Maalesef bizim bu konuda toplum olarak okuma alışkanlığı yetersizliği ya da yanlış kalıplaşmış bilgiler üzerine kurulu ön yargılarımız var. Dolayısıyla öncelikli olarak çocuklar ve gençlere yönelik çalışmaların arttırılması önceliğimiz. Evet, 2006 yılından beri yukarıda saydığımız çalışmalar ve faaliyetler çerçevesinde birçok dergi, gazete, kitap, çeviri çalışmaları yaptık, yapmaktayız. Şu ana kadar 10’a yakın kitap yayımladık. Ayrıca 2018 yılı için çocuk edebiyatı ve oyunları gibi öncelikli kitaplarımızın da yer alacağı 4-5 kitabın yayınını hedeflenmekteyiz. - “ELBRUZ” Bilim ve Kültür Araştırmaları Topluluğu olarak böylesine önemli ve değerli çalışmaları gerçekleştirdiğiniz bir ortama sahipken kurumsallaşmayı düşünmüyor musunuz? - Kurumsallaşmak elbette sağlıklı ve kapsamlı çalışmaları projelendirmek ve kalıcı hale getirmek için önemli bir aşama. Bizler diğer şehirlerdeki sivil toplumlarımızın toplumsal ihtiyaçlarına cevap vermek, dayanışmayı güçlendirerek hizmet eden bir derneğin burada da olmasını çok arzuladık. Türkiye’de derneklerimizin başlatmış olduğu Federasyon yapısına geçiş süreci tamamlanabilirse, bizler bütün derneklerimizin ortak bir Bilim ve Kültür Araştırmaları Merkezi olmayı istiyorduk. Bizler daha çok üretmeye ve tanıtmaya yönelik çalışmalarla öne çıkan bir topluluğuz. Dolayısıyla Ankara gibi bir yerde kurumsallaşmanın önündeki en büyük sorun mekan temini, giderlerin finansmanı ve ortam. Bugüne kadar buna fırsat bulabilmiş değiliz. Fakat hem topluluk üyesi arkadaşlarımız, hem de Ankara’daki Karaçay-Malkar soydaşlarımızın katılımları ve katkıları artarsa, bunun da gerçekleşebileceğini düşünüyorum. - Sayın Ufuk Tavkul, röportaj teklifimizi kabul ederek, dergimize konuk olduğunuz için dergimiz adına teşekkür ediyoruz. - Rica ederim. Asıl bu güzel çalışmalarla Karaçay Malkar toplumunu haberdar ettiğiniz için ben teşekkür ederim. Derginizin uzun ömürlü ve devamını temenni ederim. 49
“Benim dağlarım korkusuz ve cesur insanları sever, Ben de o dağları seven insanları severim” Halimat Bayramukova Ufuk Tuzman Dilbilimci, Araştırmacı ALİM’İN MİRASI: KARAÇAY-MALKAR EDEBİYATI Karaçay-Malkarların yaşayan önemli edebi şahsiyetlerinden Malkar folklorunun aksakalı, tiyatro yazarı ve edebiyatçı Alim Töppe’yi 2010 yılı mayıs ayında sonsuzluğa uğurladık. Ölümünün hemen öncesinde Türkiye’de yaklaşık 1 hafta süresince Prof. Dr. Ufuk Tavkul ile Ankara’da son kez ağırlama şerefine nail olduk. Güzel insanların, güzel işleri her zaman yaşatılmalı ve tanıtılmalıdır. Alim Töppe’de bu insanların birisiydi. Türkiye’de Edebi kişiliğini tanımadığımız Alim’i elimden geldiğince bu yazımla tanıtmak istedim. Sevgi ve iyiliğe âşık halk aydını, dilbilim uzmanı Dr.Alim Töppe Kabartay-Balkar (Malkar) halk yazarı, Rusya Federasyonu Yazarlar Birliği ve Gazeteciler Birliği şeref üyesi, Kabartay- Balkar Cumhuriyeti Devlet Ödülü’nün sahibi (1996’da yazdığı ‘Sıyrat Köpür’/Sırat Köprüsü adlı romanından dolayı), Malkar Yazarlar Birliği Başkanı unvanlarına sahipti. Karaçay-Malkar halkı arasında tiyatro, drama, roman, öykü yazarlığı ve gazetecilik alanlarında akla gelen ilk isimdir. Dr. Alim Töppe’nin halkının gönlünde taht kurmasına vesile olan “Colga Tüşken Taş” (Yola Düşen Taş 1985), “Kommunist” (Komünist 1976), “Namıs” (Namus 1972), “Azap Colu” (Azap Yolu 1990), “Artutay” (Artutay 1995), “Biynöger”, “Seni Jarıgıñ” (Senin ışığın 1974) Malkar tiyatrosunda sahnelenen en büyük eserleri kabul edilir. Alim edebiyat hayatına çok genç yaşta başladı. Karaçay-Malkar Türklerinin edebi diline büyük katkılar sağladı. Karaçay-Malkar ve Rusça’da otuzdan fazla eseri kitap olarak yayınlandı. Onun öykü, derleme ve romanları Rusça, Bulgarca, Ukraynaca, Kırgızca ve daha pek çok dilde yayınlanmıştır. Dr. Alim Töppe yayınlamış olduğu ilmi çalışmalarıyla da ilime önemli katkılar sunmuştur. Onun ilmi makaleleri, ilme kazandırdığı tarihi belgeleri, monografi eleştirileri ve ders kitaplarının sayısı 200’ü aşmıştır. Malkar edebi tarihinin mihenk taşı Kazim Möçü’nün eserleriyle ilgili yazdığı 2 ciltlik eseri Malkar edebiyatının önemli kazanımlarının birisi olarak kabul edilir. Alim’in drama eserleri ise sadece tiyatro repertuarları arasında değil, tüm halkı tarafından yüceltilmiştir. Yazdığı tiyatro piyesleri Malkar tiyatrolarında yıllardır sahnelenmiştir. Ölümünden sonra Malkar tiyatrosunun öncüleri “Perdeyi Alim açtı, yine o kapattı” şeklinde yorum yapmıştır. Halkının değerleri ve çetin yaşamını başarılı piyesleriyle sahneye taşımıştır. 50
Sahnelenen eserleri arasında “Azap Colu” (Azap Yolu/rejisörü Ruslan Firov) ile “Artutay” (rejisörü Kuliylanı Boris) seyircisinin yoğun ilgisiyle yıllarca sahnelenmiş önemli eserlerindendir. Alim Töppe Karaçay-Malkar Türk Edebiyatı ve halkına çok değerli çalışmalarını miras bırakarak aramızdan ayrıldı. Onun; “Taşıvul” (Hasat Mevsimi 1976), “Azatlık” (Hürriyet 1981), “Sıyrat Köpür” (Sırat Köprüsü 1993), “As-Tah” (Amazon krallığıdır), “Altın Hardar” adlı romanlarının yanı sıra “Guppur Gevüznü köpürü”, “Çamnı da çam biledi” (Şakayı şaka anlar), “Sangırav kol” (Sağır Vadi), “Cüz şaptal terek” (Yüz Şeftali Ağacı), “Pirinçni sütley aklığı” (Pirincin süt gibi aklığı) adlı hikâye ve öyküleri gibi niceleri de yazarı layık olduğu yere taşımıştır. Eserlerinin birçoğu Moskova’nın ileri gelen yayınevleri tarafından basılmıştır. Muhammatoğlu Alim Töppe Malkar köylerinden Köndelen’de 1937 yılında dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yılları 1957 yılına kadar ailesiyle sürgün edildiği Kırgızistan’ın Çüy vilayetine bağlı Kegeti köyünde geçti. Alim sürgünde ailesi ve halkının çaresizliğini, vatan hasretini ve Kırgız kültürüyle kardeşliğini gördü. Sonraları bu topraklar ve sürgün dönemi hayatında ve eserlerinde önemli bir yere sahip oldu. İlk orta ve lise öğretimini burada tamamladı. Kırgızca yazdığı ilk çalışmaları sık sık gazetelerde yayınlandı. Sürgünden döndükten sonra 1957 yılında Malkarca yayınlanan “Komünizm yolu” (Bugünkü adı “Zaman” gazetesidir) gazetesinde çalışmaya ve aynı zamanda Moskova’da Yüksek Enstitü eğitimine başladı. Dünyadaki genç yazarlara yükseköğretim veren M.Gorkiy Edebiyat Enstitüsü onun yaşamını değiştirecekti. Burada yükseköğrenim gören ilk Karaçay- Malkar aydını olma ayrıcalığına sahip oldu. Malkar halkının öncü aydınlarının birçoğu daha sonraları burada eğitim görmüştür. Karaçay- Malkar Edebiyatı’nın tanınmış isimlerinden Kaysın Kuliyev, Alim Töppe, Tanzila, Mokalanı Magomet, Botaşlanı İssa, Curtubaylanı Mahti, Küçmezlanı Raya, Bözülanı Patimat, Bolatlanı Yuruslan onların başlıcalarıdır… Alim Töppe günümüz Malkar edebiyatçıları ve akademisyenlerinin birçoğunun danışmanı olmuştur. Onun yiğitliği, açık sözlülüğü ve hepsinden önemlisi bitmez tükenmez çalışma aşkı etrafındakileri de teşvik etmiştir. O açık sözlülüğü ve liderlik özelliğinden çok horlansa da, dövülse de, baskılara maruz kalsa da taviz vermemiştir. Hiçbir zaman halkının manevi değerlerinin uğradığı baskılara kayıtsız kalmamıştır. Öyle ki, yanındakilere her zaman moral vermiş ve yüreklendirmiştir. Kimi zamanlar “hayır” diyemediği veya çevresindekilerin başka odaklara bağlılıklarından ötürü sıkıntılara maruz kalmıştır. Fakat zaman onun bildiği ve savunduğu değerlerle hak ettiği itibarı ona iade etmiştir. 1990’lı yıllarda ülkede başlayan değişimler ve halk hareketleri sırasında bir çok yazar yönetime uygunsuz görünmemek adına sessizliğe gömülürken, Alim bildiği doğruları halkıyla paylaşıp yazmış, hareketin yiğitlik ve kişilik sembolü olmuştur. Sovyetlerin dağılmasıyla oluşan toplumsal boşlukları doldurma sorumluluğuyla öne çıkan bazı Karaçay-Malkar aydınları hemen hemen her alanda her türlü imkânsızlığa rağmen mücadelelerini sürdürmeye devam etmiştir. Bu dönemde aydınların öncülüğünü yapanlardan 51
biri olan Alim Töppe “Etnografik Devlet Halk Dansları Topluluğu - BALKARYA”nın kurulması için ayrı bir çaba sarf etmiş ve büyük rol oynamıştır. Yine devlet nezdinde sadece yazdığı eserleri ve diğer halk yazarları için değil, perdelerini açılmamak üzere kapatma noktasına gelen Malkar milli tiyatrosunun halk tarafından sahiplenmesi ve diriltilmesi içinde her şeyini ortaya koymuştur. O günlerde kapanmanın eşiğine gelen Devlet Malkar Tiyatrosu’nun zor günleri hakkında yapılacak bir araştırma fevkalade Alim’in bitmez tükenmez çalışmalarını ve halkın ana dilde eserler sahneleyen tiyatrosuna sahip çıkma mücadelesinde üstlendiği rolü ortaya koyacaktır. Yazarın sevgiyi, savaşı, halk tarihini, gelenek ve görenekleri, Malkar halkının geçmişinde derin yaralar açan “Kızıl Kırgın” ve “Sürgün” gibi konuları drama eserlerinde öne çıkmaktadır. Yazarlık yeteneği edebiyatın hemen hemen tüm alanlarında ustalığını göstermiştir. “Azap Colu” (Azap Yolu – Nalçik 1990) adlı drama eseri Malkar Tiyatrosu’nun ilk sürgün konulu piyesi olma özelliği taşır. Herkes eserin kaleme alındığı günlerde Karaçay- Malkar halkına karşı işlenen insanlık suçunu dile getirmekten çekinirken Alim Töppe büyük bir yiğitlik göstererek, rejimin tüm korkularına meydan okumuştu. Eserinde sürgün yıllarında çekilen acıları ve dönemin siyasi detaylarını açıkça ortaya koyması kendinden sonra yazılacak olan gerçeklerin temellerini oluşturuyordu. Piyesi izlemek için gelen halk geçmişinin bastırılan acılarını tekrar göz önüne seren bu eseri gözyaşları ile izlemiştir. Basın bir dönem sürekli bu tiyatro piyesi ve yoğun ilgiyi sayfalarına taşımıştır. Piyesin ilk sahneye konulduğu “GALA” günü sadece Malkar Tiyatrosu’na değil, şehre de insanlar akın etmiştir. Çoğu zaman günde 3 kez sahnelenen “Azap Yolu” aynı zamanda Malkar Milli Tiyatrosu’nun da yolunu açmıştı. Tiyatro eserinin namı şehrin hatta ülkenin sınırlarını aşmış, başarılı oyuncuları izlemek için günlerce bilet bulunamaz ve özel olarak tiyatro oyununa çevre il ve ilçelerden otobüs seferleri yapılır hale gelmişti. Moskova’nın tanınmış tiyatro eleştirmenleri ve yönetmenleri Malkar Milli Tiyatrosuna özel ilgi göstermiştir. Öyle ki, söz konusu kişiler Moskova ve Kabartay-Malkar Cumhuriyeti arasındaki şehirlerde Malkar tiyatro oyuncularıyla birlikte “Azap Colu” (Azap Yolu) ve “Kommunist” (Komünist) adlı dramları defalarca sahnelenmiştir. Bu Alim’in kaleminin gücünü ve gerçekçi edebiyatçı kişiliğini eserleriyle birlikte layık olduğu yere taşımıştır. Ayrıca sürgün konulu bu tiyatro eseri aynı acılara maruz kalan diğer Kafkasya halklarını da cesaretlendirerek, geçmişleriyle yüzleşmeleri ve yapılan acımasızlıkları sorgulama cesaretlerini ortaya çıkarmıştır. Bu eserleri yazan kişiyi tanımak onunla duygularını paylaşmak isteyenler onu tanıdıkça üstün ve ileri görüşlü kişiliğine de hayran kalırdı. O yıllara kadar yasaklı bir konuydu sürgün. Siyasetin tuzağına düşmüş ve yıllarca can çekişmişti. Ta ki Alim bu tuzağı ve sis perdesini aralayana kadar. Bu eseri sahneye uyarlamak ve korkusuzca canlandırmakta büyük cesaret gerektiriyordu. Bu cesareti tiyatrocuların içlerinden çekip çıkaran Alim Töppe “Azap Yolu” eseriyle yolun sonuna gelindiğinin mesajını da tüm dünyaya hissettirdi. Derken Malkar halkı ve sahneler “Artutay” tanıştı… “Artutay” bir kez izlendiğinde hafızalarda iz bırakacak fevkalade bir piyestir. Birçok araştırmacı, genç ve yazar için yol haritası olmuştur. Drama yazarı bu eser için çok çaba sarf etmiştir. “Artutay” kadersiz bir eser olarak kabul edilir. Alim’in eserleri arasında belki de ön iyisi odur. 1992-1996 yılları arasında sahnelenmiş olan bu eser maalesef Malkar Tiyatrosu repertuarından çıkarılmıştır. Alim’in çok emek sarf ettiği ve “gözümün nuru” diye adlandırdığı bu eser sadece iki kez sahnelenebilmiştir. Yazarın “Artutay” adlı eser; halkın milli duygularını sorguladığı, toplumsal hayattaki yön arayışlarını, toplumun milli hedeflerini belirlediği dönemi içermektedir. Eserde ele alınan konular ve sorunlar bugün bile güncelliğini kaybetmemiştir. Alim Töppe Sovyet rejiminin yıkıldığını ve bir çok şeyin değiştiğini “Artutay” üzerinden anlatmıştır. Bugün dahi tüm Karaçay-Malkar halkının ihtiyacı olan bir tiyatro yapıtıdır. 52
Milli değerlerin yaşatılması ve halka ulaştırılması noktasında yetenekli şahsiyetler tiyatro yönetmeni Kuliylanı Boris ile dramaturg Alim Töppe’nin yaratıcılığının buluşmuş olması Malkar halkı için önemli bir şans olmuştur. Böyle insanlar sayesinde Malkar Türklerinin milli kültür ve değerler bugünlere taşınmıştır. Dışarıdan gelenler bundan dolayı bu iki yetenekten eser seçimi yaparlardı. Diğerleri başka şehir ve bölgelerden gelen komisyonları ağırlar etraflarında pervane olurdu. Ama sonuçta tercih edilen her zaman Boris ve Alim’in eserleri olmuştur. O dönemlerde drama duayenleri hak edene gerekli değeri verirlerdi. Bu da yazarlar için önemli bir ölçüt kabul edilirdi. “Artutay’ı” tekrar sahnelenmesini arzulamaktayız. Malkar Türklerinin geçmişte yaşadığı sıkıntılar, halkın o dönemlerdeki ve şimdiki hali iyiye doğru neden gitmiyor? Neden? Yazarda bu eserinde bu sorulara cevap veriyor. Bu eserinin taşıdığı mana yazarın edebi gücüyle ortaya çıkmaktadır. Alim Töppe milletinin kaderine, onun kültürüne duyarsız olmadığı için yazarlık, ilim adamlığı ve danışmanlık özelliği dolayısıyla hürmet gösterilmeyi hak ediyor. Alim Töppe ve Kuliylanı Boris uzun yıllar boyu birbirini anlayan, drama eseri yazarlığında yetenekli dostlukları çok güçlü ikili olmuşlardır. Onlar yıllarca nice piyeslerini birlikte Kuliylanı Kaysın adlı Malkar devlet drama tiyatrosu sahnesinde sergilediler. Alim Töppe yazdığı ilk piyes olan “Kommunist” adlı eseriyle sınırlı kalmamış, yapıtları arasında çok ses getirecek iki büyük eser yazmıştır. “Azap Yolu” ve “Artutay” adlı trajik bu eserler zengin dili, tanrılık kültürünü yansıtması, halkın değer zenginliğini açıkça sergileyişiyle dünya klasikleri arasına yakışır bir şekilde layık olduğu yeri almıştır. Alim 1963’te öğrencilik yıllarında Enstitü okutmanlarından tanınmış şairi Yevgeniy Dolmatovskiy Alim hakkında şunları yazmıştı: “Ben Gorkiy Edebiyat Enstitüsü’nde Malkar böyle yetenekli bir gencin nasıl yetiştiğine şaşırıyorum. Artık onun Kabartay-Malkar ülkesine dönme zamanın geldi. Alim Töppe’nin güçlü, yetenekli yazarlar arasında yer alacak olmasından dolayı sevinçliyim”. Ustası çırağı hakkında ne kadar da doğru şeyler hissetmiş… Alim’in eserlerinin dili sıradan bir içeriğe sahip değildir. Bu yüzden onun adı edebiyatta sık anılır. Tanınmış drama yazarı, şair, filoloji bilim uzmanıdır. Örnek olarak gösterilebilecek en önemli eserlerinden birisi de ilmi çalışmaları arasında yer alan 1970 yılında yazdığı “Malkar Proza” adlı kitabıdır. Bu eser alanında o yıllarda yazılan en önemli ilmi çalışmasıdır. Yazar Malkar edebiyatının kısa hikâyeler, tarihi kıssalar, ilk roman incelemeleri ve örneklerini bu eserinde toplamıştır. Ayrıca Malkar edebiyatının güçlü temsilcileri olmuş Möçülanı Kazim, Kuliylanı Kaysın, Etezlanı Omar ve Zumakullanı Tanzila’nın eserlerini hem araştırmış, hem de incelemiştir. Malkar halkına bu değerli edebi kişilikleri benimsetmiş ve eserlerini ilmi açıdan ait olduğu yere taşımıştır. Alim aynı zamanda halkın acılarını trajik olarak en iyi şekilde yansıtabilen bir ustadır. Onun “Saskılı Kol”, “Artiş”, “Pirinçni süt kibik aklıgı”, “Col Küyü”, “Küygen culduz” adlı bazı hikâye ve uzun öyküleri dünya literatürü arasına konulduğunda kendini hissettirecek kadar etkilidir. Bir zamanlar yazarların siyasi baskı altında varlıklarını sürdürebilme adına yazdığı parti ideolojileri yüklü eserleri kendini aklamaktadır. Bir zamanlar azatlık arayışını sürdüren aydınların beklentileri Alim’in “Azatlık” adlı eserinde kendini bulmuştur. Ne yazıktır ki, Komünist devirlerde kendi dünyaları yerine Rus edebiyatının duvarlarını ören yazarlar milli benliklerin körelmesi ve törpülenmesine az ya da çok etki etmiştir. “Azatlık”, “serbestlik” ne demek anlayamamış, tezahür edememiş bazı yazarlarımız “demokratlık” şemsiyesi altında kılıf değiştirerek başka edebiyatların duvarlarını sıvamaktadırlar. Hangi milletin edebiyatçısı, yazarı olsa da burada hepsine ortak bir soru gündeme gelmektedir. Yazarın ideoloji ve siyasetten azat edilebilir mi? Ya, milli değerlerinden, kaderinden, özlemlerinden veya törelerinden? Bu azatlıklara sahip bir yazar halkının sesi olmak bir tarafa vasıfsız bir ferdi bile olamazdı her halde. Yazar her şeyden kaçabilir fakat 53
halkına olan borçluluğundan asla. İşte, bu konuyla alakalı bir çok yazar kendini bilmez töresini ve halkının kaderini unutmuşken Alim’in ayrıcalığı burada kendini göstermektedir. Milletinin hasretleri, kaderi, töresi, benliği ve onlarca yücelik değeri onun umutları olmuştur. Bu umutlar ise halkını karanlıktan çıkaran ışık olmuştur. Alim’in edebi çalışmalarındaki tür çok yönlüdür. Felsefi yönü, söz ustalığı, kararmış umutları aydınlatan fareyi bile aslana çevirebilecek kadar etkili ve cesaret verici anlatımı, tarihi ve töresini halkına sevdiren ilkeleri herkes tarafından kabul edilmektedir. Alim Töppe’nin eserleri sürükleyici ve sürprizlerle doludur. Son olarak onun “As-Tah” yani, amazon krallığı hakkındaki romanından bahsetmek istiyoruz. “As-Tah” bir amazon krallığıdır. Amazonlar yarı çıplak bir yaşantı sürdüren bir dişi kavimdir. Ev yaparlar, yemek pişirirler hepsinden önemlisi at üstünde savaşçılıkları dillere destandır. Soylarından gelen kız çocuklarını da bu şartlar altında yetiştirirler. Aşık olmak onlar için ölüm demektir. Sevgi aile kavramı onlar için değer taşımaz. Günümüzde Malkar halkının benzerliği bu romanda yansımasını bulmuştur. Ailesiz kızlar, gençler sevgisiz hayatlar bunun önemli göstergesidir. Günümüzde her şeyi yapmak zorunda kalan kadınlar olmuştur. Bir nevi amazonlar gibi her işi kendileri yapmaktadırlar. Sevgi için insanlarda bin türlü mazeret mevcut. Peki, bunun çaresi ne? Sevgi mi yoksa acımasızlık mıdır güçlü olan? Güçlülük yoksa yalnızlık mıdır? Günümüzde de Malkarlılara sorulan bu sorular bir zamanlar “As-Tah” krallığının sorunlarıyla. Alim bu soruları halkına “As-Tah” adlı romanıyla sormaktaydı. O Malkar halkının bir birini sevmesini, nasibini aramasını, kutsal topraklarına hakim olmasını, büyük bir milletin evlatları olduğunu bu romanla anlatmaya çalışmıştı. Birbirini acımasızca ezmek, çatışmak yerine roman kahramanı “Nansil” gibi sevgiye sahip çıkmasını nasihat etmişti. Alim 1955 yılının aralık ayında ilk ve orta öğretimden hemen sonra evlendi. Eşi Cabolanı Fatimat ile hayatının son nefesine kadar aynı çatı altında yaşadı. Alim Töppe her zaman olduğu gibi zamanın yetersizliğine isyan ettiği bir anda çok sevdiği işi başında çalışırken yorgun kalbine yenik düştü. 1937 yılında başlayan yaşamı 2010 yılının Mayıs ayında son buldu. Kafdağı’nın (Mingi Tav) parlak yıldızı kaydı. Onun ölümü edebiyat ve tiyatro çevrelerine bir yıldırım gibi düştü. Bizlerde değerli edebiyat ustamız Alim Töppe’ye Allah’tan rahmet diliyoruz. 2016 yılının 3 Mayıs günü Türkiye’de hayata gözlerini yuman büyük oğlu Hızır Töppe de babası gibi geniş bir sanat camiasına mensup, dünyaca tanınan bir ressamdı. Ankara’daki resim atölyesinde birbirinden kıymetli eserlere imza atmış ve sayısız ressam yetiştirmişti. Alim TÖPPE’nin başlıca eserleri: Öykü ve Hikâyeleri: “Tüzlü Güttü”, “Cannetni Kızı”, “Adamnı içer suvu”, “Adam bla Taş”, “Küygen Culduz”, “Col Küyü”, “Suga ketgen süymeklikni üsünden balada”, “Kün batmaydı”, “Mecüsi mamır”, “Cüz şapdal terek”, “Sangrav kol” v.b. Romanları: “Otluk Taşla”, “Taşıvul”, “Azatlık”, “Sıyrat Köpür”, “Samum celle”, “As- Tah”, “Altın Hardar”. Piyesleri: “Namıs”, “Kommunist”, “Azap Colu”, “Uçhan culduz”, “Colga tüşgen taş”, “Artutay”, “Seni Carıgıñ”, “Suvga ketgen süymeklik”, “Biynöger”. Malkarca diğer yayınları: “Canım sense” – Şiirler, 1959. “Çamnı da çam biledi” – Güldüren hikâyeler, 1969. “Guppur Gevüznü köpürü” – Kısa hikâyeler, 1978. “Adamnı içer suvu” – Öyküler, 1984. 54
“Carıklık Kitabı” – Kısa hikâyeler, şiirler, piyesler, 1987. “Saylamala” - derlemeler, 1997. Rusça yayınlanan eserleri: “Tvoy svet” – Moskova,1977. “Tyajeliye jernova” – Moskova, 1982. “Yabloki do vesniy” - Moskova, 1983 “Tyajeliye jernova” – 2.baskı Moskova, 1985. “Bolya” - “Tyajeliye jernova” – Moskova, 1986. Yazarın bunlar dışında yazdığı bir çok öykü ve hikâyeleri ise ulusal gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. 55
Gözünün Gördüğü Yerler Senindir! ALİM TÖPPE ÇEVİREN: UFUK TUZMAN Artık ne kadar üzülsem de, ben o günlerin geri gelmeyeceğini iyi biliyorum. Gitti onlar; benim ak göğüslü kırlangıçlarım, rüyalarımı, gecemi süsleyen yaz güllerim. Köyümün başında eski yıldızlar, dedemin masallarıyla benim etrafımda parlayan parlak gecelerim. Nereden baksam aynı derecede, parlak görünürdü onlar. Güz sonrası büyük yamaçlardan armut kokularıyla, kışın tepelerde kayak izleriyle, yazın da gökkuşağı yüzüne yansıyan çocuğun gelişiyle. O günlerin aydınlığı hangi yönüyle görünse de, ben kendimi dedem ile görüyorum. Benim yol tanrım, ilk çocukluk sevgim dedem. O uzak hayaliyle bakarak gülümsüyor. “Vefalı evlat, söylediklerimi kulağına asmazdın, şimdi öyle kal”, diyor. O günler benden uzaklaştıkça, sıcaklığı, sözleri, verdiği hayat dersleri dedemin kutlu yüzünü çok net ve yakın bir şekilde göz önüme getiriyor. İşte, bu yolda biz eski köyümüzden aşağıya iniyoruz. Elinde bastonu var. Üzerinde ise koç derisi paltosu, kalpağı, ayaklarında annemin yağlayarak yumuşattığı deri çizmeleri, baldırlarını saran keçeden tozlukları ile dizlikleri göze çarpıyor. Bastonunu paltosunun içinden beline bağlayıp, bir kolunu bastonunun arkasından sarkıtmış. Diğer kolu ile de bastonunu tutmuş. Onun paltosunun kokusunu hissediyorum. Zor yürüdüğünü de görür gibiyim. Tozluğunun bağları çözülmüş, tozluk ve dizliği yere sarkıyor. Fakat bir şey söyleyemiyorum. “Dede dur, tozluklarını bağlayayım”, diyemiyorum. Onun yerine: – Dede sen kaç yaşındasın? diye soruyorum. – Vefalı evlat, dedenin kaç yaşına geldiğini bilmiyor musun? Yüz olmuştur kuyruğuyla birlikte. Ne yapacaksın?! – Hiç, öylesine işte… – Benden hayır yok artık, dedi o kendi kendine… – Dede düşman gelirse…. Düşmanın geleceğini söylüyorlar. – Git, çenebaz! dedi, hemen yarasına basmış gibi. – Ondan sonra biraz konuşmadan yürüdük. – Ya sen kaç yaşına geldin? diye sordu eve yaklaşırken. Onun yerine “Öğle namazı yaklaşıyor mu?”, “Yoruldun mu?” ya da “Aç mısın?” diye sorabilirdi. Kendi yetiştirdiği çocuğun kaç yaşında olduğunu iyi biliyordu. Açıkça benim çocuk olmadığımı kendime söyletmek istiyordu. – On - dedim ben şaşkınlıkla. – Senin için her şey ilerde! dedi. – Ya senin için dede? Dedem bir süre sessiz kaldı. – Kim bilir oğlum! dedi, sabırlı bir şekilde. – Kim bilir benim için de en hayırlısı gelecektedir! Bizim yeni köyümüz büyük nehrin sağ yanındaydı. Eski köye gitmek için Çerek nehri üzerindeki dar bir köprüden geçerek, dik ve sarp yollardan giderdik. Eskiden ben dedemi beklemeden, koşarak giderdim ve orada onu beklerdim. O ise, nefes nefese yanıma geldiğinde “Arkadaşını senden başka yarı yolda kim bırakır?”, diye bastonuyla göğsümden iterek, kayanın üzerine otururdu. – Hayırlı evlat, bu şekilde yapman çok yanlış, diye de eklerdi. Bizim eski köyümüze yolculuklarımızda dedemin bana anlattığı hikâyeler beni mutlu ederdi. Ben her yönden kendimi büyük bir dünyanın sahibi sanırdım. Yeryüzü, dağlar ve sonunda dünyanın tüm yolları eski köyden başlardı sanki. Daha önce hiç kimseye söylenmemiş sırlar benim için gizlenmiş gibiydi. Bir an önce büyümek için acele ederdim. Dedem ise, eski köyden dünyaya öyle bakardı ki, dostluk, bilgelik ona nasip olmuş, göz alabildiğine görünen her yeri dedem yaratmış sanırdım. O çok konuşmazdı. Bir kenarda oturup, anlatılanları dinler, bastonunu enine yaslayıp, koltuğuyla yaslandığında, anlatılanlar mıydı düşüncesi, yoksa hatıralara mı dalardı anlamak güçtü. Dedemin bu hali bir kenarda kavga edenler olduğunda bozulurdu. Böyle zamanlarda dinleyen dedem “Durun!” diye bağırırdı. Konuşkan gününde olsa dedem kavga edenlere, “Gençler, kavga olan yerin rızkı mı olur?”, diye sorardı. “Hiçbir zaman kavga olan yerin rızkı olmaz!” diye öğütlerdi. Dedemin nasihatini ileri götürmeyeceği bilinir, nasihatten sonra ona sorular başlardı. “Cansoh dede sen hiç 56
hayatında kavga etmedin mi?”diye sıkıştırdıklarında dedem, “Hey hayırlı evlatlar!”, dedikten sonra kısa süre dalardı. Sonra da “Kavga etmem mi, ben erkek değil miyim?” diye anlatmaya başlardı. – Neden kavga etmiştik? Toprak için! Vatan için! İnan ki yer için! Kodunalar sülalesi bereketsiz sağ yığılmış tarlaları halktan almak istediğinde… Siz de vatan için kavga edin. Canınızı bile verin! Yurduna toprağına göz diken kim olursa olsun. Baban dahi olsa! Yoksa siz dünya malı söz konusuysa… Mal için kavga etmek, yiğidin işi değildir!” Ben dedemin tek torunuydum. Babam askere gitmiş, dönmemişti. Anam bunu bildiğinden mi, yoksa başka şeyler hatırladığından mı, pişmanlık duyduğunda dedem hemen farkına varırdı. – Hislenme gelin! der anam sakinleştiğinde ise sözlerine devam eder “Benim oğlum er kişi. Hileli yolda yürümez. Kötülük yapılmasına dayanamam”, der anamı neşelendirir fakat gözden uzakta kendisi bazen kızardı. – Evlat, geç dünyaya geldin. Benim cenazemi kim taşıyacak? Bense, delidolu, haylaz, öyle dedeme hayrı dokunmayan bir çocuktum. – Ben taşırım! dedim. Sevinmişti dediğime dedem. Büyülendiği için mi, yoksa çok bekleyip, oğlunu beklemeye başladığında, vasiyet edecek, kabrini bırakacak adam olduğundan mıdır, bilmem neden beni bağrına sıkı basarak, uzun süre bırakmadı. Yaz başından itibaren babamdan mektup kesildi. Onun son mektubu Harkov denilen şehirden gelmişti. Biz iki aydır mektup beklerken, üçüncü ayda düşman Kafkaslara dayandı diye haber geldi. Zaten çok konuşmayan dedem, bunun üstüne haftalarca tek bir kelime etmez oldu. Yolda yürürken kamburu çıkıp, yürüyüşü dans eder gibi olmaya başladı. – Vallahi gelinim, çok yaşadım sanırım, ölsem yeridir artık, dedi bir gün. Her zaman cesur olan dedemin bu söyledikleri bir şey olacakmış gibi korkuttu. Dedem, bizim korktuğumuzu az da olsa umursamadan, düşüncelerini söylemeye devam etti “İnsan yaşadıkça, göreceğini de, görülmemesi gerekeni de görüyor”… O günü, konuşmadan dedemle kaygılı geçirdik. İkinci günün sabahında o gençleşmiş gibiydi. Çok erken kalkarak, beni de uyandırdı. – Oğlum, bugün eski köye gideceğiz, dedi bana. – Sen büyümüş de küçülmüşsün, sana hep masallar mı anlatacağım. Başka şeyler de söyleyelim, işe yarayacaksa… Sonra beni sınarcasına gözleriyle süzerek, nişan alarak baktı. Onu dinlerken “Neden dinliyorsun, yoksa söylemeyeyim mi?” dedi. – Söyleyeceksin her şeyi! dedim. Sonra o gerçekten de caydığımı sandı, evden ondan önce çıktım. Yolda giderken ne konuştuğumuz aklıma gelmiyor. Eski köye çıkarak, ön cephesi, minaresinin yarısı, arkadaki sağ köşesi kalmış, yıkık mescidin önünde oturuyorduk. Oradan bakınca Çerek nehri, kiremit çatılı evleriyle yeni köyümüz, sıcaklığını esirgemeyen dağlar tam karşıda görünüyor. Hala keskin bakışlarını yitirmeyen dedem, ne olduysa bir şeyler arar gibi, dağlara, geçitten yukarıya kıvrılan karlı yollara dikkatlice bakarak, bir şeyler mırıldanıyor, sonra da kafa sallayarak, onaylıyor. Öyle otururken yukarıdan buzağılarını güderek gelen herkesin tanıdığı bedduacı Melek kadın önümüzden geçti. Dedem ayağa kalktı: – Uğurlar olsun Melek, diye selam verdi. – Sağol, Cansoh, diyerek otur bile demeden Melek kaçarcasına gitti. – Bir de o bedduacı kadın için ayağa kalkmasan! diye ben sitem ettim. – Vefalı evlat, o da kadın değil mi ki! dedi dedem. Sonra tüm sinirini beklenmedik yerde benden çıkarmak istercesine azarladı: – Sen yozlaşmaya başladın sanırım, it yavrusu. Ne demek o, “kadına ayağa kalkıyorsun”! diyerek, dedem bastonunu kaldırdı. Vurmayacağını bilsem de “Sakın!” diyerek, geri çekildim. – Sakın deme vallahi… Ben sağken böyle yapan, ben öldüğümde… İnsanın onuru olsa, ite bile kalkar! Ben içimden yanlışımı kabullenmesem de, tuhaflaşan dedemin kalbini kırdığım için pişmanlık duyarak, yakınlaşmanın yolunu aradım. – Dede söyle söyleyeceklerini. Eski cami bizim önceki evimize uzak değildi. Oraya varana kadar dedem ve ben sonunda barıştık. Evin temelinden başka hiç bir şeyi kalmamıştı. Fakat temeli de iyi bir ev kadar vardı. Yekpare kayadan koparılmış düzgün taşlar, insanın kaldırabildiğine inanamazsınız. Dedem ise: – Onu ne ki evlat onları babam Zavurbek sırtıyla taşımış,-dedi. Kodunalar öküzlerini vermeyince, onlara kızdığı için kendisi taşımıştı. O dönemler Zavurbek’in yeni evlendiği, kayın biraderlerinden saklandığı zamanlardı. Dedem başını sallayarak, güldü: 57
– Zavallı Zavurbek taş taşırken, kendisinden küçük kayın biraderi birden karşısına çıkmış! Arkasını dönerek, hemen kaçmış… Gariban sırtında taşıyla! Zavurbek gibi olsaydın keşke… Tekrar belirtmem gerek, her yönüyle ilginçti bizim eski köyün hikâyeleri. Bizim topraklarımıza düşmanın gelişiyle alakalı dedem, eski köyün her taşında kendi kanı dolaşır gibi, utancı, zorlukları, mutlulukları yaşamış olsa da, kaderi eski köyün taşlarıyla yazılmış gibi konuşurdu. Eski köyden dünyaya bakarak, “Oğlum, bütün bu gözünle görebildiğin topraklar bizim evimiz!”, dedi. Ben ise ağaçları arasından az görebildiğim kiremitli evimize bakıyordum. – Evlat elimde olsa bunları sana söylemezdim, diye tekrarladı, o. – Ama ne çare yorum yapılacak zaman değil… Allah’tan sağlıklı olmanı diliyorum. Büyüyüp, kalpak giyer yaşa gelince unutma! Bu gözünün gördüğü yer senin evindir. Evine güler yüzlü gelene sen de gülümse, yüzsüzlükle gelene yüzsüzlük yap! Dedemin gözleri doldu, sesi titremeye başladı. – Burada benim anam yaşadı, dedi en sonunda. Hayatını burada sürdürdü. Her taşa onun bakışları düşmüştür. Ölürsem, bu taşlardan mezar taşımı dikersin… – Dede, dede, sen ölmeyeceksin! dedim, gözyaşlarım damağıma düğümlenerek, ona doğru kendimi attım. – Dediklerimi dinle, sen erkeksin! dedi o, az da olsa beni teselli etti. – Çocuk da olsan bir erkeksin. Onun için inanarak, son sözlerimi sana söylüyorum. Dedem tereddüt edercesine düşündü, bekledi bir süre. Nereden bilmem, top sesleri duymaya başladık. – Benim silahım var, dedi, gözlerini kısarak. – Oğlum bilirdi, artık döner mi, dönmez mi… Sen de öğren. Sonra dedem eski evin arka duvarındaki büyük taşın yanına gitti. – İşte, bu taşın altına bakarsan bulursun. Keçeye sarılmış olmalı, diyerek ileri yürüyüp duvara oturdu. – Oğlum, her sırrını insanlarla paylaşan erkek olmaz. Gerek duyulduğunda kendini insanlardan ayrı tutan ise tam bir ahmaktır! Silah ise şu fani dünyada sana tek bir şey için lazım olacak. Nedir dersen unutma, vatan için. Doğduğun topraklar için! Eğer bunlar dışında başka sebeplerle eline silah alacak olursan, ben sana bu konuşmayı yaptığım için pişman olup, mezarımda huzur bulmayacağım. İşte, o an benim ak göğüslü kırlangıçlarım, rüyalarımı, gecemi süsleyen yaz güllerim yok oldu, yol ağzında dedemin ağır emanetleri ile dona kaldım! Zaten bu yüzden değil miydi, masallar anlatan dedemin vasiyet edişi! Ben sanırım iki dünyanın arasında kalmış gibi sıkılarak, ne diyeceğimi de bilemedim. Dedem ise, işlerini halletmiş, acelesi varmış gibi hızlıca yürümeye başladı. Artık ben de ona lazım değildim. O eski borçlarından kurtularak, hafiflemiş gibi gidiyordu. İkinci gün topraklarımıza düşmanlar girmeye başladı. Kimisi dağ geçidine doğru kaçıyor, kimisi ise pencerelerini keçeyle kapatıp evlerinde saklanıyordu. Biz oraya, buraya koşuşturmadık. “Düşmandan kaçarak, kurtulamazsın”, derdi dedem. Tayyareler uçup, bombalamaya başlayınca dedem, anam ile beni siperlere doğru kovalayarak, kendi ise ağaç döşekte sırtüstü kaygısızca yatıyordu. İhtiyar görünüşü kaybolmuş, sanırım kafese kapatılmış aslan gibi, çaresizlik ayağına dolanmış bir şeyleri düşündüğü belliydi. Bir gün, siperde çok kalmış olmalıyız ki, ben uyuya kalmışım. Çıktığımda dedem yoktu! Anam ise: – Savaş bitmişe benziyor, deden sokak meclisine çıkmış olmalı, dedi. O günler aklıma düşünce kalbim hızlı çarpıp, saçlarım diken gibi oluyor. O gün, kurşunların uçuştuğu gökyüzünün altında eski köyüme koşarak gittiğim de, anamın çığlığı da, dedemin son sözü, son vasiyeti olan benim evim “Gözümün görebildiği topraklar” etrafımda dönmeye başladı. Başımın dönmesi geçene kadar, ben o gün yaşananları yeniden gördüm. Dedemin hala soğumamış göğsüne yıkıldım. Hayır, dedem anamın dediği gibi sokak meclisine gitmemişti. Çok geçmedi biz eski köyün yanında silah seslerini duyduk. – O, dedemdi! dedim, hıçkırarak. “Çok konuşma!” dedi anam. O an ikinci kez benim önümü kesti, dikilmeye başladı. Pencereden atlayarak kaçtım. Anamın çığlıkları uçan kurşunlardan daha hızlı peşime düştü, ben eski köye nasıl vardığımı hatırlamıyorum. Ne çare, dedemin kurşunları bitmişti. Temel taşını kucaklayarak, öylece kala kalmıştı. (1974) 58
Dağlara sevdalı.. Yayladan yaylaya gezmiş .. Sürgünden sonra Anadolu’ya uzanan serüvenleriyle göç yolunun yolcuları, Kafkas halkları ve Karaçaylar şimdi zamana direniyorlar. Onların tarihi Kafkasya’nın ve göçlerin tarihidir. Dağların, yaylaların tarihi kadar eski onlar kadar köklü… ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA KARAÇAY-ÇERKESK CUMHURİYETİ TANITIM BELGESELİ YÖNETMEN GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ YAPIM- UMUT ATAKUL AHMET BÜLENT ALTUN TRT AVAZ Güzel kafkas ezgileriyle ve yeşillerin , dağların içindeki adını Karaçay halkından alan Kuzey Kafkasya’nın 2 büyük kentinden biri olan Karaçay kentinin göz alıcı görseliyle başlıyor belgesel. Başlangıçta adeta bir milli parkı andiran güzel parklarını, yerel (Karaçay) halkı, güler yüzleriyle hayata tutunan insanları,pazarları görüyoruz.Kentin anıtsal yüzünü anıt görselleriyle bizimle paylaşıyor..Bu güzellklerden sonra Karaçay’ın en eski köylerinden biri olan Kartjurt’a gidiyoruz . Belgeselde tarihinin 1000 yıl önceye dayandığını öğrendiğimiz Kartjurt köyünden halkın yaşanmışlıklarını yüzünün çizgilerinden öğrendiğimiz bir yerliyle yapılan röportaj , geçim kaynaklarını , hayvancılık ve çiftçilikle geçinen ve patates yetiştiren halkı anlatıyor bize. Arka plandaki müthiş manzarayla kadınlar günlük hayatlarını nasıl yaşadıklarını ellerindeki örgülerle ilmek ilmek zamanı döşeyerek aktarıyor izleyiciye. Arkasından halkın zengin mutfağının tatlarından biri olan olan gardoş hıçını görüyoruz. Gelen misafirlere ev sahipliği yapan güzel kadın nasıl yapıldığını tek tek anlatıyor. Ben burden alıyorum o güzel hıçının kokusunu. Misafirlerin nasıl ağırlandığını, kurban kesmenin bu konuda ne denli önemli olduğunu görüyoruz . Yine yerlilerden biri anlatıyor ;Gelenlerin, halkı, misafirperverliklerini , gelenekselliklerini ,güzelliklerini çok sevdiklerini. Tüyleri diken diken eden ağır bir Kafkas ezgisiyle alabildiğine sisle Kafkas dağlarını izliyoruz.Ve son olarak Karaçay halkının geleneksel enstrumanı kıl kopuzla ‘Süymeklik’ cırını ( şarkısını) dinliyoruz Alberd Albeza Ediev’den. Sürgün yaşamış bir halk her daim anavatan özlemiyle yaşar. Bir Karaçay olarak izlediğim bu belgeselin ilk dakikalarında dahi anavatanımın dağları dereleriyle karşılaşınca boğazım düğüm düğüm oldu .Bu da sürgünün bizim üzerimizde bıraktığı etkilerden biri olsa gerek. Kafkasya özlemi çeken herkesin hoşuna gideceğini düşündüğüm keyifle izlediğim bir belgesel oldu benim.Sizlere de keyifli seyirler… 59
KAFKAS RÜZGARI YAPIM YÖNETMEN AISI FİLM ERDAL KÜÇÜK TRT Avaz'ın yapımını üstlendiği Kafkas Rüzgarı belgeseli, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'ne ayırdığı bölümünde Karaçay'ın eşsiz doğası ve kültürüyle evlerimize konuk oluyor. Başkent Çerkesk'in tarihi yapısıyla başlayan belgesel, izleyenleri ilk olarak Alanlardan kalma Şoana Kilisesi'ne götürüyor. Kayalıkların üzerine temelleri atılan kilise 10. yüzyıldan beri bozulmadan varlığını sürdürüyor. Dombay bölgesinin yemyeşil doğasını izlerken, yüksek tepelerinden esen rüzgarı içimizde hissediyoruz. Kafkas Halkları denildiğinde hiç şüphesiz akla ilk gelenlerden biri dans oluyor. Bir milletin kültürünü anlatan en önemli değerlerinden birinin halk dansları olduğunu kabul edersek buna şaşırmamak gerekir. Bu sebeple belgeselde Karaçay Çerkes Cumhuriyeti'nin önemli dans topluluklarından Kavkas'ın gösterilerine de yer veriliyor. Minik dansçılardan oluşan topluluğun disiplinli ve estetik görüntülerini izlerken içimizden ritim tutmadan edemiyoruz. Karaçay Çerkes Cumhuriyeti'nin coğrafi yapısı, mimarisi ve başkentteki genel yaşam hakkında bilgi veren belgesel, Karaçay halkının geleneksel tarihi ve kültürel geçmişine verdiği önemi gözler önüne seriyor. \"Seni ol miyik taularıngda tuvmadım İçmedim men Koban suvlarıngdan Adamla körmegen cerine bolur mu tansık? Men tansıkma tuvgallı sanga, Endi ızına kaytmazlık atama tansık bolgança\" 1943'te anayurtlarından koparılan, üzerinden asırlar da geçse sürgünün izleri yüreklerinden silinmeyecek Karaçaylıların, uzak bırakıldıkları topraklarına gidip memleket havası alacaklarını düşündüğümüz bu belgeseli mutlaka izlemenizi tavsiye ediyoruz. 60
KARAÇAY BALKAR KÜLTÜRÜNÜ GELECEĞE TAŞIMAK PROJESİ Eskişehir Kuzey Kafkas Karaçay-Balkar Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Sayın Musa Korkmaz ile bir önceki sayımızda röportajımızı gerçekleştirmiştik. Bu röportajda bahsettiğimiz Karaçay – Malkar Kültürünü Geleceğe Taşımak isimli projeden biraz bahsetmek istiyoruz. Derneğimiz 10. Genel Kurulunda Musa Korkmaz başkanlığında göreve gelen yönetim kurulu 2015 yılında İçişleri Dernekler Daire Başkanlığına “Karaçay – Balkar Kültürünü Müzik, Dans ve Dil Aracılığı ile Güçlendirme Projesi” adı altında bir büyük bir proje gerçekleştirmiş ve başarı ile sonuçlandırmıştır. 11. Genel Kurul sonrasında yine Musa Korkmaz başkanlığında göreve gelen yönetim kurulu 2017 yılında İçişleri Dernekler Daire Başkanlığına “Karaçay – Balkar Kültürünü Geleceğe Taşımak Projesi” adı altında ikinci büyük bir proje daha gerçekleştirmektedir. Karaçay – Malkar halkının 19. YY sonlarında Kafkasya’dan Anadolu topraklarına göçü, Türkiye’de yaşanan sanayileşme ve kentleşme gibi önemli toplumsal dönüşümlere rağmen kendilerine özgü kültürü yaşama ve aktarma çabası hep var olmuştur. Bununla birlikte, modern yaşamdaki toplumsal değişimler kültürde de kimi değişimleri zorunlu kılmıştır. İşte bu değişimin kaçınılmaz akışı içerisinde yeni nesillerin olabildiğinde özgün kültürü tanımaları amacıyla Kafkasya’dan göç eden insanlar olmasa da onlarla yaşamış, anlattıklarını dinlemiş, özgün kültüre tanık olmuş ve/veya bizzat deneyimlemiş insanlarla sözlü tarih araştırma tekniği aracılığıyla dans, müzik, gelenek-görenek, doğum-evlilik-ölüm ritüelleri ve yemek gibi kültürün asli öğeleri; sülale bilgileri ve göç öyküsü ve ilk yerleşim yerleri olan köylerin tarihçeleri derlenmektedir. Ayrıca, saha çalışmasında elde edilen video kaydı, fotoğraf, bilgi- belge ve kültürel materyallerin tümü arşivlenerek gelecekte Karaçay-Balkar kültürü hakkında bilimsel çalışma yapmak isteyen araştırmacıların (telif hakkı dernekte olması kaydıyla) hizmetine sunulacaktır. Türkiye’de 1950’lerden sonra artan köyden kente göç olgusuyla birlikte, Karaçaylılarda da kentleşme oranı sürekli artmıştır. Kentleşme, her ne kadar eğitim ve istihdam oranının artması gibi olumlu boyutlar içerse de, Karaçaylar için özgün kültürün unutulması ve terk edilmesi riskini doğurmuştur. Özellikle son yıllarda, küreselleşmenin de etkisiyle kitle iletişim araçları ve sosyal medyadan pompalanan popüler kültür ile tüketim kültürü eksenli küresel bir tek tip yaşam tarzı tüm ülkeyi etkilemekte; tüm kültürel farklılıkların (zenginliklerin) ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Bin yıllık özgün bir oluşum olan Karaçay-Balkar kültürü, bu süreçte tüm birikimiyle birlikte yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Nitekim Karaçay-Balkar dili de, UNESCO tarafından “Yok olmanın Eşiğindeki Diller” listesine alınmış bulunmaktadır. Üstelik Türkiye’deki Karaçaylılar, anavatan Kafkasya’daki soydaşlarında unutulan pek çok otantik kültür ögesini de günümüze kadar 61
koruyabilmişlerdir. Bu nedenle; bu çalışmanın amacı, dernek çatısı altında bir araştırma ekibinin oluşturulması ve yürütülecek bir alan araştırmasıyla, Türkiye’de yaşayan Karaçay- Malkarlıların somut olmayan kültürel mirasının tespit edilerek geleceğe taşınması olarak belirlenmiştir. Araştırma dâhilinde, kültürü yaşatan kişilerle gerçekleştirilecek etnografik yöntemli sözlü tarih çalışmasıyla, tüm kültür öğeleri görüntülü olarak derlenip arşivlenecektir; sergilemeye değer kültürel materyaller toplanacaktır. Türkiye genelinde Karaçay – Malkar halkının yaşadığı köyler ve şehirlerde yapılan araştırma sonuçları ile bir sergi ve kitap hazırlayacak olan derneğimiz bu proje çalışmasını hem kurulan Karaçay-Malkar Kültürünü Geleceğe Taşımak adlı facebook sayfası ve http://www.karacaybalkar.com adlı web sitesi üzerinden takip edebilirsiniz. Kültürümüzü yaşatmak adına yapılan bu çalışma hem bütün bölgeleri birleştirmiş hem de daha önce yapılmamış bir derleme çalışması olarak bize sunulmuştur. 62
KARAÇAY - MALKARLILARDA OYNANAN İMECE OYUNU \"TEKE - AKSAKAL\" HALK KÜLTÜRÜNDE TİYATRO ULUSLARARASI SEMPOZYUMU MOTİF Vakfı, Yeditepe Üniversitesi 25 – 27 Aralık 2008 Öğr. Gör. M. Tekin KOÇKAR 1 Teke kültü Kuzey Kafkasyalı Karaçay - Malkarlıların avcılıkla geçimlerini sağladıkları dönemlerde ortaya çıkmıştır. Ancak toplum toprağa bağlanmaya başladıktan sonra ve tarım geliştikçe bu “Teke” kültü tarım, hayvancılık ve günlük yaşamla ilişkilendirilerek bir maske ile sembolize edilmeye başlanmıştır. Karaçay - Malkarlılarda “teke” bir tabu idi. Beyaz sakallı Teke en değerli varlıktı. En büyük saygıyı “Aksakallı Teke” görürdü. Dağlı Karaçaylı ve Malkarlıların geleneklerinde en önemli yeri tutan yaşlılar, Tamada’lar otorite sahibi ve saygı duyulan kimselerdir. Bu nedenle bu teke maskesi Ak sakallı olur ve “Saygı ve otorite” anlamlarının her ikisini de taşır. Karaçay – Malkarlılarda son dönemlere kadar Teke olmadan hiçbir düğün, eğlence ve toplantı yapılmazdı. Teke maskesi uzun sakallı, boynuzlu, göz kısımları açık olur. Göz çevresi kırmızıya boyanır, kulakları uzun olur. Bu maske keçe ve çeşitli renkte kumaşlardan dikilir 2. Maske takan kişi uzun siyah bir çerkeska ya da ters çevrilmiş bir post giyer. Kemeri kumaştan yapılmıştır. Elindeki kama tahtadan, kırbacı ise keçeden yapılır. Elindeki bu kırbacın sihirli bir gücü olduğuna inanılırdı. Kırbacı ile vurduğu insan hemen bir hayvana dönüştüğü söylenirdi. Çocuklar tekenin kırbacı ile vurmasından korkarak ondan uzak durmaya çalışırlardı. Kırbacı ile bir insanın sırtına vurduğunda o insanın eşeğe dönüşeceğine inanılırdı 3 Çocuklarla erkeklerin bacaklarına vurur. Kızları ise çimdikler. Seyircileri eğlendirirken anlaşılmaz homurtular çıkarır yanındaki çevirmen de onu söylediklerini çevirmeye çalışır. Çevirmen ise çevirilerini esprili bir biçimde yapar ve izleyicileri güldürür. Teatral gösterilerde de Teke baş aktör olarak görülmektedir. Bir “Teke” gösterisinde şu roller bulunur; Begeul (Yönetmen - Çevirmen), Teke (Maskesi ile otoriter kişi), Totay (Kadın- Tekenin tüm etkinliklerinde yanında bulunur), Olila (Erkek – Teke’nin eğlenirken yanında bulunan arkadaşı), Zıkkıl (Fakir kişi), Kepçi (Diğer maskeli adamlar – teke maskesi dışında her türlü maske olabilir), Gepsorka (Akrobat), Karauçu Egen 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Halkbilim Araştırma ve Uygulama Merkezi (HAMER), Merkez Müdürü 2 Kudayev, 1984. 3 Lavrov, 1978. 63
(Sunucu), Kuka (Kadınsı erkek), Mashara (Erkeksi kadın), Kamsakçı (Soytarılar), Maymul (Taklit yapan), Alımçı (Gösteride para ya da başka eşya toplayan kimse) 4. Bazı durumlarda özellikle yazın imece işlerde Teke’ni rol arkadaşları; Han (İmece’yi kuran kimse), Seyis (Aksakal’ın atına bakan, aksesuarlarını taşıyan kimse) ve Töreçi (Aksakalın koyduğu kuralları uygulayan kimse)’den oluşur. Teke rolü oynamak son derece yetenek gerektiren bir iştir. Teke çok nüktedan ve hazırcevap olmalı, çok iyi dans edip şarkı söyleyebilmelidir. Her toplumda Teke o toplumun tek hâkimidir. Sözgelimi bir delikanlı dansa bir kızı kaldırdığında kız utangaç davranırsa onu esprili bir biçimde oyuna davet ederek cesaretlendirir. Her köyün mutlaka çok iyi bir Teke’si bulunur. Her köylü de kendi Tekesi ile gurur duyar. Örneğin bir başka köye gelin almaya gittiklerinde mutlaka Tekeyi de birlikte götürürler. Teke’nin görevi yalnızca insanları eğlendirmek değildir. Karaçay – Malkarlı dağlılar Teke’nin kendilerini kötü ruhlardan koruduğuna inanırlar. Gelin, Damadın evine getirildiğinde Teke Gelin’i kötü ruhlardan korumak amacıyla Gelin’in etrafında garip esler çıkararak bir tur döner. Teke yalnızca düğünlerde değil, hasat toplama zamanlarında, hayvanların kışlık ot gereksinimleri karşılamak üzere dağlardan ot biçmeye imece olarak gidildiğinde de görev alır. Teke’nin toplum içerisinde birçok görevi vardır. Düğün sırasında, âşık olan gençlerin birbirlerine duygularını anlatabilmelerine yardımcı olur, küskünleri barıştırır. Kız isteme törenlerinde ailelere yardımcı olur, söylenemeyecek sözleri söyler. Doğrudan ve izin istemeden konuşabilir, beceriksiz insanları eleştirir, pasaklı, tembel, obur kimselere hatalarını anlatır. İnsanlar ondan hem korkar hem de hoş görürler 5 Çobanlar, tarla işçileri ve avcılardan işlerini iyi yapanlara da övgüler yağdırır onları onurlandırır, gururlandırırdı. Düğünlerde dansa ilk o başlar, o sonlandırırdı. Toplum yaşamında birçok etkinlik Teke - Aksakal Hayvancılıkla geçinen Karaçay – Malkarlılar İlkbahar sonunda hayvanlarına yem sağlayabilmek için dağlara ot biçmeye çıkarlar. Dağlarda önceden yapılmış “Koş” denen barınaklarda bütün bir yazı geçirebilmek için hazırlıklar yapılır. Bu amaçla köylerde 4 – 5 gün süren ön hazırlıklar başlar. Dağlardaki uçsuz bucaksız çayırlarda tırpanla “mammat = imece” usulü çalışacak işçiler, delikanlılar belirlenir. Buna “Cıyın = topluluk” denir. Cıyın’da ortalama 20 kişi bulunur. 4 Botaşeva, 2001. 5 Botaşeva, 2001. 64
Cıyın’da “Çalkıçı” denen tırpancıların yanı sıra Cıyın’ın diğer işlerini yapmak üzere “Şapa” denen aşçıbaşı ve yamağı, “Buzouçu” denen ve kafilede bulunan at, inek ve koyunları otlatmak ve kafilenin getir götür işlerini yapmak üzere 12- 15 yaşlarında birkaç genç çocuk bulunur. Tüm Cıyın’ın azıkları, malzemeleri birkaç gün içerisinde hazırlanır. Cıyın hemen hemen bütün bir yazı dağlarda geçireceği için bu süre içerisinde bazı görevleri yapacak kişiler önceden belirlenir. Kafilenin bir başı olur. Buna “Cıyın Tamada” denir. Tamada, yaşıyla, tırpan kullanmadaki ustalığı ile gücüyle ve yöneticilik deneyimi ile bilinen kimselerden seçilir. Bütün Cıyın, Tamada’nın sözünden çıkmaz. Ot biçme işlerine imece halinde çıkan gruplar içlerinde en canlı, çalışkan ve eğlenceli bir kişiyi aralarında seçerek “Teke - Aksakal” yaparlar. Aksakalın çok büyük bir otoritesi vardır. Aksakal maskesini başına geçirip silahlarını kuşandıktan sonra gerek onun için ve gerek Koş'taki halk için bambaşka bir dünya açılır. Aksakalın sesi ve sözleri değişir, Koş çalışanları ile ve Koş’taki bütün eşya ve hayvanlar başka isim alırlar. Artık koş bir Hanın veya padişahın sarayıdır. Tırpancılar onun askerleri, tırpanlar kılıç, yabalar süngü, ayran içki (rakı, şıra adı verilen bira ve boza) olmuştur. Uzun sözün kısası koş bir hanlık ve aksakal kendisi de vezir olmuştur Atlı ya da yaya, bey ya da çiftçi kim olursa olsun bulunduğu mekânın yanından geçenlerden mutlaka bir “vergi” alır. Bu vergi bazen para, bir hayvan ya da başka bir şey olabilir. Aksakal, topladığı bu nesneleri, ot biçme işleri bittikten sonra yapılacak olan eğlencede kullanır 6. Yolda geçen yolcu uzaktan geçiyorsa ona köpek gibi havlar. Yakında ise, özellikle yemek zamanı ise Aksakal koşarak onun yolunu keser ve çok acelesi yoksa adamına göre, onu zorla getirip ayran içirir ve ekmek yedirir. Halk geleneğine göre Koş'a veya cıyın bulunan yerin yakınından geçerken ayran içmeden gitmek saygısızlık kabul edilir. Aksakal yolcunun önünü keserken; - \"Hey sattığım, benim Hanlığımın toprağında ne dolaşırsın? Hurma, kavun bahçelerini niçin çiğnersin? Bakalım kendin de hangi Hanın adamısın? Kaçar padişahının, Türk padişahının, İngiliz, Fransız krallarının adamı mısın? Yoksa Rus padişahının casusu musun? Derhal kimliğini göster\" diyerek atının dizginini yakalar. Böylelikle kapana düşen adamın kurtulmak için iki çaresi vardır: Ya atından inip Aksakalla güreşe tutuşur, onu yenerse, ayranını içip yoluna devam eder, para da vermez. Yenilirse Aksakala boyun eğerek ayranını içer, vergisini verir, yol kâğıdını alarak gider. Aksakal: \"Hey! Sattığım, sen yolunu şaşırıp dolaşıyorsun, yolunu bulmak için ve başkaları tarafından yakalanmamak için sana yol kâğıdı vereyim, diyerek bir ağaç yaprağını sol eline alır, sağ elinde bir kamış parçası veya çöp alıp birincisini kâğıt ikincisini kalem gibi 6 Karça, 1954. 65
kullanarak adamı güldürecek sözlerle yazar gibi yapar. Ondan sonra \"Hey buna resmi etiket ve mühür de koymalı\" diyerek yaprağı kendi şalvarının ön ve arkasına basmak suretiyle soytarılık eder. - Hey! Artık senin işin tamam, yolun pamuktan olsun. Fakat karpuzları kavunları çiğnemeden git, diyerek misafire yaprağı verir ve atına bindirip yollar 7. Şakaları ve yaramazlıkları ile işten sonra yorgun düşen ot biçenleri eğlendirir. Bu arada “Aksakal” diğer çalışanlara örnek olmak için çok disiplinli ve düzenli bir biçimde de çalışmasını sürdürür. Teke diğer çalışan gruplar arasında bir başka “teke”ye rastlarsa boğa gibi böğürür, kestiği otu tıpkı bağanın boynuzu ile toprağı yaptığı gibi göğe savurur. Bununla komşu yığınaktaki Aksakala meydan okuyarak, güreşe davet etmiş olur. Uzaktaki aksakal da tıpkı onun gibi böğürerek ve otları saçarak cevap verir, aralarında hemen bir yarışa tutuşurlar. Yarışı kazanan teke kendi grubuna daha çok ot kazandırır. Bazı gecelerde özellikle Koş’da konuk varsa aksakal oyunlarına akşamdan başlar ve koş halkını eğlendirir. O teke maskesini takıp, kılıç ve aksesuarlarını kuşanarak konuşmaya başlayınca herkes dikkat kesilir. Aksakal hemen tırpancıların gündüz çalışma sırasındaki kusurlarını iğnelemeye başlar. Oyuna girerken Aksakal askerlerini yoklama ile işe başlar. Telâffuzunu değiştirerek askerleri saymayı sürdürür: - Bir, aki, yuç, tort, peş, meng, unming, yüz üç yarım beşyüz diye teker teker sayar. Bugünkü kanlı savaşta ölenler, yaralananlar, kayıplar elinizi kaldırınız, diye bağırır. Şakacı gençlerden biri “ben öldüm\" der, ikincisi \"ben yaralandım\", üçüncüsü \"ben kayboldum\" der. Aksakal öldüm diyenin yanına giderek: — Öldüysen ahrete de gitmişindir. Orada cennete girdin mi? der. — Girdim. — Orada benim eski dostum Nasrettin Hoca'yı gördün mü? — Görmedim. — Hey, sattığım, onu görmeden ne diye geldin, diyerek kamçısı ile vurur. — Ah, ah, gördüm. Unutmuşum. Sana selâmı var. — Ve aleyküm selâm. (Aksakal sağ elini göğsünün üstüne koyar). Oradan ayrılıp yaralının ayaklarına ve kollarına bakar. 7 Karça, 1954. 66
— Seyis, bunun yarası ayağında değil kafasında, diyerek ona emreder. Seyis gelip yaralının gözlerini de kapatacak şekilde başını bir şeyle sarar. Bağlatmak istemezse zaptiyeler gelip zorla tutup sardırırlar. Kayıplara da buna benzer bir muziplik yapar. Bu bitince aksakal işçi başının önünde hazır ol vaziyetinde durarak şu şekilde tekmil raporunu verir: — Saygı değer başkanımız, hanımızın elim altında bulunan bin askerinden bugünkü savaşta bir asker öldü, ahrete varıp cennette benim dostum Nasrettin Hoca'yı, cehenneme varıp benim düşmanım İblisi görüp döndü. Dokuz nefer başlarından yara- lıdır. On nefer kayıptır. Geri sağ dönen ise, onbin yarım ve beşte bir. İşçibaşı : — İşimiz hiç iyi değil. Her gün böyle zayiat verirsek düşmanı yenmek şöyle dursun, kendi oturduğumuz kaleyi koruyamayız. Han bunu işitse seni de beni de darağacında astırır. Buna sebep olan adamları çabuk mahkemeye ver, cezalarını çektir, der. Bu sırada aksakal iş sırasında kusuru olan tırpancıları saymaya başlar (tırpan yerine geç gelenleri göstererek). Bu adamlar düşmana taarruz sırasında safta yoktular. Korkaklık ile geri kaldılar, der. (Otları temiz kesmeyeni göstererek) bu adam taarruza katıldı ise de kılıç kullanmasını beceremiyor, düşmanın başını kesecek yerde kuyruğunu kesiyor, o da sağ kalarak bize karşı geliyor, der. (Ot yığınlarını temiz toplamayanı göstererek) bu adam kılıç çalmasını biliyorsa da süngü kullanmayı bilmiyor. Yere yatıp duran düşmanların hepsini süngülemek gerektiğini söylediğim halde birini süngülerken ötekini bırakıp geçiyor. Düşman sonra bizi arkamızdan vuruyor, v.s. Diğerlerinin kusurlarını da bu şekilde sayar. Bu sırada Töreçi, kanun kitabına müracaat ederek her suçlu askerin cezasını okumaya başlar. — Savaşta korkaklık gösteren kurşuna dizilir; tembellik ile kılıç veya süngüsünü iyi kullanmayanlara birkaç kamçı vurulur; kurt gibi ulumaya, teke gibi bağırmaya; hoplayıp zıplamaya; şarkı söylemeye mahkûm edilir. Aksakal ceza hükümlerini yerine getirir. Kurşuna dizilecek olanı zaptiyeler tutup kaldırırlar, aksakal da tabancasının üstüne kızgın kömür korunu koyarak kılıcı ile vurup kıvılcım çıkarır. O da öldüm diye yere yıkılır, yıkılmasa da zaptiyeler yere atarlar. Geri kalanların kimine kamçı vurulur, kimi kurt gibi ulur, v.d. Cezayı razı olmayanların hakkından zaptiyeler gelir. Töreçi cezayı herkesin yaşına ve durumuna göre biçer, haysiyeti gözetilir. Bundan amaç halkı eğlendirmek ve incitmeden nizamı korumaktır. Bu oyunlar anlam ve şekil 67
bakımından aksakalın \"doğaçlama\" yeteneğine göre bin bir çeşitlilik gösterir. İyi tırpancıları da unutulmazlar, onlara alkışlar söylenir, altın ve gümüş (teneke, tahta…) madalya ve nişanlar verilir. Teke oyununda bir tiyatro gösterisinde olması gereken her öğe bulunmaktadır. Oyun karakterleri ve konu doğaçlama biçimde gelişebilir. Oyun karakterlerinin oyuna nasıl gireceklerine ilişkin belirgin bir şeması vardır. Oyunun ana karakteri “Teke – Aksakal” maskesini taktığı andan itibaren oyun başlar. Maskesini çıkardığı ana kadar devam eder. Teke’nin maskesini takma anı diğerlerine bir işarettir. Bununla birlikte eğlencenin başladığı sinyali verilmiş olur. Tüm oyuncular ve izleyiciler birdenbire farklı bir dünyaya geçi verirler. Teke maskeyi takarak ruhani bir anlam kazandırır ve doğumu simgeler. Maskenin çıkması ise ölümü simgeler. Dağlı kültüründe toplum, eğlence ve iş yaşamını birlikte yürütmeyi becerebilmektedir. Dağlı insan, eğlenceyi de işi de en iyi biçimde yapmayı bilmek durumundadır. Diğer Kuzey Kafkasya halklarında da Teke veya benzer maskeli oyunlar geleneği önemli yer tutar. Adige halklarında (Kabardin, Çerkes…) tekenin adı “Ajegafa”dır. Ot biçme işleri bittikten sonra köye dönen teke görevi yapanlar, köydeki bütün evleri dolaşarak çeşitli oyunlar oynarlar. “Ölüm ve canlanma” rolü oynayarak çeşitli taklitler yaparlar. Ev sahipleri de bu oyun karşılığında ödüller verirler. Canlanma oyunu toprağa düşen tohumun yeşermesini simgeler. Osetler de yılbaşlarında veya düğünlerde maske kullanırlar. Bu maskeler ayı, kartal, kurt veya maymun gibi hayvan maskeleridir 8 Çeçenistan ve Dağıstan’da maske kullananlar ise daha çok yarı profesyonel soytarılardır. Bu soytarılar daha çok halk sirklerinde yer alırlar. Sirk cambazlarının gösterileri sırasında yorulan cambazların dinlenmeleri sırasında bu maskeli soytarılar ortaya çıkar, halkı eğlendirerek para toplarlar. Dağıstan’da yer alan gümüş işleri ile ünlü olan “Kubaçi” köyünde 20. yüzyılın sonları kadar sürdürülen geleneklerinde her yıl toplanan “Bekâr Erkekler Birliği” bir ay süren toplantılar yaparlar. Bu süre içerisinde bekâr erkekler dans ederler, ağaçtan heykel yaparlar, savaş oyunları oynarlardı. Köyde herhangi bir olay çıkması durumunda örneğin, su baskını, yangın… gibi. Hemen bu erkekler müdahale ederlerdi. Toplantı ayının sonunda delikanlılar çeşitli gösteriler yaparlar. Bu gösteride başrol “Han” denen birine demirden yapılmış bir maske - miğfer giydirirler. Bunun çevresine de bazı delikanlılar kadın giysileri giyerek cariyeleri rolünü üstlenirler. Diğer delikanlılar asker giysileri giyerek kadınları Hanın elinden almaya çalışırlar. Sonunda askerler kadınları alarak kaçmayı başarırlar 9. 8 Aleman, 2003. 68
Son yıllara kadar Kubaçi köyünde bu oyunun oynandığı ve maskelerin kullanıldığı bilinmektedir. Düğünlerde oynanan bu oyunda maskeli adamların ellerinde bir beşik bulunur. Beşiğin içerisine bir erkek çocuk yatırırlar. Bunun nedeni evlenen çiftin ilk çocuklarının erkek olmasını dilemektir. Kuzey Kafkasya halkları maskeleri bazen “Satirik” amaçlarla da kullanırlar. Söylemek istedikleri eleştirilerini bazen bu yolla dile getirirler Karaçay – Malkarlıların günlük yaşamında etik ve estetiğe çok önem verilmektedir. Dans etmesini bilmeyen, şarkı söyleyemeyen, şiir okuyamayan, güzel konuşamayan insanlara değer verilmez. İzleyicileri eğlendirmenin yanı sıra erdemlilik, saygı duyma gibi konularda da düşündüren etkinlikler gerçekleştirir. Teke rolünü yalnızca erkekler yapabilir. Bu oyunun belirgin bir formu yoktur. “Teke” oyuncusunun fantezileri ve yeteneği oyunun gidişini belirler. Teke önemli toplum olaylarında mutlaka bulunmaktadır. Dağlı toplumlarda çok önemli görülen statülerin en üstündedir. Misafir ve yaşlılardan (Thamada) daha üst düzeydedir. Tekenin üstünde yalnızca ölüler bulunur 10 “Teke”nin dağlıların yaşamında çok önemli bir yeri vardır. En büyük saygıyı onlar görürler. Teke oyunları genellikle açık havada yapılır. İzleyicilerle olan ilişkisi ise abartılı ve grotesktir. Teke her bir izleyici ile bire bir ilgilenir. Karaçay – Malkarlılar Teke oyununun yanı sıra başka maskeli oyunlar da oynarlar. Özellikle yıl başında ve kış aylarında oynanan bu oyunlardan birisi “Gyabçi” oyunudur. Akşamları boş zamanlarında köy delikanlıları çeşitli hayvan maskeleri takarlar. Bunlar kartal, tavşan, ayı, kurt, geyik v.b. Bu maskeleri keçe ve kalın kumaşlardan yaparlar. Maskelere boynuzlar, sakallar bıyıklar eklenir, boyanır 11. Ev ev gezerek akrobatik numaralar yapar, parmak uçlarında dans ederler. Bunun karşılığında da çeşitli hediyeler alırlar. Bunlar arasında et, peynir, boza, un gibi yiyecekler toplarlar. Bir aile seçerek o ev sahibine yemek hazırlaması için bu malzemeleri verirler. Yemek hazırlanması sırasında maskelerini çıkarmadan kızların da katılmasıyla yine çeşitli oyunlar oynar, dans eder, şarkılar söylerler. Kızlar 9 Studenetskaya, 1980. 10 Botaşeva, 2001. 11 Kudayev, 1984. 69
maskelerin altında kimlerin olduğunu öğrenmeye çalışır. Delikanlılar ise seslerini değiştirerek tanınmamaya çalışırlar. Eğlencenin ortasında kadın kılığında bir delikanlı ortaya çıkar, kızlarla şakalaşmaya başlar, delikanlıları dansa davet eder. Delikanlılarla sırayla dans eder. Dansı bittiğinde kadın giysilerini çıkararak kimliğini açıklar. Delikanlılar kandırıldıklarını söyleyerek ellerinde bulunan ağaçtan yapılmış kılıçlarla onu öldürürler. Öldürdükten sonra pişmanlıklarını belirterek üzgün hareketler yaparlar. Kızlar da bu üzüntüye katıldıklarını belirtirler. Delikanlılardan biri ölüyü ancak sevdiği dans etmeye razı olursa ya da bütün kızlar delikanlılarla dans etmeyi kabul ederlerse dirileceğini söylerler. Kızlar bu teklifi kabul eder etmez delikanlılarla dans etmeye başlarlar. Bu sırada ölmüş olan delikanlı sıçrayıp kalkar ve o da dans etmeye başlar. Dans sonunda bütün delikanlılar maskelerini çıkarır ve kızlara kiminle dans ettiklerini gösterirler. Daha sonra hazırlanmış olan yemekler yenir. Yemek bittiğinde delikanlılar konuk oldukları evden maskelerini tekrar takarak ayrılar. Teke ritüel kültü yıllar boyunca eski Tragedyalardan başlayarak, günümüzde hasat bayramlarında oynanan teke oyununa kadar büyük değişikliklere uğrayarak gelmiştir. Zaman içerisinde, Karaçay-Malkarlıların çok tanrılı (pagan) dönemlerinde, eskiden ritüel bir kült olan “Teke Oyunu”nun, gösteri haline dönüştüğü görülmektedir. Ritüel dönemde dinsel öğeler de taşıyan bu gösteriler, zamanla sanatsal numaraların da yer aldığı bir biçim almıştır. Karaçaylı ve Malkarlıların profesyonel tiyatro oluşturmasında bu oyunların büyük katkısı olduğu bilinmektedir. Teke oyunlarının kökeninde yaşam ve ölüm, gerçek ve hayal önemli bir yer utar. Oyunda gerçek ile hayal dünyası arasında gidip gelerek ölümle alay edilir. Tekenin görevi insanların yaşama bağlılığı ile dünya yaşamında maddiyata verdikleri değerlerle dalga geçerek onları sonsuzluk hayalinden vazgeçirmektir. Yalnızca sözlerde değil yaptığı hareketlerle de örneğin üzerindeki kürkü ters çevirerek, bastonunun, kırbacını ya da maskesini v.b. kullanarak bu hedefe ulaşmaya çalışır. KAYNAKLAR ALEMAN, Agusti. Alanı v Drevnıh i Srednovekovıh Pismennıh İstoçnikah, İzdatelsvo Menecer, Moskva, 2003. BOTAŞEVA, Zinhara Bilyalovna. İstoriki Karaçaevskogo i Balkarskogo Teatrov, Avtoreferat Disertatsii Na Soiskanie Uçenoy Stepeni Kandidada İskusstvovedeniya, Moskva, 2001. LAVROV, Leonid İvanoviç. Karaçaevtsı İstoriko-Etnografiçeskiy Oçerk, Karaçaevo- Çerkesskoe Otdelenie, Stavropolskogo Knijnogo İzdatelsva, Çerkessk, 1978. 70
KARÇA, Ramazan. Karaçay Malkar Türklerinde Hayvancılık ve Bununla İlgili Gelenekler, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, No: 101. Türk Tarih kurumu Basımevi, Ankara, 1954. KUDAYEV, Muhtar Çukaeviç. Drevnıye Tantsı Karaçaevtsev i Balkartsev. İzdatelsvo Elbrus, Nalçik, 1984. STUDENETSKAYA, Yevgeniya Nikolaevna. Maski Narodov Severnogo Kavkaza, Gosudarstvennıy Muzey Etnografii Narodov, S.S.S.R., Leningrad, 1980. 71
AVRASYA TURAN KÜLTÜR ve EKONOMİ DERNEĞİ Türkiye’den Güney Kore’ye öğrenci olarak giden Hande Kavarnalı ve Güney Koreli Sung Hee Cho önderliğinde Güney Kore’de kurulan Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Derneğinin 19-21 Eylül 2017 tarihleri arasında festivaller ülkesi Güney Kore’nin başkenti Seul ’de düzenlemiş olduğu Avrasya – Altay Kültür Festivaline yer vereceğiz bu sayımızda. Dernek Kuzey ve Güney Kore’nin, Ural – Altay Türklerinden olduğunu Kore halkına tekrar hatırlatmak amaçlı bir kurulmuş. Kore, tarihi açıdan zengin bir ülkedir. Senelerdir süregelen sömürge sebebiyle asıl benliklerini unutmuşlardır. Bu unutulan değerleri halka hatırlatmak ve tekrar yaşatmayı amaçlayan dernek aslında 7 senedir faaliyet gösteren bir ekip. Bu faaliyetlerini 2017 senesi mart ayında resmiyete dökmüş ve dernek çatısı altında çalışmalarını devam ettirmektedir. Kore Cumhurbaşkanlığı Sarayı (Mavi Saray) Hande ve Sung Hee hem yeni kurulmalarından ötürü hem de halkın bu konuya ilgisiz olmasına rağmen yılmadan mücadele etmişler ve mükemmel sonuçları olan bir etkinlik düzenlemişlerdir. Bu mücadele sırasında hem maddi hem de manevi olarak yardıma ihtiyaçları olduğu gerçeği de göz ardı edilemez. 2017 senesi eylül ayında Seul - Gvanghvamun meydanında kültürel anlamda muazzam bir festival düzenlediler. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden birçok dernek ve kuruluşun katılımıyla gerçekleştirilen bu etkinlikte biz Karaçaylılar da Eskişehir Kuzey Kafkas Karaçay Balkar Kültür ve Dayanışma Derneği’ni temsilen dans ekibimiz ile katılım gösterdik. 5 ülkenin katılımı ile gerçekleştirilen bu festivalde ülkelerin kültürel benzerlikleri, sahne sanatları ve eğitici sempozyumlar düzenlendi. Alanında uzman akademisyenlerin katılımıyla gerçekleştirilen konferansta ise Kore halkının Türk soylu olduğu dil, tarih, arkeoloji çalışmaları ışığında bir kez daha vurgulandı. Eskişehir Kuzey Kafkas Karaçay Balkar Kültür ve Dayanışma Derneği Gençlik Kolları Başkanı Ömer Orkun Bahçe’nin öncülüğünde ekibimiz Banu Bahçe, Berkay Doğdu, Leyla Açıkgöz, Serdar Yeşilgil ve Zeynep Bilgin’in katılımıyla derneğimiz dans ekibi “Mingitau” u temsil ettik. Bize böyle bir fırsatı sunan Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Derneği Başkanı Hande Kavarnalı, Türkiye’den Bilim Dili Ekibi adına katılan ve bu etkinlikte bize yer veren değerli Saffet Yılmaz’a ve bulunduğumuz süre içerisinde bizden desteğini esirgemeyen Gülnar 72
Arslanlı’ya teşekkürü bir borç biliriz. Kore kültürü ile Türk kültürünün benzerliklerinin ortaya konulduğu bu festivalde derneğimizi temsil eden gençlerimizi ise gönülden tebrik ederiz. 8 ülkenin bayrağının dalgalandığı bu Kazak Müzik Grubu(Bilimdili.com) festivali düzenleyen Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Derneği hedef kitlesini Orta Asyalı öğrenciler olarak belirliyor ve Türklük bilincini Kore halkına yerleştirmek için çalışmalarına emin adımlarla devam ediyor. Başarılı olacakları su götürmez bir gerçek fakat bu zorlu süreçte mutlak destek verilmesi gereken bir dernek. Çalışmalarında Avrasya Turan Kültür ve Ekonomi Derneğine başarılar diliyoruz ve yeni etkinliklerde yine beraber olmak istiyoruz. Festival Meydanı(Bilimdili.com) Festival Meydanı(Bilimdili.com) Bilim Dili Ekibi (Mefkure Gazetesi) (Hande Kavarnalı, Sung Hee Cho, Ömer Orkun Bahçe, Saffet Alp Yılmaz, Gülnar Arslanlı) 73
Mingitau Kafkas Dansları Topluluğu (Berkay Doğdu, Serdar Mingitau Kafkas Dansları(Ömer Orkun Bahçe Arşivi) Yeşilgil, Zeynep Bilgin, Ömer Orkun Bahçe, Banu Bahçe, Leyla Açıkgöz)(Ömer Orkun Bahçe Arşivi) 74
Gökçe Yükselen Peler’in Kesit Yayınları’dan “Derbendnâme” adlı kitabı çıktı. Derbendnâme, Hazar devri Türk Tarihi ve Kafkasya halkları için temel kaynaklardan biri olma niteliği taşımaktadır. Türk dilciliği açısından en önemli özelliği Azerbaycan sahasına ait karışık dilli bir metin olmasıdır. Eser, Azerbaycan Türkçesi ve Kumuk Türkçesi olmak üzere karışık dilli bir dil olma özelliği göstermektedir. Bu metin sadece dil araştırmaları bakımından değil, aynı zamanda Türk tarihi incelemeler bakımından da eşsiz bir değere sahiptir. Zira Hazar Tarihi hakkındaki bilgilerin azlığı dikkate alındığında Derbendnâme’nin değeri daha iyi anlaşılacaktır. Bu çalışmada, Derbendnâmeyeniden okunmuş, anlamlandırılmış ve dillik özellikleri bakımından incelenmiştir. Bu çerçevede eser; Giriş Bölümü, İnceleme Bölümü, Çeviri Yazı Metin Bölümü, Günümüz Türkiye Türkçesi Metin Bölümü, Dizinler Bölümü, Kaynakça Bölümü ve Tıpkıbasım Bölümü olmak üzere toplam yedi bölümden oluşmaktadır. Derbendnâme’de yer alan bölümlerde sırasıyla şu başlıklar ve açıklamalar bulunmaktadır: 1. Giriş bölümü: Derbendnâme ile ilgili daha önce yapılmış olan çalışmalar, yazarlar, nüshalar ve dili gibi konular üzerinde durulmuştur. Derbendnâme ile ilgili çalışmaların sayısının oldukça sınırlı olduğunu da vurgulanmıştır. 2. İnceleme Bölümü: Derbendnâme imla, ses bilgisi, şekil bilgisi olmak üzere üç kısma ayrılarak incelenmiştir. 3. Çeviri Yazı Metin Bölümü: Derbendnâme yeniden okunmuş, anlamlandırılmış ve gerekli görülen yerlere dipnotlar düşülmüştür. 75
4. Günümüz Türkiye Türkçesi Metin Bölümü: Derbendnâme’nin Günümüz Türkiye Türkçesine aktarımında kelime kelime aktarımına dikkat edilmiştir. Ancak kelime kelime aktarımının mümkün olmadığı yerlerde anlam aktarmasına gidilmiştir. 5. Dizinler Bölümü: Eser, dizin bölümde ise Umumi Sözcükler Dizini ve Özel Adlar Dizini olmak üzere iki ana kısma ayrılmıştır. 6. Kaynakça Bölümü: Çalışmanın bu bölümünde ise kullanılan kaynaklar yer almaktadır. 7. Tıpkıbasım Bölümü: Çalışmanın son bölümünde ise Derbendnâme’nin tıpkıbasımına yer verilmiştir. Saffet Alp YILMAZ http://bilimdili.com/kitap/derbendname/ 76
En LEZİZ Kültür On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı birçok yemeği lezzetlendirmek için topraklarına göç etmek zorunda bırakılmış kullanılan bi tat olmuştur. Carkoy Çerkes halkları ve Karaçay Malkarlar yemeği de patatesle yapılan lezzetli Anadolu’ya gelirken beraberlerinde ağlayıp yemeklerden bir tanesi. Hamur işi olarak da ağıtlar yakarak geldikleri anacurtlarından Karaçay-Malklar halkının kutlamalarında vagonlarla kültürlerini de taşımış oldular.Biz mevlütlerinde ve düğünlerinde, kalabalık de bu yazıda kültür ögelerinden biri olan aile toplantılarında sıklıkla yapılan hıçın da Karaçay-Malkar halkının yemeklerinden en lezzetli yemeklerinden biri şüphesiz. bahsedelim. Karaçay halkının et ile yapılan ‘’Et Hıçın’ı Karaçay Malkar halkının mutfağı, et, süt patatesle yapılan ‘Gardoş Hıçın’ ı ıspanak ve ve tahıl ağırlıklı ve sağlıklı bir türevi sebzelerle yapılan ‘Ot Hıçın’ı ile mutfaktır.Çorbalar, etli yemekler ve kendine mutlu günlerin en vazgeçilmez has hıçın dediğimiz börekleriyle oldukça yemeklerindendir.Bütün bunların yanı sıra lezzetli olduğunu da söylememiz gerekir.Et yine sıklıkla yapılan ve ağız tadıyla yenilen ve et yemekleri de yemek kültürünün ‘Bılamuk’ çorbası etin yanında vazgeçilmez önemli parçalarındandır.Bunların arasında olan tuzluğuyla güzel kahvaltıların en güzel karaciğer ve iç yağıyla yapılan Sohta, tadı Taba Gırcın’ıyla da Karaçay mutfağının işkembe ve iç yağı kullanılar yapılan Cörme zenginliğinden söz edilebilir.Tabii ki böyle en bilinen sakatat ve et güzel bir mutfaktan bahsedip sizi bu yemeklerindendir.Sebze yemeklerine tatlardan mahrum bırakacağımızı değinilecek olursa Karaçay-Malkar dilinde düşünmediniz umarım. Hepsini ve daha ‘’Gardoş’’ denilen patates de fazlasını sizler de evlerinizde deneyimleyin ve Karaçay mutfağını tanıyın, bu güzel lezzetleri tadın diye tariflerine de yazımda yer vereceğim. 77
BİLAMUK / Un Çorbası (Karaçay- Malkar) İçindekiler Miktar Buğday unu 1 su bardağı Su 5 su bardağı Süt 4 su bardağı Tuz Yeteri kadar Karabiber 1 çay kaşığı Yapılışı Soğuk su ile un pütürsüz olacak şekilde çırpılır, ateşe konur ve azar azar su eklenerek pişirilir. Süt ilave edilerek, bu karışıma yedirilinceye kadar kıvamlı bir şekilde pişirilir. Tuz ve karabiber ilave edilir, karıştırılarak servis yapılır. GARDOŞ HIÇIN (Karaçay-Malkar) İçindekiler Miktar Hamuru: Buğday unu 2 kilogram Su Aldığı kadar Tuz Yeteri kadar Hamur mayası 1 yemek kaşığı İçi: Patates 1 kilogram Peynir 250 gram Yapılışı Un, su, tuz ve maya ile sertçe bir hamur yoğrulur, mayalanması beklenir. Patates haşlanır, soyulur, peynir ilave edilerek püre haline getirilir, küçük yuvarlaklar yapılarak bir tabağa alınır. Mayalanan hamur, patates yuvarlaklarından daha büyük olacak şekilde yuvarlanır. İçi çukurlaştırılır ve içine hazırlanan peynirli patates püresi yerleştirilir ve ağzı kapatılır. El ile üstünden bastırılarak yuvarlanır. İçteki malzemenin hamuru delmemesine dikkat edilir. Orta kalınlıkta bir daire elde edilir ve kızgın yağda her iki tarafı pişirilir. Fazla yağını emesi için önce kağıt üzerine sonra servis tabağına alınır. Dörde bölünür, ortasına tereyağı ya da kaymak konur, sıcak servis yapılır 78
ET HIÇIN (Karaçay- Yapılışı Malkar) İnce kıyılmış ete, İçindekiler Miktar doğranmış soğan ve sarımsak katılır. Hamuru: Karabiber, kırmızı biber, su ve tuz Buğday unu 1 kilogram ilavesiyle sulu bir Su Aldığı kadar şekilde pişirilir, Tuz Yeteri kadar ateşten indirilir. Un, İçi: tuz ve su ile sert bir hamur tutulur. İnce kıyılmış et 1/2 Hamur ikiye bölünür kilogram açılır. Her parça Kuru soğan 2-3 orta boy sekize bölünerek ortalarına tereyağı konulur ve tekrar Sarımsak 4 diş yoğrulur. Tepsi büyüklüğünde açılarak tepsiye yayılır. Karabiber 1 çay kaşığı Tepsiye yayılan hamurun üzerine hazırlanan etli karışım Kırmızıbiber 1 çay konur ve üzerine bir kat, daha önceden açılan hamur örtülür. kaşığı Tuz Yeteri kadar Tepsinin kenarları hamur ile hava almayacak biçimde Su 1 su bardağı kapatılır, fırında ya da tandırda pişirilir. SOHTA (Karaçay-Malkar) İçindekiler Miktar Koyun karaciğeri 1 adet Tuz Yeteri kadar Sarımsak 1 baş Karabiber 1 tatlı kaşığı Kırmızıbiber 1 tatlı kaşığı Pirinç 1 su bardağı Kuyruk yağı 250 gram Bağırsak 1 adet Yapılışı Koyun karaciğeri ezilir, tuz, sarımsak, karabiber, kırmızı biber ve pirinçle karıştırılır. İçine kuyruk yağı da doğranır. Hazırlanan bu iç temizlenmiş ve yıkanmış bağırsağa doldurulur, ağzı iğne-iplik ile dikilir. Tencereye yerleştirilir ve pişirilir. 79
TEŞEKKÜR Bu çalışmanın gerçekleştirilmesi için bize destek veren T.C KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI GENÇDES ekibine, her ihtiyacımız olduğunda gece gündüz demeden bize vakit ayıran değerli hocamız, ağabeyimiz Araştırmacı Yazar, Dilbilimci Ufuk TUZMAN’a, yazılarıyla bize destek veren saygıdeğer hocamız Ufuk TAVKUL’a, bu projeyi hazırlamamızda bizi destekleyen değerli ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KARAÇAY – BALKAR KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ Yönetim Kurulu ve Başkan Musa KORKMAZ’a ve sanat alanında ne zaman eksiğimiz olsa eserlerinden yararlandığımız kıymetli hocamız Tekin KOÇKAR’a teşekkürü bir borç bilirim. Kaynak araştırmaları konusunda ne zaman ihtiyaç duysak yardımcı olan Mehmet AKKARTAL’a, gecesini gündüzüne katan dergimizin tasarımını gerçekleştiren Doğuhan KARABİCİ’ye, yazılarıyla tarih konularında bize destek veren Melike ÜÇER’e, görsel konusunda fotoğraflarıyla destek veren Banu BAHÇE’ye ve resimleriyle yazılarımızı zenginleştiren Yasemin KUDAY’a, yazımlarımızda yapılan hatalarımızı düzelten Ahmet İlbey AÇIKGÖZ ve Yasin Emre KARÇA’ya kısacası bu proje çalışmasındaki gösterdikleri özveri için bütün ekibime sonsuz teşekkürler. Ayrıca vakit ayırıp dergimiz için bize yazılarını gönderen Cemal ALKAN ve Huray KARAÇAY’a teşekkürler. Bu proje çalışmaları sırasında desteğini benden esirgemeyen değerli aileme teşekkürler. Adını anmayı unuttuğumuz değerli nice arkadaşımız, hocamız varsa hepsine sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Umarız KAMA Dergisi gelecekte yapılacak gençlik projelerine örnek teşkil eder ve bizden daha iyi projeler gerçekleştirilir. Şimdiden okuyan gözleriniz dert görmesin varsa hatamız eğer affınıza sığınırız. Teşekkürler… Ömer Orkun BAHÇE
Search