Börteçin Ege Mars Kâşifleri 52 Mars, Ağustos başında NASA tarafından gönderilen Curiosity (Merak) adlı yeni bir gezegen kâşifini daha ağırlayacak. Geçtiğimiz yıllarda başka uzay araçlarına da ev sahipliği yapan Mars’a yapılacak bu ziyaret de en az daha öncekiler kadar önemli. NASA’nın 2004’te Mars’a gönderdiği Spirit (Cesaret) ve Opportunity (Fırsat) adlı Mars kâşiflerinin incelemeleri sonucunda, gezegenin milyarlarca yıl önce çok miktarda suya ve buzula ev sahipliği yaptığı ispatlandı. Mars aynı zamanda yanardağ, çöl ve kutup bölgeleri vb. içeren yapısıyla gelecekte -Ay’dan sonra- insanlığı ağırlamaya en elverişli gezegenlerden.Yüzeyindeki ve atmosferindeki demir oksitten dolayı kızılımsı bir görünüşü olan, bundan dolayı diğer bir adı da Kızıl Gezegen olan Mars bazı açılardan mavi gezegenimize hayli benziyor ve yakın bir gelecekte de insanoğluna ev sahipliği yapacak gibi görünüyor. Şimdi buyrun, insanlığın ilgisini daha ilk zamanlardan beri çeken bu ilginç gezegeni, bu gezegeni yakın bir geçmişte ziyaret eden hareketli robotların yani Mars kâşiflerinin (Sojourner, Spirit ve Opportunity) neler keşfettiğini, bu keşifler sırasında hangi sorunlarla karşılaştıklarını ve el birliğiyle hangi başarılara imza attıklarını inceleyelim. Mars: Kızıl Gezegen Günümüze kadar Mars’a başta ABD olmak üzere eski SSCB, Japonya ve ESA (European Space Agency) Güneş sistemimizde, Güneş’ten bakıldığında dör- tarafından düzinelerce uzay gemisi, uydu ve robot düncü sırada olan komşumuz Mars aynı Dünyamız- keşif aracı gönderilmiş, fakat bunların çoğu Mars’a daki gibi yanardağlar, vadiler, çöller ve kutup bölge- ulaşamamış, ulaşanlardan da inişlerinden kısa süre leri içeren yapısıyla Dünya’dan sonra yaşam için en sonra haber alınamamıştır. uygun şartları taşıyan gezegen. Bu gezegene yakın bir geçmişte gönderilen robot Mars kâşiflerinin elde Bu gezegen hakkında daha doğru bilgiler, ettiği bilgiler, geçmişte bu gezegende de hayat olabi- NASA’nın 1990’lı yılların sonlarına doğru üretti- leceği düşüncesini daha da güçlendirdi. 6800 km’lik ği, modern iniş ve analiz teknolojilerine sahip robot yarıçapı ile Dünyamızın yaklaşık yarısı büyüklüğün- kâşiflerin Mars’a gönderilmesinden sonra edinilmiş- de olan Mars, aynı zamanda -Merkür’den sonra- Gü- tir. Önümüzdeki yıllarda Mars’a gidcek uzay araçla- neş sistemimizin en küçük ikinci gezegenidir ve Adı- rının ve gezegenin yörüngesine yerleştirilecek uydu- nı da kızılımsı görünüşünden dolayı Roma mitoloji- ların sayısının artması bekleniyor. (Fakat insanoğlu- sindeki savaş tanrısı Mars’tan (Yunan mitolojisinde- nun Mars’a ayak basabilmesi için daha en az 20-25 ki Ares) almıştır. yıla ihtiyaç olduğu kesin. NASA ve ESA yetkililerinin verdiği bilgiye göre Mars’a yapılacak ilk insanlı seya- Mars’ın, ABD’li gökbilimci Asaph Hall’un 1877’de hatler 2030’lu yıllarda gerçekleştirilebilecek.) keşfettiği Phobos ve Deimos adlı iki küçük doğal uy- dusu var. Güneş’ten ortalama uzaklığı 228 milyon km olan Mars’ta bir gün 24 saat 39 dakika 36 saniye sürer. Mars’ın yüzeyi genel olarak soğuktur. Özellikle kutup bölgelerinde ve kış aylarında hüküm süren sü- rekli karanlık ve dondurucu soğuk (bu bölgelerde sıcaklık -140 °C’ye kadar düşebilir) Dünya’dan gön- derilen araçlara zaman zaman büyük zorluklar ya- şatır. Mars yüzeyinde ölçülmüş en yüksek sıcaklık +27°C’dir. Kışın atlatılmasından sonra, özellikle de kutup bölgelerinin üstündeki atmosfer tabakaların- da hızı saatte 650 km’ye, yüzeyde ise 400 km’ye ula- şan toz fırtınaları oluşur.
>>> Bilim ve Teknik Mayıs 2012 Dünya’nın Mars’a istasyonunun içinde gönderilen Sojourner dakika 35,24 saniye) çalışan Sojourner’ın yakın geçiş dönemleri (Misafir) adındaki ufak bir Mars aracı ile devre dışı kalma sebebinin, aracın akü- başladı. 4 Aralık 1996’da Cape Canaveral sünün Mars yüzeyine özellikle de gecele- Mars ile Dünya arasındaki uzaklık -her Uzay Üssü’nden fırlatılan Sojourner, tam ri hâkim olan aşırı soğuğa dayanamama- iki gezegenin de o andaki konuma göre- 7 aylık bir yolcuğun ardından 4 Temmuz sı olduğu tahmin ediliyor. 55 ile 400 milyon km arasında değişiyor 1997’de Mars’a indi. 65 cm uzunluğunda, ve Dünya her 15 ila 17 yılda bir Mars’a en 48 cm genişliğinde, 30 cm yüksekliğinde Mars yüzeyinde yapılan analizlerin ve yakın mesafeden geçiyor. Doğal olarak ve 10,6 kg kütlesinde olan bu altı tekerlekli bu sonuçların Dünya’ya gönderilmesinin bu dönemler Mars’a gönderilmesi plan- ufak araç türünün ilk örneği olan hareket- yanı sıra bu görevin en büyük başarısı ha- lanan araçlar için de iyi bir fırsat yaratı- li bir laboratuvar olarak da düşünülebilir. va yastıkları ve yeni geliştirilen başka tek- yor, çünkü o dönemlerde gönderilen araç- İhtiyaç duyduğu enerjiyi aracın üst yüze- nolojilerin de kullanımıyla Mars’a -geze- lar Mars’a normalden daha az yakıt har- yine yerleştirilmiş güneş panelleri ile sağ- genin yörüngesine girmeden- doğrudan cayarak ve daha çabuk varıyor (NASA’nın layan Sojourner, Mars yüzeyindeki görev ve başarıyla inilebileceğini göstermek ol- Spirit’in ve Opportunity’nin fırlatılması süresi boyunca toplam 100 metre yol kat için 2003 yılını da böyle bir döneme denk etti ve yer istasyonu Pathfinder’dan en faz- geldiği için özellikle seçtiğini kolaylıkla la 12 metre kadar uzaklaştı. tahmin edebilirsiniz). Sojourner, sahip olduğu kameralar ve Sojourner: Misafir ölçüm aletleri sayesinde -kendisinden en son sinyalin alındığı 27 Eylül 1997 tari- NASA’nın Viking uzay araçlarından hine kadar- Dünya’ya toplam 550 fotoğ- sonra yeniden atıldığı Mars’a iniş macera- raf ve çeşitli toprak ve kaya analizleri gön- sı, 1996’da Pathfinder (Öncü) adlı bir yer derdi. Mars yüzeyinde aktif olarak toplam 83 Mars günü (1 Mars günü = 24 saat 39 53
Mars Kâşifleri lu arazilere, soğuklara ve şiddetli fırtına- Opportunity: Fırsat lara karşı veren Spirit, 23 Nisan 2009’da muştur. Mars yüzeyine bu yöntemle başa- girdiği kumlu bir araziden kendini kurta- İkiz kardeşi Spirit’ten 27 gün sonra (7 rıyla inen ilk araç olarak da tarihe geçen ramadı ve -NASA destekli kurtarma ça- Temmuz 2003) Mars’a yolculuğuna başla- Sojourner, bu görev süresince imza attı- lışmalarının da sonuç vermemesi üze- yan Opportunity, 25 Ocak 2004’te Mars’ın ğı başarılarla Mars’a daha sonra gönderil- rine- Ocak 2010’de kaderine terk edildi. diğer ucundaki ve yine bir zamanlar bir su mesi planlanan Spirit ve Opportunity adlı Kendisinden en son 22 Mart 2010’da sin- yatağına sahip olduğuna inanılan ufak bir Mars kâşiflerinin de yolunu açmıştır. yal alınan Spirit’in, kumlara takıldıktan kratere başarıyla indi (bu krater NASA ta- sonra pozisyonunu Güneş’i ideal bir şe- rafından daha sonraları Eagle yani Kartal kilde görecek şekilde ayarlayamadığı, do- Krateri olarak adlandırıldı). Aynı ikiz kar- layısıyla iç aksamlarını korumak için ge- deşi Spirit gibi Opportunity’nin de Mars’a rekli ısıyı üretemediği, o nedenle de iç ak- gönderilme amacı NASA’nın ünlü “Suyu samlarının ve elektronik devrelerinin -55 takip et!” prensibine göre, bir zamanlar su °C’yi bulan soğukta zarar görüp devre dı- yataklarına sahip olduğu düşünülen böl- şı kaldığı tahmin ediliyor. gelerin izini sürmekti. Spirit: Cesaret Mars’a iniş tarihinden kendisinden Opportunity, bu güne kadar Mars yü- sinyal alınan son güne kadar, Mars yüze- zeyinde toplam 35 km gibi hatırı sayı- NASA’nın Pathfinder’dan sonra Mars’a yinde geçmişte bulunduğu tahmin edilen lır bir mesafe kat ederek binlerce fotoğ- gönderdiği iki keşif aracından biri olan su kaynaklarının izini süren Spirit, görev raf çekti ve kimyasal analiz yaptı. Teknik Spirit (Cesaret) Dünya’dan Mars’a olan süresi boyunca Mars yüzeyinde toplam adı Mars Keşif Aracı B (Mars Explorati- yolculuğuna 10 Haziran 2003’te başladı 7730 metre kat ederek on binlerce fotoğ- on Rover B, kısaca MER-B) olan Oppor- ve 7 aylık yolculuğu sırasında 487 milyon raf çekti, binlerce kimyasal analiz yaptı. tunity, kendisiyle aynı teknik altyapıya ve km kat ettikten sonra 4 Ocak 2004’te Gu- Mars yüzeyinde aktif olarak toplam 2269 donanıma sahip kardeşi Spirit’in aksine sev Krateri’ne başarıyla indi (NASA yetki- Dünya günü (2208 Mars günü) geçiren bazı şansızlıkları yaşamadı ve bugüne ka- lileri, çapı 166 km olan Gusev Krateri’nin Spirit bu sürede tıpkı ikiz kardeşi Oppor- dar bazı potansiyel felaketlerden de (ya- milyarlarca yıl önce kurumuş bir göl ol- tunity gibi bilim dünyasında hayli ses ge- kalandığı toz fırtınaları gibi) kurtulmayı duğunu düşünüyordu). Teknik adı Mars tiren araştırma sonuçlarına imza attı. bilerek “hayatta kaldı”. Keşif Aracı A (Mars Exploration Rover A, kısaca MER-A) olan Spirit, Mars’a inişin- den 17 gün sonra teknik bir sorun yaşa- sa da, kısa bir süre sonra bunun bilgisayar sisteminden kaynaklanan bir sorun oldu- ğu tespit edildi. Spirit, NASA mühendis- lerinin teknik sorunun ana sebebini bu- lup sistemi yeniden işler hale getirmesin- den sonra (6 Şubat 2004) yeniden çalış- malarına başladı. Mars’ta aktif olarak kal- dığı sürede en büyük mücadelesini kum- 54
<<< Bilim ve Teknik Temmuz 2012 İnsanlığın, Mars’taki yaşam ile ilgili mak için bulduğu çözüm ise hayli “basit”: pıya sahip olan Mars atmosferinin de geç- önemli bilgilere ulaşmasına büyük katkı- Mars Kâşiflerinin mümkün olduğunca mişte çok daha kalın bir yapısı olduğunu ları olan Opportunity, 2011’de ulaştığı En- özerk hareket etmesi) NASA, bu gibi ih- gösteriyor. NASA bir adım daha ileri gi- deavour Krateri’nde çalışmalarına halen tiyaçlar nedeniyle Mars kâşiflerinin yazı- derek 23 Mart 2004’te Mars kâşiflerinden devam ediyor ve Mars yüzeyinin katman- lımlarını daima güncel tutmaya özen gös- Opportunity’nin indiği bölgenin eskiden ları üzerine bilgi toplamaya çalışıyor. teriyor. Yazılımların yeni sürümleri oluş- bir tuz gölü veya okyanus olduğunu res- turuldukça Dünya’dan güncelleniyor. men doğrulamıştır. Araştırmaların di- Teknik altyapı ve donanım ğer sonuçlarından biri de, bir zamanlar Her bir kâşifin bilgisayar sisteminin Mars’ta da -aynı Dünya’da olduğu gibi- iki Yukarıda da belirtildiği gibi Spirit ve kalbi 32-Bitlik bir mikroişlemciden olu- kutuplu bir manyetik alan olduğunu doğ- Opportunity teknik donanım olarak aynı- şuyor. Eski Apple Macintosh bilgisayar- rular niteliktedir. lar. Her biri 26 cm çapında altışar alümin- larda kullanılan, PowerPC mikroişlemci- yum tekerleği olan bu Mars Kâşiflerinin nin özel bir sürümü olan bu mikroişlemci Sonuç olarak, Mars kâşiflerinin Mars’a uzunlukları 1,6 m, yükseklikleri 1,5 m, küt- uzayda bulunan ve donanımlar için zararlı gidişi hem teknoloji hem de insanlık açı- leleri ise 185 kg. Tekerlerinin her biri birbi- olabilecek her türlü ışına karşı özel olarak sından büyük bir zafer olmuş, insanlık ta- rinden bağımsız hareket etme yeteneğine kaplanmış ve bugüne kadar birçok uzay rihinde ilk defa bir gezegenin yapısı bu sahip olan Mars kâşifleri, bu tekerleri ay- seferinde başarıyla kullanılmış. kadar ayrıntılı incelenebilmiş ve başka bir nı zamanda birer kazı aleti gibi kullanarak gezegende de (en azından geçmişte) hayat Mars yüzeyini sadece birkaç santimetreye En büyük düşman: Soğuk! olabileceğine dair kanıtlara erişilmiştir. kadar olsa da kolaylıkla kazabiliyor ve kaz- dıkları bu alanları sahip oldukları kamera- Eğer Mars yüzeyine zaman zaman Gelecek Adım: Curiosity lar ve ölçüm aletleriyle görsel ve mekanik hâkim olan şiddetli toz fırtınalarını ve kum (Merak) olarak inceleyebiliyor. Farklı farklı tiplerde tuzaklarını saymazsak Mars kâşiflerinin en kameraları olan Mars kâşifleri, Mars yüze- büyük düşmanı, özellikle de geceleri yüzeye İnsanoğlunun en olumlu özelliklerin- yinde geniş açılı panoramik çekim yapabi- hâkim olan soğuktur. Mars gecelerinde sı- den biri de bilgiye doymamasıdır. Bunun liyor, hatta tehlike tespit kameralarıyla ola- caklık -96°C’ye kadar düşebilir, gün içinde- en güzel örneğini bugünlerde yine NA- sı tehlikeleri önceden “sezebiliyor”. ki sıcaklık farkı da 113°C kadar olabilir. Fa- SA sergiliyor. Spirit ve Opportunity’nin kat Mars kâşiflerinin çalışmalarını sürdü- başarılarıyla yetinmeyen NASA, 26 Ka- Üst yüzeylerini neredeyse tamamen rebilmesi ancak -40°C ile +40°C aralığın- sım 2011’de, yeni geliştirdiği ve Curio- örten güneş panelleri ve şarj edilebilen da mümkün. Bu nedenle Mars kâşiflerinin sity (Merak) adını verdiği daha da geliş- aküler sayesinde hareket enerjisini doğru- bilgisayarları, elektronik devreleri, aküle- miş bir kâşifi daha Mars’a doğru uğurla- dan Güneş’ten sağlayan Mars kâşifleri, ça- ri ve soğuktan korunması gereken diğer iç mıştı. Curiosity şu anda Mars’a milyon- lışmalarına Güneş’in ilk ışınlarının Mars’a aksamları NASA tarafından “sıcak elektro- larca kilometre uzakta, ama daha şim- yansımasıyla başlıyor, gün batımından he- nik kutusu” denilen bir kutunun içine yer- diden tüm bilim dünyası nefesi kesilmiş men sonra ise yeniden enerji koruma du- leştirilmiştir. Dış yüzeyi altın kaplama olan halde Curiosity’nin Mars’a inişini bekli- rumuna geçiyor ve bu sırada Dünya ile bu kutu, birtakım ısıtma elemanları ve ae- yor. Eğer her şey yolunda giderse Curio- iletişimlerini de minimum düzeye indi- rojeller (silikon tabanlı, gözenekli yalıtkan sity 6 Ağustos’ta Mars’a inecek ve hepimi- riyorlar. Sahip oldukları güçlü antenler bir katı madde) sayesinde, kâşiflerin güneş zi yeniden aylar hatta yıllar boyunca sü- (örneğin UHF-Antenleri) sayesinde ana- panellerinden üretilen enerjinin de yardı- recek yeni maceralarla bilinmeyenlerin liz sonuçlarını ve çektikleri fotoğrafları, mıyla, gövdenin asıl donanımların bulun- dünyasına sürükleyecek. Gelecek ay Cu- NASA’ya ya da ESA’ya ait Mars yörünge- duğu kısmını sürekli sıcak tutarak aracın riosity ile ilgili özel yazımızda tekrar bu- sindeki uydular (Mars Odyssey, Mars Glo- donup kalmasını engeller. luşmak üzere. bal Surveyor ve Mars Reconnaisse Orbiter) üzerinden, bazen de doğrudan Dünya’ya Sonuç NKaAySnAak(Tlahre National Aeronautics and Space Administration), gönderen Mars kâşifleri, Dünya ile ileti- http://www.nasa.gov/home/index.html şim kurarken gönderdikleri sinyallerin Araştırma sonuçları Mars yüzeyinde RCGoiolvtloe1rm0l8ab,neSdkai,ynMıgE.si1Pt2.esV,”s,e.Jo1aru0k,r.nA, a“rSlaoelılfkeGc2tei0oo0np3ho.yfstihcaelMRaesresaErcxhp.loration Dünya’ya ulaşması için 20 dakikaya kadar milyarlarca yıl önce çok fazla sıvı su bu- NASA Concludes Attempts to Contact Mars Rover Spirit, varan bir süre geçtiğini de dikkate almak lunduğunu, günümüzde hayli ince bir ya- NASA Basın Duyurusu, 2011-156, NASA, Mayıs 2011. zorundalar. Dolayısıyla bazen Dünya’ya “sordukları” bir sorunun cevabının gel- mesi için -Dünya ile Mars’ın o andaki ko- numuna göre- yaklaşık 40 dakika bekli- yorlar (NASA’nın bu süreçlerden kaçın- 55
Özlem Ak İkinci Dr., Bilimsel Programlar Uzmanı, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi Modern Çağın Salgın Hastalığı Depresyon Gelişmiş ülkelerde hemen hemen herkesin çantasında bir antidepresan var. Modern dünyanın bir salgın hastalığı gibi yıldan yıla büyük bir artış gösteren depresyon, başta bilim insanları olmak üzere toplumdan her kesimin dikkatini çekmiş durumda. Sadece yetişkinlerde değil artık çocuklarda bile görülen bu hastalığın nedenleri, antidepresanların etkileri ve gerçekten işe yarayıp yaramadıkları yanıt bekleyen sorulardan. 56
>>> Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Sabahları yataktan kalkmakta zor- oluyor? Ya da bazı insanlar neden depres- noamin Varsayımı’na göre yeterli miktar- lanmak, kimseyle konuşmak iste- yona daha yatkın oluyor? Diğer pek çok da kimyasal mesaj iletici üretilmemesi ya memek, hiçbir şeyden zevk alma- hastalığın aksine depresyonun nedenleri- da geri alım mekanizmasının normalden mak, kilo kaybı, dikkat eksikliği, kendini nin maalesef basit bir açıklaması yok. Tek fazla çalışması ve kimyasal mesaj iletici- işe yaramaz hissetmek, suçluluk duygu- neden çevresel ve sosyal etkenler değil el- lerin enzimlerle parçalanması sonucunda su… Sıkça rastladığımız bu tür şikâyetler bette. Kişinin düşünce yapısından genetik depresyon ortaya çıkıyor. Yani serotoni- aklımıza hemen çağımızın hastalığı dep- özelliklerine, beyinde meydana gelen bi- nin, norepinefrinin ve dopaminin sinaps resyonu getiriyor. Hele de bireyler bu tür- yolojik değişimlerden yaşlanmaya kadar boşluğunda olması gereken düzeyden da- den şikâyetleri tetikleyecek olumsuz du- pek çok neden var depresyonun arkasın- ha az olması, depresyonun nedenlerinden rumlar yaşamış, yani işlerinden ya da eş- da. biri olarak görülüyor. lerinden ayrılmış, bir yakınlarını kaybet- mişlerse, depresyon neredeyse doğal bir Biyolojik Etkenler Monoamin Varsayımı aslında hâlâ sonuç gibi. önemini koruyor olsa da, klinik uygu- 1970’li yıllarda ortaya atılan ve dep- lamalarda ortaya çıkan bazı sorunlar bu En Yaygın Dördüncü Hastalık resyonun biyolojik nedenlerini ilk olarak varsayımın geliştirilmesini gerektirmiş. açıklayan “Monoamin Varsayımı”na göre Antidepresan alındıktan kısa bir süre son- Depresyon tüm dünyada 121 milyon depresyon, özellikle serotonin ve norad- ra sinapsta kimyasal mesaj iletici seviyesi kişiyi etkiliyor ve en yaygın görülen hasta- renalin olmak üzere kimyasal mesaj ileti- artsa da asıl klinik etkinin ortaya çıkma- lıklar arasında 4. sırada yerini çoktan aldı. cilerin merkezi sinir sisteminde sinir hüc- sı için 2-4 hafta gerekiyor. Yapılan bazı ça- Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine releri arasındaki sinaps boşluğunda yeter- lışmalarda depresyondaki pek çok hasta- göre gelecek 10 yıl içinde en çok görülen siz olmasına dayanıyor. Bu durumu gözü- nın özellikle hem serotonin hem de no- ikinci hastalık olacak. Şu an her beş kadın- müzde canlandırmaya çalışalım: Birbiri- repinefrin seviyelerinde ciddi miktar- dan ve her on iki erkekten birinde gözle- ne çok yakın iki sinir hücresi hayal ede- da düşüş olduğu tespit edilmiş, ancak ta- nen depresyona sadece yetişkinlerde rast- lim. Birinci sinir hücresinde kimyasal me- kip edilen sürede bu mesaj ileticilerin se- lanmıyor. Okul çağı çocuklarının % 2’sin- saj ileticileri üreten küçük bir fabrika ol- viyeleri artsa da bunun depresyonun orta- de, ergenlerin % 5’inde depresyon görüle- duğunu düşünebiliriz. Bu kimyasal me- dan kalkmasına yetmediği anlaşılmış. Da- biliyor. saj ileticiler küçük baloncuklar halinde ha sonra devam eden çalışmalar ve araş- paketlendikten sonra sinir hücresinin dış tırmalar sonucunda, kimyasal mesaj ileti- Depresyonun artışına karşılık antidep- yüzeyine, oradan da sinapsa gönderiliyor. cilerin bağlandığı ikinci sinir hücresinde- resan kullanımında da artış olması sürp- ki almaçlarda yapısal değişiklikler olduğu riz değil elbette. Örneğin Türkiye’de 2005 kimyasal mesaj ileticiler almaçlar için depresyonun ortaya çıktığını belirten yılında yaklaşık 20 milyon kutu olan kul- “Kimyasal Mesaj İletici Almaç Varsayımı” lanım 2010 yılında 34 milyon kutuyu geç- birinci sinir hücresi üzerinde durulmaya başlanmış. Almaç- miş, yani antidepresan kullanımı beş yılda lardaki yapısal değişikliklere bağlı anor- neredeyse % 65 artmış. İşte bu rakamlar ikinci sinir hücresi mallikler yüzünden, kimyasal mesajların nedeniyle de depresyon hem bireysel açı- almaçlardan diğer hücrelere iletilememe- dan hem de toplumsal açıdan bir halk sağ- Sinapstan geçen kimyasal mesaj ileticiler sinin depresyona neden olduğu düşünül- lığı sorunu olarak görülüyor. ikinci sinir hücresinin yüzeyindeki, işlev- müş. Ardından normal seviyede kimyasal lerine göre farklı tipteki almaçlara bağla- mesaj ileticilere ve normal almaçlara sa- Depresyon yaygın görülen, tedavisi narak mesajını iletiyor. Bu mesaj da vü- hip kişilerde de depresyon görülmesi üze- mümkün, kronikleşebilen, tekrar edebi- cutta çeşitli etkinlikleri tetikliyor. Sinaps- rine, depresyondaki hastaların beyinleri- len bir beyin hastalığı olarak tanımlanı- taki fazladan kimyasal mesaj ileticiler bi- nin duygu durumu ile ilgili bölgelerinde yor. Tedavi edilmezse kişinin yaşamında rinci sinir hücresindeki geri alım pompa- bazı yapısal değişiklikler meydana geldiği, sosyo-ekonomik kayıplara yol açan, inti- sına ya da geri kazanım kutusuna benzer sinir hücrelerinde azalma olduğu bilim- har gibi çok ciddi riskler taşıyan ve yaşam bir mekanizmayla hücreye geri alınıyor sel çalışmalarla kanıtlanmış. Yani depres- kalitesini bozan önemli bir ruhsal bozuk- ve parçalanarak daha sonra kullanılmak yonun oluşumunda merkezi sinir sistemi- luk olarak değerlendirilen depresyon, ge- üzere ilk hallerine dönüştürülüyor. Beyni- nin içten ve dıştan gelen uyarılara uyum nellikle ekonomik zorluklar, boşanma ya mizdeki ve vücudumuzdaki pek çok sinir gösterebilme özelliğinin yetersizliğinin rol da aileden birinin kaybı gibi nedenlerle hücresi bu şekilde çalışıyor. Ancak Mo- oynadığı görüşü ağırlık kazanmış. Merke- yaşanılan duygusal çöküntü gibi durum- zi sinir siteminin uyum gösterebilme özel- larla ilişkilendiriliyor. liğini bir savunma mekanizması olarak da düşünebiliriz. Bu savunma mekanizması- Günlük hayatımızda yaşanılan olum- nın işleyişinde bir sorun olmasının dep- suzluklar ya da stres nasıl oluyor da kim- yasal dengemizi bozup depresyona neden 57
Modern Çağın Salgın Hastalığı: Depresyon Mevsimsel de Oluyor, Doğum Sonrası da Ortaya Çıkıyor sit taşıyan bir proteini kodlayan SLC6A15 geni tanımlanmış ve bu genin ağır depres- Depresyonun pek çok çeşidi var: Ağır Mevsimsel depresyon ise depresyo- yonla ilişkili olduğu bulunmuş. Araştırma- depresyon veya klinik depresyon, distimi nun farklı mevsimlerde görülen ve ardın- yı yapan bilim insanları, 15.000 kişiyi ince- (kronik depresyon), iki uçlu (bipolar) bo- dan kaybolan formu olarak düşünülebi- ledikleri başka bir çalışmanın da bulduk- zukluk, doğum sonrası depresyon ve mev- lir. Mevsimsel koşullara bağlı olarak güneş ları bu sonucun desteklediğini görmüş. simsel depresyon. Depresyonun farklı tür- ışığından mahrum kalmak da depresyona SLC6A15 geninin ifadesinde azalma ol- lerinin belirtileri de, sebepleri de farklı- yol açabiliyor. Sonbahar mevsiminde gü- masının, sinir hücreleri devrelerinde so- lık gösteriyor. Ağır depresyon ya da diğer neş ışığından faydalanamamanın sonu- runa neden olduğu, bunun da depresyona adıyla klinik depresyon, depresyonun en cunda beyinde bazı merkezler uyarılamı- yatkınlığı artırdığı tespit edilmiş. ciddi hali olarak biliniyor. Tedavi edilmedi- yor ve serotonin seviyesinin çok azalma- ği durumda 9 aydan 1 yıla kadar sürebiliyor. sıyla depresyon gelişebiliyor. Mevsimsel İki Yakın Dost: Uzun süren ve belirtileri kronikleşmiş disti- depresyonda genellikle enerji azalması, Stres ve Depresyon mi, depresyonun daha az ağır bir türü. Pek daha çok uyku ihtiyacı, iştah artması gibi çok kadın doğum yaptıktan sonra birtakım belirtiler görülüyor. Kış aylarında ışık teda- Depresyonun ortaya çıkmasında pek sıkıntılar yaşıyor. Bunlardan biri de doğum visi görmenin, bu tür depresyonlarda hay- çok etkenin rol oynadığı artık biliniyor. sonrası depresyonu olarak biliniyor. Özel- li yararı oluyor. Bu depresyon türünün İs- Çevresel etkenler de depresyonun bir ne- likle doğum sonrasında yaşanan hormonal kandinav ülkelerinde görülme sıklığı çok deni olarak önemini koruyor. İşte bu çev- dengesizlik sonucu oluşan bu depresyon olsa gerek. resel etkenlerden biri de stres. Peki stres bazen ciddi boyutlara ulaşabiliyor. kişilerin depresyona girmesinde ne kadar etkili? resyona neden olup olmadığı konusun- serotoninin birinci sinir hücresi tarafın- da da çalışmalar yapılmış. Beyin görüntü- dan geri alımından sorumlu olan seroto- Endokrin ve sinir sistemi, hipotala- leme teknikleri kullanılarak yapılan çalış- nin taşıyıcı proteini kodluyor. Birinci sinir mus aracılığıyla birbirleriyle bağlantılı malarda depresyondaki kişilerde merkezi hücresinin hücre zarında bulunan bu pro- iki sistem. Hipotalamus kan basıncı, tad, sinir sisteminin uyarılara uyum göstere- teinin etkinlik derecesi ve sayısı ise kim- bağışıklık tepkisi, vücut sıcaklığı, vücu- bilme özelliğinin yetersiz kalmasının nö- yasal mesajın sinapsta ne kadar kalacağını dun günlük ve mevsimsel ritmi gibi pek ronlarda sayısal kayıpla ve hacimce küçül- belirliyor. DNA’yı oluşturan nükleotit di- çok işlevi kontrol eden, karmaşık bir be- meyle sonuçlandığı, bunun da depresyo- zisinin RNA polimeraz enzimi tarafından yin bölgesi. Hipotalamus aynı zamanda nun gelişmesinde önemli bir role sahip ol- bir RNA dizisi olarak kopyalanması süre- stres hormonunun salgılanmasından da duğu görülmüş. cini kolaylaştıran ve DNA’nın özel bir böl- sorumlu. Hipotalamusun yanı sıra tiro- gesi olan promotörün, 5-HTTLPR genin- id, böbrek üstü bezleri gibi endokrin or- Genetik Yatkınlığın Varsa! de uzun ya da kısa formda olması depres- ganlarının da depresyonla bağlantılı ol- yona yatkınlık konusunda ipucu veriyor. duğu biliniyor. Tiroid hormonunun dü- Yapılan çalışmalar sonucunda elde edi- 5-HTTLPR geninin promotör bölgesinin şük seviyede olması genellikle depresyon- len somut kanıtlar genetik yatkınlığın uzun formunu taşıyan kişiler daha şans- la ilişkilendiriliyor. Böbrek üstü bezlerinin depresyon gelişiminde önemli rol oyna- lıyken, kısa formunu taşıyan kişiler stresli ana hormonu olan kortizolün düzeyinin dığını gösteriyor, yani depresyon kalıtsal olayların ya da durumların etkisinde daha depresyondaki kişilerde daha yüksek ol- olabiliyor. Depresyonun genetik özellik- fazla kalıyor. İşte genlerimiz duygu duru- duğu biliniyor. Ayrıca kortizol hormonu- ler nedeniyle gelişme ihtimalinin % 40 ol- mumuzu böyle etkileyebiliyor. nun çok fazla üretildiği durumlarda orta- duğu, kişinin çevresindeki diğer etkenler ya çıkan Cushing Sendromu ya da tempo- nedeniyle gelişme ihtimalinin ise % 60’ol- Yakın dönemde yapılan bir çalışma ye- ral (şakak) lob epilepsisi gibi hastalıklar da duğu saptanmış. Yaşanan olayların etkisi- ni bir genin ağır depresyonla ilişkili oldu- hipokampus bölgesinde kayıplara yol açı- nin olmadığı bir depresyon düşünülmü- ğunu ortaya çıkarmış. Araştırmacılar, ağır yor ki bu hastalıklara sahip kişilerin dep- yor. Genetik özelliklerin ise bu olaylar pa- depresyonun daha önce fark edilmemiş bu resyona girme riskinin çok yüksek oldu- ralelinde depresyonun gelişme riskini ar- mekanizması sayesinde, yeni tedavi stra- ğu biliniyor. Kronik stres nedeniyle bey- tırdığı biliniyor. tejilerinin geliştirilebileceği konusunda nin uyum gösterme yeteneğinde de çeşitli umutlu. Çalışmada ağır depresyon öykü- düzeylerde yetersizlik oluşabiliyor. 5-HTTLPR geni (serotonin-transporter- sü olan kişilerle hiç depresyona girmemiş linked polymorphic region) ile ilgili yıllardır kişilerin genetik özellikleri karşılaştırılmış. Geçmişte uzun süre devam eden stres araştırmalar yapılıyor. 5-HTTLPR geni, Sonuçta sinir hücreleri arasında aminoa- daha sonraki yıllarda kişinin depresyona girme riskini artırıyor. Örneğin çocukken istismar edilen ya da annesinden ve baba- sından ilgi görmeyen kişilerde yetişkinlik 58
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 >>> döneminde depresyon gelişmesi riskinin fından geri alımını engelleyen bu tip anti- Yaşlanma ve çok yüksek olduğu belirtiliyor. Çocuk- depresanlarda da yan etki sorunun olması diğer hastalıklar luk çağında ciddi güçlükler yaşayan kişi- nedeniyle, yeni antidepresan türleri arayı- lerin depresyona yakalanma riskinin daha şı devam etmiş. Bugün ise seçici serotonin Basit hastalıklar bile, örneğin soğuk yüksek olduğu uzun zamandan beri bili- geri alım baskılayıcıları olarak adlandırı- algınlığı, grip, hafif bir ağrı çoğu zaman niyor. Çocukluk çağında yaşanan en yay- lan antidepresanlar ile seçici serotonin ve ruh halimizi etkiler. Kronik hastalıklar- gın sorunlar, örneğin cinsel, duygusal ya norepinefrin geri alım baskılayıcıları ola- da ise durum daha ciddi. Örneğin ba- da fiziksel istismar, ebeveynlerin ayrılma- rak adlandırılan antidepresanlar, depres- zı kanser türleri, bazı tedavi koşulları sı, annede veya babada ya da her ikisin- yonda standart ilaç tedavileri olarak gö- depresyona neden olabiliyor. Kalp kri- de birden ruhsal bir hastalık olmasın, kişi- rülüyor. Bu yeni iki tür antidepresan hem zi geçirenlerde, diyabet ve hipertansi- nin yetişkinlik döneminde depresyona ya- daha hızlı çalışıyor hem de daha az yan et- yon hastalarında depresyon görülüyor. kalanma riskini artıran önemli nedenler- kiye yol açıyor. Seçici serotonin geri alım Hatta yapılan çalışmalarda bu tip kro- den bir kaçı. 11 yaşından önce ebeveynle- baskılayıcı antidepresanlar da serotoni- nik hastalıkları olan kişilerin üçte birin- rin ayrılması ya da ebeveynlerden birinin nin, birinci sinir hücresi tarafından geri de depresyon belirtilerinin görüldüğü ölümü bu riski daha da artırıyor. alımını önleyerek işlev görüyor, böylece belirlenmiş. sinapsta serotonin miktarı artıyor. Depresyonun başlangıcında ve deva- Depresyona sadece gençlerde ve or- mında stresin önemli bir rolünün oldu- Antidepresanın etkisini gösterme- ta yaşlılarda kişilerde rastlanmıyor. Yaş- ğu biliniyor olsa da, genetik yatkınlığın da si hastaya bağlı olarak da değişiyor. Bazı lanma da depresyonun önemli neden- stresin depresyonu tetiklemesinde rolü ol- hastalarda 2 haftalık tedaviden sonra be- lerinden biri. İnsanlar yaşlandıkça genel duğunu gözden kaçırmamak gerek. Çün- lirtilerde azalma görülürken, bazı hasta- işleyiş açısından beyin kapasitelerinde kü genetik yatkınlık, sadece depresyon larda bir gelişmenin görülmesi için 4 ila 8 azalma oluyor. Tabii bu durumdan, ki- riskini değil, aynı zamanda bireyin strese hafta geçmesi gerekebiliyor. Fakat yan et- şinin ruh hali üzerinde önemli etkile- verdiği tepkiyi ve hatta stresli olaylardan kiler olumlu etkilerden daha önce kendi- ri olan bazı kimyasal mesaj ileticiler de etkilenme olasılığını bile değiştirebiliyor. ni gösteriyor. payını alıyor. Örneğin bunama görülen Anlaşılıyor ki stres ve genetik özellikler el yaşlılarda, özellikle de hastalığın ilk aşa- ele verip depresyondaki biyolojik etkenle- Antidepresanların çalışma mekaniz- malarında depresyon gelişebiliyor. Bu- ri tetikliyor. masının temelinde beyindeki sinir sis- nun bazal ganglion (beynin orta kıs- temi kimyasını kontrol etmek, düzenle- mındaki alın korteksi bölgesi) ile bey- Herkesin Çantasında mek yatıyor. Peki, antidepresanlar ger- nin ön bölgesi arasındaki bazı devre Bir Antidepresan mı Var? çekten iş görüyor mu? Son yıllarda bu ko- bağlantılarının bozulmasının bir sonu- nu pek çok bilim insanını düşündürmüş cu olabileceği düşünülüyor. Kolay inci- İlk antidepresanlar, pek çok bilimsel ve bu konuda çalışmalar yapılmış. Teda- nebilen ve yıpranan kişilerde yaşlanma keşif gibi, bir tesadüf sonucu bulunmuş. viye yanıt vermeyen hastalar daima ola- sürecinde depresyon gelişmesi ihtima- 1950’lerde doktorlar tüberküloz tedavi- biliyor, ama yaygın kanı antidepresanla- li daha yüksek. Yaşlanmaya bağlı ola- sinde kullanılan bir ilaç sayesinde hasta- rın iş gördüğü yönünde. Aslında beynin rak gelişen yüksek tansiyon da bir diğer nın ruh halindeki ve fiziksel etkinliğin- diğer organlardan bir farkı yok, nasıl mi- depresyon nedeni. deki değişmeleri fark etmiş. Yapılan ba- demizde bir sorun yaşadığımızda gerekli zı araştırmaların ardından ilaç 1950’lerin tedaviyi uyguluyorsak beynimizde bir so- 59 sonunda, 1960’ların başında depresyon run olduğunda da ilaç tedavisi uygulan- tedavisinde kullanılmaya başlanmış. Sero- masının uygun olacağı düşünülüyor. Bir tonin, norepinefrin ve dopamin gibi kim- şeker hastasının pankreası için insülin ne yasal mesaj ileticileri parçalayan monoa- anlam taşıyorsa, depresyondaki bir kişi- min oksidaz enzimini baskılayan bu an- nin beyni için de antidepresan aynı anla- tidepresan, monoamin oksidaz baskılayı- mı taşıyor. Depresyon belirtilerine neden cıları olarak adlandırılmış. Bu antidepre- olan kimyasal dengesizlik ilaç tedavisiyle sanlar ciddi yan etkileri olması nedeniy- düzelebiliyor ve depresyon giderilebiliyor. le günümüzde popüleritesini kaybetmiş Ama gene de bilim dünyasında antidep- durumda. Monoamin oksidaz baskılayı- resanlarla ilgili tartışmalar sürüp gidiyor. cılarından kısa bir süre sonra trisiklik tipi Hiç kuşku yok ki, pek çok kişi tedaviden antidepresanlar keşfedilmiş. Norepinefri- bir süre sonra kendisini daha iyi hisset- nin, serotoninin ve daha az olmakla bera- tiğini ve daha az depresyon belirtisi gös- ber dopaminin birinci sinir hücresi tara- terdiğini söylüyor. Fakat “acaba bu geliş- mede psikolojik etkenlerin katkısı var mı”
Modern Çağın Salgın Hastalığı: Depresyon nı birleştirerek elde edilen verilerin istatis- drajesinin de aynı etkiyi göstereceğini id- tiksel analizini yapma yöntemi) antidep- dia ediyor. Kirsch’e göre insanlar ilaç alın- sorusu antidepresyonlarla ilgili şüphe- resanların pek çok hastada aslında çok az ca kendilerini daha iyi hissediyor, ama ila- leri artırıyor. Yani acaba antidepresanla- fayda gösterdiğini savunuyor. Plasebo uy- cın kimyasal bileşenleri sayesinde değil. rın gösterdiği etki “plasebo etkisi” mi? Ki- gulanabilir bir tedavi seçeneği değil, ancak İşte plasebo etkisi bu. Kirsch 36 yıldır pla- milerine göre, antidepresanların bu kadar Kirsch antidepresanların hastalar için sa- sebo etkisi ile ilgili çalışmaları yapıyor ve popüler olduğu günümüzde bu ilaçların nıldığı kadar da yararlı olmadığını düşü- ilaç sanılan şeker drajelerinin işe yaradı- etkisini plasebo etkisiyle ilişkilendirmek nüyor. Yani hastanın ilaç sandığı bir şeker ğını, bunun pek çok hastalığın tedavisin- doğru değil. Binlerce hatta milyonlarca ki- de de kullanılması gereken bir fırsat oldu- şi gördükleri antidepresan tedavisi sonu- ğunu düşünüyor. Antidepresan tedavisi- cunda rahatlıyor, iyileşiyor. Psikiyatrlar da ne ancak son çare olarak başvurulması ge- pek çok hastanın antidepresan tedavisiy- rektiğini, birkaç hafta içinde hastanın te- le iyileştiğini vurguluyor. Diğer yandan, daviye yanıt vermediği görülürse de anti- eş düzeyde depresyonlu hastaların bir kıs- depresan tedavisinin hemen kesilmesi ge- mı antidepresan tedavisi ile iyileşirken bir rektiğini savunuyor. Önceleri herkes gibi kısmı aynı tedaviyle iyileşmeyebiliyor. Pe- o da antidepresanların işe yaradığını dü- ki, madem pek çok kişi antidepresanların şünenlerdenmiş. Ona göre antidepresan- yararlı olduğunu düşünüyor ve antidep- ların işe yaradığını savunanlar sadece ilaç resan kullanıyor, o halde neden her geçen firmaları, beraber çalıştıkları bilim insan- gün depresyonlu hastaların sayısı artıyor? ları, hastalar ve psikiyatrları. Bu soruyu Harvard Tıp Fakültesi, Plasebo Çalışmaları Programı müdür yardımcısı Antidepresan tedavisinin plasebo ile Irving Kirsch soruyor. Kendisi 2008 yılın- karşılaştırıldığı, neredeyse 30 yıl süren da PLoS Medicine’da yayımlanan çalışma- başka bir çalışmada ise hafif ya da orta dü- sında yaptığı meta analiz sonucunda (be- zeyde depresyon belirtisi gösteren hastala- lirli bir konuda yapılmış, birbirinden ba- ra antidepresanların çok az yararı olduğu ğımsız birden fazla çalışmanın sonuçları- Depresyon nedeniyle beynin hipokam- nemlerinin bazılarında antidepresan kullan- ki bağlantılara zarar veriyor olabilir. Ancak pus bölümü bazen zarar görebiliyor, hat- mış. Beyin görüntüleme yöntemine ek ola- antidepresanlar beynin daha az hasar gör- ta küçülebiliyor. Hayatlarının belli bir döne- rak, hastalarla her bir depresyon dönemle- mesini, hipokampus bölgesindeki küçül- minde depresyon geçirmiş kadınlarla çalışan rinin ne kadar sürdüğünü, depresyonları- meyi engelliyor. Yaptıkları başka çalışma- Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden nın ciddiyetini ve bu dönemlerin hangilerin- larda hipokampus bölgesi zarar gören kişi- araştırmacılar antidepresan kullanımının de antidepresan kullandıklarını öğrenmek lerin bazı hafıza testlerinde de problem ya- önemli beyin yapılarını koruduğunu ve bey- için iki kez bağımsız görüşmeciler aracılığıy- şadığı görülmüş. Tekrar eden depresyon, hi- nin depresyondan zarar görmesini engelle- la görüşme yapılmış. Ekip hipokampus ha- pokampus hacminde daha fazla kayba ne- diğini bulmuş. cimlerini tedavi yapılan ve yapılmayan gün den oluyor. O nedenle de bu hasarı önle- sayılarıyla karşılaştırmış. Önce depresyonda- mek için depresyonu fark etmek ve tedavi- Daha önce yapılan çalışmalarda, öğren- ki kadınların hipokampus hacminin depres- ye başlamak büyük önem taşıyor. Hastala- meden ve hafızadan sorumlu beyin bölge- yonda olmayanlarınkine göre küçük olduğu rın depresyon belirtileri azaldığında tedaviyi si olan hipokampusun depresyon geçiren tespit edilmiş. Diğer yandan daha kısa sü- hemen kesmemesi de alınacak diğer önlem- kişilerde hiç depresyon geçirmemiş kişiler- re antidepresan kullananların hipokampus lerden. Bazı psikiyatrlar depresyona eğilimli de olduğundan daha küçük olduğu gösteril- hacminin daha uzun süre antidepresan kul- bazı hastalarına sürekli antidepresan kullan- miş. Şimdi de psikiyatri, radyoloji ve nörolo- lananlara göre küçük olduğu da bulunmuş. malarını öneriyor. ji profesörü Yvette I. Sheline tarafından yü- rütülen çalışmada araştırmacılar beynin bu Hayvanlarla yapılan çalışmalarda da an- Şimdi antidepresanların depresyonun hi- önemli bölgesinin antidepresn kullanan ki- tidepresanların stresin neden olduğu hipo- pokampus bölgesine zarar vermesini mi ön- şilerde çok da küçük olmadığını tespit etmiş. kampus hacmindeki azalmaya karşı koru- lediği, yoksa kaybolan hacmin geri kazanıl- Araştırma ekibi yüksek çözünürlüklü man- yucu olduğu görülmüş. Hipkampusun hac- masını mı sağladığı araştırılıyor. yetik rezonans görüntüleme yöntemi kul- mindeki bu değişimler henüz tam olarak lanarak, yaşamları boyunca ortalama 5 kez açıklanamıyor. Depresyon sırasında salınan Antidepresanların diğer bir yararı da hi- depresyon geçirmiş 38 kadının hipokampus bazı kimyasallar beyne zarar veriyor olabi- pokampusta merkezi sinir sisteminin uyarı- hacmini ölçmüş. Bu hastalar depresyon dö- lir. Ya da depresyon sinir hücreleri arasında- lara uyum gösretebilme özelliğini ve hücre- sel yenilenmeyi koruması. 60
<<< Bilim ve Teknik Temmuz 2012 ya da hiç olmadığı sonucuna ulaşılmış. Pensilvanya Diğer Tedaviler visinde hayli etkili. Ancak pek çok kişi Üniversitesi’nden araştırmacılar ciddi ölçüde dep- Bu bilinmezliği çözmeye çalışan ilaç kullanma fikrinden hoşlanmıyor, resyonlu kişilerde ilacın önemli etkisi olduğunu da bilim insanları, kaygı ve depresyon ayrıca ilaçların yan etkileri konusunda- belirtiyor. Çalışmayı yürüten bilim insanlarına gö- problemine sahip kişilerin beyinlerin- ki endişeler de ilaç kullanımına engel re, antidepresan tedavisi ile plasebo arasındaki fark- de hiperaktifleşen amigdalayı incele- olabiliyor. Bu durumlarda ise başka bir lar depresyonun ciddiyetine bağlı olarak hayli deği- miş. Beynin duyguları ve tehlike işa- tedavi yöntemi olan elektroşok terapi- şiyor. Depresyonu ciddi diye nitelendirilen seviyenin retlerini algılamasını sağlayan yapı si diğer bir seçenek olarak sunuluyor. altında olan hastalarda antidepresan tedavisi (plase- olan amigdalanın etkinliğinin, hasta- Elektroşok terapisinde elektriksel uya- bo haplarıyla karşılaştırıldığında) ya çok az gelişme ların kişiliklerine, genetik ve bilişsel rılar hastanın başına yerleştirilen elekt- sağlıyor ya da hiç gelişme sağlamıyor. Orta ya da az özelliklerine göre değişiklik gösterdi- rotlar aracılığıyla beyne iletiliyor. Bu derecedeki depresyona antidepresanların iyi geldiği- ğini tespit edilmiş. Psikoterapinin has- elektriksel uyarılar, beyin dalgalarında ne dair çok az kanıt ve bilgi var. Hastanın beklentisi- taların beyin etkinliği üzerine etkisinin epileptik nöbetlerde olanlara benzer nin, düşünce yapısının ve bakış açısının olumlu ol- de genetik özelliklerine göre değiştiği değişiklikler olmasına neden oluyor. masının da antidepresanların etkisinin ortaya çık- görülmüş. Bu işlem tekrarlandığında depresyon- masında önemli olduğu vurgulanıyor. Psikoterapi ve antidepresanların dan muzdarip pek çok kişi stresten ve birlikte uygulanması depresyon teda- depresyon belirtilerinden kurtuluyor. ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü’nce yapılan bir çalış- mada ise antidepresanların psikoterapiden ya da pla- FKoauyrnnaikerla, Jr. C., DeRubeis, R. J., Hollon, S. D., Dimidjian, Gürpınar, D., Erol, A. Mete, L., “Depresyon ve sebodan daha yararlı olmadığı açıklanmış. Çalışma- S., Amsterdam, J. D., Shelton, R. C., Fawcett, J., sN.1ö0r0o-p1l1as0t,is2i0te0”,7K. linik Psikofarmakoloji Bülteni, Cilt 17, da 156 depresyon hastası üç gruba ayrılmış. Birin- “Antidepressant Drug Effects and Depression Severity: http://www.sciencedaily.com/ ci grup 16 hafta boyunca günde 1 defa olmak üze- JIKAMoyiueePrrdrsa,ncitKchaiae.,l,nlIoKA.tf,- hsDRLsaeeoencvcaeiecZanlot.tMAinoS,.nec,Jit,.“eaCDBn-a.cie,lne tpHsa3r,lue0Cyse3ssidi,listoos”,1.n-J4,Mo–s7u.e-7Ar5d9n3i-Ran,8l2ea7ov,0,fBi12et0.0hwT.1e”.2,,AR.Smcesoeebraiorcrcahina, releases/2011/11/111103143518.htm re kendilerine verilen antidepresanı kullanmış. İkin- A., Moore, J. T., Johnson, T. B., “Initial Severity and http://www.upenn.edu/pennnews/news/penn-study- ci gruba 12 hafta boyunca haftada 2 kez olmak üzere Antidepressant Benefits: A Meta-Analysis of Data shows-antidepressants-work-best-severe-depression- toplam 4 saat psikoterapi uygulanmış. Üçüncü grup Submitted to the Food and Drug Administration”, PLoS provide-little-no-benefit-otherwise ise 16 hafta süresince herhangi bir etkisi olmayan Medicine, Cilt 5, s. 260-268, 2008. http://www.sciencedaily.com/ plasebo hapları almış. Çalışmanın sonucunda araş- releases/2011/04/110427131816.htm tırmacılar tedavilere verilen yanıt açısında grupla- http://www.imshealth.com rın hiçbirinde kayda değer bir fark olmadığını açık- lamış. Üç grubun da yaklaşık % 25’inde depresyon belirtilerinde azalma olmuş, geri kalan hastaların so- runları devam etmiş. Newyork Adelphi Üniversite- si, İleri Psikolojik Çalışmalar Enstitüsü Dekanı Jac- ques P. Barber bu sonuçların beklenmedik olduğu- nu, kendilerinin de aslında bir süprizle karşılaştığı- nı söylüyor. Bu sonuçlara göre “depresyon tedavisin- de antidepresanlar işe yaramıyor” demek doğru mu? Yoksa depresyon tedavisinde antidepresanlarla bera- ber psikoterapi şart mı? Psikoterapinin de tedavinin ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünen pek çok uz- man var. Çünkü antidepresanlar sadece beynin kim- yasal dengesi için bir yarar sağlıyor. Ancak depres- yona sebep olan çevresel faktörleri düşündüğümüz- de psikoterapi tedavi sürecinin ayrılmaz bir parçası. Psikoterapi sayesinde kişi yaşadıklarını değiştiremi- yor belki, ama yaşadıklarına bakış açısını değiştirebi- liyor. Bu da kişinin çevresel etkenlerin, örneğin stre- sin etkisini daha az hissetmesine yardımcı olabiliyor. Aslında en iyisi yaşadıklarımızda bardağın do- lu tarafını görerek kaygı ve stresten uzak durup dep- resyona olan genetik yatkınlığımızın ortaya çıkma- sını engellemek ve beynimizde meydana gelebilecek biyolojik ve kimyasal değişimlere dur diyebilmek. Depresyondan uzak günlere… 61
Alp Akoğlu YelkenliTekne Fiziği YFelokrean!ler Getty Images
>>> Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Denizlere yelken açmak Getty Images ne kadar keyifliyse, ardındaki fizik de bir o kadar ilginç. Bir uçak kanadının üzeri bombeli olduğundan buradan akan hava biraz daha uzun yol kat etmek zorunda kalır. Yelkenli teknelerin geçmişi binlerce “Bernoulli İlkesi”ne göre, hızlı hareket eden havanın yüzeye uyguladığı basınç daha düşük olur. yıl öncesine gitse de günümüzün Yani uçağın kanadının altındaki basınç üstündekine göre daha fazladır. Bu da yukarı doğru kuvvet oluşturur. en modern yelkenlilerinde Yelkenler de tıpkı uçak kanadı gibi çalışır. “roket bilimi”nin kullanıldığnı söylemek çok da yanlış olmaz. Rüzgârın, yani hareket eden hava- bundan yüzyıllar öncesine kadar gemiler- Tekne ve yelken tasarımcıları özellikle nın bir enerjisi vardır. En basit şek- de yaygın olarak kullanılan yelkenler gibi. modern yarış teknelerini tasarlarken liyle ele alırsak, hareket eden hava hava ve su dinamiklerini en ince Gemiler eskiden rüzgârı pupadan yani ayrıntısına kadar hesaba katar. yelkeni iter, yelken de tekneye bağlı oldu- geminin arkasından aldığı zaman verim- Elbette burada sizleri aerodinamik ğundan tekne suda hareket eder. Eğer du- li bir şekilde ilerleyebiliyordu. Bu nedenle ve hidrodinamik hesaplarına boğmak gibi bir niyetimiz yok. İyi bir yelkenci olmak için bunları bilmek gerekli de olmayabilir. Ama yelken tutkunuz varsa, ardındaki basit fiziğin ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. rum yalnızca bundan ibaret olsaydı, yel- denizciler bazen günlerce, hatta haftalarca kenli teknelerin olabildiğince büyük, dört rüzgârın istedikleri yöne esmesini bekle- köşe yelkenlerinin olması gerekirdi. Tıpkı mek zorunda kalıyordu. Getty Images Kabasorta armalı gemilerde dörtgen yelkenler kullanılırdı. Bu gemiler rüzgârı ancak pupadan yani geminin arkasından aldığı zaman verimli bir şekilde ilerleyebiliyordu. Bu nedenle denizciler bazen günlerce, hatta haftalarca rüzgârın istedikleri yöne esmesini beklemek zorunda kalıyordu. 63
Yelkenli Tekne Fiziği Salmanın uyguladığı kuvvet Direnç 45° rüzgârın yönü 45° orsa orsa Tekneyi iten kuvvet (yelkenin uyguladığı kuvvetin 90° 90° ön bileşeni) apaz apaz Yelkenin uyguladığı Yelkenin uyguladığı geniş apaz 180° geniş apaz kuvvetin yan bileşeni kuvvet pupa Bir yelkenlinin üzerindeki kuvvetler. Motor kullanmadıklarını varsayarsak, yelkenli tekneler güçlerini Teknenin rüzgârla yaptığı açıya göre yapılan seyre çeşitli adlar verilir. Rüzgârın yandan geldiği apaz yalnızca rüzgârdan alır. Yelkenlerle elde edilen kuvvetin ancak bir bölümü, yani teknenin önüne doğru seyri çoğu teknenin en hızlı seyridir. Pupa seyrinde rüzgâr arkadan eser. Orsa ise teknenin en az 45° olan bileşeni tekneyi ileri iter. Salma, yelkenin uyguladığı kuvvetin yan bileşenine karşı bir tepki açıyla rüzgâra karşı gittiği seyirdir. Çoğu tekne bundan daha dar bir açıyla (kırmızıyla boyanmış olan kuvveti oluşturur ve teknenin yana sürüklenmesini önler. Teknenin suda ilerlerken karşılaştığı direnç bölge) rüzgâra karşı gidemez. tekneyi iten kuvvetin ters yönündedir. Binlerce yıllık geçmişine karşın yel- ve su gibi akışkanlar basıncın yüksek ol- tirir. Ayrıca yönü değiştirilen hava uçağın kenler son yüz yılda büyük gelişim gös- duğu yerden düşük olduğu yere doğru ha- arkasında hava girdapları yani türbülans terdi. İşin ilginci bundan yüz yıl önce reket ettiğinden, bu basınç da uçağa yuka- oluşmasına yol açar. Bu da düşük basınç özellikle ticari gemilerde yelkenli tekne- rı doğru bir kuvvet uygular. yaratarak uçağı yavaşlatır. O nedenle düz lerin yerini motorlu tekneler çoktan al- seyirde hücum açısı olabildiğince düşük mıştı. Yelken daha çok hobi amacıyla Kanat şeklinin yanı sıra kanadın akan tutulur ve Bernoulli ilkesi yardımıyla uça- kullanılır oldu. Yelkenciler modern yel- havanın yönünü değiştirmesiyle de kal- ğın havada kalması sağlanır. kenlerin (hatta teknelerin diğer bazı ak- dırma elde edilir. Örneğin uçağın yüksel- samlarının) gelişimini havacılığın geliş- mesi gerektiğinde kuyruk kanadı yardı- Modern teknelerde kullanılan yelken- mesine borçlu, çünkü yelkendeki geliş- mıyla uçağın burnu belli bir açıyla yüksel- ler de (bazı tipleri hariç) tıpkı bir uçak ka- meler havacılıktaki gelişmelerle paralel tilir. Bu durumda kanat düzlemiyle karşı- nadı gibi çalışır. Bunu özellikle rüzgâr sör- olarak ilerledi. Son yüz yıl içinde özellik- dan gelen hava arasında bir açı olur. Ka- fü yelkenlerinde açıkça görmek mümkün. le uçakların kanat yapıları üzerine birçok natlar karşıdan gelen havayı aşağı doğ- Rüzgâr sörfü yelkenlerinin bir tarafı bom- araştırma yapıldı. Havacılıkta verimlilik ru yönlendirir. Bu durumda ne olduğu- beli ve serttir, gerçekten bir uçak kanadı- her şeyin üzerinde olduğundan, yelken- nu, bundan yaklaşık 300 yıl önce Newton na benzer. Modern teknelerin yelkenle- ler de bundan nasibini aldı. açıklamıştı: Bir cisme etki eden her kuvve- ri de kumaştan yapılmış olmasına karşın te karşı bir tepki oluşur. Bu tepkinin yönü rüzgârla dolduğunda kanat şeklini alır. Uçakların kanatlarının altı düz, üs- ters, ama şiddeti aynıdır. Örneğin büyük- tü bombelidir. Uçak uçarken hava kana- çe bir kutuyu ittiğinizde kutu da size ay- Yelkenli teknelerde yelkenlerin ön dın altından ve üstünden uçağın arkasına nı kuvvetle karşı koyar. İşte, belli bir hü- (bombeli kısım) ve arka yüzeylerinde ya- doğru akar. Kanadın üzerinden akan ha- cum açısıyla duran kanatlar da havayı aşa- pılan ölçümler, Bernoulli ilkesinin öngö- va, altından akan havaya göre daha hızlı ğı iterken, hava da kanatları yukarı iter. Bu rüsünü destekliyor. Yelkenin ön kısmın- hareket eder. İşin inceliği buradadır. Ka- itme kuvveti uçağın havada kalmasını ve daki basınç arka kısmındakine göre düşük nadın üzeri bombeli olduğundan buradan yükselmesini sağlar. oluyor. Bir rüzgâr sörfçüsü, yelkenin ıska- akan hava biraz daha uzun yol kat etmek ça köşesinin (direğin karşısındaki köşe) zorunda kalır. “Bernoulli ilkesi” denen Uçakları uçurabilmek için hem Berno- gerginliğini değiştirerek yelkenin bom- bir olguya göre, hızlı hareket eden hava- ulli ilkesinden hem de hücum açısından be ayarını değiştirebilir. Düşük rüzgârda nın yüzeye uyguladığı basınç daha düşük yararlanılır. Havada belli bir hızda seyre- bombenin fazla olması hızı artırır. Yüksek olur. Yani uçağın kanadının altındaki ba- den bir uçağı havada yalnızca hücum açı- hızla esen rüzgârdaysa yelkenin aşırı kuv- sınç üstündekine göre daha fazladır. Hava sıyla tutmak verimli olmaz, çünkü hava- vet oluşturmasını engellemek için yelken nın yönünü değiştirmek çok enerji gerek- gerilerek bombe azaltılır. 64
>>> Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Pupa Yelken Bir yelkenli teknenin performansı yal- teknenin altında, ortada duran ince kesit- nız yelkenin tasarımına değil, teknenin de li bir kanada benzer. Salma bir bıçağa da Yelkenciliğe pek aşina değilseniz rüzgâr tasarımına bağlı. Yelkenli tekne tasarımcı- benzetilebilir. Bir bıçağı suyun içinde ha- arkadan estiğinde teknenin en yüksek hı- larının karşı karşıya olduğu en büyük so- reket ettirdiğinizi düşünün. Bıçak, kenar- zına ulaşacağını düşünüyor olabilirsiniz. runlardan biri yelkenin tekneyi yana doğ- ları doğrultusunda hareket ederken nere- Yelkenciler, bunun böyle olmadığını iyi bi- ru itmesi. Tekne rüzgârı yandan alıyorsa, deyse hiç dirençle karşılaşmazken, yüzey- lir. Tekne rüzgârı arkadan aldığında yel- yelken tekneyi başta rüzgârın estiği yöne ler doğrultusunda büyük bir dirençle kar- ken alanıyla orantılı olarak ileri doğru bir doğru iter. Halbuki teknenin ileri doğru şılaşır. itki oluşur. Ama teknenin gövdesinin bel- ilerlemesi gerekir. Bunun için teknelerin li bir bölümü suyun altında ilerlediğinden tasarımları ileri doğru ilerlemelerini ko- Özellikle yarış teknelerinde salmanın direnç yüksektir. Bu nedenle rüzgâr arka- laylaştıracak, yanlara doğru ilerlemelerini tasarımı da yelken tasarımı kadar önemli. dan eserken rüzgâr hızına yaklaşmak zor- ise zorlaştıracak özelliklere sahiptir. Üstelik salmanın tek görevi teknenin ya- dur. Direnç sıfıra yakın bile olsa rüzgârın na doğru sürüklenmesini önlemek değil. hızına ancak yaklaşılabilir. Rüzgâr hızına Her şeyden önce tekneler ince uzun- Yelkenleri iten rüzgâr teknenin yan yat- yaklaştığınızda tekne daha hızlı gidemez, dur. Bu ileri doğru olan direnci azaltır- masına neden olur. Salma buna karşı bir çünkü yelkenler de rüzgârla aynı hızda git- ken yanlara doğru olan direnci artırır. Di- denge mekanizmasıdır aynı zamanda. Bu tiğinden herhangi bir itki oluşmaz. Pupa renç yalnızca sürtünmeden kaynaklan- nedenle bazı yelkenlilerin salmalarının seyrindeki bir teknenin yelkeni bir uçağın maz. Hatta yüzeyin suyla sürtünmesi gö- alt kısmına ağırlık konur. Salma ne kadar kanadı gibi değil bir paraşüt gibi çalışır. rece küçük bir dirençtir. Asıl direnci tek- uzun olursa kuvvet kolu da o kadar uzun nenin ilerlerken yarmak zorunda olduğu olacak ve teknenin yan yatmasını bir o ka- Bunun da ötesinde, yelkenciler pupa su kütlesi oluşturur. dar önleyecektir. seyrini pek sevmez. Çünkü pupa seyrin- de tekne dengesizdir. Rüzgâr yandan gel- Salma Bir yelkenli teknenin alabora olması diğinde, yani apaz seyrinde düzenli esen çok zordur, çünkü ağırlık merkezi aşağıda- rüzgâr tekneyi hafifçe yatırır ve tekne su- Özellikle yelkenlilerde teknenin suy- dır. Yelkenlere dolan rüzgâr tekneyi ancak daki dalga hareketlerinden daha az etki- la karşılaştığı kesiti azaltmak için tekne- belli bir açıda yatırabilir. Tekne yattığında lenir. Pupa seyrinde ise tekne bir kuvvet ler ince uzun olacak şekilde tasarlanır. Bu yelkenler de yatar, yelkenin rüzgârı gören tarafından dengelenmediğinden yanlara tasarım sürüklenmeyi azaltsa da teknenin kesiti küçüldüğü için rüzgârın etkisi aza- doğru çok daha fazla sallanır. Rüzgâr gi- rüzgâraltına sürüklenmesini engellemez. lır. Rüzgâr aşırı hıza ulaştığında yelkenci- decekleri yöne doğru esiyor olsa bile, yel- İşte burada salma yardıma yetişir. Salma ler yelken alanını küçültür ya da yelkenler- kenciler çoğu zaman geniş apaz seyri ya- den birini ya da birkaçını tümüyle indirir. parak ve zikzaklı bir yol izleyerek hedefe varma yolunu seçer. Bir yelkenci yelken üzerindeki rüzgâr kuvvetinin tekneyi yatırmasını ve yelkenin güç kaybetmesini önlemek için vücut ağırlığıyla bu kuvveti dengelemeye çalışıyor. Bu, özellikle küçük teknelerle yarışanların her zaman başvurduğu bir yöntemdir. Rüzgârdan Hızlı Anadolu Ajansı Apaz seyrinde, teknenin yönü rüzgârın yönüne yaklaşık diktir. Bu durumda yel- ken bir uçağın kanadı gibi iş görmeye baş- lar. Tekne hızlandıkça yelkenle rüzgâr ara- sındaki açı küçülür ve yelken kanat işlevi görmeye başlar. Bu durumda rüzgârın hı- zı artık bir sınır değildir. Direnç düşürüle- bilirse tekne rüzgârdan hızlı gidebilir. Gü- nümüzde özel tasarlanmış teknelerle ve rüzgâr sörfleriyle rüzgâr hızının iki katı- nı aşmak mümkün. Rüzgârdan ne kadar hızlı gidilebileceği- nin en güzel örnekleri, yelkenli buz sörfle- ri. Bunlar buzda gitmek üzere tasarlanmış yelkenliler ve çok az dirençle karşılaşırlar. Bu tür yelkenlilerle 50 km hızla esen bir rüzgârda 150 km hıza ulaşılabiliyor. 65
Yelkenli Tekne Fiziği Getty Images Pupa ya da geniş apaz seyrinde teknenin ön kısmına açılan ve rüzgârın balon gibi şişirdiği“balon yelkenler”(spinnaker olarak da bilinir) rüzgârın itme kuvvetinin zayıf olduğu bu tür seyirlerde paraşüt gibi işlev görerek rüzgârdan olabildiğince verim alınmasını sağlar. Yelkenleri anlatırken uçak kanatların- Tekne rüzgârı yandan alırken rüzgârın cunda uzun ve dar kanatların daha ve- dan yola çıkmıştık. Aerodinamik, mo- kuvveti tekneyi yana doğru sürükleme- rimli olduğu anlaşıldı. Kanat uçlarında dern teknelerin salma tasarımlarında da ye çalışır. Tekne ileri doğru hareket eder- oluşan hava girdapları kanatların verimi- imdada yetişiyor. Önceleri yelkenlilerde ken de bu kuvvet etkilidir. Suyun salma- ni düşürüyor, daha fazla yakıt tüketimine yana sürüklenmeyi önlemek için derin ve nın yanlarından akışı, havanın bir uça- yol açıyordu. Uzun ve dar kanatlarsa ay- uzun salmaların gerekli olduğu düşünü- ğın kanatlarının yüzeylerinden akışı gi- nı yüzey alanıyla daha yüksek verim sağ- lürdü. Ancak suda hızla yol alan bir tek- bidir. Yazının başında uçağı havada tu- lıyordu. Günümüzde tekne tasarımcıları nedeki geniş bir salmanın, sürtünmey- tan etkenlerden birinin kanatlardaki hü- bu deneyimleri hem yelken hem de sal- le ve yarattığı türbülansla tekneyi önem- cum açısı olduğunu belirtmiştik. Aynı şe- ma tasarımına uyguluyor. İşte yelkenlerin li ölçüde yavaşlattığı anlaşıldı. Günümüz- kilde tekne rüzgârla bir yana doğru itildi- ve salmaların uzun ve dar şekilleri bunun de uzun, yani derin ve dar salmalar kul- ğinden, salma da suda bir hücum açısıy- sonucunda ortaya çıkmış. lanılıyor. la hareket eder. Rüzgâraltına doğru itilen salmanın önündeki basınç arkasındakin- Özetle, yelkenin tekneye uyguladığı it- Modern salmalar bir uçağın kanadını den daha yüksek olur, bu da teknenin sü- ki kuvvetini iki bileşene ayırırsak bunlar- andırsa da her iki yüzleri de simetrik. Ya- rüklenmesini önler. dan biri ileri doğru, diğeri yana doğru ya- ni bir uçağın kanadı gibi bir yüzeyi bom- ni rüzgârın estiği yöne doğru olur. Salma- beli bir yüzeyi düz değil. Tekne rüzgârı Uçuşun yaklaşık 100 yıllık tarihi bo- nın görevi ileri doğru olan kuvveti olabil- her iki yönden de alabildiği için bu şekil- yunca mühendisler en verimli kanat bi- diğince koruyup yana doğru olan kuvveti de olması gerekiyor. çimini bulmak için çalıştı. Bunun sonu- bertaraf etmektir. 66
