Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Amin Maalouf - Doğudan Uzakta

Amin Maalouf - Doğudan Uzakta

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-11-03 01:41:07

Description: Amin Maalouf - Doğudan Uzakta

Search

Read the Text Version

W., öğretmen, yaş 47\" ise otomobilden dışarı fırlamış, on beş metre ileride, yerde hiç hareketsiz yatıyordu, herhalde kaza anında kapıyı açıp kurtulmaya çalışmıştı. Kimse kazayı görmemiş, patlamayı duymamış ve yan­ gın, herhangi birisi haber vermeden, kendi kendine sönmüş­ tü. Cebel'in el-Magaver Manastırı'na on kilometre uzaklık­ taki bu köşesinin çorak, taşlık, birçok vadisi olan ve genelde ıssız bir yer olduğunu söylemek gerek. Tabii, kazayı görmüş ama susmayı tercih etmiş bir tanık olma ihtimali de tamamen dışlanamaz. Belki de arabanın birden yön değiştirmesinin nedeni bir başka arabaya çarp­ mamak içindi. Bu durumda diğer şoförün yaşanan dramda sorumluluğu olacağı için, ortaya çıkmamayı tercih etmiş ola­ bilirdi. Ama tek olası varsayım bu değildi. Kiwan bir hayva­ na -örneğin bir tilki, bir çakal veya bir köpek-=- vurmamak için de direksiyonu kırmış olabilirdi. Zaten Adam da otel şoförünü, konuşurken dönüp yanın­ dakine bakmasına ve gözlerini yoldan ayırmasına neden olan yersiz nezaketi yüzünden eleştirmemiş miydi? Kaza nedeni bu da olabilirdi. Ama bunların hepsi tahminlerden ibaret ve büyük ihtimalle öykünün en son anını hiçbir zaman öğrene­ meyeceğiz. \"...el-Sanasel diye bilinen mevkide bilinmeyen bir nedenle yoldan çıktı.\" Jandarmanın soruşturması da bundan ileri gitmeyecek. Adam'ın arkadaşları hemen endişelenmemişlerdi. Hepsi saatinde, hatta biraz da erken gelmişti. Semira­ mis onları, kırmızı, aşıboyası ve Sienna toprağı ağırlıklı sıcak renklerle döşenmiş evinde karşılamıştı. Ayrıca, sahibesi ta­ rafından otele dönüştürülmüş büyük binaya kıyasla küçük diye nitelense de, epey geniş bir konuttu. Salon yerine geçen büyük kare odada, duvarlar kitap­ larla, yerler de iki üç kat İran halılarıyla kaplıydı. Koltuklar 45 1

ve kanepeler eski ve yayları bozuktu, ama renkleri uyumlu, minderleri de yumuşak ve konforluydu. Arkadaşların orada sadece bir hoş geldin kadehi içmek üzere toplanması, sonra da otelin Semiramis'in mükellef bir sofra kurdurduğu en üst katına çıkmaları kararlaştırılmıştı. Saat yarıma gelirken Dolores hala uzakta olup olmadığını an­ lamak için Adam'ı aradı. Telefonu cevap vermiyordu. Birçok kez denedi; sonunda, on beş dakika sonra, Semiramis'e şofö­ rün numarasını sordu. Şoför de cevap vermiyordu. Ramiz bel­ ki de otomobilin cep telefonlarının iyi çekmediği bir bölgede olduğunu söyleyerek içlerini rahatlattı. Bu inandırıcı gerekçe gerçekten de bazılarının içini rahatlattı. Ama Dolores'in içini rahatlatmaya yetmedi. Saat bir otuz beş olmuştu ve eşini, geç kalmaktan nefret ettiğini bilecek kadar tanıyordu. Özellikle de bizzat tertip ettiği böyle bir buluşmaya asla geç kalmazdı! Gerçekten de başlarda Adam bu tasarının gerçekleşe­ ceğine fazla inanmıyordu. İlk davet mektuplarını daha çok Murad'ın dul eşini avutmak ve kendi pişmanlıklarını yatış­ tırmak için yazmıştı. Ama arkadaşlarının coşkusu ve gelme hazırlıklarında gösterdikleri hız onu şaşırtmıştı. Hem savaş hem de hayatın cilveleri tarafından dört bir yana saçılmış, şu anda dört farklı kıtada bulunan ve farklı mesleki, siyasi veya tinsel alanlarda faaliyet gösteren, çeyrek yüzyıldır bir araya hiç gelmemiş bu insanların hepsinin ken­ disinin bir işaretiyle buraya, bu dağ oteline koşmaya hazır gözükmesini -belki sonradan geriye dönüp bakıldığında an­ laşılır olsa bile- o mektupları yazarken hiç beklemiyordu. Hepsinde eski arkadaşlarıyla ve tabii, bu arkadaşlar ara­ cılığıyla önceki hayatlarıyla bağlarını yeniden kurmak konu­ sunda güçlü bir istek olduğuna inanmak gerekiyor. Savaştan önceki, dört bir yana dağılmalarından önceki, içinde yaşadık­ ları Doğu Akdeniz toplumunun çözülmesinden önceki, sev- 452

diklerinin ölümünden önceki... Belki de bir mektubunda ar­ kadaşların üniversite döneminden beri Murad'ın yüzünden asla bir araya gelmediklerini yazan Albert haklıydı. \"Onunla bir araya gelmek artık düşünülemezdi, ama onsuz toplanmanın da bir anlamı olmayacaktı. [...] onun ölümünün sonunda buluşmamızı sağlayacak en uygun koşulu sağladığını düşünüyorum. \" Açıklaması ne olursa olsun, düş gerçekleşmek.. . ama aynı zamanda da parçalanmak üzereydi, hem gerçek hem de me­ cazi manada... Listede yer alan on kişiden sekizi vaktinden önce gelmiş, oturumun açılması için \"düzenleyici\"nin ortaya çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Otelde kalan Semiramis, Dolores ve Naim dışında, ilk gelen Albert olmuş, onu Ramiz ve Dunia izlemişti; Nida! tam on iki otuzda sessiz, temkinli bir şekilde oradaydı ve bu kafirlerin arasında ne işi olduğu­ nu kendine sormaya devam ettiği belliydi; Tania saat on üçe doğru, matem elbisesi içinde güler yüzlü ve konuşkan bir şe­ kilde geldi. Geriye sadece Adam ve Frer Basile kalmıştı. Saat on dört otuza doğru endişe yerini paniğe bıraktı. Ramiz ayağa kalktı. \"Gidip nerede olduklarına bakmamız lazım!\" Bir dakika sonra iki araba hareket etti. Ramiz yanına Dunia ile Dolores'i almıştı; Nidal'in yanında ise Albert ve metrdotel vardı. Francis hem kardeşi için endişeleniyordu hem de içle­ rinde yolu iyi bilen tek kişi oydu. Çünkü Semiramis'in otelde kalması gerekiyordu. Tania ve Naim de onun yanında kal­ mayı tercih ettiler. İki araç o uğursuz yere ancak bir saat sonra vardılar. Bir kala­ balık toplanmıştı - yol kenarında duran araçlar, parmaklarıyla kesif bir dumanın yükseldiği vadinin dibini gösteren insanlar. Bazıları haki üniformalı birçok kişi de çoktan aşağı inmişti. Adam ülkeye ilk geldiği gün, \"Hayalet bir arkadaşla bu­ luşmak için geldim buraya ve daha şimdiden kendim de bir hayalet 453

oluverdim\" diye yazmışh. Ne yazık ki öngörüsünün bu kadar isabetli çıkacağını bilmiyordu. Onu hastane yatağında yüzsüz, bakışsız, kaskatı ve bembeyaz sargılar içinde görenler, gerçek­ ten de karşılarında bir hayalet varmış izlenimine kapılıyorlardı. Üzerinde bulunan son defterinde 4 Mayıs Cuma için say­ falarca yazmış, hatta 5 Mayıs Cumartesi için de -kuşkusuz Medeni Hukuk'taki akşam yemeğinden dönüşte- birkaç sayfa karalamıştı. En son kişi gelinceye ve restorana geçinceye kadar bek­ leyecek, sonra susmalarını isteyerek söz alacak, metnim gözlerimin önünde, ayağa kalkacağım. Mükellef bir sofra çevresinde toplanmış on kişilik küçük bir arkadaş grubun­ dan ibaret olacağımız için, söze girerken uzun bir nutuk atmayacağımı iddia edeceğim. Halbuki niyetim uzun bir nutuk atmak. Gelmeye ikna etmek üzere kimilerine mek­ tup yazıp kimileriyle de buluştuğuma göre, bunca yıl uzak kaldıktan sonra buluşmamızın niye önemli olduğunu ve neler hakkında konuşmamız gerektiğini onlara biraz da resmi bir şekilde yeniden söylememdefayda var. Dolores de kendini dışlanmış hissetmesin diye Fran­ sızca konuşacağım. Üstelik Paris'te eğitim hayatında ge­ çen bunca yılın ardından, kendimi en iyi bu dilde ifade edebiliyorum. İlk sözlerim mecburen çok uzlaşmacı olacak. Daha sonra -akşam yemeğinde veya Pazar günü- daha üzücü konulara gireceğim, çünkü gerekiyor. \"Bizi bir araya getiren, öncelikle bizi terk edip gi­ denlerin anısı\" diyeceğim. \"Murad'ın vakitsiz ölümü birbirimize yakın durmamız gerekirken nasıl dağılıp git­ tiğimizi bize hatırlattı. Yirmi yaşımızdayken bir araya gelmemize en büyük katkıyı o yapmıştı ve bugün de bir 454

araya gelmemizi ona borçluyuz. Ona ve sizi bu buluşma için davet etme konusunda beni güçlü bir şekilde teşvik eden Tania'ya borçluyuz. Bu buluşmanın hele böylesine kısa bir vadede düzenlenmesi, itirafetmeliyim ki bana he­ men hemen imkansız görünüyordu. Tania'ya matemini yenip bizimle sadece hasret gözyaşlarını değil, kaçınılmaz kahkahaları da paylaşmaya geldiği için özellikle teşekkür ediyorum. Tüm bu gözyaşlarını ve kahkahaları bugün aramızda olmayanlara adıyorum. \"Bu kişilerden ilki Bilal. İçimizde onu tanımış olan­ lar asla unutamayacaklar. Onu, yürüyüşlerimizi, tartış­ malarımızı, bakışını, sesini sık sık düşünüyorum. Aradan geçmiş onca yıla rağmen, bugün bile ona anlatmak istedi­ ğim öyküler, okutmak istediğim metinler, tartışmak iste­ diğim konular var ve onun bu kadar erken çekip gitmesine neden olan koşulları lanetliyorum. Nidal de bu sözlerime karşı çıkmayacaktır. Onun da bugün bize katılmayı ka­ bul etmesinin nedeni, ağabeyinin adını telaffuz etmemdir. Bizi ayıran pek çok şey var, ama savaşın başında bir top mermisi tarafından biçilen bir yazar adayının anısı ile hep birbirimize bağlı kalacağız. \"Yazmaya vakit bulabilseydi ne tür bir edebi yapıt verirdi diye bazen merak ediyorum. Birlikte hayranlık duyduğumuz o şairlerin ve romancıların yeteneğine sa­ hip miydi? Buna inanmak istiyorum. Ama onda bir yazar kumaşı ve yazar deliliği olduğuna kesinlikle eminim. \"Bu deliliklerden biri benle ilişkiliydi. Adımı ilk duy­ duğunda, birçok kişinin kendini alamayıp yaptığı gibi, Havva nasıl diye sormamıştı. Ama benimle öteki Adanı, atamız Adam'mışım ve belleğimde tüm insanların tarihini taşıyormuşum gibi konuşmaya karar verdiği anlaşılıyordu. \"Her karşılaşmamızda bu şakaya bıkıp usanmadan öyle çok dönüyordu ki, sonunda bozulabilirdim. Ama böyle 455

bir tepki vermedim. Bu özel dikkat gururumu okşuyordu. Üstelik onun bu ısrarı beni isimlerin anlamı ve bunlarla ilişkilenen yazgılar üzerinde düşünmeye sevk ediyordu. İn­ san kendi adına öyle çabuk alışıyor ki, artık anlamı veya niye bu ismi taşıdığı üzerinde düşünmüyor bile. \" Daha sonra Adam birçok paragraf halinde sofrada buluşaca­ ğı beklenen kişilerin adlarına, bir bilgi ve düşlem karışımıy­ la, bazen de biraz soytarılık katarak değiniyordu. Örneğin, \"Naim Cennet'in diğer adıdır\" diy�n Hanım'ın sözlerini alın­ tılamıştı. Bilal'in azad edilmiş bir Habeş olduğunu, Peygam­ ber tarafından sesinin çok beğenildiğini ve ilk müezzin yapıl­ dığını açıklıyor, Cava'da \"günümüzde bile tüm müezzinlerin adı Bilal' dir\" diye ekliyordu. Daha sonra \"Mezopotamya'nın mitsel kraliçesi olan ve daha o günlerde bile kendisine tapı­ lan\" Semiramis'e değiniyordu; \"daha o günlerde bile\" derken şato sahibesine bir göz kırpmayı hesapladığı da düşünülebi­ lirdi. Sonra Murad'a geçiyor, \"Arzulanan, Aranan anlamına gelen bu ismin tasavvufi çevrelerde Yaradan manasına kulla­ nıldığını ve Ortaçağ'da Avrupalılar tarafından Amourath ola­ rak değiştirildiğini\" açıklıyordu. Sonra Dolores'in Meryem'e dayandığına geçip, Albert'in Almanca etimolojisine -soylu ve ünlü- uzanıyordu. Bu arada \"kral\" veya \"imparator\" ma­ nasına gelen Basile'i de unutmamış, \"bir keşiş tarafından se­ çilebilecek en mütevazı isim olmadığının\" altını çizmişti. Adam sıra kendi adına gelince, önce konuşmacının -yani kendisinin- iki gün önce yazdığı bir metne bakması notunu düşmüştü. Bak, 3 Mayıs tarihinde, \"Adımda doğmakta olan insanlı­ ğı taşıyorum, ama ben nesli giderek tükenen insanlığa ai­ dim... \" diye başlayan paragraf; bence burada kullanılabilir. 456

Ama hemen ardından fikrini değiştirmişti. Bu metni yeniden gözden geçirince, arkadaşlarıma oku­ mak istediğimden o kadar da emin olamadım. En azından ilk gün okumamalıyım. Bu bir açılış ve karşılama değil, kapanış ve veda metni. Onlara \"En berbat vazife bana dü­ şüyor: Sevdiklerimi teşhis edeceğim, sonra başımı salla­ yacağım ve örtü yeniden yüzlerinin üstüne çekilecek. Ben nesli tükenenlergörevlisiyim. . . \" demem ne işe yarayacak? Metnin sonu o kadar karanlık değil. \"Suların orta­ sında Doğu Akdenizli inceliği ve dingin şefkat adacıkla­ rı bulmak en büyük sevinç kaynağım oldu. Bu bana, en azından şimdilik, yeni bir yaşama iştahı, savaşmak için yeni nedenler, hatta bir umut ürpertisi veriyor. Peki ya daha uzun vadede? Uzun vadede, Adem ile Havva'nın tüm evlatları yitik çocuklardır. \" \"Umut ürpertisi\"nde kesebilir ve sonraki sözleri ken­ dime saklayabilirim. Hayır! Düşünüyorum da, bana daha diri, daha güç­ lü, tartışma uyandırabilecek bir sonsöz gerek. Biraz vakit ayırıp bunu iyice düşünmeliyim, bulurum. . . Adam bu farklı sonsözü hiçbir yere yazmamıştı. Belki d e ara­ ba yoldan çıktığında kafasında şekillendiriyordu. Bunu an­ cak kendine geldiği zaman öğrenebileceğiz. Kendine gelecek miydi? Doktorlar bu konuda bir görüş belirtmiyordu. Uzun süre ölüm ile hayat arasında kalacağını, sonra da iki taraftan birine meyledeceğini söylüyorlardı. Eşini tıbbi donatımlı bir uçakla Paris'te bir kliniğe taşı­ tan ve başucundan ayrılmayan Dolores onun arafta kaldığı­ nı söylemeyi tercih ediyordu. \"Ülkesi gibi, bu gezegen gibi\" diye ekliyordu. \"Hepimiz gibi, arafta.\" 457


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook