda yardımlarının yansıra çadır üretimine de yardım edilerek çadır taşıma çantaları, torbaları dikildi. Depremden veya herhangi bir afetten en çokta çocuklar etkileniyordu onun için çocukları sevindirmek, geleceğe karşı ümitlerini diri tutabilmek, onları azda olsa sevindirebilmek adına okulumuz Moda Tasarımı Teknolojisi Öğretmenlerinin yönlendirmesiyle 11 E Sınıfı öğrencileri ile oyuncak, uyku arkadaşı oyuncağı dikimi yapıldı. Hem öğrencilerimizin yardımseverlik duygularını uyandırmak hem de deprem bölgesindeki çocukların yüzüne bir tebessüm kondurabilmek için çalışmalar devam etmektedir. 20
GELENEKSEL ÇOCUK OYUNLARI ÖZLEMİ Geleneksel çocuk oyunları var olma savaşı vermektedir. Hatıralar mısınız elimizdeki salçalı ekmek ile özgürce istop, aç kapıyı bezirgan başı, saklambaç, beş taş, çelik çomak, dokuz kiremit oyunları oynadığımızı. Akşam karanlığı oyunumuzu bölmezdi. Oyunlarımızı bölen annemizin telaşlı ’yemek hazır baban eve geldi’ çağrısı olurdu. O dönemlerde apartman kültürü değil mahalle kültürü vardı. Mahalledeki herkes birbirlerini abla, kardeş, abi gibi korurdu. Geleneksel çocuk oyunlarının gün geçtikçe unutulmaya yüz tutmasının nedenlerinden biri teknolojik gelişmeler oldu. Bizim dönemimizde akıllı tahtalar, cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar hayatımızın bu derece içinde değildi. Şimdi çocuklarımız toprağın içinde bilye oynamak, çelik çomak oynamak yerine tabletinde sanal alemde gezintiye çıkmaktadır. Eğer zaman anlamında planlı, kaliteli içerik izlenmediği taktirde çocuklarımızın okulda başarısızlık, obezite, hareket etme kabiliyetlerinin yitirilmesi, sosyal iletişim kurma yeteneklerini kaybetme gibi durumlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Geleneksel çocuk oyunlarının unutulmasının bir diğer nedeni de ebeveynlerin bu oyunlardaki heyecanı ve bu oyunları oynayan çocukların elde edecekleri becerileri unutmasıdır. Oyunlardaki aldığımız sorumluluk, adil olma çabalarımız, sorun çözme hallerimiz, kurallara uyma çabamız, kurallara uymadığımız zaman alacağımız sorumlulukları göğüsleyişimiz, sosyal etkileşimlerimiz... Bu saydıklarımın hepsi aslında hayatın ta kendisi. Ebeveyn ve öğretmen olarak bize düşen görev, bu oyunları hatırlamamız ve öğrencilerimize, çocuklarımıza öğretmemizdir. Kemalpaşa İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü geleneksel oyunlar ile eğitim kursu açarak Mehmet Ateş Hocam ile birlikte oyunlarımızı hatırlattı. Ve bu oyunları eğitim alanında nasıl kullanacağımız konuda kaliteli bir eğitim verdi. Katılan bütün öğretmenler özlem, hasret, heyecan ve mutluluk içinde oyunları oynadı. Buradan emeği geçen herkese teşekkür ederim. Bu tarzda kursların artmasıyla, okullarda geleneksel çocuk oyunları ile ilgili etkinliklerin yapılmasıyla, öğretmenlerimizle ile birlikte unutulmaya yüz tutan geleneksel oyunlarımız yeniden o ışıltılı günlerine kavuşacaktır. Geleneksel çocuk oyunları kavramı söze geldiğinde aklımıza ilk gelen oyunlar hangileridir. Şu an da en çok merak ettiğim şey, hangi oyunda hangi hatıralarınız canlandığıdır. Geleneksel çocuk oyunlarından bazıları; saklambaç, kutu kutu pense, birdir bir, mangala, körebe, istop, topaç çevirme, sek sek, mendil kapmaca, dokuz kiremit, beş taştır. Zamanımızdan ayırarak çocuklarımızı bu oyunlarla buluşturmalıyız. Geleneksel çocuk oyunlarının unutulmasına engel olmalıyız. 21
TÜRK HALK MÜZİĞİNE BİR KUŞ BAKIŞI Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de vurguladığı gibi “Müzik, hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”. Mutlu olduğumuz, hüzünlendiğimiz, heyecanlandığımız kısacası bizi biz yapan her duyguda ve durumda farklı müzik türlerini dinleyerek kendimizi ifade edebilir, farklı duygular hissedebiliriz. Müzik dinlemek hayatımızın vazgeçemeyeceğimiz güzelliklerinden biridir. Müzik kendi içinde farklı alt türlere ayrılır. Bu alt türler; müziğin sözlü-sözsüz oluşu, sözlerinin konusu, amacı, seslendirildiği ortam, seslendirme biçemleri, ritimsel özellikleri, kullanılan ses dizgeleri, kullanılan çalgılar gibi ögelerle ortaya çıkar. Bu yazımızda kısaca müziğin bir türü olan Türk halk müziği üzerine bilgiler vereceğiz. Halkın ya da halk sanatçılarının coşku, sevinç, acı, doğal afet, savaş, mizah, doğa, ibadet, aşk, kahramanlık gibi konular karşısında etkileniş ve duygulanışlarını sade, samimi ve içten müziklerle anlatmasına halk müziği denir. Her ülkenin halkına ait olan müzik türüne halk müziği denir. Bizim kendi halk müziğimiz de Türk halk müziği olarak adlandırılır. Türk halk müziği dediğimizde de aklımıza ilk önce türkü sözcüğü gelir. Türkü sözcüğü, Türk’e ait olan anlamına gelen Türkî kelimesinden türemiş, zamanla değişerek türkü şeklinde yaygınlaşmıştır. Türk halk müziği türü içinde seslendirilen sözlü müziklere genel bir adlandırmayla türkü adı verilmiştir. Müziğin alt türlerini oluşturan ögelerden birinin o müzikte kullanılan çalgılar olduğundan bahsetmiştik. Türk halk müziğinde bu türü belirleyen en önemli çalgılardan biri de bağlamadır. Toplumumuzda saz olarak da adlandırılan fakat doğru tanımıyla bağlama olan çalgıya Türk halk müziğinde yöreye göre kabak kemane, kaval, mey, zurna, davul, tulum, Karadeniz kemençesi gibi çalgılar da eşlik etmektedir. Türküler, yörelere ya da bölgelere göre farklı seslendiriliş özellikleri gösterir. Örneğin bir İzmir türküsüyle bir Trabzon türküsünü, seslendirilmesindeki ağız farkından, ritimsel özelliklerinden ya da kullanılan çalgılardan dolayı kolaylıkla ayırt edebiliriz. Bu da Türk halk müziğinin çok çeşitli ve zengin bir müzik türü olduğunun en büyük göstergesidir. Peki, bu türküler günümüze kadar nasıl ulaşmış olabilir? Kısaca bu konuya da değinelim. Türk halk müziği ile ilgili yapılan yerinde dinlenerek notaya alma çalışmaları o dönemin Hars (Kültür) Müdürlüğü tarafından 1925 yılında başlatılmıştır. Böylece yıllar içerisinde yapılacak birçok derleme gezisi ve çalışmasıyla yurt genelinde birçok türkünün derlenmesi sağlanmıştır. Türk halk müziği için gösterilen bu büyük çabanın sonucunda binlerce türkünün unutulmasının önüne geçilmiş ve türküler günümüze kadar ulaşmıştır. Derlenen türküler, TRT (Türkiye Radyo Televizyon Kurumu) içinde yer alan TRT Müzik Dairesi tarafından TRT Türk Halk Müziği Repertuvarı adıyla notaya alınır ve yayınlanır. Bu yayınlarda, türkünün notası ve sözlerinin yanı sıra türküye ait Repertuar Sıra Numarası, türkünün İnceleme Tarihi, türkünün ait olduğu Yöre, türküyü Derleyen, derleyen kişiye aktaranın kim olduğunu belirten Kimden Alındığı ya da Kaynak Kişi, türküyü Notaya Alanın adı ile türkünün Derleme Tarihi bilgileri yer alır. Türk milletinin zaferiyle şanlı tarihimize damga vurmuş olan 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü de dergimizin 2. sayısının yayına hazırlandığı mart ayı içinde yer aldığı için “Çanakkale İçinde” türküsünün notasıyla (yazımıza görsel ve açıklayıcı bir örnek olması açısından) yazımızı sonlandırıyoruz. 22
Bu vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere Çanakkale’yi geçilmez kılan tüm kahramanlarımızı şükranla ve rahmetle bir kez daha anıyoruz. Şehitlerimizin aziz ruhları şad olsun! 23
KEMALPAŞA NAZARKÖY
Search
Read the Text Version
- 1 - 26
Pages: