Abdurrahman Coşkun Doç. Dr., Acıbadem Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul Nanodünyada Yaşam İzleri Nanobakteriler ya da Nanoparçacıklar Bilim tarihinde çok az bilimsel çalışma, nonabakterilerle ilgili çalışmalar kadar ilgi çekmiştir. Yapılan yüzlerce tıbbi çalışma bir yana, jeolojiden astronomiye, meteorolojiye ve hatta politikaya bile konu olmuştur nanobakteriler. Virüs büyüklüğünde olduğu iddia edilen nanobakteriler acaba gerçekten bakteri miydi? Protein mineral kompleksleri, elektron mikroskobuyla bakıldığında, bölünen bakterilere benziyor. 1993yılında Teksas Üniver- sitesi’nden jeolog Ro- bert L. Folk İtalya’dan getirdiği bazı kaya parçalarını elektron mikros- kobunda incelerken bakteri fosilleri olduğu- nu düşündüğü, çok küçük kürecikler bulduğu- nu açıkladı. Bu yapılar bakterilere benzemekle birlikte bilinen tüm bakteri tiplerinden çok da- ha küçüktü. Folk’un nanokürecikleri beklenen ilgiyi gör- medi, ancak 1996 yılında konu âdeta yeniden doğdu. NASA araştırmacıları Antarktika’da bul- dukları bir meteoritte Folk’un fosillerine benzer yapılar keşfettiklerini bildirdi. 4,5 milyar yıl ya- şında olduğu bildirilen meteoritte bulunan bu fosiller, NASA uzmanlarına göre bilinen en eski yaşam türünü temsil ediyordu. Dahası bu fosil- ler bir meteoritte bulunduğuna göre, bu aynı za- manda Dünya dışında yaşam olduğuna dair so- mut bir kanıttı. NASA’daki uzmanların bu ifa- deleri tüm dünyada heyecanla karşılandı. Nite- kim aynı yıl Başkan Bill Clinton yaptığı bir basın açıklamasında, Mars’ta yaşam izlerine dair kanıt- lar bulunduğunu bildiriyordu. Mars’ta yaşam iz- lerine rastlamak, insanoğlunun kaderini tekerle- ğin, elektriğin ya da DNA’nın keşfi kadar etkile- yebilecek bir gelişme kuşkusuz. Eğer Dünya dı- şı yaşamın varlığına ait somut kanıtlar elde edi- lirse, Dünya dışına yönelmek için daha gerçek- çi nedenlerimiz olacak. Üstelik bu izlerin kom- şu gezegenlerde olması çok daha heyecan verici. 50
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 Jeologların ve NASA uzmanlarının Nanobakteriler yaşamın bilinen tüm dirdi. Nanobakterilerin böbrekte biriken tartışması devam ederken, Finlandiyalı kurallarını âdeta yeniden yazdıracak gi- ve apatit oluşturan bakteriler olduğunu id- bir araştırma grubundan nanokürecikle- biydi. Virüs büyüklüğündelerdi, ama çok dia ettiler. İlginç bir gelişme de nanobakte- rin canlı yapılar olduğuna dair çok çarpı- ilginç bir duvarları vardı: Minerallerden rilerin düşük kütleçekimli ortamlarda da- cı bir iddia geldi. 1980’li yılların sonların- oluşan bir duvar. Böyle bir duvar o zama- ha hızlı çoğaldığını gösteren çalışmalardı. dan itibaren konu üzerinde çalışan Olavi na kadar hiçbir bakteride görülmüş ve du- Çiftçioğlu ve NASA’dan bir grup araştır- Kajander ve Neva Çiftçioğlu, nanoküre- yulmuş değildi. Mineral yapılar bakterile- macı, yaptıkları çalışmalarda nanobakteri- cikleri âdeta jeologların ve NASA araştır- ri kale duvarı gibi çevreliyordu. Bu da, bi- lerin düşük kütleçekimli ortamlarda daha macıların milyarlarca yıllık kayaçlarından linen bakteri duvarlarından hayli farklı bir hızla çoğaldığını gösterdiklerini iddia et- ve meteoritlerinden alıp günümüze taşıdı. yapıydı. Bakteri duvarları peptidoglikan ti. Bu, özellikle uzay gemisi mürettebatının Onlara göre nanobakteriler sadece fosil dediğimiz biyomoleküllerden oluşan, son sağlığı açısından önemliydi. Çünkü bu bil- değildi, aynı zamanda yaşayan canlı hüc- derece işlevsel yapılar. Oysa bu yeni duvar giye göre uzay gemisi mürettebatında böb- relerdi. Kajander ve ekibi, hücre kültürü minerallerden oluşuyordu. Nanobakteri- rek taşı oluşma riski çok daha yüksek ol- çalışmaları sırasında bir sorunla karşılaş- ler hem bilinen en küçük yaşam biçimi- malıydı. Taş oluşturan bakterilerin varlığı mıştı. Hücre kültürlerinde bulunan ve an- ni temsil ediyordu hem de etraflarındaki aynı zamanda taşın yok edilmesi için stra- cak elektron mikroskobuyla görülebilen duvar da taşlardan örülmüş gibiydi. Böyle tejiler geliştirilmesini de kolaylaştıracaktı. bakteri benzeri bazı küçük yapıların, hüc- bir yapıyı merak etmemek, onunla ilgilen- Nasıl helikobakter pilori isimli bakteri mi- relerin çoğalmasını engellediğini ve ölme- memek elbette mümkün değildi. de ülserine neden oluyorsa, nanobakteri- lerine yol açtığını biliyorlardı. Kajander’e ler de böbrek taşı oluşumuna neden olu- göre bu yapılar bilinen tüm sterilizasyon Kajander ve ekibine göre, nanobakte- yordu. Eğer midede ülsere neden olan et- tekniklerine dirençliydi ve virüs de değil- riler vücudumuzun hemen hemen tüm kenin helikobakter pilori olduğu tespit di. Finli araştırmacılar, bu yapılarda gene- sıvılarında bulunuyordu. Vücudumuz- edilirse (ki bu durum çok basit bir test- tik malzeme ve protein bulduklarını, bun- da çok sayıda bakteri hücresi var. Ancak le doğrulanabilir) uygun antibiyotiklerin ların çok küçük olduğunu ancak gerçek- korkmamıza gerek yok, onlar dostlarımız. kullanılması ile ülser kolaylıkla tedavi edi- ten de bakteri olduklarını bildirdi. Hatta Bulundukları yeri tapulu malları gibi ko- lebiliyor. Durum böyle olunca, böbrek ta- bu yapılara isim bile verdiler: Nanobacte- rur, zararlı başka bakterilerin gelip yerleş- şı hastalarına da antibiyotik vermek yarar- rium sanguneum. Kajander’e göre bu bak- mesini engellerler. Ancak pek çok hasta- lı olabilirdi. Ancak beklenen olmadı, çün- teriler 50-200 nm büyüklüğündeydi, on- lığın ortaya çıkmasından sorumlu tutu- kü kullanılan antibiyotiklerin bakterinin ları dış etkenlerden koruyan hidroksi apa- lan nanobakterilerin pek de dost olmadı- minerallerden oluşan duvarını geçemediği titten (apatit - bir grup fosfat minerali) ğı anlaşılıyordu. O zaman bu bakterilerle ve bu yüzden etkili olamadığı iddia edildi. oluşan kalın duvarları vardı. Klasik besi- ilgili daha çok çalışma yapılmalı ve onla- Yeri gelmişken, Helikobakter pilori ve mi- yerlerinde üremeyen bu bakteriler, ancak rı iyice tanıyıp etkin mücadele yöntemle- de ülseri ilişkisini ortaya koyan ve bakteri hücre kültürlerinde üreyebiliyordu. ri geliştirilmeliydi. Gerçekten de kısa za- enfeksiyonu sonucu oluşan mide ülserleri- manda nanobakterilerle ilgili çok sayıda nin antibiyotikle tedavisinin yolunu açan Nanobakteriler için çok sayıda felaket tanı aracı geliştirildi, hatta bu konularda Avustralyalı araştırmacılar Barry J. Mars- senaryosu da üretildi. Bu senaryolardan bi- çalışan şirketler bile kuruldu. Her geçen hall ve J. Robin Warren’ın 2005 yılında No- rine göre, artan küresel ısınma ile birlikte gün, nanobakterilerle ilgili yeni şeyler or- bel Tıp veya Fizyoloji Ödülü ile onurlandı- nanobakteri salgını olacaktı. Bu bakterile- taya çıkıyordu. rıldığını belirtmekte yarar var. Eğer nano- rin atmosferde yaşadığı, bulutlarda bulun- duğu iddia edildi. Küresel ısınma ile atmos- Taş Oluşturan Bakteriler bakteriler ve taş oluşumu arasında- ferin troposfer tabakası da ısınır. Sonuçta ki ilişki doğrulanıp antibiyotik- kalınlaşan bulutlar daha uzun ömürlü ola- Nanobakterilerin, nano bü- le tedavi yolu açılmış olsaydı, cak, doğal olarak daha çok nanobakteri ba- yüklükte olmalarının yanı sıra, Nobel Komitesi Kajander ve rındırır hale gelecektir. Daha sonra yağ- belki de en ilginç özellikleri taş ekibini ödüllendirebilirdi. murlarla yeryüzüne dönecek bu bakterile- oluşturmalarıydı. Başta böbrek Çünkü başta böbrekler ol- rin, insanlarda salgın halinde enfeksiyonla- taşları olmak üzere, çeşitli has- mak üzere, safra kesesinde ra neden olacağı iddia edildi. Bazı bilim in- talıklar sonucu meydana ge- ve mesanede (idrar kesesi) sanlarına göre nanobakterilerin insan ve at- len taşlardan da sorum- meydana gelen taşlardan mosfer arasında tamamlanan bir döngüsü lu tutuldular. Çiftçioğlu ve etkilenen milyonlarca has- vardı. Bunlar insan idrarı ile kanalizasyona, ekibi, inceledikleri böbrek ta için, antibiyotikler kolay oradan da havaya geçiyordu. Havada uzun taşlarının hemen hemen bir tedavi aracı olacaktı. süre kalan bu bakteriler yağmurlarla tekrar hepsinde (% 97) nanobak- yeryüzüne, oradan da insana geçiyordu. terilere rastladıklarını bil- Böbrekte yaygın taş oluşumu. Etken olarak nanobakteriler sorumlu tutuldu. 51
Nanodünyada Yaşam İzleri Nanobakteriler ya da Nanoparçacıklar Taş oluşturan bu bakterilerin sade- Olağandışı çok sıcak, tuz oranı çok yüksek, oksijensiz ce böbrek taşlarından sorumlu tutulması Mikroorganizmalar ortamlarda yaşam olabilirdi, ancak bu kez beklenemezdi. Diş taşları, bazı safra kese- durum gerçekten de çok farklıydı. si taşları ve kalsiyum içeren diğer taşlar- Yaşamın kural tanımayan asi üyeleri dan da nanobakterilerin sorumlu olabi- olan mikroorganizmalar hemen hemen Nanobakteriler yarattıkları ilgiye ve he- leceği iddia edildi. Bu bakterilerin sadece her konuda bilim insanlarını şaşırtmıştır. yecana karşın pek de sağlam bilimsel te- taşa değil damar sertliğine ve kansere ne- Yaşam olamayacağı kabul edilen sınırla- meller üzerine oturmuyordu. Nanobakte- den olabileceği de iddia edildi. Yapılan ça- rın çok ötesinde, sürpriz bir biçimde bilim ri teknesi sağlam inşa edilmemiş olduğun- lışmalarda rahim ağzı, yumurtalık ve bo- insanlarının karşısına çıkmışlardır. Örne- dan gelen eleştiri dalgalarına dayanması ğaz kanseri olan hastalardan alınan doku ğin canlıların en temel yapısal ve işlevsel da zordu. Nihayet bu iş ciddi bir biçimde örneklerinde nanobakterilere rastlandığı unsurları olan proteinlerin yapısı yüksek sorgulandığında karşımızda nanobakte- iddia edildi. Anlaşılan nanobakteriler sa- sıcaklıkta bozulur. Her proteinin kendi- rinin sadece “nano” kısmı kaldı, “bakteri” nıldığından daha tehlikeliydi. ne has, üç boyutlu bir yapısı vardır. Bu ya- kısmının gerçekten bakteri olmadığı geç pı bir kez bozuldu mu bir daha kolay ko- de olsa anlaşılacaktı. Bakteri olmamaları Nanoparçacıkların elektron mikroskobik görüntüsü lay eski haline dönemez. Canlılığın de- bir yana, o korktuğumuz virüsler gibi bile vamı ise proteinlerin yapısal bütünlüğü- değillerdi. Peki, neydi bu nanobakteriler? Herkesin ilgi odağı haline gelen nano- ne bağlıdır. Ancak termofiller adı verilen Bu sorunun yanıtı için önce “nano” ifade- bakteriler hakkında medyada oluşan ha- mikroorganizmalar âdeta sıcaklığa mey- sini, daha sonra insan hücrelerinin, bakte- va, âdeta psikolojik bir etkiyle bilim insan- dan okurcasına suyun kaynama derecesi- rilerin ve virüslerin büyüklüklerini incele- larına nanobakterilerin varlığını kabul etti- nin çok üstündeki sıcaklıklarda, örneğin mekte yarar var. riyordu. Oysa yeni bir bakteri türü için ya- 120oC’de karşımıza çıkıyor ve o sıcaklıkta pılması gereken çalışmalar ve ortaya koyul- bile yaşamlarını sürdürebiliyorlar. Üstelik Mineraller üzerinde çoğalan nanoparçacıklar ması gereken şeyler nanobakterilerde he- bu mikroorganizmalar için 85oC, yani in- nüz ortaya koyulmamıştı. O zaman neden san yaşamının mümkün olmadığı bir or- “Nano”, yani milyarda bir. Elinize bir nanobakteriler hâlâ bakteri olarak kabul tam, fazlaca soğuk bile sayılabilir. cetvel alın ve milimetrenin büyüklüğüne ediliyordu. Bu sorunun yanıtı yine bakteri iyice bakın. Çok küçük değil mi? Nano araştırmalarındaki sürprizlerde yatıyordu. Sadece yüksek sıcaklıklarda değil, ya- dünyaya ulaşmak için bu milimetreyi bir şamın diğer uç noktalarında da mikro- milyon kez daha küçültmeniz lazım. Bu Nanoparçacıkların oluşumu ve hücrelerle etkileşimi organizmalarla karşılaşıyoruz. Hidrojen denli küçük bir yapıyı ne gözlerimizle, ne iyon derişiminin çok yüksek olduğu güç- mercekle, ne de ışık mikroskobuyla gör- lü asit ortamda proteinlerin yapısı bozu- memiz mümkün. Ancak elektron mikros- lur ve işlev göremez hale gelirler. Oysa çok kobu ile görebiliriz. güçlü asidik ortamlarda yaşayan mikroor- ganizmalar var. Bunlara asidofil mikroor- Virüsler, Bakteriler ve ganizmalar diyoruz. Benzer örnekler ço- Alyuvarlar ğaltılabilir. Çok düşük sıcaklıklarda yaşa- yan mikroorganizmalar (psikrofiller) ol- Virüsler “canlı” kabul edilmiyor. Yapı- duğu gibi tuz oranı çok yüksek olan or- ları bakterilerin ve insan hücrelerininki- tamlarda yaşayanlar da var (halofiller). ne göre çok basit. Virüslerin DNA ya da RNA’dan oluşan bir genetik materyali, bu Nano ölçekte yaşam olabileceği, bu ne- materyalin etrafını saran bir de kılıfı bulu- denle de nanobakterilerin bakteri olarak nur. Kuşkusuz bazı virüsler fazladan birta- kabul edilmesinde olağandışı mikroorga- kım yapılar daha barındırır, ancak hiç bi- nizmaların yaşam biçimlerinin rolü oldu- ğu söylenebilir. Bazı mikrorganizmaların olağandışı yaşam biçimleri dikkate alın- dığında nanobakterilerin aslında bakte- ri olmadığını söylemek acelecilik olabilir- di. Nanobakteriler, bakterilerin “büyüklük açısından yeni bir meydan okuması” ola- bilirdi. Ancak bu kez işin rengi gerçekten farklıydı. Nano büyüklükte canlı hücreler olamayacağını ileri süren bilim insanla- rının ciddi gerekçeleri vardı. Çok soğuk, 52
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 ri kendi başına çoğalabilecek donanıma İnsan hücreleri ise bakterilerden ve vi- lir miyiz? Belki de nanobakterilerin bak- sahip değildir. Çoğalmak için, girdikleri rüslerden daha büyük yapılardır. Örne- teri olup olamayacağını anlamanın en hücrelerin donanımını kullanırlar. Hüc- ğin kanda oksijeni taşıyan alyuvarları- mantıklı yolu, bakteri moleküllerinin bü- re içinde çoğalan virüsler sonunda hücre- mız 7000 nm, bizleri bakteri, mantar gi- yüklüklerini değerlendirmek ve yerleşe- yi terk eder ve yeni hücrelere saldırır. Ba- bi davetsiz mikroorganizmalardan koru- bilecekleri en küçük hacmi hesaplamak. zı virüs tipleri terk ettikleri hücreleri de maya çalışan akyuvarlarımız ise ortalama Tipik bir bakteride bulunan temel yapı- öldürür. “Virüs sömürgeciliği” de diyebi- 15.000 nm çapındadır. Bakterileri kolay- lar hücre duvarı, hücre zarı, genetik ma- leceğimiz bu durum tam anlamıyla “kul- lıkla yutup yok edebilirler. teryal, protein sentezleyen ribozomlar lan ve yok et” politikasıdır. Sahip oldukları ve metabolik olayları yürüten çok sayı- donanım bakterilerin ve çekirdekli hücre- Şimdi nanobakterilere geri dönelim. da enzimdir. Yapılan hesaplamalara göre lerinkine göre daha basit ve daha az oldu- Kajander’in iddia ettiği gibi eğer nanobak- tüm bu yapılar için en az 300-400 nm ça- ğu için, virüsler çok küçüktür. Büyüklük- teriler 20-200 nm büyüklükte ise, bu bü- pında bir hacme ihtiyaç var. Ancak mi- leri genelde 20-200 nm civarındadır. Çıp- yüklükte yaşam olabilir mi? Bu sorunun koplazma grubu bakteriler bu sınırın al- lak gözle ya da ışık mikroskobuyla görül- yanıtı için geometrik bir cisim olan küre- tındalar, yaşamlarını daha küçük bir ha- meleri bu nedenle mümkün değildir, an- nin hacim/yarıçap ilişkisine bakalım. Ya- cimde sürdürüyorlar. Bu bakterilerin cak elektron mikroskobuyla görülebilirler. rıçapı r olan bir kürenin hacmi tür. Buna kendilerine has birkaç özelliği var. Bak- göre kürenin yarıçapını r kat küçülttüğü- teri olmalarına rağmen duvarları yok ve Bakterilerin donanımı virüslerinkin- müzde hacmi de r3 kat küçülür. Yani çapı içerdikleri su miktarı diğer bakterilere den daha fazladır. Başka hücrelere gerek- 100 nm olan bir virüsün hacmi, çapı 1000 göre % 70 daha az. Ayrıca çok az sayıda sinim duymadan kendi başlarına çoğala- nm olan bir bakteriden 10 kat değil 1000 protein sentezleyebiliyorlar. Nanobakte- bilirler. Bu yüzden gerçek anlamda can- kat küçüktür. Hacmin bu denli küçülmesi riler ise mikoplazmalardan da küçük ve lı oldukları kabul edilir. Virüslerden farklı ciddi sorunları da beraberinde getirir. Ya- minerallerden oluşan bir duvarları var. O olarak bakteriler hem DNA hem de RNA şam için gerekli olan en temel yapıları yer- zaman bu denli küçük bir hacimde, du- barındırır. DNA’da kayıtlı bilgiye göre pro- leştirmek için gerek duyulan hacim kal- varı olan bakterilerin olabileceğini iddia tein sentezleyen ribozomları ve yardım- mayabilir. Doğal olarak bu durum yaşa- etmek pek mümkün değil. cı başka molekülleri vardır. Doğal olarak mın devamı için gerekli olan donanımla- da virüslerden daha büyüklerdir (genelde rın uyum içinde çalışmasını da önemli öl- (a) Nanobakteri olduğu iddia edilen yapıların elektron mikroskobuyla 1000-5000 nm). çüde kısıtlar. elde edilmiş görüntüsü (b) Mineraller nanoparçacığı tabakalar şeklinde çevrelemiş. (c) İnsan böbrek taşındaki apatit Kuşkusuz büyük virüsler ve küçük İddiaya göre nanobakteriler bilinen birimlerin elektron mikroskobuyla elde edilmiş görüntüsü bakteriler de vardır. Örneğin mikoplaz- bakterilerden 10 kat daha küçüktü. İlk (d) Nanoparçacıkların immünfloresan boyamayla, ma bakterisi (duvarı olmayan en küçük başta bu normal karşılanabilir, ancak ça- mikroskopla elde edilmiş görüntüsü (e) Nanobakteriler için bakterilerden biri) ile poks virüsünün (en pın 10 kat küçülmesinin bedeli hacmin geliştirilen antikorlar böbrek taşına da bağlanır. büyük virüslerden biri) büyüklükleri bir- 1000 kat küçülmesidir. O zaman nano- birine yakındır; her ikisinin de büyüklü- bakterilerin hacim olarak bilinen bak- ğü 200 nm civarındadır. Kesin olmamak- terilerden bin kat daha küçük olma- la birlikte, 200 nm sınırı canlıyı cansızdan sı gerekir. Peki, ortalama bir bakteriden ayıran yaşam çizgisi gibidir. Virüsler nano 1000 kat daha küçük bir bakteri olabilir dünyanın, bakteriler ise mikro dünyanın mi? Hücrenin temel yapısal elemanları- sakinleridir. nı bu kadar küçük bir hacme sığdırabi- Kümeler halinde nanoparçacıklar Nanobakterilerin yaşayan mikroor- ganizmalar olamayacağı konusunda en önemli kanıt, kuşkusuz sadece hacimleri- nin küçük olması değil. Şimdiye kadar ya- pılan çalışmalarda nanobakterilere ait ge- netik materyal izole edilemedi. Bazı çalış- malarda genetik materyalin izole edildiği iddia edilmişse de bunların hiçbiri doğru- lanamadı. 53
Nanodünyada Yaşam İzleri Nanobakteriler ya da Nanoparçacıklar <<< ni laboratuvar ortamında kolaylıkla yapa- Nanoparçacıklar diğer bakteri ve hücrelere göre son derce küçük yapılardır yum bu proteinlere bağlanmazsa dokular- bilmektedir. “Nanobakteri” sözcüğü yeri- da birikir, başta damar sertliği olmak üze- ni artık “kalsifiye nanoparçacıklar” sözcü- Nanobakterilerin olduğu düşünülen re çok sayıda hastalığa neden olur. İşte na- ğüne bırakmıştır. Konu bazı yönleri ile he- büyüklük (20-200 nm) virüslerin dünya- nobakterilerde görülen nano büyüklükteki nüz kapanmış değil, kapatılmamalı da. Je- sına denk geliyor. Ancak virüslere ait ya- parçacıklar, kalsiyumun albümünle ve fe- ologların ve NASA’da çalışan uzmanların pılar bu kadar küçük bir hacme sığabilir. tuin A ile oluşturduğu kompleks yapılar- bulduğu ve nanobakterilere ait olduğu id- En küçük virüslerden biri olan ve çocuk dı. Kuşkusuz kuramsal olarak tüm prote- dia edilen fosiller, gerçekten mineral pro- felcine neden olan polyo virüsü bile 25- inler, lipitler ve karbonhidratlar kalsiyum- tein kompleksleri miydi? Eğer böyle ise bu 30 nm büyüklüğündedir. Kajander’in id- la kompleks yapılar oluşturabilir. Ancak bulgu evrendeki yaşamın izleri konusun- diası doğru olsaydı nanobakterilerin vi- nanobakterilerde başı çeken protein fetuin da bize çok şey söyleyebilir. rüs büyüklüğünde, yaşayan bakteriler ol- A’dır. Bu protein minerallere bağlanarak, ması gerekirdi. özellikle apatit (bir grup fosfat minerali) Nanobakterilerin hastalık etmeni olma- oluşumunu ve dokularda kalsiyum fosfa- ları ile yaşayan en küçük organizma olma- Bu durumda iki seçenekle karşı karşı- tın çökelmesini engeller. ları farklı şeylerdir. Nanobakterilerin can- yayız. Nanobakterilerin ya bildiğimiz bak- lı olmadığı gösterilmiştir. Ancak bu du- teri moleküllerinden farklı molekülleri Daha da ilginç olan nokta nanobakteri- rum naobakterilerin yani nanoparçacıkla- var (örneğin daha küçük ribozomlar gi- leri tespit etmek için kullanılan tanı araç- rın hastalık etmeni olmadığını göstermeye bi) ya da bunlar bakteri değil başka yapı- larındaki antikorların nanobakterilerden yetmez. Deli dana hastalığından sorumlu lar. Acaba hangisi doğru? çok fetuin A ve albümin gibi proteinlere tutulan Prion proteini örneğinde olduğu bağlanmasıydı; ortamda bu iki protein var- gibi, canlı olmadığı halde ciddi hastalıkla- sa test pozitif sonuç veriyordu. Finlandiya- ra neden olan etmenler de vardır.. lı grubun yaptığı araştırmalarda halkın ço- ğunluğunda nanobakteri testlerinin pozi- Nanobakterilerle ilgili çalışmaların, ya- tif sonuç vermiş olması aslında sürpriz de- şamın moleküler temelinin yeniden göz- ğildi. Daha önce nanobakterilere ait oldu- den geçirilmesi, farklı yaşam türlerinin ğu iddia edilen genetik materyalin de na- de olabileceğini göstermesi ve bilime olan nobakterilere ait olmadığı anlaşıldı. Bunlar güven duygusunu pekiştirmesi açısından deney ortamına dışarıdan bulaşmıştı. yararlı olabileceği düşünülüyor. Yapılan çalışmalardan çıkarılan sonuçlar ilk baş- Nanobakteriler ta yanlış yorumlansa da daha sonraki ça- Gerçekten Bakteri mi? lışmalar sayesinde sonuçlar farklı anlam- lar kazanabilir. Bundan yüzyıl önce, or- Rockefeller Üniversitesi’nden (ABD) taya atılan bazı kuramların yanlış olduğu Jan Martel ve John Ding-E Young yaptık- ancak yıllar sonra anlaşılabiliyordu. Oysa ları çalışmalar sonucu nanobakteri deni- günümüzde bu süre hayli kısalmış ve bir- len yapıların canlı olmadığını, kalsiyum kaç yıla kadar inmiştir. Nanobakteri çalış- karbonat ve protein kompleksi olduklarını maları, bilim insanlarının çalışmalarında gösterdi. Martel ve Young insan serumuna soğukkanlı olması ve bulgularını objektif kalsiyum karbonat ekleyerek yapısal ola- olarak değerlendirmesi gerektiğini göste- rak nanobakterilere benzeyen ve bölüne- ren iyi bir örnektir. bilen parçacıklar elde etmeyi başardı. İnsan kanından elde edilen bakteri benzeri nanoparçacıklar KHaoypnkaink,lMar., “Nanobacteria theory takes a hit. İşin kilit noktası mineral (kalsiyum, fos- Tiny ‘living’ particles may just be lumps of limestone”, fat) ve protein ilişkisindeydi. Kalsiyumun Nanobakteri Dosyası NMaatrutreel,NJ.,eYwosu, 1n7g,NJ.isDan-E2.,0“0P8u. rported nanobacteria vücudumuzda sayısız işlevi var. Sadece ke- Kapatılmalı mı? in human blood as calcium carbonate nanoparticles”, miklerimizin oluşumunda değil, kasları- Henüz Değil. 1P0ro5c:5ee5d4i9n-g5s5o5f4t,h2e0N08a.tional Academy of Sciences, mızın kasılması, sinirlerimizin çalışması Urbano, P., Urbano, F., “Nanobacteria: Facts or Fancies?”, ve kanın pıhtılaşmasında da çok önemli, Nanobakterilerin ne olduğu günümüz- PCuilbtl3ic, SLaibyrıa5r,yeolefkStcrioennickebPaastıhmog5e5n,s2, 007. yaşamsal işlevleri var. Kanda çok az mik- de artık sır olmaktan çıkmıştır. Özellikle Çiftçioğlu, N., Haddad, R. S., Golden, D. C., tarda kalsiyum serbest dolaşır. Dolaşımda de tıp alanında. Bilim insanları nanobak- Morrison, D. R., Mckay, D. S., “A potential cause for kidney özellikle albümin tarafından taşınır. Aynı teri benzeri mineral protein kompleksleri- stone formation during space flights: Enhanced growth of zamanda fetuin-A denilen bir proteine de nanobacteria in microgravity”, Kidney International, bağlanır. Kalsiyumun bu şekilde proteinle- Sayı 67, s. 483-491, 2005. re bağlanması çökmesini önler. Eğer kalsi- Kutikhin, A. G., Brusina, E. B., Yuzhalin, A. E., “The role of calcifying nanoparticles in biology and medicine”, International Journal of Nanomedicine, Sayı 7, s. 339-350, 2012. 54
Özlem Ak İkinci Prof. Dr. Mehmet Sarıkaya Anlatıyor: Moleküler Biyobenzetim ve Doğayı Taklit Ederek Mükemmel Malzemeler Geliştirmek 12-13 Temmuz 2012 tarihlerinde İstanbul’da Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve TÜBİTAK tarafından düzenlenen Yurtdışındaki Bilim İnsanları Kurultayı’na yurt dışında yaşayan pek çok Türk bilim insanı katıldı. Kurultaya katılan, aynı zamanda da bu kurultayın mimarlarından olan Washington Üniversitesi Genetik Mühendisliği Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Merkezi’nin (GEMSEC) yöneticisi Prof. Mehmet Sarıkaya nanoteknoloji ve moleküler biyobenzetim konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri. Prof. Sarıkaya’nın araştırmaları, doğadaki süreçlerin benzerlerinin laboratuvar ortamında gerçekleştirilmesiyle yürütülen ve kanser teşhisinden biyomoleküler yakıt pili üretimine, diş dolgusu üretiminden sinir hücrelerinin hasarı ve kaybı sonucu oluşan Parkinson ve Alzheimer gibi hastalıklara çare olabilecek uygulamalara kadar aslında çok geniş bir alanın sadece küçük bir kısmı. Yaz dönemini geçirdiği Bilkent Üniversitesi Ulusal Malzeme Bilimi ve Nanoteknoloji Araştırma Merkezi’ndeki (UNAM) ofisinde görüştüğümüz hocamızla hayatı, projeleri, ABD’deki Türk öğrencileri, teknoloji transferi ve bilim politikası gibi pek çok konuda sohbet ettik. Prof. Dr. Mehmet Sarıkaya’nın bilime olan il- gidiyor. O yıllarda henüz Türkiye’de bulunmayan gisi ortaokul yıllarında başlıyor. Hatta o yıl- elektron mikroskobu da ilgisini çekiyor. Kendisi lardan itibaren iyi bir Bilim ve Teknik dergi- ODTÜ’de 2. Sınıftayken, ABD’den Metalürji ve Mal- si okuyucusu olduğunu söylüyor. ODTÜ Malzeme zeme Mühendisliği Bölümü’ne geri dönen beş yar- ve Metalürji Mühendisliği Bölümü’nü bitirdikten dımcı doçenti kendisine örnek alıyor ve doktorası- sonra demir ve çelik konusu üzerine doktora yap- nı bitirince Türkiye’ye dönmeyi planlıyor. Yüksek li- mak için Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’ne sans ve doktora derecelerini Kaliforniya Üniversite- si Malzeme Bilimleri ve Mühendisliği Bölümü’nden 1979 ve 1982 yıllarında alıyor. Ancak doktora son- rası çalışmalarını sürdürmek için ABD’de bir sü- re daha kalmaya karar veriyor. Kısa süren dokto- ra sonrası çalışma sürecinden sonra kendisine yar- dımcı doçentlik teklifi geliyor. Ama aklında hâlâ ülkeye dönmek var. Bu sırada hazırladığı bir pro- jeyi ABD’nin TÜBİTAK’ı olan ABD Ulusal Bilim Vakfı’na ve ABD Enerji Bakanlığı’na sunuyor. He- nüz yeşil kartı olmayan, sadece H1 vizesi olan Prof. Sarıkaya’nın projesi her iki yerden de kabul edili- yor. Verilen desteklerden biri 850.000 dolar, diğeri 1.000.000 dolar. O ülkenin bilime verdiği asıl önemi de işte o zaman anlıyor. Vatandaşı bile olmayan biri- ne verdiği bu destek sayesinde, ABD’de kalma süre- sini uzatan Prof. Sarıkaya doçentliğini de orada alı- yor ve ardından profesörlük geliyor.
