———————————————————————————————————— Latife Hanım’ın Mektubu sel bir hayranlıktan öteye gitmiyor. “MUTLUYDUK, TA Kİ O YILAN Onun tek yaptığı, Napolyon gibi ÇIKIP GELENE KADAR” tarihe adını yazdırmış bir fatih ve kanun koyucu liderin sözleri- Mustafa Kemal ile Latife Hanım’ın 29 Ocak 1923’te başlayan evliliği 5 Ağus- ni taklit etmekten ibarettir. İşin tos 1925 günü sona ermiş, boşanma haberi 12 Ağustos 1925 günü hükümet özünde ise Gazi neyse odur: yani bildirisiyle kamuoyuna duyurulmuştu. Yazar İpek Çalışlar, biyografisini kaleme şans ve talihle bir yerlere gelmiş aldığı Latife Hanım’ın boşanma sonrasında yabancı basına verdiği demeçleri bir çocuk. şöyle paylaşır: Evliliğimizden birkaç hafta sonra, “İngilizce, Almanca ve Fransızca gazeteler Latife Hanım’dan söz ediyordu. ben hâlâ onu seviyor ve hatta kendi- Özellikle Amerikan basını Latife’ye övgüler yağdırıyor, boşanmayı sürek- sine hayranlık besliyorken, bir adamı li gündemde tutuyordu. Latife, sersemlemiş bir vaziyette başına gelenleri tanımak istiyorsan onunla yemek ye, anlamaya çabalarken kapısı çalındı ve bir Amerikalı gazeteci onu ziyarete geldi. yolculuk et ve birlikte yaşa diyen eski Gazeteciyi kabul etti ve konuştu. Latife Hanım’ın Türkiye’de yayınlanmamış bir Türk atasözünün ne kadar isabetli bu röportajı çökmüş bir kadından çok, yaşamaya kararlı bir kadının sözleriyle olduğunu fark ettim. örülü. Toronto Daily Star, Time dergisi ve New York Times’ta Ağustos ayının son haftasında yayınlanan sözlerini birlikte okuyalım: Hayallerimdeki kahraman değilmiş Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal’in başkanlık kararnamesiyle bir kenara itti- ği güzel karısı Latife Hanım, özel bir röportajda, “kendisinin modern bir Josép- Gazi’nin hayallerimdeki o bilge, hine (Napolyon’un karısı)” olduğunu söyledi. “Bir insanın mutluluk rüyasının bu kahraman ve varlığını (milletine) fe- şekilde tuzla buz olması ve aşkının bir anda hayatından çıkıp gitmesi korkunç da etmiş adam olmadığını anlamam bir şey” diyen Latife Hanım’ın evliliğine son veren kararnameye ilişkin ıstırap için birkaç hafta yetti de arttı bile. dolu yorumu şöyle: “Eşim, çevresindekilerin kendisini, kariyeri önündeki enge- Aradan birkaç hafta daha geçtikten lin eşin olduğuna ikna etmelerine izin verdi ve Napolyon gibi aşkını emellerine sonra ise her insanda bulunacak ku- feda etti. İşte yeniden bir Napolyon ve Joséphine vakası. Ben kocamı sevdim. surların ötesinde, karşımdaki ada- Onun kendisi ve ülkesi için tüm arzularını gerçekleştirmesi uğruna elimden mın bırakın büyük bir adam olmayı, gelen her şeyi yaptım. Ama artık birlikteliğimiz onun daha fazla ilerlemesine bu payenin yanından bile geçemeye- engel oluşturuyor. Joséphine’in durumunda olduğu gibi yine feda edilme- cek biri olduğuna dair hissiyatım ya- si gereken, kadın. Ama benim hiçbir şikâyetim yok. Eğer boşanmakla onun vaş yavaş pekişti. mutluluğunu sağlayabileceksem, bundan memnuniyet ve gurur duyarım, ama yaşadıklarımı hatırladığım zamanlarda belki biraz yüreğim burulur. Çocuk yaşlarda bir İngiliz oku- lunda okumuş olmamın da etkisiy- Allah’ın bir araya getirdiği bu iki kişi ayrıldı, çok yazık oldu. Bizimki, sizin Ba- le pek farkında olmadan, olaylara tı’da anladığınız şekilde tam anlamıyla bir aşk evliliğiydi. Kocamla ben cennet bahçesinde bir kadınla bir erkeğin olabileceği kadar mutluyduk. Ta ki yılan Gazi’nin hayalle- çıkıp gelene kadar…” rimdeki o bilge, kahraman ve var- İpek Çalışlar, Latife Hanım, Doğan Kitap: 2006. lığını (milletine) feda etmiş adam olmadığını anla- mam için birkaç hafta yetti. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 47
Dosya ————————————————————————————————————————— Kocama dışarıdan bir gözle ve üç fark- lı Batılı düşünce geleneği çerçeve- sinde baktığımda vardığım sonuç şu oldu: Gazi, büyük bir asker değil; beceriksiz bir dip- lomat ve talepkâr, mevki düşkünü bir adamdı. » Latife Hanım yeğeni Erdem Elbette Alman kültürünün kişili- ji geleneği ışığında inceledim, olgu- ile Ayaspaşa’daki konağın ğim üzerindeki etkisini de atlama- ları Fransızlar gibi mantık çerçeve- bahçesinde (1930). mam gerekiyor, zira iyi bir müna- sinde tahlil ettim ve Almanlar gibi zaracı olmam Berlin’de geçirdiğim kendimi iyi ifade edebilecek bir hâle serinkanlı bir şekilde bakıp tarafsız vakit sayesinde kazandığım bir me- geldim. yorumlar yapabilme melekesinin he- ziyettir. nüz toy ve tecrübesiz zihnime işlen- Boyunun ölçüsünü aldı miş olduğunu kavramaya başladım. Sözün özü, kocamı İngiliz psikolo- Kocama dışarıdan bir gözle ve üç Sonraki yıllarda eğitimime Fran- farklı Batılı düşünce geleneği çerçe- sa’da devam ettim. Fransa’daki yılla- vesinde baktığımda vardığım sonuç rım bana mantıklı biri olmayı öğretti. şu oldu: Gazi, büyük bir asker değil; be- ceriksiz bir diplomat ve hırslı, mevki düşkünü bir adamdı. Bu analizimin sonuçlarını eski ko- camdan başka kimseyle paylaşma- dım. Onu çok ama çok severdim. Şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum ki, onu 20 yaşındaki bir kız nasıl severse öyle sevmiştim: Kendini sevdiği ada- ma adayan, onu kutsal bir varlıkmış- çasına seven, aşkın gözünü kör ettiği bir kız! Evliliğimizin üzerinden altı ay geçtikten sonra, evimizde baş ba- 48 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
———————————————————————————————————— Latife Hanım’ın Mektubu KİM BU DİŞİ MUSSOLİNİ? terbiyesi verecekmiş. (…) Saat 20:30’da Atatürk tarafından yemeğe çağrıldım. Salon- Latife Hanım’ın zehir zemberek açıklamalarında en dikkat çekici hususlardan biri, Mustafa Kemal’in tesiri altında kaldığını da müzik çalıyordu. Atatürk İsviçreli madam ve manevi evlât iddia ettiği “dişi Mussolini”dir. Kendisi bu kadının kim olduğu- edindiği dört küçük kız ile yeşil odada oturmuş neşeli neşeli nu açıkça belirtmese de Madam Bauer olma ihtimali yüksek konuşuyordu. Önünde bir kadeh rakı ile biraz leblebi vardı. görünüyor. Bana da karşısında yer gösterdi, bir kadeh de bana ısmarladı. Kimleri gördüğümü ve Ankara’yı nasıl bulduğumu sordular, Fahrettin Altay’ın 10 Yıl Savaş ve Sonrası isimli hatıratında söyledim. Madamın mesaisinden, kızlarının çalışkanlıkla- bahsettiği Madam Bauer 1925 yılının Çankaya gözdelerinden rından, öğretmenlerinin daima iyi haberler verdiklerinden biri. Org. Altay bizzat Mustafa Kemal tarafından davet edildiği bahsettiler.” köşkteki yemekte, 55 yaşındaki bu kadının Mustafa Kemal’in sağında, kendisinin de solunda oturduğunu naklediyor. Wag- Günlükte 23 Ekim 1925 Cuma gününe dair de şu satırlara ner ailesinden olan madam İsviçre’den özel olarak getirtilmiş rastlıyoruz: ve çok iyi Fransızca biliyormuş. Kibar ve alafranga tavırlarıyla Paşa’yı etkisi altına alan Madam Bauer, Mustafa Kemal’in evlat- “Holde orkestra çalıyor. Yemek arasında içki az içiliyor. lık kızlarına Avrupa terbiyesi vermesi için vazifelendirilmiş. Yemekten sonra Madam, Atatürk’ü sofradan kaldırmak için dans teklif etti. Kabul etmedi, tatlı sohbeti tercih etti. ‘Artık Mustafa Kemal’in Madam Bauer ve evlâtlıklarıyla ne derece öğrenmeye başladı, ilerletti’ diyerek benimle dansa müsaade samimi olduğunu yine Fahrettin Paşa’nın satırlarından anlı- istedi. Atatürk gülerek ‘çok iyi, haydi Paşam’ dedi, mecburen yoruz. Eski dostlarını ziyaret eden Fahrettin Paşa, Çankaya kalktık, biraz döndük. Madam bana ‘yemekten sonra fazlaca Köşkü’ne döndüğünde Mustafa Kemal Paşa’yı İsviçreli madam şampanya içmesine mani olmak istiyorum, dans teklif ediyo- ve manevî evlâtlarıyla kahkahalar atarken ve rakı içerken rum, kalkmıyor’ dedi. Bir vals çaldırarak bana öğretmek istedi, gördüğünü, gecenin ileri saatlerinde de vals yaptıklarını, hatta beceremedim. Bunu gören Atatürk kalktı, ‘hâlâ beceremi- kendisinin de Madamla biraz zoraki şekilde dans ettiğini aktarır. yorsun’ latifesi ile Madam’ı aldı, vals yaptı. Diğer davetlilere de kızları ile dans etmelerini söyledi. Kalkanların hepsi benim Paşa’nın 22 Ekim 1925 Perşembe gününe dair notlarında gibi acemi. Atatürk de ısrarla öğrenmelerini istiyor. Madam da Madam Bauer’e dair şu satırlar çıkar karşımıza: onu şampanya sohbetinden kaldırdığından memnundu. Çok geçmedi, şampanya ısmarladı, bardaklar dolaşınca oyun da “Yemekte Atatürk’ün sağında ağır giyinmiş 55 yaşlarında bir kızıştı. Madam yanımdan geçerken ‘sıhhatinin bozulmasından madam yer aldı. Beni de soluna oturttu, isminin Baver (Bau- korkuyorum’ dedi.” er) olduğunu öğrendiğim bu madam daire müdiresi olarak İsviçre’den getirtilmiş. Fransızca konuşuyor, uzunca boylu, ağır başlı, kibar bir tavır gösteriyordu. Atatürk’ün kızlarına Avrupa 2017 MAYIS / DERİN TARİH 49
Dosya ————————————————————————————————————————— LATİFE HANIM’DAN MUSTAFA Gazi tam bir şove- KEMAL’E REST: “BOŞA BENİ!” nizm timsali olan “Sarıkamış’ta Ordu Kumandanı Ali Sait Paşa’nın evinde Gazi’nin onuruna bu dişi Mussoli- verilen resmî akşam yemeğindeydiler. Sofrada Erzurum valisi, Sarıkamış’taki ordu ni’nin söyledikleri- kumandanları, askerî ve mülkî davetliler vardı. Latife ile ordu kumandanının eşi ni ciddiye almaya Naciye de sofradaydı. başladığı işte o Önce içildi, sonra da yemeğe geçildi. Mustafa Kemal Naciye Hanım’a iltifat andan itibaren iyi ediyordu. Mustafa Kemal ile Latife bir gün önceden beri konuşmuyorlardı. Biraz hesap edilmemiş, da bu yüzden Mustafa Kemal sürekli Naciye Hanım’la konuşuyor, onun güzelliğini bazıları gülünç ve ve konuşmasını öven sözler söylüyordu. saçma, bazıları Bir garson makarna tabağını Mustafa Kemal’e uzattı. Latife birden yüksek sesle: işleri daha da ber- “Kemal ayaklarına dikkat et. Bana kadar uzanıyor” dedi. Ortalığı bir ölüm sessizliği kapladı. Mustafa Kemal izin isteyerek Latife’yle bat hâle getiren sofradan ayrıldı. kararların altına Yemek salonunun yanı başındaki özel dairelerine çekilmişlerdi. Kılıç Ali’nin de imzasını atmaya aralarında bulunduğu bir grup odadan gelen seslere kulak verince kıyamet koptu- ğunu anladılar. Ancak sesini yükselten Latife’ydi. başladı. Anı kitaplarında yer almayan bir anlatıma göre Latife o gece Mustafa Kemal’e “Boşa beni” demişti. Eşinin nezaketen de olsa bir başkasına kur yapmasına katla- şa olduğumuz bir sırada kendisine nabilecek bir yapıda değildi. dair analizlerimi kabul etmesi için Mustafa Kemal’in bir başka kadına kur yapması şeklinde anlatılan kavga nere- ona yalvardım ve çok çalışarak kade- deyse boşanmayla sonuçlanacaktı.” rin ona altın tepside sunmuş olduğu şöhrete layık hâle gelebileceğini söy- İpek Çalışlar, Latife Hanım, Doğan: 2006, s. 76-77. ledim. Başlangıçta söylediklerime çok öf- kelendi, fakat sonra kızgınlığını şef- kate dönüştürmeyi başardım. Ardından bana, askerî anlamda Yunan ordularını Anadolu’dan çı- karmanın, Anadolu’nun o dönem içinde bulunduğu şartlardan bi- haber olan dünya kamuoyunun zannettiği kadar büyük bir zafer olmadığını söyledi. Daha sonra bir adım daha ile- ri gitti ve Türk ordusu olmasa bi- le Yunanların Anadolu’da altı ay daha kalmaları durumunda muh- 50 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
———————————————————————————————————— Latife Hanım’ın Mektubu temelen açlıktan ölecek hâle gele- » Ailece son kez bir arada Tekke ve zaviyelerin kapatılma- ceğini, çünkü ne yeterli mühim- Latife Hanım Sarıkamış hadisesinden sonra ailesini sı, bazı kılık ve kıyafetlerin yasak- mata, ne gıdaya, ne de giyecek gizlice Çankaya Köşkü’ne çağırmış ve boşanmak lanması, bazılarını giymenin zorun- kıyafete sahip olduklarını söyledi. istediğini söylemişti. Fotoğraf o buruk günü tespit lu kılınması gibi pek çok karar böyle ediyor. Mustafa Kemal Latife Hanım’ın ailesiyle. alındı. Fakat bu itiraflardan birkaç hafta Annesi Adeviye Hanım, babası Muammer Bey, kız sonra kocam, bir grup Türk gencinin kardeşleri Rukiye ve Vecihe (5 Mart 1923). Çeşitli vesilelerle kendisine, bir histerik ve içi boş galeyanıyla yarattı- ülkenin kanunlarının orada yaşayan ğı megalomanlıkla mücadele edemez olan bu dişi Mussolini’nin söyle- milletin tecrübelerinin toplamı ol- hâle geldi. Sonrasında ikimizin de ta- diklerini ciddiye almaya başladı- duğunu, bazı şartlar altında reform- nıdığı o becerikli kadının etkisi altı- ğı işte o andan itibaren iyi hesap ların yukarıdan dayatılabileceğini na girdi. edilmemiş, bazıları gülünç ve saç- fakat insanların geleneklerini hedef ma, bazıları işleri daha da berbat alan bu tür değişikliklerin zorla ha- Ona milletin kılık kıyafetiyle hâle getiren kararların altına im- yata geçirilemeyeceğini anlattım. uğraşma dedim zasını atmaya başladı. Bu konudaki fikrim, kadınların O andan itibaren Gazi artık bam- çarşaf giyip giymemesi, dinî tören- başka bir adam oldu. Küstah, fütur- lere bir erkeğin nezaretinde veya tek suz ve hatta zalim birine dönüşmüş- başlarına katılmaları veya belli kıya- tü. Ama ben hâlâ onu seviyor, ona fetleri giymelerinin yasak olması ve yardım etmeye çalışıyordum. benzeri konuların -kamu ahlakını tehdit etmediği müddetçe- yukarı- Gazi tam bir şovenizm timsali 2017 MAYIS / DERİN TARİH 51
Dosya ————————————————————————————————————————— NEŞEYİ UNUTTUM Mehmet Barlas’ın 1986 yılında Güneş gazetesinde yayınladığı, Vasıf Çınar’a yazıl- mış 21 Ağustos 1926 tarihli mektup, Latife Hanımın dilinden, boşandıktan bir yıl sonraki psikolojisini yansıtması bakımından manidar. İstanbul’un bir köşesinde elem ve elem, yine o kahhar pençe, tefrik et- lazımdır. Bilhassa dimağ ve his mese- ızdırap içinde yuvarlanan güzel İz- tiği mütait bir ruhu kuvvetli yumru- lesi mühimdir. Maalesef hem manen, mir’in bedbaht kızını bir suretle ha- ğu içinde sıkar. Bir gün dünyanın her hem maddeten hastayım. Çok muzda- tırlamanız ahlakınızın, hissiyatınızın, acısını küçük görecek kadar kudret- rip bir haldeyim. Neşeyi unuttum. nezahat ve asaletine en büyük delildir. li olarak, yepyeni bir zihniyetle beşe- Seyahat meselesini unutmuştum. Saa- riyetin içine atar. Öyle zannediyorum Latife detimden, yuvamdan, kıymetli emel- ki mensup oldukları heyet-i içtimai- lerimden öyle feci şekilde uzaklaştı- yeye en büyük hakları sebkat etmiş rıldım ki, kendimi çok sevdiğim Türk (geçmiş) olanlar, bu mektuptan çıkan- dilini ve beklemekte canımla başımla lardır. Elem büyük mürebbiyedir. Bil- merbut olduğum Türk yurdunu sey- seniz bana ne hakikatler öğretiyor. Ba- retmekten de mahrum bırakmak is- na sıhhatli ve neşeli bir hayat temenni temiyordum. Samimi ve mucip bir lü- ediyorsunuz. Mutlaka bir hakk-ı hayat zum olduğu halde memleketimden edebilmek için evvela sıhhatli olmak ayrılmaya karar veremiyorum. Belki Latife hanımı azim sahibi, benlik sahi- bi bilirdin. Bu ne zaaf… Kendini niçin bu kadar derin bir eleme kaptırdın? Onun yüksek izzet-i nefsi, kadınlığı, şerefi nerede diyeceksiniz? Çok rica ederim, beni sakın ta’yip etmeyesiniz (ayıplamayasınız). Hayatta öyle muam- malara, öyle müthiş fırtınalara tesadüf edilir ki, bazen en kuvvetli dimağ bile muvazenesini kaybedecek kadar sar- sılır. Böyle vaziyetlerde, bence yakın bildiğimiz insanların hazan yaprak- ları gibi titreye titreye, çırpına çırpı- na kızarıp sarardıklarını, solduklarını ve nihayet merbut oldukları dala tu- tunamayarak düştüklerini ve topra- ğa karıştıklarını görürüz. Fakat bazen 52 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
———————————————————————————————————— Latife Hanım’ın Mektubu LATİFE’NİN gezisine çıkmıştır. den randevu talep ediyor. Birkaç ÜMİTSİZ Bozkurt’un yazarı H. C. Armst- yıldır Latife hanımı ve başarılarını ya- AŞKI AVRUPA kından takip eden kendisine randevu BASININDA rong’un yayıncısı, Latife hanıma verip karşılıklı konuşma şansı bahşe- gönderdiği 1 Temmuz 1930 tarihli derse minnettar olacağını belirtmiş. “Kemal’in boşandığı eşi kalbi mektupta (sağda) önem arz eden bir kırık biçimde Avrupa turunda teselli edebi çalışma hususunda kendisin- Teyzem Latife ( M. Sadık Öke - Fatih Bayhan arıyor” üst başlıklı Fransa kaynaklı haberde (solda) onu çok fazla mo- dern bularak boşadığı vurgusu dikkat çekiyor. Tedavi için Fransa’ya geldiği be- lirtilen Latife’nin kendisini başından atan eski kocasına duyduğu ümitsiz tutku yüzünden sinirlerinin zarar gördüğü, akrabalarının bu gezinin aşk acısını dindireceğini düşündükle- ri kaydedilmiş. Katı Türk lider Mustafa Kemal ka- dınların modernleşmesinden yana- dır, kendi karısı hariç. Devlet işlerine karışacak denli modernleşmesi üze- rine karısını boşadığını söylemiştir. Latife hanım toplum içinde kede- rini saklasa da evde teselli bulamaz haldedir. Evinde eski kocası için özel bir köşe dizayn etmiş; duvarları ve masaları onun resim ve heykelleriyle donatmıştır. Aşkı yüzünden sağlığı tehlikeye giren Latife babasının ısrarları neticesinde onunla Avrupa dan dayatılan kurallarla şekillendiri- şahsî olarak kendi davamın savun- bana karşı bu kanunu işletip herkesin lebilecek konular olmadığı ve olma- masını yapmayacağım. önünde beni idam ettirecek kadar ce- ması gerektiğiydi. sur değildir. Bununla birlikte ben dâ- Mahkemeye çarşafla hil hiç kimsenin istisna sayılamaya- Kocamla bu çerçevede tartıştığı- çıkacağım cağını ona söyleyecek akıl hocalarına mızda yapmaya kalkıştığı işlerin saç- karşı koyamayacağını da gayet iyi bi- malığını kabul eder, bundan sonra Kadınların çarşaf giymesini yasak- liyorum. daha âkil ve insanî adımlar atacağına layan kanunun -tıpkı erkekleri Batı söz verirdi. Fakat ertesi gün başka biri tipi şapka giymeye zorlaması gibi ki, Bu büyük insanı böylesine bir iki- kendisine başka bir tavsiyede bulun- buna riayet etmeyen 52 dindar vatan- lemle baş başa görmek, bana tarifsiz duğunda hemen fikrini değiştirirdi. daşı idam ettirmiştir- sınırlarını de- bir haz verecek. Bir meselede çok sert bir tavır takınıp nemek üzere mahkemeye çarşaf- daha sonra bunun tam tersi şeyleri sa- lı olarak çıkacağım ve bir devlet OKUMA ÖNERISI vunduğuna en az altı farklı konuda başkanının insanların ne giyip şahit oldum. ne giymeyeceğine karar vermesi- Latife Hanım nin akla ve anayasaya ne kadar İpek Çalışlar, Bunları duyduğunuzda belki şa- uygun olduğunu sorgulayacağım. şıracaksınız fakat mahkemeye çık- Doğan Kitap, 2006, 524 sayfa tığımda, yalnızca eski kocama karşı Bildiğim, tanıdığım kadarıyla Gazi 2017 MAYIS / DERİN TARİH 53
SIRADIŞI TARİH MEHMET ÇELİK Prof. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı [email protected] LATİFE HANIM’IN ÖLÜM KORKUSU: KİMDEN VE NİÇİN? Tarih ilminin motor gücü “merak”tır. Tarihin karanlık Latife Hanım’ın koridorlarında kaybolup giden, üstü örtülen birçok ola- öldürülme korkusuyla yı aydınlatan bu duygudur. Bu duyguyu taşımayan kişi apar topar İsviçre’ye tarihçi olamaz. Aksi hâlde yaptığı sadece olayları yüzeysel ola- gittiğini biliyor rak aktaran nakliyecilik olur. muydunuz? Peki, niçin ve kimlerden korkuyordu? Tarihî olaylarda kimi zaman çok ince detaylarla karşılaşı- Latife Hanım, gittikçe rız. Bir milletin ve ülkenin tarihinde çok önemli bir kırılma ilişkileri kötüleşen noktası teşkil eden olaylar ve bunların baş aktörleri olan şahıs- Mustafa Kemal-İsmet lar hakkında karşımıza karanlık dehlizler, üretilmiş belgeler İnönü denkleminde ya da çarpıtılmış hakikatler çıkabilir. Bir tarihçi için en zor nereye oturuyordu? durum budur. Böyle bir durumla karşılaşan tarihçi ya o konu- ya hiç yanaşmamakta ya da mevzuyu çarpıtılmış hakikatler veya üretilmiş belgelerle suya sabuna dokunmadan geçiştir- mektedir. Pek az tarihçi de, iğneyle kuyu kazarcasına, üretil- miş belgelerin satır aralarında beynini patlatırcasına hakika- tin izlerini sürmektedir. Bizim tarihimizde bu konunun en iyi örneği, Gazi Paşa ve onun başat aktör olarak içinde yer aldığı olaylardır. Sıradan bir insanın hayat hikâyesi, aile efradı ve içinde yer aldığı olaylar çevresindeki herkes tarafından bilinirken; bu devletin kurucusunun ailesi, tahsil hayatı, özel hayatı hakkın- da karanlık noktaların olması ve tatmin edici bir biyografisi- nin bile kaleme alınmamış bulunması nasıl izah edilebilir? Bu “Ne lüzum var?” diye geçiştirilecek türden bir konu değil, çünkü Gazi Paşa sıradan bir insan değil. Koca bir imparatorlu- ğun tasfiye sürecinde yer almış, Millî Mücadele’nin liderliği- ni yapmış, yeni devletin kurucusu olan, bu milletin tarihî ve kültürel genetiğini değiştirerek Batılı bir ulusa dönüştürmeyi hedefleyen birinin hayatının ve düşünce dünyasının en ince detayları merak edilmeyecek de kimin edilecektir? Bu resmî tarih yazımı en büyük zararı Gazi Paşa’ya ver- mekte. İpe sapa gelmez iddiaların insanların zihninde yer et- mesinin en önemli nedeni, budur. 54 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
» Arkasında cevapsız sorular bıraktı Mustafa Kemal - Latife evliliği cevaplandırılamayan pek çok soruyu geride bırakarak 2,5 yıl içinde sona erdi. Evliliğin devam ettiği yıllarda Mustafa Kemal, Latife ve İsmet İnönü birlikte görülüyor. Bu çerçevenin içinde yer alan konuların biri de Gazi Pa- Tarihe meraklı olanların da bildiği gibi, Gazi Paşa ile İs- şa’nın Latife Hanım’la 2,5 yıl süren evliliği ve aile hayatı- met Paşa’nın arası 1935’ten itibaren yavaş yavaş bozulmaya dır. Fırtınalı geçen evlilik dönemiyle ilgili bildiğimiz her başlar. Özetle Gazi Paşa, İnönü’nün sivil bürokraside ve as- şey yarım sayfayı geçmemektedir. Boşandıktan sonra Lati- keriyede paralel bir yapı oluşturmaya çalıştığını hisseder. fe Hanım’ın yaşadığı 50 yıllık hayat, yaşadığı yer, cenaze- Bu durum iki kader arkadaşı arasında soğuk rüzgârların es- sinin sessiz sedasız kaldırılmasının sebebi neydi? Tuttuğu mesine sebep olur. günlükler ve Gazi Paşa’ya yazdığı mektuplar neden devletin gizli kasalarında muhafaza ediliyor? Ancak ikisi de temkinli davranırlar. 1937’ye kadar bu psi- kolojik savaş perde arkasında devam eder. 1937 Haziran’ın- Bütün bunlar zihni meşgul etmez mi? Bir kadının, kadın da Cenevre’deki Lyon Konferansı’nda Atatürk’ün yakın ar- duygusallığıyla kaleme aldığı mektup ve hatıralar -hatta bir kadaşı Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın hükümetin kısmı hezeyan dahi kabul edilse- ne yazar; Gazi Paşa’nın tezinin aksine bir tutum takınmasıyla karşılıklı olarak kı- siyasî ve askerî başarılarına bir halel mi getirir? Özel hayat- lıçlar çekilir. Artık iki taraf da kozlarını açık açık oynama- la ilgili bu tür şeylerin -bir de devlet sırrı mantığıyla- muha- ya başlamıştır. Atatürk Orman Çiftliği’nin satışı, Bomonti faza edilmesi tek kelimeyle akla ziyan bir çabadır! Bira Fabrikası meselesi, Gazi Paşa’nın İnönü’ye yakın bazı bakanları toplantılarda azarlaması, bazı bakanları da Baş- İnönü-Atatürk kavgası bakan’a haber dahi vermeye lüzum görmeden gece yarısı görevden alması gibi olaylar iplerin tamamen kopmasına Cumhuriyet’in ilk “First Lady”sinin yaşadığı “ölüm kor- yol açar. kusu”nu özetle de olsa anlatmaya çalışacağım. Ama bu ölüm korkusunun anlaşılabilmesi için önce yönetim çarkın- Sular iyice ısınmıştır… Gazi Paşa nihai kararını verir. daki gelişmeleri özetleyerek ortamın siyasî ve psikolojik ha- İnönü’nün istifa etmesini sağlar, onu CHF Genel Başkan- vasını tasvir etmekte fayda var. vekilliği’nden de alır. O artık sadece bir milletvekilidir. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 55
SIRADIŞI TARİH » Mesut günlerden bir hatıra suikast endişesi olmasa dahi İstanbul’daki cenaze törenine Mustafa Kemal savaşta bindiği Sakarya isimli atını Latife Hanım’a hediye katılmaması, Etnografya Müzesi’nde naaşın defin işlemin- etmişti. Latife Hanım’ın atın üzerinde çektirdiği bu fotoğraf ikilinin de bulunmaması, hatta Anıtkabir’in temel atılma törenin- ilişkilerindeki kısa süren iyi günlerin bir hatırası. de yer almaması nasıl izah edilebilir? Bütün bunlar sadece geçmişteki öfkenin neticeleri midir? Bunu okuyucuya bıra- Pembe Köşk’e çekilir, dışarı ile münasebetlerini asgari sını- kıyorum ve şimdi esas konuya geliyorum. ra indirir. Ancak uzaktan uzağa da olsa gözetim altındadır. Zaman zaman Pembe Köşk civarında atla gezintiye çıkar; Bilindiği gibi Gazi Paşa aniden vefat etmedi. Uzun bir bazen şehre iner, alışveriş yapar, esnafla hal hatır babında hastalık ve tedavi dönemi geçirdi. Tedaviden ümidi kesi- kısa sohbetler yapar. lince, kendisinden sonrasını bütün yönleriyle düşünmüş olmalı… Bu tabii bir durum. Vasiyetini kaleme aldı ve en Bir gün maç izlemek için stadyuma gider. Seyirci, İnö- sonunda da “gözetim altında yaşayan” Latife Hanım’ı Şük- nü’nün maça geldiğinden haberdar olunca, İnönü lehine rü Kaya’ya verdiği direktifle Dolmabahçe Sarayı’na getirtti. tezahüratta bulunur. Bu olay Köşk’te bomba tesiri yapar, Gerek Latife Hanım’ın ailesinin, gerekse Gazi Paşa’nın ya- günlerce sofrada konuşulur. Sonunda Gazi Paşa’nın emriy- kınlarının beyanlarıyla aralarında geçen diyalog hakkında le İnönü, Parti Meclisi’nde Salih Bozok tarafından sorguya bildiklerimiz şunlar: çekilir. İnönü hatıratında bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu uzun uzun anlatır. Kendisi için “… Pek şiddetli, “…İkimiz de çok yanlış işler yaptık. Hatalarımızdan biz pek kıyasıya şeyler düşünüldüğünü” yazar ve bu endişeli/ asla pişman olacak kişiler değiliz. Ne yaptıysak hatalarımı- korkulu durum karşısında “Hayatım artık fazla geliyordu” zı gururla taşıdık. Onun için ben üzülüyorum, sen de üzül- ifadesini kullanır. me… Yalnız, senden iki isteğim var: Birincisi, ben öldük- ten sonra ortalık karışabilir, düzelinceye kadar yurtdışına Gazi Paşa’nın hastalığı ilerleyince İnönü’nün devletin git. Başına bir şey gelmesin! İkincisi, unutma, ayrılırken ba- başına geçmesini önlemek için ABD’ye büyükelçi yapılma- na asker sözü verdin. Sen benim yaverimsin. Evliliğimiz ve sı fikri ortaya atılır. Bu başarılamayınca Gazi Paşa’yı ziya- özel hayatımızdan hiç kimseye bahsetmeyeceksin. O sözü- ret etmesi için yapılan ısrar ve teşebbüsler İnönü ve çevre- nü hiç unutma!” sinde “suikast” düşüncesini doğurmuştu. Bu ihtimal İsmet Paşa’nın psikolojisini ve ruhî yapısını tamamen bozar. Ata- Şimdi, Gazi Paşa’nın şu söylediklerine bakalım: Özel ha- türk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı olarak artık bir yatlarıyla, evlilikleriyle ilgili konuşmamasını tembihlemesi son derece tabii ve anlaşılabilir şeyler. Ancak kendisinden istediği iki şeyin birincisi: “Ben öldükten sonra ortalık karı- şabilir, düzelinceye kadar yurtdışına git, başına bir şey gel- mesin!” idi. Bu cümlesini sağlıklı bir şekilde izah edebilmek için Latife Hanım’ın tavrına bakalım. Aile efradının yazdıkları ve söyledikleri bu konuda hiç- bir şüpheye yer bırakmayacak derecede açık ve nettir. Di- yorlar ki, “Latife Hanım valizlerini bile toparlamadan apar topar İsviçre’ye gitti. Valizlerini ise arkasından başka bir trenle biz gönderdik.” Bu derece aceleyi, hatta bu kelime yetmez, “paniği” nasıl izah edebiliriz? Net olarak sadece şunlar söylenebilir: 1. Gazi Paşa’nın hastalığı ileri derecededir ve her an öle- bilir, 2. Latife Hanım bir suikasta kurban gidebilir. Latife Hanım kimden korkuyordu? Peki, Latife Hanım’a bu suikastı kim ve neden yapabi- lirdi? Kiminle ne düşmanlığı vardı? Kendisi yönetimde ra- kip ve önemli bir aktör müydü ki, Gazi Paşa “…Benden son- ra ortalık karışacak” diye kendisini uyarmış olsun? Hayır! Gazi Paşa, kendisinden kimin veya kimlerin nefret ettiği- ni çok iyi bilmektedir. Latife Hanım’a yapılacak suikastın siyasî nedenlerden değil, kendisine karşı biriken öfkeden kaynaklanacağını, rakiplerinin özel hayatında kaderin sil- lesini yemiş bir kadına kadar işi uzatacağını iyi bildiği için bu tavsiyede bulunmuştur. Peki, kimdir bu kişiler? Bu konuda herhangi bir bilgi ve belge yok. İddialar şah- 56 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
» İnönü cenazede yoktu! İsmet İnönü uzun yıllar yanında yer aldığı Mustafa Kemal’in cenaze törenine katılmadı. Mustafa Kemal’in naaşı tören alanına götürülüyor. sîdir ve çoğu karalamaya yöneliktir. Ancak Gazi Paşa vefat “On üç senedir çektiğim azabı bütün vicdanıyla tartmış, eder etmez, İsmet Paşa 11 Kasım 1938 günü Cumhurbaşka- beni her suretle korumuş olan zat-ı devletinizin…” nı seçilir. Devlet ve güç artık onun elindedir. Paşa’nın ilk yaptığı şey, Gazi Paşa’nın yakın arkadaşlarını siyaset ve bü- Latife Hanım’ın 13 yıllık azap dönemi 1925-38 arasıdır; rokrasiden temizlemek olmuştur. O vefat eder etmez, Latife yani boşanmalarından Gazi Paşa’nın vefatına kadar geçen Hanım, İsmet Paşa’ya “Fatma Sadık” takma adıyla bir mek- süre. Bu dönemde kendisini her şartta ve ortamda koruyan tup yazar (Bu mektubu yıllar sonra Hürriyet gazetesi de ya- kişinin İsmet Paşa olduğunu ve bu nedenle minnettarlığını yınladı: 07/05/2006, www.hurriyet.com.tr/latife-hanim-boy- ihsas ettiriyor. Yine mektupta, bugün için tek tesellisinin de le-yikildi-4374778). kendisinin devletin başına geçmesi… Ayrıca bu ifadelerinin bir amaca yönelik olmadığını, kendisine karşı samimi his- Şimdi bu mektubu sunalım ve ardından iki cümle edip ler beslediğini de ifade ediyor. konuyu kapatalım: Kendisine başarı, sıhhat ve uzun ömür duası ettikten “Reiscumhur General İsmet İnönü/Ankara sonra tek isteğini şu şekilde ifade ediyor Latife Hanım: “… Çok Aziz ve Muhterem Şefim, bu kanatları kırık ve hasta kızınızı şefkat ve himayenizden Bu sabah, aylardan beri yattığım bir hastane odasında, mahrum etmemenizi rica eder, mübarek ellerinizden öpe- mutat üzere gelen gazeteleri görünce beynimden vurulmu- rim.” Bu satırları birkaç kere okumakta fayda var. Mektubu şa döndüm. On üç senedir çektiğim azabı bütün vicdanıyla psikologların tahlil edebilmeleri için yakın tarihin detayla- tartmış, beni her suretle korumuş olan zat-ı devletinizin, bu rını en ince ayrıntısıyla bilmeleri gerekir. büyük felaketle ne kadar sarsıldığımı tahmin buyuracağına eminim. Şu anda, beni, millet ve memleket adına mütesel- Bendenizin ise kafasına şunlar takılmış durumda: li eden, onun taşıdığı ağır mesuliyetin sizin omuzlarınıza Bu mektup, İnönü Cumhurbaşkanı olur olmaz yazılmış, yüklenmiş olmasıdır. Size ne derin bir samimiyetle hitap normalde bir tebrik mektubu olmalı. İnönü Cumhurbaşka- ettiğimi bilirsiniz. Bütün merbutiyetimle daima muvaffaki- nı seçilmiş, devleti temsil ediyor. Bu nedenle önce devletin yet, sıhhat ve uzun ömür dilerken, bu kanatları kırık ve has- kurucu Cumhurbaşkanı’nın vefatından dolayı bu makama ta kızınızı şefkat ve himayenizden mahrum etmemenizi ri- seçilen İnönü’ye devlet adına taziyelerini sunmalı, sonra da ca eder, mübarek ellerinizden öperim. kendisini tebrik ederek yeni görevinde başarılar dilemeliy- di. Ancak bu formatta değil mektup, bu ifadeler yok. Ga- Latife... zi’nin ismi geçmediği gibi, Latife Hanım 13 yıl azap çekti- Adres: F. Sadık ğini ifade ediyor; İsmet Paşa’yı methediyor, kendisini bu 13 Lindenhofspital/Bern-Suisse” yıl hep koruduğunu söylüyor. Kendisine karşı sevgisini ihsas ediyor ve “şefkatle himaye etmesini” talep ediyor. Mektup bu. Şimdi bazı ifadelere dikkatlice bakalım: Ne anladınız bu mektuptan? Ölüm korkusu var, evet. Pe- ki kimden? Gerisini yazamayacağım… 2017 MAYIS / DERİN TARİH 57
Söyleşi ————————————————————————————————————————— © Fotoğraf: SEDAT ÖZKÖMEÇ YAVUZ BÜLENT BÂKİLER “Tabutluk İşkencelerinin Müsebbibi Hasan Âli Yücel’dir” KONUŞAN: OLCAY CAN KAPLAN CHP’nin tek partili yıllardaki zulümlerinden solcular, dindarlar ve Kürtler kadar Türkçüler de nasiplenmişti. Tarihe “Irkçılık ve Turancılık davası” olarak geçen zulmü 73. yıldönümünde bir bilenle konuştuk. 58 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
————————————————————————————————————— Yavuz Bülent Bâkiler Milliyetçi gençleri 3 Mayıs 1944 günü diyorsunuz ama Sabahattin Ali’nin bu daki taliplere vatan haini gözüyle ba- makamlarda işi ne?” diye sordu. Komü- kıyorlardı. Dolayısıyla Alöç sanıkları sokaklara döken şey neydi? nistlerin devlet hayatımızda yer alma- bu suçlamayla mahkemeye verdi. Nihal Atsız Cumhuriyet devrimi- sının çok tehlikeli olduğunu belirtti. “Mesela partinizin ileri gelen milletve- Atsız’ın evindeki aramalar sırasın- zin en ciddî tarihçi ve mütefekkirle- killerinden biri İstanbul Halkevi’nde da yakın arkadaşı Orhan Şâik Gök- rinden biridir. Rusya’nın üzerimizde konuşma yaparken komünistler salo- yay’ın iki mektubu bulundu. Orhan oynadığı oyunlardan haberdardı. Ba- na gelip onu sabote ettiler. Bu adamlar Şaik, Orhun dergisinde yayınlanan ya- tı dünyasının oyunlarını da iyi bili- böyledir; bunlara imkân tanınmama- zıları görünce heyecanlanmış, mek- yordu. Rusya 1917’de Marksist sisteme lı” diyerek komünist hareketlere dik- tup yazmıştı. 1944’te Başbakana açık geçtiği zaman bu defa bizi Rus komü- kat çekti. mektup yazmak cesaret isterdi. Orhan nistleri marifetiyle bölüp parçalamak Şâik, “Nihal, sakın böyle bir mektup istedi. Bunu Atsız iyi bir şekilde tespit Yani mektuptan sonra Yücel devreye yazma, seni tevkif ederler. Başına iş etti ve Türkiye’deki komünist hareket açar, bizi de üzersin” demişti. Ama At- üzerinde çalışmalara başladı. Ona göre giriyor ve 3 Mayıs’a giden yolun taşları sız ikinci mektubu yazınca ve Orhan komünistler dünyanın en aptal insan- Şâik’in “İnadına niçin ikincisini yaz- larıdır. Ahmak ve haindirler. Özellikle döşeniyor. dın?” dediği mektuplar Atsız’ın evinde de Rusya’nın uşaklığı yapar; ondan al- Yazıdan sonra Sabahattin Ali’nin bulununca savcı onu da vatana ihanet- dıkları emirleri uygularlar. Rusya Tür- le suçladı. kiye’deki birtakım komünist odaklar- yakın dostlarından Hasan Âli Yücel la işbirliği yapmak suretiyle ülkemizi onu tahrik etti. Atsız hakkında dâva Mantık şudur: Devrin iktidarına bölmek için çalışmalar yürütmekte- açmasını, onu mahkûm ettirmesini karşı çıkan Atsız vatan hainidir. Ona dir. Bu harekete karşı Atsız ve arkadaş- söyledi. Sabahattin Ali de Ankara’da mektup yazan Orhan Şâik de öyledir. ları ciddi bir cephe meydana getirdiler. dâva açtı. Atsız Ankara’ya geldiği za- Böylece edebiyatımızda “Bu Vatan Ki- İşte 3 Mayıs 1944’te meydana gelen ha- man üniversite gençleri Adalet binası- min?” adlı en güzel kahramanlık şii- disenin arkasında yatan bunlardır. nın kapısı önünde Sabahattin Ali’nin rini yazan Gökyay da suçlular arasına kitaplarını yaktılar. Atsız’ın ifadesine girdi. Dünyaca meşhur ilim adamımız Atsız’ın Başbakan Şükrü Saracoğlu’na göre duruşma salonuna girdiği zaman Togan da suçlular arasındaydı. 2. Dün- mahkeme reisiyle sanıkların arasında- ya Savaşı’nda Almanların galip gele- yazdığı bir mektup var. Bu meseleyi ki boşluk dahi doluydu. Sabahattin Ali ceğine inanmış; arkadaşlarını topla- endişelenip birinci kattaki camdan at- yarak Almanların esirleri arasında açar mısınız? layıp kaçtı. Duruşma tehir edildi. Du- Türkistan asıllılar olacaktır, bunları Dönemin başbakanı Saracoğlu o ruşmayı izlemeye gelen gençler Ada- kurtarmak için bir cemiyet kuralım let binasından Ulus’a kadar nümayiş demiş. 7 kişi zar zor bulmuş. Kendi- zamana kadar devlet kademesinden yapıp İstiklâl Marşı söyleyerek dağıl- sinden izin istenen İstanbul Valisi bu kimsenin yapmadığı bir açıklama ya- dılar. Fakat Millî Eğitim Bakanı Yücel işin kendisini aşacağını söyleyerek on- parak herkesi şaşırttı. Meclis kürsü- durumu İnönü’ye başka türlü anlattı. ları Genelkurmay Başkanı Fevzi Çak- sünden “Biz Türkçüyüz, Türkçü ka- “Bu gençler sizi iktidardan düşürmek, mak’a yönlendirmiş. Togan da Anka- lacağız, Türkçülük bizim için bir kan İlim adamı Zeki Velidi Togan’ı getirip ra’ya geliyor. Bence İstanbul valisi, meselesi olduğu kadar irfan meselesi- Sovyet safına karşı Almanya tarafın- Çakmak’ı ikaz etti. Çünkü Mareşal dir” dedi. Atsız da Edirne’de çıkarmış da bizi savaşa sokmak istiyorlar” dedi. kendisini kabul etmedi. 3 Mayıs yargı- olduğu Orhun dergisinin 15. sayısın- İnönü de bu yalana inandı ve bu genç- lamalarında Zeki Velidi’yi gizli cemi- da Başbakan’a hitap eden bir mektup leri ağır cümlelerle millete şikâyet et- yet kurmakla suçluyorlar. Zeki Velidi kaleme aldı. “Sayın Başbakan, meclis ti. Bundan sonra hadiseler büyüdü. O “Hangi gizli cemiyet? Her şey resmî” kürsüsünde böyle bir konuşmanız ol- gün 3 Mayıs’tı. Bu hadisenin içinde bu- demesine rağmen yine de içeri alındı. du. Başbakan olmasaydınız, bunu dı- lunan mühim kişiler takibata alınıp şarıda söyleseydiniz bu kadar heye- hapse atılmaya başlandı. Hapisteki zulümlerden bahsetseniz… can duymazdım. Hem Başbakansınız, Tertemiz vatan evlatları 1,5 yıl İs- hem de Türkçü olduğunuzu söylüyor- Bunların içinde Atsız, Togan gibi eli sunuz, o halde ben de size bazı gerçek- tanbul’da zulüm gördüler. Bana göre leri açıklamak istiyorum. Bu topraklar kalem tutanlar da vardı… bu dâva Cumhuriyet tarhimizin en üzerindeki varlığımıza kasteden yer- Atsız’ın kardeşi Nejdet Sancar, Al- rezil dâvalarından biridir. Bir de Yas- li komünistlerin faaliyetlerine dikkat sıada Mahkemesi var tabii. Dümbül- etmelisiniz” diyordu. İlk mektubun- parslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, lü İsmail’in orta oyunları Yassıada du- da olayı umumi olarak ele aldı, sonra- Hikmet Tanyu gibi kimseler de vardı. ruşmalarından daha ciddi idi. Ve yine ki mektuptaysa Saraçoğlu’nun başba- Bunları İstanbul’a getirdiler. Kendileri- bana göre bu iki davanın savcıları, hâ- kanlığı döneminde devlet kadrolarına ni son derece pis bir yerde tutup mah- kimleri, kararları bütün hukuk fakül- alınan komünistleri hatırlattı. Türkçü kemeye çıkardılar. Askerî savcı Kazım telerimizde öğretilmeli. Kazım Alöç, olduğunu ileri süren bir Başbakanın Alöç, Atsız’ı vatana ihanetle suçladı. Ömer Altay Egesel gibi savcıların fo- devrinde komünistlerin devlette ileri Hadise böylece büyümüş oldu. CHP’li- noktalara geldiğini açıkladı. Sabahat- ler “Vatanı biz kurtardık, devleti de tin Ali’yi örnek gösterdi. “Türkçüyüm biz idare ederiz” diyorlar; bunun dışın- 2017 MAYIS / DERİN TARİH 59
Söyleşi ————————————————————————————————————————— toğrafları büyütülerek bütün hukuk Türkeş 9 ay, 10 gün hapis yattı. Fethi o her damla su bir balyoz gibi beynini- fakültelerine asılmalı. Altlarına da Tevetoğlu’na 11 ay, 20 gün, Togan’a 10 ze iniyordu. Bütün gücünüzle feryad- “Sakın bunlar gibi olmayın” diye not yıl hapis, 4 yıl da sürgün cezası. lar koparıyordunuz lakin duyan kim” düşülmeli. Zahiri zulümlere gelecek Bunları yaşayanları bizzat dinledim ve olursak; mesela Togan’ın yatağı adeta Sonuçta Temyiz Mahkemesi ma- İnönü’ye kızgınlığım her geçen gün bit yuvası hâlindeydi. Yatağa yatama- hallî mahkemenin verdiği kararları arttı. Togan’ın dosyasını okuduğum za- yınca bitleri eliyle kırmış ve 450 biti bozdu ve hepsi beraat etti. Bu önem- man hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu kadar duvara yapıştırarak öldürmüştü. İkin- li isimler hiçbir suçları olmadığı, tek zulüm ve ahlâksızlık olmaz. Türkkan ci gün Emniyet Müdürü’nü çağırdı ve bir cam dahi kırmadıkları halde 1,5 5 yıl hapis aldı; bazıları da beraat etti. dedi ki: “Biz Romen Diyojen’i mağlup yıl çok zor şartlarda hapis yattılar. İnö- Esasen 23 kişi hakkında dava açılmış- ettik, onu memleketine geri gönder- nü’yü ve dönemin savcısı Alöç’ü affet- tı ancak ben 13’ünün müdafaasını bu- dik, güçlen ve tekrar karşımıza çıka- mek mümkün değil. O zulümlerden larak yayınladım. Bu mahkeme adeta bil diye. Ruslar zamanında bizi yendi geçen Osman Yüksel Serdengeçti ba- kansız bir cinayet işledi. fakat böyle bir muameleyi reva görme- na dedi ki “Tabutluk, bir insanın ancak di. Ben de cumhurbaşkanlığı yaptım, ayakta duracağı büyüklükte ve geniş- Atsız arkadaşlarıyla 3 Mayıs’ı Türk- suçum ne?” likte bir yerdi. Alnımızdaki bir çem- çülük Bayramı olarak kutlamak istedi. berle bizi duvara vidalıyorlardı. Ayrıca Ankara’da tahsildeyken 3 Mayıs Bay- Atsız’ın savunması muhteşemdir. diz kapaklarımızdan ve bileklerimiz- ramlarına katıldığım oldu. Şimdi kut- “Türkçülük nedir, Turan nedir, Türk den de geçirdikleri çemberle bizi du- lanıyor mu bilmiyorum ama Azerbay- milliyetçiliğinin unsurları nelerdir?” vara yapıştırıyorlardı. Yani sağa sola can’da gördüm kutlandığını. gibi suallere müthiş cevaplar verdi. Bu dönmemiz, çömelmemiz mümkün de- kişileri ırkçılıkla suçlayanlar kendile- ğildi. Sonra üstümüze kapıyı kapatı- Kitabınızda 23 sanıklı davanın 13 ri ırkçılık yapmaya başladılar. Atsız’ın yorlardı. Başımızın üzerinde beş yüzer üçüncü göbekten Rum olduğunu söy- mumluk üç lamba yakıyorlardı. Bir sü- sanığının savunmasına yer verdiniz. lediler. Reha Oğuz Türkkan’ın Berberî re sonra müthiş bir ter boşanıyor, bu- Araplarından geldiğini iddia ettiler. nalıyor ve bayılıyorduk. Kapıyı açıp dı- Diğer 10 sanığın savunmaları neden şarı çıkarıyorlar, yüzümüze soğuk su Tabutluk günleri o 1,5 yıllık müddet serpip kendimize gelmemizi sağlıyor- yok eserinizde? lardı. Gözümüzü açar açmaz soruyor- Bu kitabı bir vasiyet üzerine hazır- içindeydi, değil mi? lardı “hükümeti nasıl devirecektiniz! 1,5 yıl sonra mahkeme bitti. Atsız’a İnönü’nün yerine kimi Cumhurbaşka- ladım. Nihal Atsız’ın kardeşi Nejdet nı yapacaktınız!” Sonra yine aynı yere Sancar hanımına bu dava dosyasını 4 yıl 3 ay 15 gün hapis, ayrıca Adana’da götürüyorlar ve 15-20 saniyelik aralık- “Bülent yayınlasın” diyerek bırakmış. 3 yıl bütün haklardan mahrum edile- larla yukarıdan başımıza birer damla Dosyayı ele alıp inceleyince kimi sa- rek sürgün cezası verildi. Kardeşi San- su damlatıyorlardı. 10-15 dakika sonra nıklar hakkında eksikler olduğunu car’a 1 yıl, 2 ay hapis. Orhan Şâik be- gördüm. Birçok yerlere başvurdum raat etti. Müdafaası mükemmeldi. fakat dava dosyasının orijinalini ma- alesef bulamadım. Bende Nejdet San- car’dan aldığım haliyle yayına hazırla- dım. İnönü’nün 3 Mayıs’ı kullanarak Alman- ya’nın yanında yer almadığını ispat etmeye çalıştığı, BM’ye üye olabilmek için “içimdeki faşistleri temizliyorum” dediği iddia ediliyor. İnönü kesinlikle Yücel tarafından kandırılmıştır. Almanya meselesi ol- masa da o başka türlü hareket etmezdi. Kendisinin iktidardan düşürüleceği- ne ve Togan’ın cumhurbaşkanı yapı- lacağına inandırıldı. İnönü 19 Mayıs nut- kunda Türk milliyet- çilerini beyinsizlik- le, ihanetle suçladı. 1944-1945 IRKÇILIK-TU- RANCILIK DAVASINDA SORGULAR SAVUNMALAR Yavuz Bülent Bakiler, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 2010. 592 sayfa, 25 ¨ 60 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx Yavuz Bülent Bâkiler kimdir? 1936’da Sivas’ta dünyaya geldi. 1960’da AÜ Hu- kuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Yeni İstanbul gazetesinde çalıştı. TRT Ankara Radyo- su’nda kültür programları hazırladı ve sundu. 1969- 75 yılları arasında avukatlık yaptı. Adalet Partisi Sivas İL Başkanlığı yaptı. 1975-76 yıllarında Başbakanlık Toprak ve Tarım Reformu Müsteşar- lığı’nda hukuk müşavirliği görevinde bulundu ve 1976-79 yıllarında Ankara Televizyonu’nda çalıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşar yardım- cısı olarak görevlendirildi. 12 Eylül Darbesi’nin ardından müşavir kadrosuna atandı. Başbakanlık müşaviri olarak 1994’te emekli oldu. Hisar der- gisi şairleri arasında yer aldı. Uzun süre Tercü- man ve Türkiye gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Kitaplarından bazıları: Yalnızlık (1962), Duvak (1971), Seninle (1986), Harman (2003), Üsküp’ten Kosova’ya (1979), Türkistan Türkistan (1986). “Komünistler her zaman yıs’ta nasıl dahli olduğu aşikâr. Adnan devrine nasıl bakıyorlardı? tehlikeydi” Menderes Ortadoğu’da lider devlet ol- Hiçbiri CHP’ye ve İnönü’ye yakınlık mamız için Bağdat Paktı’na girdi. Irak, Türkeş’in hareketi Atsız çizgisine ne İran, Pakistan ve biz varız. Bu dört dev- duymuyor, hepsi büyük bir öfke bes- kadar benziyor? let arasında büyük devletlerin oyunla- liyordu. Serdengeçti bunların başın- rı oldu. Irak’ta bir hükümet darbesi ya- da gelir. Onun bir esprisi var. Evlendi, Beraber yola çıktıkları doğru. Bera- şandı. İran’da Şah devrildi. Türkiye’de çocuğu oldu ve çocuğu vefat etti. Ya- ber tevkif edildikleri de. Ama herhâl- askerî darbe oldu. Arkasından Pakis- kınlarına -karısının adı İsmet’ti- “Ne- de siyasete atıldıktan sonra Alparslan tan ikiye bölündü. Bütün bunlar tesa- dir bu İsmetlerden çektiğim, birincisi Tükeş, Atsız’ın fikirlerini beğenme- düfen mi meydanı geldi? Türkiye ne hürriyetimden, ikincisi zürriyetimden di. Atsız’ın çıkardığı Ötüken dergisinin zaman Ortadoğu’da kuvvetlense kayıt- etti” derdi. milliyetçiler tarafından alınıp okun- sız şartsız büyük devletler müdahale mamasını istedi. O bakımdan bir so- ediyorlar. Son olarak milliyetçiler açısından ğukluk meydana geldi. Türk milliyetçilerine doğrudan CHP’nin tek partili yıllarını değerlendi- Sizce 3 Mayıs yıldönümlerinde kutlanıp Amerika’nın destek verdiğini görme- üzerine paneller yapılmalı mı? dim. 1955’te yüksek tahsil için An- rir misiniz? kara’ya gittiğimde 3 Mayıs’ta zulüm Onlar “Bu vatanı biz kurtardık, Buna bazı kimseler gülecektir ama görmüş ağabeylerimizden bunu din- ben böyle bir durumun bize zarar ve- lerdim. Hiçbirinden böyle bir açıkla- biz idare ederiz” diyorlardı. O bakım- receğine inanmıyorum. Gençlerimiz ma duymadım. 3 Mayıs sonrası komü- dan başka siyasî partilerin kurulma- bilhassa Marksist sistemin nasıl bir be- nist hareketlere Sovyetlerin nasıl arka sına izin vermediler. Kurulanları da la olduğunu bilmelidirler. Vakti zama- çıktığına bizzat şahit oldum. Bakın Ro- kapatıp iftira attılar. Çünkü kendile- nında tatbik edilen oyunları öğrenme- men devlet adamı Djuvara Türkiye’yi rine muhalefet etmek vatana ihanet- lerinin bana göre sayısız faydaları var. Bölmek İçin 100 Plan isimli bir kitap yaz- ti. 1950’de CHP çok büyük bir hezime- dı ve bunu Fransa’da Sorbonne Üniver- te uğradı. Bu defa “Kim ki CHP’lidir, Peki milliyetçiler Sovyet korkusuyla sitesi’nde sunarak tarih doktoru unva- Atatürkçüdür; kim ki değildir, Atatürk ABD tarafından desteklendi mi? nını aldı. Kitap Türkiye’de basıldı ve düşmanıdır” demeye başladılar. Bu saf- satılıyor ancak gençlerin haberi yok. sata maalesef 2017’de de devam ediyor. Amerika dost gibi gözüküyor ama Doğu ve Batı dünyası bize hasmâne Mustafa Kemal’in icraatlarını eleştir- dost olmadığı ortada. Bizim onlarla duygularla yüklü. diğim zaman “Vay Atatürk düşmanı” menfaate dayalı münasebetimiz olabi- diye saldırıyorlar. Mustafa Kemal bun- lir ancak. Sovyetlerden o dönem çeki- Görüştüğünüz milliyetçiler İnönü ların putudur, eleştiriye tahammülleri nildiği için Batı’ya dönülmek mecburi- yoktur. Zamanında Mustafa Kemal de yetinde kalındı. Ama Bağdat Paktı’nın böyleydi, kendisini kim eleştirdiyse si- kurulması ve dağılmasında, 27 Ma- yaset dışına ‘zorla’ çıkarıldı. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 61
TARİHÇİ GÖZÜYLE M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU Prof. Dr., Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi. [email protected] Osmanlı Kanun-i İLK OSMANLI Esasîsi’nin ilânı ve Meclis-i Meb‘usan’ın MECLİS-İ toplanması Londra’da ciddi bir ilgi görmemişti. MEB‘USANI VE Kanun-i Esasî’nin sultanı sınırlayacak İNGİLTERE bir toplum sözleşmesi olmaktan ziyade Osmanlı Tanzimat sonrası Osmanlı ıslahat siyasetleri büyük Hıristiyanlarına verilecek çapta İngiltere’nin desteğiyle yürütülmüştü. İlerle- muhtariyeti önleme amaçlı yen yıllarda Whitehall, Osmanlı anayasacı hareketi- bir girişim olduğu kanaati ne de katkı sağlamış ve Ahmed Midhat Paşa liderliğindeki hakimdi. ricâlin bu alandaki girişimlerine yardımcı olmuştu.1 Bu- na karşılık, Osmanlı Kanun-i Esasîsi’nin ilânı ve Meclis-i 62 DERİN TARİH / 2017 MAYIS Meb‘usan’ın toplanması Londra’da ciddi bir ilgi görmemiş, tam tersine “yetersiz” ve “mevcut sorunları çözemeyecek” adımlar olarak yorumlanmıştı. Bu ilk bakışta bir çelişki gibi gözükebilir. Ancak za- manlama ve liderlik açısından iki gelişme de İngiliz devlet adamlarının beklentilerini karşılamaktan uzak kalmış, kamuoyunda yükselen Türk karşıtlığı ise söz konusu top- lumsal sözleşme ve temsil kurumuna yönelik tepkilerin fazlasıyla olumsuz bir karakter almasına neden olmuştu. İlânı Tersane Konferansı’nın (23 Aralık 1876-20 Ocak 1877) başlangıcına denk getirilen Kanun-i Esasî, bu neden- le, bu uluslararası toplantıda Rumeli Hıristiyanları adına talep olunacak idarî reformları engelleme amaçlı bir gi- rişim olarak görülmüştür. Diğer bir ifadeyle, meşrutî mo- narşi rejimine geçiş, Osmanlı devletinin anayasal düzende tüm vatandaşların eşit olacağı iddiasıyla imparatorluğun Avrupa topraklarında yaşayan Hıristiyanlar lehine ıslahat yapmayı reddetmesini sağlayacak bir manevra olarak al- gılanmıştır. Dönemin İngiliz Elçisi Sir Henry Elliot’ın da vurguladı- ğı gibi ülkesindeki “kamuoyu Türk olan her şeyden körü
» Osmanlı Meclisi Osmanlı Devleti’nin ilk ve son anayasası olan Kanun-i Esasî 23 Aralık 1876 günü ilân olunmuştu. Bu anayasa çerçevesinde oluşturulan Meclis-i Meb‘usan’ın açılış törenini tasvir eden bir gravür. körüne nefret eden, yeni kanun-i esasîyi bir sahte ya da lı Kanun-i Esasîsi’nin “kötü yönetim” ve “keyfî güç kul- ‘kâğıttan’ anayasa olarak sunan kişiler tarafından oluş- lanımı”nı engelleyecek bir garanti olarak kabulünün turulmuş ve yönlendirilmişti.”2 mümkün olmadığı kanaatindeydi.6 Salisbury, Kanun-i Konu daha sonra Lordlar Kamarası’nda tartışıldığında Esasî’nin Büyük Devletler tarafından Hıristiyanlar le- Lord Campbell, bu görüşü ileri sürenlere Mid- hine talep edilen ıslahatı gereksiz kıldığı yo- hat Paşa ve arkadaşlarının “bu karakterde” lunda bizzat II. Abdülhamid tarafından dile bir reformu, henüz konferans toplanma- getirilen eleştiriye de “anayasanın tam an- sı için herhangi bir girişimin yapılmadı- lamıyla uygulanmasının birkaç yıl alaca- ğı 1875 yılı sonbaharında savunduğu ce- ğı” cevabını vermişti.7 vabını vermişti.3 Buna karşılık, İngiliz Bu konuda İngiliz basını da benzer kamuoyunda ve Whitehall’da yaygın bir yaklaşımı yansıtmıştı. Bulgaris- kabul gören yaklaşım, Osmanlı ana- tan olayları konusunda en şiddetli yasasının Büyük Doğu buhranını eleştirileri dile getiren Daily News8 çözmekte yetersiz kalan bir dene- Kanun-i Esasî’nin bir ıslahat projesi me olduğu yolundaydı. olarak anlam taşımadığını vurgula- Kanun-i Esasî’nin ilânını öğrenen dıktan sonra, Osmanlı Devleti’nin ba- Gladstone günlüğüne alaycı bir şekilde ğımsız bir parlamento için gerekli altya- “Turkish Constitution! ! ! (Türk Anayasası! » Robert Gascoyne-Cecil, pıya sahip olmadığını ve “Asya ve Afrika ! !)” ifadesini yazmıştı.4 Ama iktidarda bu- barbarlığı”nın egemen olacağı bir meclisin 3rd Marquess of Salisbury lunan Muhafazakârlar da konuya çok farklı herhangi bir yararı olmadığını vurgulamış- yaklaşmıyorlardı. Lord Derby, Rumeli vilâyet- tı.9 The Times (London) ve The Standard benzeri lerinde “yerel özerklik” sahibi yönetimler kurulmasının yüksek tirajlı bağımsız yayın organları da böylesi bir dil bu bölgelerin geleceği için en önemli garantiyi sağlaya- kullanmamakla birlikte gelişmeyi desteklemekten ka- cağını ve gelecekte tüm imparatorluk için anayasal reji- çınmışlardı. min kabulünün de önünü açacağını düşünüyordu.5 Times Kanun-i Esasî ilânını ve anayasanın önemli Tersane Konferansı’nda Kont Nikolay Pavlovich maddelerini bir Reuters telgrafından yararlanarak yo- Ignatyev ile birlikte çalışan Lord Salisbury de Osman- rumsuz vermiş,10 daha sonra ise George Campbell’in 2017 MAYIS / DERİN TARİH 63
TARİHÇİ GÖZÜYLE Hıristiyanlar lehine güvenceler konusunda ısrarcı ol- nulan Hıristiyanların “azınlıkta” kalacağı merkezî bir manın gerekliliğine karşılık yeni anayasadan bu alan- meclis üzerinden onların Müslümanlara tabi kılınması- da yararlanılabileceği ve Malcolm MacColl’ın nı sağlayacak bir “oyun” olarak görülmüştür. “Midhat Paşa Kanun-i Esasîsi’nin Avrupa’nın Bu yaklaşım şüphesiz Osmanlı Devleti’nin safdilliğini ölçmek üzerine gerçekleştiri- kamuoyu imajının değişimi ile uyum gös- lecek yeni bir deney” olduğunu, “Avrupa termektedir. 1875-77 Büyük Doğu Kri- baskısı ortadan kalkınca” bu metnin de zi sırasında Gladstone’un başını çektiği “Hatt-ı Hümayûn mezarlığına gömüle- Osmanlı aleyhtarı kampanya İngiliz ceğini” iddia eden mektuplarını ya- kamuoyunda son derece etkili olmuş yınlamıştı.11 Rus aleyhtarı ve Os- ve Kırım Harbi öncesi ve sonrasında manlı destekçisi Pall Mall Gazette ve görülen Türk yanlısı makaleler yer- Daily Telegraph bile Osmanlı anaya- lerini eleştirel değerlendirmelere sal rejimi konusunda şüpheci bir ta- bırakmıştı. vır sergilemişlerdi.12 Tersane Konferansı’nın başarısızlı- Dolayısıyla İngiltere’de yaygın kabul » Midhat Paşa ğı, Osmanlı devlet adamlarının İngiliz gören görüş, Kanun-i Esasî’nin Sultanı sı- (1822-84) önerilerini kabul etmemeleri ve Midhat nırlayacak bir toplum sözleşmesi olmaktan Paşa’nın 1877 yılı Şubat ayı başında azle- ziyade Osmanlı Hıristiyanlarına verilecek dilerek sürgüne gönderilmesi durumu daha muhtariyeti önleme amaçlı bir girişim oldu- da kötüleştirmişti. İngiliz kamuoyunun dik- ğu yolunda idi. kati kısa sürede başlayacağı belli olan Rus-Osmanlı Har- 19 Mart 1877 günü toplanan ilk Osmanlı Meclis-i bi üzerinde yoğunlaşmıştı. Meb‘usan’ı da İngiltere’de benzer tepkilere yol açmış- tır. Bu kurum da temsilin güçlenmesi çerçevesinde de- Meclis’in anavatanında meclis eleştirisi ğil, Avrupa-yı Osmanî’de “çoğunlukta” olduğu savu- Bu ortamda açılan meclis ise bütün basında Osman- lı Devleti’nin iki temel sorunu olduğu iddia olunan “Hı- ristiyanların baskı altında tutulması” ve “yolsuzluklar- la dolu, keyfî yönetim biçimi”ne çare getirmekten uzak bir girişim olarak yorumlanmıştır. Henüz Tersane Konferansı devam ederken Times tara- fından yayınlanan bir yorumda “Müslüman nâzırların bir Müslüman parlamentosuna karşı sorumluluğunun Türkiye’deki Hıristiyanların fazla da tercih etmeye- cekleri bir garanti” olduğu ileri sürülmüştü. Bu yoru- ma göre “Afrika ve Asya Türkiye’sinde cahil fanatizm tarafından seçilecek meb‘uslar Hıristiyan Avrupa’nın temsilcileri ile kişisel ilişkiye geçtiklerinde Midhat ve Safvet [Paşalar] gibi liberal olduklarını kanıtlamak zo- runda kalacaklardı,” ki bu da imkânsızdı. Bunun yanı sıra Kanun-i Esasî ve parlamento “Türkiye’nin en kötü ve çözülmesi ümidi bulunmayan belâsı olan yolsuzluk ve Müslüman tabakanın mahkûm [gayrımüslim] millet- lere baskısını” da engelleyemeyecekti.13 Meclis-i Meb‘usan’ın açılışından sonra yayınlanan yo- rumlarda da Osmanlı toplum yapısı, gelenekleri ve siya- sal kültürü ile bunları şekillendiren İslâmiyet’in parla- menter rejime uygun olmadığı vurgulandıktan sonra bu seçeneğin imparatorluğun çöküşüne yol açabileceği üze- rinde durulmaktaydı. Bu konuda en kapsamlı yorumlardan birini dile geti- ren Liverpool Mercury “İngiltere’de doğan parlamenter re- jimin Avrupa’nın en aydınlanmış ülkelerinde dahi sınır- lı başarıyla uygulanabildiği”ni vurguladıktan sonra onun “Avrupa kıtasında temsilî hükûmeti benimsemiş herhan- » Kanun-i Esasî’nin Osmanlıca metninin kapağı. gi bir ülkeden en az yüz yıl geride olan Türkiye’de” hayata geçirilmesinin imkânsız olduğunu dile getirmişti. 64 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
» Parlamenter sistemin beşiği Parlamenter sistemin beşiği kabul edilen İngiltere parlamentosunun 18. yüzyıla ait bir tasviri. Parlamento lordlar ve avam kamarası olarak çift meclislidir. Müslümanların Hıristiyanlara davranışının konumdaki Müslümanların “toplumsal özgürlük ve dinî Emancipation Proclamation (1863) öncesi Amerika’sında- eşitliğe düşman olmaları” nedeniyle Osmanlı Kanun-i ki “beyaz-zenci ilişkilerini” andırdığını iddia eden gaze- Esasîsi’nin “ruhu olmayan bir beden” yaratmakla eşan- teye göre “son derece derin bir cehalet ve şiddetli bağnaz- lamlı olduğunu savunmuştu.16 lığın” egemen olduğu Osmanlı toplumunda Bir diğer yayın organı ise meclisteki Müs- Müslümanların oluşturduğu “fanatik tabaka lüman meb‘usların “taşralı Türklerin ce- asırlardır nüfûsun önemli kesimine [gayrı- halet ve fanatizmini yansıtmaları”, buna müslimlere] zulmetmekteydi.” Bu neden- karşılık Hıristiyan temsilcilerin “hakim le Osmanlı Devleti için “uygulanması sınıf tarafından genellikle yapıldığı gi- imkânsız” olan anayasal rejim, gerçek- bi korkutulmaları”nın pek de “şaşırtı- te, komşu büyük askerî devletler ta- cı olmayacağı” öngörüsünü dile ge- rafından yutulmaktan korkan dev- tirmişti.17 let adamlarının başvurduğu bir çare Osmanlı anayasal rejimi ve Mec- idi. Ancak bunun başarı şansı yoktu. lis-i Meb‘usan üzerine kaleme alı- Bu ortada iken bir de “anayasal rejim nan eleştiri dozu yüksek yorumların konusunda gerçekten samimi arzu taşı- yanı sıra İngiliz basınında yeni açılan yan ve gerekli bilgiye sahip olan tek kişi » William Ewart meclise önde gelenleri “Hıristiyanların durumundaki Midhat Paşa”nın azli duru- yetersiz temsili,” “Türkçe kullanımı” ve mu daha da ümitsiz bir hale sokmuştu.14 Ti- Gladstone (1809-98). meb‘usların sadece üst tabakalardan seçil- mes da “kamuoyu olarak tanımlananacak bir mesi olmak üzere değişik tenkitler de yönel- şeyin bulunmadığı bu ülkede” “Midhat Paşa ana- tilmişti. yasasının Midhat Paşa olmadan denenmesinin” zorlukla- Gazeteler, başta Bulgarlar olmak üzere Hıristiyan- rına işaret etmekten geri kalmamıştı.15 ların gerektiği oranda temsil edilmediği iddiasını dile Bu yorumlar İngiliz kamuoyundaki genel eleştirel getirmekle kalmamış,18 “5.000.000 Bulgarın Meb‘usan- eğilimi yansıtmaktaydı. Benzer şekilde Leeds Times da da 50 temsilcisi olması gerekirken hepsi Midhat Paşa “dünyada temsilî kurumlara Türkiye’den daha uyum- tarafından atanan dört kişi” ile yetinmek zorunda kal- suz bir ülke olmadığını” vurguladıktan sonra egemen dıklarını savunan mektupları da yayınlamıştı.19 Ben- 2017 MAYIS / DERİN TARİH 65
TARİHÇİ GÖZÜYLE » The Times’in Osmanlı Meclisi üzerine yayınladığı yorumlardan biri (solda - The Times, 30 Mart 1877). » Liverpool Mercury gazetesinin Osmanlı Meclis-i Meb‘usanı üzerine kaleme aldığı eleştirel yorumun bir bölümü (Liverpool Mercury, 22 Mart 1877). zer şekilde Hıristiyan meb‘usların ilk otu- olmadığı, tüm temsilcilerin zengin ve et- rumlarda fazlaca söz almaması, onların kili kişilerden seçildiği idi. Bu bireyler ise “hükûmeti destekleyen,” dolayısıyla da top- “kelimenin Avrupa’daki anlamıyla bağım- lumlarını temsilden uzak kişiler olduğu yo- sız” değillerdi. Ancak toplumsal konumları rumlarının yapılmasına neden olmuştu.20 kendilerini ifade alanında bir avantaja dö- nüşebilirdi.23 Bunun yanı sıra mecliste konuşmaların Türkçe yapılması zorunluluğu da şiddet- Bu tür tenkitlere ilâveten İngiliz basını, li tenkitler doğurmuştu. Times, genellikle meclisin yasa yapma konusunda fazlaca bir liberal görüşlerini övdüğü Midhat Paşa’yı gücü olmadığının altını çizerek24 onun hü- bile eleştirerek, onun meb‘uslar için Türk- kümet tarafından sunulan kanun teklifleri- çe anlama zorunluluğu getirmesinin Müs- ni hızla geçiren bir kuruma dönüşeceği endi- lümanlara avantaj sağlama ve Hıristiyan şesini25 de dile getirmekten geri kalmıyordu. temsilcileri etkisizleştirmeye yönelik plan- lı bir hamle olduğu suçlamasına yer ver- İlginç olan, basının tümünün Osmanlı mişti.21 “On altı dilli” bir imparatorlukta parlamentosuna eleştirel ya da en azından meclisin Türkçe faaliyet göstermesi sade- kuşkucu biçimde yaklaşmasıdır. Bir ucun- ce Hıristiyanları sınırlamakla kalmayacak, da Türk aleyhtarı Daily News ile diğerinde “İstanbul efendileri”nden farklı bir dil kul- Osmanlı destekleyicisi Pall Mall Gazette’in26 lanan Müslüman taşra meb‘uslarının gö- bulunduğu yayın organlarında Meclis-i rüşlerini dilediklerince ifade edebilmeleri- Meb‘usan’ın açılışını, temsilin genişlemesi ni de engelleyecekti.22 ve erklerin paylaşımı çerçevesinde atılmış olumlu bir adım olarak yorumlayan bir ya- Meb‘usan hakkında dile getirilen bir di- zının görülmeyişi şüphesiz İngiliz basının- ğer eleştiri ise bu kurumun “proleterya” ya da herhangi bir konuda nadiren ulaşılan da “sans culottes”un yer aldığı bir meclis bir uzlaşmayı yansıtmaktadır. 66 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Neden olumsuz tepki? » Meclis-i Mebusan’ın gerçek mahiyeti Robert Devereux’un The First Constitutional Period adlı çalışmasının Bunun kısmen Osmanlı toplum ve kurumlarına yöne- kapağı. Kitap Meclis-i Mebusan’ın İngiliz kamuoyunda varsayıldığından lik Oryantalist bakışı yansıttığı ortadadır. Örneğin Times farklı biçimde çalıştığını ispat ediyor. meclisin açılışının ertelenmesi üzerine yaptığı yorum- da bunun resmen açıklandığı gibi meb‘usların pâyitah- bulunan risâlesinde Daily Mail’in bu alandaki yayınına atıflarda bulunmuştur. W[illiam] ta ulaşımlarında karşılaşılan sorunlardan değil, “saray E[wart] Gladstone, Bulgarian Horrors and the Question of the East (London: John münecciminin karşı çıkmasından” kaynaklandığını sa- Murray, 1876), ss. 13-14, 22. vunmuştu. Gazeteye göre bu Türklerin “Doğulu inanç- 9Robert Devereux, The First Ottoman Constitutional Period: A Study of Midhat Constitution larının bir diğer örneği” idi.27 İngiliz basınının açılış tö- and Parliament (Baltimore: Johns Hopkins Press, 1962), s. 88. reninindeki protokol ve kıyafetleri aktarışı da “farklı, 10“The Turkish Constitution,” The Times, 25 Aralık 1876. tuhaf ve egzotik” bir “Doğu” imajını yansıtıyordu.28 Bu 11“The Ottoman Constitution,” The Times, 27 Aralık 1876. “Doğu”nun Avrupa’da bile yürütülmesinde zorluk çeki- 12Devereux, The First Ottoman Constitutional Period, s. 88. len bir siyasal rejimi benimseme ve uygulaması ise im- 13“The Conference at Constantinople,” The Times, 10 Ocak 1877. kânsızdı. 14“The Turkish Parliament,” Liverpool Mercury, 22 Mart 1877. 15“The Ottoman Parliament,” The Times, 31 Mart 1877. Ancak gösterilen olumsuz tepkinin aslî nedeni, İn- 16“The Turkish Parliament―- Peace Negotiations,” The Leeds Times, 24 Mart 1877. giltere’nin Osmanlı siyasetindeki kapsamlı değişim ve 17“The Meeting of the Turkish Parlaiment,” The Evening Telegraph (Dundee), 20 Mart 1877. bu ülke kamuoyundaki Osmanlı imajının yeniden Mora 18“Public Security in Turkey,” The Times, 30 Mart 1877. Ayaklanması dönemindekini andıran bir şekil almasıy- 19A Resident in Turkey, “A Voice from the Bosphorus,” The Times, 10 Şubat 1877. Osmanlı dı. Kırım Harbi ve Paris Antlaşması sonrasında açılsa İn- aleyhtarı gazeteler Bulgarların bizzat Kanun-i Esasî’ye de karşı çıktıklarını savunuyordu. giliz kamuoyunun göklere çıkaracağı Meclis-i Meb‘usan, Bkz. “The Bulgarians and the New Turkish Constitution,” Daily News, 26 Şubat 1877. bu nedenle, ağır eleştirilere maruz bırakılıyordu. 20“The Eastern Question―- The Ottoman Parliament,” The Times, 30 Mart 1877. 21“The Ottoman Parliament,” The Times, 9 Nisan 1877. Robert Devereux’nün The First Ottoman Constitutional 22Bu konuda dile getirilen eleştiriler için bkz. “The Ottoman Parliament,” The Times, 24 Mart Period adlı çalışması ve Meclis-i Meb‘usan’ın Hakkı Tarık 1877, “The Ottoman Parliament,” Edinburgh Evening News, 9 Nisan 1877 ve “The Us tarafından derlenen konuşma tutanakları bu kuru- Ottoman Parliament,” The Times, 5 Nisan 1877. mun İngiliz kamuoyunun varsaydığından farklı biçim- 23“The Eastern Question,” The Times, 13 Şubat 1877. de çalıştığını ortaya koymaktadır.29 Buna karşılık İngiliz 24“The Conference and the Constitution,” The Times, 30 Aralık 1876. basını çalışma döneminde de Meclis-i Meb‘usan’a yöne- 25“The Opening of the First Parliament of the Ottoman Empire,” Morning Post, 14 Mart 1877. lik açık övgüler dile getirmemiştir.30 Meclis 1878 yılı Şu- 26Osmanlı yanlısı bu gazetenin de Meb‘usan’ın açılışını yorumsuz vermesi dikkat çekicidir. bat ayında tatil edildiğinde gösterilen tepki de timsah Bkz. “Imperial Ottoman Parliament,” The Pall Mall Gazette, 27 Mart 1877. gözyaşlarının ötesine geçmemiştir. 27“The Ottoman Parliament,” The Times, 28 Mart 1877. 28Örnekler için bkz. “Imperial Ottoman Parliament,” The Pall Mall Gazette, 27 Mart 1877 The Standard, “Türkler”i, “üzerinde yaşayıp beslendik- ve “The Farce of the Ottoman Parliament and the Comedy of the Protocol,” The Evening leri bitkilerin rengini alan böcekler”e benzettiği yazı- Telegraph (Dundee), 19 Mart 1877. sında “bir mevsim Batı’daki milletlerin siyasal rengini 29Meclisin “beklentilerin ötesinde” çalıştığı tirajı yüksek gazetelerde de dile getirilmiş ama bu almaya çalışan Türk’ün artık kuzeydeki büyük impa- temel yaklaşımların değiştirilmesine neden olmamıştır. Bir örnek için bkz. “The Eastern ratorluğa [Rusya] benzemeye çalıştığını” savunmuştu. Question―The Ottoman Parliament,” The Times, 30 Mart 1877. Gazete “liberal kurumlar bahşetmenin İngilizlerin iyi 30Gladstone’nun “sözde parlamento” tanımlamasına eleştiri getiren ve Meclis-i Meb‘usan’ın niyetini sağlayacağı umudu”yla tesis olunan Osmanlı Osmanlı toplumundaki imajının farklılığını vurgulayan istisnaî örneklerden birisi için bkz. meclisinin “Çar’ın arzusuna uyularak” kapatıldığını id- “The First Ottoman Parliament,” The Times, 29 Haziran 1877. Meb‘usların cesaretini öven dia ediyordu.31 bir diğer örnek için bkz. “The Ottoman Parliament,” The Pall Mall Gazette, 11 Ocak 1878. 31“The Disappearance of the Turkish Parliament,” The Standard, 23 Şubat 1878. Bu değerlendirmenin kapatılma nedenine ilişkin yo- rumunun anlamsız olduğu açıktır. Bunun yanı sıra ga- zetenin değinmediği bir husus, meclisin tesisi alanında talî nedenler arasında bulunan “İngilizlerin iyi niyetini sağlama” arzusunun ciddi bir karşılık bulmak bir yana hasmâne bir tepkiye neden olduğudur. Dipnotlar: 1 Henry Elliot, “The Death of Abdul Aziz and of Turkish Reform,” Nineteenth Century, 23/132 (1888), ss. 279 ff . 2 Ibid., 276. 3 House of Lords Hansard, Parliament Session 1877, cilt. 232 (20 Şubat 1877), sütun, 682-83. 4The Gladstone Diaries with Cabinet Minutes and Prime-Ministerial Correspondence, 9 (January 1875-December 1880), der. H.C.G. Matthew (Oxford: Clarendon Press, 1986), s. 183 5Lord Derby’nin 20 Kasım 1876 tarihiyle Lord Salisbury’e verdiği konferans talimatları, Turkey, no. 2 (1877), Correspondence Respecting the Conference at Constantinople and the Affairs of Turkey, 1876-77, s. 9. 6Lord Salisbury’den Lord Derby’e, Pera, 13 Ocak 1877/no. 222, Ibid., ss. 302-303. 7Lord Salisbury’den Lord Derby’e, Pera, 14 Ocak 1877/no. 224, Ibid., s. 307. 8Gladstone, İngiliz kamuoyunda Osmanlı aleyhtarı bir hava yaratılmasına önemli katkıda 2017 MAYIS / DERİN TARİH 67
Gündem ———————————————————————————————————————— Vakıf Şehrine Yakışır Bir Vakıf Müzesi Dünyanın gelip geçiciliğini, kalıcı olanın hizmet ve eserlerde gizli olduğunu bilen Osmanlıların vakıf mirasını hakkıyla bilip muhafaza edebiliyor muyuz? Bursa Vakıf Kültürü Müzesi bu mirasın koruyucularından olacak gibi görünüyor. SAMET TINAS samet.tı[email protected] lik yapan Bursa, âsitanelik yıllarında rihî çeşmeden Bursa kaplıcalarına ka- sayıları hızla artan hamamları, cami- dar vakıf kültürünü temsil eden çok İ slam medeniyetinin en güzide leri, çarşıları, çeşmeleri, kuş evleri ile sayıda eserin minyatürlerini inceleme eserlerini vücuda getiren Osmanlı- kelimenin tam anlamıyla bir Vakıf Şe- fırsatı buluyoruz. lara bir vakıf medeniyeti desek ye- hir’di. Nihayet bu hüviyetine yakışır ridir. Osman Gazi’den itibaren tesis edi- bir müzeye kavuştu. Müzenin kuruluş sürecinde vakıf len vakıflar, esir ve köle azat etmekten kültürünü doğru ve etkili biçimde an- hasta ve garip leyleklerin bakımına ka- 405 m²’den bir alanda kurulu müze- latabilmek amacıyla Büyükşehir Bele- dar bin bir faaliyet gösteriyordu. Şeriy- de vakıf tarihimiz açısından değerli eş- diyesi Kültür Yayınlarından çıkan Bur- ye ve Evkaf Nezareti’nin kaldırılmasıy- ya ve canlandırmalar sergileniyor. Bur- sa Vakfiyeleri incelenmiş. la bu muazzam hizmetler de unutuldu sa’ya ait vakıf unsurlarından oluşan en gitti. nadide objeler, aslından kopya edilerek Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı minyatür şeklinde hazırlanmış. Hat Recep Altepe, Büyükşehir Belediyesi ta- İmparatorluğun uzun yıllar başşeh- levhaları, 16 adet halı ve kilim, 22 şam- rafından Bursa’ya kazandırılan 16. mü- ri olan Bursa’da geçtiğimiz Şubat ayın- dan, 3 Kur’an-ı Kerim ve çeşitli levha- ze olan Vakıf Kültürü Müzesi ile Türk da kapılarını açan Bursa Vakıf Kültürü lar da müzede sergileniyor. Ayrıca Ulu kültür ve medeniyetinin eşsiz mirası- Müzesi unuttuğumuz bu medeniyeti Cami ve Yeşil Cami’den Irgandı Köprü- na dair en güzel örneklerin geleceğe hatırlatacak türden bir teşebbüs. Hem sü’ne, Emir Sultan Camii önündeki ta- taşınacağını belirtiyor. zengin koleksiyonu, hem de muhtevası itibariyle sadece Bursalılara değil, bü- Yolunuzun Bursa’ya düşmesini bek- tün Osmanlı ecdadına söyleyecekleri lemeden Vakıflar şehrine yakışan bu var. müzeyi muhakkak ziyaret edin diyo- ruz. Osmanlı Devleti’ne 39 yıl başkent- 68 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Dosya ————————————————————————————————————————— Sultan Abdülhamid’e Niyet Kime Kısmet: Ertuğrul ve Söğütlü Yatları Semavî Eyice bu ay Ertuğrul ve Söğütlü yatlarının serüvenini kaleme aldı. Sultan II. Abdülhamid döne- minde İngiltere’de özel olarak yaptırılan bu iki yat, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Mustafa Kemal tarafından da kullanılmıştı. » İkinci Cumhurbaşkanlığı yatı Yapımı bitirilip 1931’de hizmete girdiğinde dünyanın en büyük yatı olarak nam salmış olan Savarona, Mustafa Kemal’in hastalığının ağırlaştığı günlerde Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın alındı. Ertuğrul yatından sonra Cumhurbaşkanlığı yatı olmuştu. 70 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx O smanlı Devleti’nin son dönemi padi- USTA KALEMLER şahlarından olan Sultan II. Abdülha- Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE mid için İngiltere tezgâhlarında yapıl- mak üzere iki yat sipariş edilmişti. Ismarlanan muhtelif yerlerde demirli olarak durdu. Ancak bu iki yattan birincisine Osmanlı hanedanının Marmara sularında beyaz kitlesiyle süzülme- kurucularından Ertuğrul Gazi’nin adı, ikincisi- ye başlaması Cumhuriyet’in ilanından sonra ne ise Osmanlı Beyliği’nin ilk tohumunun atıl- olabildi. Cumhuriyet’in kuruluşunun ardın- dığı yerin adı verildi. Böylece Sultan için sipariş dan Mustafa Kemal Atatürk İstanbul’a gelmeye edilen Ertuğrul ve Söğütlü yatları Marmara’nın başlayınca bazı gezilerini yeniden hizmete so- parıltılı sularındaki yerlerini almışlardı. Sul- kulan Ertuğrul yatıyla yaptı. Böylece Cumhur- tan II. Abdülhamid döneminde kullanılan söz- başkanlığı özel yatı durumuna girmiş olan bu konusu yatlar Cumhuriyet sonrasında hizmet zarif tekne 1937’ye kadar hizmete devam etti. verdi. Atatürk yaz günlerinde bu yatla deniz gezinti- leri yapmayı seviyordu. Söğütlü, boğaz kıyılarında ve saray-ı hüma- yunun Sarayburnu’ndaki iskelesine gidebile- 1 Temmuz 1936’da İstanbul’da kutlanan De- cek ölçülerde olan bir yattı. Ertuğrul ise dış gö- nizcilik Bayramı’na İngiliz Kralı VIII Edward rünüşü bakımından çok ince, zarif bir estetiğe da katılmıştı. Bu bayramda genellikle Moda ile sahipti. İstanbul’a getirildikten sonra pek faz- Fenerbahçe burunları arasındaki sahada, peş la kullanılmayan bu yat oldukça uzun yıllar peşe törene katılan ve akşam verilecek ziyafete gelenlerin ağırlanacakları gemiler denizde sı- ralandıktan sonra çeşitli gösteriler yapılıyordu. İngiltere’nin genç kralı, sevgilisi Simpson ile 2017 MAYIS / DERİN TARİH 71
Usta Kalemler—————————————————————————————————————— » Emektar yat VIII. Edward İstanbul’da kaldı- kozun kısa sürede davetliler tarafın- Sultan II. Abdülhamid döneminde İngiltere’de ğı süre boyunca Nahrin yatından pek dan mideye indirilmiş olmasıydı. yaptırılan Söğütlü yatı Mustafa Kemal tarafından uzaklaşmadı. Sadece bir gün motorla da kullanıldı. Ortaköy’de kaptan yetiştirilmek için Dolmabahçe Sarayı’nın rıhtımına ya- Tersanede unutulmuştu kurulan yüksekokulda bir süre hizmet verdikten naşarak kendisini burada karşılayan sonra emekliye ayrıldı. Dolmabahça Sarayı önüne Mustafa Kemal Atatürk ile beraber sa- Ertuğrul, Kasımpaşa’da tersanede demirlemiş yatın bir fotoğrafı. raya girerek bir süre sohbet ettiler. Er- uzun süre unutulmuş bir halde kaldı. tuğrul yatının son gösterisi bu oldu. Rahmetli Haluk Şehsuvaroğlu tarafın- birlikte Nahrin adında özel bir yatla İs- Atatürk’ün Ertuğrul’daki hatıraları ol- dan o sıralarda kapalı durumda olan tanbul’a geldi. Şeref misafiri olarak dukça fazlaydı. Onun güvertesinde ku- Bezmialem Camii ve yanındaki saray Moda Koyu’nun önünü kapatan gemi- rulan sofrada akşamları demlendiği kayıkhanesi yeni baştan düzenlenir- ler dizisinin en muteber yerinde sıraya ve sevdiği şarkıları gramofonunda taş ken Ertuğrul tekrar akla geldi. 1940- alındı. Aynı gün içinde Atatürk’ün bu- plaklardan dinlediği hatta bazı beğen- 50 yılları arasında Haliç Tersanesi’ne lunduğu Ertuğrul yatı da buraya gele- mediği plakları da denizin yüzeyine çekilerek hurdaya çıkarıldı ve belirli rek Nahrin yatının hemen peşinde aynı savurup attığı yatın kaptanı tarafın- yerleri sökülmeye başlandı. O sırada şamandıraya bağlandı. Böylece deniz dan anlatılırdı. padişahın yatması için düşünülmüş oyunlarını yatlarının güvertesinde olan kamara sökülerek deniz müzesi- birlikte seyrettiler. Ertuğrul yatından O günlerde ben ortaokul talebesiy- ne taşındı. Bu kamara o kadar dar ve sonra gelen bir şamandıraya da, hatı- dim. Babamın Kaptan Mektebi’nde öğ- küçüktü ki, bir hükümdara bu kadar rımda kaldığı kadarıyla, deniz yolları- retim üyesi olması dolayısıyla Deniz- basit bir yerin tahsis edilmesi insanı nın uzun seferler için kullandığı Gü- cilik Bayramı gösterilerine sandalla şaşırtır. Kamaranın içinde tek kişinin neysu vapuru bağlanmıştı. gelmiş ve Güneysu vapuruna çıkmış- yatabileceği bir ranza, bir oturma sedi- tım. Her türlü yiyecekle doldurulmuş ri, üstündeki deposu her gün elden su o muhteşem sofraların kısa bir süre- doldurulacak olan bir lavabo ile bir de de yenilip bitirildiğini hayretle seyret- elbise dolabı vardı. Hiçbir ihtişamı ve miştim. Fakat beni en çok şaşırtan bü- gösterişi olmayan bu kamaranın bü- yük masanın tam ortasında yer alan tün parçaları sökülerek Deniz Müze- hayatımda rastladığım en büyük ısta- si’nde bir köşeye Atatürk’ün kamarası 72 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
——————————————————————————————————— Ertuğrul ve Söğütlü yatları olarak monte edilmişti. » Dolmabahçe yolunda Çok ilginçtir ki, 1956’da yedek su- Mustafa Kemal’in birinci Cumhurbaşkanlığı yatı olarak kullandığı Ertuğrul yatında Dolmabaçe Sarayı’na bay olarak Deniz Müzesi’nde görevlen- giderken çektirdiği bir fotoğrafı (5 Haziran 1928). dirildim. Bu sırada aynı kamaranın lambri kaplamaları gibi bazı parça- du. Hem lise kısmı hem de yüksek kıs- da çok muhteşem bir salon vardı. Ya- lar da sökülerek müzeye getirilmişti. mı vardı. Okulda öğretim üyesi olarak tın içindeki aksam sökülmüş bunla- Bunları yakından incelediğimde ön genellikle eski emekli deniz subayla- rın yerine öğrencilerin yatması için yüzleri cilalanmış olan bu lambri pa- rı görev yapıyordu. Babam Kamil Eyi- iki sıra ranza yapılmıştı. Aynı salonun nolarının her birinin arka tarafların- ce de emekli bir deniz subayı olduğun- beşik tonoz biçimindeki boydan boya da, bunları yapan ustanın imzasının dan bu okulun kuruluşundan itibaren uzanan tavanı altın yaldızla nakışlarla bulunduğunu görmüştüm. Aynı mü- öğretim üyesi kadrosuna alınmıştı. 19 süslü muhteşem bir görünüşe sahipti. zede görevimin devam ettiği günler- yıl boyunca emekli oluncaya kadar bu Duvarlarda yine altın yaldızlı süsleme- de orada görevli olan Binbaşı, Kasım- görevde kaldı. lere sahip ağaç kaplamalarla bezenmiş paşa’daki tersaneye gidip sökülmekte başka bir salon, iki taraftan da büyük olan yattan kamaranın yuvarlak lum- Okula verildikten sonra Söğütlü ya- pencerelerle aydınlanmıştı. Salonun buz pencerelerinden de alıp getirme- tının yüksek kısım öğrencilerinin bir arka kısmında pembe mermerden bir mi söyledi. Yanımda bir deniz eriyle tatbikat yeri olması düşünülmüştü. tuvalet ile karşısında da bir ufacık kah- Kasımpaşa’ya gittim ve önceden tanış- Yüksek kısım öğrencileri 15-16 tane- ve ocağı vardı. Söğütlü yatı okulun pek tığım tersane müdürü Nedret Bey’i gö- den fazla değildi. Bazı değişiklikler ya- fazla işine yaramadı. rüp ona isteğimizi söyledim. Müdür pıldıktan sonra yatla bazı öğretim üye- bu isteğimizin yerine getirilemeyece- leri ve öğrenciler Temmuz ve Ağustos Bir gece hareket halindeyken yatın ğini ifade etti. Ancak geminin sac göv- aylarında bütün Marmara ve İzmir’e altı bir kayaya çarptı. Bu yüzden göv- desi parçalanabilirse bu pencerelerin kadar Ege kıyılarında dolaşarak tatbi- desini teşkil eden saclar tabaka halin- çıkarılacağını söyledi. Hâlbuki daha kat yaptılar. Bu uzun seyahatte babam de kalkmış ve su almaya başlamıştı. parçalanmaya başlanmamıştı. Ancak beni de yanına almıştı. Böylece Mar- Batma tehlikesine karşılık acele çi- size başka gemiden çıkma iki lumbu- mara’nın bütün kıyılarını ve Ege deni- mento ile tamir edildi. Fakat bu onun zu verebilirim dedi. Bana teslim edilen zindeki kıyıların bir kısmını yakından çürüğe çıkarılarak yok olup gitmesine iki lumbuzu alarak müzeye döndüm. görmem mümkün oldu. engel olamadı. Bunların yerlerine monte edilmesi mümkün olmadı. Kaptan mektebi ihtiyacını cevap- layabilmesi için yatta önemli değişik- Aynı yılın Ekim ayında gelen ani likler yapılmıştı. Mesela artık II. Ab- bir emirle müze binasının bir kısmı- dülhamid’in ve sonradan Atatürk’ün nın yıktırılmasına karar verildiğin- kaldığı kamara yoktu. Arka kısmın- den her şeyin Dolmabahçe Sarayı’nın yanındaki bir daireye taşınması em- redildi. Bundan bir süre sonra da ye- ni bir emirle bu defa Deniz Müzesi’nin Beşiktaş’ta Maliye Tahsil Şubesi olarak kullanılan binasına yerleştirilmesine karar verildi. Bu işlemler yapılırken ne olduğunu bilmiyorum çünkü terhis ol- muştum. Söğütlü yatı ise narin yapılıydı; her tarafı ve her aksamı bronzdan yapıl- mıştı ve parlatıldığı takdirde altın gibi küpeştelerindeki bacasından havalan- dırma manikalarına kadar her şeyiy- le parıl parıl parlayan bir tekneydi. Bu yat sultanın boğazdaki gezileri için yaptırılmıştı. 1934-35 yılına doğru ani bir karar- la bu yat kaptan yetiştirilen bir okula verildi. 1930 yılında Ortaköy’de açılan bu okul ticaret gemilerine makine su- bayı ve kaptan yetiştirmeyi amaçlıyor- 2017 MAYIS / DERİN TARİH 73
Dosya ————————————————————————————————————————— 7 SORUDA MOĞOLLAR İSLAM DÜNYASINA NASIL ZARAR VERDİ? 74 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx MUSTAFA ALİCAN [email protected] 13. yüzyılın başında tarih sahnesine çıkan Moğollar benzeri görülmemiş katliamlara imza atmışlardı. Bu barbarlıktan en çok na- siplenenler Müslümanlar olmuştu. Moğol tufanından geriye sadece kan, kül ve acı kal- mıştı. İşte 7 maddede Moğol akınlarının İslam dünyasına verdiği zararlar… 2017 MAYIS / DERİN TARİH 75
Türk Tarihi ——————————————————————————————————————— C engiz Han önderliğinde 1220’li yerlerde ekili arazi ya da dikili toprak nin inhitâtının başat âmili” olarak ni- yılların başında tarih sahnesi- bırakmayan Moğollar, işgal ettikleri telendirdiği Moğol istilasının verdiği ne çıkan Moğollar, yarım asır şehirleri ateş ve kan deryasına çeviri- zararın boyutları, çağdaş Müslüman içerisinde Çin’den Avrupa’ya kadar yor, bazen hayvanlara varıncaya kadar müelliflerinin eserlerine de açık bir bi- uzanan geniş bir coğrafyayı atlarının bütün canlıları katlediyorlardı. Aldık- çimde yansımıştır. toynakları altında çiğnemişlerdi. İran, ları esirleri canlı kalkan yapıyor, ölü Azerbaycan, Kafkasya, Anadolu, Deşt-i veya canlı bedenlerini şehirlerin çev- Meselâ İbnü’l-Esîr el-Kâmil Fî’t-Târih Kıpçak ve Doğu Avrupa’da vahşetin da- relerini saran hendekleri doldurmakta isimli eserinde Moğolların, “yeryüzün- ha önce görülmemiş biçimlerini yaşat- kullanıyorlardı. deki hiç kimseyi sağ bırakmadıkları- tılar. İnsanlığın yüzlerce yıla dayanan nı, kadın erkek, çoluk çocuk demeden sosyal, siyasî, kültürel ve medenî biri- Bu vahşetten Çin’den Avrupa’ya ka- herkesi katlettiklerini, hatta hamile kimini heba ettiler. Öyle ki, Moğol is- dar istila ettikleri bütün coğrafyalar kadınların karınlarını deşerek taşı- tilası sırasında şehirler harap olmuş payını almıştı. Ancak Moğol kasırgası- dıkları ceninleri bile öldürdüklerini” ve hatta bazıları haritadan silinmişti. nın asıl mağdurları Müslümanlar oldu. yazmıştır. Nüzhetü’l-Kulûb isimli eserin 40 milyona yakın insan katledilmiş ve müellifi Kazvinî de Moğolların “ger- buna paralel olarak azalan karbon sa- İslam dünyası Orta Çağ’ın zengin- çekleştirdikleri tahribat ve katliamla- lınımı dolayısıyla küresel çapta iklim liklerine sahip olduğundan kısa sü- rın meydana getirdiği etkilerin bin yıl değişikliği meydana gelmişti. Kısaca- rede onların dikkatini çekti. Moğol- geçse bile telafi edilemeyeceğini, dün- sı Moğolların tarih sahnesine çıkışıyla lar milyonlarca kişiyi katletmekle yanın bir daha eski haline dönmesinin ölüm, katliam, yıkım, tahribat ve vah- kalmayıp İslam medeniyetine telafi- mümkün olmadığını” belirtmiştir. şet gibi kavramlar yeni anlamlar ka- si imkânsız bir darbe vurdular. Prof. zanmıştı. Osman Turan’ın, “İslam medeniyeti- Moğol istilasının İslam dünyasında meydana getirdiği etkilerin ve istila ile Tarihin akışını değiştiren Moğol is- » Zulüm payidar olmaz ortaya çıkan çok yönlü sonuçlarının tilası sistematik bir şiddet sarmalı üze- Ortaçağ’ın en büyük katliamlarında Moğol imzası külliyetli bir biçimde incelenebilmesi rine kurulmuştu. İlk örneklerini Cen- vardır. Yalnızca İslam coğrafyasını değil, Çin’den tek yazıda mümkün değil. Dolayısıyla giz Han’ın liderliğinde 1210’lu yıllarda Avrupa’ya kadar olan toprakları istila etmişlerdi. biz bu yazıda sadece Moğolların İslam Çin’e düzenledikleri sefer sırasında Moğolların Çin işgalini anlatan bir tasvir. dünyasında gerçekleştirdikleri katli- sergiledikleri bu vahşet düşkünlüğü, amları ele alacağız. Özellikle de siste- düşmanı itaat altına almaktan çok, matik vahşet ve katliamların yaşandı- yok etmeyi amaçlıyordu. Geçtikleri ğı hadiselerin üzerinde duracağız. 76 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
———————————————————————————————————————— Moğol İstilası 2 Harezmşah’ın gönül alıcı şehri tarumar edildi Vahşetlerine hız kesmeden devam eden Mo- ğollar, Tirmiz ve Belh gibi İslam medeniyetinin kültür merkezlerini yok ettiler. Tirmiz’de canını bağışlamaları karşılığında yutmuş olduğu bir in- ciyi kendilerine vermeyi vaat eden yaşlı bir ka- dını katledip karnını yarmış ve bedeninde inci aramışlardı. Aynı şeyi başkalarına da yaptılar. Kı- lıçtan geçirdikleri insanların cesetlerini kesip bi- çerek içlerinde değerli taş ve mücevher aradılar. “Harezmşah’ın en gönül alıcı şehri olan” Semer- kand’a doğru ilerlerken yanlarında bulunan esir- lerden yorgunluk belirtisi gösterenleri katlediyor, işlerine yaramayacak olan hiç kimseyi sağ bırak- mıyorlardı. Semerkand önlerinde kendilerine direnen yak- laşık 70 bin kişiyi kılıçtan geçiren Moğollar, şeh- rin en büyük camisini, canlarını kurtarmak için buraya sığınan binlerce kişiyle birlikte ateşe ver- mişlerdi. Değerli malların ve “gizledikleri” para- ların yerlerini söyletmek için bin bir işkence yap- tılar. 20 yaşından küçük olanlar dışında herkesi katlettiler ve bakire kızların ırzına geçtiler. 9 gün devam eden yağma ve katliamlar esnasında on- binlerce insan vahşice öldürüldü. Semerkand iş- galden sonra tam hayalet bir şehre dönmüştü. 1 İslamın Kubbesi Buhara kanla yıkandı Cengiz Han liderliğindeki Mo- inancına saygısızlık edilmişti. ğollar İslam coğrafyasındaki ilk Halkı şehrin namazgâhına büyük katliamlarını “İslamın Kubbesi” olarak bilinen Buha- toplayan Cengiz Han onlara, “gü- ra’da gerçekleştirdiler. 1220 yılı- nahkâr oldukları için Allah’ın nın Şubat’ında şehre giren işgal- kendisini onlara ceza olarak gön- ciler, iç kalenin etrafına direniş derdiğini” söylemişti. Yağma ve için kazılmış hendeği camiler- talan esnasında kadın-erkek, den söküp parçaladıkları min- genç-yaşlı, çoluk-çocuk ayrımı berler ve yırttıkları Kur’an sayfa- yapmadan binlerce insanı kılıç- larıyla doldurmuşlardı. Direnişi tan geçiren Moğollar, şehri ya- kırıp Buhara’yı tamamen ele ge- kıp yıkmış ve Müslüman kadın- çirdiklerinde Ulu Camii’nin içi- lara erkeklerinin gözleri önünde ne kamp kurarak işret mecli- tecavüz etmişlerdi. si tertip etmiş, âlimleri sâkilik yapmaya zorlamışlardı. Çalgılı İbnü’l-Esîr’in “dehşet verici bir çengili eğlenceler düzenlemiş, gün” diye tarif ettiği bu katliam rakkâseler raks etmişti. Sandık- gününün izleri, yaklaşık bir asır lar dolusu kitap ateşe verilerek sonra şehre gelen ve “Moğol işga- yakılmış ve İslamın kutsal kita- linin izlerinin hâlen silinmedi- bı çiğnenerek Müslümanların ğini” yazan meşhur seyyah İbn Battûta tarafından da müşahede edilecekti. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 77
Türk Tarihi ——————————————————————————————————————— 3 Ölümün gölgesi İran ve Kafkaslarda! 4 Selçuklu’nun Cengiz Han’ın Moğollardan ka- en şiddetli katliam örneklerinden bi- cenneti de çan Harezmşah hükümdarı Sultan Mu- ri yaşandı. Erkekler hemen öldürüldü, vahşete yenik düştü hammed’i yakalamakla görevlendirdi- kadınlar ise tecavüzün ardından öldü- İbnü’l-Esîr’in, şüphesiz abartılı olarak, 200 bin kişilik bir İslam or- ği birlikler kuzey istikametinde İran ve rülecekti. Hamile kadınların karınları dusu tarafından korunduğunu kay- dettiği Merv, tıpkı diğer yerler gibi Azerbaycan üzerinden Kafkasya’ya gi- yarıldı, ceninler kılıçtan geçirildi. Gen- Moğollara direnemedi. derken geçtikleri bölgeleri yangın ye- ce’de 30 bin kişinin canına kıyıldı. Ta- Şehrin bütün ileri gelenlerini iş- kenceyle öldüren ve biraz malı-mül- rine çevirmişlerdi. Mazenderân halkı- lekan bölgesindeki Mansurkûh kalesi kü olanları katleden işgalciler, hazi- ne aramak için Selçuklu hükümdarı nı kılıçtan geçirip şehri ateşe vermiş, uzun süren bir kuşatmanın ardından Sultan Sancar’ın mezarını bile yağ- maladılar. Rey’in bütün erkeklerini katletmiş, ahşap kulelerden düzenlenen saldırılar İranlı tarihçi Cüveynî’nin ifade- halkının aman dileyip teslim olduğu sonucu ele geçirildi ve taş üstünde taş, siyle, “nüfusu Nisan yağmurunun damlalarıyla boy ölçüşebilecek ka- Hemedan’da ölüm olup yeryüzüne yağ- omuz üstünde baş bırakılmadı. dar çok” olan Merv’de 1 milyon 300 bin, İbnü’l-Esîr’e göre ise 700 bin kişi mış ve Müslümanları “adeta köklerini katledilmişti. kazırcasına” öldürmüşlerdi. Düşmanla- Vahşetten Nişabur da payını aldı. Cengiz Han’ın damadı Toğaçar No- rıyla yaptıkları anlaşmalara sırt çevir- yan’ın da hayatını kaybettiği kuşat- manın ardından işgal edilen şehirde mekte bir beis görmedikleri anlaşılan -hanın kızı tarafından verilen emir doğrultusunda- sokaklardaki ke- Moğollar, ekili arazileri atlarına çiğne- di ve köpekler dâhil bütün canlılar katledildi. Şehir talan edildi. tip kıtlığa mahkûm ettikleri Zencan ve Eski Selçuklu merkezleri olan He- Kavzîn’de de onbinlerce insana kıymış- rat ve Tus da aynı kaderi yaşadılar. lardı. Güney Kafkasya’ya kadar ilerleyip Gürcüleri ağır bir hezimete uğrattılar. Tiflis’te -Aziz Quentin’in kayıtlarına gö- re- 7 bin kişiyi katlettiler. Derbent’te öl- dürdükleri binlerce insanın kulakları- nı keserek sirke dolu kaplarda Cengiz Han’a gönderdiler. İbnü’l-Esîr’in dediği- ne bakılırsa Meraga’da, “sayılamayacak kadar çok insan” öldürmüşlerdi. Ferga- na ve Ceyhun havalisi talan edildi. Er- » Cengiz Han (1162-1227) debil harabeye çevrilirken Beylekan’da 5 Ceyhun Nehri’nin yatağı değiştirildi gül bahçeleri çöplüğe, birer mimarî Moğol işgaline maruz kalan lümanı katletmiş; 1 milyon civarın- şaheseri olan sarayları ise taş ve top- bir diğer şehir, Harezm bölgesinin en da insan öldürülmüştü. Kuşkusuz bu rak yığınlarına dönüştü.” önemli yerleşim merkezi Gürgenç idi. rakam çok abartılı. Fakat Gürgenç’te İslam tarihin en meşhur âlim ve muta- yaşanan vahşeti yansıtması açısından savvıflarından Necmeddîn-i Kübrâ’nın dikkate değer. şehri olan Gürgenç, ahalisinin ısrarla- Nitekim İbnü’l-Esîr ve Cüveynî gibi rı dolayısıyla bir süre Moğollara diren- müelliflerin yazdıkları vahşetin bo- mişti. Fakat bunu sonsuza kadar de- yutlarını gözler önüne sermekte. İb- vam ettirebilmeleri mümkün değildi. nü’l-Esîr’in, “daha evvel hiç yokmuş Gürgenç’i çevreleyen hendekleri dol- gibi tamamen viraneye döndüğünü” durup nefte buladıkları surları ateşe söylediği şehir, Cüveynî’nin dediğine veren işgalciler, Ceyhun’un yatağını göre işgalden önce, “yiğitlerin yata- değiştirip nehrin suyunu şehrin üze- ğı, güzel kadınların kaynağı, refah ve rine saldılar. Güzelim şehir bir batak- mutluluğun eşiğine baş koyduğu ve lığa dönüştü. devlet kuşunun yuva yaptığı” bir Necmeddîn-i Kübrâ’nın da işgalcile- yer olmasına rağmen işgalden son- re direnirken şehit olduğu Gürgenç’te ra “çakalların gezindiği, baykuş ve yaşanan katliam korkunçtu. Rivayet- kargaların yuva yaptığı” bir yer hâli- ler doğruysa her Moğol askeri 24 Müs- ne geldi. “Evleri ve köşkleri viraneye, 78 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
———————————————————————————————————————— Moğol İstilası 6 Erzurum kan 7 Moğol ordusu » Hedef Bağdat gölüne döndü Bağdat kapılarında Cengiz Han’ın torunu Hülagu zulümde dedesinden aşağı kalmıyordu. Hülagu Uzun süre Mugan’da bekledikten Yaklaşık 35 yıl boyunca İslam dün- Han’ın Bağdat kuşatması. sonra şartların olgunlaştığına karar yasının en büyük şehirlerini, kültür vererek Anadolu topraklarına giren merkezlerini, maddî ve manevî mede- Eski halifelerin, âlimler ve imamla- Moğollar, 1242’de iki aylık bir kuşat- niyet mirasını yerle bir edip milyonlar- rın türbeleri, kütüphaneler, camiler, manın ardından Erzurum’u ele ge- ca insanı acımasızca yok eden Moğol- çarşılar ve akla gelebilecek bütün ka- çirmişlerdi. Burada yıllarca dillere lar, Bağdat’ın işgaliyle tabir yerindeyse musal binalar yerle bir edildi. Binlerce destan olacak, Moğolların kötü ünü- vahşetlerine yakışır bir final yaptılar. kitap Dicle’nin sularına atıldı. Öyle ki nü Anadolu’nun kalbine kazıyacak kitapların mürekkeplerinden ve öldü- bir vahşete imza attılar. 1254’te Mengü Kağan tarafından rülen insanların kanlarından nehrin Orta ve Yakındoğu seferini yapmak- suyu günlerce boz bulanık akmıştı. Üç gün boyunca yağmalanan şe- la görevlendirilen Hülâgü, Hasan Sab- Evlerindeki sığınaklara, şehirdeki üc- hirde herkes kılıçtan geçirildi. İşgal bah’ın mirasçılarını bir çırpıda berta- ra kuytulara sığınan insanlar yerlerin- esnasında şehrin dışındaki bir kaplı- raf ederek müstahkem kalelerini ele den çıkarılıp katledildiler. Medrese ta- caya gitmiş olan 2 bin kadın çıplak geçirdi. Hedefi Bağdat’tı. Yüzlerce yıl- lebeleri, müderrisler, savaşla ve silahla olarak esir edilip Moğol komutanı dan beri İslam âleminin merkezi olan herhangi bir alakaları olmayan insan- Baycu Noyan’ın huzuruna getirildi. bu efsanevî şehri ele geçirecek; müm- lar da aynı akıbete maruz kaldılar. Bütün yalvarıp yakarmalarına rağ- kün olursa Suriye ve Mısır’a yürüyüp men hepsi öldürüldü. Müslümanların tamamına boyun eğ- Abbasî Halifesi de korkunç bir şe- direcekti. kilde öldürüldü: Bir rivayete göre hap- Erzurum’da bulunan cami, kilise sedilip aç bırakılarak, diğerine göre ve manastırlar yıkılarak şehir kuş Bağdat’ın işgal edilebileceğine pek kılıçla kellesi vurularak, bir başka ri- uçmaz kervan geçmez bir harabeye ihtimal vermeyen Halife Mu’tasım ile vayete göre ise bir çuvala konulupağ- çevrildi. Mabetlerde bulunan kutsal Hülâgü arasında gerçekleşen uzun ve zı dikildikten sonra ölene kadar darp kitaplar ve diğer eserler ateşlere atıl- sonuçsuz yazışmaların, bitmek bilme- edilerek… dı. Öte yandan bunların bir kısmını yen sinir harbinin ve karşılıklı mey- Moğol ordusundaki Gürcü ve Erme- dan okumaların sonunda Moğollar Gariptir. Müslümanları hunharca niler ülkelerine götürdüler. Özellik- şehrin kapılarına dayandılar. Kuşatma katletmekten çekinmeyen Moğollar le kıymetli el yazmaları gayri- makineleri ile surları dövülen, nefte Bağdat katliamı esnasında tek bir Hı- müslim din adamları tarafından bulanmış büyük taş gülleler ve deva- ristiyanın burnunun kanamasına dahi adeta bir ganimet gibi toplandı. sa kütüklerle bombardımana maruz izin vermemişlerdi. Ölü sayısı hakkın- İşgalden altı ay sonra Azerbay- bırakılan Bağdat sonunda ele geçirildi. da kaynaklarda 800 bin ile 2 milyon can’a giden Moğollar geride kan, 300 bin arasında çeşitli rakamlar veri- kül ve acı yığınından başka Şehirde yıkılmadık bina, ateşe ve- lir. Fakat Hülâgü’nün emriyle sayılan bir şey bırakmamışlardı. rilmedik sokak ve talan edilmedik ya- ceset sayısının 1 milyonun üzerinde ol- pı bırakmayan Moğollar, adeta finalde duğu müverrihler tarafından kayıt al- caniliklerinin sınırlarını aşmaya ah- tına alınmıştır. detmiş gibiydiler. Mustafa Alican Doç. Dr., Adıyaman Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 79
DEFTER DEFTER İSMAİL KARA Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Emekli Öğretim Üyesi LAIKLIK POLITIKALARININ DEĞIŞMEZ UMDELERI VAR MI? Çokpartili hayata Bütün Cumhuriyet tarihini, özellikle de 3 Mart 1924 sonrasını geçildikten sonraki laiklik anlayışları ve politikaları açısından tektip ve değişmez dönemlerde laiklikle ilgili bir yorum, mevzuat ve uygulamalar manzumesi olarak değer- karar ve uygulamaların lendirmek ne kadar doğru olur? Bu soru etrafında farklılaşan dö- değişmesi yahut yeni nemlere işaret etmek için siyasî merkezin, aydınların, bürokrasinin, veçheler kazanmasının basın-yayın organlarının iç dinamiklerin ve uluslararası şartların de- dönüm noktaları askerî ğişmesine paralel olarak bir kısmı ciddi denebilecek tadil ve tashihle- darbeler ve müdahaleler re gittiğinden bahis açılabilir. olacaktır. Tadil ve tashihleri hareketlendiren, belki bir şekilde icbar eden iki önemli sebep var; biri Türkiye’nin ağır aksak da olsa demokratik- leşme mecburiyeti hissetmesi veya mütedeyyin halkın pasif de olsa ısrarlı dinî taleplerinin artık tekparti idaresinin eski yasakçı ve sı- nırlayıcı politikalarıyla idare edilemez hale gelmesidir. Diğeri ise 2. Dünya Savaşı sonrası şartlarda Türkiye’nin girmek zorunda kaldığı uluslararası ilişkilerin neticeleri olarak mütalaa edilebilir. Mustafa Kemal Paşa’nın vefatı ve yeni devletlilerin kendilerine kuvvetli ve iti- barlı yeni bir yer ve statü aramaları da belki üçüncü bir sebep olarak zikredilebilir. Bu sebeplerden birinin öne çıkartılması neticeyi çok fazla değiş- tirmeyecektir sanırım; fakat 40’lı yılların ikinci yarısında daha ba- riz bir şekilde görülmeye başlayacak katı laikliğin tadil ve tashih ça- balarına tekaddüm eden bazı ön/cü çıkışlardan ve yoklamalardan da bahsetmek lazım. Oryantalistlerin yayınladığı İslâm Ansiklopedisi’nin tercüme, tadil ve telif yoluyla hazırlanma ve devlet tarafından yayı- nı kararının alınması ve yürürlüğe konması (1939), buna karşı “si- vil” ve muhalif bir hareket olarak İslâm-Türk Ansiklopedisi’nin ve İs- lâm-Türk Ansiklopedisi Mecmuası’nın devreye sokulması (1940), Milli 80 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Eğitim Bakanlığı yayınları arasında, tasavvuf, tarih ve TAKVIM DEVRIMI NE OLDU? edebiyat ağırlıklı Şark-İslâm klasikleri neşriyatının başla- ması (1942), ilk cami yaptırma derneklerinin kurulması 1980 yılı 12 Eylül darbesinin yapıldığı sene. Aynı yıl (1944)… bunlar arasındadır. İslâm dünyası hicretin onbeşinci asrına adım atıyor- du. Cağaloğlu’nda milliyetçi-muhafazakâr-İslâmcı Çokpartili hayata geçildikten sonraki dönemlerde la- yayınevleriyle bir toplantı yapmış ve bu yeni asrı iklikle ilgili karar ve uygulamaların değişmesi yahut ye- yapacağımız yayınlar üzerinden nasıl karşılayacağımızı ni veçheler kazanmasının dönüm noktaları askerî dar- konuşmuştuk. beler ve müdahaleler olacaktır. 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan bu müdahaleler dizisi laiklik ve din politikaları Bir müddet sonra Türkiye Cumhuriyeti Posta idaresi ile mütedeyyin halkta bulduğu-bulamadığı karşılık, pasif bizi şaşırtacak bir atakta bulundu ve “Hicretin 15. fakat ısrarlı karşı davranışlar açısından yeterince tetkik Yüzyılı” için iyi tasarlanmış hatıra pulları bastı. Güzel edilmemiştir. bir “Muhammed” istifi, altında O’nun sembolü bir gül, etrafında klasik Selçuklu-Osmanlı mimarisi motifle- Laiklik muğlaklık ve müphemlik kaldırır mı? ri… Bir cami penceresindeki vitray gibi düzenlenmiş (Ankara, Ajans Türk Matbaası, 1980). Evet, laiklik politikalarında çokpartili hayat boyunca kısmen iktidarlardan, halkın taleplerinden, kısmen dö- Ankara ne yapıyordu acaba? Hıristiyan takvimine nemden, zamanın ruhundan ve nihayet uluslararası şart- geçişi kısmen de olsa tadil ve tashih mi ediyordu yoksa lardan kaynaklanan, menfi veya müsbet olarak değerlen- yeni takvim nasıl olsa yerleşti, hicri takvim mütedeyyin dirilebilecek birçok değişiklik olmuştur. Fakat bu yazının insanlar için bile bir şey ifade etmiyor artık, takvim esas konusu 90 küsur yıl gibi uzun sayılabilecek bir tarih üzerinden laiklik yerleşti, bir şey olmaz mı diyordu? içinde değişmeyen, zamana dayanıklı hale gelmiş/getiril- miş bazı ana kararları, uygulamaları ve mümkünse bun- Kısa bir zaman önce İran Devrimi olmuş, dünyada ların mantığını gündeme getirmek ve tartışmaktır. ve Türkiye’de İslâm farklı bir canlılığa bürünmüş, 12 Eylül darbecileri din sahasında 1960 darbesinin devamı Bizce birinci sırada zikredilmesi gereken husus Türk olan yeni ve önemli düzenlemelere başlamıştı… usulü laikliğin bütün tarihini kuşatan muğlaklık ve müp- hemlik tercihidir. İşin tabiatı ve tekniği icabı açık ve net olması gereken laiklikle, din ve vicdan özgürlüğü ile, din eğitimiyle, bunlarla irtibatlı kurumlarla alakalı kanun- ların, mevzuatın da muğlak ve müphem düzenlenmesi, öyle bırakılması şuurlu ve ısrarlı bir tercihten başka nasıl açıklanabilir acaba? Bazı örnekler verelim: - Meselâ hilafeti ilga eden kanunda yer alan “Hilafet hükümet ve cumhuriyetin mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan” ibaresi niçin buraya, bu şekilde konulmuştur ve ne demek istenmektedir? (Başvekil Ad- nan Menderes’in Meclis’e hitaben “siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” sözünü, bir şekilde bildiği veya siya- seten anladığı bu muğlak mevzuat beyanına yaslanarak söylediği rivayet edilir). - Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun medreseleri re’sen ka- patmak yerine “Bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devir ve raptedilmiştir” gibi bir ibareyi ter- cih ederek kapatmayı kanun mevzuu değil, bakanlığın kararı ve icraatı seviyesine düşürmesi niçin tercih edil- miştir? (Bugün Milli Eğitim Bakanlığı hukuken kendisi- ne devredilmiş medreseleri kapattığı gibi tekrar açabilme yetkisine sahip gözükmektedir. Latife gibi gelebilir ama hukuken durum budur, “devrim kanunları”ndan sayılan mevzuatta düzenleme böyle yapılmıştır.) - Aynı muğlaklık ve siyaset tarzı ezanın Türkçe okun- masını düzenleyen kanunda, iki imamlık kadrosunu mu- hafaza ederek Ayasofya Camisi’ni müze haline getiren resmi yazışmalarda, Mustafa Kemal Paşa’nın imzasında da vardır. 1934 yılından itibaren resmi olarak Ayasofya Camisi adıyla bir kurum olmamakla beraber Ayasofya 2017 MAYIS / DERİN TARİH 81
DEFTER PARTILER, MILLETVEKILLERI VE TEMSIL MESELESI… 9 Aralık 1989 tarihli Milliyet gazetesinde işaret ediyor: “Öğle tatili ve namaz saatleri düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inanç- sürmanşetten verilen devrin Diyanet İşleri değiştirildi-Üç ilde Cuma düzenlemesi”. lara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla başkanı M. Sait Yazıcıoğlu’nun “Türkiye laik Müslüman bir ülkede Yahudi ve Hıristiyan- veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek değil” sözü tartışmalara konu olmuştu. Uzun ların toplu ibadet günleri tatil, buna karşılık maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince röportajda Diyanet’in statüsüne, problemle- Müslümanlardan toplu ibadete katılmak mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne rine, Türkiye’de laiklik ve din-devlet ilişkileri- isteyenlerin yolları tam açık değil. Üniver- suretle olursa olsun propaganda yapan veya ne dair başka meseleler ve tesbitler de vardı. sitelerde hâlâ Cuma saatine hususi olarak telkinde bulunan kimse beş yıldan on yıla Tartışmaya katılan kalemşörlerden bir kısmı ders koyan hocalar var. Bir kısmı da hukukçu kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır. tehditkâr bir üslupla Yazıcıoğlu’nun haddini bunların. aştığını bildirirken bazıları da alaylı ve ironik Şahsi nüfuz veya menfaat temin etmek bir dil kullanmayı tercih etmişti: “Türkiye laik CHP’nin çokpartli hayata geçerken 1949 maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince değilmiş!”. yılında çıkardığı, DP iktidarının da tahkim mukaddes tanınan şeyleri veya dini kitapları ettiği meşhur 163. madde ve DP iktidarının alet ederek her ne suretle olursa olsun pro- Sağ alttaki fotoğrafta ise Ankara’da başör- çıkardığı 1953 tarihli Vicdan ve Toplanma paganda yapan veya telkinde bulunan kimse tüsüyle ilgili ihlâllere, hukuksuzluklara karşı Hürriyetinin Korunması Hakkındaki Kanun iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası ile düzenlenen protestoya katılanlar görülüyor. laikliğin nasıl anlaşıldığına ve muğlaklıklarına cezalandırılır. Hem de yağmur altında. Bu kaçıncısıydı işaret ediyor. Din ve vicdan hürriyetinin muh- acaba? “Emreden Allah, yasaklayan devlet” tevası ve kullanılması yöneticilerin, kolluk Yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri devlet altyazısı ise birçok şeyi anlatıyor. kuvvetlerinin, hakim ve savcıların insafına daireleri, belediyeler veya sermayesi kısmen bırakmış sayılır. 163. maddenin 1983’teki, dili veya tamamen Devlete ait olan iktisadi teşek- Türk usulü laikliğin tıkanık bölgelerinden bir miktar sadeleştirilmiş ve müeyyideleri küller, sendikalar, işçi teşekkülleri, okullar, sadece ikisiydi bunlar. Sürmanşetin sol altına artırılmış hali şöyle: yükseköğrenim müesseseleri içinde veya iliştirilen haberin başlığı ise yakın zamanlarda bunların memur, müstahdem veya mensup- kısmen çözülen bir başka kronik hadiseye “Laikliğe aykırı olarak, devletin sosyal ları arasında işleyenler hakkında verilecek veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel ağır hapis cezası üçte bir nispetinde artırılır. Üçüncü ve dördüncü fıkralarda yazılı fiiller, yayın vasıtaları ile işlendiği takdirde verilecek ceza yarı nispetinde artırılır”. 163. Maddenin kaldırılmaması için Adalet Bakanlığı’na dilekçe verenler arasında Suna Kan, Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Bedri Baykam, Aydın Boysan, Ayten Gökçer, İsak Alaton, Üzeyir Garih, Halit Narin, Suna Kıraç, Jak Kamhi, Alev Coşkun da var (Güneş, 23 Ocak 1990). 82 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Camisi imamlık kadrosu ve bu kadronun görevlisi fiilen tır. Halbuki laik bir ülkede bu normal, telaffuz edilebilir hep olagelmiştir. Bugün de vardır. bir cümle olmalıdır ve öncelikle de devletin dinler karşı- - Dindar insanların başında uzun yıllar bir afet haber- cisi gibi dolaşan meşhur 163. madde öyle düzenlenmiştir sında tarafsızlığını ifade eder. Ayrıca siyasî aktörler, as- ki gerektiğinde bu maddeden tutuklanamayacak hiçbir dindar insan yoktur. kerî-sivil bürokrasi, üst yargı temsilcileri, basın din bah- - Uzun yıllar Türkiye’yi meşgul eden, yarın edip etme- sinde birçok kaba ifadeyi telaffuzda hiç de perhizkâr ve yeceği de meçhul olan, 1966 yılından beri birçok haksızlı- ğın ve mağduriyetin sebebi olmuş başörtüsü problemiyle riayetkâr davranmış sayılmaz. Niçin böyle bir cümle te- ilgili kanuni düzenlemelerde ve mahkeme yorumlarında da aynı muğlak ve müphem tavır düne kadar devam ede- laffuz edilemiyor?) gelmiştir. (Hukukçu değilim ama bugün muğlaklığın ta- mamen kalktığından hiç emin değilim.) Bu gerçek Cumhuriyet ideolojisini inşa eden ve sür- Başka birçok örnek daha var. Fakat muğlaklığın ve düren kadroların alt düzeyde de olsa bu topraklardaki müphemliğin niçin dayanıklı bir siyaset etme biçimine ve aracına dönüştüğünü yeterince düşünmüş ve tartışmış din-devlet ilişkileri hakkında felsefî ve kültürel olarak değiliz. Acaba siyasî merkezle Cumhuriyet ideolojisi ve kurumları hedef mi küçültmektedir yoksa din merkezli doğru bazı bilgilere sahip oldukları ve pratik-pragmatik talepleri ve muhalefeti harekete geçmekten alıkoymak, kademeli mesafe almak için zaman mı kazanmaktadır? sebeplerle de olsa bu- Yahut istediği zaman müsbet, gerektiği zaman menfi yo- rumlayıp dilediği gibi kullanabileceği bir düzenlemenin na dikkat ettikleri- varlığı üzerinden kendisini daha mı güçlü ve garantide hissetmektedir? ni gösterir. Cumhu- “ Cemaat ve riyet idaresinin bir Aslında 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan bu müdaha- tarikatlar, leler dizisi laiklik ve din politikaları ile mütedeyyin halk- taraftan her mâna- dinî gruplar, ta bulduğu-bulamadığı karşılık, pasif fakat ısrarlı karşı sıyla laikliği muh- davranışlar açısından yeterince tetkik edilmemiştir. Me- kemleştirirken ve selâ: mütedeyyin insan- mütedeyyin “sivil - Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip ların alanını daral- Okulları, İlahiyat Fakülteleri… dinî kurumlar mı laik kurumlar mı? tırken, bu sahaya toplum” kuruluşları baskılar uygularken - Cemaat ve tarikatlar, dinî gruplar, mütedeyyin “si- vil toplum” kuruluşları dindar mı laik mi? - Türkiye’de diğer taraftan ken- dindar mı laik mi? teknik mânada din eğitimi var mı? Mecburiliği devamlı disinin tehlikeli gör- - Türkiye’de teknik tartışma konusu olan okullardaki Din Dersleri gerçekten mediği dindarlıkları mânada din eğitimi dinî dersler mi yoksa laik din kültürü dersleri mi?... muhafaza etmek ve devamlılıklarını sağ- Mevzuat itibariyle ve hukuken bunların laik olduk- ları söylendiğinde acaba bu beyan yeterli açıklayıcılıkta var mı? Mecburiliğilamak için kurumlar olacak mı, söylenmesi gereken her şey söylenmiş kabul edilecek mi? Elbette değil. Meselâ vatandaşlara, büyük kurduğu, açık kapı- kalabalıklara, öğrenci velilerine, hocalara bu soruları yö- lar bıraktığı ve bun- neltsek nasıl cevaplar alacağız dersiniz. Muhtemelen dinî larla birlikte cemaat devamlı tartışma kurumlar oldukları, din eğitimi verdikleri istikametinde cevaplarla karşılaşacağız. Bu büyük mesafe ve boşluk ne- ve tarikatlarla dinî konusu olan reden doğuyor? gruplar üzerinden okullardaki Din de bu sahaya destek Dersleri gerçekten Devlet dinden, din devletten ayrı mı? verdiği söylenebilir. Ankara’nın tarihinin hiçbir döneminde dinle devleti Anayasa Mahke- bütünüyle birbirinden ayıran bir laiklik anlayışı ve bu- na bağlı olarak din politikaları ve mevzuatı peşinde ol- mesi’nin laiklikle dinî dersler mi maması bize göre bütün Cumhuriyet tarihi boyunca de- problemli olup olma- ğişmeyen ikinci ana çizgidir. (Bilebildiğimiz kadarıyla 1924 yılından bugüne hiçbir üst devlet yetkilisinin ağzın- dığı açısından Diya- yoksa laik din dan “Türk devletinin dini yoktur” ibaresi duyulmamış- net İşleri Başkanlı- kültürü dersleri ğı için yaptığı, 1972 tarihli aşağıdaki yo- mi?...” rum ve değerlendir- me din-siyaset ilişki- leriyle alakalı bütün meselelere, kurumlara ışık tutacak vasıflara ve gözenek- lere sahiptir: “(…) Diyanet İşleri Başkanlığı, dinî bir teşkilat değil, Ana- yasanın 154’üncü maddesinde saptandığı üzere genel ida- re içinde yer almış idari bir teşkilat durumundadır. (...) Di- yanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasada yer almasının ve mensuplarının memur niteliğinde sayılmasının, (...) bir- çok tarihî nedenlerin, gerçeklerin ve ülke koşullarıyla ihtiyaçla- rın doğurduğu bir zorunluk sonucu olduğunda kuşku yoktur. (...) Dinin devletçe denetiminin yürütülmesi, din işle- 2017 MAYIS / DERİN TARİH 83
DEFTER “BENIM HAKKIMDA KIM KARAR VERECEK?” Kadın akademisyenlerden siyaset bilimci Yeşim Arat takınırdı acaba? tam bir Cumhuriyet aydını davranışı sergileyerek türbanlı- Konuşmasında “Müslüman toplumlarda bir kadın soru- lar için de kararları kendisi vermek istiyor, belki dayatıyor (Radikal, 15 Aralık 2003). Kendisi için bir başörtülü tara- nu var. İslâmiyet kendini diğer dinlerden kadınla farklılaş- fından “Türkiye’de laikler de dinci” denseydi nasıl bir tavır tırıyor. Baskı ve kurallar kadında yoğunlaşıyor” gibi beylik cümleler de var. rinde çalışacak kimselerin yetenekli olarak yetiştirilme- hem de mütedeyyin halk tarafından bir şekilde ama si yoluyla dinî taassubun önlenmesi ve dinin toplum için mane- farklı gerekçelerle kabul edilmiş olması devletin muha- vi bir disiplin olmasının sağlanması ve böylece Türk milletinin lif odak olma istidadı gösteren dinî grupları içine çek- çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi, yücelmesi ana ereğinin ger- me alışkanlıklarına meşruluk sağlarken cemaat ve tari- çekleştirilmesi gibi nedenlere dayan[maktadır]. (...) Devletin katların da siyaset etme biçimine karşı olduğu devletin bu alandaki yardımı ve Diyanet İşleri kuruluşu görevli- içine dahil olma arzularını ve arayışlarını meşru hale lerinin memur sayılması, devletin din işlerini yürüttü- getirmiştir. (Çift taraflı işleyen bu mekanizma menfi yo- ğü anlamına gelmeyip ülke koşullarının zorunlu kıldığı rumlanacaksa taraflar karşısındakini mahkum etmek ihtiyaca uygun bir çözüm yolu bulmak erek ve anlamını için en uygun ifadelerini muhtemelen “sızma” kelimesi taşımaktadır” (vurgular bizim) (Esas 1970/53, Karar: 1971/76, üzerinden kuracaklardır.) Resmi Gazete, 15 Haziran 1972). Neredeyse değişmezlik vasfı kazanmış laiklik umdele- Bütün muğlaklığına rağmen Türkiye’de laiklik anlayı- ri hamuru daha çok su kaldırır. Aslında değişenler de… şının niçin böyle olduğunu ve din işlerinin neden müsta- Ama şimdilik bunlarla iktifa edebiliriz. kil hale gelemediğini bundan daha iyi anlatacak metin bulunabilir mi acaba? Bu mantığın hem siyasî merkez 84 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Abide Şahsiyetler———————————————————————————————————— » Üstad hakikatin eşiğinde Necip Fazıl Kısakürek kendisini bohem hayattan çekip kurtaran ve hakikatin kapısını aralayan şeyhi Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin dizinin dibinde. 86 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
—————————————————————————————————————— Abdülhakîm Arvâsî Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İki Devrin Âlimi Tekke ve zaviyelerin, medreselerin kapatıldığı bir dönemde İslamî ilimleri elinde bir kor ateş gibi taşıdı Arvâsî Hazretleri. “Bu milletin çektikleri Sultan Aziz’e yapılanların cezasıdır. Sultan Hamid’e daha sıra gelmedi” sözleri ve gayretkeş hizmetleri Osmanlı’ya bağlılık ve muhabbetinin işaretidir. Sultan Abdülhamid ile Sultan Vahîdeddin’in himmet ve hürmetini kazanan, Necip Fazıl’ın da şeyhi olan Abdülhakîm Arvâsî’nin örnek hayatı… EKREM BUĞRA EKİNCİ [email protected] Abdülhakîm Arvâsî Başkale’de ilk ve orta mektebi bi- tirdikten sonra Arvas’ta babasının amcazâdesi olan bü- Gençlik yıllarında gördüğü o mübarek rüyada Re- yük Nakşi şeyhi Seyyid Fehim Efendi’ye talebe oldu. 22 sulullah’ın (sas) huzurunda sorulan fıkhın derin yaşında zahirî ilim icazeti aldı; 28 yaşında iken de hoca- meselelerine ait bir suale kendisinin cevap verme- sı kendisini halife tayin etti. Böylece Nakşibendiyye, Kâ- si emrediliyordu. İlk hocası olan babası, “Seni müjdele- diriyye, Çeştiyye, Kübreviyye ve Sühreverdiyye yolunda rim! Fahr-i âlem efendimiz, seni mezun ve din bilgilerini mürşid-i kâmil oldu; yani talebe yetiştirip insanları irşad tebliğe memur buyurdular. İnşaallah âlim olursun! Bü- ederek evliyalık makamlarını kazandırmaya ehliyet ka- tün gücünle çalış!” sözleriyle rüyayı tabir etti. zandı. 1860’da Van’a bağlı Başkale kasabasında dünyaya ge- Memleketine dönerek kendi parasıyla kurduğu medre- len ve soyu İmam Ali Rıza’ya dayanan Abdülhakîm Ar- se ve tekkede talebe yetiştirmeye başladı. Başta kardeşle- vâsî’nin hayatı bu rüya ile istikamet bulacaktı. Oğluna ri olmak üzere mezunları Şarkta müftülük, müderrislik, meşhur kelâm ve tasavvuf büyüklerinden Abdülhakîm kadılık vazifeleri aldılar. Bu küçük medresenin faaliyeti Siyalkutî’nin ismini uğur sayarak veren babası Halife İstanbul’un dikkatini çekince Sultan Abdülhamid maddî Mustafa Efendi, Nehrili Seyyid Ubeydullah’ın talebesi idi. yardımda bulundu; dahası ihtiyaç duyulan kitapları yol- Genç yaşta vefat edince ailenin yükü büyük oğlu Abdül- ladı. Buraya artık Hamidiye Medresesi deniyordu. hakîm Efendi’nin omzuna bindi. Abdülhakîm Arvâsî 1898 ve 1908 senelerinde -İstan- Dedelerinin Kanuni Sultan Süleyman zamanında Bağ- bul üzerinden- yakınları ve talebeleriyle beraber iki defa dat’tan gelerek yerleştiği, bugün Bahçesaray’a bağlı Arvas hacca gitti. İlkinde Sultan Hamid, Mısır Hıdivi Abbas Hil- köyü, asırlar boyu mühim bir ilim merkezi olmuş; İran mi Paşa’nın Nimetullah adlı vapuruyla kendilerini hac- hududundaki mevkii itibarıyla sapık inançların Anado- lu’ya girmesine set çekmiştir. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 87
Abide Şahsiyetler ———————————————————————————————————— » Hicret yollarında bir zâhid savvuf müderrisi tayin etti. Vahdet-i vücud telâkki- Adana Vilayeti Muhacirîn Müdiriyeti şarktan hicret edenler için sinde aynı yolda olmadığı, ama kendisine son derece belli bir miktar tahsisat ayırmış ve Abdülhakîm Efendi için de 1500 hürmet ettiği Muhyiddin Arabî hazretlerinin kitap- kuruş talep edilmişti. Arvâsî Hazretlerinin Adana’da kaldığı ev. larından ders verdi. ca gönderdi. İkinci hac dönüşü Abdülhakîm Efendi, Padişahın hocası Ömer Ziyâeddin Dağıstânî baş- Sultan Abdülhamid’in Cuma selamlığında bulundu. ta olmak üzere zamanın meşhur âlim ve şeyhleriy- Hicaz’da yaşayan Hindistanlı âlim ve veli Şeyh Ziyâ le dostluk kurdu. Halkasında hocalar, paşalar, hat- Mâsum Müceddidî ile tanıştı. Ondan ayrıca hilafet tatlar, şairler, hatta hırkasını çıkarıp müridliğe tâlib aldı; Üveysîlikten de mezun oldu. (Üveysî büyükle- olan şeyhler toplandı. ri talebelerini manevî olarak yetiştirip kemâle geti- rirler.) Padişah Abdülhakîm Efendi’yi sever, hürmet ederdi. Kadir gecesindeki Hırka-i Saadet ziyaretini Rus işgali üzerine 1915 Mayıs’ında ailesiyle bera- yüzlerce hoca arasında onunla beraber yapmayı ter- ber her şeyini geride bırakarak hicret eden Abdül- cih etmişti mesela. Yıldız Sarayı’na iftara davet edip hakîm Efendi Erbil, Musul, Adana ve Eskişehir’de bir Anadolu’da Yunanlarla muharebe eden askerler için müddet kaldıktan sonra 1919 Nisan’ında İstanbul’a duasını, hem de vaaz ve derslerinde halka bunu an- geldi. 150 kişilik ailesinin çoğunu açlık ve hastalık latarak maddî ve manevî yardım yapmalarını temin sebebiyle yolda kaybetmiş; geriye sadece 20 kişi kal- etmesini istedi. mıştı. Arş-ı İlahî’yi gördüm Sultan Vahîdeddin kendisini Eyüp’te boş bulunan Kaşgarî Dergâhı’na şeyh olarak yerleştirdi; hem de 1924’te medreseler, 1925’te de tekkeler kapanın- zamanın meşhur hocalarının ders verdiği Medrese- ca Abdülhakîm Efendi bir daha şeyhlik faaliyetinde tü’l-Mütehassısîn adlı yüksek ihtisas medresesine ta- bulunmadı. “Boş mekânları kapattılar. Bunlar zaten kendilerini kapatmıştı. İstanbul’a geldiğimde bid’at karışmamış çok az tekke vardı” dedikten sonra, “Ta- 88 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
—————————————————————————————————————— Abdülhakîm Arvâsî rikat işi kıyamete kadar bitmiştir. Ancak muhabbet MAREŞAL TEKKEDE ve muhiblik bâkidir” buyurarak artık tasavvufun pratiklerinden ziyade manevî mirasına sahip çıkıl- Mareşal Fevzi Çakmak’ın Burhan Toprak ile evli olan ması gerektiğine dikkat çekmiştir. kızı Muazzez Hanım 1939 senesinde veremden vefat Bir süre Vefa Lisesi’nde din dersleri verdi. Vefatına etmişti. Burhan Toprak Abdülhakîm Efendi’yi severdi. kadar Ayasofya Camii, Bayezid Camii, Fatih Camii, Eyüp Camii, Ağa Camii, Sinanpaşa Camii, Üsküdar Kızcağız dergâh yolunda bir yere defne¬dildi. Definden Yeni Cami, Osmanağa Camii, Zuhuratbaba Camii, sonra Mareşal tekkeye çıktı. Kendisine çay ikram edildi. Arap Camii, Yeraltı Camii ve Kasımpaşa Camii’nde Abdülhakîm Efendi bu vesileyle kendisine, “İnönü hiçbir fahrî vaazlara devam etti. Bu derslere mesture bir şey değilken, siz onu reis-i cumhur yaptınız. Korkarım şekilde gelip bir kenarda oturan hanımlar da iştirak bunun mesuliyetini çekersiniz” tarzında cesaretli bir söz ederdi. söyledi. Çakmak, bu mülâkattan sonra nedamet getirdi. Son za¬manlarında İnönü’ye muhale- Çok âlimlerin okutmaktan çekindiği Beydâvî Tef- fetinin arkasında işte bu ikaz vardır. siri’nden ders verip tamamlamak kendisine nasip oldu. Ayrıca Ebussuud, Nimetullah ve Hüseynî tef- sirlerinden başka, Şir’atü’l-İslâm, Şifâ-i Şerif ve Kim- yâ-i Saâdet okuttu. Kürsüde sahabenin üstünlükleri- ni anlattı; hatta bu sebeple kendisine “Muaviye’nin Ne güzel!” oldu. Cenazesi asrî mezarlığa konmaya- Avukatı” ismini taktılar. rak, yakındaki Bağlum kasabasına götürüldü ve bu- İttihatçılara muhalif olmasına ve çok sevdiği Şey- rada defnedildi. hülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin ısrarına rağmen Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na girmedi. Siyasetten uzak “Türkiye’yi bırakıp bir yere gitmem” durduğu halde yeni devirde devamlı göz hapsinde Geride Mekki Üçışık ve Münir Üçışık adında iki tutulduğunu biliyoruz. “Müslüman dine uyar, gü- oğlu, Mâhide Arvas adında bir kızı kaldı. Büyük oğ- nah işlemez; kanuna uyar, suç işlemez” buyurarak lu Mekki Efendi babasından okumuş, sonra Dârül- insanın kendisini tehlikeye atmasının, fit- fünûn İlahiyat Fakültesi’ni bitirerek Üs- ne çıkarmanın caiz olmadığına işaret küdar ve Kadıköy müftülüğü yapmıştır. ederdi. Ama din düşmanlarına karşı Kardeşi Taha Efendi ise Osmanlı Mecli- tavizsiz duruşunu hep muhafaza et- sinde mebusluk yapmış ve Diyânet İş- miştir. leri Reisliği’nde çalışmış bir âlimdi. 1931 yılı Ramazan ayında apar Abdülhakîm Efendi tasavvuf topar evinden alınarak Mene- pratiği yanında nazariyatına da- men’e götürülerek Divan-ı ir de eser veren nadir şeyhler- Harb’e çıkarıldı. Mahkemede, dendir. Tarikat adabına dair “Sen şeyhmişsin?” sualine şu Râbıta-ı Şerife risâlesi ve tasav- tarihî cevabı verecekti: vufu anlatan er-Riyâdü’t-Tasavvu- “Abdülkâdir Geylânî, İmam-ı fiyye (Tasavvuf Bahçeleri) adlı eseri Rabbânî gibi zâtları kasdediyorsa- matbudur. Bunun dışında mektup- nız, ben onlara hizmetkârlık yap- » Seyyid Abdülhakîm ları, fetvâları ve sohbetinde tutulan maya bile lâyık değilim. Piyasadaki notlar Sevânihü’l-Efkâr adıyla toplanmış Arvâsî (1865-1943). sahtekârları söylüyorsanız, ben onlara ise de basılmamıştır. Fıkıh, kelâm, ta- tenezzül etmem!” savvuf ve siyer meselelerine dair basılma- Bu cevap üzerine beraat edip İstanbul’a dönse mış risâleleri ve uzun mektupları vardır. de dine hizmeti ve etrafında genç ve münevver bir Necip Fâzıl Kısakürek’in onu tanıdıktan sonra ha- zümrenin teşekkülü bir gürûhu rahatsız etmişti. yatına bambaşka bir istikamet verdiğini biliyoruz. 1943’te, yine bir Ramazan günü dergâhı polislerce Kimyager Albay Hüseyin Hilmi Işık genç yaşta tale- basılarak 83 yaşındaki Abdülhakîm Efendi evvela besi olduğu Abdülhakîm Efendi’nin manevî mira- emniyete götürüldü, sonra da İzmir’e sürgün edildi. sına sahip çıkmış, birçok dilde neşredip Türkiye’ye Evi mühürlendi, eşyasına el konuldu. ve dünyaya yaydığı din kitaplarıyla etrafında Abdül- Yaşlılık, yol ve havanın tesiriyle hastalandı. Mil- hakîm Efendi’yi seven bir topluluk teşekkül etmiş- letvekili olan damadının ısrarlı teşebbüsleri üzerine tir. hükümet İzmir’den Ankara’ya gelişine izin verdiy- Abdülhakîm Efendi’nin üç dilde şiirleri var ise se de burada iki hafta ancak yaşayabildi. Hacı Bay- de şiirle uzun uzadıya meşgul olmamıştır. Mevlânâ ram’daki yeğeninin evinde 27 Aralık 1943 günü ve- Hâlid’in Divanı’nı çok beğenir; “İstanbul’a bedeldir; fat etti. Son sözleri “Arş-ı ilâhîyi gördüm! Ne güzel! hâşâ, yanlış söyledim, dünyaya bedeldir” buyu- 2017 MAYIS / DERİN TARİH 89
Abide Şahsiyetler———————————————————————————————————— » Sohbet ile irşad rurdu. “İmam-ı Rabbânî’nin âşığıyım” der; onun Abdülhakîm Efendi dervişleriyle bir ağacın altında sohbet ederken. Oturanlar: Sağdan, Mektubat adlı kitabı için, “Âlem-i İslam’da misli yazıl- mamış bir kitaptır” diye ilave ederdi. Faruk Işık, Abdülhakîm Efendi, Mazhar Veziroğlu, Necip Fâzıl, Cevat Bey. Boş durduğu görülmemişti. Huzurunda ilimden konuşulmadığı, bir mısra veya dinden bir cümle ya- zılıp izah edilmeyen gün yoktu. Kapalıçarşı’dan geçerken tanıdıklarından birinin, “Efendi Hazretleri! Dua buyurun da, Allah u Teâlâ Ümmet-i Muhammed’i kurtarsın!” sözüne hiç tered- düt etmeden, “Siz bana Ümmet-i Muhammed’i gös- terin, ben de size hemen onun kurtulduğunu haber vereyim. Nerede o ümmet?” buyurdu. Efgânî, Abduh gibi modernistlerin zararlarına ilk defa işaret edenlerden, Vehhâbî tehlikesine dikkat çekenlerden ve İngiliz emperyalizminin o yıllarda- ki İslam aleyhtarı politikasını en iyi anlayanlardan biri olmuştu. İmanı muhafaza edip bunu Ehl-i Sünnet itikadına göre düzeltmek lâzım geldiğini her fırsatta vurgu- lar, farzları yapıp haramlardan kaçınmanın ehem- miyetine dikkat çekerdi. Erkek çocukların dinini öğrenmeden mektebe gönderilmesini doğru bul- maz, zamane mekteplerini genç zihinleri zehirle- yen yerler olarak vasıflandırırdı. Sohbetlerinde sık sık, “Temiz ve yeni elbise giyi- niz! Mevki ve hürmet sahibi olan kimseler gibi giyi- niniz! Helâl olan elbiseleri ve yemekleri ve şerbet- leri lüzumu kadar kullanınız! Gittiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle İslam’ın vakarını, kıyme- tini gösterdiğiniz gibi; giyinmenizle de hürmet ve alâka toplayınız! Çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedeninizi, nefislerinizi rahat ve hoş tutunuz!” derdi. Servetin bizatihi kötü olmadığı- na ama dünya malının kalbe sokulmasının zararına dikkat çekerdi. Almanlar 2. Cihan Harbi’nde hududa dayandıkla- rı zaman, Hicaz’da yaşayan akrabaları daimî kalmak üzere kendisini Mekke-i Mükerreme’ye davet ettiler. “Ben Türkiye’yi bırakıp bir yere gitmem. Müslüman için yaşanacak yer burasıdır. Ehl-i Sünnetin kuvvet- li olduğu yerdir” buyurdu. Bir defasında da, “İsla- miyet bu memleketten giderse; ne Hind’de kalır, ne Sind’de!” buyurdular. HEM MÜCEDDİD, HEM MÜCÂHİD “Gâyem, imandır. İstanbul câmilerinde 25 sene imanı anlattım. Din yalnızca iki rek’at namaz kılmak değildir. Allahu Teâlâ’nın razı olduğu hükümleri yerine getirmektir.” Böyle diyordu Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri yeni devrin getirdiği yeisle. Hem dinî ilimleri, hem tasavvufu bir arada öğreten ender şahsiyetlerden... Hem kendi kurup masrafını karşıladığı medre- sesinde talebe yetiştiren, hem de dergâhında ilahî marifeti gönüllere nakşeden son mürşidlerden… Yeni devirde, medrese ve tekkeler kapatıldıktan sonra bile vaaz ve irşaddan geri durmayarak, doğru dinin öğrenilip yaşanmasında hassasiyet gösteren bir müceddid. Bu yolda hayatını hep sıkıntılarla geçirmiş ve bu şekilde âhirete göçmüş büyük bir mücâhid. 90 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
—————————————————————————————————————— Abdülhakîm Arvâsî İstanbul’u çok severlerdi. “İstanbul ne garib bel- ALMANLAR NEDEN PARİS’TEYMİŞ? de! İnsan, iyilik için de, kötülük için de burada her vâsıtayı bulabilir. Dünyanın tapusunu verseler; İs- Abdülhakîm Efendi bir gün dergâhın bahçesinde otururken, tanbul’daki bir kulübeye değişmem” buyurdular. Fransız sefiri René Massigli ziyarete geldi. Tepedeki Piyer Loti kahvesini gezmiş, dönüşte Kaşgarî Dergâhı’nın kapısından geçer- Abdülhakîm Efendi dine, millete ve insanlığa ken, mihmandarına “Burası neresi?” diye sormuş. O da, “Bir İslam yapmış oldukları hizmetler sebebiyle Osmanlılara âliminin evi” deyince sefir görmek istemiş. Abdülhakîm Efendi çok bağlıydı. Bir gün Süleymaniye Camii’nin yanın- bahçede oturuyorlardı. Sefiri karşılamadan önce içeri girip en dan geçerken, “Ne muazzam ve haşmetli bir duvar!” güzel elbiselerini giyindiler, sarıklarını sardılar; sefirin karşısına öyle diyen bir talebesine, “Sahipleri de öyleydi!” buyurdu. çıktılar. Oturttular, çay ikram ettiler. “Osmanlı sultanlarının hizmeti tâbiîne yetişir mi?” sualine, “Daha çoktur” (yani sahâbeden sonra gelir) Laf arasında Abdülhakîm Efendi, “Alamanlar Paris’e niçin girdi? buyurdu. Sebebini biliyor musunuz?” diye sordu. Fransız sefiri bir ihtiyar ho- cadan bu sözleri duyunca şaşırdı. “Bilemiyorum. Siz biliyor mu¬su- Devamında şöyle buyurdular: nuz?” dedi. Abdülhakîm Efendi “Eee, onun sebebi çok meydanda!” “Osmanlı padişahları dindar insanlar idi. Dini deyince büsbütün şaşırdı. “Paris’in elden gitmesine sebep, Fransız muhafaza ettiler. Dinin direği idiler. Sultan Hamid ordusunun mağlup olmasına sebep Fransız hükümetidir. Eskiden hal’ olununcaya kadar böyledir. Tabii hepsinin hiz- Fransa krallıktı. Krallar memleketin sahibiydi. Memleketi meti aynı derecede değildir. Sultan Fatih, Sultan Se- mülkü, tebaayı da ailesi olarak görürdü. Baba gibi mem- lim, Sultan Süleyman, satvet (ezici güç) ve kudret leketi için çalışırlardı. Şimdi cumhuriyet idaresinde dört devirlerinde hüküm sürdüler. Hepsinin yardımcıla- senede bir hükümet değişiyor. Hiç kimse memlekete, rı ve etraflarında iyi insanlar vardı. Sultan Selim’in halka sahip çıkmıyor. Nasıl olsa gideceğim diyor. Cebini yanında İbni Kemal, Sultan Süleyman’ın yanında doldurmaya bakıyor. Sahip çıkmadılar halka, sahip çık- Ebussuud Efendi vardı. Onun için kolay hizmet et- madılar orduya, sahip çıkmadılar memlekete!” deyince tiler. Sultan Abdülhamid ve Sultan Vahîdeddin za- sefir ayağa kalktı, “Bravo, çok doğru söylediniz!” dedi. manında ise bu satvet ve kudretten eser kalmamış- tı. Üstelik hiç yardımcıları yoktu. Çevrelerinde iyi adam kalmamıştı. Onun için bunların büyüklüğü anlaşılamadı. Zor şartlarda, yoklukta hizmet et- » Osmanlıya ve Halifeye hürmet esastı Seyyid Abdülhakîm Efendi, Sultan II. Abdülhamid’i çok sever ve ona yapılan haksızlıklara daima karşı çıkardı. Bir defasında Cuma selamlığında dahi bulunmuştu. 2017 MAYIS / DERİN TARİH 91
Abide Şahsiyetler ———————————————————————————————————— » Abdülhakîm Efendi hakkında hattat Kemal Bey’in yazdığı levha. Sultan Hamid onu unutmadı mek daha kıymetlidir. Binaenaleyh sultanların en “Büyüklüğü hakkıyla anlaşılamadı” buyurduğu büyüğü Sultan II. Abdülhamid’dir. Bu zorluklar için- Sultan Abdülhamid’in o zaman kapalı bulunan kab- de çok hizmet etti. Eğer Sultan Hamid’in etrafın- rinin önünden geçerken, “Esselâmü aleyke yâ me- da iyi insanlar olsaydı, hepsinden daha fazla hiz- like’l-âdil ve rahmetüllahi ve berekâtüh” (Allah’ın met edecek kabiliyeti vardı. Hazret-i Ömer şu anda selâm, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ey dünyayı teşrif etse, kırk sene halifelik yapsa, bü- âdil hükümdar!) diye selâm verirdi. Sık sık “İslami- tün Ümmet-i Muhammed ona tâbi olup yardım et- yetin iki hâmisi vardı. Zâhirini (dışını) Osmanlılar, se, Cennetmekân Abdülhamid Han’ın zamanını geri bâtınını da (içini) Nakşî büyükleri muhafaza ettiler. getiremezler. Yani o zamanki dindarlığı geri getire- Onun için bu ikisine düşmandırlar” derdi. Bir defa- mezler. Sultan Hamid’e kadar İslam sertâc idi (baş sında da, “Bu milletin çektikleri, Sultan Aziz’e yapı- üzerinde tutulurdu, kıymet verilirdi). Sonra düşme- lanların cezasıdır. Sultan Hamid’e daha sıra gelme- ğe başladı. 1908’den sonra yazılan din kitapları, hat- di” buyurdular. İslamiyette halife ömür boyu vazife ta mezar taşları bile muteber değildir. Bu kitaplar- yaptığından Sultan Hamid’in tahttan indirilmesinin dan, ancak muteber eserlere mehaz gösterenlere meşru olmadığını, bu sebeple girişilen harplerin ci- itibar edilir. Sultan Vahîdeddin, uzun zaman tahtta had sayılmadığı için kaybedildiğini söylerdi. kalsaydı, Sultan Abdülhamid’den daha üstün olacak- tı. Çünki o, fıkıh âlimiydi.” İlk haclarını 1896’da vefat eden üstadlarının oğul- ları Seyyid Emin Efendi ile yaptılar. Emin Efendi, Beyrut ve Ezher âlimleriyle görüşüp ilmiyle kendisi- ne hayran bırakmış; Beyrut Vâlisi vaziyetten Sultan Hamid’i haberdar etmişti. Hac dönüşü kafile İstan- bul’da Kabataş İskelesi’nde gemiden indiler. Saray- dan bir memur gelip Emin Efendi’yi sorunca yolda vefat ettiğini söylediler. Bunun üzerine Abdülhakîm Efendi’yi vaziyeti arz etmek üzere Saray’a götür- düler. Abdülhakîm Efendi’nin sohbetinden hoşnut kalan padişah, “Annemde baş ağrısı vardır. Rüya- da Peygamber Efendimizi görmüş. Senin ilâcın bu sene hacılarından ve benim evlâdımdan birinde- dir buyurmuş. Aman meded!” deyince Abdülhakîm Efendi, “Estağfirullah, biz böyle işlerden anlama- yız” deyip özür beyan etti. Padişah ısrar edince bir bardak su istedi; Fâtiha-i Şerîfe okuyup içine nefes verdi. Sonra “Emredin, bu suyu götürsünler, Vâlide Sultan hazretleri içsin” buyurdu. Vâlide Sultan su- yu içtikten sonra iyileşti. Bunun üzerine padişah, hüsn ü zannının arttığı Abdülhakîm Efendi’ye İs- tanbul’da kalmasını, kendisine bir meşîhat (tekke ve medrese) vermeyi teklif etti. Abdülhakîm Efen- di, “Müsaade buyurursanız memlekete dönmemiz lâzımdır. Orada medresem var, talebelerim var. Biz manevî bir işaret almaksızın hareket etmeye mezun değiliz” buyurdu. Sultan Hamid bilahare Başkale’ye adam gönderip medresenin ihtiyaçlarını tespit ve bu cihetten yar- dım ederek, ettirerek kendilerini unutmadığını gös- termiştir. Ekrem Buğra Ekinci Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi. 92 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Söyleşi ————————————————————————————————————————— © SEDAT ÖZKÖMEÇ 94 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
———————————————————————————————————————— Hasan Aksay Eski Devlet Bakanı Hasan Aksay “Turan Güneş’i Cumhurbaşkanı Seçseydik, 12 Eylül Olmayacaktı” Türk siyasî tarihinin son 60 yılına şahitlik etmiş eski Devlet Bakanı Aksay ile yakın geçmişe büyüteç tuttuk. Millî Nizam Partisi’nin kuruluşundan 12 Eylül darbesi- ne yakın tarihin kırılma noktalarını en yakın şahitler- den birinin dilinden okurken çok şaşıracaksınız. KONUŞAN: OLCAY CAN KAPLAN [email protected] Cumhuriyet’in ilk yıllarında dinî ha- mış ya da çıkamamış. Geçtiğimiz değil. Mesela Kardinal Richelieu aylarda yaşanan bir hadise hakkın- “Devletler için ahiret yoktur, o hâl- yatın kısıtlanmasına gidildi. Bugün- da uzun saatler düşündüm. Malu- de ahlâk da yoktur” der. Devletler munuz minibüsteki başörtülü kı- çıkarına göre hareket eder denili- den bakınca inkılapları nasıl değer- za şiddet uygulandı. Bu toplum yüz yor. Bizde de son yüzyıl böyle geçti. senede nasıl böyle edepsiz olabildi? Çıkar nasıl esas olur? Sen bir defa lendiriyorsunuz? Ecdadını tanımayan bir nesil iste- insansın. Devleti insan idare edi- Barış yapılsın diye tavizler veril- diler, İslamdan uzaklaştırdılar. 15 yor. İnsan ahirete gitmeyecek mi? seneden beri AK Parti iktidarı var Nasıl ahlâksız davranabilir? Bunla- miş. Batı ne dediyse yapılmış. Me- fakat zihniyeti dönüştürmek kolay rı sormanın tam zamanı. sela başlangıçta Musul ve Batum gibi önemli toprak parçaları vatan içerisindeyken dışarıda bırakılmış. Sonradan da kimse sahip çıkma- 2017 MAYIS / DERİN TARİH 95
Söyleşi ————————————————————————————————————————— Peki Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi Bakanlığınız döneminde Ayasofya’yı mel olur, Müslümanlar zor duruma düşer.” Bu tasarıyla birlikte Ayasof- hakkında ne dersiniz? açma teşebbüsünüz var. Ama sonra ya’nın tamamının ibadete açılma- Batı’nın direktifiyle alınan bir sını tasarı olarak hazırladım. Bi- geri çekiliyorsunuz. lahare arkadaşlarla istişare ettik. karar. Fatih’in Vakfı bugün işgal al- Yaş genç olunca cesur kararlar Gücümüzün olmadığını, tankımı- tında. Gereğinin yapılması gereki- zın tamirini bile İsrail’e yaptırdığı- yor. Ama bu işler de o kadar kolay alabiliyor insan. Ben de öyle dav- mızı düşününce evvela güçlenme- değil. Lobisi bitmiyor bu Batılıların. randım. Vakıflar idaresi Türk va- miz gerektiğine karar verdik. Bu IMF’ye borcumuz bitti, rahat nefes kıflarından %5 pay alıyor fakat gay- sebeple geri çektik her iki yasa ta- alacağız dedik, Gezi ayaklanmasını rimüslim vakıflarının gelirlerine sarısını da. başlattılar. Bugün Ayasofya’yı iba- dokunulmuyordu. “Olmaz böyle iş” dete açıyorum desen kim bilir kim- dedim. Bir yasa hazırladım, artık Peygamber Efendimizin (sas) de leri sahaya sürecekler! Kıbrıs Barış onlardan da %5 gelir aktarımı ola- metodu budur. Güçlenmeden hücu- harekâtı sırasında Necmettin Erba- cak diye. Bu meseleyi Ermeniler ve ma geçilmez. Şimdi Türkiye güçle- kan Bey, “Adamlar kaçıyor, sonuna Rumlar Başbakana taşımışlar. Bana niyor. Şu Suriyelileri misafir edip kadar gidelim” dedi; Bülent Ecevit, dediler ki: “Avrupa’da o kadar eseri- Ensar durumuna gelmesi bile bu “Amerika ne der?” diye cevap verdi. miz var ki, Türkiye’yi de İslam dün- kuvvetlenmenin tezahürüdür. yasının başı görüyorlar. Bir aksüla- 96 DERİN TARİH / 2017 MAYIS
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142