Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore MUHADARAT 4

MUHADARAT 4

Published by cerenkantekin, 2020-01-08 14:17:07

Description: MUHADARAT 4

Search

Read the Text Version

Ve merhamet, \"kalbe dönüş için son çagrı\".. 1.SAYI FANZİN PAFİAL ERDEMLİLER BİRLİĞİ 1

MERHAMET PEYGAMBERİ, ÖNDERİMİZ RESULULLAH’A SELAT-U SELAM OLSUN ALİ TOY ‘İSM-İ NEBİ’ HATTI 2

ÖNSÖZ NİYETİNE “Çaremiz muhabbet, ilacımız merhamet!” Merhamet¸ insanı kendine ve kendinin dışındakilere iyilik ve yardım etmeye yönlendiren acıma duygusudur. Merhamet sıradan bir acıma duygusu değildir. Merhametten¸ bütün yaratılmışlara sevgi ve şefkatle yaklaşma¸ onları kötülükten ve zulümden koruma ve kurtarma¸ yardım etme¸ bağışta bulunma¸ affetme gibi güzel huy ve davranışlar ortaya çıkar. 2020 senesine ilk adımımızı attığımız bu zaman \"Merhamet... İnsanlara diliminde,bilimsel ve teknolojik gelişmelere,yeni merhameti öğretmek, buluşlara,sosyolojik değişmelere rağmen insanı insandaki kötülük iktidarını insan yapan ahlakî değerlerin ve davranışların azaldığını döve döve pekiştirmek sevgisizliğin ve merhametsizliğin arttığını görmekteyiz. yerine; hohlaya hohlaya yumuşatmak. Merhamet... Günümüz modern dünyasının en büyük hastalığının Hava gibi, su gibi muhtaç merhametsizlik olduğunu görmekteyiz.Zira olduğumuz iksir. Baş aşağı her geçen gün gerek haber bültenlerinde gerek bir cemiyeti, baş yukarı sosyal medyada yürek sızlatan yüzlerce haberle edecek bir kudret.\" karşı karşıya kalıyoruz. - Necip Fazıl, Reis Bey Toplumda yaşanan pek çok sorunun ve ızdırabın altında şefkat ve merhametsizlik yatmaktadır. İnsan sevgisi, küçüklere merhamet, büyüklere saygı noktalarında yoksunluk, çatışmaları ve huzursuzlukları beraberinde getirmektedir. Aile içindeki huzursuzlık,kadınlara, çocuklara, hayvanlara uygulanan şiddetin temelinde bu yatmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.); Küçüklerimize acımayan, büyüklerimizin saygınlığını tanımayan bizden değildir buyurmaktadır. Halbuki, merhamet, Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarının yansıması olup bizi bir yetimin başını okşamaya; susuz kalmış bir köpeğe su vermeye; kışın vahşi hayvanlar ölmesin diye doğaya yiyecek bırakmaya sevk eden içimizdeki en yüce duygudur. Bir vahiy medeniyeti olan İslam medeniyetinin tarihi seyrine baktığımızda , hakim olduğu yerlerde en öne çıkan özelliğin merhamet, duygusu olduğunu ; bu medeniyetin ana ilkesinin; sevgi, şefkat, acıma, yaraları sarma gibi özellikleri taşıdığını görmekteyiz. Kurulan vakıfların, müesseselerin, tek amacı; İnsanları, başkalarının merhametine bırakmadan; özgürce yaşamasını sağlamaktır. En yakın OSMANLI tarihi, bunun yüzlerce örneği ile, doludur. Biz de PAFİAL’in bireyleri olarak karıncanın su taşıması misali, seküler dünyanın bu en büyük yarasına işaret etmek, farkındalık oluşturmak misyonunu edindik, ve Rahman’ın ‘’İyiliğin karşılığı, ancak iyilik değil midir?’’ ayeti mucibince ilk fanzin konumuzu Merhamet olarak belirledik. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere..İyi okumalar… Rukiye BALCI 3

PEKİ ERDEMLİLER BİRLİĞİ (HILF’UL FUDUL) NEDİR ? ORTAÇAĞ MEKKE’SİNDE BİR CENTİLMENLER KULÜBÜ: HILFÜ’L-FUDÛL 590 senelerinde Mekke’de birkaç mert erkek, haksızlağa uğrayanları korumak, mazlumları himaye etmek üzere ant içmişlerdi. O zaman 20 yaşlarındaki Resûlullah aleyhisselâm da bu ahidleşmede hazır bulunmuştu. Erdemliler Topluluğu; Peygamber (sav) efendimizin gençlik yıllarında üye olduğu, Mekke'de zulme uğrayan insanlara yardım etmek amacıyla gönüllü aile ve kişilerden oluşan bir topluluktur. Bu topluluğun başlıca göreve yolda kalmış, dara düşmüş, zulme uğramış insanlara yardım etmekmiş. Bu topluluk ile ilgili en ilginç nokta; içinde barındırdığı insanların İslamiyet gelmeden önce onlara fıtrat itibari ile verilen doğru, güzel, adil ve iyi olanı gözetme yönüdür. Yani insanın adil olması, zulmü engellemesi veya haklıya hakkını vermesi için illa ki Müslüman olması gerekmez. Tabi ki bunlar bir Müslüman’ın öncelikli olarak gözetmesi gereken hususlardır ama Müslüman olmayan biri de bu hususları gözetebilir. Diğer taraftan zulme sessiz kalmak, haklıya hakkını vermemek ve doğru olanı gözetmemek hem Müslüman hem de Müslüman olmayan için bir utanç meselesidir. Bu yüzden ünlü alim Gazali ve ünlü devlet adamı Nizâmülmülk; “Küfür ile belki ama zulüm ile abat olmaz devlet.” demişlerdir. “Ebu Bekir! Bugün Hılfu’l-fudul gibi bir cemiyete, anlaşmaya davet edilsem tereddütsüz içinde yer alırım.” Bu çağın gençleri olarak bizlerde evde, okulda, sosyal hayatımızda zulme sessiz kalmayız. İyi, doğru, güzel ve adil olandan vazgeçemeyiz. Hiçbir şey yapamıyorsak, üç beş arkadaşımız ile birlik olup bu kavramlara sahip çıkma erdemini gösteririz. Bizler kendimiz için yaşamadığımızın bilincinde olduğumuzda dünya daha güzel bir yer haline gelecektir. Hz. Peygamberin o çok anlamlı çağrısıyla bitirelim yazımızı: “Ebu Bekir! Bugün Hılfu’l-fudul gibi bir cemiyete, anlaşmaya davet edilsem tereddütsüz içinde yer alırım.” Ömer FARUK TOKMAK 4

ALLAH’IN EN BÜYÜK EMANETLERİ YETİMLER Yeryüzünün masum bireyleri çocuklar, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan krizlerden en çok etkilenen kesimdir. Savaşlar, doğal afetler, salgın hastalıklar, sosyal kargaşalar, giderek yaygınlaşan gayrimeşru ilişkiler ve ekonomik sorunlar sebebiyle dünyadaki yetim ve kimsesiz çocuk sayısı her geçen gün artmaktadır. Birleşmiş Milletler’in (BM) 2015 yılı rakamlarına göre dünyada 140 milyonu aşkın yetim çocuk bulunmaktadır.İslam fıkıh literatürüne göre “yetim” kavramı, henüz buluğ çağına ermeden babasını kaybeden çocuklar için kullanılmaktadır. Günümüz uluslararası literatüründe ise, 18 yaşının altında olup bir veya iki ebeveyni de vefat etmiş çocuk, yetim olarak tanımlanmaktadır. 7,6 milyarı aşan dünya nüfusunun] 2,2 milyarının çocuklardan oluştuğu düşünülürse dünyadaki çocukların en az %6,5’inin yetim olduğu anlaşılmaktadır. Kaçırılan, silah altına alınan ya da çeşitli örgütlerin elinde esir olan yetim çocukların sayısı tam olarak bilenememektedir. Öte yandan 30’dan fazla ülkede yaklaşık 300.000 çocuğun aktif olarak savaştığı bildirilmektedir.Bunlar dışında bugün dünya genelinde 5-17 yaş arası en az 218 milyon çocuk işçi olduğu ve bunların en az 73 milyonunun tehlikeli işlerde çalıştır ıldığı belirtilmektedir. Bu çocukların önemli bir kısmının ise aile korumasından mahrum yetim veya kimsesiz çocuklar olduğu tahmin edilmektedir. Dünya üzerinde vuku bulan doğal afetler, yoksulluk, hastalıklar, kazalar ve savaşlardan en çok etkilenen kesimin çocuklar olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkan sonuç ise, her geçen gün sayıları daha da artan yetim ve kimsesiz çocuklardır. Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu bölgeleri kronik yoksulluk, doğal afet, savaş ve işgal gibi nedenlerle çok sayıda çocuğun yetim kaldığı bölgelerin başında gelmektedir. Dünya yetim nüfusunun önemli bir kesimi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde yaşamakta, sadece Hindistan’da 31 milyon yetim bulunduğu bildirilmektedir.12 Diğer yandan gelişmiş ülkelerde evlilik dışı çocuklar, engelli çocuklar, boşanmış ailelerin çocukları da sokaklara terk edilebilmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi dünya yetim nüfusunun 200 milyonun üzerinde olduğu tahminleri bir yana UNICEF’in 2014 yılında yayımladığı “Dünya Çocuklarının Durumu Raporu” ise dünya yetim sayısının 150 milyon olduğunu belirtmektedir. 5

Ancak veri bulunamaması veya sağlıklı veriye ulaşılamadığı gerekçesiyle aralarında yüksek yetim nüfusunu barındıran Afganistan, Irak, Filistin, Sudan, Bangladeş, Hindistan ve Çin gibi ülkelerin de bulunduğu çok sayıda ülke ve bölgedeki yetim nüfusu bu rakama dâhil edilmemiştir. UNICEF’in 2014 Dünya Çocuklarının Durumu Raporu’na göre dünyanın farklı bölgelerindeki yetim sayısı aşağıdaki gibidir Bugün savaş mağduru yetimler bir yandan ebeveyn YETİME BABA OLDU yoksunluğu ile başa çıkmaya çalışırken bir yandan da Uhud’ta şehit düşen bir savaşın acımasızlığının üstesinden gelmek gibi bir yükün müslümanın oğlu, aynı altındadır. Kuşkusuz yetimler toplumun ilgisini en fazla gün akşamüstü yaralı ve hak eden kesimdir. Bu noktada savaş mağduru acılı Hz. Peygamber’e yetimlerin psikolojik anlamda çok daha kırılgan olduğu sorar: da unutulmamalıdır. Bu sebeple yetimlerle ilgilenen - Babam nerede? kurumların bütüncül ve genel çözümlerin yanı sıra her - Baban şehid düştü. bir yetimin kendi özel koşullarını dikkate alan kişiye Şehit çocuğu ağlamaya özgü bakım modelleri geliştirmeleri büyük önem arz başlar. Hz. Peygamber etmektedir başını okşar, kucağına alır ve çocuğa sorar: Şu bir gerçek ki, yetimlik bir çocuk için çok zorlu bir - İster misin, ben baban deneyimdir ancak bu durum hiçbir zaman her yetim ve olayım, Ayşe de annen öksüz çocuğun problemli olacağı anlamına gelmez, böyle olsun bir genelleme yapılması hiçbir koşulda doğru değildir. Toplumun ve ailelerin bilinçlendirilip yetimi sahiplendiği ve desteklediği durumlarda her zaman ümit var olmak mümkündür 6

Unutulmamalıdır ki, dünya tarihinde lider, siyasetçi, bilim insanı ve önemli görevlerde insanlığa hizmet eden anne ve/veya babası olmayan pek çok başarılı yetim isim vardır. Önemli olan yetimlik kavramı ile yakından tanışıp, yetimlerin yaşadıkları sorunların çözümüne katkı sağlayacak maddi manevi çabaları geliştirebilmektir. Sonuç olarak çeşitli sebeplerden ötürü yetim ya da tek ebeveynli kalan çocuklarda birtakım psikolojik ve sosyal olumsuzluklar gözlemlenebilir, ancak bizler unutmamalıyız ki, gerekli önlemler alınıp gelecek neslin inşasında ahlak, vicdan ve insani değerler gözetildiği takdirde, her çocuk gelecek için bir umuttur SENANUR AKHAN Anne ölünce çocuk Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde bir siyah çubuk Ağzında küçük bir leke Çocuk öldü mü güneş Simsiyah görünür gözüne Elinde bir ip nereye Bilmez bağlayacağını anne Kaçar herkesten Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne Sezai Karakoç 7

Dünyaca ünlü Polonyalı illüstrasyon sanatçısı Pawel Kuczynski’nin , günümüzün sosyal ve kültürel gerçekliklerini eleştiren çizimleri.. 8

HİLÂL-İ AHMERDEN KIZILAYA Tarih sayfaları, savaşlar, siyasi bunalımlar, ekonomik krizler, doğal afetler, salgın hastalıklar ve bunların bıraktıkları derin izlerle, acılarla dolu. Tarihimizdeki bu derin izlerden ve acılardan hayat bulan Kızılay, din dil ırk ayrımı gözetmeksizin, insanı ön plana çıkaran değerlerin, insanın korunması, yaralarının sarılması anlayışı ile yola çıktı. 26-29 Ekim 1963 günlerinde pek çok ülkenin doktor ve memurlarından oluşan gayri resmi yetkililer,savaşın getirmiş olduğu yıkımla ilgili konuyu ayrıntılı bir şekilde görüşerek, uluslararası bir kongre toplanmasına karar verdiler. 1863'teki adım, Ulusal Kızılhaç Dernekleri kurulmasını ve 1864 yılında da Birinci Cenevre Konvansiyonu'nun toplanmasını sağladı.Ev sahibi ülke olan İsviçre'nin ulusal bayrağının tersi, beyaz üzerine kırmızı haç bulunan, amblem olarak kabul gören kızıl haç işareti benimsendi.Bu ilkeler İsviçre'nin yanı sıra Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İngiltere, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere il 12 ülke adına 22 Ağustos 1864'teki Cenevre Sözleşmesi ile resmileştirildi. Cenevre Sözleşmesine geniş katılım oldu. Bütün ülkeler birer Kızılhaç Derneği oluşturdu. Osmanlı İmparatorluğu'nda bu dönem, ülkede yeniliklerle bunalımların bir arada yaşandığı yıllardı. İlk Cenevre Konvansiyonu'na Osmanlı İmparatorluğu'ndan delege gönderilmemişti; ancak sözleşme 5 Temmuz 1865 yılında imzalanmıştı. 1867 yılında Paris'te toplanan ilk uluslararası Kızılhaç Kongresi'ne Osmanlı İmparatorluğu, Macar asıllı Dr. Abdullah Bey'i göndererek katıldı ve bu toplantıda kuruluşun daimi üyeliğine seçildi. 1867 yılında Paris'te toplanan ilk uluslararası Kızılhaç Kongresi'ne Osmanlı İmparatorluğu, Macar asıllı Dr. Abdullah Bey'i göndererek katıldı ve bu toplantıda kuruluşun daimi üyeliğine seçildi. 9

Bey, Cenevre Sözleşmelerinin ülkede uygulanmasının bizzat sözünü verse de, kayıtsız kalınmıştı. Dr. Abdullah Bey'in ısrarlı girişimleri sonunda Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa ve Kırımlı Dr. Aziz Bey'in de çabalarıyla, bir süre sonra Tıbbiye Nazırı Marko Paşa'nın başkanlığında, 11 Haziran 1868'de \"Mecruhin ve Marda-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti\" kuruldu. Dünyada Kızılhaç ile başlayan bu hareketin ambleminin haç olması, katılım konusunda Osmanlı yöneticilerine rahatsızlık verdi.Kuruculardan Dr. Abdullah Bey'in kişisel gayretleriyle kısa bir süre çalışmalar yürüten ve onun ölümünden sonra pek ilgilenilmeyen Cemiyet, 1874 yılında dağılmak zorunda kalmıştı.İki yıl süren sessizliğin ardından cemiyetin yeniden örgütlenmesini sağlayan gelişme, Osmanlı-Rus Savaşı oldu. Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rus kuvvetlerinin ilerleyişi karşısında Osmanlı orduları büyük kayıplar verdi. Yaralı askerlere yetişmede yetersiz kalınması, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti'nin tekrar hayata geçirilmesinde büyük etken oldu. Kızılhaç hareketinin ambleminin kuruluşunda benimsediği amblem olan kızıl haçın Hristiyanlığı sembolize etmesi, Müslümanlar arasında rahatsız edici olmuştu. Bunun üzerine Kırımlı Aziz Bey'in bu konuda yazılarıyla giriştiği mücadele sonunda, 12 Ağustos 1876 İstanbul toplantısında Türklerin kızıl haç karşılığı olarak, beyaz üzerine kırmızı hilâli sembol olarak kullanması kararlaştırıldı Seçilen amblemin bütün devletlerce tanınması için Cenevre'deki Uluslararası Kızılhaç Komitesine başvuruldu. O dönem Rusya başta olmak üzere, devletler davranışlar ve haklar açısından amblemlerin birbirinden ayırt edilmemeleri kaydıyla yeni amblemi tanıdı. 10

Kırmızı ay sembolü, Dr. Besim Ömer Paşa tarafından Londra'dan sonra La Hey Konferansı'nda da önerildikten sonra, 10 Mayıs 1912'de toplanan 9. Washington Salib-i Ahmer Konferansı'nda resmen bütün devletler tarafından onaylandı. Bugün Uluslararası Kızılay- Kızılhaç hareketinin etkin bir üyesi olan Türk Kızılayı, 1868 yılında dünyadaki ilk Kızılay olarak kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun en zor döneminde askerlere yardım amacıyla kurulan Hilâl-i Ahmer, uluslararası harekete \"kızıl ay\" amblemini de kazandırdı; \"hilal\"i dünyaya armağan eden kurum oldu. 1923'de \"Türkiye Hilâl-i Ahmer Cemiyeti\", 1935'te \"Türkiye Kızılay Cemiyeti\" ve 1947'de \"Türkiye Kızılay Derneği\" adını aldı. Toplumsal dayanışmayı sağlamak, sosyal refahın gelişmesine katkıda bulunmak, yoksul ve muhtaç insanlara barınma, beslenme ve sağlık yardımı ulaştırmak gibi önemli görevler üstlenen ve birçok konuda da öncü olan Türk Kızılayı; kan, afet müdahale, sağlık, sosyal yardım, gençlik ve eğitim alanlarında hizmetler sunuyor. Türk Kızılayı Türkiye''de meydana gelen doğal afetlerde, felaketzedelerin acılarına ortak olur; afetzedelere acil barınma ve beslenme olanağı sağlar. Türk Kızılayı, yurt içinde meydana gelen tüm afetlere zamanında ve etkili bir şekilde müdahale etmenin yanı sıra, kuruluş felsefesinden kaynaklanan tarihi görevlerini yurt dışında da sürdürüyor. Nurevşan YILDIZ 11

Merhamet Et - Erdem BAYAZIT Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı! Sen bize hayatsın, umutsun, mezarlar kadar derin! Bizi tutan bir şey varsa, dirilten, o sensin! Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı! Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası! Ey dağları yerinden oynatan ses! ey mermeri toz eden rüzgar! Ey alemi donatan ışık! toprağa can veren el ! Merhamet et bize merhamet et ! 12

OSMANLI DÖNEMİNDE HAYVAN HAKLARI Türk toplumları geçmişten günümüze hayvanlarla iç içe yaşadı. Her ne kadar belli tarihe kadar resmi düzenlemeler yapılmamış da olsa, hayvanların Türk toplumları üzerindeki etkisi hayatın her alanında karşımıza çıkıyor. İslamiyet sonrası dönemde de hayvanlara gösterilen hürmet ve saygı sürdürüldü. İslam dininde tüm canlılara karşı şefkatle muamele edilmesi emredilmiş, hayvanlara zulüm yapılması yasaklanmıştır. Türk halkı İslamiyetle birlikte hayvanlara karşı sevgisini Allah aşkıyla derinleştirdi. Osmanlı Medeniyetinin sevgi ve şefkat kanatları sâdece insanları değil bütün mahlûkâtı kuşatmış ve târihte benzeri görülmemiş hayır müesseseleri inşâ edilmiştir. Osmanlı’daki hayvan sevgisinin ve hayvanların haklarının gözetilmesine dâir anlayış, düzenlemeler ve hayır müesseselerinin kurulmasının temelinde yatan en köklü kaynak hiç şüphesiz İslâm Dîni idi ve bu dinde va’z edilmiş olan, hayvanlara iyi muameleyi emreden, eziyetin her türl Kur’ân-ı Kerim’deki bâzı surelerin -Bakara (İnek), Nahl (Arı), Ankebut (Örümcek), Neml (Karınca)- hayvan isimleriyle anılması elbette ki sebepsiz değildi üsünü yasaklayan hükümlerdi. 13

YABANCILARIN HAYRET VE HAYRANLIKLARI Fransız seyyah Thévenot’un 1656’da İstanbul’da gördüğü, tanıştığı ve sohbet ettiği Türklerin hayvan sevgisiyle ilgili kendisini hayrette bırakan izlenimleri, Osmanlı toplumunun vakıf rûhunu kavrama ve tatbik etmede hangi noktaya geldiğinin, Batı’nın ve modern dünyânın bu konuda Osmanlı’nın neresinde olduğunun göstergelerinden biridir: “Türklerin bâzıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadâkatle ve hattâ dindarâne bir riâyetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin şart-ı vâkıfa göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla berâber onlarca öyle değildir.” Fransız Şair Lamartine’nin tespitleri de Thévenot’la hemen hemen aynı çerçevededir ama Lamartine şu noktaya özellikle dikkat çekmiştir: “Türkler kuşlara, köpeklere, velhâsıl Allâh’ın yarattığı herşeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veya eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.” 17.yüzyılda Osmanlı topraklarına seyahat etmiş Fransız avukat Guer, Osmanlıların hayvanlara besledikleri ilgi ve şefkati, onlar için yaptıkları akıl almaz hizmetleri anlatırken, çarpıcı bir misâl olarak Şam’da gördüğü kedilere ve köpeklere özel hastâneden hayretle söz etmiştir. 1660’lı yıllarda İngilizlerin İstanbul’daki elçilik görevlilerinden olan Paul Ricaut, Guer’in sözünü ettiği hayvanlara özel vakıfların yanısıra Osmanlıların hayvan haklarına riâyet etme noktasında da ne denli büyük bir hassaâsiyet, gayret ve hizmet ortaya koydukları hakkında şu ilginç bilgi ve tespitleri aktarmıştır: “Fakir insanlar için kurulan aşevlerinde insanlardan başka kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulduğu gibi, sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar da kurmak âdetti Bâzı şehirlerde kediler için yapılmış binâlar bulunuyordu. Gıdâları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekilharçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.” Sokak Hayvanlarını Koruyucu Vakıflar Osmanlı’da ecdat, köpeklere, kedilere ve diğer sokak hayvanlarına bakmak için pek çok vakıf kurmuş ve Mancacı ismi verilen insanlar görevlendirmişti. Birçok Osmanlı şehrinde kar yağdığında ve soğuklar bastırdığında şehirlere ve kasabalara inen aç kurtların ve kuşların beslenmesi için belirli yerlere düzenli şekilde et, ciğer, sakatat, darı, buğday ve ot koyan vakıflar tesis edilmişti. insanlar ölmeden önce vasiyet eder, haftanın belirli günlerinde köpek ve kedilere yiyecek verilmesi için fırıncılar, kasaplar, mancacılar ve uşaklara vekâleten para bırakırlar veya miraslarından hisse ayırırlardı. Mesela Koca Mustafa Paşa, İstanbul’da Şeyh Evhaddeddin Tekkesi’ne, kediler için günde iki sırık ciğer vakfetmişti.Aş evlerinde, fakir insanların yanı sıra kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulurdu. Bu hayvanlar için yapılmış özel barınaklar 14

bulunurdu. Ayrıca bütün mahallelere köpekler, kediler ve kuşlar için sokak başlarına taştan su yalakları yapılmış ve belirli vakitlerde su kapları bırakılmıştı Dünyanın İlk ve Tek Leylek Hastanesi Osmanlı’daydı! Ahmet Hâşim’in, “Gurebâhâne-i Laklakan” (Kimsesiz Leylekler Bakımevi) kitabında bahsettiği, Bursa’daki Haffaflar (Ayakkabıcılar) Çarşısı esnafının sergilediği hayırseverlik de örnek bir hadisedir: “Bursa’da, Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan, malûl (sakat) bazı hayvanların darülacezesidir (düşkünler yurdudur). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör veya sağır baykuşlar burada halkın sadakasıyla geçindirilirler. Haffaf esnafın, aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı sakat leylekler kadar aciz bir ihtiyar, toplanan sadaka parasıyla her gün işkembeler alır, temizler, parçalar ve insan merhametine sığınan bu zavallı kuşlara dağıtır.” TAŞA İŞLENMİŞ SEVGİ: KUŞ EVLERİ Osmanlı’nın kuşlara yönelik şefkat ve merhametini sembolize eden kökleşmiş görkemli bir uygulaması da ‘Âşiyân’ yani ‘Kuş Evleri’ idi. Abideler, camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, medreseler, şifahaneler, kütüphaneler, türbeler, saraylar, bedestenler, darphaneler, imaretler, köprüler, çeşmeler, mektepler, maksimler ve meskenler gibi yapıların dış cephelerine adeta dantel gibi işlenen bu zarif küçük kuş köşkleri, estetik bakımdan göz kamaştırıcıydı. Kuş Evleri, mimari özellikleri bakımından ince bir işçiliğin, mahir bir sanatın ve etkileyici bir göz zevkinin mahsulüydü. Yapıların, sert ve soğuk rüzgârlara maruz kalmayan bol güneş alan (daha ziyade güney) cephelerine ve insanların, kedi ve köpeklerin erişemeyeceği yüksek yerlerine yerleştirilmişti. Köşk, mescit ve cami siluetinde karşımıza çıkan Kuş Evleri, kuşların içerisinde rahatça dolaşabileceği, inip-çıkabileceği yollar, gözler, bölmeler ve basamaklar estetik bir bütünlük içerisinde sunulmuştu. Züleyha GÜNEŞ-Havvanur ŞEKERCİ 15

Cüceler memleketinde dev... Alışılmış lafların,fikirlerin birkaç gök tepesinden bakıyor.Yazık ki ,özledigi besteyi kendisinden başka kimseye ezberletemiyecek!... 16

MERHAMET PEYGAMBERİ “Rabbimiz! Onlara, içlerinden bir peygamber gönder ki, kendilerine senin ayetlerini okusun, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları (günahlardan) temizlesin! Şüphesiz sen, (evet) sen Aziz (mutlak galib ve üstün olan), Hakim (her işi hikmetli olan)sin.” (Bakara: 2/129) Merhametin kaynağı ve yaratıcısı olan, Rahmân ve Rahîm olan Allah, son peygamberini merhametle donatmış, onu bütün insanlardan üstün kılmış ve Merhamet Peygamberi'ni, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya, 107) ayetiyle de yüceltmiştir. Bir hadislerinde Hz. Muhammed (s.a.s.); “Allah, varlığı yaratmayı murat edince; ‘merhametim gazabımı geçmiştir’ diye yazdı”, buyurmuşlardır. (Müslim, “Tevbe” 4) Merhameti gazabından önde ve fazla olan Allah, bu merhametinin bir sonucu olarak varlığı yaratmış ve varlık içinde insana en şerefli konumu bahşetmiştir. Bu nedenle varlık bizatihi sevgi ve merhamettir. İlâhî sevginin somut görüntüleridir. TÜM İNSANLIĞA RAHMET Efendimizin şefkat ve merhameti bütün varlıklar için Efendimiz (s.a.s.), insanlara olduğu gibi, insanlık âlemi için de cihanşümûl bir karşı şefkatli ve hoşgörülü idi. vasfa sahipti. O, bir gün buyurdu ki: “Nefsim kudret Onun şefkati; inancı, rengi, elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, birbirinize ırkı, makamı, cinsiyeti ne merhamet etmediğiniz müddetçe cennete olursa olsun bütün insanlara giremezsiniz.” Sahabiler dedi ki: “Ya Rasûlallâh! yönelikti. Nitekim bir Yahudi Hepimiz merhametliyiz.” Allah Resulü şöyle buyurdu: çocuğunun hastalığında, onu “Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız bizzat evinde ziyaret etmiş, şekilde yalnızca birbirinize olan merhametiniz değil, ailesinin gönlünü almıştır bilâkis bütün yaratılanlara şâmil olan merhamettir.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 185/7310) Hz. Peygamberi, torunu Hasanı öperken gören bir kişi “benim on çocuğum var ama şimdiye kadar hiçbirini öpmedim” deyince Hz. Peygamber, “Merhamet etmeyen, merhamet görmez” buyurmuştur..Çünkü insan tabiattaki diğer canlılardan farklı olarak, sevgi ve merhametle büyür. Merhamet görmemiş bir insanın başkalarına merhamet göstermesi beklenemez. 17

İslâmî anlayış, Muhammedî rahmet ve şefkat ikliminde insanları sevmeyi, sevgi denizinde buluşmayı öğütlemektedir. Bugün Müslümanlarda ve İslâm âleminde bundan farklı bir görüntü varsa, bunun kusuru ya İslâm’ı tam olarak anlamamış olan Müslü- Şefkat ve Merhamet Peygamberi 24 manlardadır, ya da Müslümanlığın gücünden korkarak, Müslümanların ve Müslümanlığın güzel yüzünü sıvayıp onu uzlaşmasız, terörist göstermeye çalışanlardadır. Biz her zaman şu iki gerçeği birbirinden ayırmalıyız: “Müslümanlık başka, Müslümanlar başkadır.” Müslümanlarda görülen pek çok hata ve kusuru hemen İslâm’a hamletmek, insaf ölçüleriyle bağdaşmaz. Üstelik önümüzde şefkat ve rahmet nebisi ve onun örnek hayatı varken. Rahmeti bol olan Rabbimizden ol Resulü Ekrem’e ihsan eylediği merhamet pınarından bize de hem dünyada hem ahirette çokça nasipler vermesini niyaz ediyoruz. AYŞEGÜL AĞIRTAŞ Naat / Turgut Uyar ipekler tel tel biraraya geldiler dokunmak üzere lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere kılıç kesti kan koktu bir atlı dörtnala uzaktan günbatımının büyük eşitsizliğinden yakınmak üzere bütün dertler söylendi çareleri bir bir yazıldı son büyük toplantıda bir bir okunmak üzere kimseye başvurulmadı herkes birbaşına kaldı, evet sonradan hep birlikte kurtulunmak üzere oysa bir çiçek vardı bahçelerde kendini dererdi sevinçle. Kendini tek haklıya bir gün sunmak üzere 18

ŞAİRLERİN DİLİNDEN MERHAMET CAHİT KOYTAK Badem ağacına, çiçeğinden sual olunsa, “Baharı bekleyin ve bunu saka kuşuna sorun! ” diyecektir. Yağmurdan kendini anlatması istenecek olsa, “Tohum olun ve bunu toprağa sorun! ” diyecektir. Bir kayadan bilgi sorulsa, suskunluğuna dair, “Kulaklarınızı tıkayın ve bunu kalbinize sorun! ” diyecek ve tutup daha derin bir sessizliğe gömülecektir. A.CAHİT ZARİFOĞLU Herkes kendi işine baksın değil, Herkes kendi içine baksın Çünkü merhamet ve vicdan içten gelen bir duygudur. HALİL CİBRAN Merhamet ne güzel şeydir değil mi? En çirkin insanı güzel, en yoksulunu zengin eder. Allah tüm canlıların kalbine merhamet tohumlarını ekmiştir. Önemli olan hangimizin bu tohumları büyüttüğü, hangimizin su bile vermeden kurumasını izlemesidir. 19