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 Deniz Kabuğu Çelikten na- koyarak elde ettiği yapının dayanıklı- eden, 12 aminoasitlik doğrusal bir prote- Daha Dayanıklı lığını 3 kat artırabiliyor. Oysa deniz kabu- ine sahip bir virüs ile çalışıyorlar. Çalışma- ğunun dayanıklılığı içerdigi malzemeler- larını şöyle özetliyor Prof. Sarıkaya: “Ha- Scientific American dergisinde ya- den 40-50 kat fazla. Ama bu dayanıklılık zır alınabilecek bir kit ile kitin protokolü- yımlanan bir sayfalık bir yazıda yer alan, derecesine geleneksel mühendislik yakla- ne uygun olarak bu virüs proteinlerinden elektron mikroskobu ile elde edilmiş bir şımlarıyla ulaşmanın mümkün olmadığı- 100 milyar çeşit peptid yapmak mümkün. deniz kabuğu görüntüsü, Prof. Mehmet nı görüyor. Aklındaki diğer soru ise kal- Yani çok kısa zamanda milyarlarca değişik Sarıkaya için malzeme bilimiyle biyolo- siyum karbonatın proteine nasıl yapıştığı. dizilim elde edilebiliyor. Altını ve virüsten jinin kesişme noktası oluyor. Deniz ka- Aslında bu sorunun cevabı hâlâ tam ola- izole edilen proteinleri aynı ortama, yani buğunun yapısının inşaatlarda, köprüler- rak bilinmiyor. İşte böyle başlıyor Prof. bir deney tüpüne koyuyorsunuz. Bazı pep- de, uçakların karaya inme mekanizma- Mehmet Sarıkaya’nın moleküler biyoben- tidler altına yapışıyor, 4-5 yıkama işlemin- larında, araba şasilerinde kullanılan çe- zetim macerası. den sonra altına en iyi bağlanan 40-50 çe- liğin iç yapısına benzediğini görüyor. Li- şit aminoasit dizilimindeki peptidleri elde teratürde hiç kimsenin bu yapıyı, bir ka- Moleküler Biyobenzetim etmiş oluyorsunuz. Geri kalan milyarlar- tı cismin içinden yüksek enerjili elektron- lar geçirilerek görüntülenmesi yöntemiy- Prof. Sarıkaya moleküler biyobenzetim Sarıkaya bugüne kadar doğadan le (yani geçirmeli elektron mikroskobuy- olarak adlandırdığı, disiplinlerarası yeni esinlenip teknolojiye yansımış geliş- la) incelemediğini fark edince, bu konu- bir alan ile inorganik malzemelere seçici melere örnek olarak günlük hayatta daki deneyiminden yararlanarak hemen olarak bağlanabilen peptidleri tespit ede- “cırt cırt” dediğimiz “velkro”yu veriyor. bir örnek hazırlıyor ve örneği geçirmeli rek doğada gerçekleşen süreçlerin benzer- 1948’de George de Mestral isimli bir bi- elektron mikroskobunda incelemeye baş- lerini laboratuvar ortamında tekrarlamayı lim insanı köpeğiyle eve dönerken kö- lıyor. Yoğunluğuna göre hem dayanıklılı- amaçlıyor. Yani bir malzeme bilimci ola- peğinin tüylerine ve pantolonuna ya- ğı hem de kuvveti açısından çelikten da- rak, doğayı moleküler seviyede taklit ede- pışan pıtrak bitkilerinin tutunma özel- ha iyi bir malzeme olan deniz kabuğunu, rek mükemmel malzemeler geliştirebile- liklerini mikroskop altında incelediğin- tabiat ananın 500.000.000 yıl önce nasıl ceğinin farkına varıyor. Örneğin diş ve ke- de minik çengellerden oluşan bir ya- oluşturmuş olabileceğini düşünüyor. De- mik farklı biyolojik dokulara sahip olsalar pı görmüş. Bu yapıdan esinlenerek de niz kabuğunun yapısında, iki tebeşir -ya- da, ikisinin de içeriğinde hidroksiapetit velkronun hayatımıza girmesini sağla- minerali olduğunu, farklı dokuların diş- mış. Uçakların kanat yapısının da kuş Deniz kabugundaki incinin geçirimli elektron mikroskobu ile teki ve kemikteki proteinlerin farklı olma- kanadının kavisli yapısıyla aynı olduğu- cekilen ilk fotomikrografı. Koyu renk ve gri mikrokatmanlar sından kaynaklandığını görüyor. Bu ne- nu belirten Prof. Sarıkaya doğadan ge- tebeşir, açık renk nanokatmanlar protein ve şeker denle araştırmalarını proteinlerden yola len teknolojiye başka bir örnek olarak moleküllerinden oluşan moleküler kompozit. çıkarak sürdürmek istiyor. 200-500 ami- da köpek balıklarının derisiyle hız ara- noasitten oluşan doğal proteinlerin ama- sındaki ilişkiden yola çıkılarak tasarla- ni iki kalsiyum karbonat- mikrokatmanı- cına ulaşmasını engelleyecek kadar bü- nan, sürtünmeyi azaltıp hızı arttıran nın arasında protein ve şeker iceren da- yük ve karmaşık olması nedeniyle, prote- (ancak artık yarışlarda kullanımı yasak ha da ince bir moleküler kompozit na- inlerden 10-20 kat daha küçük olan, 10-20 olan) mayoları veriyor. Bu esinlenme- nokatmanı yer alıyor. Çalışmalarını sür- aminoasitten oluşan peptidleri kullanma- lerin hepsi yapısal biyobenzetime ör- düren Prof. Sarıkaya protein yerine me- sının uygun olacağına karar veriyor. nek. Prof. Sarıkaya yapısal biyobenze- tal, kalsiyum karbonat yerinde de sera- tim alanının kendi araştırma alanı olan mik -örneğin boron karbid veya alümi- Prof. Dr. Mehmet Sarıkaya araştırma moleküler biyobenzetimden farklı ol- ekibine mutlaka bir moleküler biyoloğun duğunu, ama kökenlerinin aynı oldu- da katılması gerektiğini düşünüyor ve işte ğunu da sözlerine ekliyor. tam o günlerde İTÜ’de öğretim üyesi olan Prof. Dr. Candan Tamerler ile tanışıyor. ca peptid işe yaramadıkları için atılıyor. İş- Prof. Sarıkaya’nın fikirlerinden ve çalış- te yapay evrim bu.” Örneğin böyle bir ça- malarından çok etkilenen Candan Tamer- lışmada demir kullanılamıyor, çünkü de- ler birlikte çalışmak üzere sık sık ABD’nin mir oksitleniyor, altın oksitlenmiyor. Prof. gidip gelmeye başlıyor. Sarıkaya ve ekibi bu çalışmalar sonucunda labaratuvarlarında 25 ayrı malzemeye bağ- Yapay evrim dedikleri bir süreçle virüs lanan binlerce “yapay” peptid elde etmiş. proteinleri kullanılarak gerçekleştirdikle- ri çalışma, bilim çevrelerinde büyük yan- kı uyandırıyor. Araştırma ekibinin güven- liği açısından, sadece bakterileri enfekte 57
Moleküler Biyobenzetim ve Doğayı Taklit Ederek Mükemmel Malzemeler Geliştirmek Grafene baglanan, kristalin atom yapısını yüzeyde algılayan, da. Bize ABD’den örnek veriyor ve “ora- tıysa da hak iddia edemiyor. Daha son- 12 aminoasit uzunluğunda yapay evrimle gelistirilmiş da araştırma fonu alabilmek için uygula- ra üniversitenin belirlediği uzman kişiler akıllı peptid (peptid modelini hazırlayan E. E. Ören) ma göstermek gerekiyor” diyor: “Temel buluşu yapan araştırmacılarla görüşüyor çalışmalar da çok önemli, temel çalışma ve uygun görürlerse buluş sahibinin bü- Örneğin grafene bağlanan bir peptid tes- olmadan uygulama olmaz. Uygulamaları tün makalelerini ve bilimsel raporları is- pit etmişler ve grafene bağlanan peptidin mutlaka sıralamak lazım, ki bizden son- tiyorlar. Kısa süre içinde buluşla ilgili ye- grafenin elektronik yapısını değiştirdiği- ra gelip bu çalışmaları sürdürecek kişi- ni bir makale yazılması da isteniyor. 6 ay- ni görmüşler. Prof. Sarıkaya, dolayısıyla lere yol gösterebilelim”. Üniversite-sana- 1 sene içinde hem ABD’de hem de dünya peptidin aminoasit dizilimindeki deği- yi işbirliği konusunda da ABD’nin kur- çapında geçerli bir patent çıkıyor. şikliklere göre grafende istedikleri yapı- duğuna benzer bir sistemin Türkiye’de sal değişiklikleri yapabileceklerini ifade de kurulabileceğine inandığını belirti- Yapay evrim ile elde edilen peptidin yapısı, doğal evrimle gelişmiş ediyor. Böylece organik bir madde kul- yor ve ABD’deki süreci özetliyor: “Yapı- proteinin yaptığı hidroksiapatit parçacıklarının mikroyapısı ile lanarak inorganik bir maddenin özelliği- lan her bilimsel çalışma sonucunda orta- aynı. Ortaya çıkan sementomimetik mikrokatmanın dişlerin tıbbi ni değiştirmenin mümkün olacağını, ya- ya bir teknoloji çıkıyor. Önce bu tekno- bakımında kullanılma potansiyeli var. ni bir anlamda canlı malzemeyle cansız lojinin çalışıp çalışmadığı değerlendiri- malzemenin birleştirilebileceğini sözle- liyor, bu teknolojinin başkası tarafından Prof. Sarıkaya ABD’deki bir progra- rine ekliyor. Ancak peptid, malzemenin önceden bulunmuş olmadığı ve çalıştığı ma öğrenci olarak katılıyor. “Buluş Or- yüzeyini nasıl tanıyor? Henüz bunu anla- ispat edilirse patentinin alınıp pazarlan- duları Programı”nın amacı buluşla- mamızı sağlayacak deneysel veya kuram- ması için çaba harcanıyor. Tüm bu süreç- rı olan profesörlere buluşlarına uygun sal bir teknik yok; dolayısıyla araştırma- lerde en önemli nokta ise ulusal bir bilim pazar bulmayı öğretmek. İş adamla- lara hem deneysel moleküler spektrosko- politikasının olması ve bu adımların o rı profesörlere üç ay süreyle nasıl pa- pik ve görüntü algılama, hem de hesap- kapsamda atılması”. Bilimsel çalışmanın zarlama yapılacağını öğretiyor, siz de lamalı biyoloji ve modelleme yöntemleri yapılması için para gerekiyor. Bu kay- dünyanın her tarafında buluşunuz için kullanılarak devam ediliyor. nak ABD’de, araştırma konusuyla ilgi- uygun pazar arıyorsunuz. Prof. Sarıka- li bakanlıklara bağlı birimlerden geliyor. ya da “sementomimetik” adını verdik- Tüm bu araştırmaların uygulamala- Örneğin Sağlık Bakanlığı’na bağlı Ulusal leri buluşla katılmış bu programa. Diş rı kanser teşhisinden biyomoleküler ya- Sağlık Enstitüsü’nden (NIH), Başkanlık’a kökünde 20 mikron kalınlığında se- kıt pili üretiminine kadar uzanıyor. Diş bağlı Ulusal Bilim Vakfı’ndan (NSF), mentun denen bir yapı bulunuyor. kökünde yer alan ve zamanla yok olan Enerji Bakanlığı’na bağlı DOE’den, Sa- Diş, çene kemiğine bu katı doku ve lif- diş minesi denilen yapının yerine ko- vunma Bakanlığı’na bağlı Ordu Araştır- ler aracılığıyla bağlanıyor. Prof. Sarıka- nulabilecek, dişle aynı malzemeye sa- ma Ofisi’nden (ARO), Hava Kuvvetle- ya ve ekibi diş minesinin proteinlerini hip diş dolguları ya da Parkinson, Alz- ri Araştırma Ofisi’nden (AFOSR), De- oluşturan daha küçük peptidleri yapay heimer gibi sinir hücrelerinin hasar gör- niz Araştırma Ofisi’nden (ONR) ma- evrim yolu ile keşfetmiş. Bunları biyo- mesi ve kaybı sonucu oluşan hastalıkla- li kaynak sağlanıyor. Projelerde ise ör- informatik yöntemlerle geliştirip dişin ra çare olabilecek uygulamalar bu araş- neğin “dünyanın en güçlü ordusu olma- üzerine koyduklarında, hepimizin za- tırmaların sonuçlarından sadece birka- sı için 30 sene sonraki bir ordu nasıl ol- man zaman yaşadığı diş aşınmasının çı. Prof. Sarıkaya’nın önem verdiği nok- malı” ya da “köprülerin, yolların, kanal- yok olduğunu, hatta küçük peptidle- talardan biri de kısa zamanda insanlı- ların yapılabilmesi için şimdiye kadar ya- rin aşınan yüzey üzerinde bir mineral ğın hizmetine sunulabilecek sonuçlar el- pılmamış hangi çimento teknolojisi kul- mikrokatmanı oluşturduğunu görmüş. de edilebilecek, örnegin sağlık alanında lanılmalı” gibi sorularla önce neye ihti- Açacakları şirket işte bu konuyla ilgili. veya verimli enerji üretimi alanında çe- yaç olduğu tespit ediliyor. Üniversitelerin Prof. Sarıkaya konuyla ilgili olabilecek şitli konulara odaklanmak. Üniversite- web sayfalarında, pazarlama merkezi si- yüzlerce kişiyle görüşmüş, örnegin diş lerde yapılan araştırmaların uygulama- teleri var. Bu web sitelerinde bir buluşu hekimleri, diş macunu üreten firmalar, ya geçmesi, kendisinin yaptığı araştır- yapan kişinin ve buluşta payı olan diğer sağlık sigortası yetkilileri. malar için de öncelik kazanmış durum- arastırmacıların isimlerini, buluşun han- gi laboratuvarda yapıldığı bilgisini, bu- luş hakkında bir paragraf uzunluğunda bir özeti de içeren çeşitli bilgilerin oldu- ğu ve buluşu yasal olarak o üniversitenin korumasını sağlayan formlar var. Dola- yısıyla dünyanın başka bir yerinde, baş- ka bir kişi bir saat arayla aynı buluşu yap- 58
<<< Bilim ve Teknik Eylül 2012 Prof. Mehmet Sarıkaya aynı zamanda labilecek konuların belirlenmesi amacıy- na, tartışılan stratejilere ve çalıştay sonra- TÜBİTAK Başkanlık Bilim ve Teknoloji Danış- la yapılan ilk çalıştaya yetkin bilim insanla- sı çıktılara yer verilmiş. Kendisinin gelecek manı. Bu görevi kapsamında da TÜBİTAK’ta rı, söz konusu alanlarda deneyimli özel sek- için arzusu böyle ortaklasa çalışmaların sü- çeşitli çalıştaylar düzenliyor. 2011’in Ekim tör uzmanları, ilgili enstitülerden ve kamu reklilik göstermesi, bilim politikalarının ül- ayında düzenlenen ve TÜBİTAK’ın bütün kurumlarından sözcüler katılmış. İkinci ça- kemizde bilimi temsil eden bilim insanları enstitülerini kapsayan çalıştayda stratejik lıştay Çevre, Gıda, Gen Mühendisliği ve Bi- tarafindan dünya kalitesinde belirlenmesi, araştırma programları incelenmiş. Enstitü- yoteknoloji enstitüleri arasında gerçekleş- bilimsel araştırmaya verilecek fonların ülke- lerin bilimsel yanları ve üzerinde çalıştık- tirilmiş ve her bir alanı ilgilendiren konula- mizde temel bilimin kalitesini artıracak ko- ları konular itibarıyla birlikte çalışmalarına rın yanında üç alanı da ilgilendiren bilgiler nularda verilmesi, bunlardan çıkan tekno- da odaklanılan bu çalıştayın ardından, üç ve pratiğe yönelik araştırma konuları orta- lojinin fikir haklarının alınması, ülkenin ih- çalıştay daha yapılmış ve birlikte çalışma- ya çıkarılmış. Stratejik araştırma konularını tiyaçları doğrultusunda seçilmiş konularda sı gereken enstitülerin bir araya getirildi- saptamak için üçüncü çalıştay Biyoteknolo- olması, bunun da ülkenin geleceği için stra- ği, ortak olarak yapılabileceklere ilişkin bi- ji ve Genetik Mühendisliği Enstitüsü ile BİL- tejik bir konu olduğunun hem bilim insan- limsel ve teknoloik konuların tartışıldığı, GEM arasında gerçekleştirilmiş; burada da ları, hem sanayiciler, hem de politikacılar süreçleri de açığa çıkaran bir platform ha- ulusal genom projesine önayak olabilecek tarafından ortaklaşa benimsenmesi. zırlanmış. Enerji, kimya ve malzeme alan- konular saptanmış. Tüm çalıştaylarda hazır- larında geleceğe yönelik ortaklaşa çalışı- lanan raporlarda ise çalıştayların amaçları- Patent üniversiteye ait, araştırmacının payı % le bir yol izleyen Prof. Sarıkaya öğrencilerine mali 10’dan az. Eğer buluş sahibinin yeni açılan bir şir- desteği de ABD’den sağlıyor. Ayrıca doktora sonrası keti varsa, patent buluş sahibine lisans olarak ki- çalışmanın önemini vurguluyor. Bu nedenle dokto- ralanıyor. İşte bilimden teknoloji transferine giden ra sonrası çalışma programlarının sayısının artması yol bu. Teknoloji transferi sürecinde başka pek çok gerektiğini özellikle vurguluyor. çıktı daha elde ediliyor. Örneğin akademik yayın- lar yapılıyor, çok nitelikli ve donanımlı araştırma- Yurt dışında yaşayan ve bilimsel çalışmalarını cılar ortaya çıkıyor, yani insan kaynakları da sağ- yurt dışında sürdüren bir bilim insanı olarak ke- lanıyor. Diğer bir çıktı ise fikir hakları ve patent- sin dönüşü ne savunuyor ne de bu fikrin karşısın- ler. Prof. Sarıkaya, patent alma sürecinde en önem- da olduğunu belirtiyor. Kesin dönüşü düşünmeyen li role sahip olan “patent avukatı”nın nasıl olması bir bilim insanının mutlaka yılın birkaç ayını ül- gerektiğini de tarif ediyor. Ona göre patent avuka- kesinde geçirmesinin, buradaki bilim insanlarıyla tı olmak için hukuk fakültesini bitirmek yetmiyor. ortak çalışmalar yapmasının, 12 ay burada kalma- Böyle bir avukatın aynı zamanda biyoloji, fizik ya sından bile daha yararlı olabileceğini düşünüyor ve da kimya gibi temel bilimlerden de lisans derece- yurt dışında yaşayıp da yurda dönmeyi düşünme- siyle mezun olması gerekiyor ya da hukuk fakülte- yen bilim insanlarına bunu kesinlikle öneriyor. sini bitiren avukatın bu bölümlerden birinde yük- sek lisans yapması gerekiyor. Prof. Sarıkaya bilim- Buluşunu teknolojiye dönüştürerek pazar bul- sel bir çalışmanın teknolojiye uygulanması yolcu- ma macerasını böyle özetliyor Prof. Sarıkaya. Yapı- luğunu işte böyle özetliyor. lan temel araştırmaların ve bilimin sanayide yer al- masını çok önemsiyor ve bunun için en gerekli ve 10 yıldır Prof. Tamerler ile çalışan Sarıkaya’nın önemli şeyin, teknoloji transferinin ilk adımı olan İTÜ’de de bir ofisi var. Toplam on altı Türk öğrenci- ulusal bilim politikalarının oluşturulması olduğu- si olan Prof. Sarıkaya’nın bu öğrencilerinden on ikisi nu vurguluyor. doktora çalışmalarına, dördü doktora sonrası çalış- malarına devam ediyor. Prof. Sarıkaya Türk öğren- KSaaryıknaaykal,aMr ., “Biomimetics: Materials Fabrication Sarıkaya M., “Probing the molecular mechanisms of cilerin ABD’de doktora yapmak yerine doktoraya UthSroAu(gPhNBAioSl)o,gSya,”yıP9ro6c,.sN. 1a4t1l.8A3c-a1d4.1o8f5S, c1i9.,99. quartz-binding peptides,” Langmuir, Cilt 26, Türkiye’de başlayıp doktora çalışmalarında belli bir Sarıkaya, M., Tamerler, C., Jen, A. K. Y., Schulten, Sayı 13, s. 11003–11009, 2010. aşamaya geldiklerinde altı aylığına, bir yıllığına ya K. ve Baneyx, F., “Molecular Biomimetics: So, C. R., Hayamizu, Y., Yazici, H., Gresswell, C., da iki yıllığına ABD’ye gitmesini, orada kazandıkla- Nanotechnology through Biology,” Nature Materials, Khatayevich, D., Tamerler, C. ve Sarıkaya, M., rı deneyimler sonrasında Türkiye’yede mezun olup, Cilt 2, Sayı 9, s. 577-585, 2003. Kapak resmi ve “Controlling Self Assembly of Engineered Peptides makalelerini Türkiye’deki üniversitelerinde yazma- Molekuler Biobenzetim uzerine ilk makale on Graphite by Rational Mutation,” ACS Nano, Cilt 6, larını öneriyor. Kendi doktora öğrencileri için böy- Tamerler, C. ve Sarıkaya, M., Sayı 2, s. 1648-1656, 2012. “Molecular Biomimetics: Nanotechnology and Güngörmüş, M. Oren, E. E., Horst, J. A., Fong, Molecular Medicine Utilizing Genetically Engineered H., Hnilova, M., Somerman, M. J., Snead, M. Peptides”, Philosphical Transactions-A, L., Samudrala, R., Tamerler C. ve Sarıkaya, M., Sayı 367, s. 1705-1726, 2009. “Cementomimetics - constructing a cementum - like Oren, E. E., Notman, R., Kim, I. W., Evans, J. S., biomineralized microlayer via amelogenin - derived Walsh, T. R., Samudrala, R., Tamerler, C. ve peptides,” Intl. J. Oral Sci., Sayı 4, s. 69-771, 2012. 59
Tuna Çakar HYaanfılzışa Evet, hatırlıyorum ama… Gündelik yaşamımızda bizi biz yapan, geçmişimizi yanımızda taşımamızı sağlayan özelliğimizdir hafıza. Hafızamızda meydana gelen hatalar, yanılsamalar zihinsel süreçlerimiz açısından olağanüstü bir durum değil. Aksine, meydana gelen yanlışlıkları hafızamızın olağan bir parçası olarak değerlendirmek daha doğru olur. Yapılan araştırmalar hafızamızın dış etkenler tarafından kolayca yanıltılabileceğini ortaya koyuyor. Bu çalışmaların sonuçlarının işaret ettiği zayıflık, özellikle de hukuki davalarda görgü tanıklığı gibi hassas durumlarla ilgili olarak, hafızamızın güvenilirliği konusunda hepimizi düşünmeye sevk ediyor. Araştırma sonuçları, ortak anılar paylaştığımız kişilerle iddialaşırken daha temkinli olmamızı öneriyor. Hafızanın nasıl çalıştığı kadar, nasıl yanıldığı da bilişsel araştırmaların incelediği konular arasında.
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 Yanlış hafıza, bir olay veya hatı- Resim 1-2: Yanlış hafıza deneylerinde katılımcılara sunulan görsellerden örnekler. ra hakkında zihnimizin üretti- Bu resimlerden birine bakması istenen katılımcılara daha sonra yanıltıcı sorular sorularak yanlış hafıza oluşturulması amaçlanmaktadır. ği çarpıtılmış veya uydurulmuş hafıza türüdür. Burada kavramsal olarak Neden yanlış hafıza? kalırız. İçinde bulunduğumuz ortamda- ayırt etmemiz gereken şey hatırlayama- ki diğer uyaranların etkisi (gürültü, kala- ma durumudur. Birçok durumda geç- Yanlış hafıza oluşumu yukarıda be- balık gibi) detayları doğru şekilde hatır- mişe ait bir anıyı veya bir detayı hatır- lirttiğimiz gibi biyolojik ve psikolojik sü- lama ihtimalimizi azaltır. layamayabiliriz. Bir hafta önce bugün ne reçlerin olağan bir parçası. Bu “yanlış” giymiştik? Hatta dün akşam yemeğinde oluşum çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Çıkarımlar: Zihnimiz aldığı her ye- ne yemiştik? Gündelik hayatın yoğunlu- Bunların başında hafızaya yanlış kayıt et- ni bilgiyle eskiler arasında ilişkiler kur- ğu içinde bunlar önemini yitiren ve ha- me gösterilebilir. Daha da ilginç olanı ha- mak ve çıkarımlar yapmak üzerine prog- fızamızdan siliniveren veya gerekli çağ- fızadaki eski bilgilerin yeni bilgileri etki- ramlanmıştır; biz istesek de istemesek de rışımları yapamadığımız, “gereksiz” ha- leyerek bilgilerin yanlış kaydedilmesine bu program hayli etkin bir şekilde çalışır. le gelen detaylardır. Ama bir de bu bilgi- sebep olduğu durumdur. Örneğin okula Sokakta yürürken gördüğümüz mayolu leri yanlış hatırlamak var… Aslında bizi her gün beyaz gömlekle gelen bir arka- birinin havuza gittiğini düşünmemiz de birçok durumda yanlış çıkarım yapmaya daşımızın o gün ilk kez giydiği gri göm- bu şekilde otomatik olarak gerçekleşir. ve iddialarda bulunmaya iten de bu. Bir leğine dikkat etmediysek onu hafızamı- Bir süre sonra sorulduğunda havlu ta- hafta önce bugün yeşil bir gömlek giy- za yine beyaz gömlek giymiş haliyle kay- şımıyor olmasına karşın bu kişinin hav- miş olmamıza karşın mavi gömlek giy- dededebiliriz. Gün sonunda sorulduğun- lu taşıdığını iddia etmemiz, yanlış çıka- diğimizi hatırlamamız ve üstelik bun- da arkadaşımız bizim için “beyaz göm- rımın bir örneğidir. Zihnimiz her an çok dan çok da emin olmamız gibi. Günde- lek giymiştir” ve önceden yerleşmiş, hay- sayıda otomatik çıkarım yapabilecek ka- lik deneyimlerimizden yola çıkarak ço- li net hafıza kaydının etkisiyle bundan pasitededir. Dolayısıyla çıkarımların ha- ğumuz hatırladığımız anıların “kusur- çok eminizdir. Birçok durumda, hatırla- talı hafıza kayıtlarına yol açma ihtimali suz” bir şekilde depolandığını düşünme nan anının yanlış olduğu kişi tarafından azımsanamayacak kadar yüksektir. eğilimindeyiz. Fakat hafıza konusunda şiddetle reddedilir. Laboratuvar ortamın- son dönemde yapılan araştırmalar, ha- da yapılan deneylerde olaylar sıkı bir şe- Müdahale: Hafıza kayıtlarımız üze- fızamızın sanıldığından çok daha fazla kilde kontrol edildiğinden belirli bir ha- rinde dış etkenlerin müdahale gücü hay- hataya mahal verecek derecede kusur- tıranın hangi faktör nedeniyle yanlış ha- li fazladır. Loftus ve arkadaşları deneyle- suzluktan uzak olduğunu ortaya koyu- tırlandığı daha iyi anlaşılabilir. Yanlış ha- rinde, yaptıkları müdahalelerle katılımcı- yor. Loftus ve arkadaşlarının yaptığı ça- fızaya neden olan faktörler beş başlık al- ların yanlış hafıza oluşturmasının ne ka- lışmalar hafızamızın yanlışlığı konusun- tında incelenebilir: Yetersiz idrak, çıka- dar mümkün olduğunu gösterdi. Her bir da yeni bir sayfa açtı. rımlar, müdahaleler, benzerlik ve ilişki- katılımcıya trafikle ilgili bir resim göste- nin yanlış atfedilmesi. rilerek katılımcıdan resmi incelemesi is- Bu tip çalışmaların yanı sıra, DNA tendi). Kontrol grubundaki katılımcılara teknolojilerinin gelişmesi ve daha yay- Yetersiz idrak: Özellikle olayın ve- “dur” levhalı resim, deney grubundaki- gın kullanılmaya başlanmasıyla da da- ya uyaranın hafızaya kaydedildiği esna- lere ise “yol ver” levhalı resim gösterildi. ha önce hüküm giymiş birçok hüküm- da meydana gelen duyumsamayı veya al- lünün suçsuzluğu kanıtlandı. Innocen- gılamayı etkileyen etmenlerin yol açtığı Resimler katılımcıların önünden kal- ce Project (Masumiyet Projesi) kapsa- bir durum olarak özetlenebilir. Mahke- dırıldıktan sonra soru kısmına geçildi. mında ele alınan davalarda görgü tanık- medeki tanığın -eğer karanlık bir ortam- Katılımcılara “Araç dur levhasına yaklaş- lıkları sonucunda % 75 civarında hatalı da ve hayli uzaktan gördüyse- olayı yanlış tığında yanında başka araç var mıydı?” yargıya varıldığı açıklandı. 1984 yılında hatırlıyor olma ihtimali yüksektir. Gün- sorusu soruldu. Bu sorunun ardından da soygun ve tecavüz suçlamasıyla 19 sene delik hayatta aslında birçok durumda katılımcılara trafik levhasının üzerinde- hapis cezası alan Dennis Brown yanlış “yetersiz idrak” sorunuyla karşı karşıya ki işaret soruldu. Kontrol grubu (sağdaki görgü tanıklığı nedeniyle hüküm giyen resim) resimdekinin “dur” işareti oldu- masum insanlardan sadece biri. Hüküm giymiş çok sayıda masum insan bu pro- je kapsamında DNA testlerinin kullanıl- ması ve suçsuzluklarının ispatlanmasıy- la kurtarıldı. Söz konusu görgü tanıklık- larındaki sorun kasıtlı olarak yanlış bil- gi verme değil, hafızanın tuzağına düş- me sorunu. 61
Yanlış Hafıza Yanlış Atıflar: İnsan zihni üzerinde dı. Yaşadıkları olaylar hakkında bilgiler durduğu, yoğunlaştığı konularda da yan- aile bireylerinden alındı. Bir ay civarında ğunun farkındaydı ve doğru cevap ver- lış çıkarım yapabilir. Jacoby ve arkadaşla- süren görüşmeler sonrasında katılımcı- di. Ancak deney grubundaki katılımcı- rı 1989 yılında hayli ilgi çekici bir deney- ların 4’te 1’inden fazla bir kısmı yaşama- ların büyük kısmı ilk sorunun ardından le bu durumu ortaya koydu. Deneye katı- dıkları olayları anımsayıp detay vermeye trafik levhasının işaretini yanlış hatırla- lan katılımcılardan bir isim listesi üzerin- başladı. Yani bir süre sonra bireyler ken- yarak ikinci soruya “dur işareti” cevabı- de çalışmaları istendi. Bu listedeki isimler- dilerine anlatılan bu sahte anıları ger- nı verdi. Böylece dış müdahale ile yan- den hiçbiri ünlü kişilere ait değildi. Ertesi çekten yaşadıklarını zannetmeye başla- lış hafıza oluşturulabileceği Loftus ve ar- gün tanıma testine sokulan deneklere ünlü dılar. Bir alışveriş merkezinde kayboldu- kadaşları tarafından gösterilmiş oldu. Bu kişilerle sıradan kişilerden oluşan karışık ğu söylenen kişi geçmişine dönüp böy- tür müdahaleler davalarda avukatların bir liste verildi. Sıradan kişi isimlerinin bir le bir hatıra bulamamasına karşın bu ko- tanıklar üzerinde sıklıkla uyguladığı bir kısmı önceki gün yapılan deneyden alındı. nuda zihnini uzun süre meşgul ettikten stratejidir. Katılımcılar önceki gün üzerinde çalıştık- sonra böyle bir anı oluşturmuştur. Bu ları sıradan kişilere ait isimleri “ünlü” kişi- durumda daha önce bahsettiğimiz sü- Benzerlik: İnsanların zorluk çekti- lere ait olarak tanımladı. Yani insan hafıza- reçlerin birden fazlası rol alır. Kişi sunu- ği bir diğer konu ise tanıma testleri. “Şu sı üzerinde yoğunlaştığı konular hakkında lan hatıra üzerine düşünür, sonrasında an gösterilen kırmızı üçgen az önce yapı- yanlış çıkarsamalar ve yanlış atıflar yapabi- bu olayı yaşayıp yaşamadığını sorgular, lan sunumdaki nesnelerden biri mi?” bi- lir. Bu da özellikle uzun vadede yanlış hafı- sonunda da yanlış bir atıfla çocukluğun- çimindeki bir sınamada olduğu gibi. Bu za oluşumuna neden olabilir. da bu olayı yaşadığı sonucuna varabilir. konuda yapılan deneylere bir örneği ya- zının daha sonraki kısmında bulacaksı- Resim 3-4: Loftus ve arkadaşları tarafından yapılan yanlış hafıza deneylerinde kullanılan manipülatif anılar için örnekler verildi. Katılımcılara nız. Nesne tanıma insan zihnini zorla- bazı deneylerde çocukken bir alışveriş merkezinde kayboldukları bilgisi“enjekte”edilirken, bazı deneylerde Disneyland’a gitmiş oldukları bilgisi yan bir süreçtir, üstelik nesneler arasın- veriliyordu. Önemli olan nokta ailelerinden böyle bir olay yaşamadıkları teyidinin alınmasıydı. Buna rağmen birçok katılımcı benzer anıyı daki benzerliğin artması bu süreci daha sonradan oluşturup buna inanıyordu. Bu deneyler otobiyografik hafızanın da dış müdahaleye ne kadar açık olabildiğini gösteriyor. da zorlaştırır. Yani benzer nesneleri ayırt etmek birbirine benzemeyen nesnele- Yanlış otobiyografik Başka deneylerde katılımcılara çocuk- ri ayırt etmekten çok daha zordur. İnsan hafızalar luklarında gitmemiş olmalarına karşın zihni benzerlikleri ayırt etme konusun- Disneyland ve Micky Mouse hakkında da hata yapabilir. İşte benzerlikten kay- Yanlış hafıza literatüründe oldukça anılar “aktarılarak” yanlış hafıza oluştu- naklanan bu hatalar yanlış hafıza olarak önemli yere sahip olan Elizabeth Loftus rulmuştur. Katılımcılar, bu aktarımın et- uzun vadede kayda geçebilir ve yanlış ha- ve ekibinin yaptığı araştırmalarla, otobi- kisiyle çocukluklarında Disneyland’a git- tırlamaya neden olabilir. Görgü tanıkla- yografik hafızamıza da dışarıdan müda- tiklerine ve Micky Mouse’un elini sıktık- rının hatalı tanıklıkları pek çok durum- hale edilebileceği gösterildi. Bu “yanlış” larına ikna olmuştur. da sanığın gerçek suçluya benzerliğinden anıların zaman geçtikçe daha güçlü ve kaynaklanır. daha net bir hale geldiği görüldü. Başka Son 30 sene içinde Loftus ve arkadaş- çalışmalarla da anıların zaman geçtik- larının sonuçlarını destekleyen çok sayı- Yanlış Hafıza Sendromu çe değişime ve bozulmaya daha açık ha- da deney yapıldı. Başka deneyler de yanlış Dean R. Koontz tarafından kaleme alı- le geldiği gösterildi. Loftus ve arkadaşları hafıza konusuna ışık tuttu. Goff ve arka- nan“Yanlış Hafıza”adlı roman, yanlış ha- tarafından otobiyografik hafıza üzerine daşları tarafından yapılan bir çalışmanın fıza sendromuna yakalanan bir adamın yapılan bir deneyde katılımcılara yaşa- sonucuna göre, insanlar bir eylemi ger- dramını anlatır. Eğer kişi geçmişe da- dıkları ve yaşamadıkları olaylar anlatıl- çekleştirdiklerini hayal ettikleri takdirde ir olayları sık sık yanlış hatırlıyorsa veya uydurma hatıralar oluşturuyorsa, bunu psikolojik bir vaka olarak değerlendir- mek daha uygun olur. Bu sendrom ge- nellikle bir yakınını kaybetme, cinsel is- tismar, tecavüz gibi travmatik olayların sonucunda oluşur. Tedavisi psikoterapi ve psikiyatrik yöntemlerle gerçekleştiri- lir. Ancak sağlıklı bireyler de zaman za- man yanlış hafıza deneyimleri yaşar. Bu, zihinsel süreçlerin doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. 62
<<< Bilim ve Teknik Eylül 2012 Yanlış hafıza üzerine kısa bir deney: Aşağıdaki kelimeleri teker teker, hızlı bir şekilde okuyun ve diğer kutu içinde verilen soruyu cevaplayın. araba, masa, perde, pervaz, çocuk, cam, koltuk, elbise, ütü, ağaç (Sağlıklı bir sonuç almak için, sonraki soruyu bu listeyle karşılaştırmadan cevaplayın.) gerçekten o eylemi gerçekleştirdiklerine inanmaya Tuna Çakar, 2004’te Sabancı eğilimli oluyorlar. Örneğin masanın üzerinde duran Üniversitesi Biyoloji Bilimleri ve kalemi bir yerden başka bir yere hareket ettirdiğinizi Biyomühendislik Programı’ndan sadece düşünseniz bile bir süre sonra onu gerçekten lisans derecesini, 2009’da Boğaziçi hareket ettirdiğinizi hatırlama ihtimaliniz artar. Bu- Üniversitesi Bilişsel Bilimler nu destekler nitelikte olan başka bir çalışma da söz- Programı’ndan yüksek lisans lü ifadenin yanlış hafıza üzerindeki etkisini gösterdi. derecesini aldı. ODTÜ Bilişsel Bilimler Tversky ve arkadaşlarının ortaya koyduğu kadarıy- Programı’nda doktora çalışmalarına la bir olayı sözlü olarak anlatmak o olayın detayları- devam ediyor. Ağırlıklı olarak insan nı daha farklı hatırlamaya sebep olabiliyor. Psycholo- zihnindeki muhakeme süreçleri gical Science dergisinde yayımlanan bir makaleye gö- ve kavramsal algı üzerine çalışıyor. re de, şişe çalkalamak veya deste karıştırmak gibi ba- sit bir eylem gerçekleştiren bir kişinin videosunu iz- leyen insanlar 2 hafta kadar sonra bu eylemi kendi- leri yapmış gibi hatırlayabiliyor. Üstelik araştırma so- nucuna göre bu sıklıkla karşılaşılan bir durum. Sonuç yerine Yanlış hafıza ile ilgili olarak üzerinde durmamız sonucu. Yanlış hafıza kişisel yaşantımızı olumsuz et- gereken bir diğer konuysa bireysel farklılıklar. Ba- kileyebiliyor ve görgü tanıklığı gibi önemli konular- zıları yanlış hafızadan daha çok etkilenirken bazı- da ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkabiliyor. Ma- ları daha az etkilenebilir. Kişinin yaşadığı olayların sumiyet Projesi (Innocence Project) kapsamında sa- detaylarına dikkat edebilme becerisi yanlış hafıza dece Kasım 2005’e kadar 163 davada yanlışlık yapıl- oluşturmayla doğrudan ilişkili. Bunun yanı sıra çe- dığı DNA testleriyle ortaya kondu. Bu davaların % şitli biyolojik ve gelişimsel etkilerden de bahsetmek 75’inin hatalı sonuçlanmasında yanlış görgü tanık- mümkün. Yapılan araştırmalar çocukların ve yaşlı- lığı rol oynamış. Bütün bu veriler ışığında da hafıza- ların yanlış hafıza oluşturma olasılıklarının üniver- mıza çok da güvenmememiz gerektiği ve yanlış hafı- site öğrencilerine kıyasla daha fazla olduğunu göste- za oluşturma ihtimalini aklımızda bulundurmamız- riyor. Ama daha genel bir çerçeveden bakacak olur- da fayda olduğu anlaşılıyor. sak yanlış hafıza, günlük işleyen hafıza süreçlerinin olağan bir parçası, kaçınılmaz bir sonucu. Evrimsel Kaynaklar Loftus, E. F., Coan, J., Pickrell, J. E., “Manufacturing süreçte gelişmiş bilişsel yapı ve süreçler, istemsiz çı- LHoafrtvuasr,dE.UFn.,iEvyereswitiytnPersessTse,s1t9im79o.ny, Cambridge: RafanolsdeedMmigeeetmra,cHoor.ginLe.is,tiMuosnai,nrEsghdbiEittö.sJro.,Lf“.rFReaaellsdieteyrM”,,HIemmilplsolidrcyaitl”e,M, 1e9m9o6r.y karımlar, benzerlik, yetersiz idrak, yanlış atıflar gi- Loftus, E. F., Levidow, B., Duensing, S., “Who Scholarpedia, Cilt 4, Sayı 8, s. 3858, 2009. bi etmenlerin yönlendirmesiyle bilgiyi olduğundan remembers best?: Individual differences in memory Innocence Project: http://www.innocenceproject.org/ farklı kaydetme hatta doğruyu yanlışa çevirme po- for events that occurred in a science museum”, Applied tansiyeline sahip. Bazı yorumlara göre yanlış hafıza Cognitive Psychology, 6, s. 93-107, 1992. insan zihninin üretkenlik kapasitesinin olumsuz bir Yanlış hafıza deneyinin devamı: Aşağıdaki kelimelerden hangileri biraz önce baktığınız listede vardı? tencere, kelepçe, araba, pencere, koltuk, gömlek, misina, çocuk (Yapılan yanlışların nedenini bulmayı yazar okuyucuya bırakıyor.) 63
Zeki Eker * Kozmik Teşekkür Cengiz Işık ** Tuncay Özışık *** * Prof. Dr., TÜBİTAK TUG Ulusal Gözlemevi Md. ** Prof. Dr., Başkent Üniversitesi Öğr.Üyesi *** Dr., TÜBİTAK TUG Ulusal Gözlemevi Başuzman Zamanının büyük alimlerinden İsma- girip İsmail Fakirullah’ın sandukasının ba- il Fakirullah’ın yetiştirdiği birçok bilim şucunu 3-5 saniye aydınlatmasını istemiştir. adamı arasında en ünlüsü olan Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın ve İsmail Fakirullah’ın İbrahim Hakkı, hocası İsmail Fakirullah’ın hâlâ hayatta olan torunları ve başka bazı Til- 1734’te vefatı üzerine hocası için Siirt’in Ay- lo sakinleri, kendi çocukluk yıllarında yaşa- dınlar ilçesinde (Tillo) tasarımı kendisine ait dıkları bu “ışık hadisesi”nin 1960’lı yılların bir türbe inşa ettirir. Türbenin hemen doğu ortalarına kadar devam ettiğini anlatıyor. tarafına minareye benzer bir kule ve yine İbrahim Hakkı “Yeni yılda doğan Güneş’in doğu yönünde, kuleden kuş uçumu yakla- ilk ışıkları, hocamın başını aydınlatmaz ise şık 3 km mesafedeki “Tefekkür Tepesi” veya ben o güneşi neyleyim!” sözü ile aslında, bu “Kalat-ül Üstad” denilen tepenin en yüksek eserin tüm insanlık için bilime saygı, hocaya noktasında da hiç harç kullanmadan, 6 m hürmet ve ahde vefa örneği olarak cisimleş- genişliğinde ve 3 m yüksekliğinde, sal taşla- miş bir teşekkür olduğunu ifade eder. rından bir yığma duvar yapar; duvarda 40 x Tillo ile özdeşleşmiş fakat dünya kültür mira- 50 cm büyüklüğünde bir boşluk bırakır. Söy- sının henüz dikkatini çekmemiş bu ışık olayı, lenenlere göre, gece ve gündüzün eşit oldu- geçmiş üç asrın yükünü taşıyarak yıpranmış ğu 21 Mart ve 23 Eylül tarihlerinde, tepenin türbenin 1964’teki restorasyonu sonrasında arkasından doğan Güneş’in ilk ışıklarının bu ne yazık ki artık gerçekleşmez olmuştur. Tür- boşluktan süzülmesini, Tillo ilçesi bu duva- beye bu eşsiz özelliğini tekrar kazandırmak rın gölgesinde kalırken, duvardaki boşluktan için gösterilen tüm çabalar sonuçsuz kalmış, geçen ışınların türbenin hemen yanındaki bölgeye gelen yerli yabancı birçok bilim ada- kuleye gelmesini, orada kırılıp yön değiştire- mının uğraşları da sonuç vermemiştir. rek türbenin doğu cephesindeki pencereden Tillo“Işık Hadisesi”nin bileşenleri (türbe, kule ve taş duvar) ile birlikte temsili resmi “Işık Hadisesi”Son 50 Yıldır Neden Gerçekleşmiyor? 64 Başkent Üniversitesi’nden arkeolog Prof. Dr. Cen- giz Işık, tamamen farklı bir amaçla 2011 yılının ilk günlerinde Tillo’da iken, zamanın Siirt Valisi Musa Çolak, kendisinden ısrarla “ışık hadisesi” konusun- da bir çalışma yapmasını rica etmiştir. Bunun üzeri- ne araştırmalarına başlayan Prof. Işık, konuyu ilk kez TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG) Müdürü Prof. Dr. Zeki Eker ve TUG’da başuzman olarak görevli Dr. Tuncay Özışık ile paylaşmış ve 2011 yılının Mart ayı içinde, gündönümü tarihini de içine alacak şekil- de, Tillo’da bir çalışma programı oluşturulmuştur. Bu ekibe daha sonra, İ.Ü. Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nden Prof. Dr. Adnan Ökten, Doç. Dr. Tansel Ak, Akdeniz Üniversitesi Fen Fakül- tesi Uzay Bilimleri ve Teknolojileri Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Doç. Dr. Oğuz Özer de katılmıştır.
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 20 Mart 2011 tarihinde Tillo’da çalışma- merkezinin azimut açılarının (kuzey nok- doğru çekiliyor ve ilçe aydınlanıyordu. Pe- ya başlayan ekip, öncelikle türbeyi, kuleyi tasından doğuya doğru ufuk üzerinde öl- ki Tillo gölgedeyken, türbedeki sanduka- ve yaklaşık 3 km doğudaki tepede bulunan çülen açı) sırasıyla 92° 43’ 15” ve 272° 43’ nın başucuna nasıl güneş ışığı düşüyordu? taş duvarı inceledi ve belgeleme çalışmala- 15” olduğu, taş duvarın tabanının ufuk- İbrahim Hakkı astronomide “paralaks et- rı yaptı. İlk izlenimlerden, taş duvar hariç tan olan yüksekliğinin ise 3° 23’ 11” oldu- kisi” diye adlandırılan ve bakış doğrultu- hiçbir şeyin orijinal olmadığı anlaşılıyordu. ğu hesaplandı. Bu sayede kuleden bakan suna göre uzaktaki bir noktanın yer değiş- Türbe ve kule tamamen yıkılarak yeniden bir gözlemci için Güneş’in gündönümün- tirmesine sebep olan olguyu burada çok yapılmış, hem İsmail Fakirullah ve hem de de veya başka bir tarihte ne zaman ve ne- ustaca kullanmıştı. 12 m yüksekliğindeki İbrahim Hakkı tarafından torun olan ve ışık reden doğacağı ve dolayısıyla gök ekvato- kulenin 14 yay dakikası değerindeki para- sistemini tekrar işler hale getirmek için uğ- runun konumu belirlenebilirdi. Bu amaç- laks etkisinden dolayı, kulenin tepesinde raşan Feyzullah Toprak tarafından da kule- la 21 Mart’ta yapılan Güneş gözlemleri de duran bir gözlemci Güneş’i taş duvarın ar- nin tepesine bir ayna yerleştirilmişti. İncele- hesaplarla tam olarak uyumluydu. kasında doğmuş görürken, bu sırada ku- meler sırasında taş duvarın, kulenin ve san- lenin dibinde duran bir gözlemci Güneş’i duka başucunun aynı hat üzerinde olduğu, Elde edilen ilk sonuca göre, “ışık göremezdi. Yapılan gözlemlere göre, türbe ancak ışığı türbenin içine alacak pencere- hadisesi”ni, taş duvarın arkasından doğan girişinde duran bir gözlemci Güneş’i, ku- nin bu hat dışında kaldığı da fark edildi. Bu Güneş’in ışıklarının bu duvardaki boşluk- ledeki bir gözlemciden yaklaşık 2 dakika da, kuleden sanduka başucu doğrultusun- tan süzülerek gerçekleştirmesi imkânsızdı. sonra görüyordu. Kulenin tepesindeki ay- da yansıtılan bır ışığın pencere yerine duva- Çünkü kuleden tepeye bakıldığında, taş na Tillo üzerindeki gölgenin dışında kal- ra rastlayacağı anlamına geliyordu. Acaba duvarın ve Güneş’in o uzaklıktaki görü- dığı için bu aynanın Güneş’ten yansıttığı pencerenin yerinde bir hata mı vardı? nen büyüklükleri arasında yaklaşık 5 kat ışık Fakirullah’ın sandukasının başucuna fark oluyordu. Yani taş duvar Güneş dis- düşerken Tillo halkı bir süre gölgede ka- Hassas GPS ölçümlerinden oluşturulan 3-boyutlu türbe modeli. kini kapatamayacak kadar küçük kalıyor, lıyordu. Güneş’ten gelip kuleden sanduka başucuna doğru yansıyan ışığın taş duvardaki boşluktan geçen güneş ışı- izlediği yol sarı hatlarla gösterilmiştir. Mevcut pencerenin yerinin ğı iş görmüyordu. Bu konudaki tüm kay- Taş duvar, kuledeki ayna ve sanduka- hatalı olduğu açıkça görülmektedir. naklarda anlatılan, tıpkı bir iğne deliği ka- nın başucu tek bir hat üzerinde yer aldı- merada olduğu gibi, “boşluktan süzülen ğına göre, demek ki ışığın girmesi gere- Sistemi çözmek için teodolit ile yapı- güneş ışığı” ifadesi adeta bir şehir efsane- ken pencerenin yeri kesinlikle hatalıy- lan yıldız gözlemlerinden taş duvardaki si olmuştu. Ayrıca, yine kaynaklarda belir- dı. Türbenin restorasyonu sırasında bir boşluğun merkezinin ve kuledeki aynanın tilen “Tillo halkı taş duvarın gölgesi için- problem olduğu açıktı. Durumu öğrene- de kalırken…” ifadesinde Tillo’yu gölgede bilmek amacıyla yapılan arşiv çalışmaları bırakan taş duvar değil duvarın bulundu- sonuçsuz kaldı. Ne yapılan restorasyon sı- ğu tepeydi. Gözlemlerin de ortaya koydu- rasındaki projelere, ne de restorasyon ön- ğu gibi Güneş tepenin ardından yükselir- cesi orijinal türbe ile ilgili işe yarar bilgi- ken tepenin gölgesi Tillo’nun üzerine dü- lere ulaşılabildi. Bunun üzerine Doç. Dr. şüyor, Güneş yükseldikçe gölge doğuya Oğuz Özer İl Tapu Kadastro Müdürlüğü Siirt’in Aydınlar (Tillo) ilçesinde bulunan İsmail Fakirullah ve İbrahim Hakkı türbesi Türbenin doğu cephesindeki mevcut pencere ve doğru ışık yolu üzerine açılan yeni pencere Yeni pencere Hatalı pencere 65
Kozmik Teşekkür kuzeyinde, yeri dikkatlice hesaplanmış ye- mızı yakından izleyen herkes sevinç için- ni bir pencere açılarak sistem olması ge- deydi. Neredeyse hiçbir arşiv verisi olma- ile titiz bir GPS çalışması yaptı. Bu çalışma rektiği gibi çalıştırılacaktı. dan âdeta İbrahim Hakkı gibi düşünme- sonrasında türbenin üç boyutlu bir mo- ye çalışarak, sistemi tekrar çalışır hale ge- delini hazırladığında her şey açıklığa ka- “Işık Hadisesi”ile ilgili olduğu iddia edilen Kalat-ül Üstad (Kale) tirebilmiştik. 2011 yılının sonbahar gün- vuştu. Yeniden inşa edilen sekizgen taban- olarak adlandırılan taş duvar dönümünde Tillo’da düzenlenecek büyük lı türbenin doğu batı ekseni, olması gere- bir etkinlikle “ışık hadisesi” gerçek güneş ken doğrultuya göre yaklaşık 10 derece Kuzey ışığı ile gerçekleştirilecek ve İsmail Faki- güneye dönüktü. Buna bağlı olarak da do- Azimut= 920 43’15’’ rullah ve İbrahim Hakkı Türbesi’nin ışığa ğu cephesindeki pencerenin yeri kaymış- Sanduka-Taş Duvar olan elli yıllık hasreti sona erecekti. tı. Maalesef restorasyonda hata yapılmıştı doğrultusu (ışık yolu) ve daha da acıklısı türbenin yeniden inşa- Takvimler 22 Eylül’ü gösterdiğinde Si- atı sırasında bu eşsiz “ışık hadisesi” hiç mi KIBLE irt Valiliği, Aydınlar (Tillo) Kaymakam- hiç dikkate alınmamıştı. Oysa âdeta “koz- (Azimut= 1870 04’) lığı ve Belediyesi tarafından düzenlenen, mik” bir tasarıma sahip olan orijinal tür- 1500’ü aşkın kişinin katıldığı Tillo Kültür benin sonradan elimize geçen fotoğrafın- Etkinliği başlamıştı. Resmi makamlar, ye- dan da anlaşıldığı gibi, yapıya dokunul- rel ve ulusal medya mensupları ile birlik- mamalı, sadece onarımı ile yetinilmeliydi. te herkes, artık sabah saat 06:22’yi bekli- yordu. Yeni ışık penceresinin yeri 23 Eylül 2011’de bölgede 06:00’da do- Işığın girmesi gereken ğan Güneş, kulenin tepesine göre taş du- mevcut pencere varın solundan 06:19’da yükselmeye baş- ladı. Güneş diski yavaş yavaş tepenin ar- dında yükselirken bir yandan da taş du- var hizasına geliyordu. Derken, kuledeki aynadan yansıyan güneş ışığı açılan pen- cereden süzülmeye ve İsmail Fakirullah’ın sanduka başucunu aydınlatmaya başladı. Türbenin içindeki ziyaretçiler heyecan- lanmıştı; Tillo meydanında toplanmış ve henüz Güneş’i görmemiş olan gölgede- ki halk meydana kurulan dev ekrandan olayı izliyor ve alkışlıyordu. Hesapladığı- mız gibi sanduka başucunun sol altından başlayan aydınlanma yavaş yavaş hareket ederek başucunu olduğu gibi kaplamış ve sonra da sağ üst taraftan yaklaşık 6 dakika içinde çıkıp gitmişti. 50 Yıl Aradan Sonra Türbenin yatay kesiti. Sanduka başucu ile ayakucu, kule ve taş duvar Türbedeki kuleden bakan bir gözlemciye göre sonbahar gündönümü Işığa Kavuşan Türbe aynı doğrultu üzerindedir. Bu doğrultu üzerinde olması gereken civarındaki günlerdeTefekkürTepesi’nden Güneş’in doğuşu. pencerenin yeri, restorasyon sırasında yanlış konumlandırılan yeni Güneş’in yükselirken izlediği yollar (yeşil) gök ekvatoruna paraleldir. Durum anlaşıldıktan sonra muhtemel türbe binası sebebiyle kaymıştır. Tepenin yüksekliği sebebiyle gök ekvatorunun gerçek doğu ile kesiştiği çözüm önerilerini de içeren bir rapor ha- nokta görünmemektedir. Sağ üst köşede ayrıntılı görülen taş duvar zırlanarak başta Siirt Valiliği olmak üze- 17 Temmuz 2011 tarihinde önce 80 bölgesine, resimde kırmızı çerçeve ile işaret edilmiştir. re Tillo Kaymakamlığı, Tillo Belediyesi ve cm kalınlığındaki türbe duvarında işinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderildi. ehli inşaat ustaları tarafından düzgün bir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Ku- pencere açıldı, sonrasında da ekibimiz- rulu “ışık hadisesi”nin orijinal şekliyle tek- deki mekanik ustası Hüsamettin Akkurt rar gerçekleşebilmesi için minimum tadi- kuleye yeni bir ayna düzeneği yerleştirdi. lat gerektiren yeni pencere önerimizi ka- Aynı gece taş duvardan kuledeki aynaya bul etti. Buna göre, mevcut pencerenin yönlendirilen lazer ışığı, açılan pencere- den içeri süzülüp Fakirullah’ın sanduka- sının başucuna ulaştı. Tillo’da çalışmaları- 66
<<< Bilim ve Teknik Eylül 2012 İsmail Fakirullah ve İbrahim Hakkı türbesinin restorasyon öncesi fotoğrafı (Abdullah Aydın’ın özel albümünden) “Işık Hadisesi”nin ve Türbenin Gizli bilmek için kullanmış olmalıdır. İkincisi, taş duva- Özellikleri Açığa Çıkıyor rı adeta bir gündönümü algılayıcısı olarak kullan- mış olmalıdır. Nevruz (21 Mart), birçok medeniyet- “Işık hadisesi” ve türbe derinlemesine incelendi- te olduğu gibi yeni yılın başlangıcıdır. İbrahim Hak- ğinde önemli sorular ve şaşırtıcı gerçeklerle karşıla- kı türbeyi inşa etmeden önce seçtiği yerden yaptığı şılır. Birincisi, ışık hadisesinin gerçekleşmesi için taş gözlemlerle yeni yılın ilk gününü tespit edebilir ve- duvara ve ortadaki boşluğa gerek olmadığı halde bun- ya yılın herhangi bir gününde eski ya da yeni yılda lar neden vardır? Bunu yaparken İbrahim Hakkı’nın olup olmadığını anlayabilirdi. Güneş taş duvarın sa- iki amacı olabilir. Birincisi, ayna ayarını yapmak ğından doğuyorsa eski yıl bitmemiş, solundan doğu- için duvarı tepede bir nişangâh olarak kullanmaktır. yorsa Nevruz geçmiş, yeni yıl başlamıştır. Gündönümü zamanlarında tepeden doğan Güneş’in yerini uzun yıllar ayakta kalacak şekilde bu duvar ile Türbe yerinin bu şekilde seçilmiş olması bizi baş- işaretlemiş, boşluğu da içine koyduğu kandillerle ge- ka bir sonuca daha götürmektedir. 21 Mart veya 23 ce yaptığı yıldız gözlemlerinde taş duvarı fark ede- Eylül’de Güneş taş duvarın ardından doğarken ay- nı zamanda türbede yatan İsmail Fakirullah ve İb- 23 Eylül 2011 tarihinde İsmail Fakirullah’ın sandukasının başucuna rahim Hakkı’nın ayak uçları hizasında kalmaktadır. 50 yıl aradan sonra tekrar düşen güneş ışığı Mezar yönünün kıbleye göre konumunun değiştiri- lemez olması dolayısıyla, gündönümü zamanların- da doğan Güneş’in bir mezarın ayak ucu hizasına ge- lebilmesi için o yerin coğrafi enlem ve boylamı, te- penin yüksekliği, taş duvarın yeri gibi parametreler çok özenle hesaplanarak seçilmiş olmalıdır. Bu şekil- de bir kurgu dünyada başka bir bölgede gerçekleşti- rilemez. Bu bize Tillo’nun, dolayısıyla türbenin ko- numunun da özenle seçildiğini göstermiştir. EKBsaaeşyrenlre,arMkDla.irFz.i,sMi: 1a,rİisfettannabmule2, O01s0m. anlıca Tercüme http://www.tillolulardernegi.com Koç, Ö., “Minyatürle İbrahim Hakkı Hazretleri”, http://www.binrota.com Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi http://www.tillovakfi.org Toprak, S., Özel Röportaj 67
Oğulcan Açıkgöz Aslı Şensoy Asal Sayıların Hikâyesi Ellerinize bakın. 2 eliniz, her elinizde 5 parmağınız, her parmağınızda 2 eklemle ayrılan 3 bölüm var. Parmağınızdaki boğumları düşündüğünüzde üst boğumun alt boğuma oranı pi sayısını verir mi? Peki, parmağınızın tamamının üst boğuma oranı pi sayısını verir mi? Bu bir tesadüf olabilir mi? Bu yazı doğanın daha birçok yerinde bulunan asal sayıların hikâyesi. Asal sayılar ve diğer sayılar 2, 3, 5, 7, 11... diye sonu gelmez bir biçimde uzar gider asal sayılar. Uzar gider, ama bir sonraki asal Asal sayı, 1’e ve kendisinden başka bir sayıya bö- sayıyı bulmak için (bir sonraki doğal sayıyı bulur- lünmeyen sayı demektedir. Ellerinizin sayısı, ilk ken 1 eklediğimiz gibi) herhangi bir yöntem yok. asal sayıdır; 1 ve kendisi dışında bir sayıya bölün- Bir sonraki asal sayıyı bulmak için yardımınıza ko- mez. Diğer önemli nokta ise 2’den başka çift asal sa- şacak dört işlem bilginizden başka bir formül ya da yı yoktur. Kimya için elementler ne kadar önemliy- yöntem yok. se matematik için de asal sayılar o kadar önemlidir. Çünkü bir sayı elde etmek için gerekli malzemeler Asal sayıların tarihine baktığımızda asal sayılar listesinde en az iki tane asal sayı vardır ve elde ede- üzerine çalışmalar yapan uygarlıkların asal sayıları ceğiniz sayı, asal sayı değildir. Örneğin 13 ve 5 bi- 1’den başlattığını görüyoruz. İlk bakışta 1 asal sayı rer asal sayıdır ve bunları çarparsak 65 sayısını elde gibi görünüyor olabilir, sonuçta sadece 1’e ve ken- ederiz. 65 asal sayı değildir, çünkü 1 ve kendisi dı- disine bölünebiliyor. Ancak 1’in asal sayı olmadı- şında bir sayıya, 5’e bölünebilir. ğını bir önceki paragraf yardımıyla 89 kelime kul- lanarak ispatlayabiliriz. Nasıl mı? Bunun için göz- lerinizi bu cümlenin bir altındaki paragrafa kay- dırın. Bir sayı elde etmek için en az iki asal sayıya ih- tiyacımız olduğunu ve bu iki asal sayıyı çarparak asal olmayan bir sayı elde ettiğimizi belirtmiştik. Şimdi 1’e bakın. 1 ile 2’yi çarparsanız elde ettiği- niz sayı 2’dir. Aynı şekilde hemen sonraki asal sa- yı olan 3 ile 1’i çarparsanız da 3 elde edersiniz. Gö- rüldüğü gibi 1’in çarpmadaki özelliği sizi başladı- ğınız noktaya geri getirmesidir. Oysa iki asal sayı- nın çarpımının, sizi asal olmayan bir sayıyla tanış- tırması gerekir. Buradan yola çıkarak 1’in asal sayı kurallarını ihlal ettiğinin tartışılmaz bir gerçek ol- duğunu şüphe etmeden söyleyebiliriz. 68
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 Şimdi de bir kaç meyveye göz atalım. Muzu keser- Doğanın dili asal sayıları sever seniz 3 halka, elmayı keserseniz 5 köşeli yıldız, hur- mayı keserseniz de 8 köşeli yıldız görürsünüz. Fibo- Doğada asal sayıların da söz hakkı olduğu tar- nacci sayılarına canlılığın olduğu her yerde rastla- tışılmaz. Bu konuda çalışma yapan matematikçiler mak mümkün! arasında akla gelen ilk isimlerden biri İtalyan uy- ruklu Leonardo Fibonacci’dir. Fibonacci 1202 yılın- da tavşanların üreme düzeni üzerine yaptığı araş- tırmanın sonucunda, doğanın diline ilişkin önemli bir buluşa imza attı. Biri erkek biri dişi olmak üzere bir çift tavşanı- nız olduğunu düşünün. Dişi olanın her ay bir erkek ve bir dişi olmak üzere, üreyebilen tavşanlar doğur- duğunu varsayın. 1. ay tavşan çiftiniz olgunlaşsın. 2. ayın sonunda ise yavruları doğsun. 3. ayda bir çift olgun tavşanınız ve bir çift olgunlaşmamış tavşanı- nız olur. 3. ayın sonunda olgunlaşmış tavşanınız bir çift yavru daha doğurur. 4. ay ise ilk tavşanınız ve 3. ay olgunlaşan tavşanlarınız birer çift doğurur. So- nuç olarak ilerleyen aylarda tavşan çiftlerinin sayısı şöyle bir dizi oluşturur: 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, ... Çizim: Rabia Alabay Salyangozlarda da Fibonacci sayı dizisini göre- biliriz. Yavru bir salyangoz büyüdükçe kabuğunda Fibonacci’nin bulduğu bu sayı dizisinin gizemi- yeni odacıklar oluşur. Her bir oda kendinden ön- ni açığa çıkaralım. Bu dizideki herhangi bir sayının ceki iki odanın toplamı kadardır. Sonuçta düzgün kendisini ve kendisinden bir önceki sayıyı toplarsa- bir spiral ortaya çıkar. nız, bir sonraki ay kaç tavşan çiftiniz olacağını bu- lursunuz. Doğada bu diziyi sevenler sadece tavşan- Fibonacci sayıları ile pi sayısı arasında da ilginç lar değil. Ayçiçeklerinin yaprak sayısı genellikle Fi- bir ilişki vardır. Fibonacci dizisindeki ardışık iki bonacci sayılarından birini verir, 55 ya da 89 yap- sayının oranı, sayılar büyüdükçe pi sayısına yakla- raklıdırlar. Trilyumun 3, menekşenin 5, hezeran çi- şır. Ayrıca Fibonacci sayıları ile asal sayılar arasın- çeğinin 8, kadife çiçeğinin 13, hindibanın 21 yap- da da bir bağlantı vardır. Örneğin 3 bir asal sayı- rağı vardır. Eğer bir gün bu çiçeklerin yapraklarını dır ve 3. Fibonacci sayısı bizi 2’ye götür, asal sayı- saymaya kalkışırsanız ve yaprak sayısı eksik çıkarsa dır. Aynı şekilde 11 asal sayıdır ve 11. Fibonacci sa- bilin ki o kadar sayıda yaprak uçup gitmiştir! yısı bizi 89’a götürür, asal sayıdır. Ancak bu yön- tem her zaman işe yaramaz. 19 bir asal sayıdır ve 19. Fibonacci sayısına gittiğimizde 4181’i görürüz. 4181 asal sayı değildir. 37 ile 113’ün çarpımına eşit- tir. Şu ana kadar hiçbir matematikçi Fibonacci sa- yılarının çoğunu asal sayıların oluşturduğunu ka- nıtlayamadı. Çözülememiş asal sayı problemlerin- den biri de bu. Ünlü adaşlar “Leonardo” deyince muhtemelen aklınıza Leo- nardo da Vinci gelecektir. Leonardo da Vinci, ada- şı Leonardo Fibonacci’nin altın oranını ünlü Mona Lisa tablosunda kullanmıştır. Bu tablonun boyunun enine oranı altın orandır. Aynı oranlar Mona Lisa’nın yüzünün etrafına çizilen dikdörtgende de vardır. 69
Asal Sayıların Hikâyesi <<< Dünyanın dört bir yanından kendisine gelen mek- tupları inceliyor ve bu mektuplardaki fikirleri on- ları daha da geliştirebileceğini düşündüğü insanla- ra iletiyordu. Bu dikdörtgeni göz hizasında çizilen bir çizgiyle Mersenne’nin geliştirdiği formül, satranç tahta- ikiye ayırırsanız, yine altın oranı elde ettiğinizi gö- sında asal sayı kadar kare ilerlerseniz ve ilerlerken receksiniz. de karelerdeki pirinç sayısını toplarsanız bir asal sayı elde edeceğinizi söylüyordu. İlk asal sayı kadar Satranç tahtasından gidersek 1+2=3 pirinç tanesi ile karşılaşırız ve bu asal sayılara doğru bir asal sayıdır. Aynı şekilde beşinci kareye kadar ilerlersek 1+2+4+8+16=31 pirinç tanesi elde ede- Oğulcan Açıkgöz, 1995’te Satrançla ilgili efsanelerden biri de bu oyunu riz. Bu da bir asal sayıdır. doğdu. Gaziantep Hindistanlı bir matematikçinin icat ettiği yönün- Abdulkadir Konukoğlu dedir. Matematikçimizin bulduğu satrancı çok be- Mersenne bu yönteme gönülden bağlıydı, ama Anadolu Öğretmen Lisesi ğenen hükümdar matematikçiye “dile benden ne yöntem işe yaramadı. 11 bir asal sayıdır ve 11 ka- 12. sınıf öğrencisi. TAMSAT- dilersen” demiş. Matematikçi de hükümdardan ilk re ilerlersek 2047 pirinç tanesi sayarız. Ancak bu GENÇ Bilim Takımı üyesi. satranç karesine 1 pirinç tanesi , ikinci kareye 2, sayı 23 ile 89’un çarpımına eşittir ve asal sayı de- Matematik ve fiziğe karşı ilgi üçüncü kareye 4, dördüncü kareye 8, beşinci kare- ğildir. Formülün her zaman işe yaramadığı doğru, duyuyor. Web sayfasında ye 16 pirinç tanesi koymasını ve böylece her bir ka- ama bazı büyük asal sayıların keşfedilmesine yar- popüler bilim yazıları redeki pirinç sayısının önceki karedeki pirinç sayı- dımcı olmuştur. yazıyor. Fotoğrafçılık, kısa sının 2 katı olacak şekilde devam etmesini istemiş. film ve müzik ile ilgileniyor. Asal bir hikâye İleride kuramsal astrofizikçi Bu kadar basit bir istek karşısında önce çok şaşı- olmak istiyor. ran hükümdar başlamış pirinç tanelerini yerleştir- Doğada ve canlılarda asal sayılar ile ilişkili olu- Aslı Şensoy, 1987’de doğdu. meye. İlk karelerde pirinçleri rahatlıkla yerleştire- şumlara rastlamak ve bu oluşumların kusursuz bi- Dokuz Eylül Üniversitesi biliyormuş, ancak karelerde ilerledikçe zorlanmaya çimde işlediğini görmek ilginçtir. Biz de bu yazı- Buca Eğitim Fakültesi, başlamış. 16. kareye geldiğinde uşaklarından 1 ki- yı yazarken doğadan ilham aldık, asal sayılarla in- İlköğretim Matematik lo pirinç istemiş. İlerleyen karelerde ise uşaklar pi- şa ettik! Öğretmenliği bölümünden rinci artık el arabaları ile getirmek zorunda kalmış. 2008’de mezun oldu. Sonuçta hükümdar son kare olan 64. kareye ulaşa- Toplam paragraf sayısı, başlık sayısı, her baş- On dokuz Mayıs Üniversitesi mamış. Daha sonra da servetinin yarısını matema- lıktaki kelime sayısı, her paragraftaki kelime sayı- Eğitim Fakültesinde, Fen tikçiye vermek zorunda kalmış. sı, kullanılan görsel sayısı, noktalama işareti sayı- Eğitimi alanındaki yüksek sı, yazıyı yazan kişi sayısı, yazının dergide kapladı- lisansını 2012’de tamamladı. Bu deneyi bugün yapmaya karar vermiş olsak, ğı sayfa sayısı, kullandığımız toplam kaynak sayısı Gökbilime ilgi duyuyor. 64. kareye ulaştığımızda toplam pirinç miktarı asal bir sayıya denk geliyor. Voleybol ve müzik ile yaklaşık olarak son bin yılda üretilen pirinç mik- ilgileniyor. tarı kadar olacaktır. KHaeyrsncaokvliacri, A., MBiartAemsaaltSikayMı BaisraKllaarrıe,kKöıkremDızeıdKi keid,iKYıarymınızeıvKi,eMdiaYrtay2ı0n1e2v.i, Du Sautoy, M., Efsanemiz ile asal sayılar arasındaki ilişkiye ge- Haziran 2011. lelim. Yunanlı matematikçilerin asal sayıların son- Shttetpw:/a/rwt,wI.w, D.moğaathnsı.nsuSraryeıyl.aarcı.,uİkzd/hüoşsütmed-Ysaityeısn/lRar.Kı, nKoatstı/mFib2o0n00ac. ci/fibnat.html suza gittiğini ispatlamaya çalışmasından beri, ma- http://monalisasecrets.com/fibonacci-mona-lisa/ tematikçiler çok büyük asal sayılar bulmak için formüller geliştirdi. Bu formüllerden birini de Fransız papaz Marin Mersenne geliştirdi. Mersen- ne, 17. yüzyılda sanki bir e-posta sunucusu gibiydi. 70
Hüseyin Gazi Topdemir CâhızZoolojinin Öncülerinden Câhız’ın Yaşamı Yapıtları Düşünür Olarak Câhız Bir düşünce hareketi olarak İs- Birçok konuda yazan Câhız’ın ya- Tipik bir Mutezile taraftarı olarak eleştirel düşün- lam dünyasında uzun süre etkili olan pıtlarının tam bir listesi yoktur. Klasik meyi ve her türlü yetkeye körü körüne bağlılıktan Mutezile görüşünün önemli temsil- ve modern kaynaklarda iki yüz elli- uzak durmayı entelektüel bir tavır olarak benimse- cilerinden Câhız’ın doğum tarihi ko- den fazla yapıtı olduğuna ilişkin ka- yen Câhız, yeri geldikçe eğitimini ve öğretimini borç- nusunda kesin bir bilgi yoktur, an- yıtlara rastlanmakla birlikte, tarih- lu olduğu hocalarını bile eleştirmekten geri durma- cak yaygın olarak 780 yılında doğ- sel olarak daha eski ve görece da- mıştır. Bir düşünme biçimi haline getirdiği sorgula- duğu kabul edilir. Basra’da doğmuş, ha güvenilir kabul edilen kaynaklar- ma, araştırma, gözlem ve deney sonucuna göre karar çocukluk ve gençlik yılları sefalet da yer alan bazı bilgiler, bu bilgilerin verme anlayışını doğal olarak bilimsel araştırmaların- içinde geçmiş, ileri yaşlarından son- güvenilir olmadığını göstermekte- da da temel alan Câhız, hemen hemen bütün ilgisini ra refaha kavuşmuştur. Abbasi sara- dir. Çünkü Câhız’ın, ileri sürdüğü fikri doğa araştırmalarına yöneltmiştir. Arap nesrinin bel- yından aylık almaya başlaması yaşa- kendi görüşü olarak sunarsa halktan ki en güzel örneklerini verecek kadar derin edebiyat mında bir dönüm noktası olmuştur. tepki göreceği endişesiyle hareket bilgisine, en zor kelam problemlerine çözümler üre- ettiği, o nedenle de yazılarını zaman tecek kadar derin kelam ve fıkıh bilgisine sahip olma- Yaşamının uzun bir döneminde zaman alanında ün yapmış kimsele- sına karşın, onu en çok meşgul eden problem doğada sıkıntı çekmesine karşın, bilimle il- rin adıyla yazdığından söz edilmek- olduğunu düşündüğü gizemdir. Bu nedenle düşünce, gilenmekten geri kalmamış, kendisi- tedir. Dolayısıyla yapıtlarının sayısı- inanç ve sanat alanlarındaki problemlerle ilgilendiği ni yetiştirmek için dönemin bilim ve nın doğru olarak belirlenmesi ola- kadar hayvanlara, bitkilere ve cansız varlıklara da ilgi kültür merkezi olan Bağdat’a gitmiş naksızdır. Bütün bunlara rağmen, göstermiştir. Bu yüzden adı Hayvanlar Üzerine olma- ve zamanın ünlü hocalarından tarih, Câhız’a ait olduğu kabul edilen yaz- sına karşın, Kitâb el-Hayevân adlı yapıtında hemen doğa bilimleri, Arap edebiyatı, gra- ma ve basılı eserlerin önemli bir kıs- hemen bütün doğa olgularıyla ilgili açıklamalarda bu- mer, kelam, fıkıh, felsefe disiplinleri- mı belirlenebilmiştir. lunmuştur. Üstelik uğraşının sonucu kendisinden ön- ne ilişkin dersler almıştır. Câhız eleş- cekiler gibi basit birer betimleme düzeyinde kalma- tirel düşünme becerisi yüksek bir en- Yapıtlarının birçoğu İstanbul’da mış, aksine her türlü oluş ve bozuluşu nedensel yö- telektüel olarak başta edebiyat, ke- Damat İbrahim Paşa Kütüphane- nüyle anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Doğa karşı- lam ve doğa olmak üzere birçok ko- si’ndedir. sında aklın yetilerini özgürce kullanmayı telkin eden nuda önemli yapıtlar kaleme almış- Mutezile düşünce hareketinin en kıvrak zekâlarından tır. Bunlardan en ünlüsü, hayvanlar Câhız’ın yapıtlarının en tanın- biri olduğu anlaşılan Câhız, insanlardaki aklın yerini konusunda çalışmalar yapan Kazvinî mış ve üzerinde çalışmalar yapılmış hayvanlarda içgüdünün aldığını belirtmiştir. Ona gö- ve Demirî gibi bilginlerin büyük öl- olanlarından bazıları şunlardır: re insanların eylemleri düşünme yetilerinin, başka bir çüde yararlandığı, günümüzde de il- Kitâb el-Hayevân (Hayvanlar Üzerine) deyişle akıllı bir varlık olmalarının bir sonucudur. İn- gi odağı olmaya devam eden Kitâb Kitâb el-Fedâil el-Etrak (Türklerin sanlar eylemlerini seçme ve karar verme özgürlükle- el-Hayevân’dır. Yaşamının sonlarına Erdemleri Üzerine) riyle gerçekleştirir, dolayısıyla da yapıp etmelerinden doğru felç geçiren Câhız, bir kitap Kitâb el-Buhalâ (Yalancılar Üzerine) sorumludurlar. Başka bir deyişle, insanları iyi ve kö- alırken kütüphanesinin üstüne dev- Kitâb el-Beyan ve el-Tebyin (Açıklama Üzerine) tü eylemlerde bulunmaya kendi tabiatları sevk eder. rilmesi sonucu 870 yılında Basra’da Sınâat el-Kelâm (Kelam Sanatı Üzerine) ölmüştür. Bunlardan başka bazıları bağım- sız, bazıları da toplu olarak yayım- lanmış çok sayıda yapıtı olduğu bi- linmektedir. 72
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 20. yüzyıl varoluşçu felsefelerinin ana Câhız’ın Varlık Anlayışı Kitab el-Hayevân’da yer alan çizimlerden biri önermesi olan “insan yapıp etmelerinin ve seçimlerinin toplamıdır” görüşünün apa- Câhız’ın doğaya olan ilgisi salt felsefi rın ve diğer canlıların hayatlarını sürdür- çık ifadesi olan bu yaklaşımıyla, zamanı- bir ilgi değildir; aynı zamanda varlığın ya- mesi mümkün olmazdı. Evrendeki hiçbir nın düşünce düzeyini hayli aştığı anlaşılan ratılmış olduğunu ve bir yaratıcısının bu- varlık boş ve gereksiz değildir, çünkü ev- Câhız, aynı zamanda hiç bir önermenin lunduğunu da kanıtlamak ister. Orta Çağ renin düzeni onlar sayesinde sağlanır. belirsiz kalmasına da tahammül edemeyen düşünce geleneği açısından doğal karşıla- bir bakış açısına sahipti. Başkalarının ile- nabilecek bu tutumun ana hedefi, evrende Câhız’a göre varlıklar canlılar (çoğa- ri sürdüğü iddiaları ve aktardıkları haber- gözlemlenen düzenliliği ve mükemmelli- lanlar) ve cansızlar (çoğalmayanlar) di- leri şüpheli bulduğu takdirde emin olmak ği anlamlandırmaktır. Câhız’a göre evren ye iki kısma ayrılır. Çoğalmayanlar taş, ve doğrusuna ulaşmak için, bilimsel tutu- ezeli ve ebedi değildir; aksine bir yaratı- toprak ve maden cinsinden varlıklardır. mun gerektirdiği bütün adımları atmaktan cı tarafından mükemmel bir şekilde yara- Bu varlıklar aynı zamanda hareketsizdir. çekinmezdi. Câhız’ın bu bilim ve bilgi anla- tılmıştır. İnsanların bilgilerinin sınırlı, ya- Çoğalanlar ise hayvanlar ve bitkiler ol- yışı yapıtlarına bütünüyle yansımıştır. ratıcının bilgisinin sınırsız olduğunu an- mak üzere ikiye ayrılır. Hayvanlar da ken- lamak için denizlere bakmak yeter. İnsan di aralarında akıl sahibi ve içgüdü sahibi Câhız’ın gözlem ve deneyci yönünü oradaki canlıların ne olduğunu bakarak olanlar şeklinde iki kısma ayrılır. İnsanın kendisinin anlattığı bir örnekle ortaya öğrenir ve tecrübe sahibi olurken, başka diğer varlıkları kontrolü altına alabilme- koymak mümkündür: bir deyişle yaratılanlardan faydalanarak si de akıl ve düşünme yetileri sayesinde- bilgi elde ederken, yaratıcı özgün varlık- dir. Buna karşılık içgüdü sahipleri de iç- “Günün birinde İbn Ebû Kerime’nin lar tasarlamakta ve yaratmaktadır. Bu an- güdüleri sayesinde insanların yapamaya- evine gittim. Bir çömlekten çıkardığı pis layış çerçevesinde hareket eden Câhız, ki- cağı şeyleri yapar. Hayvanlar da yürüyen- çamaşır suyunun içinde, ölmüş gibi görü- taplarında evrende ve evrenin bir parçası ler, uçanlar, yüzenler ve sürünenler ol- nen sinekler vardı. Bunlar, çömleğin içi- olan bitkilerde, hayvanlarda ve mineral- mak üzere dört gruba ayrılır. ne akşamdan düşmüş ve ertesi gün öğle- lerde gözlemlediği düzen, uyum ve mü- ye kadar kaldıkları için şişmiş, kokmuş kemmellikten yola çıkarak bir yaratıcının Câhız’a göre bütün bu varlıklar kendi ve gevşemiş bir halde idiler. İbn Ebû Ke- olduğunu kanıtlamayı amaçlamaktadır. özelliklerine, yani tabiatlarına göre hare- rime, onların beş altı tanesini aldı ve ku- ket eder ve varlıklarını sürdürür. Burada ru bir tuğlanın üstüne koydu. Üzerlerine Câhız’a göre evrenin ve bütün varlık- özellikle onun tabiat dediği özelliklerin öğüttüğü taze bir tuğlanın tozunu serpti. ların yaratılmış olduğunun delili, evrenin asla değişmediğini belirtmekte yarar var. Sinekler çok geçmeden kımıldadı, yürü- belli bir düzen içinde olmasıdır. Bir varlı- Bu anlamda Câhız’ın tabiat dediği aslın- dü, daha sonra da uçtular. Ancak uçuşları ğın belli bir düzen içinde var olabilmesi da bir şeyi kendisi yapan şey yani öz, baş- pek zayıf ve mecalsizdi.” için bir amaca yönelik olması gerekir. Her ka bir deyişle Grek düşüncesindeki kulla- varlığın bir amacının olmasının da bir ya- nımıyla formdur. Form, maddeyi yani be- Doğada olup bitenleri gözlem ve de- ratıcının olmasını gerektireceği açıktır. lirsiz olanı veya bir şey olma potansiyeli- ney konusu yapan Câhız, gözlemleri- Bir amaca uygun olarak düzenli bir şekil- ni taşıyanı, belirli bir sınıfın üyesi yapan ni aklın yol göstericiliğinde anlamaya ve de yaratılmış olan bu evrenin tesadüfen aktif ilkedir. Kuşkusuz Câhız bu Grek dü- açıklamaya çalışmıştır. Katıldığı bir top- oluşması olanaksızdır. Dahası bu evren, şüncesini İslam düşünce geleneği içinde lantıda panzehirden söz edilirken yılan farklı varlıkların bir arada yaşayabilmesi farklı bir bağlamda anlamlandırmış, “ya- soktuktan sonra kıvrılırsa verilen pan- için yaratılmıştır. Aksi takdirde insanla- ratıcı her tür varlığı tasarlayarak, bir ereğe zehirin fayda etmeyeceğinin, panzehi- yönelik olarak var etmiş, yaratmıştır” bi- rin ancak yılan kıvrılmadan verildiğinde çimine dönüştürmüştür. faydalı olacağının, gereğinden fazla ve- ya az verilirse de bir faydası olmayacağı- nın söylendiğini duyan Câhız, açıklama- ları yetersiz bulmuş, önce bir soru sormuş ve ardından da şu açıklamayı yapmıştır: Yılan bir kimseyi soktuktan sonra zehri- ni boşaltmak için mi yoksa eğri olan di- şini etten sıyırmak için mi kıvrılır? Bunu düşünmek gerekir. Sonra panzehirin az- lığı veya çokluğu nasıl tayin edilir? Bana kalırsa yılanın soktuğu kimseye bir mik- tar panzehir vermek faydasız olmaz. 73
Zoolojinin Öncülerinden Câhız <<< Câhız’ın kitabında yer alan kuzukulağı resmi Yedi ciltlik kapsamlı bir çalışma olan Hazırladıkları yere, saz, lif, ince çöpler ta- Kitâb el-Hayevân’da hayvanların yanı sı- şırlar. Bunları birbirlerine geçirirler. Lifle- Kitâb el-Hayevân ra evrenin oluşumu, çeşitli kültürlerdeki ri dokuyup bir birlerine bağladıktan sonra hayvan anlayışları, hayvanla insan arasın- dişinin vücudu büyüklüğünce bir yuva ya- Kitâb el-Hayevân Câhız’ın en tanın- daki ortak ve farklı yönler, hayvan psiko- parlar. Yumurtaların yuvarlanıp düşmesi- mış kitabıdır. Hayvanlar hakkındaki göz- lojisi gibi konular da ele alınmıştır. Özel- ni önlemek için yuvanın kenarlarını hafif- lem ve incelemelerini bu kitapta toplayan likle yırtıcı hayvan betimlemelerinin son çe yükseltirler. Yuvanın içindeki yumurta- Câhız, hayvanlar hakkında yaygın fakat derece gerçekçi olmasıyla dikkat çeken ya- lara, erkek ve dişi nöbetleşe otururlar. Ku- asılsız olan birçok söylenceyi reddetmiş ve pıtta yaklaşık 400 çeşit hayvan incelenmiş- luçka müddeti bitince yumurta çatlar, için- kendi deneyimleriyle doğruları belirleme- tir. Hayvanları hareket biçimlerine göre sı- den çıkan yavru tüysüz, kısa kanatlı, bo- ye çalışmıştır. Aynı zamanda o dönemde nıflandırması özellikle ilginçtir. Câhız’ın ğazı tıkanık bir biçaredir. Ebeveyni ilk ön- hayvanlara ilişkin bilinmeyen pek çok hu- gözlemci ve deneyci yönünü Kitâb el- ce yavruyu yumurtadan kurtarmağa çalı- susu da açıklamıştır. Kitabın son bölüm- Hayevân’da yer alan “güvercinler hakkın- şır. Sonra boğaz ve kursağının yem alma- lerinde doğal ve fiziki olaylar hakkında da” başlıklı yazısında görmek olanaklıdır ğa müsait olmadığını bildikleri için ağzın- Mutezile’nin görüşlerine dayanarak yaptı- dan üfürerek kursağını şişirmeğe ve ge- ğı yorumlar ise felsefe tarihi açısından ger- “Güvercin ya ehlidir ya evcildir ya da nişletmeğe uğraşır. Bu körpe kursağın ye- çek bir hazinedir. yabanidir. Renk, ses ve nağme farklılık- mi eritemeyeceğini bildikleri için de yav- larına rağmen, çift yaşayan, güzel sesli ve ruyu gıda mahlulü ile karışmış salyalarıyla Câhız Kitâb el-Hayevân’ın girişinde bu nağmelerini yeknesak bir surette tekrarla- beslemeğe koyulurlar. Zamanla kursağının kitabı neden yazdığını ve özeliklerinin ne- yan her kuşa güvercin derler. Bütün kum- kuvvet ve dayanıklılık bularak yemi haz- ler olduğunu belirtmektedir. Ona göre bu ru türleri, erkek keklik ve onlara benze- metmesi ve sindirmesi için dabağlanmağa kitap doğa konusunda yeni çalışmaya baş- yen kuşlar güvercin cinsindendir. Güver- muhtaç olduğunu bilirler. Dolayısıyla ona, layanların, orta düzeyde bilgi sahibi olan- cinlerin bir kısmı zevk için, bir kısmı ise arada sırada, duvarların diplerindeki tuz- ların ve hatta üst düzey bilgisi olanların oyun için beslenir. Güvercinin özeliklerin- lu ve ekşili halis topraktan verirler. Kursa- dahi yararlanacakları bir çalışmadır. Bilgi- den biri de insanlara aşina olması ve in- ğı böylece dabağlandıktan sonra, ona da- si başlangıç düzeyinde olanlar konuya ilk sanların onlara ısınmalarıdır. Hiç bir hay- ha besleyici olan hububatın yumuşağı ile adımlarını atmak ve öğrenmek, bilgisi or- van bu alanda güvercin mertebesine ula- su verirler. Yavrunun kuvvet ve takati art- ta düzeyde olanlar birikimlerini artırmak, şamaz. Çocuklardan yaşlı insanlara, sıra- tıkça gıda nispetini arttırırlar. Bu müddet bilginler ise bilgilerindeki eksiklikleri ta- dan insanlardan kelli felli efendilere varın- esnasında yavru onlara doğru atılır. Fakat mamlamak için bu kitaptan yararlanabilir. caya dek, güvercin edinmeyen kimse yok- kendi kendine yem toplayacak çağa gelin- Çünkü Câhız’a göre kitap çok kapsamlıdır, tur. Güvercin uğurlu hayvanlardandır. Su- ce, kendi yemini kendiliğinden arayıp bul- konu girişleri düzenlidir ve içeriği sınıflan- samış bir kimse horoz veya tavuğun su iç- ması için ve bu alışkanlığını kuvvetlendir- dırılmıştır. Sonra bu kitabın sayfalarında, tiğini ve köpek veya kurdun su yaladığını mek için ara sıra onu beslemekten çeki- bütün milletlerin arzuları buluşur ve ku- görünce, içme tarzlarının çirkinliği yüzün- nirler. Nihayet şahsiyeti oluşup yardımsız caklaşır, çünkü kitap hem kulaktan kulağa den, su içmekten âdeta tiksinir. Hâlbuki kalınca, bütün ihtiyaçlarını yalnız başına gelen bilgilere hem de tecrübeye dayanır. suya kanmış bir kimse bile güvercinin içti- sağlayacak bir hale gelince ondan her tür- ğini görünce aynı kaptan içeceği gelir. Gü- lü yardımı keserler. Eski alışkanlığıyla gıda vercinin belli başlı özeliklerinden biri de istediği zaman, döverler ve ondan yüz çe- yavru beslemek ve büyütmek zevkidir. Di- virirler. Bu andan itibaren yavrularına gös- şi güvercin yuvayı erkekle beraber kurar. terdikleri şefkat yüreklerinden silinir; onu beslemek ve büyütmek için sarf ettikleri gayreti unuturlar. Sonra bu işe aynı şekil- de yeniden başlarlar.” BKÜBaanaykyivrtnıaerark,skdMitlaea.rs,r,i“,MCİl.âa,hh“Aıizyl’aı-nJtaFVhaaikzrülaılkntedvsietDhTeaerbRgiiaisstei,AoCnfiBllat:iyo1ılş0oı,”g,SiCcaauylım: 2h,u2r0iy0e6t. BECvailoyt:rlua1tk7ido, Tnarüi,srMmki”.y,,eT“HhDeaiyIysavlanamnet”,iVcİsaQlakumfıa,rA1t9enr9sl8yik,.l1o9p8ed3.isi, DBoadwesnohneaimnderS,oFn. Ss.L, Ttdh.e, 1H9i5s8to.ry of Biology: An Introduction, İDlaahniıyşamt Fanak, Nül.t,eKsie,l1a9m55İ.lmine Giriş, Ankara Üniversitesi, Erdem, M., Câhız ve el-Muhtar fî’r-Red ala’n-Nasara İsimli Risalesi”, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 31, 1989. Șeşen, R., “Câhiz”, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 7, Türkiye Diyanet Vakfı, 1993. 74
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Fauna Tehdit Altındaki Semenderler 76
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] İki yaşamlılar (amfibiler) günümüzde soyları en büyük tehdit altındaki grup olarak biliniyor. Bunun asıl nedeni yaşam alanlarının parçalanması ve bozulması. Tarımsal etkinlikler sonucu sulak alanların kirlenmesi, çevresel ve iklimsel değişiklikler, mantarların neden olduğu hastalıklar, yaşam alanlarına yabancı türlerin girmesi, sadece ülkemizde değil tüm dünyada semenderlerin yaşamını tehdit ediyor. İki yaşamlıların üyeleri kurbağalar ve semenderlerdir. Kuyruksuz kurbağalar olarak da bilinen semenderler akarsularda, nehirlerde, sulak alanlarda su kenarlarında yaşarlar. Geceleri etkindirler. Hareket ettikleri alan sınırlıdır ve ekolojik değişikliklere karşı çok hassastırlar. Az hareket etmeleri ve suya bağımlı olmaları nedeniyle farklı bölgeler arasında yaşayan popülasyonlar arasında gen alışverişi gerçekleşmediği için sayıları daha hızlı azalır. Semenderlerin başlıca besinleri sucul böcekler, yumuşak vücutlu omurgasız hayvanlar ve böcek larvalarıdır. Ülkemizde yaşayan semenderlerin (17 civarında tür) yapıları ve renkleri birbirinden çok farklıdır. Sarı, turuncu benekli, tamamen turuncu olabildikleri gibi sırt kısımları da düz ya da pürtüklü, vücut kısımları şeritli olabilir. Şeritli semenderler olarak bilinen türlerin erkek bireylerinin sırt kısımlarında, üreme zamanında oluşan tırtıklı yüzgeçler dikkat çekicidir. Şeritli kuzey semenderi (Ommatotriton ophryticus): Şeritli semender (Lissotriton vulgaris): Boyları 17 cm (en fazla 20 cm) kadar olabilir. Boyları 13 cm kadar olabilir. Üreme döneminde erkek bireylerde oluşan Üreme zamanında erkek bireylerde sırt yüzgeci çok uzun ve parlaktır. oluşan sırt yüzgeci tırtıklıdır. Dişilerde bulunmaz. Fotoğraflar: Prof. Dr. Bayram Göçmen Kaynak http://www.turkherptil.org 77
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Flora Tatlısu Bitkilerinden Hidrofitler 78
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] Sucul bitkiler sucul ortamlarda ekositeminin dengesinin korunmasında önemli rol oynar. Yapılarında klorofil olduğu için fotosentez yaparak hem sudaki canlıların kullanabileceği oksijeni hem de organik besin maddesini üretirler. Suyun kimyasal yapısını da etkilerler. Bazı türler (Elodea sp.) sudaki kireci alarak suyu yumuşatır. Ayrıca su kirliliğinin biyolojik olarak belirlenmesinde ve suların doğal olarak arıtılmasında da kullanılırlar. Örneğin yapay sulak alanlarda özel olarak ekilen sucul bitkilerle atık su doğal yollardan arıtılır. Bu bitkiler atık sulardaki, çevre kirlenmesine neden olan azot, fosfor, karbon gibi elementleri besin kaynağı olarak kullanır. Tatlısularda yaşayan bitkiler genel olarak hidrofit topluluklar (suda yüzen bitkiler), amfibi topluluklar (bir kısmı karada, bir kısmı suda gelişen bitkiler) ve helofit topluluklar (nemli ortamlarda gelişen bitkiler) olarak gruplandırlır. Hidrofit olarak gruplandırılan bitkilerin kök, gövde ve yapraklarının bir kısmı suyun içinde, çiçekleri suyun üstünde gelişir. Bazı türlerde, örneğin nilüferde (Nymphea sp.) yapraklar da suyun üstündedir. Hidrofitler hem akıntılı hem de durgun sularda gelişebilir. Akarsularda yaşayanların yaprak ve gövdeleri ince, durgun sularda yaşayanların suyun altındaki yaprakları ince, üzerindekiler ise geniş olur. Fotoğraf: Tahsin Ceylan Kaynak Cirik, S., Cirik, Ş., Dalay, M. C., “Su Bitkileri (İçsu Bitkilerinin Biyolojisi, Ekolojisi, Yetiştirme Teknikleri)”, Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları, No. 61., Dizin No. 28, 2001. 79
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Jeoloji Volkan Bombası 80
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] Volkanik hareketler yeryüzünün Volkan patlaması sırasında, maddeler oluşumundan bu yana devam eden, volkan bacasından atmosfere doğru gelecekte de devam edecek jeolojik büyük bir hızla fırlar. Yükselen olaylardır. Günümüzde de her yıl maddelerin bir kısmı, daha doğrusu 50-70 kadar volkan faaliyete geçer ve yükselemeyecek kadar büyük 150-180 arasında volkanik patlama olanlar havadayken ya da yere gerçekleşir. Volkan patlaması sonucu düştükten sonra katılaşır. ortaya çıkan maddeler genel olarak Bu parçalar yani volkan bombaları, lav ürünleri ve piroklastik ürünler olarak şerit, iğ ya da küre şeklinde olabilir. iki gruba ayrılır. Lav fıskiyesi, lav gölleri, İçteki gazın dışarı yayılmasıyla lav kanalları, lav tüpleri, yastık lavlar kırıklı bir yapı gösteren kabukları, gibi yapılar lav ürünlerin örnekleridir. ekmek kabuğuna benzer. Piroklastik malzemelere örnek olarak da -parça büyüklüğüne göre- Ülkemizin en bilinen volkanları ince kül, iri kül, lapilli ve Ağrı, Tendürek, Süphan, blok ya da bomba verilebilir. Erciyes, Hasandağ, Karadağ Blokların yani bombaların çapları ve Karacadağ’dır. 64 mm’den daha büyüktür. Fotoğraf: Dr. Bülent Gözcelioğlu Kaynaklar Aydar, E., “Volkanizma”, Kuvaterner Bilimi, Ankara Üniversitesi Yayınları, No: 350, 2012. Helvacı, C., Erkül, F., “Volkaniklastik Kayaçlar - Oluşumu, Genel Özellikleri ve Sınıflaması”, Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü, 2001. 81
Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Doğa Tarihi KarıncayiyenleriTarihÖncesiAnadolu’nun Tarih öncesi Anadolu’daki yaşamın izlerini sürmeye devam ediyoruz. Bu serüvende bir zamanlar Anadolu’da yaşamış türlerin yaşamlarına ait izlere ışık tutmaya çalışıyoruz. Günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde temsilcileri bulunan, ama artık ülkemizde yaşamayan gergedan, fil, goril, karıncayiyen gibi hayvanların bir zamanlar ülkemizde yaşadığını düşünmek bile heyecan verici. Bu sayıdaki konuğumuz karıncayiyenler. 82
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] Karıncayiyenler karıncalarla ve termitlerle beslenen memeli hayvanlardır. Karıncayiyenlere yerdomuzu da denir. Yerdomuzu sözcüğü, Afrika yerlilerinin bu hayvan için kullandığı “aardvark” kelimesinin Türkçe karşılığı. Paleontolojik kayıtlara göre karıncayiyenler ilk olarak Oligosen’de (23,8-33,7 milyon yıl önce), Afrika’da ortaya çıkmış. Afrika dışındaysa 16,5 milyon yıl önce Pakistan’da, 14 milyon yıl önce Anadolu’da, 10 milyon yıl önce Yunanistan’da, 5-6 milyon yıl önce de Fransa ve İtalya’da yaşamışlar. Günümüzde sadece Afrika’da yaşayan bu türün soyu, Afrika dışında 5 milyon yıl önce yok olmuş. Ülkemizdeki karıncayiyen (Orycteropus gaudryi) fosilleri Çandır, Mahmutgazi, Kayadibi, Kemiklitepe civarında yapılan kazılarda elde edilmiş. Çizim : Ayşe İnan Alican KKaayyan,aTk.,laMr ayda, S., Kostopoulos, D., Alçiçek, M. C., Karauz, E. S., “Miyosen Dönem Avrasya Paleoekolojisi Merceron, G., Tan, A., Karakütük, S., Giesler, A. K., Scott, S. S., ve Anadolu’nun Önemi”, Yüksek Lisans Tezi, “Şerefköy-2, a new late Miocene mammalian T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2011. locality from the Yatağan Formation, Muğla, SW Turkey”, Lehmann, T., “Phylogeny and systematics of the Orycteropodidae Comptes Rendus Palevol, Sayı 11, s. 5-12, 2012. (Mammalia, Tubulidentata)”, Zoological Journal of the Saraç, G., “Türkiye Omurgalı Fosil Yatakları”, Linnean Society, Cilt 55, Sayı: 3, s. 649-702, 2009. MTA Raporu, No: 10609, 2003. 83
Sağlık Doç. Dr. Ferda Şenel İçme Suları ve İnsan Sağlığı İki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşan alan yüzey sularının arıtılmadan tüketilmesi lıklı bir içme suyunun bulanık olmaması gere- su yaşamın olmazsa olmazlarından biridir. sakıncalıdır. Şehre kaliteli içme suyu sağlamak kir. Bulanık olması, içinde kum, silis, kil, demir, Su, insan vücudunun büyük bir kısmını oluştu- amacıyla ilk tesis 1902 yılında Sultan II. Abdül- sülfür, kalsiyum karbonat gibi maddelerin veya rur ve yaşamın devamlılığı için gerekli kimyasal hamit tarafından kurdurulmuştur. El değme- sağlığa zarar verebilecek bakterilerin olduğunu tepkimelerde önemli rol oynar. Dünya yüzeyi- den şişeleme yöntemiyle içme suyu üretimi de gösterir. Belirli bir derinlikten sonra suyun rengi nin neredeyse dörtte üçünün sularla kaplı ol- 1930’lu yıllarda başlamıştır. Sağlık Bakanlığı iç- koyu maviye veya yeşile dönüşse de, içme su- masına karşın, bunun % 2,5’i tatlı sudur. İçile- me sularının sağlıklı üretimine ilişkin ilk yönet- yunun renksiz olması gerekir. İçme suyunda- bilecek nitelikteki suysa Dünya’daki toplam su- meliği 1966 yılında çıkarmış, bunu takiben ül- ki renklenme yaprak, kozalak, meyve, ağaç ve yun % 1’inden daha az bir kısmıdır. Dünya nü- ke genelinde birçok içme suyu dolum tesisi ku- bitki atıklarının suyla teması sonucunda olu- fusundaki hızlı artış, yetersiz altyapı ve giderek rulmuştur. şur. Ek olarak, suda ferrik yapıda bulunan demir artan çevre kirliliği, kullanılabilir nitelikteki sağ- de (Fe3+) suyun rengini önemli ölçüde değişti- lıklı içme sularının yetersiz kalmasına yol aç- İçme Suyunun rebilir. Sodyum, magnezyum, kalsiyum ve sül- maktadır. Ülkemizin yıllık yağış miktarı otalama Fiziksel Özellikleri fat içeren mineraller ve protozoa, siyanofise gi- 500 milyar m3 civarındadır. Yağmurla gelen su- bi bazı mikroorganizmalar suyun tadını değiş- yun yarısından fazlası buharlaşır, geri kalan kıs- İçme suyu kokusuz, renksiz ve rahatsızlık ve- tirebilir. Klorlama işlemi ve suya kimyasal atık- mı da deniz, göl, nehir ve yeraltı sularına karışır. rici tadı olmayan berrak bir sıvıdır. Özgül küt- ların karışması da suyun tadını etkileyen unsur- Ülkemizde, tüketilebilir yüzey sularının mikta- lesi 4°C sıcaklıkta 1 gr/cm³ olan su, normal at- lardır. Sıcaklığı ve içinde çözünmüş halde bulu- rının toplamı, yağan yağmurun beşte birinden mosfer basıncında 0°C’de buz haline geçer, nan karbondiyoksit miktarı da suyun lezzetini azdır yani 95 milyar m3’tür. Bu miktarın da an- 100°C’de kaynar. Donma sonucunda suyun belirlemekte hayli etkilidir. cak % 29’undan yararlanılabilmektedir. Yararla- hacmi % 10 oranında artar. İçme suyunda, asit nılabilen yüzey sularının % 14’ü de içme suyu miktarını gösteren pH düzeyinin 6,5 ile 8,5 ara- İçme Suyunun Arıtılması olarak tüketilmektedir. Nüfusu 72 milyon kabul sında olması gerekir. Bu değerlerin altında veya edildiğinde, ülkemizde kişi başına düşen yıllık üzerindeki sularda sağlığa zararlı moleküllerin İçme suyu olarak kullanılacak olan yüzey su- kullanılabilir su miktarı 1555 m3 olarak hesap- birikebilir. Suyun sertliği sudaki kalsiyum kar- ları tüketilmeden önce zararlı kimyasal madde- lanmıştır. Hedef, bu miktarın 2000 m3’ün üzeri- bonat (CaCo3) miktarına göre derecelendirilir. lerden veya mikroplardan arındırılmalıdır. İçme ne çıkarılmasıdır. Bir litre suda 10 mg kalsiyum karbonat olması suyununun arıtılması için bazı kimyasal ve fi- o suyun 1Fr (French) sertlikte olduğunu göste- ziksel yöntemler kullanılır. Kimyasal arıtma, su- Kullanılabilir suların, insanlar tarafından tü- rir. Bu değerin 5’e kadar olması suyun yumuşak, ya çeşitli kimyasal maddelerin eklenmesiyle ya- ketilebilen kısmına içme suyu denir. Yeraltı su- 10’un üzerinde olması sert, 30’un üzerinde ol- pılır. Suyun pH düzeyini ayarlamak, sertlik de- ları, kaya katmanları arasından süzülerek yü- masıysa çok sert olduğunu gösterir. Suyun ren- recesini değiştirmek, dezenfekte etmek (zarar- zeye çıkar ve çoğunlukla arıtılmaksızın doğru- gi, berraklığı, tadı ve kokusu içindeki molekül- lı mikropları yok etmek) kimyasal arıtma kapsa- dan içilebilen, kaliteli su kaynaklarıdır. Ancak lerin cinsine ve miktarına göre değişebilir. Sağ- mına girer. Suda çözünmüş halde bulunan ve en önemli içme suyu kaynakları arasında yer suyun sertliğini belirleyen kalsiyum, magnez- yum iyonları arıtma işlemi sırasında sodyumla yer değiştirerek sudan ayrışır. Gereğinden fazla kimyasal kullanılması suyun tadını, rengini de- ğiştirir ve sağlığa zarar verebilir. Suyun fiziksel olarak filtre edilmesi, yani süzülmesi en eski an- cak en önemli arıtma yöntemidir. Filtrasyon iş- lemi sırasında, suda çözünmemiş halde bulu- nan katı maddeler, örneğin bakteriler ve kil su- dan ayrıştırılarak organik maddelerin oluştur- duğu kötü koku ve tat giderilir. Bu amaçla sık- lıkla karbon veya kum (kuartz) filtreler kullanılır. Suyun zararlı mikroplardan arındırılmasına de- zenfeksiyon denir. Bu işlem bazı kimyasal mad- deler kullanılarak yapılabileceği gibi ultraviyole ışınları, yüksek sıcaklık veya filtrasyon yoluyla da yapılabilir. En yaygın olarak kullanılan dezenfek- tanlar klor bileşikleri ve ozondur. Ancak bu kim- yasalların belirli bir miktardan fazla kullanılması da insan sağlığını tehdit eder. 84
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] İçme Suyundan Bulaşan İçme suyu elde etmek için göllerde ve gölet- yoluyla yüksek miktarda (1 milyon-1 milyar ara- Hastalıklar lerde biriktirilen, arıtılmamış haldeki ham sular- sında) alınması gerekir. Bakterinin salgıladığı ko- da da tehlikeli bakteri türleri yaşar. Arıtmayla bu lerajenik toksin denilen zehirli bir molekül, has- İçme sularına dış ortamdan bulaşan ve su- bakterilerin tamamen yok edilmesi hedeflenir. tanın çok fazla kusmasına neden olur ve ağır is- da üreyen bazı mikroorganizmalar hastalıklara Ancak yetersiz arıtma işlemi veya şebeke suyu- hal yapar. Meydana gelen sıvı kaybı sonucun- yol açar. İçme sularının kirlenmesine yol açan na kanalizasyon karışması gibi durumlarda, iç- da şok oluşabilir. Bu nedenle hastaya acilen se- başlıca kaynaklar kanalizasyon suları ve kim- me sularında da tehlikeli bakteriler görülebilir. rum takılarak sıvı ve mineral kaybının giderilme- yasal atıklardır. Bakteri, parazit ve virüsler iç- Kirli atık suların içme suyuna karışmasıyla bu- si hayati önem taşır. Hastalığın önlenmesinde el- me sularında kolaylıkla üreyip tehlikeli hasta- laşan Shigella cinsi bakteri, basilli dizanteri de- leri ve tüketilen gıdaları temiz suyla yıkamak gi- lıklara ve salgınlara yol açar. Kirli suların doğ- nilen kanlı bir ishale yol açar. İki yüz kadar bak- bi hijyen sağlamaya yönelik önlemlerin alınma- rudan tüketilmesinin yanı sıra kişisel temizlik- terinin ağızdan alınması bile hastalığı başlat- sının yanı sıra içme sularının gerektiği gibi arıtıl- te, sebze ve meyvelerin yıkanmasında kirli su mak için yeterlidir. Shigella bakterisi oda sıcak- ması ve klorlamak suretiyle dezenfekte edilme- kullanılmasıyla da hastalık bulaşabilir. Bu has- lığındaki sularda 6 aya kadar, toprakta 9-12 gün si önemlidir. talıkların çoğunda ön planda ishal, karın ağrı- canlı kalabilir. Genellikle bebekleri ve küçük ço- sı ve ateş görülür. cukları etkileyen Shigella’nın ağızdan alınması- Virüsler kirli sularda çoğalarak ishale ve- nı izleyen 3 gün içinde karın ağrısı, ateş ve ishal ya başka salgın hastalıklara yol açabilir. Rota vi- Kirli sularla vücuda giren tek hücreli para- başlar. İshal giderek çoğalır ve dışkıda kan gö- rüs özellikle çocukluk çağında en sık ishal yapan zitler ya da parazit yumurtaları, genellikle ba- rülür. Hastalık sırasında meydana gelen sıvı kay- etkendir. Sularda, eşyaların üzerinde uzun sü- ğırsaklara yerleşerek vücutta uzun süre yaşam- bı özellikle küçük çocuklarda hayatı tehdit ede- re canlı kalan bu virüs klora karşı hayli duyarlı- larına devam eder ve çok çeşitli şikâyetlere se- bilir. Bu nedenle sıvı kaybının giderilmesi ve en dır. Kuluçka süresi ortalama 2 gün olan hastalık bep olurlar. Entamoeba histolytica adlı bir para- kısa sürede antibiyotik tedavisine başlanması ishal, kusma ve ateşle seyreder. Çocuklarda ağır zitin yol açtığı hastalığa amipli dizanteri denir. gerekir. Normal koşullarda dışkıda bulunan, an- sıvı kaybıyla ölüme dahi yol açabilir. Tedavisin- Kanalizasyon sularının içme suyuna karışması cak kanalizasyon sularının karışması sonucun- de antibiyotiklerin faydası olmaz, sıvı ve mineral veya bu parazitin yumurtalarını taşıyan canlı- da içme suyunda da görülebilen tehlikeli bir di- kaybının karşılanması yeterlidir. Suyla bulaşan, ların temas ettiği suların içilmesiyle bulaşır. Or- ğer bakteri cinsi de koli basili denilen E.coli’dir. her mevsim görülebilen ve genellikle büyük- talama bir haftalık kuluçka süresini takiben ka- Bu bakterilerin bağırsaklarda çoğalarak ishal ya- lerde ishal yapan diğer bir virüs de Norwalk’tur. rın ağrısı, kanlı ishal ve ateş başlar. Ortalama pan türleri yapısal olarak Shigella’ya benzer. Kli- Hepatit de (sarılık) kirli sulardan bulaşabilen vi- bir ay süren şikâyetler kişide önemli derecede nik tablo olarak da Shigella’nın yol açtığına ben- ral bir hastalıktır. Hepatit virüsünün A ve E tiple- sıvı ve elektrolit kaybına yol açar. Hastalık taze zer bir hastalığa yol açan E.coli’nin teşhisi için ri ağız yoluyla bulaşabilir. Karaciğerde tahribata dışkıda parazit yumurtalarının tespit edilmesi dışkı kültürü gereklidir. yol açan hastalık genellikle kendiliğinden, iz bı- ile teşhis edilir. Teşhis sonrası anti-mikrobik te- rakmaksızın iyileşir. Suların kaynatılması, uygun davinin derhal başlatılması önemlidir. Giardia Salmonella typhi bakterisinin sebep oldu- kimyasallarla (örneğin klor) dezenfekte edilme- lamblia (intestinalis) adlı parazitin kist formu- ğu tifo, kirli içme sularıyla bulaşan ve salgınlara si hepatit virüslerini öldürür. nun bulaştığı suların içilmesiyle de giardiya- yol açan bir hastalıktır. Çevre koşullarına hayli di- zis hastalığı oluşur. Parazit onikiparmak bağır- rençli olan Salmonella toprakta 480 güne, suda KAakyınn,aMkl.a,rAkın, G., “Suyun önemi, Türkiye’de su potansyeli, sağında ve safra yollarında çoğalarak ishal, bu- ise 200 güne kadar canlı kalabilir. Yüksek sıcak- sDsu. i1lh0va5ev-Tz1aa1lr8ai,rhı2-v0Ce0o7sğu.rakfyiralilFiğaik”,üAltneskiaDraerÜginsii,vCerislitte4s7i, Sayı 2, lantı, iştahsızlık, karın ağrısı yapar. Kirli suların lığa duyarlı olan Salmonella 65,5oC’de 37 sani- Sarı, S., “İçme suyu sektör profili”, İstanbul Ticaret Odası, içilmesi veya tüketilen gıdaların gerektiği gibi yede, 74oC’deyse yarım saniyede ölür. Su dezen- Etüt ve Araştıma Şubesi, Mayıs 2004. yıkanmaması sonucunda bulaşabilecek bir di- feksiyonunda kullanılan klor, Salmonella’yı ko- Cabral, J. P., “Water microbiology. Bacterial pathogens and ğer parazit de hayli yaygın görülen kıl kurdu- laylıkla öldürür. Kuluçka süresi 10-14 gün arasın- wanadtePr”u, bInlitcerHneaatlitohn,aCl iJlotu7r,nSaalyoıf1E0n, sv.ir3o6n5m7-e3n7t0a3l ,REeskeiamrc2h010. dur (Enterobius vermicularis). Karın ağrısı, ishal, da olan hastalık yüksek ateş, baş ağrısı, karın ağ- bulantı, iştahsızlık ve deride döküntü yapar. rısı, bilinç bulanıklığı gibi belirtilerle kendini gös- Geceleri makat çevresinde oluşan şiddetli ka- terir. İki hafta süreyle uygulanan antibiyotikler şıntı hastalığın tipik belirtilerindendir. Kirli su- tedavi için genellikle yeterlidir. İyileştikten sonra larla bulaşan ve hayli sık görülen bir diğer pa- da bağırsaklarında bu bakteriyi barındıran kişile- razit de bağırsak solucanıdır (Ascaris lumbrico- re taşıyıcı denir. Bu kişilerin dışkılarının sulara bu- ides). Askaris yumurtaları toprakta 22oC’de üç laşmasıyla da hastalık tekrar yayılabilir. Kirli su- hafta, 5-10oC’de de iki yıl kadar canlı kalabilir. larla bulaşan, büyük salgınlara yol açan ve yük- Vücuda giren yumurtalar bağır- saklarda büyüyerek erişkin hale sek ölüm oranıyla dikkat çeken dönüşür. Erişkin bir bağırsak so- başka bir hastalık da koleradır. lucanı beyaz veya pembe renk- Hastalığın etkeni Vibrio cholera- te, silindirik ve 15-35 cm uzun- e adlı bir bakteridir. Dış etkenle- luğundadır. Gelişmekte olan re ve sıcaklığa son derece duyar- ülkelerde nüfusun yaklaşık % lı bir bakteridir. Kaynayan suda 10’unda bağırsak solucanı oldu- 1-2 dakika içinde ölür. Mide asi- ğu tahmin edilmektedir. tine hayli duyarlı olan bakterinin hastalığa yol açabilmesi için ağız 85
Gökyüzü Alp Akoğlu Lir’deki tek ilginç çift Epsilon Çalgı değil. Beta (β) Lir de, amatör gökbilimcilerin en çok Lir Takımyıdızı gökyüzünün en ünlü gezegenimsi bulutsusu olan ğu gibi. Kutupyıldızı’nın değişmesinin nedeni gözlediği çiftler arasında yer alıyor. Beta Lir, Yüzük Bulutsusu’nu barındırıyor. Yukarıdaki fotoğraf gezegenimiz Dünya’nın yaptığı yalpa hareke- mavi renkli sönük bir yıldızla çift oluşturur. Bu Hubble Uzay Teleskobuyla çekilmiş. Ancak küçük bir teleskopla ti. Bunu, bir topacın yalpa hareketine benzete- çiftin ilginç bir özelliği var: Yıldızlar birbirleri- bile bulutsuyu görmek mümkün. biliriz. Topaç kendi çevresinde hızla dönerken, nin çevresinde dolanır ve bu hareketi yapar- aynı zamanda yavaşça yalpalar. Dünya’nın bir ken birbirlerinin önünden geçer. Sönük yıldız Orfe’nin yalpa hareketini tamamlaması yaklaşık 25.800 parlak olanın önünden geçerken Beta Lir’in Çalgısı yıl sürüyor. Bu süre içinde, gezegenimizin ek- parlaklığı her 13 günde bir, belirgin biçimde seninin doğrultusu da önemli ölçüde değişi- azalır. Beta Lir’in iki yıldızı birbirine o kadar ya- Hava karardığında tam tepeye bakarsanız yor. Bu da, bu süre içinde gök kutbunun da yer kındır ki (Güneş ve Merkür’ün birbirine uzaklı- parlak beyaz bir yıldız görürsünüz. İşte değiştirdiği anlamına geliyor. ğından daha yakın) birbirleri üzerinde yarattık- bu yıldız yaz gökyüzünün en parlak yıldızı olan ları etki, biçimlerinin bozulmasına neden olur. Vega’dır. Vega’yı daha çok Yaz Üçgeni’nin köşe- Vega’dan sonra çok uzun bir süre bo- lerinden biri olarak biliriz. Ama aynı zamanda yunca, dikkati çekecek kadar parlak bir yıl- Delta (δ) Lir, bir kırmızı devden ve bir mavi Lir (Çalgı) Takımyıldızı’nın bir üyesidir. dız Kutupyıldızı’nın yerini dolduramayacak. yıldızdan oluşan bir çift. δ Lir, dürbünler için 23.000 yılı civarında Ejderha’nın yıldızlarından kolay bir hedef. Takımyıldız, Eski Yunan çalgıcı Orfe’nin biri olan Tuban, onun ardından da yani günü- (Orpheus) lirini canlandırır gökyüzünde. Söy- müzden 25.900 yıl sonra kuzeyi yeniden bu- Gökyüzünün en ünlü gezegenimsi bulut- lenceye göre Hermes, kaplumbağa kabuğun- günkü Kutupyıldızı gösterecek ve döngü yeni- susu olan Yüzük Bulutsusu (M57) da Beta (β) dan bir lir yapar ve onu üvey kardeşi Apollo’ya den başlamış olacak. ve Gama (γ) Lir yıldızlarının arasında yer alır. verir. Sonra Apollo, bu çalgıyı vahşi hayvanla- 2000 ışık yılı ötede yer alan bulutsu, patlamış rı ve hatta ağaçları sakinleştirmesi için, üstün Küçük bir takımyıldız olan Lir, Vega’nın göl- bir yıldızın kalıntısıdır. Teleskopla bakıldığında, müzik yeteneği olan Orfe’ye verir. gesinde kalmakla birlikte amatör gökbilimci- bulutsunun halka biçimi açıkça görülür. M57’yi lerin ilgisini çeken birçok gökcismi barındırır. dürbünle görmek için, ışık kirliliğinin olmadığı Lir’in parlak yıldızı Vega, gökyüzünde mavi Bunlardan biri olan Epsilon (ε) Lir, yaz gökyü- bir yerde gözlem yapmalısınız. Ancak yine de beyaz rengiyle dikkat çeker. 26 ışık yılı ötede- zünün en popüler çift yıldızlarından biridir. Çif- bulutsunun halka biçimini görmek çok zordur. ki bu yıldız yaklaşık üç Güneş kütlesindedir ve ti oluşturan yıldızlar Epsilon 1 ve Epsilon 2 ola- Daha çok bulanık bir yıldız gibi görünür. Ama ondan yaklaşık 50 kat parlaktır. 1983 yılında, rak adlandırılır ve havanın temiz ve açık oldu- gözünüzü ve dürbününüzü denemek için, bu- kızılötesi dalgaboyunda gözlem yapan gök- ğu gecelerde çıplak gözle seçilebilirler. Bu çif- lutsuyu görmeye çalışabilirsiniz. Görmek zor bilim uydusu IRAS, Vega’nın soğuk bir gaz ve te bir teleskopla bakarsanız, bir sürprizle kar- olsa da bulutsunun yerini bulmak kolay. β ve γ toz bulutuyla çevrili olduğunu keşfetmişti. Çok şılaşırsınız. Bu yıldızların ikisi de aynı zaman- Lir yıldızlarının tam ortasına bakmanız yeterli. genç bir yıldız olan Vega, yaklaşık 450 milyon da birer çift yıldızdır. Bu dörtlünün her bir üye- yaşındadır. Güneşimizin 4,5 milyar yıllık yaşını si yaklaşık aynı parlaklıktadır ve genellikle “çift düşündüğümüzde Vega bebek sayılır. Belki ile- çift yıldız” olarak adlandırılırlar. ride, birkaç milyar yıl sonra bu yıldızın çevre- sinde oluşmakta olan gezegen sisteminde de e Lir (Çift çift) yaşam oluşacak. d Lir Vega ile ilgili ilginç bir gerçek daha var. z Lir Vega, günümüzden 12.000 yıl sonra Kutupyıl- Vega dızı olacak. Tıpkı bundan 14.000 yıl önce oldu- Sulafat Şeliak Yüzük Bulutsusu Fotoğraf: Uğur İkizler 86
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] KUZEY Vaşak 8 Eylül Ay ile Jüpiter Arabacı Kapella Büyük Ayı yakın görünümde 12 Eylül Zürafa Kutupyıldızı Ay ile Venüs Perseus Kraliçe yakın görünümde Üçgen Andromeda 19 Eylül EEyyllüüll 22001122Küçük Ayı Çoban Mars ile Ay Koç yakın görünümde Kral Ejderha Arkturus Balıklar Balina GGeezzeeggeennlelerr Kuzeytacı 22 Eylül Deneb DOĞU1 Eylül 23.00 dkaekbddöaieirrdzeheöiruelzelildekauellşleilmfkaotlşıeelşmuldetşıeştsuuklrdeoursuupmkrylouuodpmrag.l.uBdöPoaSg(zaggğ.lorüeölPeananmzackTbdlercealalöı-iağkmlhngekıımaüürclsıriağnmilyçeyıdıiülresndüsaizıiçyzinyieıen-’inşsiiditnyla-iiği)BATI 15 Eylül 22.00 zazüüynndbMdMeoeeKyerGuukrGğnüküuücünran:erL:eAşGi’rAşiynü’iıynnnıVnbeeobagşroa’teatırasttçıılasnaoıHlranakıenrayrıgankaeügakdçleıoendçnğoegrnğuögrreuggüzöenegkzügöYyemeıkülgany-denüne- 30 Eylül 21.00 Kanatlı AatoylabYcuoanyğuuısnncdaanGügnöezşle’ençeomkeyyaekcınekg.örünümde birbhuelduenfaonlugşteuzreugyeonr. B8oğEaylTüalk’dıme yAılyd’ılzaı’nbdiralikte oöpnpnönlıaannıarcnclrceeaValeeanVkğdenkldepınıonlğpnıoaüğğdıaüğrysuıalKryl:asudalnal:akdaarbAkgtgSalbbautögaSöabluuizbaökraullbcauyekalihnacunyKsdilhmeaunsaadlmlmyurkaaisı.oayraeVisrnı.oby.eaVgYreanb.eaücghYüankenaüshlüakdkan1ls.şlaaoda2ıY1clğkşaoıEa2lıuc-ağkyk4Eamnlau-üykkc4rmullaaıaüsknnrdualaadlisbnınrdğaaladilinıbkır--ğalainık-- ysdboiüleuaysodzklbnuioüsleSauenrzgk.abnlloaseueTStuenrgzücen.alleeekrueaTtggnkzrücnenaee.e:ekrarazGngnkrnenagie.ü:ngcraöGnnaeanzgibüknnllcaöeanuaactnz8bkfıallmueaeakubEcktnaıfyıatnirmuelalkeadübknancıaltnie’ryldlaıeadhkkünencâtakkeayllsAıâhakküefyadâtgkkk’aralllsökâaiarefğkadegkiybyrdadlöüükiirirğülkkzlemiiysşüykddeüüünetilekülkz---msşüeünelk--- Kova hhOı ığAAlyay’kl’alayyaakkınınkokonnumumdadaoloalcaacka.k. Fomalhaut mmeeyMyeMeaharhsar:saz:ızMrıMlraalnarasnırysıaoykaor.şkra.şGmaGemzeYgeazöggyeköegykneüynzügüzüngünüünbnütaebttrıamektrıeımknt--eınt-- memsieisçiiniçAinraAlırkaalıykınayı bıneıkbleemkleemk geekregkeiryeokri.yor. kbdbkdoaiGolainenlÜnencucuNesmesokmEokn.dYn.d1raa1ra9oa9oelEaenlEyacnlyacüflkaaülf.zkalal.zakalşaka1şma1smaısabaıtaabttkaıdatkıdadaadaArayAgr’lyöag’zlöyaleaznylkeaeınnk-eı13n-501 Güneybalığı JJüüppitieter:r:GGeceecyeayraısrıısnıdnadadodğouğduadnanyüykü- k- Eylül 23:00 Eylül 22:00 Eylül 21:00 sseelmlmeeyyeebbaaşlşalyaaynangegzeezgeegneinninpapralarklalıkğlıığ-2ı ,-52,5 23 Eylül’de Gezegenler ve Ay Merkür ayın ilk haftasından sonra akşam 88EEyylülül gl geceecyeayraısrısdı odğouğufukfuku 19 1E9ylEüyl laüklşaakmşıagmüıngeüynbeaytıbuaftkıuufku gökyüzünde olmasına karşın, Güneş’e çok yakın görünümde olacağından bu ay ÜlkÜelrker MarsMars ZubeZnueblgeenneulgbeinubi gözlenemeyecek. Ay Ay AyAy Venüs geceyarısından yaklaşık 1,5 saat üzerinde görebiliriz. İlerleyen günlerde Satürn sonra doğuyor ve hava aydınlanana kadar JüJpüipteitrer AldAeldbeabraanran görülemeyecek kadar alçalacak. görülebiliyor. Gezegen, bu ay da sabah alacakaranlığının en parlak gökcismi. Venüs 2BE222yolğüal’d’neınikeilniypeaArlyakdayıkldaıtzılıaoclaakn. Aldebaran. 8 Ay 8 Eylül’de sondördün, 16 Eylül’de 12 Eylül sabahı Ay’la yakın konumda olacak. Satürn ay boyunca batı ufku üzerinde. yeniay, 22 Eylül’de ilkdördün, 30 Eylül’de dolunay hallerinde olacak. Mars akşam gökyüzünü terk etmeye Artık iyice alçalan gezegeni ayın ilk günleri hazırlanıyor. Gezegen günbatımından sonra hava karardıktan sonra hemen ufkun en fazla 1 saat kadar gözlenebilecek. 19 Eylül akşamı batıda Ay’la yakın konumda olacak. Jüpiter bu ayın başında hava karardıktan yaklaşık üç saat sonra doğmuş oluyor, ay sonunda bu süre bir saate düşecek. Gezegen, parlaklığı sayesinde kolayca seçilebilir. Yanındaki turuncu yıldızsa 87
Bilim Tarihinden Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir İslam Dünyasında Biyoloji ve Zooloji Ortaçağ İslam dünyasında matematik, fizik, astrono- lerden doğanın kendisine yöneltti ve kendi gözlemlerine mi, coğrafya vb. bilim dallarının yanı sıra birden fazla di- dayanan dev bir külliyat oluşturmayı başardı. İlk dönem- siplini içeren, doğa tarihi veya doğa bilgisi olarak nitelen- de yazılan kitaplar doğal olarak ansiklopedik nitelikteydi dirilebilecek çalışmalar da yapılıyordu. Jeo- loji, mineroloji, botanik ve zooloji konula- ve çoğunlukla söylencelerden oluşuyordu; rında yoğunlaşan tabiat tarihi araştırmaları bitkilerle ve hayvanlarla ilgili yüzeysel göz- “üç âlem” veya “üç dünya” olarak adlandırı- lemlerin yanı sıra hikâyelerden ve hadisler- lan madenler, bitkiler ve hayvanlar dünya- den derlenmiş bilgiler de yer alıyordu. İn- sına ilişkin konuların incelenmesinden olu- celeme konusu yapılan bitkiler doğal ola- şuyordu. Birbirlerine göre derecelendiği rak daha çok tıbbi özellik taşıyan bitkilerdi. düşünülen bu varlık dünyalarına ilişkin in- Nitekim bitkibilimle ilgilenenlerin genellik- celemeler zamanla bitkibilim ve hayvanbi- le hekimler olması, bitkilere olan ilginin ön- lim olmak üzere iki koldan gelişti. Başlangıç celikle tedavi edici özelliklerinden geldiği- dönemi çalışmalarının ana temasını büyük ni gösterir. Benzer şekilde hayvanlara iliş- ölçüde Aristoteles ve Dioscorides’in bilgi kin açıklamaların da insanların gündelik ya- birikimi oluştururken, bu evreden sonra, şamlarının bir parçası olan ve yarar sağla- özellikle İslamiyet’in geniş bir coğrafyaya yan hayvanlar (at, deve ve koyun) üzerinde yayılmasıyla birlikte, çok farklı meyvelerin, bitkilerin, hay- yoğunlaştığı görülür. Ancak ikinci dönem- vanların ve diğer canlıların varlığından haberdar olan İs- de elde edilen bilgiler başlangıçta yararlanılan kaynaklar- lam entelektüelleri, ilgilerini bu klasik kaynaklardaki bilgi- da yer alan bilgilerin çok ötesine geçmiş ve etkisi günü- müze kadar gelmiştir. Pelesenk ağacından sıvı alınması Tabiat Tarihi 88 İslam dünyasında tabiat tarihi denildiğinde, gelenek- sel bilgi kuramı çerçevesinde biçimlenmiş olan insanın, do- ğanın ve evrenin organik bir bütün olduğu ve insanın do- ğayı ve evreni içindekilerle birlikte tanıyabileceği, bilgisini edinebileceği anlayışı çerçevesinde şekillenen bitkilere, mi- nerallere ve hayvanlara yönelik araştırma anlaşılır. Doğada gözlemlenen ve hüküm süren düzenliliğin tek tek varlıklar- da açığa çıkan yansımasından edinilen tekil bilgileri metafi- zik ve kozmolojik dünyanın genel ilkeleriyle bütünleştirme- yi amaçlayan ve bugün için belki çok anlamlı görünmeyen bu anlayış, esasen kendisinin dışında doğada bulunan fizik- sel ve biyolojik formlar ile insanın karşılıklı ilişkisini kavrama- yı amaçlıyordu. Bu anlayış ilk kez İslam dünyasında geliştiril- miş de değildi. Antik Grek düşüncesinin gelişim sürecinde de yer alan bu bakış açısı Orta Çağ’da Batı’da ve Doğu’da da yankı bulmuştu. Bütün Orta Çağ’da Aristoteles’in hayvan- lar, mineraller ve bitkiler konusunda yazdıklarının dikkatle okunmasının nedeni de budur. İslam dünyasında bu yakla- şımda gözlemlenen farklılık, tek tek var olandan daha genel yani evrensel bir kozmik düzenin ilkelerinin çıkarılmasıdır.