<<< Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Direnç Bir tekne suda ilerlerken dirençle karşılaşır. Bu di- id İletişim / Çağla Kubat renç birçok bileşenden oluşur. En büyük direnç göv- denin sudaki hareketinden kaynaklanır. Tekne suda Bazı motorlu ve yelkenli tekneler “dalga hızı” ya Rüzgâr sörfü küçük teknesi ilerlerken suyu ayırır ve içinden geçer. Bu, hem su da “gövde hızı” denen bu sınırı aşabilir. Motorlu bir (bordu) ve bir uçak molekülleri arasındaki bağları kırmayı, hem de bü- tekne, güçlü bir motor ve uygun gövde tasarımıyla kanadı yapısındaki büyük yükçe bir miktar suyun yerini değiştirmeyi gerekti- gücünü iyice artırarak bu dalganın üzerinden atlar yelkeniyle rüzgârın gücünü rir. Teknenin hızı arttıkça bunları yenmek için gere- ve tekne suyun üzerinde kaymaya başlar. Bu aşama- etkin bir biçimde itkiye ken kuvvet de artar. da teknenin gövdesinin çok daha küçük bir bölümü dönüştürür. Bu kuvvet bordun suyla temas eder. Tekne artık çok daha az miktarda kısa sürede suda kaymaya Teknenin karşılaştığı bir diğer direnç de sürtünme. suyu yarmak zorunda olduğundan harcadığı enerji başlamasına ve sörfçünün Buna sürtünme dense de aslında ortam su olduğun- önemli ölçüde düşer. rüzgâr hızının iki katını aşan dan bildiğimiz anlamda iki katı maddenin birbirine hızlara erişmesine olanak tanır. sürtünmesi gibi bir sürtünme değil. Daha çok tek- Yine bazı yelkenliler (daha çok küçük sürat yel- nenin yüzeyi ve çevresindeki su moleküllerinin bir- kenlileri, katamaran gibi çift gövdeli bazı yelkenli- birleriyle etkileşimi dolayısıyla oluşan, yavaşlatıcı bir ler ve rüzgâr sörfleri) gövde hızını aşıp suda kayarak kuvvet. İki katı yüzey arasındaki sürtünmeyi yüzey- ilerleyebilir. Özellikle rüzgâr sörfleri, gövdeleri kü- leri pürüzsüz hale getirerek azaltmak mümkün olsa çük ve hafif olduğu halde yelkenleri büyük olduğun- da teknenin yüzeyi ve su arasındaki sürtünmeyi azat- dan, çok kısa sürede kaymaya başlayarak rüzgâr hı- mak için pürüzsüz bir yüzeyin pek yardımı olmaz. zının iki katı hıza çıkabilir. Direnç oluşturan bir etken de türbülans. Tekne KAnaydneraskolnar, B. D., “The Physics of Sailing”, The Physics of Sailing Craft”, Current Science, suda ilerlerken gövdesinin su altında kalan kısmının RPhaydshicaskTriosdhanya,nŞ,uVb.a,t“F20ro0m8. Square Sails to Wing Sails: Eylül 1997. çevresinden akan su karışır ve türbülans oluşur. Bu http://www.grc.nasa.gov/WWW/K-12/ türbülans teknenin arkasında düşük basınçlı bölge- airplane/lift.html ler yaratır, bu düşük basınçlı bölgeler tekneyi kendi- ne doğru çeker. Bu nedenle tekne tasarımcıları göv- de tasarımının olabildiğince az türbülansa yol açacak şekilde olması için çalışır. Direnç oluşturan tüm etkileri azaltmanın en etkili yolu teknenin suyla temas eden yüzey alanını azalt- mak. Bunun için özellikle yarış teknelerinde teknele- rin tabanları olabildiğince düz, salmalarsa türbülansı azaltmak için dar ve uzun yapılır. Altlarının düz ol- ması teknelerin yüksek hızlarda suyun üzerinde da- ha rahat kaymasını ve ayırmaları gereken su miktarı- nın daha az olmasını sağlar. Kaymak ya da Kaymamak Her tekne suda ilerlerken dalga oluşturur. Tek- nenin harcadığı enerjinin büyük bölümü bu dalga- yı oluşturan enerjidir. Tekne yavaşça hareket ederken teknenin kenarlarından açığa doğru hareket eden dal- galar görürüz. Tekne hızlandıkça dalga boyları uzar ve teknenin yanlarında giderek daha az sayıda dalga gö- rülür. Sonunda tekne belli bir hıza ulaştığında tekne boyunca uzanan büyük bir dalga oluşur. Tekneye yan- dan bakarsanız tekne sanki yokuş yukarı gidiyor gibi- dir. Bu noktada direnç önemli ölçüde artar. Bu, çoğu teknenin hızının sınırıdır. Çünkü bu hızı aşmak için çok daha büyük kuvvet gerekir. Yine havacılıkla kıyas- layacak olursak, bu bir uçağın ses hızına ulaştığı andır. 67
Bülent Gözcelioğlu Dr., TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi DenizanalarıDenizMevsimininCilvesi Yaz mevsimin tam ortasındayız. Üç tara- rı lehine bozulunca bu canlıların sayısı artar. Ba- fı denizlerle çevrili ülkemizde hemen he- lık larvalarıyla beslenen denizanaları balık sayısı- men herkes, kısa bir süreliğine de olsa de- nın daha da azalmasına neden olur. Biyolojik is- niz kıyısında tatil yapıyor ve denize giriyor. Deniz tila, yani gemilerin balast sularıyla bir bölgeden keyfi yaparken, kimsenin karşılaşmak istemediği başka bir bölgeye taşınan denizanalarının geldik- canlı türlerinin en başta geleni elbette denizanala- leri yeni bölgede doğal düşmanlarının olmaması rı. Son yıllarda tüm dünyada, özellikle Güneydo- da, denizanalarını iyice baskın hale gelerek ekosis- ğu Asya denizlerinde, Kuzey Denizi’nde ve Meksi- teme çok büyük zarar verir. Bu duruma en iyi ör- ka Körfezi’nde denizanası sayısında büyük bir artış nek Karadeniz’e Atlantik’ten gelen taraklı deniza- var. Bilim insanları bu artışının nedenlerini araştı- nasıdır. Bunların yanı sıra denizanalarının ekolojik rırken çeşitli olasılıklar üzerinde duruyor. İklim de- toleransının yüksek olması, yani düşük okjijenli ve ğişikliğinin deniz suyu sıcaklığını artırması, ötro- kirli sularda yaşayabilmeleri de sayılarındaki artı- fikasyon (fosfor ve azot gibi besleyici elementlerin şın diğer bir nedenidir. Her şeyin denizanalarının fazlalığından kaynaklanan kirlilik), aşırı avlanma çıkarları doğrultusunda gelişmesi yüzünden, bilim ve biyolojik istila bu olasılıklar arasında yer alıyor. insanları balıkların hüküm sürdüğü denizlerden, denizanalarının hüküm sürdüğü denizlere doğru Deniz suyu sıcaklığının ve fosfor, azot gibi be- bir gidiş olduğunu endişeyle belirtiyor. Bu duru- sin elementlerinin artması deniz suyunda plank- ma yol açan etkenlerin ortak noktası tümünün de ton sayısının da artmasına yol açar. Planktonlar insan kaynaklı olması. İnsanların hem denizanası aynı zamanda denizanalarının besinidir. Bu du- sayısının artmasına yol açıp hem de denizanaların- rum denizanalarının beslenme sorununu ortadan dan şikâyet etmesi büyük bir çelişki. Tabii bu du- kaldırır. Aşırı avcılık, denizanalarıyla beslenen ve rum denizanası yaralanmalarına maruz kalanların denizanalarıyla aynı besini tüketen balıkların sa- sayısını artırıyor. >>> yısının azalmasına neden olur. Denge denizanala-
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Fotoğraf: Tahsin Ceylan 69
Deniz Mevsiminin Cilvesi Denizanaları Türkiye’nin Denizanaları Türkiye denizlerinde en sık rastlanan Olay yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada ben- denizanası türü olan ay denizanası, zer biçimde gerçekleşiyor. Aslında dünya denizlerine Ülkemiz denizlerinde 8 denizanası tü- denizle ilişkisi olan herkesin bildiği bir bakarsak, ülkemizdeki denizanası sayısından ve et- rü yaşıyor. Geçtiğimiz yıl, Prof. Dr. Ce- türdür. Ay denizanalarının vücutları- kilerinden şikâyet etmeyebiliriz. Üstelik kıyılarımız- man Turan (Mustafa Kemal Üniver- nın çapı ortalama 25-30 cm (en fazla daki denizanası türlerinin zehir etkileri öldürücü de- sitesi) ve Prof. Dr. Bayram Öztürk (İs- 50 cm) kadar olur. Üreme dönemle- ğil. Ancak bazı türlerin zehir etkileri tehlikeli sınıfın- tanbul Üniversitesi) başkanlığında, bu rinde üreme organları mor-menekşe da. Peki denizanası çarpması ya da yaralanması so- türlerle ilgili bir çalıştay (I. Ulusal De- rengini alır. Tüm denizlerimizde bu- nucunda neler yapılması gerekir? Denizanası zehir- nizanası Çalıştayı) yapıldı. Bu toplan- lunurlar. Bu türün yol açtığı zehirlen- lenmelerinin etkileri ve belirtileri nelerdir? Deniza- tıda, Türkiye sularında bulunan bütün meler, genelde hafif kaşıntılar ve kıza- nası zehirlenmelerinden nasıl korunulur? denizanalarına Türkçe ad verildi. rıklarla atlatılır. Kıyılarımızda rastlanan diğer bir denizanası türü olan deniz Pusula denizanası Buna göre şöyle bir liste belirlendi: ciğeri denizanasının vücudu çan şek- lindedir, uzantıları yoktur. Nemato- Denizanaları tüm dünya denizlerinde yaşayan bir Aurelia aurita: sistler ağız kollarının üzerinde ve şem- canlı türü. Paleontolojik kayıtlar denizanalarının 650 ay denizanası siyenin çevresindedir. Denizlerimizde milyon yıldan bu yana Dünya’da yaşadığını (ki bu di- Rhizostoma pulmo: yaşayan en büyük denizanalarından nozorlardan çok daha öncesine giden bir tarih) göste- deniz ciğeri denizanası biridir. Vücut çapı 70 cm’yi bulabilir. riyor. Günümüzde de yaşamlarını devam ettiren de- Pelagia noctiluca: mor Planktonlarla beslenirler. Göçmen de- nizanaları denizlerde zemine bağlı olmadan, suda ha- sokar denizanası nizanası ise kıyılarımıza Kızıldeniz’den reket halinde yaşar. Hareketleri daha çok akıntılara, Cotylorhiza tuberculata: gelen bir türdür. Dış görünüşü deniz gelgit hareketlerine bağlıdır. Vücutları şemsiye ya da maviş denizanası ciğeri denizanasına çok benzeyen bu çan şeklindedir. Vücutlarının uç kısmında çok sayı- Chrysaora hysoscella: tür, Mersin-Taşucu’nun doğusunda, da zehir kapsülünün bulunduğu uzantılar vardır. Vü- pusula denizanası özellikle yaz aylarında daha fazla gö- cutlarının % 90’nından fazlası sudur. Ana besinleri- Cassiopea andromeda: rülür ve yüzücüler, balıkçılar ve dal- ni planktonlar oluşturur. Bunun yanı sıra büyük olan ters-düz denizanası gıçlar için potansiyel tehlike oluştu- bazı türleri, küçük balıkları avlayabilir. Genel olarak Rhopilema nomadica: rur. Bunların yanı sıra pusula deniza- saydam olan bu hayvanlar kirli-beyaz, mavi-mor- göçmen denizanası nası ve mor sokar denizanası da zehir beyaz, kahverengimsi de olabilir. Denizanaları (hid- Phyllorhiza punctata: etkisi fazla olan türlerdir ve mümkün ralar ve mercanlarla birlikte) Cnidaria (knidliler) şu- beyaz noktalı denizanası olduğunca uzak durulması gerekir. besinin üyeleridir. Şubenin bu adı almasının nedeni, vücut üzerinde çeşitli yerlerde bulunan ve “knidob- Maviş denizanası last” denen zehir hücreleridir. Kapsül biçimindeki bu hücrelerin içinde “nematosist” denen ve kıvrılmış tüp 70 şeklinde yakıcı bir yapı bulunur. Herhangi bir uyarıy- la (örneğin bir canlının teması) hücre patlar ve zehir temas eden canlıya geçer. Bir denizanasında bu zehir- li hücrelerden binlercesi bulunur. Zehirlenmenin et- kisi ise dokuya temas eden nematosistlerin miktarına bağlıdır. Temas sonucunda nematosistlerin yaklaşık % 25’inin patladığı tahmin ediliyor. Denizanası tür- lerinde zehir etkisi genelde hafifken, az rastlanan bazı türlerin zehri ölüme yol açabilir.
>>> Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Denizanasının Neden Olduğu Zehirlenmeler Denizanası çarpmasının belirtileri denizanası- nın türüne, mevsime, nematosistlerin nüfuz etti- ği bölgeye, deriye nüfuz eden nematosist miktarı- na, zehirleyen türün büyüklüğüne, bireyin bağışık- lık sistemine ve yaşına (çok yaşlılar ve çok genç- ler daha hassastır) göre değişiklik gösterir. Zehir- lenmeler genel olarak lokal deri tahrişiyle kendini gösterir. İlk anda ortaya çıkan kaşıntı hissi birkaç saat içinde sona erer. Denizanasının uzantılarına temas eden bölge kızarır; su toplaması veya hafif bir kanama da görülebilir. Ciddi zehirlenmeler kas krampları, karında sertlik, dokunma hissinde ve sıcaklığın algılanmasında azalma, mide bulantısı, kusma, ciddi sırt ağrısı, konuşma zorluğu, istemsiz kas kasılmaları ve nefes alma zorluğuna neden ola- bilir. Ölüm olaylarına ender rastlanır. Akdeniz’de yaşayan türler çok kuvvetli toksinler içermediğin- den böyle bir tehlike olmadığı varsayılır. Ters-düz denizanası dönemlerini geride bırakıp kumsallara vuran deni- Deniz ciğeri denizanası zanası ölüleriyse başka bir tehlike yaratır. Zehir hüc- Fotoğraf: Tahsin Ceylan Yüzücüler ve dalgıçlar için tehlike oluşturan ba- relerinin büyük bir kısmı halen etkindir ve temas so- zı denizanası türlerinin uzantıları kimin zaman met- nucunda zehirlenme gerçekleşebilir. Denizanaları- releri bulur. Bu tür bir denizanasına yakın bir yerde, nın vücutlarından kopan uzantılar ve iplikçikler de zehirlenme ihtimali yüksektir. Aslında tüplü dalışlar dalgıçlar için potansiyel bir tehlike oluşturur. Dalış sırasında giyilen dalış kıyafetleri bu tür bir tehlikenin kıyafeti giyilmesine karşın açıkta kalan ellerin ve yü- önüne kolaylıkla geçebilir, ancak yüzücülerin böyle zün kopan bu parçalarla teması hafif ve orta şiddette bir şansları olmadığından denizanalarının bulundu- ağrıya neden olabilir. ğu bir ortamda denize girmemek en iyisidir. Üreme 71
Deniz Mevsiminin Cilvesi Denizanaları Dünyanın En Zehirli Denizanası Türleri Tüm dünya denizlerinde yaşayan Fizelya, Portekiz Savaşçısı Irukandji denizanası (Carukia barnesi) denizanası (Scyphozoa) (Physalia physalis) Çok küçük bir hayvan olmasına karşın türü sayısı toplam olarak 200 Denizanası sanılmasına karşın denizanası çok etkili bir zehrivardır. kadardır. Ancak denizanalarına değildir, hidrozon kolonisidir. Görünüş Avustralya kıyılarında bulunur. çok benzeyen ve jelimsi/ olarak denizanalarına çok benzer. Dört farklı Vücut çapları 2 cm kadardır. jelatinimsi türler olarak bilinen polipin bir arada yaşadığı bu koloninin Uzantılarıysa 5-50 cm kadar olabilir. organizmaların sayısı 2000 kadardır. zehri, insanlar için denizanalarının zehri Zehirlenme vakaları Irukandji sendromu Bunlar içinde zehirli olan, kadar tehdit yaratır. Akdeniz’de, Atlantik olarak da adlandırılır. Başlangıçta ağrı özellikle insanlara karşı ve Pasifik okyanuslarında ve Hint çok hafiftir. Yaklaşık 10 dakika içinde şiddetli çok etkili zehre sahip olan Okyanusu’ndae bulunur. Gövdenin bir bir ağrı ve terleme başlar. Sonraki tür sayısı çok azdır. kısmı su üzerinde yelken görevi yaparak 20-30 dakika içinde nefes almada zorluk, Ancak birkaç türün zehri rüzgârda yer değiştirmeyi sağlar. kramplar, kusma, öksürük ortaya çıkar. kesinlikle ölümcüldür. Kesin olarak kanıtlanmış olmasa da öldürücü olabileceği tahmin ediliyor. İşte dünyanın en tehlikeli denizanası türleri: Denizanası Çarpması Durumunda Neler Yapılabilir? İlk olarak ağrını hafifletilmesi ve zehir etkisinin azaltılması hedeflenir. Dünyanın pek çok bölgesinde denizanalarının ne- den olduğu zehirlenmelerde en yaygın te- davi, lokal olarak amonyak ya da sirke uy- gulanmasıdır. Bununla birlikte zehirlen- me durumunda yapılması gereken işlem- ler şöyledir: 1- Deri hemen deniz suyuyla hafifçe yıkanmalıdır. Kesinlikle tatlısu ya da buz kullanılmamalı ve deri asla ovuşturulma- malıdır (tatlısu kullanımı derideki patla- mamış zehir hücrelerinin patlamasına ne- den olabilir). 2- Ağrı ya da kaşıntı sona erene kadar sirke, % 40-70 derecelik alkol ya da amon- yak uygulanabilir. Fizelya 72
<<< Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Isırgan otu denizanası Yabanarısı denizanası, (Chrysaora quinquecirrha) kutu denizanası (Chironex fleckeri) Atlantik’te, Hint Okyanusu’nda ve Pasifik Sadece denizanalarının değil tüm Okyanusu’nun batı kısmında bulunur. hayvanların en zehirlilerinden biridir. Vücut çapları 50 cm kadar olabilir. Geçtiğimiz yüzyılda 60 civarında Kahverengi-kırmızımsı renktedir. Zehir insan bu denizanasının zehriyle ölmüştür. etkileri diğerleri kadar fazla değildir, Zehir insan vücuduna girdikten sonra ancak sayılarının fazla olması ölüm gerçekleşir. Özellikle çocuklar (bazen üreme patlamalarının görülmesi) ve gençlerde ölüm oranı daha yüksektir. zehirlenme etkilerini artırır ve ciddi Bu türden korunmak için plajlarda zararlar verebilirler. ağlar kurulmuştur. Ancak yine de zehirlenme vakaları rapor edilmektedir. Avustralya ve Güney Asya denizlerinde bulunurlar. Vücut çapları 20-35 cm, dokunaçlarıysa (60 tane) 3 metre uzunluğunda olabilir. Yabanarısı denizanası 3- Eğer deride gözle görülebilen uzantılar, iplik- 5- Eğer uzantılar gözle temas ettiyse, gözler 1-2 çikler varsa, çıplak elle dokunulmadan bir cımbızla litre tatlı suyla yıkanabilir. deriden uzaklaştırılmalıdır. Bu uzantıların alınması sırasında mümkünse bir eldiven giyilmelidir. Uzantı- 6- Ağrı çok şiddetliyse mutlaka bir sağlık kurulu- lar alınırken tahriş olan bölgeye kuru kum serpilme- şuna gidilmelidir. si, daha sonra bölgenin bir havluyla çok bastırmadan silinmesi de yararlı olabilir. PKuarycnelal,kJl.aEr., Uye, S. I., Lo, W.T., “Anthropogenic causes TUDAV Yayın no: 34, Bodrum-Muğla-Turkey, 20-21 May 2011. 4- Tahriş olan bölgeye tekrar sirke, amonyak veya of jellyfish blooms and their direct consequences for Oğuz, T., “Long-term impacts of anthropogenic forcing alkol uygulanmalıdır (15 dakika boyunca). Ağızdan h35u0m, sa.n1s5: 3a-r1e7v4ie,w20”,0 M7.arine Ecology Progress Series, Cilt on the Black Sea ecosystem”, Oceanography, Cilt 18, s. alınacak antihistaminik bir ilaç ve tahriş olan bölge- 112-121, 2005. ye uygulanacak topikal bir krem yararlı olabilir. Purcell, J. E., “Climate effects on formation of jellyfish Bilecenoğlu, M., Tehlikeli Denizel Hayat-Sualtı Teorisi and ctenophore blooms: a review”, Journal oKfinthgedom, Kitabı, Turkdive, 2001. MCialtr8in5e, sB.i4o6lo1g-i4c7a6l A, 2s0so0c5i.ation of the United Gücü, A. C., Güre, F., “Akdeniz’in Türkiye sahilleri boyunca rastlanan zehirli deniz balıkları, zehirleme Turan, C., Öztürk, B., “Workshop On Jellyfish and aygıtları ve zehirlenme durumunda tedavi yöntemleri”, Other Gelatınous Species in Turkish Marine Waters”, Turkish Journal of Zoology, Sayı 18, s. 25-35, 1994. 73
Hüseyin Gazi Topdemir Kindîİslam Dünyasında Felsefenin Öncüsü Yaşamı ve Yapıtları rikimiyle yakından tanışması, dolayısıyla He- Yapıtlarından bazıları şunlardır: Ebû Yûsuf Yakûb İbn İshâk el-Kindî, ilk len ve Helenistik kültürün bilimsel ve düşün- Kitab fî el-Felsefe el-Ûlâ (İlk Felsefe Üzerine) Müslüman filozoftur ve İslam dünyasında sel yapıtlarını çok iyi tanıma fırsatı elde etme- Risâle fî el-Akl (Akıl Üzerine) kaynağını Aristoteles’ten alan Meşşai felse- sidir. Mahiyetel-UlûmveAksâmuhâ (Bilimlerin Niteliği ve Kısımları) fe geleneğinin kurucusudur. Batı’da isminin Kavl fî el-Nefs (Ruh Üzeine) Latince söylenişi olan Alkindus adıyla tanınır. Dönemin genel eğilimi olan, tek bir alan- Risâle fî el-Ahlak (Ahlak Üzerine) Kaynaklar, Güney Arabistan’ın en köklü kabi- da uzmanlaşmak yerine bütün bilimlerle ilgi- Risâle fî el-Medhal ile el- Aritmetika (Aritmetiğe Giriş) lesi olan Kahtân soyundan geldiğini belirt- lenme tutumunu Kindî de benimsemiş, bü- Risâle fî İstimal el-Hisâb el-Hindî mektedir. Buna göre, Kindî’nin ataları, İslam yük bir bölümü artık kayıp olan mantık, felse- (Hint Hesabının Kullanımı Üzerine) öncesi dönemde Güney Arabistan’ın Kin- fe, fizik, matematik, müzik, tıp ve tabiat tarihi Risâle fî el-Hîle lî Defi el Ahzân de bölgesinin yönetimini uzun süre ellerin- üzerine 200’den fazla yapıt kaleme almıştır. (Üzüntüden Kurtulmanın Yolları) de bulundurmuş, daha sonra da Kufe’ye yer- Risale fî Butlâni Dava el-Müddeîn Sanat el-Zeheb ve leşmiştir. Babası Kufe’nin valiliğini yapmıştır. Basra’da bulunduğu sırada, İslam dün- el-Fidda ve Hudeihim Kindî, bu ailenin bir çocuğu olarak 796 yılın- yasının en önemli kelam okulunu kuran (Altın ve Gümüş Yaptıklarını İddia Edenlerin da Kufe’de doğmuş ve yaşamının ilk dönem- Mutezile’den tartışma mantığını öğrenen Hilelerinin Çürütülmesi) lerini burada geçirmiştir. Dini bilimlerin ya- Kindî, daha sonra Bağdat’a gitmiş ve ölünce- Kitâb fî el-İbâne an el-İllet el-Karîbe lî el-Kevn ve el-Fesâd nı sıra felsefe ve matematik öğrenimi gör- ye kadar orada yaşamıştır. Bağdat’ta kısa za- (Oluş ve Bozuluşun Etkin Nedeni Üzerine) müş, Bağdat’a gittikten sonra özellikle felse- manda Halife Memûn’un takdirini kazanmış, Kitâb el-Şuaat (Işınlar Üzerine) fe disiplinleriyle ilgilenmiştir. Bunun nedeni, onun kurduğu Bilgelik Evi’nde görev almış, Risâle fî Matrah el-Şua (Işınların Yayılımı) başka uygarlıkların entelektüel başarıların- ayrıca Mutasım’ın oğlu Ahmed’in özel öğ- dan yararlanmak için başlatılan çeviri hareke- retmenliğini üstlenmiştir. Kindî’nin bu par- tine Kindî’nin de katılması ve pek çok Grek- lak dönemi Mütevekkil’in Mutezile ile arası- çe yapıtı Arapçaya çevirerek, Grek felsefe bi- nın açılmaya başlamasıyla sona ermiştir. Yak- laşık 870 tarihinde vefat etmiştir. Dönemi biyatın yanı sıra kuramsal ve pratik bil- da kaldık. Bunlar din tüccarlarıdır. Bir şe- gi dallarının hepsiyle ilgilenen, felsefeden yin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise Kindî’nin yaşadığı dönem, İslam dün- tıbba, matematikten astronomiye, optik- artık kendisinin değildir. Kim din ticareti yasında bilimsel çalışmaların sistemleşti- ten meteorolojiye, psikolojiden ahlâka ve yaparsa onun dini yoktur.” Böylece İslam rildiği, yoğun bir çeviri etkinliğine girişil- kimyadan müziğe kadar her alanda eser dünyasında, salt akla dayalı bir etkinlik ol- diği, diğer taraftan da kelâm ve felsefe ala- vererek, geleceğe zengin bir literatür ar- duğu için felsefeye karşı çıkan bir kesimin nındaki spekülasyonların alabildiğine yo- mağan etmiştir. oluştuğu veya oluşmaya başladığı anlaşıl- ğunlaştığı, çeşitli inanç sistemlerinin kıya- maktadır. Bu karşı duruş giderek felsefey- sıya mücadele ettiği bir dönemdir. Kindî Yukarıda değinildiği gibi, tartışma le ilgilenenlerin yadsınmalarına kadar va- bu alanlardaki çalışma ve tartışmalara en mantığını çok iyi kavramış olan Kindî, racak ve nihayetinde İslam dünyasında üst düzeyde katılmış, uyguladığı yöntem döneminin dar, bağnaz ve sığ görüşlü bil- bilim ve felsefe rüzgârının dinmesine yol ve kullandığı terminoloji ile kelâmdan fel- ginlerini eleştirmiş ve ilginç bir sav öne açacaktır. Kindî, bu olumsuz gidişe şöyle sefeye geçişi sağlayan ilk İslam filozofu ol- sürmüştür: “Zamanımızın düşünürü ola- karşı çıkmaktadır: “Gerçekte, varlığın ha- muştur. Bu başarısı “geleneksel bilimlerin rak tanındıkları halde gerçeklerden kopuk kikatinin bilgisini (felsefî bilgi) edinenlere tamamına hâkim”, “çağının en büyük bil- olanların yanlış yorumlamalarından çe- karşı çıkan ve yadsıyanın, dinle bir ilişki- gini” gibi adlandırmalarla dile getirilmiş- kindiğimiz için karmaşık noktaları uzun sinin kalmaması gerekir.” tir. Gerçekten de Kindî, ilâhiyat ve ede- uzadıya tahlil yerine kısa kesmek zorun- 74
>>> Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Bilimsel Çalışmaları olan uzaydan gelen güneş ışınlarının at- keler benimsemişti. Bunlardan biri de mosferdeki cisimciklere çarparak zayıfla- ışınların gözden çıktığı ve doğrusal yayıl- Bugün eski kimya veya simya olarak ması ve yeryüzünden yansıdıktan sonra dığıydı. İşte Kindî, özellikle Eukleides’in adlandırılan, demir ve bakır gibi maden- daha da zayıflayan ışınların karanlık uza- bu fikri üzerinde durarak, doğruluğunu lerden altın ve gümüş elde etmeyi öngö- ya karışması sonucu lâcivert rengin oluş- göstermeye çalışmıştır. Bunu yaparken de ren çalışmalar İlk ve Ortaçağ’da ilgi çek- tuğunu söyler. saydam olmayan nesnelerin oluşturduğu mekteydi ve epeyce yaygınlık kazanmış- gölgelerin gözlenmesinden edindiği bil- tı. Yapısal Dönüşüm Kuramı diye adlan- Kindî’nin de doğru olarak belirlediği gilere dayanmıştır. Ona göre gölgeler ışık- dırılan bu çalışmaların özünü metallerin gibi, normalde atmosfer renksizdir. Gök- lı ya da ışıklandırılmış nesnelere teğet ola- aynı temel maddelerin birleşmesinden yüzünün mavi görünmesinin nedeni ise rak çizilen düz çizgilere uygunluk göste- meydana geldiği ve dolayısıyla birbirleri- şudur: Güneş’ten gelen ışıklar farklı dalga rir; bu da ışığın doğrusal yayıldığının gös- ne dönüşebilecekleri savı oluşturmaktay- boylarındadır. Bu ışıklar Dünya’ya doğru tergesidir. Aynı şekilde herhangi bir gölge- dı. Konuyla ilgilenen Kindî, yaygın ve yer- yol alırken gökyüzündeki gaz molekülleri- yi ikiye bölen doğrusal bir çizginin, hem leşik bu anlayışın aksine böylesi çalışma- ne ve taneciklere çarparlar. Bu çarpışma saydam olmayan nesnenin hem de ışıklı ların bir aldatmaca olduğunu savunmuş- sırasında dalga boyu uzun olan kırmızı, nesnenin merkezinden geçmesi de, ışınla- tur. Ona göre, doğada bulunan maden- turuncu ve sarı gibi ışık ışınlarının çok bü- rın doğrusal yayıldığının bir başka kanı- lerin her birinin kendine özgü nitelikleri yük bir kısmı yeryüzüne rahatlıkla ulaşır- tıdır. Aynı konuda benzer bir deneyi çok vardır ve birinin diğerine dönüşmesi ve- ken, dalga boyu kısa olan yüksek frekanslı sonraları Kepler gerçekleştirmiştir. Bunun ya dönüştürülmesi olanaklı değildir. Do- ışınlar (mavi ve mor) atmosferdeki gaz için Kepler, öncelikle bir karanlık oda alı- layısıyla çeşitli işlemler aracılığıyla, demir, molekülleri tarafından çok büyük oranda yor ve delikten giren ışığın yolunu belirle- bakır veya kurşun gibi değersiz madenler- emilir. Gaz molekülleri tarafından emilen mek için ışık ışınları boyunca uzayan bir den altın ve gümüş gibi değerli madenler bu ışınlar daha sonra farklı yönlerde tek- ip geriyor. Karşı duvara bir perde yerleşti- üretilemez. Kindî’nin bu düşüncesi, kimya rar salınır. Rayleigh Saçılımı adı verilen bu riyor ve ikisi arasına da bir kitap koyuyor. biliminin gelişmesine ve doğru bir madde optik olgudan dolayı, gökyüzü mavi görü- İpi gerdiğinde, deliğin bir ucundan baş- anlayışının yerleşmesine yönelik önemli nür. Aslında en fazla saçılmaya uğrayan layan ipin diğer ucunun da kitabın o kö- bir katkıdır. mor ışınlardır, ancak gözümüz maviye da- şesinde son bulduğunu görüyor. Öyleyse ha duyarlı olduğundan gökyüzünü mavi ışık ışınları doğrusal çizgiler boyunca ya- Kindî’nin dikkat çeken bir diğer çalış- görürüz. Benzer şekilde, saçılan bu ışınla- yılmaktadır. ması da meteorolojiyle ilgilidir. Bilim ta- rın bir kısmı uzaya geri gittiği için Dünya- rihçilerince özgün düşünceler olarak ka- mız da uzaydan mavi görünür. Gökyüzü Görmeyi sağlayan ışığın kaynağı ko- bul edilen yaklaşımında Kindî, bu alan- yoğun bulutlu olduğunda, tüm ışınlar ne- nusunda ise Kindî, Eukleides gibi düşün- da tek yetkin çalışmanın sahibi olan redeyse aynı oranda saçılır. Bu da gökyü- mekte ve ışık kaynağının göz olduğunu Aristoteles’in atmosfer olaylarını buharla zünün gri renkte görünmesine yol açar. savunmaktadır. Kindî, bu düşüncesinin açıklamasının aksine, maddelerin genleş- doğruluğunu kanıtlamak için iki savun- mesiyle açıklar. Ona göre ısıtılan her cisim Kindî’nin başarılı olduğu bir diğer di- ma geliştirir. Bunlardan birincisi şöyledir: ısıtılmadan öncekinden daha çok, soğu- siplin de optiktir. Işığın doğrusal yayılımı, Ona göre, bir duyu organının yapısı, onun yan her cisim ise önceki yerinden daha az yansıması ve kırılması konularında çalış- işlevini belirler. Nitekim kulaklar sesi top- yer kaplar. Böylece genleşme fikrini ilk de- mıştır. Işığın doğrusal yayılımı ve yansı- lamak için oyuk ve hareketsiz, göz ise kü- fa açık biçimde ortaya koyan Kindî’ye gö- ması üzerine yazdığı kitabının özgün nüs- resel ve hareketli olarak yapılmıştır. De- re, yeryüzünden yükselen buharlar soğuk hası mevcut değildir, ancak Liber de Ca- mek ki göz, eğer ışınlar dışarıdan geliyor hava tabakasıyla karşılaşınca hacmi küçü- usis diversitatum aspectus adıyla yapı- olsaydı, tıpkı kulak gibi hareketsiz olacak lerek yoğunlaşır ve yağmur olarak yeryü- lan Latince çevirisi günümüze ulaşmıştır. ve yalnızca bu ışınların alıcısı olmakla ye- züne iner. Ayrıca Kindî Aristoteles’in ha- Diğer optik kitabı olan Kitâb el-Şuaat ise tinecekti. Yapısı gereği etkin olduğuna gö- va ve buharı aynı şey kabul eden ve kuru mevcuttur. re demek ki örneğin karanlığa etki etmek- buharı rüzgârın ana maddesi sayan anla- yışını da doğru bulmaz. Ona göre buharla Kindî, Antik Yunan’da ortaya konu- hava ayrı şeylerdir, fakat rüzgârla hava ay- lan optik çalışmalarına yöneldiğinde, dik- nı şeydir. Rüzgârın oluşması için alçak ve katini Eukleides’in optiği çekmiş ve bu- yüksek havanın yer değiştirmesi gerekir. nun üzerine önemli çalışmalar gerçekleş- tirmiştir. Kendisi de Eukleides gibi Gözı- Öte yandan Kindî’nin gökyüzünün şın Kuramı taraftarıdır ve bu kuramı savu- rengiyle ilgili görüşleri de özgün sayıl- nurken daha önce geliştirilmemiş pek çok maktadır. Filozof, aslında gökyüzünün kanıt kullanmıştır. belli bir renginin olmadığını, karanlık Eukleides Optik kitabında herhangi bir doğrulamaya girişmeksizin bazı temel il- 75
Kindî <<< tedir, ışınların gözden çıktığını kabul et- rüntüsel verilerle oluşmaktadır ve o nes- lar da bu asıl ışına olan uzaklıklarına bağ- mek daha doğrudur. Diğer savunmasına nenin kendisi olarak algılanabilmesi için lı olarak azalan oranlarda ortamı değiş- göre ise, eğer görme duyusal nesnelerin her yanından görüntüsel veri gelmelidir, tirir. Bu nedenle görsel koninin merke- formunun göze gelmesiyle oluşsaydı, o za- aksi halde o nesneyi kendisi olarak algıla- zi, koninin başka herhangi bir bölgesin- man göz önüne yanlamasına konulan bir yamayız. den daha fazla görsel yayılıma maruz kal- dairenin, bir doğru parçası şeklinde değil, maktadır. Dolayısıyla Kindî algının netli- tam bir daire olarak algılanması gerekirdi. ğinin, algılanan nesnenin gözden uzaklı- Böyle olmadığına göre ışınlar gözden çık- ğıyla değil de görsel alandaki uzamsal ko- maktadır. Bu rafine edilmemiş argüman- numlanışıyla ilgili olduğunu belirtmiş ol- da özellikle “form” kavramıyla Kindî’nin Diğer taraftan Kindî’ye göre de göz- maktadır. Bu belirlemesi onu Eukleides’in neyi kast ettiğini anlamak gerekmektedir. den çıkan ışınlar bir koni oluşturmakta- izleyicileri arasında farklı bir konuma ta- Anlaşılabildiği kadarıyla, buradaki kulla- dır. Ancak o Eukleides’ten farklı olarak bu şır. Çünkü açıkça Kindî’nin açıklamaları, nımıyla “form”, modern optiğin görüntü koninin aralıklı, kesikli değil, kesiksiz ol- yalnızca Gözışın Kuramı bağlamında de- kavramındaki gibi, çok sayıda ışık ışını- duğunu ileri sürmektedir. Çünkü ona gö- ğil, aynı zamanda Nesneışın Kuramı bağ- nın oluşturduğu karışık izlenim anlamı- re koninin kesikli olduğunu kabul etme- lamında yapılacak çalışmalara da düşünce na gelmemekte, aksine gözlemcinin gö- nin temelinde ışınların tek boyutlu ol- ve kural sağlayabilecek içeriktedir. zünde izlenim yaratacak, her bir parça- duğu inancı yatmaktadır. Yani ışın ensiz Öte yandan bir Eukleidesçi olmasına sı diğeriyle uyumlu olan bir görüntü kast bir uzunluk olarak kabul edilmektedir. karşın, Kindî’nin koninin kaynağıyla ilgili edilmektedir. Bundan dolayı da şekildeki Hâlbuki ışık karanlığa etki etmektedir. Et- görüşleri de Eukleides’inkilerden farklıdır. gibi dairenin biçimi bir bütün olarak gö- ki etmek ancak üç boyutlu nesnelere öz- Çünkü ona göre, görsel ışınlar gözün mer- ze girmekte ve dolayısıyla da, onun uzam- gü olduğuna göre, ışık ışınları da üç bo- kezinden değil, dışbükey kısmının, bu- sal konumlanışının algılanışıyla bir ilgisi- yutlu olmalıdır. günkü adıyla korneanın her noktasından nin olmadığı düşünülmektedir. Başka bir Kindî’nin bu son belirlemesi kendisin- yayılmaktadır. Bu durumda da bir tek gör- deyişle, göz içinde perspektif kuralları ya den sonraki İslam optikçilerini etkilemiş sel koni değil, gözlemcinin gözünün yüze- da kanunları geçerli değildir. olması bakımından çok önemlidir. Çünkü yindeki her noktadan çıkan pek çok koni Gözışın Kuramı’nı haklı göstermek özellikle İbn Sînâ ve İbn el-Heysem bu fik- olacaktır. için ileri sürdüğü bu kanıtlar, çağdaş bil- ri Gözışın Kuramı’nı çürütmekte kullan- Bir Gözışın Kuramı taraftarı olması- gi düzeyi karşısında yeterince anlamlı gö- mıştır. Ancak Kindî bu sonuca gidecek ka- na karşın, Kindî’nin açıklamalarının bü- rünmese de, özellikle bu sonuncu kanıt dar durumu kavramış görünmemektedir. tün içeriğini yalnızca bu kuram çerçeve- Kindî için çok güvenilir ve önemli bir ka- Kindî’nin önemli bir diğer başarısı da, sinde değerlendirmenin olanaklı olmadığı nıt olarak görünmektedir. Çünkü ona gö- görsel koninin eksenine yakın olan nesne- anlaşılmaktadır. Çünkü görsel alanın net- re, göz, en iyi şekilde yalnızca baktığı yeri lerin uzak olanlardan daha net algılanma- liği, görme konisi vb. problemlere getirdi- görmektedir. Eğer ışın göze nesneden gel- sı, yani parlak nesnenin çevresini nasıl ay- ği açıklamalar birçok noktada Nesneışın seydi, yalnızca bakılan yer değil, nesnenin dınlattığını belirlemesidir. Eukleides’in iz- Kuramı’nın temel argümanlarını da des- tamamı en iyi şekilde görünecekti. Çün- leyicileri netlik algısını, eksendeki ışının tekleyecek niteliktedir. Bu yüzden de, Gö- kü bu durumda algı nesneden gelen gö- diğer ışınların en kısası, bu yüzden de en zışın Kuramı’nı savunmaya yönelik bütün kuvvetlisi olduğunu, bunun da daha net çabasına rağmen, Kindî sonrası İslam op- algı meydana getirdiğini iddia ederek çöz- tiği Galenci ve Aristotelesçi görüşler doğ- Eukleides’e göre görme konisi meyi denemişti. Kindî bunu kabul etmez. rultusunda gelişmiş ve Eukleides’in opti- Çünkü bunu kabul etmek uzunlukla algı ği İslam dünyasında özellikle Aristotelesçi kuvvetinin ters orantılı olduğunu kabul görüşü savunan güçlü rakiplerle karşılaş- Nesne Nesne etmek demektir. Oysa Kindî’ye göre yıl- maktan kurtulamamıştır. Bu rakiplerin en dızlar çok uzak olmalarına rağmen hayli güçlüleri İbn Sînâ ve İbn Rüşd’dür. Göz net algılanmaktadırlar. Şu halde, görme- deki netliği belirleyen ışının uzunluğu de- Kindî’ye göre görme konisi Işın Konileri ğildir. Asıl neden, görsel ışınların ortamda KKTüaaryykani,yaMekDl.,a“iryKainnedtî”V, aİsklafım, 2A00n2s.iklopedisi, Cilt 26, bir değişim meydana getirmesidir. Buna Kaya, M., İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, Göz göre kuvvetli ışın ortamda daha kuvvetli, Klasik Yayınları, 2003. Işın Konileri zayıf ışın da daha zayıf bir değişim oluş- Kindî, Felsefi Risaleler, Çeviren: M. Kaya, İz Yayıncılık, 1994. turur. Koninin eksenindeki ışın ortam- Lindberg, D. C., Theories of Vision from Al-Kindi to Kepler, da tam değişim sağladığı için, bu alanda- University of Chicago, 1976. ki nesneler daha net algılanır. Diğer ışın- Lindberg, D. C., “Al Kindî’s Critique of Eukleides’ Theory of Vision”, Isis, Cilt 62, 1971. Lindberg, D. C., “The Science of Optics”, Science in the Middle Ages, University of Chicago, 1978. PTooppüdelemr Bir,ilHim. GK.i,tIaşpığlaınrı,Ö2y0k0ü7s.ü, TÜBİTAK, 76
Yayın Dünyası Popüler bilim okuru için de, doğrudan ken- İlay Çelik di varoluş bilincini ilgilendiren bu konu en po- eser ortaya çıkmış. Kitabın tüm okurlar için in- Beyindeki Hayaletler pülerler konular arasında yerini aldı. Bu yüzden san zihni ve bilişsel bilimler konusunda ufuk de zihin, hafıza, bilinç, benlik gibi konularda açıcı ve ilham verici olacağını umuyoruz. İnsan Zihninin Gizemlerine Doğru pek çok popüler bilim yayınına rastlayabiliyo- ruz. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından Tehlikeli Hayvanlar V. S. Ramachandran - Sandra Blakeslee geçen yıl dilimize kazandırılan Beyindeki Haya- Çeviri: Levent Öztürk letler adlı kitap da bunlardan biri. Bilişsel bilim- Rebecca Gilpin Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011 ci Vilayanur Ramachandran bu kitapta bizi bir- Çeviri: Alp Akoğlu çok nöroloji hastasının gerçek hikâyelerinden TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2011 İnsan zihni hem bilimin hem de popüler bili- yola çıkarak zihnin gizemli yönlerine doğru bir min en ilgi çeken konularından biri. Özellik- yolculuğa çıkarıyor. Hayvanlar âlemi küçük çocukların çevrele- le bilişsel bilimlerde beynin işleyişini araştırmak riyle ilişki kurmasını sağlayan önemli bir için kullanılan yöntemlerin teknolojik açıdan Yazarlar çeşitli beyin hasarları sonucu sıra alan. Çünkü hayvanlar onlar için diğer canlıla- hızla gelişmesi bu alanı en gözde araştırma ko- dışı semptomlar yaşayan hastalar üzerinde ya- ra göre daha algılanabilir varlıklar. Öte yandan nularından biri haline getirdi. pılmış araştırmaların, beynimizin işleyişi konu- özellikle de büyük şehirlerde, doğal yaşamdan sunda sağladığı aydınlanmaya dair pek çok ör- kopuk olarak yetişen çocuklar hayvanlara ve Vilayanur Subramanian Ramachandran: Prof. Vi- nek sunuyor. Yazarların vurguladığı en önem- dolayısıyla genel olarak doğal yaşam öğeleri- layanur Subramanian Ramachandran, 1951’de li noktalardan biri, bu tür beyin araştırmaların- ne karşı yabancılık ve hatta korku hissedebili- Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinde doğdu. Bir diplo- da tekil vakalar üzerinde deneysel çalışmalar yor. Bunu yenmelerine yardımcı olmanın en gü- matın oğlu olduğu için gençlik yıllarının büyük bölü- yapmanın, çok sayıda hastayı kapsayan ista- zel yollarından biri de onlara doğal yaşamı tanı- münü Hindistan’ın ve Asya’nın farklı bölgelerinde ge- tistiksel analizlere dayalı yaklaşımlara dayana- malarını sağlayacak fırsatlar vermek. Çevirisi TÜ- çirdi. 1974’te Madras’taki Stanley Medical College’da rak yapılan çalışmalardan genellikle daha de- BİTAK Popüler Bilim Kitapları’nın İlk Okuma di- tıp eğitimi almasının ardından 1978’de Cambrid- rinlemesine bilgi sağladığı. Kitapta bir uzvu- zisinden geçtiğimiz yıl çıkan Tehlikeli Hayvanlar ge Trinity College’da doktorasını tamamladı. Dokto- nu kaybedenlerin yaşadığı “hayalet uzuv” du- adlı kitap, saldırgan davranışlar gösteren ve pa- ra sonrası eğitimini Oxford Üniversitesi’nin Psikolo- rumu, görme gerektiren otomatikleşmiş bazı sif tehlike arz eden hayvanları konu alıyor. Kitap- ji Bölümü’nde yaptı ve 1983’te girdiği San Diego’da- hareketlerin yapılabildiği bir görme engelli- ta hayvanların ne zaman ve hangi durumlarda ki California Üniversitesi’nde 1998’den beri öğretim lik durumu, hastaların dünyalarının sol tarafın- tehlikeli olabileceği, bu tehlikelerden nasıl ko- üyesi olarak çalışıyor. Aynı üniversitenin Beyin ve Biliş daki nesnelere karşı ilgisizliği biçiminde orta- runulabileceği, hayvanların avlanma stratejile- Merkezi’nin de yöneticisi. (Hakkında daha geniş bil- ya çıkan yarı-ihmal sendromu, hastanın felç- ri, zehirli hayvanlar, öldürücü hastalıklar yayan gi için, bkz. http://cbc.ucsd.edu/ramabio.html). li olduğu halde bu gerçeği görmezden geldiği hayvanlar ve tehlike altındaki hayvanlar gibi ko- Sandra Blakeslee: Sandra Blakeslee, The New York anazognozi durumu, bir kafa travması sonucu nularda kısa bilgiler rengârenk, zengin görseller Times’ın ödüllü bilim yazarı. Dr. Judith Wallerstein’la anne babasının kendilerine benzeyen kopya- eşliğinde sunulmuş. Kitabın küçük okurlarımı- birlikte, çoksatar olmuş Second Chances ve The larıyla değiştirildiğine inanmaya başlayan bir zın yaz tatiline renk katmasını diliyoruz. Good Marriage isimli kitapların ortak yazarı. New hastanın durumu gibi, çok ilginç bilinç vakaları Mexico’nun Santa Fe şehrinde yaşıyor. (Hakkında üzerinde yapılan araştırmalar ve bu araştırma- “Timsahlar nasıl avlanır? Su aygırları neden daha geniş bilgi için, bkz. http://www.sandrabla- lardan elde edilen bulguların insan beyninin kavga eder? Huni örümcekleri avlarını nasıl öl- keslee.com). işleyişine dair nasıl ipuçları verdiği popüler bir dürür? Bu kitapta bu soruların yanıtlarını ve dille anlatılıyor. Geniş bir bilim kültürüne sa- tehlikeli hayvanların yaşamıyla ilgili birçok baş- hip yazarlar, tarihin çeşitli dönemlerinden ede- ka bilgiyi bulacaksınız.” biyatçılardan ve bilim insanlarından yaptıkları alıntılar ve arada kurdukları çeşitli bağlantılar- la okuru yakalamayı ve sürükleyici bir anlatım ortaya koymayı başarmış. Popüler bilim anlatı- mında yüzeyselliğe düşme riskini bertaraf ede- bilmek için de dipnot kullanmayı tercih etmiş- ler. Böylece hem entelektüel derinliğe hem de sade, yalın ve sürükleyici bir anlatıma sahip bir Rebecca Gilpin: Çocuklara yönelik çok sayıda etkinlik kitabının yazarı. Deniz kenarında bembeyaz bir evde yaşayan Gilpin, kitaplarını evinin çatı katındaki, büyük pencereli bir odada kaleme alıyor. İşiyle ilgili en sev- diği ayrıntının, masallardaki pek çok güzel fikri günü- müze uyarlamak olduğunu söyleyen Gilpin, 2008’de İngiliz Kraliyet Akademisi Gençlik Ödülü’nü kazandı. 77
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Fauna Yalancı Akrepler Günümüzde yaşayan en geniş hayvan grubunu eklembacaklılar oluşturur. Eklembacaklılar, hem denizde hem de karada yaygın biçimde bulunur. Karasal eklembacaklılar, karasal yaşama en iyi uyum sağlamış omurgasız hayvanlar olarak da kabul edilir. Karasal eklembacaklılar içinde örümcekgiller (Arachnida), akrepleri, böğüleri, akarları, yalancı akrepleri barındıran kalabalık bir sınıftır. Yalancı akrepler 0,2-8 mm arasındaki kısa boyları sayesinde dış görünüş olarak gerçek akreplere benzemeleriyle dikkat çeker. Boyları çok küçük olduğundan genelde uzmanlar dışında kimse tarafından fark edilmezler. Gerçek akreplerden en büyük farkları kuyruklarının olmamasıdır. Pedipalpusları (kıskaçların olduğu büyük kol) akreplerinkine benzer. Uç kısımları zehirlidir, ancak bu zehir insanlar için tehlikeli değildir. Yalancı akrepler genel olarak ağaç kabuklarının altında, ağaç kovuklarında, çürümekte olan ağaçlarda, likenlerin ve karayosunlarının içinde, gübre yığınlarında, taş altlarında, mağaralarda yaşar. Akarlar, böcek larvaları, meyve sinekleri gibi canlılarla beslenirler. Yalancı akreplerin taramalı elektron mikroskobu görüntüsü. (getyimages.) 78
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] Fotoğraflar: Prof. Dr. Kazım Çapacı Kaynak Kunt, K. B., Yağmur, E. A., Özkütük, R. S., Durmuş, H., Anlaş, S., “Checklist of the cave Dwelling Invertebrates (Animalia) of Turkey”, Biological Diversity and Conservation, Cilt 3, Sayı 2, s. 26-41, 2010. Sezek, F., Özkan, M., “Türkiye Yalancı Akrep Faunası İçin İki Yeni Kayıt”, Türkiye Entomoloji Dergisi, Cilt 35, Sayı 3, s. 509-518, 2011. Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları, Omurgasızlar-Böcekler Dışında-, Cilt II / Kısım II, Meteksan Yayınları, 1998. 79
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Flora Tehdit Altındaki Kumul Bitkileri 80
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] Ülkemizin coğrafi konumu, yaşanan deniz kaplumbağalarının ve çok sayıda farklı iklim tipleri, görülen farklı jeolojik su kuşunun yanı sıra çok sayıda bitki yapılar ve oluşumlar bitki, hayvan ve türü de yaşıyor. Bu bitkilerden çoğunun mantar türleri için çok çeşitli yaşam soyu tehdit altında. Ayrıca bazıları ortamları oluşturur. Bu oluşumlardan sadece kumullarda yaşayan endemik, biri de kumullardır. Özellikle deniz yani sadece ülkemizde yaşayan kumullarında çok farklı bitki türleri türler: Kum zambakları (Pancratium gelişir. Ülkemizin kıyılarında çok sayıda maritimum) başta olmak üzere, sabah kumul örneği vardır; bu kumullar çok sefası (Ipomoea stolonifera), Side sayıda endemik ve nadir bulunan canavar otu (Orobanche sideana, bitkinin yaşam alanıdır. Ancak tüm sadece Antalya Side’de yaşar), dünyada olduğu gibi ülkemizde de kıyı Halep çamı bunlardan bazıları. bölgelerinde çok fazla insan yaşıyor. Ayrıca kumullardaki kumun inşaatlarda Deniz kumulları değişken, hareketli kullanılması nedeniyle kaçak olarak ve dinamik yapıda oluşumlardır. çekilmesi, aşırı otlatma, yangınlar gibi Canlılara ev sahipliği yapmanın yanı diğer insan kaynalı etkenler de kumul sıra bulundukları yerlerde bariyer ekosistemlerine çok zarar veriyor. görevi yaparak deniz suyunun karaların Zarardan en çok etkilenenler ise elbette iç kesimlerine geçmesini engellerler. kumulları yaşam alanı olarak kullanan Deniz suyunu filtre ederek iç kesimlerde canlılar. Kumullarda soyları tehlikedeki tarım yapılmasına da olanak sağlarlar. Fotoğraflar: Prof. Dr. Bayram Göçmen Yalı Otu (Ipomoea stolonifera) Kaynaklar Çakan, H., Yılmaz, K. T., Alphan, H., Ünlükaplan, Y., “The classification and assessment of vegetation for monitoring coastal sand dune succession: the case of Tuzla in Adana, Turkey”, Turkish Journal of Botany, Cilt 35, Sayı 6, 2011. Kavak, S., “Burnaz Kumullarının (Adana) Flora ve Vejetasyonu”, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2006. 81
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Jeoloji Deniz Kemerleri Ülkemiz kıyılarında meydana gelen jeolomorfolojik oluşumları incele- layan dalgalar yapar. Bu etkiler, dalgaların karaya çarparak aşındırmasıyla, meye devam ediyoruz. Alçak ve yüksek kıyılar, denizaltı mağaraları, deniz deniz suyunun kayaları kimyasal olmayan yolla eritmesiyle gerçekleşir. yığınları, tombololar gibi konuları daha önce inceledik. Bu sayımızın konu- Ayrıca kum, çakıl gibi döküntüleri içeren dalgaların yol açtığı oyma ve suysa aşınma etkisi sonucu oluşan deniz kemerleri. aşındırma da kıyı şekillenmesine etki yapar. Bu gibi aşındırmalar sonucu kıyılarda falez (yalıyar), deniz mağarası, deniz yığını, deniz kemeri gibi çe- Kıyı bölgeleri jeomorfolojik açıdan en dinamik yerler olarak kabul edi- şitli tiplerde yapılar meydana gelir. Dalga ve rüzgârların dik kıyılardaki ve lir. Bu bölgelerin şekillenmesinde dalgalar, akıntılar, rüzgâr, gelgit, canlı burunlardaki kayaları aşındırmasıyla kıyı mağaları oluşur. Zaman içinde organizmalar, kayaçların yapısı ve çözünme özellikleri, tektonik hareketler etkinin artmasıyla mağaralar her iki tarafı açık, karayla bağlantılı, kemer başta olmak üzere çok sayıda dış ve iç etken rol alır. Kıyıların şekillenme- biçimindeki yapılar haline gelir. Bu yapılar deniz kemeri olarak adlandırılır. sine en fazla etkiyi dalgalar, özellikle de kıyıların ön tarafında oluşup çat- 82
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] Fotoğraf: Dr. Bülent Gözcelioğlu Kaynaklar Bird, E., Coastal Geomorphology An Introduction Second Edition, John Wiley & Sons Ltd, 2008. Erinç, S., Jeomorfoloji II, Der Yayınları, 2010. 83
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Doğa Tarihi Tarih Öncesi Anadolu’nun InekDleri eniz. Tarih öncesi Anadolu’da Miyosen döneminde (24 milyon-5 milyon yıl önce) yaşamış deniz inekleri bu ayki doğa tarihi bölümünün konuğu. Deniz inekleri, balinalar-yunuslar ve yüzgeçayaklılar (fok vb.) dışında, sucul yaşama uyum sağlamış üçüncü memeli takımıdır. Deniz ineklerinin 1884 yılında soyu tükenen Rhytinidae ailesinin dışında günümüzde yaşayan iki ailesi (Manatidae ve Dugungidae) daha vardır. Manatlar 3,5-4,5 metre boyunda olabilir ve Afrika ve Amerika kıyılarında yaşarlar. Dugonglarsa 3,2 metre boyunda olabilir ve Hint Okyanusu ile Kuzey Avustralya kıyılarında yaşarlar. Otçuldurlar. Deniz dışında nehirler ve göllerde de bulunurlar. Diğer memeliler gibi akciğerleri vardır ve suyun yüzeyine yakın yerlerde bulunurlar. 20 dakika kadar nefes almadan sualtında kalabilirler. 84
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] 2007 yılında Erdemli’de Prof Dr. Selim İnan (Mersin Üniversitesi) ve arkadaşları tarafından bulunan tarih öncesinin deniz ineği Metaxytherium medium fosili, ülkemizdeki deniz inekleri ailesine (Sirenia) ait ilk fosil olarak kayıtlara geçti. Erdemli’de (Mersin) bulunan fosilin baş ve kuyruk kısmı yok. Ancak kaburga ve omur kemikleriyle ön yüzgeç parçaları çok iyi korunmuş durumda. Fosilin göğüs kafesi genişliği 86 cm, omurga uzunluğuysa 82 cm olarak ölçülmüş. Metaxytherium medium deniz ineği fosili, daha önce Akdeniz kıyılarından Fransa ve İtalya’da Geç Miyosen dönemine (11 milyon-5 milyon yıl önce) ait kayalarda bulunmuştu. İtalya’daki fosil, bugüne kadar bulunanlar içinde bütünlük bakımından en iyi durumda olandır. Çizim : Ayşe İnan Alican İKnaaynn,aSk., Taslı, K., Eren, M., İnan, N., Koç, H., Zorlu, K., Taga, H., Zorlu, K., Arslanbaş, O., Demircan, F., “Türkiye’de Bir İlk: Erdemli (Mersin) Yöresi Miyosen Kireçtaşlarında Metaxytherium (Deniz İneği) Bulgusu”, 61. Türkiye Jeoloji Kurultayı Bildirileri, 2008. 85
Sağlık Doç. Dr. Ferda Şenel Et Yiyen Bakteriler Cildimiz vücudu dış etkenlerden koruyan Et yiyen bakterilerin başında streptokok ve girer. Ancak nadiren de olsa cilt açıklığı ol- önemli bir engeldir. İnsan cildi vücudu stafilokoklar gelir. Escherichia coli, Pseudomo- maksızın vücudun uzak bir bölgesinden kan dış ortamın değişken fiziksel koşullarından nas aeruginosa, Klebsiella ve Proteus diğer et dolaşımıyla da taşınabilirler. Bademcik apsesi koruduğu gibi mikropların vücudumuza gir- yiyen bakterilerdir. Yaşamak için oksijene ge- (peritonsiller abse), sinüzit veya kemik iltihabı mesini de engeller. Bütünlüğünü koruyan bir rek duymayan, yani anaerob bakteriler olan (osteomyelit) sonrasında da mikrop yayılarak cilt üzerindeki mikroplar, cilt altındaki damar- Bacteroides ve Clostridium türleri de nekro- vücudun uzak bölgelerine ulaşıp nekrotizan lara, sinirlere ve kaslara ulaşamaz, kan dola- tizan fasiit hastalığına yol açar. Karın bölge- fasiit yapabilir. Cilt altında hayli hızlı yayılan şımına karışamaz. Ancak cildin oluşturduğu sinde oluşan hastalıkta genellikle birden çok nekrotizan fasiit, etkilediği cilt altı dokuların, engelin hasar gördüğü durumlarda bazı bak- bakteri türü bulunur. Kol veya bacaklarda ise özellikle kas kılıflarının ölümüne sebep olur. teriler cilde ve cilt altı dokulara kolaylıkla sızıp tek bakteri türü, streptokok veya stafilokok- Bu hastalıkta kaslar etkilenmez. Vücudun her enfeksiyon yapabilir. Etkilediği dokuları adeta lar hastalığa sebep olur. Nadir görülen bazı bölgesinde görülebilen bu hastalık sadece yiyip bitiren bu bakteriler “et yiyen bakteriler” bakteri türlerinin sebep olduğu nekrotizan dokulara hasar vermekle kalmayıp bakterinin olarak da anılır. Et yiyen bakteriler çeşitli cilt fasiit hastalığı hayli şiddetli seyreder. Örneğin ürettiği zehirli maddeler neticesinde ölüme ve yumuşak doku enfeksiyonlarına yol açsa çubuk şeklinde bir bakteri olan Aeromonas de yol açabilir. da bunların en tehlikelisi cilt altındaki da- hydrophila nadiren nekrotizan fasiite yol açar. marlarda, sinirlerde ve kas kılıflarında yaygın Genellikle suda yaşayan canlılarda hastalık Sağlıklı kişilerde hastalık etkeni çoğunluk- iltihaba yol açan “nekrotizan fasiit” hastalığı- yapan, insanlardaysa ishale sebep olan bu la streptokok grubu bakterilerdir. Streptokok, dır. Nekrotizan fasiit ilk olarak MÖ 5. yüzyılda bakteriyi kaza sonrası kapan genç bir kadında herhangi bir yara, kesik, yanık, böcek ısırığı Hipokrat tarafından tanımlanmıştır. XIX. yüz- uzuv kaybı bildirilmiştir. Salgıladığı toksinle- veya ameliyata bağlı olarak ciltte meyda- yılda bu hastalık kötü huylu ülser, gangrenli rin kan dolaşımına karışması hayati tehlike na gelen bir açıklıktan içeri girer. Stafilokok ülser veya fagedena (yiyip bitiren) hastalığı oluşturur. Bu bakteri bilinen antibiyotiklere bakterileri vücuda sıklıkla ciltten ve genital olarak adlandırılmıştır. ABD’de Konfederas- hayli dirençli olduğu için hastalığın tedavisi bölgeden girer. Kadınlarda vajinal tampon yon Ordusu’nda cerrah olan Joseph Jones bu de son derece güçtür. kullanımı en sık görülen stafilokok enfeksiyon hastalığı 1871 yılında tanımlayarak hastane sebeplerindendir. Et yiyen bakterilerin cilt altı gangreni demiştir. Bu hastalık, İngiltere’de Et yiyen bakterilerin yol açtığı enfeksiyon- bölgelere girmesinin ardından 7 gün içinde 1780 ve 1850 yılları arasında, orduda görev lar şeker hastalarında, bağışıklık sistemi baskı- bölgesel ısı artışı, kızarıklık, ağrı ve ateş başlar. yapanlar arasında en yaygın ölüm sebebi lanmış kişilerde, uyuşturucu kullananlarında Bakteriler cilt altı dokularda, kas kılıflarında olmuştur. Hastalık, kas kılıflarının (fasia) ölü- ve damar hastalığı olanlarda daha sık görülür. hızla çoğalmaya başlar. Kas kılıflarının içinde müne (nekroz) yol açtığı için ilk olarak 1952 Ancak et yiyen bakteriler her yaş grubundan çoğalan bakterilerin salgıladığı hyaluronidaz yılında nekrotizan fasiit olarak adlandırıldı. sağlıklı insanları da etkileyebilir. Bu bakteriler ve benzer yıkım enzimleri kas kılıflarını par- genellikle ciltte oluşan bir açıklıktan vücuda çalamaya başlar. Bu doku yıkımının etkisiyle o bölgede sıvı iltihap oluşur. Bir süre sonra ciltte yer yer koyuluklar ve su toplamış alan- lar görülür. Cilt altındaki damarların pıhtıyla tıkanması sonucunda cilt az beslenir ve bazı bölgelerde cilt ölmeye başlar. Hastalığın baş- lamasından 4-5 gün sonra cildin kan dolaşımı tamamen bozulur, cilt siyah bir renk alır, yani gangrenli bir bölge oluşur. Cilt altındaki sinir- ler de tahrip olduğu için hastalıklı bölgede hassasiyet kalmaz. Nekrotizan fasiitin ölümcül bir kompli- kasyonu olan toksik şok sendromunun 1989 yılında tanımlanmasıyla birlikte konu tekrar gündeme geldi. Cilt ve cilt altı dokuların yay- gın ölümüne bağlı olarak açığa çıkan zehirli moleküller dolaşıma girerek kişinin hayatını tehdit eden toksik şok sendromuna yol açar. Nekrotizan fasiitin sebebi ve oluş mekaniz- ması hakkında eldeki bilgilerin giderek art- masına rağmen, toksik şok sendromu hasta- larının ölüm oranının hâlâ % 75’ler mertebe- sinde olduğu bildirilmektedir. 86
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] Toksik Şok Sendromu Başta streptokoklar ve stafilokoklar olmak üzere et sonrası gelişir. Ancak genital bölgeden veya üst solunum Staphylococcus aureus yiyen bakteriler, ciltte veya cilt altı dokularda enfeksiyo- yollarından yayılan bakteriler de bu sendromu oluştu- na yol açtıktan sonra hızla yayılarak 72-96 saat içerisinde rabilir. Hastalıklı bölgede çoğalan Streptococcus pyoge- ölümcül bir tablo oluşturabilir. Cilt yaraları, yüksek ateş, nes ve Staphylococcus aureus bakterilerinin salgıladığı tansiyon düşüklüğü (hipotansiyon) ve organ yetmez- bazı zehirli moleküller vücutta bir dizi tepkime başlatır. liğiyle kendini gösteren bu tablo, toksik şok sendromu Stafilokokların salgıladığı toksik şok sendromu toksini-1 olarak bilinir. Et yiyen bakteriler binlerce yıldır hastalık (TSST-1) ve stafilokoksal enterotoksin A (SEA) kana karış- yapmasına rağmen, 1980’lerden sonra A grubu strepto- tığında çok şiddetli bir tepkimeye yol açar. Yabancı olarak kokların davranışı değişti ve daha saldırgan ve tehlikeli algılanan bu moleküllere karşı bağışıklık sistemi harekete bir hal aldı. Bakterinin davranışındaki değişikliğin teme- geçer ve abartılı cevap verir. Bunun sonucunda kandaki linde genetik unsurlar yatar. A grubu streptokokların en T-hücreleri aşırı miktarda çoğalmaya başlar. Streptokok- tehlikeli alt grupları olan M1 ve M3 türlerindeki genetik lar, hücre duvarında bulunan M proteini ile hastalık yapar. değişiklik ve bu değişikliklerin gen transferi yoluyla diğer Salgıladıkları streptokinaz ve proteaz enzimleri ile doku bakterilere aktarılması, bakterilerin saldırganlığını artırdı. yıkımını başlatırlar. Streptokokların salgıladığı ve vücut Bakterilerin mevcut ilaçlara direnç kazanması da hastalı- tarafından yabancı (antijen) olarak algılanan eritrojenik ğın görülme sıklığını artıran önemli bir etken oldu. Örne- toksin, streptolysin O ve eksotoksin B molekülleri, bağı- ğin stafilokok bakterileri üzerinde son derece güçlü etkisi şıklık sisteminin temel unsurla- olan metisilin adlı antibiyotiğe direnç gelişmesinin ardın- rından olan T-hücrelerinde TNF dan bu bakterilere bağlı ölümcül enfeksiyonların görül- (tümör öldürücü faktör) ve in- me sıklığı arttı. Metisiline dirençli stafilokoklar, özellikle terlökin üretimini artırır. Sitokin ameliyathanelerde ve yoğun bakım ünitelerinde tehlikeli olarak adlandırılan bu moleküller hastane enfeksiyonlarına yol açar. Et yiyen bakterilerin toksik şok sendromunun oluşu- geçirdikleri genetik değişime rağmen salgın hastalıklara munda önemli rol oynar. yol açmaması, kişiye bağlı unsurların da önemli olduğu- nu gösterdi. Yani bakteri ne kadar saldırgan olursa olsun, Mikrobun vücuda girdiği ve saldırdığı kişide bazı koşullar mevcut değilse hastalığı enfeksiyona yol açtığı bölgedeki başlatamaz. Kanında et yiyen bakterilerin yüzey protein- şikayetlerin ardından kişide ateş, lerine veya salgıladıkları bazı moleküllere (toksinlere) kar- nefes darlığı, şiddetli kas ağrıları, şı koruyucu antikorlar olan kişiler hastalığa yakalanmaz. kusma, bilinç bulanıklığı, kalp hızında artış (taşikardi) ve kan basıncında düşme (hipotansiyon) görülmesi, toksik Toksik şok sendromu genellikle, farklı yollarla vücuda şok sendromu tablosu oluştuğunu gösterir. Kan tetkik- giren et yiyen bakterilerin cilt altı dokularda, kas kılıfların- lerinde, kas yıkımının göstergesi olan kreatin kinaz artar, da tahribat yapmasının ardından, yani nekrotizan fasiit karaciğer enzimleri yükselmeye başlar, pıhtılaşmayı sağla- yan trombositlerin sayısı düşer, üre ve kreatinin düzeyleri Cilt artar. Tüm organların bozulmaya başladığı bu aşama ço- ğunlukla ölümle neticelenir. Et yiyen bakterilerin hastalığa Et yiyen bakterilerin yol açtığı kişilerin yaklaşık % 15’inde toksik şok sendromu etkilediği bölge görülebilir. Toksik şok sendromu % 80’e varan bir oranda (ciltaltı dokular ve kas kılıfı ölümle neticelenir. Bu nedenle toksik şok sendromunun erken teşhisi ve tedavisi hayati önem taşır. Tedavide en küçük bir gecikme bile ciddi sonuçlar doğurur. Teşhis ko- nulduğunda veya kişinin bu hastalığa yakalandığından sadece şüphe edildiğinde dahi damar yoluyla uygun an- tibiyotik tedavisine başlanması gerekir. Bağışıklık sistemini destekleyen immün globulin proteinlerinin damar yoluyla verilmesi de (IVIG) tedavinin bir parçasıdır. İlaç tedavisine ek olarak, ölü dokuların cerrahi olarak temizlenmesi (deb- ridman) ve uygun yara bakımı da hayli önemlidir. Rabia Alabay LKia, ySn. Ja.,kHlaur, D. L., Maina, E. K, Shinagawa, K., Omoe, Stevens, D. L., “Streptococcal toxic shock syndrome K., Nakane, A., “Superantigenic activity of toxic shock MaWsseoodncigciai,ntCeed., HSwa.yi,tıWh5na1n,escg.r,2oY7t.i1zS-i.n,2“8gT8fh,a2sec0di0iit0ais.g”,nAonsinsuoaflnReecvroietwizsinogf Kas syndrome toxin-1 is resistant to heating and digestive eSnayzıy3m, es.s”7,2Jo9u-7rn3a6l, 2of0A11p.plied Microbiology, Cilt 110, fsa. s1c0i1it-is1”0, C6,u2r0re0n5t. Opinion in Infectious Diseases, Sayı 18, 87
Gökyüzü Alp Akoğlu Jüpiter Neredesin? Venüs geçişi kadar ender olmasa da bu ay 22 Mayıs 2007’de Ankara’dan çekilen bu fotoğrafta 18 Haziran 2007’de Venüs örtülmesinden önce da ilginç bir gök olayı var. Başlıktan da an- Satürn Ay’ın arkasından çıkarken görülüyor. gündüz gökyüzünde Ay ve Venüs. laşılacağı gibi, Ay ve Jüpiter gökyüzünde buluşu- yor. Buluşmanın bir aşamasında yaklaşık bir saat tutulmalarının da sık olmayışının nedeni budur. Örtülmenin bitişi sırasında hava iyice aydın- süresince Jüpiter gözden kaybolacak. Çünkü Ay Eğer yörüngeler tam olarak aynı düzlemde ol- lanmış, Güneş doğmak üzere olacak. Bu nedenle onun önünden geçecek. saydı her ay bir Ay bir de Güneş tutulması olurdu. Jüpiter’in Ay’ın arkasından çıkışını görmek biraz daha zor olacak. Ama bu, Jüpiter’i gündüz gök- Bir cisim diğerinin önünden geçerken onu Jüpiter örtülmesinin ilginç yanlarından biri yüzünde görmek için bir fırsat. Eğer nereye ba- tamamen örtebiliyorsa bu olaya“örtme”deniyor. de örtülme başlangıcında uydularının birer birer kacağınızı tam olarak bilirseniz Jüpiter’i Güneş Bize görece çok yakın olduğundan örten cisim Ay’ın arkasında kaybolmasını, örtülme biterken gökyüzündeyken bile görebilirsiniz. Örtülme- genelde Ay olur. Ay ve gezegenler gökyüzünde yine birer birer belirmelerini izlemek. Özellik- nin ardından Ay’la olan yakınlığı sayesinde Jüpi- “tutulum çemberi” denen belli bir hat üzerinde le örtülmenin sonunda Jüpiter ve uyduları Ay’ın ter gündüz gökyüzünde görülebilir. Yine bir dür- bulunduğundan Ay-gezegen ya da gezegen-ge- karanlık tarafından çıkacakları için bunu izlemek bünle gözlem yaparsanız gezegeni çok daha ko- zegen yakınlaşmaları da sık olur. Daha ender ol- daha ilginç olacak. lay görebilirsiniz. Yalnız uydularını seçmek pek makla birlikte Ay gezegenleri örtebilir de. mümkün olmaz. Sırasıyla Europa, Io, Jüpiter, Ganymede ve Gezgenlerin, Ay’ın ve Güneş’in tutulum çem- Callisto Ay’ın arkasında birkaç dakika arayla kay- Jüpiter Ankara’da sabah saat 04:13’te kaybo- beri denen bant üzerinde dolanması yörünge- bolacak. Bundan yaklaşık bir saat sonra yine aynı lacak, 5:19’da belirecek. Zamanlar gözlem yeri- lerle ilgili. Bazı sapmalar olmakla birlikte geze- sırayla ama aralıklar biraz değişmiş olarak belire- nize göre birkaç dakika oynayacak. Örtülme za- genlerin ve Ay’ın yörüngeleri aynı düzlemdedir. cekler. manları ülkemizin güneyinde birkaç dakika daha Elinizde toplardan oluşan bir Güneş Sistemi mo- erken, kuzeyindeyse daha geç olacak. deli olduğunu hayal edin. Güneş’i temsil eden Bildiğiniz gibi, Jüpiter’in dört büyük uydusu topu masanın ortasına koyar, gezegenleri de var ve bunları basit bir dürbünle görmek müm- çevresine yerleştirip gezegenleri Güneş’in çevre- kün. Eğer bir dürbününüz varsa uyduların örtül- sinde dolandırırsak, hepsi aynı düzlemde (masa- mesini ve belirmesini izleyebilirsiniz. da) dolanmış olur. Gezegenlerin yörünge düzlemi mükemmel olsaydı örtülmeleri çok sık görürdük. Ne var ki yörüngeler birbirleriyle küçük açılar yapar. Bu nedenle gezegenler ve Ay sık sık yakın görün- seler de örtülmeler çok sık olmaz. Ay ve Güneş 17 Temmuz’daki Jüpiter örtülmesinin başlangıç ve bitiş anlarını gösteren çizimler. Örtülme biterken hava iyice aydınlanmış olacak. 88
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] KUZEY Zürafa 5 Temmuz Yer Güneş’e en uzak Kraliçe Vaşak noktada (151,2 km) 9 Temmuz Andromeda Venüs ile Aldebaran çok yakın görünümde Kutupyıldızı 15 Temmuz Ay Jüpiter’i örtecek Kral Küçük Ayı (04:13 - 05:19) 24 Temmuz Büyük Ayı Aslan Mars, Satürn, Ay ve Spika yakın görünümde Deneb 25 Temmuz Satürn ve Ay yakın Ejderha görünümde DOĞU Kanatlı At Kuğu Lir Vega Çoban Berenices’in BATI Saçı Yunus Herkül Kuzeytacı Arkturus Yılan Altair Başak Mars Yılancı Kartal Satürn Karga Kalkan Spika Oğlak Terazi Yay Antares Akrep 1 Temmuz 22.00 Erboğa 1 Temmuz 23:00 15 Temmuz 21.00 GÜNEY 15 Temmuz 22:00 31 Temmuz 20.00 31 Temmuz 21:00 Temmuz’da Gezegenler ve Ay Merkür, ufuktan pek yükselmese 9 Temmuz sabahı doğu ufku 15 Temmuz sabahı doğu ufku de ayın ilk günleri gözlenebilir. Gezegen ilerleyen günlerde ufka iyice Ülker Ülker yakınlaşacağından gözlem için uygun durumda olmayacak. Jüpiter Ay Venüs Jüpiter Geçtiğimiz ay Güneş’in önünden geçen (Ay’ın arkasında) Venüs artık sabah gökyüzünde. Giderek Aldebaran Aldebaran Güneş’ten uzaklaşan Venüs ay boyunca Güneş doğmadan önce doğu ufkunda sonra doğuyor. Jüpiter 15 Temmuz’da Ay Venüs Jüpiter’le birlikte görülecek. Gezegen ay tarafından örtülecek. sonuna doğru 3 saate kadar gözlenebilecek gözlenebileceği süre ay sonunda iki saate ve parlaklığının zirvesinde olacak. Satürn, akşam hava karardıktan sonra düşecek. güneybatı ufku üzerinde Mars’ın sol Mars, hava karardıktan sonra batı üstünde görülebilir. Mars ve Satürn ay Ay, 3 Temmuz’da dolunay, 11 yönünde yaklaşık iki saat süreyle boyunca birbirlerine yaklaşacak. Satürn’ün Temmuz’da sondördün, 19 Temmuz’da görülebilecek. Gezegeni sarı rengi yeniay, 26 Temmuz’da ilkdördün hallerinde sayesinde tanımak kolay. 24 Temmuz olacak. akşamı Ay, Satürn ve Spika ile yakın olacak. Gökyüzünün Venüs’ten sonraki en parlak gezegeni olan Jüpiter sabah gökyüzünde, Venüs’e yakın konumda. Gezegen, geceyarısından yaklaşık 3 saat 89
Bilim Tarihinden Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir İslam Dünyasında Optik İslam dünyasında yoğun araştırmaların yapıldığı alanlar- lamında başlangıçta sadece görme bilimi olarak kabul edi- dan biri de optiktir. İslam düşüncesinin rönesansını oluştu- len ve doğrudan görme, yansımayla görme ve kırılmayla ran ve yaklaşık iki yüzyıllık bir süreyi kapsayan çeviri etkinliği görme olmak üzere üç kısma ayrılan optiğin araştırma ala- sonucu Grek’ten aktarılan ilk optik bilgileri İslam dünyasın- nına, ilerleyen dönemlerde gökkuşağı ve halenin oluşumu, da büyük ilgi görmüş, bilim insanları ışığı fiziksel ve mate- rengin doğası ve karanlık oda gibi konular da eklenmiştir. matiksel yönleriyle irdelemiştir. Geleneksel yapılanma bağ- Bu yazıda sadece doğrudan görme konusu ele alınmıştır.. Doğrudan Görme “Görenle görülenin aynı düzlemde bulunduğu ve ara- Sühreverdî’ye göre ışıklar ışığından başka kendisi ışık larında herhangi bir ortamın olmadığı durumda gerçekle- kaynağı olan bir varlık yoktur. Eğer nesneler kendiliğinden şen görme” anlamına gelen doğrudan görme, İslam dün- ışıklı olabilseydi, onlar da ışıklı birer cevher olurdu. Hâlbuki yasında başlangıçta mistik ve metafizik yönleriyle irdelen- her tür ışık, gökyüzündeki Güneş, elementlerdeki ateş ve miş, ilerleyen dönemlerde matematiksel, deneysel ve fizik- hatta insan ruhundaki ilahi ışık da yine bu yüce ışıkla ay- sel olarak ele alınmıştır. dınlanmaktadır. A. Görmenin Mistik ve Metafizik Kavranışı B. Görmenin Matematiksel Kavranışı İslam dünyasında görme konusunun başlangıçta mis- İslam dünyasında, görmenin bu alanında iki farklı yak- tik bir konu olarak anlaşılması büyük ölçüde İşrâk (Aydın- laşım sergilenmiştir. Birinci yaklaşım görmeyi sağlayan ışık lanma) felsefesi bağlamında gerçekleşmiştir. Bu felse- kaynağının göz olduğunu, ikincisi ise nesne olduğunu sa- fenin kurucusu Şehabettîn Yahya İbn Habeş İbn Emirek vunmuştur. Sühreverdî’dir (549-587). Sühreverdî’nin düşüncesinde yer 1. Gözışın Kuramcıları alan işrâk sözcüğü, hakikatin doğrudan doğruya, aracısız Birinci yaklaşımın önemli temsilcisi Ebû Yûsuf Yakûb olarak zihne açılmasını belirtir ve sezgisel düşünce anlamı- İbn İshâk el-Kindî’dir (801-873). Özellikle 9. ve 11. yüzyıl- na gelir. Görmeyi de bu bakış açısıyla ele alan Sühreverdî, larda yoğunlaşan yoğun çeviri etkinliğinde görev aldığı Grek düşüncesinden devralınan mevcut görme kuramla- için, Grek düşüncesinde önemli bir düzeye ulaşmış olan rını reddederek yeni bir görme kuramı önerir. Ona göre, optik konusu Kindî’nin ilgisini çekmiş ve Eukleides’in (MÖ ışık apaçık bir şeydir ve bundan dolayı da tanımlanmasına 300’ler) optik kitabını Arapçaya çevirmiştir. Bu çevirinin et- gerek yoktur. Işık varlıktır, yokluğu ise yokluktur (karanlık- kisiyle Kindî, optik yaklaşımını Eukleides’in temel önerme- tır). Tüm gerçeklik ışık ve karanlığın derecelerinden oluşur. leri bağlamında oluşturmuştur. Dolayısıyla Kindî için de Mutlak hakikat ışıkların ışığıdır. Bütün evren bu ışığın de- görmeyi sağlayan ışığın kaynağı gözdür. Çünkü eğer ışın- ğişmeyen, her zaman aynı olan ve her yeri aydınlatan par- lar dışarıdan geliyor olsaydı, tıpkı kulak gibi, gözün de ha- laklık derecelerinin toplamıdır. Sadece aydınlatılmış nesne- reketsiz olması ve yalnızca bu ışınların alıcısı olması gerekir- nin görüntüsü olabilir. İnsan bu nesneyi gördüğünde, nefsi di. Oysa göz karanlığa etki etmektedir, dolayısıyla da ışınla- onu kaplar ve onun ışığı tarafından aydınlatılır. Nesne kar- rın gözden çıktığını kabul etmek gerekir. şısında nefsin bu aydınlanması görmedir. Görme geometrisi 90
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 [email protected] Kindî görmenin oluşumunu da Eukleides’in geçebilir, aktarılabilir. Bu durumda görmenin İbn el-Heysem deney yaparken düşünceleri bağlamında açıklamaya girişmiş oluşması için gözden çıkan ışınımın tek, homo- ve nesnenin biçiminin bir bütün olarak göze jen ve konik bir madde oluşturması gerekecek- 3. Yeni Nesneışın Kuramcıları girdiğini, dolayısıyla da, mekândaki konumu- tir. Bu ise olanaksız ve saçmadır. Çünkü böyle Görme konusunu deneysel olarak ve ge- nun algılanışıyla ilgisinin olmadığını düşün- kabul edildiğinde, çok küçük olmasına rağmen ometri aracılığıyla irdeleyen Ebû Ali el-Hasan müştür. Kindî benzer şekilde görmenin geo- gözden bütün evreni dolduracak kadar mad- İbn el-Hasan İbn el-Heysem’in (965-1039) doğ- metrik açıklamasını yaparken de geleneksel denin çıktığı, çok uzak yıldızlara kadar gittiği ve rudan görme konusuna katkısı olağanüstüdür. hale gelmiş olan görme konisi fikrine başvur- tekrar göze geri geldiği kabul edilmiş olmakta- Konuyla ilgili yazdığı Kitab el-Menâzır (Optik Ki- muştur. Buna göre, görme gözden çıkan ve dır. Üstelik bu süreç, gözlerin açıldığı her sefer tabı) adlı çalışması 17. yüzyıla kadar Doğu’da nesneye uzanan ışık ışınlarının oluşturduğu tekrarlanacaktır. Bu ise olanaksızdır. Dolayısıy- ve Batı’da tek başvuru kaynağı olmuştur. koniyle oluşur. Koni düşüncesi, görmenin ge- la İbn Sînâ’ya göre, görme dıştan gelen etkiyle, İbn el-Heysem, ışığın kaynağı ve görmenin ometri aracılığıyla açıklanmasına olanak tanı- gözde, bir aynadakine benzer bir görüntünün oluşumu konularını Kitâb el-Menâzır’ın ilk üç mıştır ve bu bakımdan Kindî İslam dünyasın- oluşması yoluyla olur. Göz burada bir aynanın kitabında işlemiştir. Burada öncelikle Gözışın da konuyu bu ölçüde inceleyen ilk bilim insa- oynadığı rolü oynar. Dış nesnenin görüntüsü Kuramı’na karşı çıkarak, ışığın nesneden geldi- nı olmuştur. bu aynada, yani gözde meydana gelince, gör- ği varsayımından hareket eder. Bunun için gör- me algısı doğar. menin hem fiziksel hem de nesneden göze ge- 2. Nesneışın Kuramcıları len ışınlar aracılığıyla, matematiksel yorumunu Görmeyi sağlayan ışıkların kaynağının nes- Ayrıca İbn Sînâ bu görüşünü özel matema- yapar. İncelemesine başlarken öncelikle gör- ne olduğunu savunan yaklaşımın ilk temsilci- tiksel bir yaklaşımla ele almış ve görme koni- me ışınları hakkında bir tartışma gerçekleştirir: leri Fârâbî (872-950) ve Râzî’dir (öl. 925). Râzî’ye si hususuna da bu münasebetle değinmiş, ya- “Işığın gözden çıktığını varsayanlara göre, göre, görme gözden çıkan ışık ışınlarıyla oluş- kındaki nesnelerin daha büyük, uzaktaki nes- ışık gözden çıkar ve saydam ortamdan geçerek maz. Çünkü gözbebeği gereksinim duyduğu nelerin ise daha küçük görünmesini geomet- görüntüye neden olan nesneye gider ve gör- ışığın miktarına göre küçülüp büyümektedir. ri aracılığıyla açıklamaya çalışmıştır. Ona göre, me bu ışınlar yoluyla olur. (.....) Ben bu ışınların Öyleyse göze ışık dışarıdan gelmektedir. daha uzaktaki nesnenin daha küçük görünme- göze bir şey getirip getirmediğini sorgulamak Türk düşünce tarihinin öncülerinden olan sinin nedeni, ayna olan gözdeki sıvının küresel isterim. Eğer görme sadece bu yolla oluyorsa Fârâbî ise ışığın kaynağı meselesinde kararsız olması ve küresel olanın da merkeze eşit uzak- ve göze bir şey geri gelmiyorsa, göz göremez. kalmışa benziyor. Çünkü ışık ve görme konu- lıkta bulunmasıdır. Bu nedenle uzaklaşan nes- Eğer nesneden göze ışık aracılığıyla renk ve sundaki düşüncelerini öğrenebildiğimiz İlimle- ne daha küçük bir yay ile görüneceğinden, gö- ışın gelmezse, göz o nesneyi algılayamaz. Bu rin Sayımı ve Erdemli Kent Ahalisinin Düşüncele- rüntüsü de daha küçük bir alana düşecek ve nedenle, bütün olasılıklar göz önüne alındığın- ri adlı kitaplarında iki farklı yaklaşım sergilemiş- dolayısıyla da uzaktaki bir nesne yakındakin- da, gözden ışık çıksa da, çıkmasa da, göze bakı- tir. Birinci yaklaşımını İlimlerin Sayımı’nda şöyle den daha küçük görünecektir. lan nesneden bir şeyler geri gelmezse, görme ortaya koymuştur: “Bakılan ve görülen her şey, olayı gerçekleşemez.” gözden çıkıp havadan yahut gözlerimiz ile ba- B E Bu alıntıda, İbn el-Heysem’in açıkça, ışık kılan şey arasında bulunan saydam cisimden L kaynağı ne olursa olsun, göze dışarıdan ışık ve geçip o şeye varan ışıkla görülür.” Buna karşı- H renk gelmediği sürece görmenin olamayaca- lık, Erdemli Kent Ahalisinin Düşünceleri adlı ya- T ğını belirttiği anlaşılmaktadır. Çünkü dışarıdan pıtında ise bundan çok farklı bir bakış açısı ser- göze bir şeyler gelmiyorsa, görme olmaz. Eğer gilemektedir: hK gözden çıktığı kabul edilen ışınlar nesneye gi- “Görme denilen şey, muayyen bir madde- R dip ondan bir şeyler alıp göze geri geliyorsa, o nin içinde bulunan öyle bir kuvvet ve heyet- zaman da ışının nesneden çıktığını kabul et- tir ki, görmeden önce de, onda potansiyel bir AC mek daha akıllıca olacaktır. İbn el-Heysem, bu görme vardır. Gözdeki görme kuvvetinin cev- durumu yukarıdaki alıntının devamında “Işık herinde, bilfiil görünme yeteneği yoktur. Ha- Görme geometrisi gözde belirli bir etki yapmaktadır”şeklinde be- kikat halde gözü ve renkleri aydınlatan Güneş ışığıdır. Bu suretle göz, ancak Güneş’ten aldığı Bunun dışında İbn Sînâ, Güneş ışığına ve ışıkla bilfiil görür. Renkler de, yine bu suretle, ateş kökenli ışığa ayrı bir statü tanımakta ve ancak o ışıkla bilfiil görünürler.” ışık kaynağının saçtığı ışıkla, aydınlatılmış nes- Bu ifadeler açıkça Fârâbî’nin ışık kaynağı nenin yaydığı ışık arasında ayrım yapmakta- olarak nesneyi gördüğünü ve gözün de ancak dır. Aslında bu ayrım İslam dünyasında ışık ko- nesneden yayılan bu ışıkla algılayabildiğini sa- nusuna yapılan katkılardan biri olması bakım- vunduğunu göstermektedir. dan önemlidir. Bu bakımdan İbn Sînâ’nın kat- Gözışın Kuramı’na karşı Râzî ve Fârâbî’nin kısı üzerinde ayrıca durmak gerekir. Çünkü İbn başlattığı bu karşı çıkış, İbn Sînâ (980-1037) ta- Sînâ kendinden ışıklı nesneler için mudî ve bir rafından yetkin hale ulaştırılmıştır. İbn Sînâ’ya ışık kaynağı tarafından aydınlatılmış olanlar göre, eğer görme, gözden çıkan ışınların nes- için de mustanîr terimlerini kullanmıştır. Bunla- neye ulaşmasıyla oluşuyorsa, gözden çıkan bu ra karşılık olmak üzere de mudînin yaydığı ışık ışınımın maddesel olması gerekir; çünkü du- için dav (ziya), bunun nesnelerde yarattığı ışık yarlılık gücü ancak madde aracılığıyla bir yere için de nur kelimesini kullanmıştır. Bu ayrım çe- viri yoluyla Batı’ya geçmiş ve 13. yüzyıldan iti- baren, bu ayrıma karşılık olmak üzere “lux” ve “lümen” sözcükleri yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, bu ayrım Kepler zamanına, yani 17. yüzyıla kadar devam etmiştir. 91
Bilim Tarihinden Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir Arka oda sıvısıca biri kırılmaksızın gözün tabakalarının say- Arka oda sıvısıdamlığı aracılığıyla geçer; geriye kalan bütün Kitâb el-Menâzır’ın Latince baskısında ve Arapça özgün leri acır ve Güneş ışığı tarafından rahatsız edi- noktaların formları gözün yüzeyine düştükle- nüshasında yer alan göz çizimleri lir. Benzer şekilde bir kimse Güneş ışığı tarafın- ri noktalardan kırılır. Sonuç olarak göz tek bir dan aydınlatılmış parlak bir aynaya baktığında, dik ışının alıcısı konumundadır. Aynı zaman- lirtmektedir. Böylece ışığın nesneden geldiğini gözleri aynadan yansıyan ışıktan rahatsız ola- da nesneden gelen ışınların toplamı da bir ko- ve görmeye de bu ışığın neden olduğunu be- cak, acı duyacak ve aynanın karşısında gözleri- ni oluşturur. Ancak bu koninin tabanı nesne- lirleyen İbn el-Heysem, Gözışın Kuramı’na son ni açamayacaktır.” de, tepesi ise gözdedir (şekildeki ABC). Bu ışın- verecek kanıtını ileri sürer: lar nesneden çıktıkları düzene koşut olarak göz İbn el-Heysem’in bu açıklamasının temeli- merceği üzerine düşer, bunlar içerisinde kırıl- “Şimdi, ışığın gözden çıktığını savunanla- nin acının doğasına dayanmakta olduğu açık- maksızın geçen tek bir dik ışın vardır; görme- rın görüşünü göz önüne alalım ve bu görüşten ça anlaşılmaktadır. Aslında bu çok özgün bir yi oluşturan da budur. neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu göste- yaklaşımdır. Çünkü burada dayanılan temel relim. Bu demektir ki, (yani Gözışın Kuramı’na varsayım, acı, acının doğası ve göz arasındaki İbn el-Heysem’in özellikle “korneanın her göre) görme gözden nesneye bir yayılımın ilişkide saklıdır. Eğer acı bir dış etkenden kay- noktasının yalnızca tek bir dik ışının alıcısı ko- gitmesiyle oluşmaktadır. Eğer böyleyse, o za- naklanıyorsa, o zaman ışığın kaynağı problemi numunda olduğunu”belirlemesi, modern gör- man da bu yayılım ya maddeseldir, ya da değil. de kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Çünkü me anlayışı öncesinde konuya getirilmiş en iyi Eğer maddeselse ki maddesel olmalıdır; çün- eğer acı ancak bir dış etkenin sonucu olarak or- yorum olması bakımından değerlidir. Çünkü kü gökyüzüne baktığımızda yıldızları görmek- taya çıkıyorsa, o zaman göze acı veren ışık göz- bu anlayışa göre, görsel nesnenin üzerindeki teyiz; bu durumda yer ile gök arasındaki ala- den çıkıyor olamaz. Öyleyse görsel süreçte gö- her bir noktadan gözün kornea tabakasında- nı bu yayılım dolduruyor ve göz de bu süreçte zün bir dış etkinin alıcısı olduğu açıktır. Böylece ki her bir noktaya pek çok ışın ya da görsel ve- kendisinden hiçbir şey kaybetmiyor demektir Gözışın Kuramı’nın yanlışlığını göstermeye yö- ri gönderilmektedir. Ancak gözlemcinin bakış ki, bu açıkça olanaksız ve saçmadır. Bu neden- nelik ilk ve önemli kanıtını elde etmiş olan İbn açısına göre, bunlar içerisinde her noktadan le görme, gözden bakılan nesneye maddesel el-Heysem, bu algı öncesi duruma bağlı olarak yalnızca bir ışın dik olarak gelmektedir. Böyle- bir yayılımın geçmesiyle oluşmaz. Fakat eğer, oluşturduğu karşı varsayımını, algı sonrası bir ce bu nesnenin değişik noktalarından göze ge- bu yayılım maddesel olmayan bir yayılım ise, durumla da desteklemektedir. Şöyle ki: len dik ışınların tümü bir koni oluşturmaktadır. o zaman da algılama olmaz; çünkü algı yalnız- Görme de bu koni aracılığıyla oluşur. ca maddesel nesnelere aittir. Bu nedenle gör- “Bir kimse Güneş tarafından aydınlatılan saf sel nesneyi algılayabilmek için gözden hiçbir beyaz bir cisme uzun süre bakıp da, daha son- İbn el-Heysem aynı zamanda görmenin şey yayılmaz.” ra bakışını daha az aydınlık bir yere çevirdiğin- oluşumunda söz konusu olan görme mekaniz- de, kendisiyle nesneler arasında sanki bir per- masının temelinde yatan ilkeleri de belirlemiş- Böylece ışığın gözden çıkmadığını kanıt- de varmış gibi, onları doğru bir biçimde algıla- tir. Bu ilkeler şunlardır: layan İbn el-Heysem, haklı olarak, nesneden yamayacaktır. Bu etki tedricen azalacak ve gör- çıktığını kanıtlamaya girişir. Bunun için, bir di- me normal durumuna geri gelecektir. Benzer 1. Işık ışıklı nesnelerden, o nesnedeki her zi ayrıntılı deney düzenler ve bunlara dayana- şekilde kuvvetli bir ateşe uzun süre bakıp, da- noktadan karşısındaki bütün yönlere doğru, rak açıklamalar yapar. Buradaki temel daya- ha sonra bakış karanlık ya da daha az aydınlık doğrusal olarak yayılır. nak, doğrudan ışık kaynağına ya da çok par- bir yere çevrildiğinde de, görmede aynı şey or- lak bir nesne tarafından yansıtılan ışığa bakan taya çıkacaktır.” A Nesne B bir kimsenin gözünün kamaşması ve duyduğu acıdır. Kitâb el-Menâzır’ın bu konuyla ilgili bölü- Burada açığa çıkan şudur: Işık kaynağı ne Göz merceği münde şu tartışmaya yer verilmiştir: olursa olsun, görme sürecinde gözün bir dış etkinin alıcısı olduğu açıktır. Bu durum sadece C “Gözün son derece güçlü bir ışığa baktı- ışıkla da sınırlı değildir. Uzun süre saf bir renge ğında, zarar görüp acı duyduğunu belirledik. -yeşil, beyaz vb.- bakıldığında da aynı sonuç or- İbn el-Heysem’e göre görmenin geometrik açıklaması Çünkü bir gözlemci Güneş’e baktığında, doğ- taya çıkar. Öyleyse ışık gözde belirli bir etki bı- rudan doğruya bakamaz; bakar bakmaz göz- rakmaktadır. İbn el-Heysem görmenin nasıl oluştuğunu da ayrıntılı olarak incelemiştir. Ona göre ışıklı bir nesnenin yüzeyindeki her noktadan, o nok- taya çizilebilen her çizgi boyunca ışık ve renk yayılır. Bu yaklaşımın yarattığı bir güçlük vardır: Eğer nesne üzerindeki her nokta, her yöne ışık (ve renk) gönderiyorsa, o zaman pek çok renk- ten oluşan bir nesnenin görüntüsü nasıl net olarak algılanacaktır? Başka bir deyişle, niçin gözdeki görüntü karışmıyor da net olarak al- gılanabiliyor? İbn el-Heysem bu soruna kırılma aracılığıyla bir çözüm üretmiştir. Ona göre, ışık ışınları iki ortama dik olarak düştüklerinde kı- rılmaz, bu nitelik saydam tabakalardan oluşan göz için de geçerlidir. Yani görsel alandaki bü- tün noktalardan göze gelen ışınlardan yalnız- 92
<<< Bilim ve Teknik Temmuz 2012 2. Işık bu tür nesnelerin özüne ait bir özellik- 1. Kendinden ışıklı her nesnenin ışığı, eğer 1. Göz ile nesne arasında belirli bir mesafe tir. Bu nesnelere birincil ışık kaynakları ve bun- aralarında opak bir nesne yoksa karşısında olmazsa, algı olmaz. lardan yayılan ışığa da birincil ışık adı verilir. bulunan her bir opak nesnenin üzerinde par- lar (yayılır). 2. Nesneler ışıklı olmadıkça ya da ışıklandı- 3. Görme nesnelerden gelen ışık ve renk et- rılmadıkça algılanamazlar. kisiyle oluşur. 2. Işıkların yayılımı, ortamın saydam olma- sı koşuluyla, doğrusal çizgilerde olur. 3. Algılanmanın diğer bir koşulu da mikta- Bu kuram gerçekten olağanüstü etkili ol- ra sahip olmaktır. Miktarı olmayan şey algılana- muş, İbn el-Heysem Doğu’da ve Batı’da 17. 3. Kendinden ışıklı nesneden yayılan ışık maz. Miktarın algılanması da algılayan gözün yüzyıla kadar tam anlamıyla otorite haline gel- ondaki her bir parçadan yayılır. Nesnenin tü- algı kuvvetine bağlı olarak değişir. miştir. Onun etkisinin çok açık olarak görül- münden yayılan ışık bir kısmından yayılan düğü bilim adamları Doğu’da Kemâlüddîn el- ışıktan, benzer şekilde büyük parçadan yayı- Güneş Fârisî, Mirim Çelebi ve Takîyüddîn, Batı’da ise lan ışık küçük parçadan yayılan ışıktan daha CA Roger Bacon, Pecham, Witelo, Mourolico, del- kuvvetlidir. la Porta, Kepler ve Descartes’tır. B 4. Güneş’in ışığı ufka yakınken zayıf, yere İslam dünyasında Nesneışın Kuramı’nı dikey konuma geldiğinde ise güçlü olur. Delik savunan bir diğer bilim ve düşün insanı da Ebû Velid Muhammed İbn Ahmed İbn Mu- 5. İkincil ışıklar, birincil ışık kaynağı olan H RD hammed İbn Rüşd’dür (1126-1198). İbn nesnelerin ışıklarından kaynaklanır. Rüşd ilk kez görsel ruhtan söz etmekte ve TH Aristoteles’in kalpte bulunduğunu ileri sür- 6. Bütün ışıkların doğası tektir. Y Duvar düğü ortak duyuyu retinanın arkasına yer- 7. Yansıyan ışıklar da doğrusal çizgiler bo- leştirmektedir. Aynı zamanda atomcuların yunca yayılır. Kemâlüddîn el-Fârisî’ye göre ışığın koni şeklinde yayılımı ve Platon’un görme kuramlarını kabul edile- 8. Saydam renkli nesnelere nüfuz eden mez bulmakta, İslam dünyasında etkin olan ışıklar, bu nesnelerin içinde doğrusal çizgiler- 4. Opak nesneler görülür, salt saydam olan- Eukleides’in Gözışın Kuramı’nı da şu haklı ge- de yol alır. lar ise görünmezler. rekçelerle reddetmektedir: 9. Kendisi ışık kaynağı olmayan nesnelerin renkleri, onlardan yansıyan ışıkla açığa çıkar, 5. Parlak renkli nesneler diğerlerine göre l Bu kuram ışınların gözden çıktı- renklerin sureti daima ışıkların suretine bağ- daha kolay ve çabuk görülür. ğını savunduğundan, doğal olarak, karanlıkta lıdır, ışıklar rengin suretini de taşır. görmenin olanaklı olacağını da kabul etmiş ol- 10. Renkler üzerlerine düşen ışıkla algıla- Sıralanan bu maddelerin dikkat çeken ilk maktadır. Oysa gerçekte böyle bir şey söz ko- nabilir, daima karışmış oldukları ışıkla birlik- yönü, hemen hemen tamamının, aynı zaman- nusu değildir. te yayılırlar ve yayılım da doğrusal çizgiler- da görmede söz konusu olan perspektif kural- de olur. larını da tanımlamakta olmasıdır. l Eğer nesneleri algılamak için ruh Kemâlüddîn el-Fârisî, burada ışık ışınla- dışarı bir şeyler yayıyorsa, o zaman gerçeğin rının yayılımı konusunu da ele almış ve ışı- tersine, uzak veya yakın bütün nesneler aynı ğın yayılım biçiminin koni şeklinde olduğu- netlikte görülmelidir. Oysa bu gerçek değildir. nu ileri sürmüştür. Diğer taraftan, ışıkla gör- me arasındaki ilişkiyi irdelerken de nesne- l Eğer gözden çıkan ışın maddesel den ışık gelmediği ya da nesne üzerine ışık ise uzak nesnelere ulaşması için zamana ge- düşmediği sürece, nesnenin gözle algılana- reksinimi olacaktır. Oysa görme bir anda ol- mayacağını belirtmiştir. Görmenin oluşumu maktadır. ve sağlıklı bir görme için gerekli olan koşul- ların neler olması gerektiği konusuna da de- İbn Rüşd’ün bu itirazları bütünüyle doğ- ğinen Kemâlüddîn el-Fârisî, algılama duru- rudur. munda algılananın tam ve doğru bir biçimde anlamlandırılması ve herhangi bir algı (gör- Görme optiğinde elde edilen bu başarıyı me) kusurunun oluşmaması için şu koşulla- sürdürenlerden biri de Kemâlüddîn Ebû el- rın bir arada bulunması gerektiğini ileri sür- Hasan Muhammed İbn el-Hasan el-Fârisî’dir mektedir: (öl. 1320). Kemâlüddîn el-Fârisî optik konu- sunda İbn el-Heysem’in Kitâb el-Menâzır’ı LFKâianryâdnbbaîe,krİlgha,sraDe. lC-U.,l“ûAml K, Çinedvîi’rseCnr:iAtiq. Aueteoşf, MEB, 1989. CTToaokpğîrdyaeüfmydadirîF,naHkb.ü.GMlte.,as“irİûDbfne”r,egAli-snHi,k,aeCyraisletÜm3n8’ii,nvSeOaryspiıtte1isk-i2DA, 1irl9avş9et8ırT.maraihları”, üzerine Tenkih el-Menâzır başlıklı ayrıntılı bir Eukleides’ yorum kaleme almıştır. Optiğin Düzeltilmesi LMLUTiihnnniediddvodbberlereeysrrAoiggtfgy,, eDDVos,i..fsUCCCion..h,,niT“i”vc,TheaIhsregisoeosir,t,SiyC1ecis9oiel7oftnf6C6cV.e2h,iois1cfiao9Ogn7po1ft,.ri1ocsm9”7,8AS.cl-ieKnicnediintothKeepler, anlamına gelen bu çalışmasında Kemâlüddîn Nasr, S. H., “Şihabeddin Suhreverdi Maktul”, BTAAoidrlpimlmıdaKevğmieataniFbrıe,,ıl”HCs,eA.ifleG.tÜM4.,.0“İe,lKta1ineh9mli9ey9raâi.t,lüCFdaidlktîü1nl,teeSlsa-iFyDıâr1eir,sg1îi9vsi9e,2NT.eenckaithi Öel-nMerenâzır el-Fârisî açıkça ışık kaynağı olarak nesneyi ka- Topdemir, H. G., “Kemâlüddîn el-Fârisî’nin Optik Çalışmaları bul etmiştir. Ona göre göz, kendinden ışık- Çeviren: M. Alper Tuğsuz, İslam Düşüncesi Tarihi, KTÜoiztpeardpielnamerıBi,r2,irH0D0.7eG.ğ.e,rIlşeığnıdnirÖmyke”ü, sNüü, sThÜa,BSİaTyAı 6K,,APnopkaürlaer2B0i0li2m. lı ya da ışıklandırılmış bir nesneden ışık gel- Ed. M. M. Şerif, mediği sürece hiçbir şeyi algılayamaz. Aynı Türkçe baskının editörü: M. Armağan, Cilt 1, zamanda öncekiler gibi, nesneleri ışık kay- İnsan yayınları, 1990. Topdemir, H. G., İbn el-Heysem ve Yeni Optik, Lotus, nağı (mudî) ve ışıklandırılmış (münîr) olanlar TSüohprdeevmeridr,î,HN.uGr.,H“eIşyıkğeınlleYria,yMılıEmBı,n1ın98N6i.teliği Konusunda Ankara, 2008. olmak üzere ikiye ayırmış, ışığın yayılımını fi- TAotaptdüermk Kirü, Hltü. rGM., Merkoedzeir,nAOnpktairğain, 2K0u0r2u. cusu İbn el-Heysem, ziksel ve geometrik açıdan irdelerken de bazı Üç Önemli Adım İbn el-Heysem, Kemâlüddîn el-Fârisî, varsayımlar geliştirmiştir: 93
Zekâ Oyunları Şampiyona A ve B takımları kendi aralarında bir seri maç yapacak ve arka arkaya 2 maç kazanan şampiyon olacaktır. B takımının şampiyona boyunca en fazla 3 maç kazanabileceği ve hiçbir maçın berabere bitmeyeceği söylenirse, şampiyonluk olasılığı kaçtır? Renkli Toplar Üçgenli Desen Üç Parça Altı farklı renkte toplar var. Her şekil için Dokuz noktalı bir tabloda iki üçgen çizerek Yukarıdaki şekli üç eşit parçaya bölünüz. aynı sayıda top kullanarak, 1 eşkenar üçgen, bir desen oluşturacaksınız. 1 kare ve 1 düzgün altıgen oluşturacaksınız. Parçalar döndürülebilir, ancak • Üçgenlerin köşeleri siyah noktalar olacak. ters çevirilemez. Her şeklin: • Üçgenler birbirleriyle kesişmeyecek • Kenarlarında eşit sayıda top bulunacak. ve köşelerinden dahi olsa birbirlerine Parça Birleştir • Köşelerinde bir top bulunacak. temas etmeyecek. • Altı rengin hepsinden eşit sayıda Bunlara göre kaç farklı desen oluşturulabilir? Aşağıdaki şekillerin üstte olanında görülen top bulunacak. 7 parçayı uygun biçimde yerleştirerek altındaki tabloyu elde ediniz. Bu işlem en az sayıda top kullanarak nasıl yapılır? Parçalar döndürülebilir, ancak ters çevrilemez. Yirmi Beş Top Görünüşleri aynı, ama ağırlıkları farklı olan ve 1’den 25’e kadar numaralandırılmış yirmi beş topu iki kefeli bir denge terazisinde tartarak en ağır üçüncü topu bulmak istiyorsunuz. Bu işi başarıyla gerçekleştirmek için en az kaç tartı işlemi gerekir? Not: Notlar: Her kefeye sadece birer top koyulabilir • Simetrik desenler toplama ve toplar herhangi bir ağırlıkla değil sadece ayrı ayrı dahil edilecek. birbirleriyle tartılabilir. • Şekilde boş bir tablo ve üç örnek desen görülüyor. Beş Top ? Aynı görünüşteki beş topun ağırlıkları ABCD 1, 2, 3, 4 ve 5 gramdır. Tek kefeli elektronik bir tartıda, her defasında 3 top tartmak Soru İşareti koşuluyla, bu topların ağırlıklarını bulmak istiyorsunuz. Soru işaretinin yerine yukarıdaki şekillerden hangisi gelecek? Bütün topların ağırlıklarını kesin olarak bulmak için en az kaç tartı işlemi yapmanız gerekir? 94
Bilim ve Teknik Temmuz 2012 Emrehan Halıcı YZ A BC Şifre 0 V 28 29 1 2 3 Ç 91 Aynı kurala göre şifrelenen çiçek isimleri soldaki 82 Ü 27 4D tabloda verilmiştir. Bu tablodan yararlanarak ve aynı kuralı uygulayarak son çiçek ismini şifreleyiniz. 73 U 26 5E 64 Rakam Zinciri 5 25 6 Sağ üstte görülen rakamların arasına bir çarpı işareti Örnek: T 24 AÇELYA BDHRKZ 7F koyarak ve zinciri uygun bir yerden kopararak öyle bir ORKİDE THEÜNI 8G çarpma işlemi oluşturunuz ki, (saat yönünde) elde 0 23 REYHAN ĞVDĞIO edilecek sonuçtaki rakamların hiçbiri bir kereden 91 fazla kullanılmamış olsun. Çarpma işlemindeki 82 S 22 SÜMBÜL GÖJOYİ 9 sayılardan ikisi de 1’den büyük olacak. x R 21 ZAMBAK ? 10 H Örnekteki çarpma işlemi sonucunda (67x89.012.345=5.963.827.115) 73 20 11 bir kereden fazla kullanılan rakamlar olduğu için 64 cevap doğru değil. 5 P 19 12 I 67 x 89.012.345 Ö 18 16 15 13 O 17 M L 14 J N K Geçen Sayının Çözümleri On Rakamlı Sayı 2.495.671.308 (oluşturulan sayılar 47.931 ve 52.068) Kalansız Bölüm Fark 47.931 47.931 104.691.357 _x ______5_2__.0_6_8_ _ 4 40 8 24 Bu çözümü veren iki durum var. _+______5_2_._0_6_8_ 20 10 2 12 Birincisi 1.098.765.432 ve takip 5 30 6 36 eden 1.203.456.789 sayıları. İkincisi 2.495.671.308 99.999 35 1 18 9 ise 8.796.543.210 ve takip eden 7 21 3 27 8.901.234.567 sayıları. Soru İşaretleri Her iki durumda da sayılar arasındaki A, B, C harflerinin 1, 2, 3, 2, 1, ... kere kullanılmasına dayanan fark 104.691.357’dir. bu dizi sol üst köşede başlıyor ve her sırada kıvrılarak sağ alt köşede tamamlanıyor. Zar Oyunu A B B C C Yarım Altıgen Oyunu sizin kazanma olasılığınız 763 / 2048’dir. Sizin kazanmanızla sonuçlanan oyunlarda son üç zarda çift sayı CBAAC gelmiş, varsa bir önceki zarda da tek sayı gelmiş olmalıdır. Ayrıca son üç zardan önceki zarlarda üç tek veya üç çift arka CAAAB arkaya gelmemiş olmalı ve en fazla iki kez çift sayı gelmiş olmalıdır. Bu şartları sağlayan durumlar ve olasılıkları aşağıdadır. BAACB Soru işareti herhangi bir sayıyı ifade eder. ÇÇÇ -> 1/8 BB C C A TÇÇÇ -> 1/16 ?TÇÇÇ -> 1/16 (2) (3) (4) ??TÇÇÇ -> 3/64 (İlk iki zar TÇ, ÇÇ veya ÇT) ???TÇÇÇ -> 5/128 (İlk üç zar TÇÇ, ÇTÇ, ÇÇT, TÇT veya TTÇ) Kibritler Karedeki Kareler ????TÇÇÇ -> 3/128 (İlk dört zar TTÇT, TTÇÇ, TÇTÇ, TÇÇT, ÇTTÇ veya ÇTÇT) ?????TÇÇÇ -> 5/512 (İlk beş zar ÇTTÇT, TÇTÇT, TÇTTÇ, TTÇÇT veya TTÇTÇ) En az 9 kareye bölünebilir. ??????TÇÇÇ -> 3/1024 (İlk altı zar TÇTTÇT, TTÇTÇT veya TTÇTTÇ) ???????TÇÇÇ -> 1/2048 (İlk yedi zar TTÇTTÇT) Daire İçinde Daireler 1/8+1/16+1/16+3/64+5/128+3/128+5/512+3/1024+1/2048=763/2048 Üç adet birim dairenin |AB| = 2 / √3 Üç Sayı sığabileceği en küçük A |BC| = 1 453 906 2718 dairenin yarıçapı B |AC| = 1 + 2 / √3 = (3 + 2√3) / 3 (3 + 2√3) / 3 birimdir. C 95
TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisine Gönderilen Yazı ve Görsellerin Sahip Olması Gereken Özellikler 1. TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisi popüler bilim ya- Alp, S., Hitit Güneşi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2002. zıları yayımlayan bir dergidir. Bu nedenle dergimizde yayımlanan yazılar genel okuyucu tarafından anlaşıla- Şeker, A., Tokuç, G., Vitrinel, A., Öktem, S. ve Cömert, S., bilecek düzeyde, net, yalın ve teknik olmayan bir Türk- “Menenjitli Vakalarda Beyin Omurilik Sıvısındaki Enzimatik çe ile yazılmış olmalıdır. Yazılar, başlık, sunuş, ana me- Değişimler”, Çocuk Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, s. 56-62, 1 Mart 2008. tin, alt başlıklar, çerçeve metinleri ve görsel malzeme- lerden oluşmaktadır. Soylu, U. ve Göçer, M., “Göller Bölgesi Sulak Alanlar Du- rum Değerlendirmesi,” Göller Bölgesi Çalıştayı, 8–10 Aralık Başlık: Konuyu en iyi ifade edebilecek nitelikte, kı- 1995. sa ve ilgi çekici olmalıdır. http://www.news.wisc.edu/16250 Sunuş: Yazının sunuşu başlığın hemen altında yer alır ve konunun önemini, yazının ilginç yanlarını oku- Anahtar kavramlar: Konuyla ilgili en çok beş adet yucuda merak uyandıracak biçimde anlatan birkaç kı- kısa açıklamalı anahtar kavram verilmelidir. sa cümleden oluşur. Bu kısım sayfa düzeninde farklı bir yazı karakteriyle, ana metinden ayrı biçimde baş- Görsel malzemeler: Yazıda ele alınan düşünceyi lığın altında yer alacaktır. destekleyici ve açıklayıcı fotoğraf, çizim, grafik gibi su- nuşu zenginleştirici öğelerdir. Görsel malzemeler ya- Ana metin: Ele alınan konunun, savunulan düşün- yın tekniğine uygun kalitede, yeterli büyüklük ve çö- cenin ve ilgili olayların örneklerle açıklandığı bölüm- zünürlükte (baskı boyutunda en az 300 dpi) olmalı- dür. Yazılar yapılan bir araştırmayı tanıtmaya yönelik dır. Açıklama gerektiren görsellerin alt ve iç yazıları ve olabilir. Ancak bu gibi durumlarda dahi dergimizin bir görselin kaynağı yazı metninin altında mutlaka veril- popüler bilim yayın organı olduğu göz önüne alına- melidir. Yazarın temin ettiği görsel malzemelerin telif rak, yazının önemli bir kısmının konuyu çok genel hat- hakkı sorumluluğu yazara aittir. Yazar gerekli izinleri ları, temel bilgileri ve kısa bir gelişim tarihçesiyle oku- almakla yükümlüdür. ra tanıtması gerekmektedir. Burada teknik terimlerin ve temel kavramların net bir şekilde açıklanması bek- 2. Yazı .txt ya da .doc formatında, elektronik ortam- lenmektedir. Yazının geri kalan kısmında araştırmaya da [email protected] adresine iletilmelidir. Seçi- özel hususlardan ve araştırmanın genel katkısından len görsel malzemelerin nerede kullanılması istendi- bahsedilmeli, önemi ve yaygın etkisi vurgulanmalı- ği metinde işaretlenmiş olmalıdır. Görsel malzemeler dır. Varsa, konu hakkındaki başlıca görüş farklılıklarına metnin içinde değil, ayrıca gönderilmelidir. işaret edilmeli, ancak ayrıntılı tartışma ve yargılardan kaçınılmalıdır. Çok ender durumlar dışında yazıda for- 3. Bilim ve Teknik dergisine ilk defa yazı gönderecek mül bulunmamalıdır. kişilerin yazılarını eğitim durumlarını ve yazdıkları konu- daki yetkinliklerini gösteren 40-60 kelimelik bir özgeç- Alt başlıklar: Ana metinde işlenecek konuyla ilgili mişi fotoğraflarıyla birlikte göndermeleri gerekmektedir. farklı görüşlerin ve durumların anlatıldığı paragraflar alt başlıklarla ayrılabilir. 4. Dergi yönetiminden onayı alınmış özel durumlar dışında, bir yazı 1800 kelimeyi geçmemelidir. Çerçeve metinler: Ana metinde ele alınan konu- yu destekleyici, konuya yeni açılımlar getiren, kimi za- 5. Yukarıdaki koşulları yerine getirdiği takdirde öne- man uzmanlar dışındaki okuyucuların anlayamayaca- rilen yazılar, Yayın Kurulu, Konu Editörleri ve Bilimsel ğı nitelikteki teknik kavramları açıklayan, kimi zaman Danışmanlar tarafından değerlendirilir. Yayımlanması- uzman görüşlerinin yer aldığı kısa metinlerdir. Çerçe- na karar verilen yazılar redaksiyon sürecine alınır ve ya- ve metinler yazarın kendisi tarafından hazırlanabile- zarın onayıyla yazı yayımlanma aşamasına getirilir. ceği gibi, konunun uzmanına da yazdırılabilir. 6. Yazının; bilimsel, etik ve hukuki sorumluluğu ya- Kaynaklar: Yazının başvuru kaynakları mutlaka lis- zarlarına aittir. te halinde yazının sonunda verilmelidir. Kaynaklar aşağıdaki örnek biçimlere uygun şekilde yazılmalıdır: 7. Yukarıdaki koşullar kabul edilerek dergimize gön- derilen ve yayımlanan yazıların her türlü yayın hakkı, TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisine aittir. Not: Dergimiz için yazı hazırlamak isteyenler için daha geniş bilgi içeren “Popüler Bilim Yazarları İçin El Kitabı” http://biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/popülerbilimyazarligi.pdf adresindedir.
Search