Sahibi Ölür, Kütüphane Viran Olur Her kitapsever biriktirdiği kitaplara gözü gibi bakar, onları kimseyle paylaşamaz. Buna rağmen sahibinin vefatından sonra her kütüphaneyi acı bir son bekler. Semavi hoca bu ay üç önemli kütüphanenin hazin hikâyesini anlatıyor. USTA KALEMLER Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE 98 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
———————————————————————————————————— Viran Olan Kütüphaneler Yazılarımı sürekli takip eden oku- » Emel Esin O zamanlar vefatlarından sonra bil- yucularım hatırlayacaklardır; hassa tarih sahasında çalışanların kü- geçen aylarda “Eski İstanbul’un olojisine dair kitaplarla doluydu. Ayrıca tüphanelerine atmaca gibi atılan bir Eskimeyen Kitap Kurtları”ndan bah- Bizans ve Osmanlı tarihiyle ilgili kitap- kişi buraya da geldi. Hatta bazı kitap- setmiştim. Bu ay bu konuya devam lar da mevcuttu. Bununla birlikte bazı ları seçtikten sonra Almanya’nın eski ediyorum. Zira mesele değil birkaç ya- büyük ansiklopediler ve külliyatlara kitap alım satımı yapan meşhur kitap- zı, birkaç cilt kitap olacak çaptadır ve da yer vermişti. Almanların, ilkçağ ta- çısından bir görevli de getirtti. Düşün- maksadım ilerde bu mevzuda çalışa- rihi ve kültürüne dair muazzam eseri cesi bu kitapları iyi bir ücret karşılı- caklara yol göstermektir. Pauly-Wissowa Ansiklopedisi’nin tamamı, ğında yurtdışına satmaktı. Kendisi de Fransızların L’univers pittoresque külliya- aracı olarak bir ücret alacaktı. Bunlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül- tının bütünü ve Le Beau’nun 21 ciltlik duyulunca gazetelerde konuyla ilgili tesi’nde Tarih ve Arkeoloji Bölümü’nde Bizans Tarihi, Hammer’in Osmanlı Tari- epey haber yayınlandı. Bu kütüphane- görev yapan Prof. Arif Müfid Mansel hi, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si gi- den bir şeyler alıp satmak isteyen baş- büyük bir kitap meraklısıydı. Mansel, bi pek çok kitaba yer vermişti. Ayrıca ka kitapçıların müdahalesiyle şiddetli Sultanahmet’te konağı, Boğaz’da Paşa- pek nadir bulunan İstanbul Rus Arkeo- tartışmalar, hatta kavgalar yaşandı. Bu bahçe’de yalısı olan hariciye müsteşa- loji Enstitüsü Yıllığı’nın bütün sayıları münasebetle karakola bile düşüldüğü rı Tevfik Paşa’nın torunuydu. 1905’de da bu kütüphanede mevcuttu. Batılı ar- söylendi. İstanbul’da doğmuş, ilk ve orta öğre- keologların ayrı basımları alfabetik bir nimini Saint Benoit Fransız Lisesi’nde sıralamaya göre hazırlanmış özel ku- Sonuç olarak bu muntazam ve ba- görmüştü. Mimarlık okumak istiyor- tularda toplanmıştı. Prof. Mansel kü- kımlı kütüphane ne yazık ki, koruna- du fakat o sıralarda Alman Arkeoloji tüphanesine çok özen gösterdiğinden madı. Büyük bir kısmı bir arkeolog ara- Enstitüleri Müdürü Prof. Dr. Theodor bütün kitaplar İstanbul’un en iyi ciltçi- cılığıyla Konya Selçuk Üniversitesi’ne Wiegand, Müzeler Müdürü Halil Ed- lerinden Nuri Uçar tarafından ciltlen- satıldı. İlmi bir ayrım yapılmadığın- hem Eldem’e bir mektup yazarak Al- mişti. dan herhalde lüzumsuz sanılarak ayrı man hükümetinin, yeni Türkiye Cum- kutularda sıralanmış olan ve sayıları huriyeti’ne bir dostluk işareti olmak Arif Bey, Arkeoloji Bölümü’nde ders- birkaç bini bulan çeşitli dillerdeki ay- üzere Türk gençlerini arkeolog olarak lerine devam ederken bir taraftan da rıbasımlar İstanbul’da kaldı. Bunların yetiştirmek için Almanya’ya davet et- her yaz Antalya’nın Side ve Perge an- varisler tarafından İstanbul Üniversi- tiğini bildirmişti. Halil Edhem Bey bu tik şehirlerindeki kazılarını sürdü- tesi Edebiyat Fakültesi’ne bağışlanma- dört gençten biri olarak Arif Müfid rüyordu. Çalışmaları kolaylaştırmak sıyla kütüphane dağılmış oldu. Antal- Bey’i uygun gördü. (Aralarında akraba- için İstanbul Üniversitesi’nin bir tesi- ya’daki enstitüye ise hiçbir şey kalmadı. lık bağı vardı. Arif Bey’in kızkardeşi, si olmak üzere Antalya’da bir Arkeolo- Duyduğumuza göre bu enstitü de son- Osman Hamdi Bey ailesinin geliniydi). ji Enstitüsü kurmuştu. Çeşitli ülkeler- raki rektörler tarafından kapatılmış. den kendisine devamlı hediye kitaplar Bu surette Berlin’e giden Arif Müfid geliyor, adresine gönderilen yayın ka- Bir başka zengin ve özel kütüpha- Bey yüksek öğrenim görerek eski Yu- taloglarından seçimler yaparak kendi- ne Emel Esin Hanım tarafından kurul- nan ve Roma mimarilerinde çok katlı sini ilgilendiren kitapları getirtiyordu. muştu. Cumhuriyet devrinin ilk Dışiş- binalar hakkındaki doktora teziyle me- Bu merakını hayatının son gününe ka- leri Bakanlığı mensuplarından Ferit zun oldu. İstanbul’a döndüğünde Ha- dar sürdürdü. Konuşmalarımızda kü- Bey’in kızı olan Emel Hanım yine dı- lil Bey onu Arkeoloji Müzesi’ne müdür tüphanesinin kendisinden sonra Antal- şişlerinde görevli Seyfettin Esin Bey’le muavini yaptı. Düşüncesi, Osman Ham- ya’daki enstitüye verilmesini istediğini evlenmiş, onun konsolos ve büyükel- di Bey tarafından kurulan İstanbul mü- söylerdi. 1975’de geçirdiği kalp krizi so- çi olarak bulunduğu çeşitli ülkelerde zelerinin devamını Halil Bey’den son- nunda vefat ettiğinde ne yazık ki bu is- uzun yıllar yaşamıştı. Bu arada Fran- ra Arif Müfid Mansel ile sürdürmekti. teği yerine getirilmedi. sa’da tarih ve sanat tarihi eğitimi ala- Mansel 1933 Üniversite Reformu ile ye- rak doktorasını tamamladı. Emel Esin, ni bir döneme giren İstanbul Üniversi- bilhassa Orta Asya Türklüğü ile yakın- tesi’nde ilkçağ tarihi doçenti olarak gö- dan ilgilendiğinden bu konu üzeri- reve başlarken müdür muavinliğine de ne yazılmış çeşitli dillerdeki kitapları devam ediyordu. Ancak 1950’ye doğru toplamıştı. Bunların büyük bir kısmı yeni üniversite kanunu çıktığında öğ- Rusya’da basılmış eserlerdi. Bilhassa retim üyelerinin tek görevde kalmaları Sovyet idaresi zamanında yayınlanan- şartı öngörüldüğünden Arif Bey müdür ları Türkiye kütüphanelerinde bulmak muavinliği görevini bıraktı. mümkün değildi. Osmanbey’de eski bir kârgir ko- Seyfullah-Emel Esin çifti Salacak’ta nağın büyük salonunda özel olarak yüksekten Marmara Denizi’ne hâkim yaptırdığı kütüphanesi her dilden, manzarası olan modern bir binada ha- bilhassa ilkçağ tarihi ve Anadolu arke- yatlarını sürdürüyorlardı. Bu bina- 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 99
Usta Kalemler ————————————————————————————————————— nın oldukça yüksek tavanlı ve büyük Nuruosmaniye Camii’nin büyük kapı- SANDIK DOLUSU salonu Emel Esin’in kütüphanesiydi. sına giden ana caddenin sağ tarafında- EVRAK ki çok eski bir konak, oda oda kiraya Dikdörtgen biçimindeki bu mekâ- verilmişti. Kitapların sahibi orta katta- Hayatının son yıllarında Arif nın tabanı bütünüyle beyaz mermer ki büyük sofada yaşıyordu. Elektriği ol- Müfid Mansel’e Osman Hamdi Bey döşeliydi. Bir duvar camdan olup bura- mayan bu mekânda pencerenin önün- ailesinden bir hanım bir sandık do- dan geniş bir Marmara manzarası gö- de yerde pis bir yatak bulunuyordu. lusu evrak ve resim vermişti. Bun- rünürdü. Uzun yan duvar ise tamamen Bunun üzerinde örtü, çarşaf, çeşitli iç ların arasında Osman Hamdi Bey’in kitap raflarıyla kaplanmıştı. Genellikle çamaşırı, elbise, battaniye vs. bulunu- özel not defterleri, bazı hatıraları bir kütüphanede kitap rafları zemin- yordu. Anlaşılan sahibi gündelik kıya- ve çok sayıda fotoğraf bulunuyor- den başlar ve insan boyunun biraz üs- fetiyle burada yatıp kalkıyordu. du. Mansel bu not defterlerinde tüne çıkacak kadar yükselir. Hâlbuki rastladığı bazı ilgi çekici bilgileri burada değişik bir uygulamayla yerden Yatağın yanında bir şişeye dikilmiş gülerek anlatırdı. Sandıktan çıkan yaklaşık iki metreye kadar hiçbir raf haldeki mum eriyip bittikçe yerine ye- pek çok fotoğraf arasında İstanbul’a yoktu. İki metreden sonra tavana ka- nisi dikilmiş, dolayısıyla şişe erimiş ait ve bilhassa çok şiddetli olan 1894 dar kitaplar sıralanıyordu. Bu durum- mumlardan plastik sanat eseri haline depreminin yaptığı tahribatı göste- daki bir kütüphaneden faydalanmak gelmişti. Yıllar boyunca bu mumları ren fotoğraflara rastladığını söyler, için bir merdiveni dolaştırmak gereki- yakmak için yakılan kibritler de etra- değerlendirmek üzere bunları bana yordu. Bilhassa Rus yayınlarının sayısı fa saçılmıştı. Duvarlarda ağızları açık vereceğini belirtirdi. Fakat bu ne fazla olduğundan bu rafların çoğu bel vaziyette üst üste istiflenmiş tahta san- yazık ki mümkün olmadı. Bugün bu vermişti. Ayrıca çok sayıda Fransızca ve dıklar ve yatağın iki yanında yere yı- not defterleriyle fotoğraflara ne ol- başka dillerde kitaplar vardı. Bazı yaz- ğılmış haldeki kitaplar kütüphaneyi duğu hakkında bir bilgiye sahip de- ma eserler de mevcuttu. teşkil ediyordu. Yatak ve kitapların ara- sında milyonlarca tahtakurusu kayna- ğilim. Mansel evlerindeki bazı Emel Esin hanım 1987’de vefat et- şıyordu. dolaplarda dededen kalma tiğinde bu zengin kütüphaneyi vak- bir hayli Arapça kitap fetmiş olduğu duyuldu. Bu arada kü- Sahibinin hasta bir ruha sahip oldu- bulduğunu da anlatırdı. tüphanenin birkaç ciltten oluşan bir ğunun bir delili de yatak olarak kabul Bir işine yaramayacakları kataloğu yayınlandı. Fakat kitaplar her- ettiğimiz yığının içinde kınından ya- düşüncesiyle bunların kesin kullanabileceği bir mekâna ka- rı yarıya çıkarılmış vaziyette bir kama hepsini Edebiyat vuşturulamadı. Birçokları gibi yağma ile içine mermi sürülmüş ve emniyeti Fakültesi’nin edilip dağıtılmadıysa da derli toplu bir açık bir de tabancanın bulunması idi. İslam Tetkikleri halde herkesin faydalanabileceği bir ye- Zaten buradaki ilk iş, çarşıdan bir silah- Enstitüsü kü- re konulamadı. Söylentiye göre Salacak çı çağırtıp tereke hâkiminin kararıyla tüphanesine sırtlarındaki bina yıkılmış, kitaplar da bu silahı boşaltmak suretiyle tehlikesiz hibe etmişti. bir yere depolanmıştı. Bizim duyduğu- duruma getirmek olmuştu. muza göre ayrı bir kütüphane binası sindirici durumda bulunuyorlardı ki, inşa edilecek ve bu kitaplar orada yer- Üniversite rektörlüğü, üniversite kü- ancak tespit ve mirasçılara sağlanacak lerini bulacaktır. tüphanesinden ödünç alınmış 6 veya 8 bir değer takdiri işiyle meşgul olabil- ayrı ciltten oluşan kitapların da bu yı- dim. İçlerinden beni ilgilendiren her- Tahtakuruları arasındaki ğınların içinden bulunup yerine iade- hangi bir kitabı istemeyi veya almayı hazine sini istemişti. Epey bir gayretten sonra da düşünmedim. Bir yıl sonra bu kitap- bu pislik ve karmaşanın içinde listesi lar Beyazıt Çınaraltı’nda bir sergici ta- Tanıyıp gördüğüm özel kütüphane- verilen kitapları nasıl bulup çıkardılar, rafından yere serilmek suretiyle satılı- lerden biri de İstanbul Üniversitesi Ge- hâlâ şaşarım. Bu ciltleri bir iple paket- ğa çıkarıldı. nel Kütüphanesi görevlilerinden Na- leyerek bir zabıtla birlikte yerine gön- ci Fikret Baştak’a aitti. Bu zatın ömür derilmek üzere tereke hâkimine teslim Anlattığım örneklere bakıldığında boyu toplamış olduğu binlerce kitabın ettim. Fakat bir taraftan da bu derece sahibinin vefatından sonra çok az kü- bulunduğu mekâna bir kütüphane de- dağınık ve kötü şartlar içinde yaşayan tüphanenin yaşama şansı olduğunu nilebilir mi, bilmiyorum. Aslen Konya- bu kütüphane memurunun ödünç al- görüyoruz. En büyük temennimiz bir lı olan ve oldukça iyi Fransızca bildiği dığı kitapları büyük bir vazifeşinaslık kitapseverin vefatından sonra kitapla- anlaşılan Baştak’ın kitaplarını ancak örneği göstererek fişlerini doldurmak rının vefalı ve insaflı ellere miras kal- vefatından sonra görebildim. Tere- suretiyle evine götürmüş olmasını da masıdır. ke hâkimliğinin İstanbul Üniversitesi takdirle karşıladım. Eğer böyle yapıl- Rektörlüğü’nden bilirkişi istemesi üze- masa üniversite kütüphanesinin ki- rine görevlendirilmiştim. 1950’li yılla- tapları bu yığınların içinden bulunup rın başında gördüğüm kütüphane deh- çıkarılamazdı. Kitap aralarında kayna- şet verici durumdaydı. Cağaloğlu’ndan şan tahtakurularından o derecede tik- 100 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
—————Ka—y—ıtl—ar————————————————————————————— —Vir—an—Ol—an—Kü—tüp—ha—ne—ler——— NATO’ya giriş rüşveti karşılığında Kore Savaşı’na katılan Türk ordusu yetkilileri Amerikalıların, “Sizin dininiz yok mu, ruhanileriniz nerede?” sorusuna muhatap olacaklarını nereden bilebilirlerdi? Kore Savaşı’nda Dinimizi Amerikalılardan Öğrenmişiz Sovyet yanlısı Kuzey Kore ile Amerikan yanlısı Gü- ney Kore arasında 1950-53 yıllarında Soğuk Sa- vaş’ın ilk sıcak muharebesi yaşanıyordu. Dönemin ABD Başkanı Truman’a göre bu çatışma Sovyetler tara- fından idare ediliyordu ve bölgeye acilen müdahale edil- meliydi. Kuzey Kore’ye SSCB ile Çin Halk Cumhuriyeti, Güney Kore’ye Birleşmiş Milletler’in yardım ettiği, dolayısıyla ABD ile Sovyet Rusya arasında bir güç gösterisine dönen savaşta Güney Kore’ye asker göndermeyi ilk teklif eden ülke bizdik. İki kutuplu dünyada safımızı bir an evvel belirlemek istiyorduk çünkü. Demokrat Parti hükümeti Sovyet tehdidi karşısında NATO’ya kabul edilmek ümi- diyle savaşta ABD’nin yanında yer almaya karar vermiş- ti. Şöyle de diyebiliriz: Kore’de vermeyi peşinen göze aldı- ğımız şehitlere karşılık NATO rüşvetini kabul etmiştik. Bunlar Kore Savaşı’nın kısmen bilinen yönleri. Ser- dengeçti’nin Kasım 1950 tarihli 12. sayısında karşımıza çıkan kısa haber ise hazin, bir o kadar da trajikomik tarafına temas ediyor. Habere göre Türk ordusunda bir imamın olmayışı Amerikalılar tarafından tuhaf kar- şılanmış. Hatta bir güzel paylamışlar bizimkileri. “İyi de Cumhuriyetin ilânıyla laikliği kimseye kaptırma- yan Türk ordusunda hocanın işi ne?” diyenler çıkabilir. Gelin görün ki elin Amerikalısının ağzı torba değil ki büzesiniz. Yapıştırmış soruyu: “Sizin dininiz yok mu? Ruhanileriniz nerede? Biz Kore’de Allahsızlarla çatışıyo- ruz…” Habere bakılırsa bizimkilerde şafak atmış. Eh, atar tabii. Unutmaya azmettiğin dinini elin Amerikalısı gelip hatırlatsın! Tarihin şamarı derler buna. Ne izi geçer, ne acısı. Serdengeçti, Kasım 1950, Sayı 12. 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 101
— AVRUPA’NIN İNSAN YİYEN İNSANLARI Yamyamlığın Gizli Tarihi ANDREAS WEISER [email protected] 102 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————— Avrupa’da Yamyamlık Güney Amerika yerlilerinin insan eti yedikleri filmler ve belgesellerle zihnimize nakşoldu. Fakat Berlin ve Paris gibi Avrupa başkentlerinde 19. yüzyılın başında dahi yamyamlık izlerine rastlandığı öğretilmedi. İşte Avrupa yamyamlığının kan donduran tarihçesi. Y ıllar yıllar evvel, Güney Ame- yorlar: “Aju ne xe pee remiurama”. Yani, dın gelip bu dört parçayı alıyor. Bu iş- rika’da veya Yeni Gine’de yam- “Ben, yemeğiniz, geliyorum”. lem tamamlandığında kadınlar çadır- yamlar yaşarmış. Ya da en larının etrafında coşkulu çığlıklarla azından bize anlatılan hikâye böyle. Fakat Tupinambáların niyeti esirle- koşuşturuyorlar. Sonra vücudun ön ta- Şaşırtıcı olan şu ki, 19. yüzyılın başla- rini doğruca mideye indirmek değil. rafı ile arka tarafı ayrılmış olacak şe- rına kadar yamyamlığa Berlin veya Pa- Şimdilik bir kenarda tutup bayram za- kilde gövdeyi ortadan ikiye bölüyorlar. ris gibi şehirlerde de rastlanıyordu. Bu, manı yemeye karar veriyorlar. Staden Bağırsakları, kafa etlerini, beyni ve di- vahşi sahnelerden oluşan bir tasvirden tam 9 ay bu kişilerin elinde esir kalı- li yiyorlar. Geri kalan yenebilir kısım- ziyade, insan organlarının tıbbî amaç- yor. Bu süre boyunca da kendisine yer- lar da çocuklara veriliyor. Ritüel ta- larla tüketilmesi şeklindeydi. li halkın esirleri yemesi izletiliyor. mamlandığında herkes payına düşen eti alıp evinin yolunu tutuyor.” “Esir alındığım gün, Bertioga’nın 7 Staden günlüğünde ritüeli bütün mil kadar ilerisine yol alıyoruz. Vahşi- detaylarıyla anlatıyor. Fakat üslubu- Bütün bu anlatılanlar doğru olabi- ler adaya yöneliyorlar. Beni bottan çe- nun mesafeli olduğunu söylemek ge- lir mi? Boynuna süs olsun diye insan kip indiriyorlar. Öyle bir dayak yemi- rek. Yenecek bir sonraki kişi olmak- kemikleri takmış bir kabile reisinin şim ki gözlerim görmüyor. Ayağımdan tan duyduğu korku, Staden’in çok göze kazanında pişirilen insanlar ırkçı bir yara almışım, hareket edemiyorum. batmayacak bir yerde, tarafsız bir göz- karikatür gibi görünmüyorlar mı? Kumun üzerinde öylece yatıyorum. lemci rolünde olayları takip etmesine Vahşiler etrafımı sarmış, tehditkâr el- yol açmış olsa gerek. Günümüzde pek çok bilim adamı kol hareketleri yapıyorlar. Akılların- Tupinambálar ve bazı başka yerli kabi- dan geçenin beni oracıkta mideye in- “Esiri öldürmek için kullandıkları lelerin insan yediklerini kabul ediyor- dirmek olduğunu anlıyorum.” sopaları tüylerle süslüyorlar. Her şey lar. Patologlar ve biyokimyacılardan hazır olduğunda esirin hangi gün öle- öğrendiğimize göre yüzyıllar öncesin- 1553 Aralık’ının güneşli bir günün- ceğini belirliyor ve diğer köylerden in- den kalan pişirme kaplarında ve Ana- de, Brezilya’nın Atlantik kıyısında ça- sanları festivale katılmaya davet edi- sazi yerlilerinin dışkılarında insan pro- resizce sahile uzanmış bu zavallının yorlar.” teinine rastlanmış. Dahası, Amazon’da adı Hans Staden’dir. Kendisi Hesse’den buna benzer yamyamlık vakalarının (Almanya) gelen bir paralı askerdi. Por- Atlantik kıyılarında yer alan bu 20. yüzyılda da devam ettiğini göste- tekiz hükümdarının hesabına bugü- yağmur ormanlarındaki drama en vu- ren deliller mevcut. Örneğin Wariler, nün São Paulo’su yakınlarında küçük rucu anına yaklaştığında “bir adam yalnızca öldürdükleri düşmanlarını bir tabura komutanlık yapmaktaydı. elinde sopayla esirin tam karşısında değil, hayatını kaybeden akrabalarını Aklı bir karış havada istihkâmından durup diğerlerini de bu sahneye şahit da yerlerdi. İnsanın sevdiği bir akraba- uzaklaştığı bir gün, o zamanlar Por- olmaya zorluyor. O sırada cellat yanın- sını çamurlu toprağın altına gömme tekizlilerle savaş hâlinde olan Tupi- daki 13-14 kişiyle oradan ayrılıyor. Vü- düşüncesi Wariler için dehşet vericiydi. nambáların eline düştü. Kıyı boyunda cutlarını külle griye boyadıktan sonra yaşayan bu yerli halk esirlerini ya köle- geri dönüyorlar.” 1990’lar gibi yakın bir tarihte yerli leştirir ya da mideye indirirdi. halklar uzmanı Werner Hammer, Ya- Bu esnada esirle kendisini öldür- nomamilerin ölen akrabalarının kül- “Ubatuba adındaki köylerine yakla- mek üzere olanlar arasında bir konuş- lerini bir tür muz ezmesine kattıkla- şıyoruz. Gözümün önünde yedi kulübe ma geçiyor. Daha sonra cellat, esirin rına, sonra da bu ezmeyi yediklerine beliriyor. Botlarımızın kıyıya vurduğu “başının arkasına” vurduğu darbeyle şahit olmuştur. Yanomamiler böylece sahillere yakın tarlalarda kabilenin onu öldürüyor. Kadınlar derisini ateş hayatını kaybeden kişiyle sonsuza dek kadın üyeleri çalışıyor. Beni bu kadın- üzerinde yüzdükten sonra cesedi par- sürecek bir ilişki kurmuş olduklarına lara kendi dillerinde bağırmaya zorlu- çalara ayırıyorlar. Bir adam cesedin inanıyorlardı. “dizinin yukarısından bacaklarını ve kollarını kesiyor”. Ardından dört ka- 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 103
Tarih Şaşırtır —————————————————————————————————————— Ölen kocasını yiyen Alman » Amerika yerlilerinin ölü insan bedenlerini parçalayıp pişirdikten sonra yemelerini tasvir eden Batı kaynaklı bir resim. Peki, bir anlatıcı olarak Hans Stades ne kadar güvenilir? Onun Warhaftige türlerinden bir canlının etini tükete- da Alsace’taki insanların mezarları Historia und beschreibung eyner Landts- bilir, uygar bir toplumda bu tahayyül açıp ölüleri yediklerini, idam edilen chafft der Wilden Nacketen, Grimmigen dahi edilemez. Ne var ki, bu görüş ek- kişilerin asma tahtasının altında ka- Menschfresser-Leuthen in der Newenwelt sik olduğu kadar gerçeklere dayanma- lan kısımlarından itibaren kesilip ye- America [Yeni Dünya Amerika’da Yaşa- maktadır. nildiklerini anlatıyordu. 1636 yılında yan Vahşi, Çıplak, Somurtkan ve İnsan Ruppertschofenli (Almanya) bir kadın Yiyen İnsanların Hikâyesi ve Tasviri] Antropologlar üç tür temel yam- çobanın, “ölen kocasının etlerini par- başlıklı kitabı 1557 yılında Marburg’da yamlık davranışı tespit ederler: açlık- çalayıp kendisi ve çocukları için pişir- (Almanya) yayınlandı. Bu kitap kayıp tan kaynaklı yamyamlık, ritüele da- diği” anlatılıyordu. dünyaya dair ayrıntılı tanımlamalar yalı yamyamlık ve tıbbî yamyamlık. içeren ilk eserlerden biri. Bugün pek Bunlardan ilki, varoluş mücadelesinde Modern zamanlarda dahi çaresiz- çok kişi Staden’in anlattıklarının doğ- kullanılan bir hayatta kalma stratejisi- liğin insanları yamyamlığa ittiği hal- ru olduğuna inanıyor; ayrıca Brezilya- dir ve tarihin bütün zamanlarında gö- ler olmuştur. Bu durumun en bilindik lı araştırmacılar için kitap kıymetli bir rülür. örneklerinden biri, Uruguaylı bir rag- kaynak hükmünde. bi takımının başına gelenlerdir. 1972 Hans Staden Güney Amerika’da kat- yılında And Dağlarına düşen uçağın Staden’in anlatısı hissiz görünebi- ledilme tehlikesiyle karşı karşıya iken, yolcuları 72 gün boyunca karlı dağlar- lir. Fakat kitabın başlığından da anlaşı- Avrupa salgın hastalıklar, savaşlar ve da mahsur kalmış; kurtulanlar ölenle- lacağı üzere Staden’in kültürel önyar- kıtlıkla boğuşuyordu. Veba Avrupa so- ri yiyerek hayatta kalmıştı. Bu hikâye gılardan azade olduğu düşünülemez. kaklarında kol geziyordu; Otuz Yıl Sa- sonradan Alive adını taşıyan Hollywo- Tupinambáları esirlerini öldürmeye, vaşı (1618-48) Avrupa’yı adeta yerle bir od yapımı bir filme konu olacaktı. sonra da yemeye iten şey kana susamış etmişti. Öte yandan, her geçen yıl da- olmaları değildi. Staden’in fark edeme- ha kötüye giden iklim şartları nede- 1941-44 yılları arasında Alman Or- diği şey buydu. Tupinambáların yam- niyle yıllar boyunca hasatlar yok ol- dusu (Wehrmacht) Leningrad (şimdiki yamlığının kara büyü inançlarından muş, kıtlık yeniden baş göstermişti. St. Petersburg) şehrini kuşatıp bütün ileri geldiği, düşmanlarını onların fi- ikmal yollarını kapattığında şehir- zikî ve zihinsel güçlerini ele geçirmek Kimi görgü şahitleri 1636 yılın- üzere yedikleri elbette Staden’in hayal gücünün çok ötesinde kalıyordu. Aslına bakılırsa bütün bir seremo- ni, düşmanın gücüne verilen değer ve saygının ifadesi gibiydi: Durham Üni- versitesi’nden Richard Sugg’ın da ifa- de ettiği gibi, o zamanlar Amazon or- manlarında yaşayan halklar, bunun onurlu bir ölüm olduğuna inanırlardı. Tıbbî yamyamlık Sugg’ın araştırma alanlarından biri. Ne var ki Staden için bu köylüler nihayetinde “büyük bir nefret ve kıskançlıkla” kurbanlarını midesine indiren vahşi yaratıklardan başka bir şey değildi. Aslında bu, Avrupa’daki “zamanın ruhu” ile oldukça uyumlu bir değer- lendirmeydi. 16. yüzyılda İspanyollar, Yeni Dünya halklarına karşı yürüttük- leri zapturapt ve köleleştirme politika- larını meşrulaştırmak için buralarda yaşayan yerlileri şeytanlaştırmışlardı. Avrupalılar tarihî olarak yamyam- lığın kendi ahlakî ve coğrafî sınırla- rının dışında kaldığına inanırlar; on- lara göre yamyamlık, tam bir tabu ve sapkınlıktır. Yalnızca “vahşiler” kendi 104 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————— Avrupa’da Yamyamlık de çaresizce tutsak kalan sakinlerin BEBEKLER KURUTULUP MUMYA YAPILDI önünde iki seçenek vardı: ya açlıktan ölecekler (ki yüzbinlerce insanın ba- Şüphelerin pek çoğu, sömürgeci- göre epey pahalı olduğunu söylemek şına gelen buydu) ya da bir tabuyu yı- lerin işlediği günahlarla daha da arttı. gerekiyor. kacaklardı. Birkaç yüz kişi, ikincisini 1800 yılında Afrikalı araştırmacı Mungo seçti. Park, zincire vurulmuş kimi kölelerin Mumyalamaya şüpheyle yaklaşan az Avrupalıların kendilerini zorla çalıştıra- sayıda insan arasında Fransız hümanist Bunun aksine Tupinambáların ri- cağını değil, yemek için öldüreceklerini Montaigne de vardı. Montaigne daha tüel nitelikli yamyamlıkları bir çare- düşündüklerini söylemiştir. Peru’da 16. yüzyılda mumyalama furyasının sizlik ifadesi değildi. Bu daha ziyade, İspanyollara karşı ilk isyan, sömür- yamyamlık demek olduğunu söylüyor, Avrupalıların uygulamakta olduğu gecilerin yerli halkı vücut yağlarını Avrupalıların ‘vahşi’ halklara yöneltmiş metodik ve sembolik anlamlarla yük- almak için öldürdükleri söylentisiyle olduğu “eleştirileri” hatırlatıyordu. As- lü tıbbî yamyamlık ile daha fazla or- çıkmıştı. Avrupalılar ölülerin uzuvlarını lında Montaigne’in haklı olduğu bir ta- tak noktaya sahipti. Her iki tür yam- Atlantik’in öbür yakasında dahi alıp raf var. İngiliz tıp tarihçisi Richard Sugg, yamlığın da temelinde, ölmüş bir satıyordu. 1500 ila 1900 yılları arasında Avrupa kültüründe yamyamlığın ‘geri bedenin bile yaşayanlara aktarılması doktorlar, berber hekimler ve eczacılar kalmış’ kabilelere göre çok daha yaygın mümkün birtakım güçlere sahip ol- hastalarına mumya denilen ve mumya- olduğunu söyler. Mumya kullanımı duğu inancı yatıyordu. Bu anlayış hem lanmış insanların bedenlerinden elde sihirli bir ritüel değildi, bilakis kültürel ve Tupinambálar, hem Wariler, hem de edilen bir ilaç reçete ediyordu. Bu ilaç ekonomik hayatın ayrılmaz bir parça- Yanomamilerde görülmekteydi. Hat- neredeyse bütün hastalıklar için tedavi sıydı. Avrupa’da doktorlar ve eczacılar ta Yeni Gine’nin yağmur ormanların- amacıyla kullanılıyordu.Mumya ticareti yamyamlıktan çok iyi para kazandılar. da yaşayan kimi kabilelerde de bu tür öylesine büyük bir hacme ulaştı ki, talep Cellatlar ve mezar hırsızları bu kârlı bir anlayışın mevcut olduğu görülür- kısa süre içinde Mısır’dan gelen gerçek tedarik zincirinin en büyük halkalarıydı. dü; tıpkı Londra, Paris ve Berlin’in sa- mumyalardan elde edilen ilaçların mik- Sugg’a göre “Avrupa yamyamlığı farklı kinleri gibi. tarını aştı. Sonuç olarak hem dağıtıcılar, alanlarda, farklı ülkelerde ve biçim- hem de eczaneler dilencilerin, cüzam- lerde ortaya çıkmıştır. [...] Avrupa’daki Kızıl saçlının eti daha lezzetli lıların ve vebalıların bedenlerinden ya- yamyamlıkla Brezilya’daki bir kabilenin pılan sahte mumyaları kullanır oldular. sınırlı yamyamlık pratikleri kıyaslanmaz Avrupa’da yaşayan yamyamlar ay- Düşük yapılan bebekler de kurutulup dahi.” nı zamanda ölenin bedenindeki giz- mumya diye satılırdı. li güçlerden faydalanmak maksadıyla ‘Aydınlanmış’ Avrupa’da yamyamlık çeşitli organları da tüketiyordu. Fakat Gerçek Mısır mumyası bir lüks tüke- gibi bir şeyin mümkün olamayacağına bu güçler bir kişinin esir alınmasıyla tim ürünüydü. Fransa Kralı I. Fransuva ilişkin görüşlere karşı bu kadar örnek ele geçirilemezdi. Avrupalı yamyam- (1494-1547) her zaman yanında bir yeter. lar daha ziyade idama mahkûm edilen mumya parçası gezdirirdi. Attan düş- kişilerin bedenlerinden faydalanırdı. mesi halinde bununla kendisini hızlıca iyileştirebileceğini düşünüyordu. 16. yüzyılda Hans Staden Güney Benzer şekilde hem İngiliz filozof Amerika’da idam edileceği günü bek- Francis Bacon (1561–1626), lerken, Avrupa’daki doktor ve eczacı- hem de Rus yazar Lev lar hayata yeni veda etmiş ölü beden- Tolstoy (1828–1910) den aldıkları o büyülü enerji üzerine mumya önünde yeminler ediyorlardı. İnsan etini ye- yemin etmişlerdi. mek, izbe ve gizemli sokak aralarında 1912 yılına gelin- gizliden gizliye yapılan bir iş de değil- ceye kadar Alman di. Yüzyıllar boyunca ölmüş kişilerin ilaç firması Merck, bedenlerinin parçaları veya bu parça- kataloğunda ‘Mumia vera aegyptica’ lardan yararlanarak elde edilen kimi adında bir ürüne yer vermiş ve arzın maddeler Avrupa’da eczacılığın köşe “kaynaklar bulunduğu sürece” taşlarını döşemişti. Mumya ve ölü be- devam edeceğini ifade den uzuvlarının ticaretini yapmak, bu etmiştir. Kilosu 17,50 dönem Avrupa’sında kârlı bir işti. Mark olan bu ilacın, kendi dönemine Doktor ve simyacı Paracelcus, tıbbî yamyamlığın en dikkat çekici temsil- cisidir. Bu iş için somut ve açık kural- lar getirmiştir. Paracelcus’un müridi Johann Schröder, 17. yüzyılda şöyle ya- zıyordu: 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 105
Tarih Şaşırtır —————————————————————————————————————— “En ideali, 24 yaşlarında kızıl saçlı (Nekromansi1 Sanatı) başlıklı kitabın- kapları kanla doldurup geri verirdi. genç bir erkeğin, vahşi bir şekilde ca- da bilhassa idam edilen suçluların et- Hastalığın idam edilen kişinin taze ka- nı alınmış bedenini elde etmektir.” O leri ve kanlarının çok verimli olduğu- nıyla hafifletilebileceğini veya iyileşti- zamanlarda kırmızı saçın “daha hafif nu söylüyordu. rilebileceğini düşünen sara (epilepsi) kana” ve “daha kaliteli ete” delalet etti- hastaları vardı. İstedikleri, ruhu içsel- ği düşünülürdü. Zamanın yerleşik gö- Der entseelte Patient [Ruhundan Arın- leştirmekti; en nihayetinde Hildegard rüşüne göre ölü bedenin kan kaybın- dırılmış Hasta] başlıklı kitabında, tıb- von Bingen daha eski bir tarihte epi- dan ölmüş olmaması özellikle önem bî yamyamlığın tarihini detaylarıy- lepsiyi “ruhun bedenden ayrılması” di- taşıyordu, zira kanı olmayan bir bede- la ortaya koyan kültür bilimci Anna ye tanımlamıştı. nin ruhunun da olmadığı düşünülür- Bergmann, “kullanılabilecek bunca dü. kaynak varken, niçin idam edilen suç- Düşünün, bunlar Ortaçağlarda de- luların bedenleri en yaygın kullanı- ğil, 1858’in Almanya’sında (Göttingen) Ne var ki ölü bedene içkin olan güç- lan araştırma nesnesi olmuş?” diye so- yaşanıyordu. Aynı yıl ilk kıtalararası lerin çok kısa sürede etkisini yitirebile- ruyor. Bu sorunun cevabı kısmen safi denizaltı iletişim kabloları kullanıma ceğine inanılır, bu sebeple bu bedenle- pragmatizmle açıklanabilir: “Birinin sokuldu. Kısa süre sonra Marx’ın Eko- rin henüz tazeyken gerekli işlemlerden katili olmaksızın taze ve genç bir be- nomi Politiğin Eleştirisine Katkı başlıklı geçmesi gerektiğine inanılırdı. Bir ki- dene erişmek nasıl mümkün olabilir eseri yayınlanacaktı. Son olarak Ru- şi hayatını kaybettiğinde bedenle ruh ki?” Ne var ki Bergman’a göre Para- dolf Virchow, hastalıkların vücuttaki arasındaki ilişkinin 3-4 gün içinde kop- celcus’un tavsiyelerinin altında daha hücrelerde meydana gelen bozukluk- tuğu düşünülürdü. Dolayısıyla yalnız- köklü gerekçeler yatıyor. Bu tavsiye- lardan kaynaklandığına ilişkin teori- ca taze bir ölü bedeni (veya bu bedenin lerin kökleri, Hıristiyanlıktaki idam sini geliştirdi. Bu yeni düşünce yapısı, yan ürünlerini) tüketebilenlerin ruha ritüellerine ve sihir teorilerine kadar hastalıkları vücut sıvıları ile açıklayan ve onunla özdeşleştirilen güçlere erişe- uzanır. Bu gelenekler Tupinambáların eski paradigmanın yerini alacaktı. bileceğine inanılırdı. inanışlarından daha çok veya daha az batıl değildir. Tıbbî yamyamlığın destekçileri için Özellikle kan, bedenle canı birbi- öldürülen kişinin kanını boşaltmak rine bağlayan ruhu taşıyıcısı olarak İşkence odalarının ‘zavallı günah- sadece başlangıçtı. Doktorlar idam edi- son derece değerliydi. Rivayetlere göre kâr’ın ruhunu temizlediğine, suçunu len kişinin vücudunda en çok rağbet 1492 yılında Papa VIII. Innocent ölüm itiraf eden suçlunun kötü ruhlardan gören parçaları kendileri almak için döşeğindeyken, doktorlar rahip yar- arındığına inanılırdı; yani yapılan as- cellatlara az dil dökmezlerdi! Bu sıra- dımcısı üç çocuğun damarlarını açıp lında bir tür çarmıha germe idi. Vic- da sıradan insanlar da doktorlara yük- ölmek üzere olan Papaya kan naklet- dan azabı ve merhamet duyarak ru- sek meblağlar ödemek yerine, kıymet- meye çalışmıştı. Tabii bu işlem sonu- hunu son yolculuğuna uğurlayan ve li ganimetleri toplamaya çalışırlardı. cunda çocuklar hayatını kaybetti. Pa- ondan arınmış olan bu beden, deyim İdam masasında veya mezardaki ölü pa da çok uzun süre dayanamadı. yerindeyse Avrupalı yamyamların bedenleri adeta yağmalarlardı. Sıklık- ağızlarını sulandırırdı. la idamdan sonraki birkaç gün içinde Mahkûmun kanı hastaya şifa öldürülen kişiden geriye yalnızca ufak Başı vurulan mahkûmların kanı tefek parçalar kalırdı. O dönem Papa’nın himayesi altında damarlarından fışkırırken, izleyenler kendisine hizmet veren doktorlar, Pa- ona doğru koşar, ellerindeki cam kap- Bu durumda Avrupalılardan bahse- racelcus’un kısa süre sonra ortaya ata- ları ve kavanozları uzatırlardı. Cella- derken de “vahşi, somurtkan, insan yi- cağı temel ‘prensipleri’ henüz bilmi- dın yardımcıları da iştahla şarapları- yen insanlar” dememiz gerekmez mi? yorlardı: Paracelcus, Kunst Necromantia nı içen kalabalığın kendilerine verdiği 20. yüzyıl gibi geç bir tarihte bile Sah- İNSAN ETİ TURŞUSU! Vücut yağı da oldukça revaçtaydı. Tıp profesörü Tobias Andreae, boğu- 17. yüzyılda halk arasında pek çok larak idam edilen bir çocuk katilinin farklı “reçete” dolaşıma sokulmuştu. cesedini parçalarına ayırmıştı. Bu Bunlar bazı durumlarda sözlü, bazı du- kişinin bedeninden yaklaşık 20 kiloluk rumlarda da âlimlerin kitaplarında yazılı Armesünderfett (zavallı günahkârın olarak paylaşılırdı. Yaşadığı dönemin yağı) çıkarmıştı. 1739 yılında Johann en önemli ilaç kitabını yazan Dr. Johann Heinrich Zedler’in meşhur ansiklo- Schroeder insan etinin “küçük parça- pedisi, günlük kullanım için ölü insan lara ve dilimlere” ayrılmasını, dinlen- bedenlerinden yapılma ilaçların nasıl dirilmesini, alkollü suda turşusunun hazırlanacağını anlatıyordu. kurulmasını ve nihayet kurutulmasını öneriyordu. 106 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————— Avrupa’da Yamyamlık ra altı Afrika’sında yaşayan insanlar, » Tabakta el ve bacaklar Tupinambáların bu duruma verdikle- Avrupalıları tam da böyle tanımlamış Marko Polo’nun Dünyanın Hikâye Edilişi - ri tepkiyi şöyle anlatıyor: “Benim için olmalı. Bu kişiler Avrupa’da -bir şekil- Harikalar Kitabı’nda yer alan insan vücudunu ‘tam bir Portekizli. Ölümden korktuğu de- yamyamlık uygulamalarının var yiyen Doğuluları tasvir eden bir çizim. için bu kadar bağırıyor’ diyorlar. Genç olduğunu gerçekten bilmeden, beyaz yaşlı demeden her biri, benimle vahşi adamın yamyam olduğuna inanırdı. Richard Sugg Azteklerin esirlerine, bir şekilde alay ediyor.” cesaretlerini test etmek amacıyla iş- “Korkakların eti yenmez” kence ettiklerini, bu sayede yaklaşan Brezilyalı kültür bilimci Vanete seremoni öncesinde bu kişilerin uy- Santana Dezmann, Hans Staden’in Tupinambálar tarafından esir alı- gunluğunu tespit ettiklerini söylüyor. içinde bulunduğu panik halinin ha- nan Staden, sersemlemiş bir halde Aynı zamanda kurbanlar da, Güneş yatını kurtardığını, çünkü kabilenin günlerini geçirirken, Tupinambála- tanrısının gözünün kendi üzerlerinde gözünde kendisini değersizleştirdiği- rın bayramda yemek üzere bir kena- olduğu bilinciyle, işkencecileriyle gö- ni düşünüyor. Korkaklıkla malul bir et ra ayırdıkları insana ne kadar iyi mua- nüllü olarak işbirliği yapıyordu. parçasının ne kıymeti olabilir ki? Tupi- mele ettiklerini şaşkınlıkla izledi: nambáların 9 aylık esaretin ardından Staden bunlara ek olarak Tupinam- Staden’i serbest bırakmalarının ardın- “Bu esirlerin başında onları besleyen báların düşmanın fiziksel ve zihinsel da yatan sebep bu olabilir. ve onlarla ilişkiye giren bir kadın bulu- sağlığına da büyük önem verdikleri- nuyor. Eğer kadın hamile kalırsa, çocu- ni ifade ediyor. Nihayetinde bu kişiler, Korku insanı yiyip bitirir. Staden de ğu büyütüyorlar... Esirlerin yemekleri- arayıp da bulamadıkları malzemeleri bir korkağın şansına sahiptir. Hesse’ye ni düzgünce yemeleri için gözlerini bir teşkil ediyordu. Bu çerçevede bakıldı- döndükten sonra bir doktorla birlikte an olsun ayırmıyor, esirin bayram gü- ğında Tupinambálar için Alman para- bu yaşadıklarını anlattığı kitabı kale- nüne kadar hayatta kalmasını sağlıyor- lı askerin bir hayal kırıklığı olduğunu me aldı: ‘Menschenfresserleuth’ – yani ‘İn- lar. Bu sırada diğer hazırlıklar yapılı- söylemek gerekiyor. san Yiyen İnsanlar’. yor. İçeceklerin konduğu büyük kaplar, hatta bu kapları boyamak ve süslemek Oyunun kuralları Staden için çok Sonra Marburg’da yeni bir işe atıldı için kullandıkları malzemelerin bu- yabancıydı. Kendi vatanında, yani 16. ve nitrat yapmaya başladı. 1576 yılında lunduğu bir tekneleri var.” yüzyıl Avrupa’sında, birazdan yenecek hayatını kaybetti. Vücudunun akıbeti olan kişi kendisini yiyecek olan kişi ile ise bilinmiyor. Kurbanlara son derece saygılı bir herhangi bir temas kurmazdı. Staden şekilde muamele edilir, hatta doğum bütün cesaretini yitirmişti. Bağırıp Dipnot yapmalarına bile izin verilirdi. Fakat çağırıyor, ağlıyor, serbest bırakılmak 1. Ruh çağırma, ölülerle haberleşme vb. esirin önce yapması gereken, iyi mua- için yalvarıyor, tanrısına yakarıyordu. meleyi hak ettiğini kanıtlamaktır. Not: GEO’nun Aralık 2011 tarihli sayısından tercüme edilmiştir. 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 107
Doğu’dan Batı’ya ———————————————————————————————————— 108 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
——————————————————————————————————————— Endülüs ve Bilim ’ÜN AVRUPA’YI AYDINLATAN ALTIN ÇAĞI O OSMAN BAKAR [email protected] rtaçağ Avrupa için Ki- lisenin ölümcül tahak- kümü, koyu bir in- san-bilim-din çatışması demekti. Oysa aynı dönem İslam dünyası için bambaşka bir anlam taşıyordu. Endülüs Avrupa’daki vah- şet sahnelerinden uzak, İslam me- deniyetinin en parlak halkaların- dan biri olarak ışıldıyordu. İlim ve kültür sahasında dönemi- nin en başarılı, en parlak öğrenci- si olan Endülüs’ten bilim tarihi ya- zarları övgüyle bahsederler. Ayrıca felsefe, edebiyat ve güzel sanatlar- da da zirveyi teşkil eder bu öğren- ci. Mürsiyeli İbnü’l-Arabî gibi çok sayıda âlim, düşünür ve sanatkâr Ortaçağ karanlığını delen fenerler misali ışık saçarlar Batı Avrupa top- raklarına. Herhalde Endülüs toprak- ları, üç İbrahimî dinin barış içinde yaşayıp ortak kültür ve medeniyet geliştirdikleri ve bunu uzun sü- re devam ettirdikleri tek merkezdi Avrupa’da. Yeri gelmişken belirte- lim, bugün bazı Batılıların Endü- 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 109
Doğu’dan Batı’ya ———————————————————————————————————— » Ortaçağın Yahudi filozofu Yahudi cemaatinin önde gelen âlimlerinden Meymonides’in (İbn Meymun) bir heykeli. » Filozofluktan hekimliğe Endülüs İslam tıbbının abide şahsiyeti filozof İbn Rüşd’ün bir portresi. lüs’ün bu özelliğini yalnızca nostal- yu hüküm sür- sıyla bahsi geçen asırlar sadece En- jik bir unsur olarak telakki etmeleri dü. Abdurrah- dülüs biliminin değil, İslam dün- çok da kayda değer değildir. man Bağdat’ta yasının da altın çağıydı. gerçekleştirilen Endülüs’ün ilim, zenginlik ve kültürel ve bi- Bu gerçek de gösteriyor ki Endü- güç konusundaki tek rakibi doğu- limsel başarı- lüs’ün birikimi, İslam dünyasında- daki İslam dünyasıydı. Her ne ka- ları esas alarak Endülüs’te yeni bir ki kültürel ve bilimsel faaliyetler- dar coğrafî olarak Batı’da yer alsa ilim kültürü inşa etmek arzusun- den ayrı düşünülemez; onların bir da entelektüel, manevî ve kültürel daydı. Oğlu II. El-Hakem (ö. 976) de parçasıdır. Velhâsıl Endülüs İslam anlamda İber yarımadası Atlantik babasının sarayda başlattığı ilim ge- dünyasının Batı kanadıydı ve Mağ- kıyılarından Çin’e kadar yayılmış leneğini hız kesmeden devam ettir- rip ile birlikte bir kültürel birlik olan İslam dünyasının ayrılmaz bir di. meydana getiriyordu. parçasıydı. Endülüs biliminin altın çağı, Cebir, optik, mühendislik Endülüs’ün İslam dünyasına kat- büyük âlimlerin yaşadığı 11. ve 12. kıları yanında Batı medeniyetine yüzyıllara tekabül eder. Bu dönem Bu dönemde Endülüs ile İslam etkisi de tarihî önem arz eder. Bil- bilimsel üretkenlik ve eser ortaya dünyasının diğer bölgeleri arasında hassa matematik, pozitif bilimler koyma konusunda en verimli za- bilgi alışverişi oldukça canlıydı. Çok ve tıp alanlarında Endülüs’ün zen- man dilimiydi diyebiliriz. Ancak sayıda bilim insanının muhtelif se- gin birikimi Avrupa’ya dalga dalga sadece Endülüs’e has veya onunla beplerle Endülüs ile Doğu arasında yayılmıştır. 10. yüzyılda Kurtuba’da- sınırlı olduğunu söyleyemeyiz. Av- seyahat ettiği biliniyor. Bu seyahat- ki Emevi Halifeliğinin kurucusu III. rupa’da bilimsel faaliyetler itiba- Abdurrahman’ın (ö. 961) bilimsel riyle en gelişmiş merkez olsa da, gelişmeleri destekleyen icraatlarıy- bu unvanı Ortadoğu ve Orta Asya la ivme kazanan Arap-Müslüman ile paylaşmak zorundaydı. Dolayı- bilimi bu topraklarda yüzyıllar bo- 110 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
——————————————————————————————————————— Endülüs ve Bilim ler bilimsel düşüncenin uluslara- Yahudi ve Hıristiyan mütercimler Diğer yandan Hakîm Alfonso Arap- rası dolaşıma girmesi ve dünyanın İslam dünyasının felsefi ve ilmî bi- ça eserlerin Latinceye tercümesi ça- diğer yerlerine ulaşması açısından rikimini kendi toplumlarına akta- lışmalarına eğilmişti büyük bir he- ehemmiyet arz eder. rıyorlardı. Arapça eserler İbranice, yecanla. Aralarında Müslümanların “Bilim insanı” ifadesini mate- Latince ve Kastilyan dillerine ter- da olduğu Kurtuba ve Tuleytula’da- matikçiler, tabiat bilimcileri, tıp cüme ediliyor; ayrıca Yunancadan ki mütercimlerin bazıları üç lisan doktorları ve coğrafyacılar için Arapçaya önceden yapılmış tercü- biliyordu. Mütercim olmanın öte- bilhassa seçtim. Bu elbette mo- meler de gözden geçiriliyordu. Bu sinde her biri bilim insanıydı. dern bir ifade. Modern çağda “bir faaliyetler hem şahsi gayretlerle, alanda uzman olan kişi” mânâsın- hem de “okullar” vasıtasıyla yürü- Botanik ve tıpta zirve da kullanılan bu terim Ortaçağ’da tülüyordu. Endülüs bilimi özellikle botanik ne İslam dünyasında, ne de diğer 10. yüzyılda Kurtuba’da Yahudi ve tarım, astronomi ve tıp alanla- medeniyetlerde mevcuttu. Orta- hekim Hasday ibn Şaprut ile birlik- rında çağının ötesine geçmişti. Bo- çağ bilim insanı, günümüz itiba- te çalışan bir grup mütercim ile 13. tanik konusunda öne çıkanlar riyle “bütün bilimler konusunda yüzyılda Hıristiyanlar tarafından ansiklopedik bilgiye sahip kişi” yönetilen bugünkü Toledo’daki (Tu- olarak algılanıyordu. Endülüs’te leytula) Hakîm Alfonso (X. Alfonso YÜZYILLAR BOYU de aynı anlayış geçerliydi. Bugün el-Sabio, 1221-84) tarafından destek- ENDÜLÜS’ÜN MÜSLÜMAN bizim için Ortaçağ bilim insanları lenen tercüme okulundan ayrıca ÂLİMLERİ her alanda genel bilgi sahibi kişi- bahsetmeliyiz. İbn Şaprut Kurtu- ler olarak görünseler de, farklı sa- ba’daki Yahudi bilim adamları gru- halarda yeni bilgiler de ortaya koy- bunu organize ediyor, Arap- muşlardı. Hatta çeşitli disiplinlerin ça eserlerin İbraniceye usullerinin geliştirilmesi ve ye- tercümesini sağlıyordu. 9./10. yüzyıllar ni disiplinlerin ortaya çıkmasına Ebü’l-Kasım Mesleme katkıları inkâr edilemez. Özel- el-Mecritî (Simya, Matematik) likle cebir, trigonomet- Arib ibn Sa’d el-Katib ri, optik ve mühendis- lik Müslüman bilim (Tıp, Tarım bilimi) adamları tarafın- Ebü’l-Kasım ez- Zehrâvî (Tıp) Abbas ibn Firnas (Matematik, Müzik, Fizik, Aerodinamik) dan geliştirilen 11. yüzyıl disiplinlerdi. İbn Ebi Yevad (Tarım bilimi) Modern bi- El-Mecriti limlerden fark- El-Tigneri (Tarım bilimi) lı olarak Orta- El-Bassal (Tarım bilimi) Ebu ‘Ubeyd el-Bekri (Bota- çağ’da bilimler 13. yüzyıl nik, Tarım, Coğrafya) İbn Sa’id (Coğrafya) hakikatle rabı- Ebü’l-‘Abbas en-Nebati (Botanik) İbn Haccac (Botanik) talarına göre sı- Abdullah ibn Ahmad ibn Ebu İshak ez-Zerkâlî (Ma- nıf landırılıyordu. el-Baytar (Botanik, tematik, Astronomi) Mesela eski matema- tikten bahsettiğimiz İlaç bilimi) 12. yüzyıl zaman bu, astronomi ve İbn Bâcce (Astronomi, Fizik, Zooloji, Felsefe) müziği, aritmetik ve geometri- El-Gâfikî (Botanik, Tıp, İlaç bilimi) yi de kapsıyordu. İbnü’l-Cevaliki (Hayvan bilimi) İbn Rüşd (Averroes) (Tıp, Mantık, Felsefe) Müslüman bilim insanları öncü Ez-Zühri (Coğrafya) El-Mazini (Coğrafya) olmakla birlikte Endülüs biliminin İbn Cübeyr (Coğrafya) gelişmesinde Yahudi ve Hıristiyan- ların katkısı da göz ardı edilme- Cabir ibn Eflah (Astronomi) Ibn Tüfeyl (Tıp, Astronomi, Felsefe) El-Bitruci (Astronomi) melidir. Bu durum kültürler arası Ebu Mervan ibn Zuhr (Tıp) etkileşimi de kolaylaştırmıştı. Mü- Ebu Zekeriya Yahya ibn Muhammed ibn tercimler özellikle zikredilmeli. el-Avvam (Tarım bilimi) El-İdrisî (Coğrafya) 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 111
Doğu’dan Batı’ya ———————————————————————————————————— Ebu Ubeyd el-Bekrî ve sif ettiği muhteşem an- öncüsü tarım uygulamaları ve bah- çıvanlık sayesinde Endülüs’e has ye- İbn Haccac (10. yüzyıl), siklopedik çalışmasının ni bir bahçe düzenleme tarzı ortaya çıkmış; bugüne “İspanyol bahçesi” el-Gâfikî ile İbnü’l-Avvam da çağlar boyunca aşıla- ismiyle ulaşmıştır. (11. yüzyıl), Ebü’l-Abbas » Cerrahi madığını söyleyelim. Bo- Endülüs tıp alanında da Av- rupa’dan açık ara öndeydi. İslam el-Nebâtî ile Ebu Mervan uzmanı tanikçi En-Nebâtî, diğer tıbbında öne çıkan isimler za- b. Zuhr (12. yüzyıl) ve İb- Endülüs ismiyle Ebü’l-Abbas da manlarının ötesinde eserler telif nü’l-Baytar’dır (13. yüzyıl). cerrahisine altın bitkiler üzerine yazdığı etmişlerdi. Bunlar sayesinde pratik Bu isimler dönemlerinde çağını yaşatan kitapla Afrika kıyıların- ve teorik tıp alanlarında ciddi ge- botanik ve tarım konu- Ez- Zehrâvî’nin dan İspanya ve Arabis- lişmeler kaydedildi. İlginçtir, Endü- larında yazdıkları eserle- Kitabü’t-Tasrif tan’a kadar geniş bir coğ- lüs’ün en meşhur felsefecileri aynı adlı eserinin bir zamanda hekimdiler. Bunlar ara- sında İbn Tufeyl, İbn Rüşd ve Yahu- riyle Ortaçağ’ın en kopyası. rafyada tanınmıştı. di filozof Meymonides sayılabilir. Daha çok Aristo yorumcusu olarak büyük botanikçi- Endülüslü bo- tanınan İbn Rüşd, aralarında İbn Sina’nın tıp eserlerine yaptığı ha- leri arasında yer tanikçiler teorik şiyeler ve The Book of Generalities on Medicine isimli ansiklopedinin de aldılar. İbnü’l-Av- bilgilerin ötesin- olduğu pek çok tıbbî eserin müelli- fiydi. Meymonides ise tıp sahasına vam’ın Tarım Kita- de uygulamalı fa- tamamı Arapça 10 telif eser kazan- dırmıştı. bı (Kitâbü’l-felaha) aliyetlerle de ilgi- Endülüslü İbn Zuhr (Avenzoar) ai- bu alanda Orta- lenmişlerdi. Buna lesi iki nesil boyunca seçkin doktor- lar yetiştiren bir aile olarak bilinir. çağ’ın en seçkin en güzel örnek, Ebu Mervan b. Zuhr, ailenin bahset- meye değer isimlerinden. Telif etti- eseri kabul edilir. Endülüs tarımı- ği çok sayıda tıbbî eserin arasında Diyet Kitabı oldukça mühimdir. Tıp Tarım ve hayvan nın gelişmesinde tarihçileri onu Endülüs’ün yetiştir- diği en büyük klinik hekimi kabul yetiştirilmesi ko- kayda değer bir ederler. nularında 34 bö- rol oynayan dâhi- Ortaçağ’ın en gelişmiş sağlık ku- rumları olan hastane zincirleriy- lümden oluşan yane sulama sis- le de meşhur Endülüs sınırlarında sadece Kurtuba’da 50 hastane, 900 eserde tedavi temidir. Çağının de hamam vardı. Gelişmiş büyük İslam şehirlerinde olduğu gibi En- için kullanılan dülüs hastanelerinin eğitimde de önemli roller üstlendiğini belirte- 580’den fazla bit- lim. ki ele alınır. 50 CERRAHİNİN BABASI Batlamyus’a meydan adet meyve ağacı- okudular nın üretimi de tartışılır. Bitki has- Endülüs cerrahisi şöhretini Matematik ve astronomi sahasın- talıklarının tedavisine de yer veren Müslüman cerrah Ez-Zehrâvî’nin daki başarılara gelince, Ebü’l-Kasım kitap ayrıca yeni toprak biliminin eseri sayesinde kazanmıştır diyebi- el-Mecritî (10-11. yüzyıl), ez-Zerkâlî keşfi hususunda öncüdür. liriz. İbranice, Latince ve Kastilyan (11. yüzyıl) ve Câbir bin Eflah (12. dillerine tercüme edilmiş olan El-Gâfikî İspanya ve Afrika’da Concession (Kitabü’t-Tasrif ) isimli bitki koleksiyoncusu olarak şöhret eser kendisine “cerrahinin babası” bulmuştur. Koleksiyonundan ha- unvanını kazandırdı. Aslında eser, reketle ilaçlar ve bitkiler üzerine bütün tıp konularının işlendiği 30 yazdığı kitap, İslam tarihinde bu ciltlik ansiklopedinin cerrahi saha- konudaki en esaslı eser kabul edi- sının işlendiği tek cildiydi. Batı’da lir. George Sarton’un ifadesine göre ve İslam dünyasında “detaylı bir El-Gâfikî “geleneksel ilaçlar konu- şekilde yazılmış ilk bağımsız cerrahi sunda döneminin en büyük uzma- eser” olarak beğeni kazandı. Ayrıca nıydı”. Onun bitki tarifleri İslam ta- içinde Zehrâvî tarafından icat edil- rihinde o zamana kadar yapılmış miş olan, eşi benzeri görülmemiş olanların en doğrusuydu; dahası 200 adet cerrahi aletin çizimleri de her bitkiye Arapça, Latince ve Ber- mevcut olup bütün cerrahi operas- berice isimler vermişti. yonların ve kullanılan aletlerin de- taylı tanımları yapılıyordu. Bu eser, İbnü’l-Baytar ise muhtemelen İbn Sina’nın el-Kanun Fi’t-Tıp’ı ile Ortaçağ’ın en büyük eczacısıydı. birlikte Batı tıbbındaki en makbul Basit ilaçlar konusunda en iyi ese- ri yazdığı kabul edilir. Bunun yanı sıra 1.400’den fazla tıbbî ilacı tav- eserler arasındaydı. 112 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
——————————————————————————————————————— Endülüs ve Bilim » Endülüs bilim-teknik hayatına ışık tutan aletlerin maketleri (Kurtuba/Casa Andalusi). yüzyıl) öne çıkan isimlerdir. ye olarak ölçtü ki, bu değer şaşırtıcı sistem eş merkezli kürelerden olu- Endülüs’ün en ünlü astronomu bir şekilde modern ölçüm olan 11.8 şuyordu. Kozmik sistemle ilgili bu saniyeye çok yakındır. teoriler pratik bir uygulama alanı ez-Zerkâlî’dir. “Safiha” denilen ev- bulamasa da Batlamyus sistemine rensel usturlabın mucidi olmasıyla Hem astronom, hem de simya- getirilen eleştiriler Rönesans astro- şöhret bulmuştur. Detaylı açıklama- cı olan El-Mecritî daha çok herme- nomisine kayda değer bir katkıda ları Latince, İbranice ve pek çok Av- tik ve gizli ilimlerle ilgili eserleriy- bulunmuştur. rupa dillerine tercüme edildikten le meşhurdu. Bununla birlikte iyi sonra Batılı astronomların dikka- bir astronom olup bu alanda kay- Bu yazıda Endülüs biliminde en tini çekmiştir. Gözlemci bir astro- da değer eserler vermişti. Bunlar başarılı ve öne çıkan isimlerden nom olarak bu alana en büyük kat- arasında Doğu’nun meşhur ma- bahsettiğimizi hatırlatmak isterim. kısı, Toledan Zic (Tuleytula Tabloları) tematikçisi Muhammed bn. Mu- İsimleri nispeten daha az bilinen isimli eseridir. Bu astronomik tablo sa el-Harezmî’nin astronomi tab- çok sayıda âlimi zikredersek bu say- Tuleytula’da yaptığı gözlemlere da- loları üzerine yazdığı haşiyeler faların yetersiz kalacağını söyleme- yalı olup Müslüman ve Yahudi bilim mühimdir. Yine usturlap üzeri- liyim. adamlarıyla ortaklaşa gerçekleştir- ne bir eser kaleme almış, Batlam- diği bir çalışmanın mahsulüdür. yus’un Planisphaenum adlı eserine Sonuç olarak Endülüs bilimi üç “Safiha”sı gibi, Tuleytula Tabloları da bir haşiye yazmıştır. İbrâhimî dinin mensuplarının bir- Müslümanlar ve Latin dünyasında likte çalışarak ortak bir kültür ve büyük teveccüh görmüş, yüzyıllar Endülüs astronomisinde en dik- medeniyet ortaya koyabileceklerini boyunca kullanılmıştı. kat çekici hususlardan biri de Bat- göstermesi açısından değerli bir ör- lamyus’un gezegenler sitemi teorisi- nek olarak duruyor karşımızda. Ye- Kopernik meşhur eseri De Revo- ne yapılan eleştirilerin 12. yüzyılda niden çoğulcu ve çok kültürlü bir lutionibus Orbium Coelestium’da (Gök- artmasıdır. Batlamyus sistemini ilk dünya oluşturabilme hayali kuran- sel Kürelerin Devinimleri Üzerine) astro- eleştiren, Cabir bin Eflah olmuştur. lar için emsalsiz bir ilham kaynağı- nomiye yaptığı katkıları zikrederek Onu, güçlü felsefî eleştirileriyle İbn dır bu! ez-Zerkâlî’den övgüyle bahseder. Ez- Bâcce ve İbn Tufeyl takip etti. Tabii Zerkâlî teorik astronomide sabit yıl- bu eleştiri süreci birkaç yeni teo- Osman Bakar dızları kullanarak güneşin en uzak riyle sonuçlandı. İbn Bâcce dışmer- Prof. Dr., Brunei Darussalam Üniversitesi İslam noktadaki hareketini açık şekilde kezli dairelerden oluşan bir sistem Araştırmaları Merkezi Öğretim Üyesi. göstermeyi başarmıştı. Güneşin ha- kurarken, İbn Tufeyl spiral hareket reketinin değerini yılda 12.04 sani- teorisini geliştirdi. Bu teoriye göre 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 113
Avrupa Tarihi ————————————————————————————————————— Liberal Sömürgeci Sömürgeciliğe yaklaşımda muhafazakârlar ile liberaller ve sosyalistler arasında ciddi bir fark yoktu. Hatta çoğu durumda “özgürlükçüler” daha şahin kesiliyordu. Ne de olsa İngiltere için iyi olan, dünya için de iyi idi! MUSTAFA ÖZEL [email protected] İngiltere’nin sömürge politikası baştan so- na “organize riyakârlık”tır. Yerlileri korumayı Modern dünyanın en büyüleyici iki sıfatın- amaçladığı söyleniyor; oysa hedef, tek hakkın dan biri Liberal, diğeri Sosyalist. Anıldıkların- kuvvet olduğunu söyleyen Knox’ın belirttiği da akan suları durduran iki efsunlu kelime. gibi, onların soyulduktan sonra katledilmesi- İçerikleri bakımından kökleri biraz geriye git- dir (“Ruhu Deliren Adam”, Derin Tarih, 62. sayı, s. se de, birer siyasî strateji olarak ana kaynakla- 106-111). Knox insancıl olduğunu da iddia etmi- rı İhtilal-i Kebir. 1789 devrimi üç kelime uğruna yor. Her ne kadar örgütlü ikiyüzlülüğü tasvip yapıldı: Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik. Birincisi etmiyorsa da, kuvvetin hakkı doğurduğunu; liberallerin bayrağı oldu, ikincisi sosyalistle- kara ırkların başına gelen şeylerin, onların rin. Kardeşlik, sömürgeciliğe ayakbağı olaca- ırksal kaderi olduğunu belirtmekten geri dur- ğından, iki yüz yıldır muallakta! muyor. Peki, kader neden onları yıkıma uğra- tıyor? Çünkü fiziksel ve zihinsel bakımdan Patrick Brantlinger 30 yıl önce, Karanlığın aşağıdırlar; dünyanın bir köşesini güçlü ırk- Yüreği ve benzeri romanları edebî yönden sö- lara karşı savunayım derken, ayaklar altında mürgecilik bağlamına oturtan mükemmel kalmaya mahkûmdurlar. bir eser yazdı: Karanlığın Yönetimi. Tarih, fel- sefe, coğrafya, iktisat ve siyasetin edebiyatla Knox’a göre Sömürge Bakanlığı (Colonial Of- harmanlandığı bu mükemmel eseri Türkçeye fice) açgöz bir tarzda “Orta Afrika’da diğer bir kazandıracak çevirmen ve yayıncıya hezaran Hindistan” meydana getirmek istiyor ki, “tıp- âferin! Bu yolculukta rehberimiz Brantlinger kı Hindistan yerlileri gibi, hukuksal kurgu ge- olacak (Rule of Darkness: British Literature and Impe- reği hür gözüken, fakat gerçekte birer köle rialism, 1830-1914, Ithaca: Cornell University Press, 1988). 114 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————— Liberal Sömürgecilik 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 115
Avrupa Tarihi ————————————————————————————————————— olan milyonlarca Afrikalının emekleri- » İngiltere’nin sömürü haritası bir değil birçok insan türü yaratmış ol- nin ürünleri Bakanlığın kasalarına ak- 19. yüzyılda sömürgecilik ile liberalizm iç içe duğuna bile inanıyordu. sın”. Knox, yerlilerin insancıl çabalarla geçmişti. Başka bir ifadeyle serbest ticaret teorisi korunmasına da karşıdır. Soykırım, ta- “serbest ticaret emperyalizmi” demekti. 1710’da iyiydik. penyelere inanıyorduk rihin yürüdüğü yoldur. Saxon ırkı bu Frederic Herman tarafından çizilen Afrika haritası. ikinci tokatları hususta bir tanedir. Bazı ırklar, mün- hasıran koyu ve gerici ırklar, beyaz ve İngiliz ırkçılığının köklerini iki asır kültürel fark kuramıyla açıklıyorduk ilerici ırklar tarafından tasfiye edilmek öncesinde Kuzey Amerika’nın sömür- birincisi doğaçlamaydı zaten üzere üretilmiştir. geleştirilmesine kadar geri götürüyor. “Bu sömürgeciliğin ikiz politikası, yerli üçüncü tokat ama insan haklarına aykırı Bunlar ne de olsa idareci; filozoflar Amerikalıların imhası ve Afrikalıların insan haklarına inanıyorduk daha yumuşak ve insancıl olur, mu di- köleleştirilmesi” idi. Liberal fikriyatın john locke’a ve john wayne’e yorsunuz? Alın size baba oğul Mill: ‘peygamberi’ olduğu hususunda felsefî ... Baba James Mill, özgürlük ve demok- ittifak ve sosyolojik icmâ bulunan John Afrika anne rasinin kategorik olarak Hindistan Locke hazretleri, bu tür köleleştirme- Asya baba bağlamında hiçbir anlam ifade etme- ye fikrî zemin hazırlıyordu: Putperest Oğlun kızın Ortadoğu diğini ve diğer beyaz-olmayan halkla- Afrikalı ve Amerikalıların Hıristiyan Daha daha daha ne ra uygulanamayacağını belirtiyordu. Avrupalılarca sömürgeleştirilmesi (Osman Konuk) Liberal oğul John Stuart Mill ise ser- hakkaniyete uygundu; çünkü bunlar best ticaretin sadece eşitler için geçer- mülklerini savunmuyor, ellerindeki Şiire yansıyan sömürü li olduğunu söylüyordu. Hürriyet Üzeri- toprağı israf ediyor, tepe tepe kullan- ne (On Liberty, 1859) ve Temsilî Hükümet mıyorlardı. Diğer bir 18. yüzyıl liberal Sanayileşmekte olan İngiltere’nin (Representative Government, 1861) başlıklı ki- filozofu David Hume, koyu deri renginin önemli bir sorunu, değerlendirileme- taplarında ortaya koyduğu liberal tez- ahlakî ve zihnî aşağılık işareti olduğunu ile- yen fazla nüfusun sömürgelere pom- ler Hindliler veya diğer “aşağı” halklar ri sürüyordu. Hatta Hume, Avrupalıla- palanmasıydı. Carlyle, Almanlardan için geçerli değildi. rın diğer ırklara eşit muamele yapma- çok önce bir Lebensraum (hayat sahası) malarını haklılaştırmak için Tanrı’nın siyaseti önermişti: Lüzumsuz kitleler, 19. yüzyıl ortası düşünürleri böyle, elde balta ve altlarında savaş arabala- önceki liberal filozoflar farklı mı der- rı yerine, saban ve buhar motoru ile siniz? Martin Bernal, Black Athena’da, sömürgelere doğru yola çıkmalıydılar. İktisatçı Malthus, 19. yüzyıl başların- da, sanayi toplumunda gıda maddeleri- 116 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————— Liberal Sömürgecilik nin aritmetik, nüfusun ise geometrik masisinin öncülerindendi: Asyalılar ler silahla olduğu gibi, İncil ve ticaret- arttığını; dolayısıyla belirli aralıklarla ancak dipçikten anlardı. “Thames’in le de aynı kolaylıkla genişleyebilecekleri- kıtlık, kıyım, savaş ve benzeri olaylarla Dehası” başlıklı şiirinde, İngiliz de- ni hissediyorlardı. Liberal düşüncenin bir tür düzeltme olmazsa dünyanın ya- niz gücünün, ticaretinin ve emperyal merkezindeki serbest ticaret teorisi ço- şanmaz hâle geleceğini; bu süreçte de haşmetinin ana geçidi olduğundan, ğu zaman, yeni pazarlar açma ve yer- ancak güçlü ve intibak yeteneği yük- Thames nehrinin bütün diğer ırmak- kürenin “üretken olmayan” alanlarını sek olanların ayakta kalacağını yaz- lardan üstün olduğunu dile getiriyor- “üretken” kılmak üzere sömürgecilik mıştı. du. Önceki bütün imparatorluklar yapma ihtiyacıyla irtibatlandırılıyor- çökmüştü; fakat “maharet ve hakiki du. Eski merkantilist tarzdaki sömür- Bu ‘iktisatçı Darwin’in sözleri şa- cesaret” ona güç vermeye devam ettik- ge sistemine karşı çıkanlar, daha etkili ir Coleridge’de yankısını şöyle buldu: çe, Thames İmparatorluğu ebediyen pa- ve kârlı gözüken serbest ticaret emperya- “Sömürgecilik Büyük Britanya için sa- yidar olacaktı: lizmini savunuyorlardı. Macaulay, Carly- dece aşikâr çare değil, zorunlu bir gö- le, Martineau ve Dickens gibi yazarlar revdir de. Öyle görünüyor ki Tanrı bi- İmparatorluğunun binası duracak ayakta, için serbest ticaret, dünyanın karanlık böl- ze parmağıyla denizleri işaret ediyor.” Korkulacak ondan ve hayran olunacak, gelerine gün ışığı getirecek şafaktı. Coleridge, sadece fazla nüfusun değil, Yenilenecek her çevrimsel çağda, fazla sermayenin de ihraç edilmesi ge- Değişmez, sarsılmaz, boyuneğmez; Şayet dünyanın “yerlileri” ticaret ve rektiğini düşünüyordu: “Aşırı bir ser- Senin haraç kestiğin denizlerdeki Hıristiyanlığın kaçınılmaz refakatçile- maye birikiminden mustarip olan bu Kayalar gibi, ri olan hastalık, kısırlık ve soykırımla ülke, kârlı bir işletim alanı bulamazsa, En şiddetli rüzgârlara eyvallah etmeyen. tamamen yok edilmemişse, kaderleri korkarım ki kendisiyle şiddetli bir iç ehlileştirilmek, din değiştirmek ve bü- savaşa girişecektir.” İç savaş istemeyen Serbest ticaret emperyalizmi yük sanayi tekerine koşulmaktı; Mar- yufka yürekli Romantikler ve erken low’un gördüğü birbirine zincirlerle dönem Viktoryen liberaller, bu tama- 19. yüzyıl boyunca, sömürgecilik bağlı zenciler gibi. Tüm liberal kanat- men boş, “çorak yerlere” fazla sermaye meselesine yaklaşımda liberallerle ların savunduğu Sosyal Darwinizmin için yatırım alanı olmasa bile, giderek muhafazakârlar arasında hiçbir kes- muhtelif biçimleri “aşağı ırklar”a ağıt tehlikeli olmaya başlayan, ülkedeki kin fark yoktu. Hatta bazen ulusal ko- yakma şöyle dursun, onların bir an ön- yoksul ve işsizler ordusunun boşaltıla- nularda liberal konuma sahip olanlar, ce tasfiyesini savunuyordu. cağı çöplükler gözüyle bakıyordu. dış işlerde daha “şahin” kesilebiliyor- du. Örneğin, muhafazakâr Tory’lerin İçiboş adamlar Dünya haritasında 1830’lara doğ- Parlamentoda karşı çıktığı Birinci Af- ru sadece birkaç “boşluk” kalmıştı ve yon Savaşı, lakayt Çinlileri sözümona Brantlinger’ın rehberliğinden ro- bunların en büyüğü Afrika idi; yüzyıl serbest ticarete zorlamanın bir aracı manımıza geçelim. Posası çıkarılmış sonunda bütün boşluklar doldurulmuş olarak (liberal) Whig’ler ve (sosyalist) kara derililerin, ölümü bekledikleri olacaktı. Beyaz sömürgeciler kumda radikaller tarafından savunulmuş- korulukta, kıvırcık kafaların nasıl gö- ayak izleri keşfetmişlerse, medeniye- tu. Görünürde muhafazakâr, sosyal ğüslere düştüğünü görmüştük en son. tin oraya doğru ilerlemesine set çeke- Darwinci şöven emperyalizm, büyük Hemen ardından, çok şık giyimli bir cek hiçbir şey olamazdı. Toprağı ve kay- ölçüde, liberal, reform-yanlısı iyimser- beyaza rastlar Marlow. Öyle bir ortam- naklarını “geliştirmeyen vahşilerin” likten doğup gelişmişti. İngiltere için da dik, kolalı bir yaka, beyaz manşet- onlara sahip olma hakkı yoktu. Onla- iyi olan, dünya için de iyi idi! ler, hafif bir alpaka ceket, kar gibi bir rı “medenileştirme” görevi, kendileri- pantolon, açık renk bir boyunbağı, ci- ni Hıristiyanlığa, “üretken emek” veya Liberal erken dönem Viktoryen- lalı çizmeler. Şirketin muhasebe mü- “çabaya” kazandırmak demekti. dürüdür bu. Her şey berbat olabilir, » John Stuart Mill ama hesap asla şaşmamalıdır! “Şubede Charles Kingsley 1856’da şöyle yazı- bu adam dışındaki her şey karmakarı- yordu: Her halk ya kendi ülkesinin ye- şıktı: kafalar, eşya, yapılar. Bir ırmak teneklerini geliştirmeli, ya da onları dolusu mamül, adi pamuklular, bon- geliştirecek olanlara yol açmalıdır. Bu- cuklar, bakır teller karanlığın derin- nu kabul ettiklerinde, ticaret ve onun liklerine akıyor, karşılığında da çok de- refakatçisi olan sömürgecilik sayesin- ğerli bir fildişi sızıntısı geliyordu.” de kanları yenilenir. Ticaret ve sömürge- cilik özdeş toplumsal ilerleme ve felah bi- Burada Bay Kurtz’un adını çimleridir. Beyaz ve tercihan Protestan duyar. Birinci sınıf bir temsilciymiş. ırklar bununla görevlidir. “Olağanüstü bir adamdır, gerçek fildişi bölgesinde, oranın ta dibinde. Baba ve oğul Mill gibi Macaulay, Bütün temsilcilerin gönderdiği toplam Charles Lamb, T. Love Peacock gibi en- fildişi kadarını o tek başına gönderir. telektüeller Doğu Hind Şirketi için ça- Geleceği çok parlak. Kısa bir süre lışıyorlardı. Peacock savaş gemisi diplo- 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 117
Avrupa Tarihi ————————————————————————————————————— sonra, yönetimde sözü geçen biri ola- sanırdınız. Sersemce bir hırsın kokusu ya çalışıyormuşum gibi geliyor bana, cak. Yukarıdakilerin niyeti öyle.” Bu is- esiyordu hepsinin üzerinde, bir ceset- boş bir anlatma girişimi daha doğru- tikbali parlak adama karşı ilk merak ten çıkan koku gibi. Hey Tanrım!” su, çünkü hiçbir anlatı o düş duygusu- uyanmaya başlar. Ertesi gün şubeden nu, düşlerin tam da özü olan, dirençli ayrılıp 60 kişilik bir kervanla ikiyüz Tüm gördükleri Marlow’a gerçekdı- bir isyan titremesi içindeki o saçmalık, millik bir yola çıkar Marlow. Ne kerva- şı gibi geliyor. Bu el değmemiş yaba- hayret ve şaşkınlık karışımını, o ina- nı? Hacı kervanı, pek tabii. Fildişi ha- nın “kötülük ya da gerçek gibi ulu, üs- nılmazın tutsağı olma duygusunu ve- cıları! tesinden gelinemez bir şey olduğunu” remez... Düş görür gibi yaşıyoruz: ya- ve uğradığı “gerçekdışı işgalin bitmesi- payalnız...” Zorlu bir yolculuktan sonra nihayet ni sabırla beklediğini” düşünüyor. İçi- kendi şubesine varınca, kaptanlık ya- boş yöneticilerin içlerinde gerçek olan Derken yazar (Conrad) girer araya ve pacağı geminin batık olduğunu öğre- tek duygu, fildişi bol bir şubeye atanıp bizi romanın en başındaki tekneye ge- nir. Şube müdürü sıradan bir tüccardır, komisyonlarını toplamaktır. Sonra il- ri götürür, yabandan uygarlığa. Fakat emirlerine uyuluyor, ama ne sevgi, ne ginç bir tiple, tuğlacıyla tanışır. Orta- psikolojik sıkıntı aşılmamış; anlatıcı, korku, ne de saygı uyandırıyor. Tedir- da tuğla yapacak hiçbir malzeme yok- anlatmaya çalıştığı adama dönüşmüş- ginlik yaratıyor sadece. Ne örgütleme tur ama. Adamın önemli bir özelliği, tür sanki: “Marlow epeydir bir sesten yeteneği var, ne girişim, ne düzenle- Kurtz’u tanıyor olmasıdır. “O bir dahi- başka bir şey değildi bizim için.” Hâlâ me. “Ne eğitimi vardı, ne zekası. Bu ko- dir. O, acımanın ve ilmin ve terakki- anlattıklarına kulak veren olduğunu numa sadece, hiç hastalanmadığı için nin ve daha da kimbilir nelerin elçisi- hisseden Marlow, bir çalışma felsefesi erişmişti.” Hiçbir şey yaratmıyor, ruti- dir. Biz, Avrupa’nın bize emanet etmiş geliştirmeye başlar. “İş sevmem, kimse ni yürütmeyi beceriyor, o kadar. Ama olduğu davada, yol gösterici olarak da- sevmez, ama işin içinde olanı severim- çok büyük bir adamdır. Neden? “Onu ha üstün bir zeka… istiyoruz.” kendini bulma fırsatını.” Sömürgeci büyük yapan, küçücük bir şeydi: Böy- de, onu gözleyen de, kendini bulma le bir adamın içini yöneten şeyin ne ol- İçiboş adamların arasına karışan arayışındadır. Modern Avrupalı, ya sö- duğunu anlamak olanaksızdı. Bu sırrı Marlow, ıssızlık karşısında ürperir. Ka- mürüyle kendini gerçekleştirir, ya sö- hiçbir zaman belli etmiyordu. Belki zara burada bulunan bizler neyiz, di- mürü anlatısıyla! hiçbir şey yoktu içinde.” Eliot çeyrek ye sorar. “O sessizliği yönetebilecek asır sonra, epigrafında yerli diliyle “Bay miydik, yoksa o mu bizi yönetecek- Tarih öncesine yolculuk Kurtz ölmüş” (Mistah Kurtz -he dead) ti? Ne vardı orada? Biraz fildişi geldi- yazan İçiboş Adamlar şiirini boş yere ka- ğini görüyordum.” Fildişi ve bir dahi. Kurtz’u düşünüyor Marlow, yabana leme almadı! Hepsi bu. Birer kelime Marlow için. İç- belli ahlakî değerleriyle gelmiş bu ada- leri boş. “Bay Kurtz sırf bir sözcüktü mın her şeye rağmen zirveye tırmanıp İçiboş adamlarız benim için. Bu adın arkasındaki ada- tırmanamayacağını, oraya erişince de İçi doldurulmuş adamlar mı sizler ne kadar görüyorsanız, ben işlerini nasıl yürüteceğini merak edi- de o kadar görüyordum. Onu görebi- yor. Kurtz bir süre önce yanına tüm fil- Yaslanırız birbirimize liyor musunuz? Hikâyeyi görebiliyor dişini alarak yabanı terk ediyor aslın- Kafalarımız saman dolu. Heyhat! musunuz? Herhangi bir şey görebili- da, fakat üçyüz mil yol aldıktan sonra yor musunuz?” Anlatıcının sıkıntısı birden vazgeçip geri dönüyor. Bu gi- Beraber fısıldadığımızda had safhada ve bunu meçhul okuyucu zemli adama karşı merakı daha da artı- Kurumuş seslerimiz ile paylaşmak istiyor. Görmek ve gör- yor ve yola devam ediyor Marlow. San- Pısırık ve anlamsız. dürmek istiyor! “Size bir düş anlatma- ki sadece mekânda değil, zamanda da geriye doğru, kaynağa doğru bir atılım Kalıpsız şekil, renksiz gölge » David Hume içindedir: “Tarih öncesi bir dünyanın, Mefluç kuvvet, çalımsız hareket keşfedilmemiş bir gezegen kılığına bürünmüş bir dünyanın gezginleriy- Keskin bakışlarla, ölümün diğer dik. Derin acılar ve büyük güçlükler- Krallığına geçip gidenler le ele geçirilen belalı bir mirasa sahip Bizi -olsa olsa- olmuş ilk insanlar olduğumuzu düşü- Yitmiş vahşi ruhlar değil nebilirdik. Yığınla çarpılan el, kol, ba- cak girdabı. Gemi, siyah ve anlaşılmaz İçiboş adamlar olarak hatırlar bir çılgınlık nöbetinin kıyısında ağır İçi doldurulmuş adamlar. ağır, güçlükle yol alıyordu. Tarih öncesi adam bize sövüyor mu, tapınıyor mu, Bu içiboş müdürün sözleri de “ken- selam mı veriyor- kim bilebilirdi? Çev- di malı olan karanlığa” açılan bir kapı remizi anlamaktan yoksun, hayalet gi- gibiydi. Yemekhanede oturduğu yer bir bi akıp gidiyorduk. Anlayamıyorduk, numaralı yerdi; öbürleri hiçbir yerde çünkü çok uzaktaydık ve hatırlayamı- değildiler. Şubenin bahçesinde, güne- şin altında amaçsızca dolaşan “inanç- sız hacı sürüsü” vardı. “Fildişi sözcüğü havada çınlıyor, fısıldanıyor, iç çekile- rek söyleniyordu. Fildişine tapınıyorlar 118 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————— Liberal Sömürgecilik yorduk, çünkü İlk Çağlar’ın gecesinde, » Özgürlük beyazların hakkı bakıp sadakatini kanıtlamış biridir bu hemen hemen hiçbir iz -ve kesinlikle Liberalizmin kurucularından baba ve oğul Mill’e ilginç adam. Ruslara karşı derin bir hiçbir anı- bırakmayarak giden çağlar- göre özgürlük ve demokrasinin beyaz ırktan öfke duyan Conrad, onlara Avrupa- da ilerliyorduk.” olmayanlar için herhangi bir anlamı yoktu. Le lı sömürgecilere uşaklık etme rolünü Tour du Monde’de basılan bir gravür (Paris, 1867). uygun görüyor galiba. Fakat uşak, efen- Dünya dünyeviliğini yitirmiş gibi- disinden öcünü almaz olur mu? dir, dünyadışı bir şeydir. İnsanlar mı? lik anlatıcıyı tedirgin etmiş olmalı ki, “Hayır, insanlık dışı değildiler. En kö- şöyle düşünmekten alamıyor kendini: Kurtz’un çok yakınında bulunan tüsü de buydu, anlıyor musunuz; in- “Onlar otuz, biz beş kişiydik. Niçin bize Rus, onun fildişi bulma uğruna “mem- sanlık dışı olmadıkları kuşkusu.” Ache- saldırıp karınlarını iyice doyurmadık- leketi talan ettiğini” söylüyor. O kadar be’nin ırkçılık ithamını en fazla haklı larına hâlâ şaşarım.” ki, bir keresinde Rusu vurmaya bile çıkaracak bir noktadayız galiba. Kara kalkıyor, küçük bir fildişi uğruna. Bü- adamların insan olma ihtimali, anlatı- Kurtz’u hep konuşurken düşlemiş- tün fildişi onun olmalıdır! “Evimin ya- cıyı üzüyor gibidir. “Çığlık atıyor, zıp- tir Marlow. N’apsın, adam sanki bir ses kınındaki köyün reisi bana biraz fildi- lıyor, korkunç suratlar yapıyordular. olarak sunulmuştu ona. Bu adamın tek şi vermişti. Köylüler için ava çıkardım Ama insanlıklarını -sizinki gibi olan başına bütün öbür temsilcilerden da- ara sıra. Fildişini istiyordu Kurtz, ne insanlıklarını- ve bu çılgın cümbüşle ha fazla fildişi topladığı, takas ettiği, desem de dinlemiyordu. Fildişini ona olan uzak akrabalığınızı düşünmekti dolandırdığı ya da çaldığı büyük bir verip bu yöreden uzaklaşmazsam, be- sizi heyecanlandıran. Çirkindi. Evet, kıskançlıkla anlatılmıştı. Fakat yete- ni vuracağını söyledi. Vurabilirdi, bun- oldukça çirkindi.” nekleri arasında en ağır basanı, konuş- dan hoşlanıyordu ve kimi isterse öldür- masıydı. “Şaşırtıcı, aydınlatıcı, en yü- mesini engelleyecek hiçbir şey yoktu Uzak akrabalarını iki türlü soyuyor- celtilen, en tiksinilen, derdini anlatma dünyada. Verdim fildişini.” du sömürgeciler: En değerli doğal kay- yetisi. Deşilmesi olanaksız bir karanlı- naklarına (fildişi, sonra kauçuk) yok ğın yüreğinden nabız gibi atarak akan Uşağına göre, bu yarı-tanrı, yaba- pahasına el koyuyor; yetmezmiş gibi, bir ışık ya da sahtekâr bir akıntı.” na yakalanmış, yahut yaban ondan bu bu süreçte “kaynak sahiplerini” beda- akıl almaz işgalin intikamını korkunç va çalıştırıyorlardı. “Zencilere maaş Yerliler Kurtz’a, Kurtz fildişine bir biçimde almıştı. “Sanırım kendi olarak her hafta 20-25 santim uzunlu- tapıyor! hakkında kendisinin bile bilmediği, ğunda bakır tel veriliyordu. Bu metay- ancak o büyük yalnızlıkla baş başa kal- la nehir kenarındaki köylerden erzak İşittiğine göre Kurtz’un bulunduğu dığında görebildiği şeyler fısıldadı ya- alacaklardı sözde. Ya köy yoktu, ya aha- şube yığınla fildişi doludur. Eski ker- ban ona. Dayanılmaz derecede büyüle- li düşmanca davranıyordu ya da bizim piç kulübe çatlayacaktır neredeyse fil- yiciydi o fısıltı. Gürültüyle yankılandı gibi konserveden beslenen müdür, ge- dişinden. “Tüm ülkede, yerin ne üstün- içinde, çünkü içi boştu...” minin olur olmaz nedenlerle durması- de ne altında, tek bir fildişi kalmamış nı istemiyordu. Telleri yutmaları ya da sanırdınız.” Bunları Kurtz’un Rus şa- Nihayet Kurtz ile karşılaşır Marlow. kanca yapıp balık tutmaları dışında bu kirdinden öğrenir. Biraz uşak, biraz Dolu bir tüfek, gerilmiş bir yay! Büyük cömert maaşlarının ne işe yarayabile- palyaço. “Yerliler bize neden saldırdı?” final gelecek ay. ceğini aklım almıyordu. Maaşların bü- diye sorar Marlow. Rus’un cevabı: “Çün- yük ve onurlu bir ticaret şirketine ya- kü onun gitmesini istemiyorlar. Ona ta- Mustafa Özel raşır bir düzenlilikle ödendiğini kabul pıyorlar.” Kurtz’a iki hastalığı boyunca etmeliyim ama.” Bu adaletsiz işveren- İstanbul Şehir Üniversitesi. 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 119
Derin Kitap ——————————————————————————————————————— Kırklar Meclisinin Baştacı HALIL SOLAK [email protected] Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler Mus- tafa Kara’nın ilk kitabıydı. İlk göz ağrısı... İlk basıldığı 1977’den günümü- ze kitap, tasavvuf Btarihi çalışanların u ay bahsedeceğim kitap, as- Karakoç’un Diriliş’ini; diğer yandan da 15 lında sadece bir kitap değil. Bir günde bir Pazar günleri şefliğini Münir Nu- baş tacı olmuş kitabın hikâyesini anlatan bir ki- rettin Selçuk’un yaptığı klasik koronun kon- durumda. serlerini düzenli olarak takip ediyordur. Lise tap. Tasavvuf alanında yaptığı çalışmalarla yıllarını “insan, sanat ve din” üzerine düşü- nüp okuyarak geçiren Kara, Yüksek İslam şöhreti yurt dışına taşan Prof. Dr. Mustafa Entitüsü’ne devam etmek için Kayseri’ye gi- der. Bu esnada Dergâh Yayınları’nın kurucu- Kara’nın, bir klasik hâline gelen Din Hayat su Ezel Elverdi’den tekkeler üzerine çalışıp uzmanlaşması konusunda bir tavsiye mektu- Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler’in yayın- bu alır ve çalışmaya başlar. Başlar başlaması- na ama peşine düştüğü ilk kitap olan Osman lanışının 40. yılı vesilesiyle Bursa’daki öğ- Nuri Ergin’in Türkiye Maarif Tarihi’ni Kayse- ri’deki kütüphanelerde bulamaz. Böyle bir rencileri bir kitap hazırlamışlar: Bir Kitabın ortamda İstanbul’da özlediği üç yer vardır: Sahaflar Çarşısı, Süleymaniye Kütüphanesi Kırk Yılı. Tekkeler ve Zaviyeler’e dair hatırala- ve Enderun Kitabevi. rın, söyleşilerin, incelemelerin bulunduğu Neyse ki burada “en büyük şansım” de- diği, bugün yaklaşık yarım asra erişen bir kitaptaki yazıları Kara’nın hocaları, talebe- hoca-talebe münasebetinin olduğu Prof. Dr. Süleyman Uludağ ile tanışır ve hemen her leri, dostları, aile fertleri ve yolu bir şekil- konuda kendisinden destek görür. Mustafa Kara’nın o yıllardaki yazı faaliyetini hocası de bu eserden geçenler kaleme almış. Ayrı- Uludağ’dan dinleyelim: ca kitap ilk yayınlandığında basında çıkan eleştiriler de dahil edilmiş. Süleyman Ulu- dağ’dan Hayreddin Karaman’a, İsmail Ka- ra’dan Ali Birinci’ye, Mete Tunçay’dan Mim Kemâl Öke’ye, Mustafa Kutlu’dan Emin Işık’a pek çok tanıdık sima, bu kitapla olan macerasını anlatıyor. Macera demişken, lafı fazla uzatmadan asıl kitabın macerasını anlatayım size: İstanbul İmam-Hatip’te okuyan Mustafa Bir Kitabın Kırk Yılı: Tekkeler ve Zaviyeler, Kara bir yandan Nureddin Topçu’nun Hare- Dergâh Yayınları, 2017. ket’ini, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’sunu, Sezai 120 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
—————————————————————————————————————— Bir Kitabın Kırk Yılı “Mustafa o dönemin meşhur şair ve reket’in yayını durdurulmuştur. Ekim Hoca, yazdığı metinlerin kardeşi İsma- yazarlarını izliyor, onların şiirlerini öğ- ayında Dergâh Yayınları Topçu’ya it- il Kara tarafından daktilo edileceğini reniyor, yazdıklarını okuyor, okutuyor, hafen “Hareket Kitapları” adıyla yeni düşünür. Ancak kardeşi o yazı, Arap- kendi yazı tarzını oluşturmaya ve üslu- bir dizi başlatır. Bu diziden çıkan ilk ça ile Fransızca öğrenmeye ve kütüp- bunu kurmaya çalışıyordu. Bu yazıları kitabın, Batılılaşma İhaneti’nin yazarı hanelerde çalışmaya ayırmıştır. Bu se- bana okuduğu da oluyordu. Bunlar üze- D. Mehmet Doğan “Hareket Kitapları”- bepten iş başa düşmüş, daktiloda iki rinde değerlendirmeler yapıyorduk.” nı şöyle tanımlıyor: parmakla yazarken de epey zorlan- mıştır. Zor şartlar altında kaleme aldığı “… Hareket dergisi çevresinde yeti- “Tekke Teşkilatı” başlıklı ilk yazı, Ha- şen genç nesil zihin dünyamızda dö- Kardeşi de gerekli kaynakların te- reket’in Şubat 1972 tarihli 74. sayısında nüşüme yol açacak bu toprağın be- min edilip gönderilmesi, elyazmala- yayınlanır. Kara’yı en çok mutlu eden, reketi ilk eserlerini ortaya koymaya rının ilgili kısımlarından notlar alın- “Gönlüne ufuk veren bir şahıs”la, Nu- başlamıştı. ‘Hareket Kitapları’ güçlü ması gibi hususlarda İstanbul’dan reddin Topçu ile aynı sayfalarda yaz- bir itirazdı, fakat boş lafları peş peşe kitabın inşasına destek olmuş. İsmail mak olmuş. Böylece kitabın da ilk to- sıralamaktan ibaret bir itiraz değil, ar- Kara, kısa bir süre köye uğradığında humları atılmış olur. kaplanı olan, dayanakları sağlam bir ağabeyinin gürgenden yapılan “lüks” karşı çıkış.” çalışma masasındaki kitaplarını şöyle Yazılar devam eder; öyle ki, rah- sıralar: metli Fethi Gemuhluoğlu’nun bile Böyle bir misyonla hazırlanan seri- dikkatini çeker ve kendisini tanışmak den çıkacak Din Hayat Sanat Açısından Burhan Toprak Din ve Sanat, İsmail için davet eder. 4 sene bu konu üzerin- Tekke ve Zaviyeler’deki yazılar 1976 ya- Hakkı Baltacıoğlu Türk Plastik Sanatla- de çalışıp yazılar yayınladıktan sonra zında, Rize’nin Güneyce köyündeki rı, Irwin Edman Sanat ve İnsan, Yılmaz sıra bunların iki kapak arasına girme- baba ocağında derlenip toparlanır, ek- Öztuna Musiki Ansiklopedisi, Zahir Gü- sine gelir. lemeler, çıkarmalar yapılarak hazırla- vemli Güzel ve Sanat, Edip Özışık Musi- nır. Yalnız bu arada hazırlık sürecini ki Sanatı… Ancak 10 Temmuz 1975’te Nured- kısmen yavaşlatan bir hadise yaşanır: din Topçu’nun vefatının ardından Ha- Yaz sonunda, Mustafa Hoca kita- bının son hâlini, 3 sayfalık bir mek- tup eşliğinde Ezel Elverdi’ye gönderir. Mektup yayın aşamasındaki kitaba da- ir bir tür “yapılacaklar listesi” olarak da adlandırılabilir: Dipnotların düzen- lenmesi, tashihler, indeks, kitabın adı, kapak kompozisyonu vs. Bu işlerden bazılarını kardeşi İsmail’e havale eden Hoca, bir süre sonra başına büyük ve kalın harflerle “Kaybetme” yazdığı bir mektupla da işlerin ayrıntılarını nak- leder. Mesela kapak için tekke kültürüy- le ilgili bazı hatlar teklif etmiş, ancak Mustafa Kutlu’nun Meydan Larousse’ta rastladığı Fausto Zonaro’nun meşhur “Dervişler” tablosu kullanılmıştı. Peki, bütün bu tatlı yorgunlukların ardından Mayıs 1977’de kitabı eline alan Mustafa Kara ne hissetti dersiniz? Kendisinden dinleyelim: “O anda üç yaşında olan kızım Fat- ma Zehra’yı, ilk gördüğümde de ben- zer bir mutluluk yaşamıştım. Hatır- ladığım şey bazı sayfalarını -kimseye çaktırmadan- defalarca okuduğum- dur.” Ne diyelim: Sadece bir fincan kah- venin değil, bir kitabın da kırk yıl ha- tırı olurmuş! Nice kırk yıllara… 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 121
VİTRİNDEKİLER AYIN KİTABI “Afrika’dan Her Zaman Yeni Bir Şey Çıkar” Dünya Tarihinde Afrika Erik Gilbert- Jonathan T. Reynolds, Küre Yayınları, 2016, 654 sayfa, 60 ¨ Afrika denilince akla ilkel, yerleşim yeriydi Afrika. bir kısmı Müslüman dünyanın lumdan topluma değişiyordu. vahşi, egzotik gibi kavramla- Antik dönemde kıtada asıl bir parçası hâline geldi. Bu sü- Bazıları uzlaşmayı tercih edi- rın gelmesi tesadüf değil. Bu problem toprağa erişmek de- reçte kurulan büyük şehirler yordu; bazıları ise mücadele- kavramlarla inşa edilen Afri- ğil, yeterli iş gücünü bulmaktı. ilmî, dinî ve ticarî merkezlere yi… Büyük ölçekli devlet yapı- ka algımızı Avrupa’yı insanlık Bu problemi aşmayı Mısırlılar dönüştü. larına sahip olmayan Afrikalı tarihinin merkezine oturtan başardı. Nil vadisi devlet düze- 15. yüzyılda coğrafî keşiflerle toplumlar -ironik olarak- daha modern tarihçiliğe borçluyuz. yinde bir toplumun hayat bul- birlikte Portekizlilerin gelişi şiddetli bir direniş sergilemiş- Onlara göre kara kıtanın in- ması için mükemmel bir yerdi. kara kıtanın tarihindeki kı- lerdi. Sömürgeciler her köyle sanlık tarihine hiçbir katkı- Nil’in getirdiği ziraî zenginlik rılma noktalarından biriydi. ayrı ayrı ilgilenmek zorunda sı yoktu. Hegel bunu, “Afrika ve iletişim kolaylığı Mısır’ı tari- Kıyı şehirlerini yağmalayan kaldıklarından daha çok zorla- dünyanın tarihsel bir parça- hin önemli devletlerinden biri Portekizliler kıtanın işgücünü nıyorlardı. sı değildir; sergileyebilecek yapmıştı. Öte yandan bugün Amerika’ya taşıdılar. Böylece Bugünlerde küresel rekabe- hiçbir hareketi veya gelişmesi Tunus’un bulunduğu yerde ku- -bazı Batılı tarihçiler inkâr etse tin en gözde bölgelerinden yoktur” şeklinde ifade etmişti. rulan Kartaca şehir devleti de de- Afrika, Yeni Dünya’nın ku- biri olan Afrika kanlı terör Neyse ki son yıllarda bu algıyı Akdeniz’in önemli siyasî güçle- ruluşuna da katkıda bulundu. eylemleri, iç çatışmalar, açlık yerle bir eden çalışmalar yapı- rinden biriydi. Ekonomik etki- Çünkü 18. yüzyılın ortalarına ve yoksulluk gibi problemler- lıyor. Erik Gilbert ve Jonathan si Batı Afrika’daki Savan kral- kadar Amerika’ya yerleşen in- le pençeleşiyor. Önemli yeraltı T. Reynolds’un Dünya Tarihin- lıklarına kadar uzanıyordu. sanların %80’i siyahî idi. Afrika zenginlikleri, enerji kaynak- de Afrika kitabı bunlardan biri. Üstelik bir dönem Roma İmpa- için asıl felaket Avrupalıların ları ve demografik potansiye- Hegel’in söylemine meydan ratorluğu’nun en zorlu rakibi 18. yüzyılda başlayan istila- liyle kara kıta bu problemleri okuyarak, Afrika’nın insanlık olmuştu. Yine Nubya ve Afrika ları olmuştu. 19. yüzyılda bu aşıp büyük aktörlerden birine tarihinin önemli, renkli ve çok Boynuzu da zikretmeye değer durum daha vahim hâle gel- dönüşebilecek mi? Cevap Afri- aktörlü bir parçası olduğu id- bölgelerdendi. di. Silah ve ulaşım teknolojile- ka’nın insanlık tarihindeki ye- diasıyla ortaya çıkan kitap; bu Kıtadaki önemli gelişmelerden rindeki gelişme Avrupalıların rini hakkıyla tespit etmekten gerçeği ıskalayan bütün dünya biri, tek tanrılı dinlerin yayılı- işini kolaylaştırmış ve kıtanın geçiyor. Bu kitap bir başlangıç tarihlerinin yeniden yazılması şıydı. Bu etkileşimin ardında- içlerine kadar nüfuz edebil- olsun. gerektiğini vurguluyor. ki başat faktör ticarî ilişkilerdi. mişlerdi. Afrika tarihini kadim dönem- Roma İmparatorluğu’nun bas- İşgalcilere tepki Afrika’da top- Munise Şimşek den başlayarak günümüze ka- kıları güçlü bir kurtuluş me- dar tematik olarak inceleyen sajı veren Hıristiyanlığın ya- kitaba göre coğrafî şartlar ve yılmasına zemin hazırlamıştı. iklim kıtanın kaderini belirle- Öte yandan Kuzey Afrika, Nil yen başat faktördü. Bu büyük Vadisi ve Etiyopya’da yaşayan coğrafyada arazi yapısı ve ik- Yahudi azınlık da Hıristiyan- lim değişkendi. Kilimanjaro lığın yayılmasına katkıda bu- Dağı’nda buzullar vardı, uçsuz lunmuştu. 7. yüzyılda İslamın bucaksız tropik ormanlar ve Ortadoğu, Akdeniz havzası ve dünyanın en büyük çölleri de Avrupa’ya genişlemesi Afrika buradaydı. Bu zorluklara rağ- Hıristiyanlığının sonu oldu. Ardından Afrika’nın önemli men insanoğlunun ilk dumanı Tanrı’nın Tarihi Selçuklu Afrika Politikası üstünde Karen Armstrong, Hatunları Haz.: Prof. Dr. Hasret Pegasus Yay. 2017, Bülent Kaçın, Çomak, Doç. Dr. Caner Biraz Yakın Tarih 608 sayfa, 47,50 ¨ Bilge Kültür Sanat Sancaktar, Huriye Yıldırım, Biraz Uzak Hurafe Yay., 2017, Beta, 2017, İsmail Kara, 240 sayfa, 18 ¨ 893 sayfa, 46 ¨ Dergah Yay., 2017, 350 sayfa, 26 ¨ 122 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx Modern Dünyaya Başkaldırı Julius Evola, İnsan Yayınları, 2016, 552 sayfa, 32 ¨ Haremin Tradisyonel ekolün ku- Tüketim rucularından Rene Gu- Alışkanlıkları enon’un izinden giden yazar, bu ekolün bir tem- III. Mustafa Dönemine Ait Bir silcisi olarak modernleş- Kadınefendinin Masraf Defteri meyi bir “sapma” olarak Fatih Bozkurt, tanımlıyor. Eserini mo- dernitenin birkaç bin yıl Okurkitaplığı, 2016, 160 sayfa, 33 ¨ evvelinden başlatıp gidi- şatın rotası hakkında ipuçları veriyor. 20. yüzyılda çeşitlenen tarih yazımına Osmanlı sarayında hanedan üyeleri ha- İnsanlığın maneviyatla bağının kopu- paralel olarak Osmanlı araştırmaları- remin elit kesimini oluşturuyordu. Sıkı şunu, aslî yaradılış gayesinden ayrılışı- nın zenginleşmesi de oldukça sevindiri- bir hiyerarşinin hâkim olduğu bu ku- nı dillendiriyor. Bu kitapla, din, siyaset, ci. Osmanlı üzerine yapılan sosyal tarih rumda valide sultanların daireleri mer- politika ve felsefeyi bütüncül bir bakış çalışmalarının sayısı gün geçtikçe artı- kezî bir konuma sahipti. Onlardan sonra ile ele alıp medeniyeti bu zaviyeden de- yor. Bu açıdan Fatih Bozkurt’un el değ- padişah eşleri gelirdi. Kitabın verdiği bil- ğerlendiren Evola külliyatına anlamlı memiş kaynaklardan biri olan Harem-i giye göre padişah hanımları için kulla- bir giriş yapabilirsiniz. Hümâyûn’da tutulan bir masraf defteri nılan haseki, sultan, hatun gibi unvan- üzerine kaleme aldığı eser yüzümüzü lar zamanla terk edilmiş ve 18. yüzyılın Osmanlı Tarihi Sözlüğü güldürüyor. başlarından itibaren kadınefendi tabiri Necdet Sakaoğlu, Sultan III. Mustafa’nın üçüncü hanımı kullanılmış. Âdilşah Kadınefendi’nin yaptığı harca- Kitaba konu olan masraf defteri Osman- Alfa, 2017, 750 sayfa, 45 ¨ malara dair tutulan defter 25 yıllık ka- lı seçkinlerinin hayat tarzı, tüketim yıtları (1760-84) kapsamakta. Muhtevası alışkanlıkları, gündelik hayatları, ilişki Peskapos halifesi, kir- oldukça zengin olan defter bir taraftan ağları gibi konularda oldukça zengin pas, dal fes, ot kâti- Harem-i Hümâyûn kurumu hakkında bir malzeme içeriyor. Bu kayıtlardan o bi, manyot, haccac-ı bilgiler içerirken, diğer taraftan padişah dönemde kullanılan kumaş çeşitleri, zemâne, çürük akça… eşlerinin maddî dünyasına ışık tutu- tüketim maddeleri, haremde yaşayan Osmanlı medeniyetini yor. Âdilşah Kadınefendi’nin şahsından kadınların tercih ettiği kürk çeşitleri, anlayabilmek için eği- haremdeki günlük hayata, yeme-içme ev eşyaları, hanedan mensubu kadın- tim, protokol, mimari, alışkanlıklarından kullanılan eşyalara, ların gayrimenkul alımları ve vakıf teşrifat, ibadet, moda, ticarî malların üretim ve tamirine ka- harcamaları hakkında önemli bilgilere eğlence, örf ve adetler, dar pek çok bilgiye ulaşmak mümkün ulaşmak mümkün. Mesela 18. yüzyılda sanat ve zanaat sahaları dahilinde bin- kayıtlardan. haremde kullanılan en gözde takının lerce kavram, kurum ve olay Sakaoğ- Beyhan ve Hatice Sultanların annesi saat olması ne kadar dikkat çekici, de- lu’nun titiz çalışmasında yer buluyor. olan Âdilşah Kadınefendi’nin aslen nere- ğil mi? Kendisinin de ifade ettiği gibi kavram- li olduğu ve hareme nasıl geldiği bilin- Defterdeki kayıtların büyük bir kısmı ların çoğunu Osmanlı tarihiyle içli miyor. Kurduğu vakıf onun hayırsever satın alımlarla ilgili. Elbette söz konusu dışlı bilim insanlarının bir kaynağa ve cömert bir kişiliğe sahip olduğunu mallar sadece kadınefendinin şahsî tü- başvurmadan belleklerinde bulmaları gösteriyor. Zira Tekfur Sarayı yanındaki ketimi için değildi; hanesinin ve hare- tabii ise de tarih araştırmalarına başla- Cuma Camii ve müştemilatını inşa etti- min ihtiyaçlarıydı. Osmanlı tarihinin el yanların, tarih eğitimi alanların, genel rip bunların masrafları için Silivri Kapı değmemiş kaynaklarından birine odak- kültür ve tarih konularıyla ilgilenenle- civarındaki iki çiftliği vakfetmiş. Ayrıca lanan kitabın yeni masraf defterlerinin rin başvuru kaynağı olacak bir sözlük. Eyüp’te bir çiftlik ve bir bağı da bağışla- çalışılmasına vesile olmasını diliyoruz. mış bu vakfa. Fezleke Kâtib Çelebi, İngiltere’nin Mücevheri Uğur Akbulut, Çamlıca Yayınları, 2017, 1377 sayfa, 82,50 ¨ Hindistan Yolu ve İngilizler, Çizgi Kitapevi, 2016, 238 sayfa, 22 ¨ 17. yüzyılda Osmanlı tarihçiliğine damgası- İngilizlerin Hindistan’a okuyucuyla buluşturuyor. nı vuran Kâtib Çelebi, ‘bağlılığı’ ve ‘bağımlılı- Büyük sömürge impara- eserinde klasik İslam ğı’ tarih kitaplarından torluğunun “mücevheri” tarih yazıcılığına göre hepimizin malumu. Peki, Hindistan üzerindeki 1591-1655 yılları arasın- İngilizlerin Hindistan’a tasarrufları şaşkına çeviri- daki Osmanlı tarihini giden yolların güvenliğini yor okuru. tafsilatlı bir şekilde an- Ruslara karşı savunmak İngiltere’nin bugünkü latır. Her yılın sonunda için Fırat nehrinde buharlı servetinin Fırat sularına da o sene içinde vefat eden şeyh, vezir, vapur seferleri yaptığın- uzanan menşei, Fırat şair gibi kimselerin biyografilerini ve- dan haberdar mıydınız? havzasında nasıl nüfuz rir. Eserin 1869-70 yıllarına ait baskısı Yazar az bilinen bir gerçe- sahası oluşturduğunu da eksik ve atlamalarla dolu olduğundan, ği belgelerden hareketle ifşa ediyor. Zeynep Aycibin’in doktora çalışması olan bu neşirde orijinal bir metin tesis edilmeye çalışılmış. Aycibin’in edisyon kritiği ile eserin gün yüzüne çıkması tarih sevdalılarını bahtiyar edecek. 2017 HAZİRAN / DERİN TARİH 123
VİTRİNDEKİLER Alman Esirden 4 Asır Önceki İstanbul Türkistan ve Uzak Doğu Seyahatnâmesi Osmanlıda Bir Köle Defterdâr Seyfi Çelebi, Michael Heberer, Selenge Yay., 2014, 158 sayfa, 15 ¨ Kitap Yayınevi, 2010, 336 s., 28 sayfa. Defterdâr Seyfi Çelebi Osmanlı’nın zir- vesini teşkil eden 16. yüzyılda yaşamış; Tarih ilminin en büyük problemlerinden biri anakronizm. Bu- Türkistan, Çin, Hint ve İran hâkimle- günün kıymet hükümleriyle geçmişi muhakeme etmek… Kö- ri hakkında emsalsiz bir tarihî-coğraf- lelik bunların başında geliyor. İslamiyetin niçin köleliği kaldır- ya kaleme almıştı. Yaklaşık 4 buçuk madığı tartışılırken bu topraklardaki kölelerin mahiyetine hiç asırdır Türk entelektüelinin ilgisine bakılmıyor. İslam dünyasında ve Osmanlı’da köleler nasıl yaşardı, Batı’daki kölelerden mazhar olamayan bu değerli kitap, ni- farkı ne idi, aslında çok da incelenmiş değil. hayet yeniden neşredildi. Edisyon kriti- Neyse ki literatürümüz Alman asıllı Micheal Heberer’in hatıralarına kavuştu da bu ği daha önce Joseph Matuz tarafından sahadaki bazı sorularımız bir nebze olsun cevap buldu. 1583 yılında Akdeniz’de Os- yapılan yazma, transkribe edilip izaha manlılara esir düşen Heberer, fidyesini ödedikten sonra Galata ve sur içi İstanbul’unu muhtaç kavramları ayrıntılı biçimde keşfe çıkmış. Köleliği esnasında kendisine yapılan muameleler, kadırgalarda kürek notlandırılmış. Sonda orijinal metin ve- çekişi meraklısına çokça malzeme verecek cinsten. rilirken müellif ve eserine hasredilen Hatıraları arasında 16. yüzyılın sonlarındaki deniz savaşları, Osmanlı hamamları, bir bölüm de eklenmiş. Kitabın ifade- ahalinin giyim kuşamı, İstanbul sokakları, Bedesten’deki ticarî hayat ve padişahın siyle, “Osmanlıca belgeleri Latin harfle- ava çıkışı dahil Osmanlı günlük hayatına dair iri ufaklı sahneler geçidi bekliyor oku- rine aktarmayı tarihçilik zanneden, ar- ru. Heberer’in hatıralarını muadillerinden farklı kılan, sadece Osmanlı İstanbul’unu şiv memuru zihniyetine sahip ‘koridor değil, devrin birçok ülkesinde yaşadıklarını da anlatarak mukayese imkânı sunması. tarihçilerinin’ marazi hissiyat ve zanni- Mısır, Suriye, Rodos, Polonya, İsveç ve Danimarka’da gördüklerinden de hayli mahsul yatının hilafına, Osmanlılarda gelişmiş düşüyor heybemizin payına. Kültür hayatından mimarî üsluba, hatta devlet işleyiş- bir Türk dünyası ve Türkistan algısı- lerine kadar Osmanlı’nın üç yılına (1585-88) dair bu hatıralar 1610’da Heidelberg’te nın mevcudiyetine şehadet etmekte”. yayınlanmış. Türkçe ilk baskısı ise 2003’te, yani neredeyse 4 asır sonra yapılmış. Os- Osmanlı kütüphanelerinde Türkistan, manlı tarihçisi Suraiya Faroqhi’nin önsözüyle okurların karşısına çıkan bu son baskı Uzakdoğu ve Hindistan tarih ve coğ- dileriz bu 4 asırlık gecikmeyi telafi eder. rafyasına ilişkin hacimli bir külliyat bulunduğunu tescil etmesi bakımın- Uzmanından dan da şayan-ı dikkat bir eser. Yaşadığı Alp Arslan Dersleri dönemin beynelmilel vaziyet-i âlemini değerlendirip ciddi bir eser ortaya ko- Sultan Alp Arslan yabilme kabiliyetine sahip bir Osmanlı Cihan Piyadeoğlu, entelektüeli olan Seyfi Çelebi’nin eseri Türk dünyasına ciddi bir katkı sağla- Kronik Yay., 2017, 255 sayfa, 17,5 ¨ yacak türden. 16. yüzyıl Türk yurduna onun rehberliğinde çıkma fırsatını ka- Selçuklu Sultanları arasında kitaplara en çok konu olan Sultan çırmayın deriz. Alp Arslan’dır şüphesiz. “İşte onlardan biri daha” diyorsanız okuduğunuzda size geri adım attıracak bir kitap bu. Sahanın önde gelen uzmanlarından birinin kaleminden, akademik bir perspektif ve kaynak eserler rehberliğinde hazırlanmış. Buna rağmen üslubuyla her tarih severe hitap ediyor. Bugüne kadar yazılmış Alp Arslan biyografilerinin en mute- berlerinden diyebiliriz rahatlıkla. Doğumu, ilk başarıları, sultanlığa hazırlanış süre- ci, Kutalmış ve diğer hanedan mensuplarını bertaraf edip tahta çıkışı ve ilk başarıları zengin bir kaynakça ve haritalar eşliğinde sunulmuş. İlk seferi, Alp Arslan-Kavurd Bey mücadelesinin sebepleri, Alp Arslan’ın Nişabur’a gitmesi, Kavurd isyanı, Fars ve Gürcis- tan seferi, adına Mekke’de hutbe okunması gibi başlıklar boşluklardan arındırılmış bir biyografi okuyacağınızın işaretlerini veriyor. Mısır’a davet, Urfa kuşatması, Halep’in ele geçirilmesi gibi hadiseler Malazgirt’e usul usul hazırlıyor okuru. Malazgirt önce- sinde Romanos Diogenes’in ve Alp Arslan’ın durumu, barış görüşmeleri derken nefes nefese Malazgirt meydanında buluyorsunuz kendinizi. “Bilinmeyen Malazgirt” başlığı altında savaşın tarihi hakkında tarihçilerin farklı tespitleri gözden kaçırılmamalı. Savaşın İslam dünyasına etkileri bakımından Alp Arslan bir zafername ile birlikte imparatorun bazı kişisel eşyaları ile hazinesinden bir kısmını halifeye göndermiş; ha- ber Bağdat’a ulaştığında halka olunarak davullar çalınmış, borular öttürülmüş. Ha- life’nin Sultan’a övgü dolu cevabını merak ediyorsanız, şimdilik dilimizi tutuyoruz. Küçük bir eleştiri: Dipnotların kimi sayfalarda ana metinden fazla yer kaplaması za- man zaman dikkat dağıtabiliyor. Sonraki baskılarda bu hususa bir çözüm getirilecek- tir muhakkak. 124 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
Bursa’nın işgalinden puşide-i siyaha Akif’e Bülbül’ü Yazdıran Kürsüdeki Kara Örtü Müydü? O smanlı’nın en güzel hediyelerinden Bursa toprağını 8 Tem- muz 1920 Perşembe günü Yunan postalı çiğniyordu. Rum aha- liyi de yanlarına alarak, Bursa eşrafının en bilindik simalarını Ulu Cami’nin önündeki caddeye doğru dizmişlerdi. “Siz Bursa’yı Orhan zamanında bizden aldığınızda, Rumlardan şu kadar kızı almıştınız, şimdi onları geri alacağız” diyen işgalciler, if- fet ve ismet timsali Türk kızlarını zorla evlerinden alarak Yunan pa- likaryalarının kollarına verdiler. Yaptıklarıyla gurur duyarcasına bu manzarayı eşrafa seyrettirdiler üstelik. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin kabirlerini yağmaladılar, “Sen bizi bırakıp bir Türke nasıl varırsın” di- yerek Nilüfer Sultan’ın mezarını talan ettiler. Ulu Cami’yi bombalama- ları, “bir penceresi Ayasofya’ya bedel” denildiği için miydi? Osmanlı’nın bu ilk payitahtının işgali haberleri sadece civar halkın değil, bütün ülkenin üzerine kurşunî bir duman gibi çökmüştü. İşgal- den iki gün sonra yapılan 31. Meclis oturumuna Trabzon milletvekili Hamit Bey’in teklifi ile 20 dakika geç başlandı ve Meclis Başkanlığı- nın konuşma kürsüsü kara bir bezle örtüldü. İlk meclisin zabıtlarında puşide-i siyah olarak tanımlanan bu bez Anadolu tamamen Yunan iş- galinden kurtuluncaya dek millî bir yemin gibi o kürsünün üzerinde duracaktı. O dönemler Burdur milletvekili olan Mehmet Akif yürekleri yırtan “Bülbül” şiirini işte bu günlerde, kim bilir belki de puşide-i siyahın hu- zurunda, onunla göz göze iken yazmıştı. Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu, Salâhaddîn-i Eyyûbilerin, Fatihlerin yurdu. Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman’ın; Ezan sussun, fezalardan silinsin yâdı Mevlâ’nın! Ne hicrandır ki: En şevketli bir mazi serap olsun; O kudretler, o satvetler harap olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım Han’ın; Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın! Ne heybettir ki: Vahdet -gâhı dinin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hanümanlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem. Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil matem! Kaynak: Meclisin Unuttuğu Kahraman Nezahet, Ozan Bodur, Sarkaç Yay., Ankara, 2013, s. 39-40.
Hediyeli Bulmaca [email protected] SOLDAN SAĞA: - İsveç internet kodu - Milattan sözünü geri alma, cayma. 10- lama. 11- Seçkin - Ev, konut. 12- 1- Bir Ramazan mahyası. 2- Bos- Önce (kısaltma). 6- Atomlarla il- Ramazan eğlencelerinde önemli Cennette yaşadığına inanılan na-Hersek internet kodu - İsim - gili olan, atomal - Niyobyumun bir içecek - Kale duvarı – Dinî tö- dişi varlık - Kur’an surelerini Yüce - İffet - Hindistan’ın Pencap simgesi - Ramazanda tuluat ti- ren - Ergin. 11- Su - Mitolojik bir oluşturan kısımlardan her biri. bölgesinde yaşayan bir topluluk. yatrolarında oyundan önce ge- çalgı - Gemilere yol gösteren ışık 13- Vilayet- İş hacmi. 14- Küçük 3- Ramazanda taklitler yaparak, nellikle kadın sanatçıların şarkı kulesi - Kamer - ‘Dürüstlüğü ve mağara - Fiilden sıfat türeten hoş hikâyeler anlatarak halkı söyleyip dans ederek yaptığı iyiliğiyle ün yapmış kimse’ anla- bir ek. 15- Binek hayvanlarının eğlendiren sanatçı - Arnavutluk gösteri. 7- Bir çoğul eki - Ulus- mında bir isim. 12- Bir Ramazan biniciyi sarsmayan en yavaş koş- internet kodu - Oylumlu - Hek- lararası Af Örgütü (kısaltma) mahyası - Namuslu. ma biçimi - Şikar - Bir zaman tometre (kısaltma) - Tanzimat- - Ermin, kakım - Asker, nefer. 8- birimi. 16- Kamu - Pil. 17- Efsa- tan önce Osmanlı Devleti’nin ‘Kore’nin ünlüleri - Yunanistan YUKARIDAN AŞAĞIYA: nevi kayıp kıta - Uzaklık anlatır Müslüman olmayan uyrukları. internet kodu - Attika Yarımada- 1- Bir Ramazan mahyası. 2- Aşırı - İlk Çağda kendi yasalarıyla yö- 4- Yetmez miktarda - Ramazan sı üzerinde kurulmuş tarihî bir şişmanlık - Molibdenin simgesi. netilen bir veya birkaç kentten etkinliklerinin başında gelir devlet - İnce uzun yapılı, sivri çe- 3- Sevimli, neşeli - Bir deniz ta- oluşan devlet. 18- Modern - Bir - İnsandaki etkisi açısından ta- neli, küçük bir hayvan, gelincik. şımacılığı türü - Sazın en kalın Asya başkenti. 19- Bağırsakları nımlanan ışınım dozu birimi. 5- 9- En kısa zaman birimi - Rama- teli. 4- Sahnede oynanmak için tutan karın iç zarı. 20- Finike’ye Akameniş dönemine kurulduğu zan eğlencelerinin en beğeni- yazılmış oyun, drama - Yankı. 10 km mesafede bir yerleşim bilinen İran’ın kültür başkenti lenlerinden biri - Geri dönme, 5- Bir göz rengi - Küçük çan - Na- birimi - Kırışıklık giderir. 21- Ni- sibi, kısmeti az. 6- Hong Kong çin, neden - Aktinyumun simge- Mayıs ayının çözümü. internet kodu - Kesildiği ağacın si - Olumsuzluk veren bir ön ek. yaş halkalarının işlenmiş keres- 22- Bir Ramazan mahyası. tenin üzerinde oluşturduğu ve seviyesi için belirleyici olan hat- Bulmacanın çözümünü lar. 7- Rusçada ‘Evet’ - Akıl - Fa- ad-soyad, adres ve telefon sıla - Eski Mısır’da güneş tanrısı. bilgileriyle 20 Haziran’a kadar 8- Yönetici - Çin ve Japonya’da dergimize ulaştıran 5 okurumuza oynanan bir strateji oyunu. 9- Ufukların Efendileri Osmanlar Laos internet kodu - Göreneksel. Özel Sayımızı hediye ediyoruz. 10- MÖ 330 - MÖ 327 yıllarında- ki olaylarla bağlantılı olan eski Adres: Derin Tarih Dergisi bir Türk destanı - Notada durak- Maltepe Mah. Fetih Cad. No: 6, 34010 Zeytinburnu - İstanbul [email protected] 126 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
15 Kasim 1904 BOA, DH., MKT.2606 / 112 KUŞLARIN ÖLDÜRÜLMESİ SÛRET-İ KATİYYEDE MEN EDİLMİŞTİR! Osmanlı İmparatorluğu’nun merhamet ve şefkat dan itlâf” edilmesinden duyulan rahatsızlık dile getirilir. yüzünü gösterir hayvan sevgisi. Aynı dönemde Paris’te Etleri yenmediği ve zararlı olmadığı hâlde öldürülen bu kedilerin çuvallara koyulup yakıldığını ve halkın bunu bir kuşlardan dolayı çıkarılan kararda “zikr olunan kuşların festival havasında kutladığını göz önünde bulundurursak, itlâfının (öldürülmesinin) her tarafta sûret-i katiyyede bu sevgi daha mânidar hale gelir. men’i şerefsudûr (fermanla men edilmesi) buyurulan irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilafetpenâhi îcâb-ı âliyesin- Avrupalı seyyahların hayranlıkla ifade etmekten ken- den (hilafeti uhdesinde bulunduran padişahımızın emri) dini alamadıkları bu bakış, hayvanlar için kurdukları vakıf olarak ta’mimen icrâı (genel olarak yerine getirilmesi) ve tedavi merkezleri, onları korumaya yönelik çıkartdık- teblîgat olunmuştur” ifadesiyle bu itlaf faaliyetinin önüne ları kanunnâmelerde kendini göstermişti. geçilmeye çalışılmıştı. İptila boyutundaki hayvan sevgisini bildiğimiz Sultan Ne dersiniz? Cumhuriyet sonrası ecdadını câni gös- II. Abdülhamid devrine ait belgede “İskete ve serçe terme sevdalıları bu vesikalardan haberdar olacak mıdır? vesâir emsâli küçük kuşların birtakım âdemler tarafın-
Çizgisel Tarih HASAN AYCIN [email protected] 128 DERİN TARİH / 2017 HAZİRAN
www.ibst.gov.tr
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133