Bilim ve Teknik Eylül 2012 [email protected] İlm-i Nebâttan Biyolojiye yardımla büyüsünler, küçük veya büyük olsun- İslam dünyasında yetişen botanikçilerin da- lar bütün bitkilere ağaç adı verilir. Tohumlardan ha çok bağ ve bahçeleriyle ünlü Endülüs’ten Bitkilere ilişkin araştırmalar İslam dünyasın- filizlenen ve bir anaç kökten gelmeyen bitkile- çıktığı görülür. İbn Vâfid, İbn Haccâc, İbn el- da neredeyse bilimsel gelişmenin ilk yıllarına re ise ot denir. Her bitki, gelişiminin ilk evresin- Avvâm, İbn el-Baytâr ve İbn Bassâl bunların kadar uzanır. Bunun nedenleri şöyle sıralana- de ottur. Bununla birlikte, bir kökten filizlenen, önde gelenleridir. Her ikisi de Sevillalı (İşbîliye) bilir: Bitkilere ilgi duyan kimselerin, ilgilerini sis- fakat gövdesi kışın ölen, bu yönüyle de uzun olan İbn Haccâc’ın el-Mukni fî el-Filâha’sı (Ta- temli bir bilgi bütününe çevirmesi, Arapça gra- ömürlü köklerden ve gövdeli ağaçlardan farklı rımcılık Üzerine Görüşler) ve İbn el-Avvâm’ın mer ve sözlük bilginlerinin bitkilere ilişkin ad- bir tür olan bitkilere çalı denir.” Kitâb el-Filâha’sı (Tarımcılık Kitabı) bugüne ulaş- landırma ve terim geliştirme çalışmalarına er- mış botanik kitaplarının zirvedeki örnekleridir. ken tarihlerde başlaması, Mezopotamya, Grek, Yukarıda değinildiği üzere, İslam dünyasın- İbn Haccâc’ın yapıtının dikkat çeken yönü, ta- Bizans ve Fars kültürlerine ilişkin tıp, eczacılık ve da botanik çalışmalarının ilk evresini çeviriler- rım konusunu yalnızca kuramsal değil deneysel tarım literatürünün İslam dünyasına aktarılması den edinilen bilgilerin değerlendirmesi oluş- yönleriyle de irdelemesidir. ve son olarak tabiat bilgisinin önemli bir öğesi turur. Bitki, ağaç ve tarım konulu en eski Arap- olan ilm-i nebâtın (bitkibilim yani botanik) do- ça yapıtlardan biri İbn Vahşiyye’nin Süryanice- İslam dünyasında biyolojinin ilişkili oldu- ğa felsefesinin bir disiplini sayılması. den çevirdiği Kitâb el-Filâha el-Nabâtiyye’dir ğu bir diğer husus da yine yukarıda değinildi- (Nabâtlılarda Tarım). Arabistan’ın kuzeyinde ya- ği üzere bitkilerin iyileştirici ve tedavi edici özel- İslam dünyasında 8. yüzyıldan itibaren bitki şayan ve Keldânî kültür çevresine ait bir halk liğidir. Bitkilerin bu yönünü inceleyen (bugün- ve tarım konulu yapıtlar kaleme alınmaya baş- olan Nabâtlılar, İslam öncesi gelenekleri sürdü- kü terminolojiyle farmakoloji) çok sayıda çalış- landı. Ancak ilm-i nebâtı bağımsız bir disiplin ren bir Mezopotamya halkıydı. Kitabın ana te- ma vardır. Kısaca el-Müfredât (Basit İlaçlar) di- olarak kabul eden ilk bilgin Kindî’dir (801-866). masını tarım oluştursa da bilinen ilk botanik ye tanınan kitabıyla İbn el-Baytâr İslam bota- Kindî’ye göre, botaniğin konusu bitkilerin var- klasiğidir. Özellikle de kitabın yarısından faz- nik tarihinde özel bir yer tutar. İbn el-Baytâr, lık nedenlerinden, niteliklerinden, genel yapıla- lasını oluşturan ve bitkilerin yaratılış ve tabiat bu kitabında hem kendinden önceki bilginle- rının belirlenmesinden, özgül problemlerinden şartlarından etkileniş nedenlerinin ele alındı- rin (Ahmed İbn Muhammed el-Gâfiki, Şerîf el- ve bu problemlerin çözümünden oluşur. Fârâbî ğı bölüm daha sonraki araştırmacılar için mo- İdrîsî, İbn Meymûn ve hocası İbn el-Rûmiyye) (874-950) ise botaniği bitki türlerinde ortak del ve kaynak oluşturmuştur. İslam botaniğin- yapıtlarından geniş ölçüde yararlanmış, hem olan ve olmayan nitelikleri inceleyen disiplin deki veri zenginliğinin önemli kaynaklarından de bu literatürün sentezini yapmıştır. Ayrıca olarak betimler. İhvân-ı Safâ (10-11. yüzyıl) bit- biri olan kitabın bitki biyolojisi ve morfolojisine Dioskorides’in Materia Medica’sı üzerine yazdı- ki türlerini, bu türlerin doğal niteliklerini, han- dair bölümünde bitkilerin doğuşu ve farklı tür- ğı şerh de onun botanik terminolojisine ne ka- gi fizikî coğrafyalarda yetiştiklerini, kök, gövde, lere ayrılması, kokuların ve çiçeklerin meydana dar hâkim olduğunun bir kanıtıdır. dal, yaprak ve meyvelerinin morfolojisini, in- gelmesi, renklerin psikoterapik etkileri, yapısal sanlara yarar ya da zarar veren yönlerini araş- morfoloji ve bitki biyolojisinin temel mesele- İlm-i Hayevândan Zoolojiye tıran disiplin şeklinde tanımlar. Konuya ilişkin leri gibi konular ele alınmıştır. Benzer bir çalış- ilk bağımsız kitabı yazan Câbir İbn Hayyân’dır mayı İslam dünyasında Dîneverî Kitâb el-Nebât Biyolojide olduğu gibi zoolojide de baş- (721-815). 9. yüzyılda yazılan ve konunun bi- adlı yapıtıyla gerçekleştirmiştir. Kitâb el-Filâha langıçta diğer uygarlıkların bilgi birikimin- limsel açıdan irdelendiği botanik kitapları içeri- el-Nabâtiyye dışında Aristoteles’in, Tyanalı den yararlanan Müslüman zoologlar, kısa sinde en kapsamlısı Ebû Hanife el-Dineverî’nin Apollonios’un, Teofrastos’un, Dioskorides’in ve süre sonra hayvanların anatomilerini, onlar- (820-895) Kitâb el-Nebât (Bitkiler Kitabı) adlı ça- Demokritos’un yapıtları da çevirisi yapılan bo- dan nasıl yararlanabileceklerini, hastalıkları- lışmasıdır. Bitkileri incelerken filolojik, tarihi ve tanik çalışmaları arasındadır. nı ve iyileştirme yollarını araştırmaya başladı. botanik yaklaşımları birleştiren bu kitap, bitki örneklerinin betimlenmesindeki titizliğiyle ta- Acâib el-Mahlûkât ve Garâib el-Mevcûdât’da yer alan bir resim nınır. Daha sonraki yüzyıllarda sıkça başvurulan ve pek çok kez kopyalanan bir yapıttır. Şu alıntı Dineverî’nin yapıtının niteliği hakkında açık bir bilgi verir: “Bitkiler üç gruba ayrılır: Birinci grupta kök ve gövde kışın hayatta kalır; ikinci grupta kı- şın gövde ölür, ama kök hayatta kalır ve bitki hayatta kalan bu anaç kökten yeniden gelişir; üçüncü grupta hem kök hem gövde kışın ölür ve yeryüzüne dağılmış tohumlardan yeni bit- ki gelişir. Bütün bitkiler aynı zamanda üç fark- lı grup halinde de sınıflandırılabilir: Kök yardımı olmadan büyüyenler; kök olmadan büyüyen, ancak yukarıya doğru uzamak için bir nesnenin yardımına gereksinim duyanlar; toprak üzerin- de yükselmeyen, fakat toprağın yüzeyine sa- rılarak ve yayılarak büyüyenler. (..…) Kışın ha- yatta kalsınlar veya kalmasınlar, yardımsız veya 89
Bilim Tarihinden Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir Dioskorides’in De Materia Medica adlı kitabının Arapça çevirisinde yer alan hardal bitkisi resmi. Bu araştırmalar giderek ayrıntılandı ve fıkıh- Câhız, onları hareket çeşitlerine göre dört ka- De Materia Medica’da 600’den fazla bitkisel, 35 kadar hayvansal tan edebiyata, sanattan tıbba konu olacak ka- tegoride ele almış, daha da önemlisi hayvan ve 90 kadar da madensel drog ele alınmış ve çoğu resimlerle dar çeşitlendi. Böylece salt fizyolojik ve anato- psikolojisiyle ilgilenmiştir. tanıtılmıştır. Kitapta drogların bulunduğu yerler, tarifleri, mik çalışmaları konu alan yapıtların yanı sıra in- özellikleri, tıbbi etkileri, kullanım şekilleri, yan etkileri, dozajları, san hayvan ilişkisi, dinin hayvana bakışı, hayvan İslam dünyasında filozoflar da zooloji- yetiştirilme yöntemleri, veterinerlikte, tıpta ve tıp dışındaki resimleri, hayvanların insana yakınlığı, insanla- ye ilgi göstermiştir. Başta Kindî olmak üzere, kullanımları belirtilmiştir. Dioskorides’in ele aldığı droglardan rın hayvanlara karşı geliştirdiği duyguları ve dü- Fârâbî ve İhvân-ı Safâ zooloji konusunda çe- 149’u kendisinden yaklaşık altı yüzyıl önce yaşayan Hippokrates şünceleri konu alan sanatsal yapıtlar kaleme şitli makaleler kaleme almıştır. Burada özel- tarafından biliniyordu. Bunlardan 90’ı günümüzde alındı. Özellikle de faydalarından dolayı deve, likle, günümüzde hayvan haklarının ve hay- hâlâ kullanılıyor. at ve sığır üzerine yüklü bir külliyat oluşturuldu. vanlara yönelik farklı bakışların özünü ifade İlm el-hayevân (hayvan bilimi) denilen bir disip- eden düşünceler içermesi açısından, İhvân- ve inanışları işlemiştir. Kitap hayvanların ev- linin doğuşuyla sonuçlanan bu araştırma süre- ı Safâ’dan kısaca söz etmek yararlı olabilir. rimi, çevre koşullarına uyum göstermeleri ve cinde, bugünkü anlamıyla zoolojinin temelleri Hayvanları bütün varlık zinciri içinde ele alan hayvan psikolojisi ile ilgili kuramların temel- atılmış oldu. O dönemde ilm el-hayevân deni- İhvân-ı Safâ, her bir hayvanı duyularına, üre- lerini içermesi bakımından, İslam dünyasın- lince gözlem ve deney aracılığıyla hayvanların me şekillerine ve kendilerine özgü huylarına da yazılmış en önemli yapıttır. Câhız’ın bu ki- morfolojik, anatomik ve fizyolojik yapılarını in- göre sınıflandırmış, hayvanların organlarını tabı sonraki dönemde büyük coğrafyacılar- celeme, sınıflandırma, yaşama biçimlerini, bir- ereksel bir anlayışla incelemiş, hayvanlarla in- dan Kazvînî’yi ve Demîrî’yi büyük ölçüde et- birlerine ve insanlara davranışlarını ve tepkileri- san arasındaki etkileşimi ayrıntılı olarak ele al- kilemiştir. Ne var ki bilimsel değerlendirmele- ni araştırma, hayvanlarda görülen hastalıklar ve mıştır. Burada özellikle insanın salt beşerî üs- rin yanı sıra bilimsel olmayan değerlendirme- tedavi yollarının araştırılması anlaşılmaktaydı, tünlüklerine (örneğin akıl sahibi olmak) daya- ler de içerir. Eserin yazılış amacı yaratıklardan bu da modern zoolojinin temellendirilmesin- narak kendinde hayvanlara hâkim olma, on- örnekler göstererek yaratıcının varlığını kanıt- den başka bir şey değildi. ları yok etme hakkını görmesini eleştirerek lamak ve yaratıcının yararsız hayvan yaratma- reddetmesi dikkat çekicidir. Konuyla ilgilenen mış olduğunu kanıtlamak ve onu övmektir. Kitâb el-Hayevân’da yer alan bir resim bir diğer filozof olan İbn Sînâ da hayvan psi- kolojisi ve fizyolojisi konularını işlemiştir. İbn Kitâb el-Hayevân’da canlılar dünyası hay- İslam dünyasında oluşan zooloji geleneği, Bâcce ve İbn Rüşd de zoolojiyle ilgilenenler vanlar ve bitkiler olmak üzere iki bölüme ay- Müslüman zoologların Arap, Grek ve Hint kül- arasındadır. rılmış, hayvanlar hareket biçimlerine göre yü- tür geleneklerinden edindikleri bilgileri ken- rüyenler, uçanlar, yüzenler ve sürünenler ol- di gözlemleri ve deney bulgularıyla birleştir- Botanikte olduğu gibi zoolojide de 13. yüz- mak üzere dört grupta toplanmıştır. meleri sonucunda oluştu. Biyolojide olduğu yılın sonlarından itibaren hayvanlara geniş yer gibi, ilk dönemde kaleme alınan zooloji ya- veren ansiklopedik yapıtlar yazılmaya başla- İbn Baytar’ın kitabından bir sayfa pıtları da daha çok dilbilim açısından öne çı- dı. Bu dönemin en önemli yapıtı Kemâleddîn kar ve özellikle develerle ve atlarla ilgili terim- Demîrî’nin hazırladığı ve İslam dünyasında ler ve deyimlerden oluşur. Konuyu bilimsel zooloji hakkında yazılmış en mükemmel ve yönleriyle ele alan ilk önemli zoolog Câhız’dır. sistematik çalışma olan Hayât el-Hayevân’dır Onun Kitâb el-Hayevân (Hayvanlar Üzerine) (Hayvanların Hayatı). Kendisinden önce- adlı kitabı İslam dünyasında türünün en ün- ki bilgileri birleştiren bu kitap kısa süre için- lü yapıtıdır. Câhız, bütün bu bilgiyi kendisin- de Câhız’ın kitabından sonra en yaygın kay- den önceki Arap ve Fars kaynaklarının yanı nak olmuş, Farsçaya ve Türkçeye çevrilmiştir. sıra Grek kaynaklarından derlemiştir. Zoolo- ji araştırmalarının amacını bir taraftan teolo- Ünlü Biyologlar ve Zoologlar jiye bağlarken, bir yandan da hayvanlar ale- Câhız minin bilimsel açıdan incelenmesi gerektiğini de göz ardı etmemiştir. 350 hayvanı inceleyen İslam kültürünün altın çağında yaşayan Câhız (766-869) bu kültürün en büyük temsil- cilerinden biri olmuş, hem dini hem de din dı- şı konularda birçok yapıt kaleme almıştır. Bu yapıtlarında İslam kültürünü, bu kültürün bi- lim, felsefe ve edebiyat gibi entelektüel un- surlarını analiz etmiştir. Düşünce tarihi açısın- dan dikkat çeken bir yönü de psikolojik ana- lizleridir. Doğal çevrenin insan ve hayvanlar üzerindeki etkisine özellikle değinen Câhız, aynı zamanda sosyal çevrenin etkisini de vur- gular. Yedi ciltlik Kitâb el-Hayevân’da (Hayvan- lar Kitabı) 350 kadar hayvanı tanıtan Câhız, hem bu hayvanlar hakkında derlediği bilgile- ri ve kendi gözlemlerini hem de insanlar ara- sında dolaşan hayvanlarla ilgili söylenceleri 90
>>> Bilim ve Teknik Eylül 2012 İbn Ahî Hizâm gili kısımda 55’i meyve ağacı olmak üzere 585 Aristoteles hayvanlarla bitki tanıtılmakta, aşı yapma teknikleri, top- Veteriner hekimlik ve at terbiyesine iliş- rakların yapısal özellikleri, gübreleme şekilleri, mamladı. Dönemin önde gelen doğa bilim- kin en eski Arapça eser, 9. yüzyılda yaşayan ve ağaç ve üzüm kütüklerine ilişkin çeşitli hasta- cileri olan Ebû el-Abbâs el-Nabâtî, Abdul- Abbasî Halifesi Mütevekkil’in imrahoru olan lıkların belirtileri ve görünüşleriyle birlikte te- lah İbn Sâlih ve Ebû el-Haccâc’dan dersler al- Yakub İbn Ahî Hizâm el-Huttalî’nin Kitâb el- davi yolları açıklanmaktadır. Kitap birkaç kez dı. 1220 yılından başlayarak uzun süre Suudi Hayl ve el-Baytara’sıdır (At ve Baytarlık Üzeri- Türkçeye ve başka dillere çevrilmiş ve uzun Arabistan’ı, Filistin’i, Suriye’yi, Irak’ı ve Mısır’ı ne). 16. yüzyılda Türkçeye de çevrilen ve Os- yıllar kullanılmıştır. dolaştı. Bu gezilerinde hocası Nebâtî de ona manlılar tarafından sıklıkla kullanılan Kitâb el- eşlik etti. Gezileri boyunca, çeşitli bölgelerdeki Hayl ve el-Baytara 30 bölümden oluşur. Kita- 1590 yılında Muhammed İbn Mustafa ad- bitki örtülerini inceleyen ve sonunda Suriye’ye bın girişinde atın öneminden, at beslemenin lı bir çevirmen tarafından Türkçeye de çevri- yerleşen İbn Baytâr, sık sık Anadolu’yu da do- ve tımar etmenin büyük sevabından ve yarar- len Kitâb el-Filâha’nın, zoolojiyle ilgili 31. bölü- laştı. Geçmişin bilgi birikimini, kendi gözlemle- larından uzun uzun bahsedilmiş ve sonra atla- münde sığırların, koyunların ve keçilerin seçil- rinin sonuçlarıyla sistemli bir biçimde birleşti- rın dişleri, iyi atların nitelikleri, at, katır ve eşe- mesi, yetiştirilmesi, gebelik süreleri, hastalık- rerek İslam dünyasındaki doğa bilimi çalışma- ğin donları, atların kısımları, terbiye edilmeleri, ları ve tedavileri; 32. bölümünde atlar- larının seçkin örneklerini oluşturan birçok ki- yarış atlarının yetiştirilmesi, atlarda doğuştan da, katırlarda, eşekler ve de- gelen veya sonradan oluşan kusurlar, baştan velerde damızlık seçimi, tap yazdı. Bunlardan biri Kitâb el-Muğnî ayağa doğru atlarda oluşan hastalıklar ve te- çiftleşme zamanları, fî el-Edviye el-Müfred (Ba- davileri gibi konular ayrıntılı olarak anlatılmış- gebelik süreleri, sit İlaçlara İlişkin Zen- tır. Kitabın son bölümü ise diğer evcil hayvan- yaşama müd- gin Bilgiler), diğeri lardan deve, sığır ve koyun hastalıklarına ve detleri, bes- de Kitâb el-Câmi bunların tedavilerine ayrılmıştır. lenmeleri ve lî-Müfredât el- eğitilmeleri; Edviye ve el- İbn el-Avvâm 33. bölümün- Ağdiye’dir (Ba- de baştan aya- sit İlaçlar ve Sevilla’da doğan İbn el-Avvâm’ın hayatı ğa doğru at has- Gıdalar Ansik- hakkında bilgi yoktur. Kitaplarından 12. yüz- talıkları ve tedavi- lopedisi). Açık- yılın ikinci yarısında yaşadığı, ziraatın yanı sı- leri ve 34. bölümünde lamalarında Grek ra tıp ve eczacılık alanlarında da uzman oldu- güvercin, ördek, tavus ku- ve İslam kaynakla- ğu anlaşılır. Kitâb el-Filâha (Tarım Üzerine) ad- şu ve tavukla yetiştirilmesi, hastalık- rına dayandığı görülen lı yapıtı, tarım ve hayvancılık üzerine yazılmış ları ve tedavileri konularında ayrıntılı bilgi ve- İbn Baytar, çalışmalarında seçkin çalışmalardan biridir. İbn el-Avvâm bu rilmiştir. yapıtında hem kendinden önceki bilgileri der- dönemin ilaçbilimine ilişkin hemen lemiş hem de kendi gözlemlerinin sonuçlarını İbn Baytâr hemen bütün bilgiyi derlemiştir. Günümüze herkesin yararlanabileceği bir şekilde sistema- ulaşmış en büyük ilaçbilim ansiklopedisi olan tik olarak vermiştir. Kitap 34 bölümden oluşur. Bitkibilimci, hayvanbilimci ve ilaçbilimci bu yapıtta 2000’den fazla basit ilaç tanımlan- 30 bölümü bitkilere, 4 bölümü de evcil hay- olan İbn Baytar (1190-1248), İspanya’nın Ma- mıştır, bunlardan 300’ü tamamen yenidir. vanların yetiştirilmesine ayrılmıştır. Tarımla il- laga şehrinde doğdu. Eğitimini Sevilla’da ta- İbn Baytar eş anlamlı terimler konusuyla da ilgilenmiş, Latince, Grekçe, Berberice, Fars- ça ve Arapça eş anlamlı terimlerin belirlen- mesi için uğraşmıştır. Ancak bilim tarihinde 91
Bilim Tarihinden Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir <<< asıl etkili olan çalışması Basit İlaçlar ve Gıda- tır. Geniş kapsamlı bir hayvanlar ansiklopedi- İbn el-Münzir lar Ansiklopedisi adlı kitabıdır. Bu kitap özel- si olan Hayât el-Hayevân’da hayvanların adla- likle Ortadoğu’da ve Batı’da sıklıkla kullanıl- rına, tanıtımına, hadislere, çeşitli mezheplerin Memlûk Sultanı el-Nâsir İbn Kalâûn’un baş- mış, Andrea Alpago İbn Sînâ’nın çalışmalarını hayvanlar hakkındaki yargılarına, atasözleri- veterineri olan Bedrüddîn İbn el-Münzir (öl. değerlendirirken İbn Baytar’ın bu kitabını kul- ne, hayvanların tıbbi özelliklerine ve rüyada- 1340) Sultan’ın bilime ve bilginlere duyduğu lanmıştır. ki yerlerine ilişkin 1069 madde yer alır. Döne- ilgiden ve hayvanlara duyduğu sevgiden ce- minin diğer birçok doğa bilimcisi gibi eleştirel saret alarak Kâmil el- Sınâateyn el-Baytara ve el- İbn el-Baytâr bu yapıtlarıyla Batı’da 15. bir anlayışa ve yaklaşıma sahip olmadığı için Zartaka (Baytarlık ve Hayvan Yetiştiriciliği Sa- Yüzyıla, Doğu’da ise 19. yüzyıla kadar farma- Demirî’nin hurafelere, hayali ve masalsı hay- natları) adlı bir kitap yazmış ve özellikle atla- koloji konusunda yetke olarak kabul edilmiş- vanlara da yapıtında geniş yer verdiği görülür. rı ele almıştır. tir. İkinci yapıtı Osmanlılar döneminde Câmi Hayât el-Hayevân Türkler tarafından da ilgiy- el-Müfredât el-Edviye ve el-Ağdiye (14. yüzyıl) le okunmuş ve ilk Türkçe çevirisi muhteme- Kitap on bölümdür. İlk dört bölümünde at- ve Risâle-i Levâzım-ı Tıbb-ı Şeyh İbn Baytâr (17. len 14. yüzyılın son çeyreğine doğru veya son lara ilişkin bilgiler, sonraki dört bölümünde at- yüzyıl) adlarıyla iki defa Türkçeye çevrilmiştir. çeyreği içinde Mehmed İbn Süleymân tarafın- ların hastalıkları ve tedavileri, dokuzuncu bö- dan bazı eklerle birlikte yapılmıştır. lümünde farmakoloji, onuncu bölümünde ise Demirî nallama tekniğine ve nallarla ayak ve bacak “Yengeç: Su akrebi de denilmektedir. Su kusurlarının düzeltilmesi konularına yer veril- İslam dünyasında yetişen önemli hayvan- canlılarından olmakla birlikte karada da ya- miştir. Yazar kendinden önceki Yunan ve Müs- bilimcilerden kabul edilen Demirî 1341 yılın- şar. Çok çabuk yürür. İki çenelidir. Tırnağı var- lüman yazarlardan yararlandığını açıkça ifade da Nil deltasında yer alan Semennûd kasaba- dır. Başı ve kuyruğu yok gibi görünür. Gözleri eder. Hermes, Hippokrates, Aristoteles, Gale- sı yakınındaki Demire köyünde doğdu. Asıl omuzunda, ağzı göğsünde ve çenelerinin ya- nos ve İslam dünyasında 9. yüzyılda yaşamış mesleği terzilik olmasına karşın uzun süre bi- nına doğrudur. Sekiz ayağı vardır ve her tara- İbn Ahî Hizâm gibi hekimlerin ve veteriner- limsel toplantılara katılmış, ardından da bi- fı üzerinde yürür. Havayı ve suyu birden bur- lerin, hayvan yetiştiriciliği ve ilaçlar hakkında limsel araştırmaya yönelmiş ve dönemin ön- nuna çeker. Derisi yılda iki defa soyulur. Yu- birçok eser verdiğini, ama kendisinin bu biriki- de gelen bilginlerinden dersler alarak ken- vasına iki kapı yapar, kapılardan biri su tara- mi babasının tecrübelerinden de yararlanarak disini yetiştirmiştir. Daha sonra ders ver- fında, diğeri kara tarafındadır. Derisi soyuldu- geliştirdiğini belirtir. Kitapta savaşlarda atın me yetkisi alan Demirî aralarında ünlü Ezher ğu zaman yırtıcı balıkların tecavüzde bulun- yararları, insan ve at arasındaki benzerlikler ve Üniversitesi’nin de bulunduğu birçok üniver- malarından korkarak su tarafındaki kapısı- farklılıklar, atların, katırların ve eşeklerin don- sitede ders vermiş, 1405 yılında Kahire’de öl- nı kapatır. Esen rüzgâr kendisini kurutsun di- ları, atların seçilmesi, uğurlu nişaneleri, kısrak- müştür. ye kara tarafındaki kapısını açık bulundurur. la aygırın farkları, at satın alırken dikkat edil- mesi gereken hususlar, baştan ayağa doğru at hastalıkları ve tedavileri ile ilgili ayrıntılı bilgi- ler verilmiştir. KBCaialyyt:rna1ak7kd,lTaarür,rMki.y,e“HDaiyyavnanet”,Vİsalakmfı, A19n9s8ik.lopedisi, BDAAonnadnkIenıaşnrtmrahoeaÜdinumn,ciNtevireo.,,rnFsK,.iteDSel.as,aimTw, İhslİeaolmhnHiiyainsantetodGFrSyaiorkoinüfş,slBteLiostildo,.1g, 9y1:5955.8. EDaEnndedcimtyoMcîrlro:eî,HpdKeiecd.il,inaaHienoaiefnytSaNheteloeiHlnn--H,iWsKtaolyeurseywtveâoernnfrS,ACPcciuaealmntduceuerm,eksTiY,ceacPyhuınnbocllıiolsıghkye, r2s0,1210.08. KCailyt:a2, 0M, T.,ü“rİbkniyüe’lD-Biyaayntaert”,Vİaslkafmı, 1A9n9s9i.klopedisi, Kutluer, İ., “İlm-i Nebât”, Vİsalakmfı,A20n0si0k.lopedisi, Cilt: 22, Türkiye Diyanet NÇeavsri,reSn. H: İ..,Kİsulatlmuevr,eİİnlisman, Yayınları, 1989. TPTTeoeekzgp,eedZmlie,.m,,SB2.i0irvy,0eoH8alo..rjkGin.,.iBnveiKliUmünltTaütar,reYilh.T,ianBreiilihGmii,rDTişao,rNriuhoik,b,e2l0, 20081. 0. Demirî’yi bilim tarihinde ünlü yapan hay- Derisi gelişip kuvvetlenince su tarafında bu- vanlar üzerine kaleme aldığı ansiklopedi nite- lunan kapısını açar ve avlanma faaliyetlerine likli Hayât el-Hayevân’dır (Hayvanların Haya- başlar. Yengeç suda yan yan gider.” tı). Büyük, orta ve küçük olmak üzere üç ayrı nüshası bulunan kitap pek çok kez basılmış- 92
Yayın Dünyası rımsal sistemlerdeki korunan alan- İlay Çelik ların azaltıma nasıl katkıda bulu- Doğal Çözümler nacağı inceleniyor. Üçüncü bölüm- pek çok sağlık sorunun te- de, özellikle yerel seviyede iklim de- mellerini atıyor. Bu yüzden Korunan Alanlar ğişikliği etkilerini ele almak için, top- çocukların daha fazla ha- İklim Değişikliğiyle Mücadelede lum temelli yaklaşımlar kullanarak ko- İnsanlara Yardım Ediyor runan alanların ekosistem temelli uyu- reket etmeye özendiril- ma nasıl katkıda bulunabileceği ele alı- mesi ve onlara bu yön- Nigel Dudley, Sue Stolton, Alexander nıyor. Dördüncü bölüm önceki bölümler- de alışkanlıklar kazan- Belokurov, Linda Krueger, Nik Lopoukhine, deki kanıtlardan da faydalanarak korunan Kathy MacKinnon, Trevor Sandwith ve alan sistemlerinin, iklim değişikliği karşısın- dırılması çok önemli. Nik Sekhran da azaltım ve uyum mücadelesindeki rolle- TÜBİTAK Popüler Bi- Çeviri: Bilge Çelik rini sürdürme ve artırma fırsatlarına değiniyor. lim Kitapları’ndan Beşinci bölüm biyoçeşitliliği korumada, koru- geçtiğimiz Haziran ayın- İklim değişikliği günümüzde dünyayı tehdit nan alanların etkinliğini sürdürmek, ekosistem da çıkan Neden Formda Kalmalıyım? eden en önemli küresel çevre sorunlarından hizmetlerini devam ettirmek ve iklim değişik- adlı kitap çocuklara daha sağlıklı olmak için ne- biri. Bu yüzden de çeşitli disiplinlerde pek çok liğinin azaltılması ve etkilerine uyuma katkı den formda kalmaları ve daha hareketli bir ya- araştırmanın ve sürdürülebilir şekilde yaşama sağlanması için, uyum eylemlerine ilişkin bazı şam sürmeleri gerektiğini anlatıyor. politikaları üretme çabalarının odağındaki ko- Kitabın ilk bölümünde günümüzdeki yaşa- nulardan biri. Korunan alanların küresel iklim öneriler sunuyor. Son bö- ma şartlarında genellikle hareketsiz kalmamız- değişikliğiyle mücadeleye olumlu katkı sağla- lümse tüm bu konularla il- dan ve sık sık hareket etmemek için bulduğu- dığı biliniyor. Sürdürülebilirlik stratejilerinde- gili özgün politika tavsiyele- muz mazeretlerden söz ediliyor. Daha sonra ki en önemli şartlardan biri, korunan alanla- ri içeriyor. sporun faydaları, ne gibi etkinliklerin spor sayı- rın muhafaza edilmesi ve ge- lacağı ve ne kadar spor yapılması gerektiği an- reken yerlerde yeni korunan Kitap herkesin anlayabi- latılıyor. Sonraki birkaç bölümde çocukların se- alanlar ilan edilmesi. Ancak leceği, sade bir dille yazılmış. çebileceği spor etkinlikleri, spora nasıl başlaya- korunan alanların, küresel ik- Teknik ayrıntılar mümkün ol- bilecekleri, spor yaparken vücudumuzda ne- lim değişikliğiyle mücadele- duğunca maddeler altında ler olduğu ve sporla ilgili dikkat edilmesi gere- ye tam olarak nasıl ve ne ka- toplanarak anlaşılabilir bi- ken noktalardan bahsediliyor. Daha sonra çe- dar katkı yaptığı çok da açık çimde düzenlenmiş. Etkileyi- şitli spor ve egzersiz önerileri sunuluyor. Kitap değil. Oysa bu bilgi küresel ci fotoğraflarla desteklenen formda kalmayı destekleyecek beslenme öne- iklim değişikliğine karşı mü- kitap her kesimden insanın, rileriyle sona eriyor. Rengârenk, sevimli çizim- cadele politikaları geliştirme korunan alanların iklim deği- lerle zenginleştirilen kitap öncelikle çocuklara sürecinde, hem karar verici- şikliği konusunda sağlayaca- yönelik olsa da yetişkinlerin de bu kitaptan öğ- lerin hem de kamuoyunun ğı faydaları görmesine kat- reneceği çok şey var. Kitabın okurlarına daha konunun önemini fark etme- kıda bulunarak bir kamuoyu oluşmasını des- hareketli ve sağlıklı bir yaşam benimseme ko- si açısından çok önemli. 2008 tekleyebilir. Ayrıca kitap bu konularda araştır- nusunda yönlendirici olmasını diliyoruz. yılında IUCN Dünya Koruma ma yapanlar için güçlü bir kaynak teşkil edebi- “Spor yapmayı sevmiyor musun? Kongresi’nde başlatılan PACT 2020 adlı çok lir. Doğal Çözümler’in çok sayıda okura ulaşma- Hangi sporu yapacağına bir türlü karar ve- taraflı ortaklık “korunan alanların ve korunan sını diliyoruz… remiyor musun? alan sistemlerinin, biyoçeşitliliğin ve insanla- Not: Kitabın PDF formatında bir kopyasına Başladığın bir spora azimle devam edemi- rın geçim kaynaklarının korunması açısından, şu adresten erişilebiliyor: yor musun? iklim değişikliğine uyum/iklim değişikliğinin Bu kitapla, formda kalma ve spor yapma ko- etkilerinin azaltılması stratejilerine önemli bir http://www.wwf.org.tr/pdf/DogalCozumler.pdf nusundaki tüm tutum ve fikirlerin değişecek.” katkı olarak tanınmasını sağlamayı” amaçladı. Söz konusu işbirliğinin ilk ürünlerinden biri de Neden Formda Kalmalıyım? Kate Knighton: Çocuk kitapları yazarı. Yayımlanmış dilimize geçen yıl kazandırılan Doğal Çözümler eserlerinden bazıları: Yüz Bilimsel Deney (çeviri, TÜBİ- adlı kitap. Kate Knighton, Susan Meredith TAK Popüler Bilim Kitapları, 2005), Neden Abur Cubur Çeviri: Yalçın Arslantürk Yememeliyim? (çeviri, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Kitap korunan alanların iklim değişikliğine TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2011), The Big Book of Holiday Things to Make and Do karşı mücadelenin neden önemli bir parçası ol- Haziran 2012 (Usborne Activities) duğunu ayrıntılarıyla ve tüm dünyadan örnek- Susan Meredith: Çocuk ve genç yetişkin kitapları ya- lerle anlatıyor. Kitabın ilk bölümünde Hükü- Günümüzde şehir yaşamının oluşturduğu zarı ve editörü. Yayımlanmış eserlerinden bazıları: Vü- metlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPPC) şartlar sonucu çocuklar dış ortamlarda cudunuz ve Siz (çeviri, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapla- korunan alanlarla ilgili konulardaki en son gö- gitgide daha az zaman geçirmeye başladı. Bu rı, 1993), Gece Hayvanları (çeviri, TÜBİTAK Popüler Bi- rüşü özetleniyor, hükümetlerarası süreçlerin da aslında daha az hareketli olmaları demek. lim Kitapları, 2010), Bana Bir Şeyler Oluyor! Ergenlik Di- korunan alanlar özelinde azaltım ve uyum ko- Sanal ortamdaki oyun imkânlarının artması da yorlar... (Kızlar) (Sıfıraltı Yayıncılık / Çocuk Kitapları Di- nularını nasıl ele aldığı inceleniyor, korunan bu durumu pekiştirdi. Hareketsiz bir yaşamsa zisi, 2011), Neden Geri Dönüştürmeliyim? (çeviri, TÜBİ- alanlar bir kavram olarak sunuluyor ve koru- fazla kilo ve obezite başta olmak üzere, onları TAK Popüler Bilim Kitapları, 2012). nan alanların iklim değişikliğiyle mücadele- hayatlarının kalan kısmında da etkileyebilecek de neden benzersiz bir konuma sahip oldu- ğu açıklanıyor. İkinci bölümde ormanlardaki, iç sulardaki ve denizlerdeki, otlaklardaki ve ta- 93
Zekâ Oyunları Şifre Üçgen, Kare, Ditdörtgen Küp Aşağıda şifrelenmiş altı harflik 100 birim uzunluğundaki bir çubuğu Aşağıdaki parçaları kullanarak sözcüğü bulunuz. uzunlukları tamsayı olan 11 parçaya ayıracak bir küp elde ediniz. ve bu parçalar ile bir üçgen, bir kare ve kare 204 - 61 - 102 - 44 - 64 - 83 olmayan bir dikdörtgen oluşturacaksınız. Kartlar Üç şeklin toplam alanının maksimum Kutu Yarışması olması için dikdörtgenin Elinizde 10 siyah karttan oluşan bir deste ve alanı kaç birim kare olmalıdır? yeterli sayıda kırmızı, sarı, mavi kart var. Bir yarışmadasınız. Birinde bir altın bulunan, diğer ikisi ise boş olan üç kutu var. Dört Parça Renkli kartlardan en az bir, en fazla Kutulardan birini rastgele seçiyorsunuz. beş tanesini siyah kart destesine ekleyerek Seçtiğiniz kutu açılmadan yarışmanın Aşağıdaki şekli dört eşit parçaya bölünüz. kaç farklı dizilim oluşturabilirsiniz? sunucusu size bir teklifte bulunuyor. Parçalar döndürülebilir ancak Amacınız kazanç beklentinizi artırmak. ters çevrilemez. Örnek Aşağıdaki farklı teklifleri ayrı ayrı Sadece bir tane renkli kart kullanılabilseydi değerlendirerek uygun seçenekleri bulunuz. Harf Sayısı 33 farklı dizilim oluşturulabilirdi. A) Sunucu seçmediğiniz kutulardan Her rakamın en fazla bir kez kullanıldığı Renkli Üçgenler birini açıyor, boş olduğunu gösteriyor ve bir sayı var. Bu sayı yazıyla yazıldığındaki harf seçtiğiniz kutuyu açılmamış sayısı ile her rakamını oluşturan harflerin Üçgenlerden oluşan aşağıdaki şekil kutuyla değiştirmeyi teklif ediyor. sayısının toplamı birbirlerine eşittir. 2 renk kullanılarak 6 farklı biçimde Bu özelliğe sahip en büyük sayıyı bulunuz. boyanabilir. Teklif lehime ( ) Örnek: 720 Aynı şekil 3 renk ve 4 renk kullanılarak Teklif aleyhime ( ) “YEDİ YÜZ YİRMİ” 12 harflidir. kaç farklı biçimde boyanabilir? Teklif fark getirmiyor ( ) “YEDİ İKİ SIFIR” da toplam 12 harfidir. Not: B) Sunucu seçtiğiniz kutuya ek olarak Bir şekil başka bir şeklin -ters çevirilmeden- bir kutu daha seçmenizi, ancak döndürülmesiyle elde edilebiliyorsa, iki kutudan kazanacağınız ödülün yarısını bu iki şekil farklı değildir. ödemeyi teklif ediyor. Teklif lehime ( ) Teklif aleyhime ( ) Teklif fark getirmiyor ( ) C) Sunucu seçtiğiniz kutuda bir altın olduğunu ancak boş olan iki kutunun birine yarım altın, diğerine iki altın koyacağını söylüyor. Seçtiğiniz kutuyu bırakıp bu iki kutudan birini rastgele seçmenizi teklif ediyor. Teklif lehime ( ) Teklif aleyhime ( ) Teklif fark getirmiyor ( ) Soru İşareti Soru işaretinin yerine hangi harf gelecek? A , B , I , L , Ü , C , ? , ... 94
Bilim ve Teknik Eylül 2012 Emrehan Halıcı Soru İşareti Soru işaretinin yerine gelecek olan şekli bulunuz. ? Geçen Sayının Çözümleri Hangi Gün? Toplar Bu durum ancak 29 gün çeken bir Şubat 126 farklı biçimde yapılabilir. ayında olabileceği için ayın 30’u yoktur. Değişik Saat Ayın 20’si ise Perşembe’dir. Günler 683 / 2048 Saat normal çalışmış olsaydı 3 saatin Pazar Pzt. Salı Çarş. Perş. Cuma Cts. S E T RAZAP sonunda yelkovan yine 12’nin üzerinde 1 B MP olacaktı. Fakat her 15 dakikada bir, C M I C UMA yani 3 saatte toplam 12 kere, rastgele 2345678 RUE L CZ bir yönde 60 derece ilerledi. 9 10 11 12 13 14 15 A BMA R A Ç A Bu ilerlemelerin yönleri 212 = 4096 16 17 18 19 29 21 22 Z A R SAL I R farklı şekilde olabilir. 23 24 25 26 27 28 29 ARE A T Yelkovanın 12’de olduğu durumlar P T P E R EMB E ise şöyledir: Dokunan Küpler E AS 12 kere saat yönüne dönüş: 6 küp aşağıda gösterilen biçimde S E T R AMU C 1 durum yerleştirilebilir. 9 kere saat yönüne, 3 kere tersine dönüş: C (12, 9) = 220 durum A 6 kere saat yönüne, 6 kere tersine dönüş: PAZAR C (12, 6) = 924 durum 3 kere saat yönüne, 9 kere tersine dönüş: Üç Daire Soru İşareti C (12, 3) = 220 durum 16 birim C gelecek. 12 kere saat yönünün tersine dönüş: Şeklin üst yarısı 180 derece döndürülerek 1 durum alta ekleniyor: Toplam 4096 durumun 1+220+924+220+1 = 1366 tanesinde, a A E yelkovan 12’nin üzerinde olduğu için olasılık 1366/4096 = 683/2048’dir. D c+a c-a B a+b C c+b c-b Yıldız 0 F b 2 95 8 AB=a+b, AC=c+a, BC=c+b Üç Daire BF=2√c.b (BCF üçgeninde Pisagor bağıntısı kullanılarak.) Aşağıdaki iki durum da dikkate alındığında 31 AE=2√c.a (AEC üçgeninde Pisagor bağıntısı kullanılarak.) 100 farklı konum oluşur. 7 BD=2c-a-b AD=BF-AE=2√c.b - 2√c.a 46 AB2=BD2+AD2 kullanılarak c=2√a.b elde edilir. Çarpma İşlemi 24=2√9.b 12.356 x 78.940 = 975.382.640 b=16 bulunur. 95
TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisine Gönderilen Yazı ve Görsellerin Sahip Olması Gereken Özellikler 1. TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisi popüler bilim ya- Alp, S., Hitit Güneşi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2002. zıları yayımlayan bir dergidir. Bu nedenle dergimizde yayımlanan yazılar genel okuyucu tarafından anlaşıla- Şeker, A., Tokuç, G., Vitrinel, A., Öktem, S. ve Cömert, S., bilecek düzeyde, net, yalın ve teknik olmayan bir Türk- “Menenjitli Vakalarda Beyin Omurilik Sıvısındaki Enzimatik çe ile yazılmış olmalıdır. Yazılar, başlık, sunuş, ana me- Değişimler”, Çocuk Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, s. 56-62, 1 Mart 2008. tin, alt başlıklar, çerçeve metinleri ve görsel malzeme- lerden oluşmaktadır. Soylu, U. ve Göçer, M., “Göller Bölgesi Sulak Alanlar Du- rum Değerlendirmesi,” Göller Bölgesi Çalıştayı, 8–10 Aralık Başlık: Konuyu en iyi ifade edebilecek nitelikte, kı- 1995. sa ve ilgi çekici olmalıdır. http://www.news.wisc.edu/16250 Sunuş: Yazının sunuşu başlığın hemen altında yer alır ve konunun önemini, yazının ilginç yanlarını oku- Anahtar kavramlar: Konuyla ilgili en çok beş adet yucuda merak uyandıracak biçimde anlatan birkaç kı- kısa açıklamalı anahtar kavram verilmelidir. sa cümleden oluşur. Bu kısım sayfa düzeninde farklı bir yazı karakteriyle, ana metinden ayrı biçimde baş- Görsel malzemeler: Yazıda ele alınan düşünceyi lığın altında yer alacaktır. destekleyici ve açıklayıcı fotoğraf, çizim, grafik gibi su- nuşu zenginleştirici öğelerdir. Görsel malzemeler ya- Ana metin: Ele alınan konunun, savunulan düşün- yın tekniğine uygun kalitede, yeterli büyüklük ve çö- cenin ve ilgili olayların örneklerle açıklandığı bölüm- zünürlükte (baskı boyutunda en az 300 dpi) olmalı- dür. Yazılar yapılan bir araştırmayı tanıtmaya yönelik dır. Açıklama gerektiren görsellerin alt ve iç yazıları ve olabilir. Ancak bu gibi durumlarda dahi dergimizin bir görselin kaynağı yazı metninin altında mutlaka veril- popüler bilim yayın organı olduğu göz önüne alına- melidir. Yazarın temin ettiği görsel malzemelerin telif rak, yazının önemli bir kısmının konuyu çok genel hat- hakkı sorumluluğu yazara aittir. Yazar gerekli izinleri ları, temel bilgileri ve kısa bir gelişim tarihçesiyle oku- almakla yükümlüdür. ra tanıtması gerekmektedir. Burada teknik terimlerin ve temel kavramların net bir şekilde açıklanması bek- 2. Yazı .txt ya da .doc formatında, elektronik ortam- lenmektedir. Yazının geri kalan kısmında araştırmaya da [email protected] adresine iletilmelidir. Seçi- özel hususlardan ve araştırmanın genel katkısından len görsel malzemelerin nerede kullanılması istendi- bahsedilmeli, önemi ve yaygın etkisi vurgulanmalı- ği metinde işaretlenmiş olmalıdır. Görsel malzemeler dır. Varsa, konu hakkındaki başlıca görüş farklılıklarına metnin içinde değil, ayrıca gönderilmelidir. işaret edilmeli, ancak ayrıntılı tartışma ve yargılardan kaçınılmalıdır. Çok ender durumlar dışında yazıda for- 3. Bilim ve Teknik dergisine ilk defa yazı gönderecek mül bulunmamalıdır. kişilerin yazılarını eğitim durumlarını ve yazdıkları konu- daki yetkinliklerini gösteren 40-60 kelimelik bir özgeç- Alt başlıklar: Ana metinde işlenecek konuyla ilgili mişi fotoğraflarıyla birlikte göndermeleri gerekmektedir. farklı görüşlerin ve durumların anlatıldığı paragraflar alt başlıklarla ayrılabilir. 4. Dergi yönetiminden onayı alınmış özel durumlar dışında, bir yazı 1800 kelimeyi geçmemelidir. Çerçeve metinler: Ana metinde ele alınan konu- yu destekleyici, konuya yeni açılımlar getiren, kimi za- 5. Yukarıdaki koşulları yerine getirdiği takdirde öne- man uzmanlar dışındaki okuyucuların anlayamayaca- rilen yazılar, Yayın Kurulu, Konu Editörleri ve Bilimsel ğı nitelikteki teknik kavramları açıklayan, kimi zaman Danışmanlar tarafından değerlendirilir. Yayımlanması- uzman görüşlerinin yer aldığı kısa metinlerdir. Çerçe- na karar verilen yazılar redaksiyon sürecine alınır ve ya- ve metinler yazarın kendisi tarafından hazırlanabile- zarın onayıyla yazı yayımlanma aşamasına getirilir. ceği gibi, konunun uzmanına da yazdırılabilir. 6. Yazının; bilimsel, etik ve hukuki sorumluluğu ya- Kaynaklar: Yazının başvuru kaynakları mutlaka lis- zarlarına aittir. te halinde yazının sonunda verilmelidir. Kaynaklar aşağıdaki örnek biçimlere uygun şekilde yazılmalıdır: 7. Yukarıdaki koşullar kabul edilerek dergimize gön- derilen ve yayımlanan yazıların her türlü yayın hakkı, TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisine aittir. Not: Dergimiz için yazı hazırlamak isteyenler için daha geniş bilgi içeren “Popüler Bilim Yazarları İçin El Kitabı” http://biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/popülerbilimyazarligi.pdf adresindedir.
Search