VİCDAN Fatih KARAOĞLU Sözlükte merhamet, 'acımak, şefkat göstermek' anlamlarına gelir. Allah (c.c) tarafından insanın yaratılışından beri içinde olan bu duygu, insanlara aslında durup düşünme fırsatı veriyor. Bu düşünme fırsatı da aslında, içimizde bir organ gibi vicdandan geliyor. Terim olarak vicdan, insanın içinde bulunan ahlâkî otorite, ahlâkî değerler ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneğini ifade eder. Bir üst paragrafta da söylediğimiz gibi aslında insanın içerisinde yaratılıştan beri var olan ve orada organ gibi çalışan vicdan, bazen insanları durup düşünmeye teşvik ediyor. Neden mi? İnsan mantıksal olarak beyin ile, duyguları olarak kalp ile çalışan bir varlık olarak yaratılmıştır. Burada tartışılan vicdan, insanın kalbinin derinliklerinde midir, yoksa insan hem kalbi hem de vicdanı ile mi düşünür? Bana göre insanın kalbinin en derinliklerinde bulunan vicdan çok kıymetlidir. Vicdan benim için insan kalbinin en derinde olan yeni bir organ gibidir. Allah (c.c) insanın içine vicdanı yerleştirmiştir ancak insanlar bu vicdan denen duygunun kıymetini bilmiyorlar. Bir insanda vicdan devre dışı kalmışsa, böyle birinin sağlıklı ölçüp biçmesi, sağlıklı hüküm vermesi, sağlıklı değerlendirmeler yapması beklenemez. Kur’an “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline!..” (Mutaffifin, 83/1) demektedir. Söz gelimi bir insan devamlı doğru konuşsa vicdanı rahattır. Fakat yalan söylediğinde vicdan tepki verir, hoşnut olmaz. İlk defa yalan söyleyen biri vicdanen rahatsız olur, yüzü kızarır. Fakat bunu alışkanlık haline getirirse, artık vicdan tepki vermez hale gelir. Peki vicdanımızı nasıl korumalıyız? Aslında bunun cevabı çok basit: Eğer Allah'ın istediği gibi yaşarsan, vicdanını da korumuş olursun. İçinde bulunduğumuz dönem insan olabilmenin, empatinin, vicdanın, egoistliğin, diğergamlığın ve daha bir çok kavramın tartışıldığı hatta kimi zaman anlamını yitirdiği bir dönem. En çok da medyanın yozlaştırıcı etkisi ile merhametin sesinin duyulmayacak kadar kısılması sonucu hemen her birey gözleri kapalı, kulakları yarı işitir vaziyette dünya ile hemhal olmakta. Üzüntülerini ve öfkesini, şairleri bile gölgede bırakan edebi metinler paylaşarak göstermekte ya da gerçekliğini bile sorgulamadığı kanlı bir fotoğraf altına nefret kusan kelimeleri ile hayatta olduğunu göstermektedir. Bu hâl irdelendiğinde, insani hasletler içinde eksilenlerin başında ne yazık ki vicdanın geldiğini görmekteyiz. Durum böyle olunca buna insanlığın eksilmesi gözüyle de bakmak kaçınılmaz oluyor. Düşüncelerimiz, yaptıklarımız ve hissettiklerimiz söz konusu olunca karışımıza bir koruyucu olarak vicdan çıkar. Vicdanın sesi aslında içsel otoritemizin ifadesidir. Montaigne'e göre “Vicdan kendimizi keşfetmemize, kendimizi kınamamıza ya da suçlamamıza neden olur.” 20

Sınavda Çıkmayacak Sorular Sırayla ölüyor kumbarasi kırılmış çocuklar, tez konusu bile değiller İçinden Ortadoğu geçmeyince şiir de olmuyor, birseyler kahrolsun! -İşgal edilmiştir inandığımız tüm çiçekler!- Güven Adıgüzel 21

DAMLA OLMANIN TÜM ÇİLESİNE KATLANMAYI GÖZE ALARAK OKYANUS OLMAYA TALİP OLAN ERDEMLİLER BİRLİĞİ EKİBİMİZ 22

İns çadırında merhametle gülümseyerek kendi kendine ilk cümleyi söyledi: \"Ey yeryüzü değişeceksin; ey insanlar değişeceksiniz.\" A.Cahit Zarifoğlu. 23


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook