Miras Metinler ————————————————————————————————————— Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatının en büyük hatiplerinden Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yunan bayrağının gölgelediği yaklaşık bir asır öncesinin İstanbul’una götürüyor bizi. Fecr-i Âti edebiyatının kurucularından olan yazar, devrin Türk münevver bunalımını mekân üzerinden bakın nasıl anlatıyor! Evine alacağı köşe minderine raptolan şuuru hangi korkunç manzara karşısında Süleymaniye’nin kubbelerine derin bir “of” emanet etmiş olabilir dersiniz? KÖŞE MİNDERİ » Hamdullah Suphi İstanbul’dan ayrılmazdan sekiz on gün evveldi. O devletin müdafaası, yalnız, yola çıktığı vakit İçimde garip bir arzu hâsıl olduğunu hissetme- güneş kendisiyle beraber yürüyormuş gibi, gözler Tanrıöver ye başladım. Bu arzu benim için bir düğüm idi, kamaştıran ordularla temin edilmemişti; onu koru- bir muamma idi. Bunu tahlil ettikçe, hayretim git- yan Kafkas dağları, Rumeli Balkanları gibi mânia- gide artıyordu. Tütün arayan bir tiryaki gibi, içkiye lar, geçilmez nehirler, nihayeti gelmez mesafeler alışmış bir adam gibi bu garip arzunun tesiri, hasre- vardı. Süleymaniye, böyle bir devrin gururunu ifade ti altına düşmüştüm. Evimde bir köşe minderi isti- etmek üzere yükselmişti. yordum. Akşam saatlerinde evime döndüğüm vakit, terliklerimi çıkarsam, sırtımı duvara dayasam, bu Süleymaniye, aşkla dolu bir göğüsten çıkan bir köşe minderinde otursam diyordum. Bu, nasıl bir ar- ah gibi, İstanbul tepelerinin üstünde, dalga dalga zu idi? Düşündüm, ruhumda bir hastalık başladığı- kabarıp o heybeti almıştı. Süleymaniye yükseldiği na ihtimal verdim… (…) zamanda, Abbasî’lerin Bağdat’ı sadece bir vilâyetti; Emevî’lerin Şam’ı, Firavun’ların Mısır’ı, birer vali- Bir ikindi saati, Divanyolu’na doğru gezmeğe çık- nin yönettiği vilâyetler, eyaletlerdi. Üç büyük dinin tım. Dalgındım, daha doğrusu hasta idim. Bir müd- merkezi onun içinde idi; Yunan’dan, Bizans’a; Asur- dettenberi Darülfünun gençleriyle, Ocak arkadaş- lulardan, Keldanlılardan Fenikelilere kadar kaç mil- larımla beraber ziyaret ettiğim türbeleri, camileri, let, kaç medeniyet geniş ülkeleri içinde silinip kay- İstanbul’un his ve hayal veren o tarih ve san’at köşe- bolmuştu. Yirmi yirmibeş milleti hükmü altına alan lerini birer birer tekrar dolaşıyordum. Karşıma bir bu yeni Roma; Avrupa, Asya ve Afrika üzerinde ge- Yunan otomobili çıktı. İçinde Yunan zabitleri var- niş ülkelere yayılmış, velvelesi dünyayı tutmuş mu- dı. Önünde küçük bir Yunan bayrağı sallanıyordu; azzam bir kudretti… Bunları düşüne düşüne kendi içimdeki keder, yakıcı bir zehir halini aldı. Divanyo- başıma, yere yavaş yavaş basarak direkleri, kubbe- lu ve bir Yunan otomobili. Bu, ne yaman, ne korkunç leri, sessiz derinlikleri seyrediyordum. Gözlerim na- bir manzara idi. (...) Divanyolu ve bir Yunan otomo- kışlara takılıp kalıyor, kubbenin girift yazısına baka- bili. Gözlerimin gördüğüne kalbim nasıl tahammül rak dalıyordum. Bu, geçmiş zamanların ne güzel bir edebilirdi? yadigârı idi. Bilmem nasıl oldu, ben istemeksizin, ha- berim olmadan ağzımdan bir “Of!...” sesi çıktı. Bütün Süleymaniye’yi ziyaret etmeğe karar verdim. İngi- mabet birdenbire ürperdi. Sesim direklerden kemer- liz polislerinin nöbet beklediği Bayezıt meydanından lere, kemerlerden duvarlara çarparak yarım kubbe- geçdim ve yavaş yavaş, düşüne düşüne, yana yana, lere ve büyük orta kubbeye yükseldi, mabet bana ce- Süleymaniye’nin harimine vâsıl oldum. (...) Bu mabet, vap verdi, o da benim gibi haykırdı: “Oo…f!. Oo..f!..” devletimizin en büyük günlerinde kurulmuştu. Top- raklarında Tuna akan, Nil akan ve Fırat akan yüz beş, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Dağyolu ve Günebakan’dan Seçmeler, Millî Eğitim Basımevi, yüz on milyonluk bir halk, servet ve san’atta misli ol- İstanbul, 1971, s.60-6 mayan bir ihtişam o devrin kuvveti ve azameti idi. 100 DERİN TARİH / 2017 MART
2017 ŞUBAT / DERİN TARİH 101
TARİH ATLASI MUSTAFA ARMAĞAN Araştırmacı - Yazar Saltanat 1 Kasım 1922’de CUMHURIYET BIR TBMM’de çıkarılan bir SISTEM BUNALIMI kanunla kaldırılmış, Osmanlı Devleti resmen ÜZERINE ILAN tarihe karışmıştı. Ne EDILMIŞTI var ki denklemde bir de makamının sınırları ve Bugün Türkiye’nin Cumhur/Başkanlığı sistemine ge- yetkileri belirsiz kalmış çişinin bir sistem bunalımından doğduğu hepimizin ama manevi olarak malumu. Halk tarafından seçilmiş olan Meclisten çı- herkesin üstünde bulunan kan Başbakanın geniş yetkileri ile yine halk tarafından se- bütün Müslümanların çilmiş olan Cumhurbaşkanının geniş yetkileri ve sorum- Halifesi (Halife-i Müslimîn) suzluğu (lâyüsel oluşu) ister istemez bir çift başlılığa yol bulunuyordu. açıyor ve iki iktidar odağı arasında bir yetki çatışmasını kaçınılmaz kılıyordu. 102 DERİN TARİH / 2017 MART Sistemin topuzu ya Başbakana doğru kaydırılarak Cum- hurbaşkanlığı sembolik bir makama indirilecekti ki, doğ- rudan halk tarafından seçilmesi bunu imkânsız kılmıştı veya devletin başı ve başkomutan olan Cumhurbaşkanına doğru kaydırılacak ve Başbakanlık lağvedilecekti. İki iddi- alı makamın aynı geminin dümenine yan yana oturmasın- dan doğan sıkıntılar zaten bir süredir yaşanmaktaydı. Bu- nun çözümü, MHP’nin de büyük koalisyona, bir bakıma 12 Eylül 1980 darbesinden önceki Milliyetçi Cephe’ye (MC) ka- tılmasıyla ve Devlet Bahçeli’nin teklifiyle “Cumhurbaşkan- lığı sistemi” olarak bulundu. Aynı şekilde 1923 yılı sonlarında Lozan onaylanmamak- la birlikte yeni imzalanmıştı. TBMM Hükümeti olarak ida- re edilmekte olan Türkiye’de 29 Ekim 1923 günü Cumhuri- yetin ilanı da benzer bir sistem bunalımı üzerine gündeme gelmişti. O tarihte Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı vazife- sini yürütmekte olan Gazi Mustafa Kemal Paşa biraz da ya- pay olarak çıkardığı siyasi bunalımı ustaca manipüle ede- rek içinde “millî bir sır” olarak sakladığını söylediği (tek bir kişinin içinde sakladığı sırrın nasıl ‘millî’ olabildiğine henüz akıl erdiren çıkmamış olsa da) Cumhuriyeti Kâzım Karabekir, Ali Fuad Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğil-
» Tek elden idare Saltanatı yıkıp Cumhuriyet’i ilan eden Mustafa Kemal 1923’ten ölümüne kadar devleti tek elden idare etmişti. 1923’de Meclis balkonunda ilk mebuslarla birlikte. mez gibi büyük muhalif paşaların ve Rauf (Orbay) Bey gi- içindeydi. bi bir önceki Başbakanın (İcra Vekilleri Heyeti Reisinin) Meclis en baştan Halifeye bağlılığını ve onu esaretten hazır bulunmadığı özel bir zamana denk getirerek adeta baskın şeklinde bir operasyonla sadece ve sadece 158 mil- kurtaracağını ilan etmişti. Bu durumda Meclis Halife- letvekiline ilan ettirmişti. ye bağlıysa Halifenin Meclis üzerindeki etkisi ve yetkisi neydi? Bu nokta sisler içindeydi. 1924 Nisan’ına kadar yürürlükte kalacak olan 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na (biz Anayasa diyelim) göre Kriz çıkıyor TBMM’de siyasi partiler bulunmuyordu, mebuslar (millet- vekilleri) seçim bölgelerinden iki dereceli seçimle halk Zaten “Reis” Mustafa Kemal Paşa Ocak 1923’de bu ka- tarafından seçiliyor ve onlar da geldikleri Mecliste Mec- rışık durumu değiştirmeye ve Cumhuriyeti ilana niyetli lis Başkanını ve bakanları doğrudan doğruya ve ayrı ayrı olduğunu bir parça ima etmiş, Eylül ayında görüştüğü aday gösterip oylayarak seçiyorlardı. Viyanalı gazeteciye de bu niyette olduğunu açıkça söy- lemişti. Bu durumda hükümette kabine bulunmuyor, bütün bakanlar şimdiki sistemimizde olduğu gibi Başbakana Öte yandan Ekim 1923’de Mecliste çok kritik bir geliş- değil, Meclise karşı ayrı ayrı sorumlu oluyorlardı. Meclis me yaşanacaktı. gerekli görürse gensoru (istizah takriri) veriyor ve Vekil- leri, yani Bakanları düşürebiliyor ve yerlerine yenilerini Hem Meclis Reisi, hem de fiilen devlet başkanı Mus- seçebiliyordu. tafa Kemal’di. Buna rağmen milletvekilleri arasında saf değiştirenler olmuş, Meclisin dengesi muhalefeti temsil Yine bu durumda milletvekilleri TBMM başkanını seç- eden Kazım Karabekir Paşa’nın başını çektiği İkinci Grup mekle kalmıyor, bakanları da doğrudan seçmiş oluyor, lehine değişmeye başlamıştı. yani Meclis ülkeyi bizzat demir pençesiyle yönetiyordu. TBMM 2. Başkanlığına ve İçişleri Bakanlığı’na hükü- Saltanat 1 Kasım 1922’de TBMM’de çıkarılan bir kanun- metin gösterdiği adaylar değil, muhalefetin istediği aday- la kaldırılmış, Osmanlı Devleti resmen tarihe karışmış- lar seçilmişti. Meclis 2. Reisliğine Mustafa Kemal’e ve hü- tı (kanunda geçtiği gibi “münkariz olmuştu”). Ne var ki kümete rağmen muhaliflerin liderlerinden Rauf (Orbay) denklemde bir de makamının sınırları ve yetkileri belir- Bey, İçişleri Bakanlığına (Dahiliye Vekaletine) ise Sabit siz kalmış ama manevi olarak herkesin üstünde bulunan (Sağıroğlu) Bey seçilince kıyamet kopmuştu. Bu Meclis de bütün Müslümanların Halifesi (Halife-i Müslimîn) bulu- çok oluyordu! nuyordu. Ve Meclis-Halife ilişkisi tamamen belirsizlik O sırada Başbakan (İcra Vekilleri Heyeti Reisi) Mustafa Kemal’in silah arkadaşı Ali Fethi (Okyar) Beydi. 2017 MART / DERİN TARİH 103
TARİH ATLASI » Sembolik halife Bu durumda TBMM üyeleri bakanları seçecekti, seç- Hilafet saltanattan ayrıldıktan sonra bir müddet daha devam etse de mek zorundaydı ama azınlıkta olan muhalifler haricinde meclisin seçmiş olduğuğu halifenin sembolik bir anlamı vardı. Son Halife kimse teklif edilen bakan adaylığını kabule yanaşmıyor- Abdülmecid Efendi’nin yağlı boya portresi. du, zira Mustafa Kemal’in sıkı sıkıya verdiği talimat bu- nu gerektiriyordu. Sonuçta iş başındaki hükümet gösterdiği adayları Mec- lise seçtirmeyi başaramamıştı. Bu, Mustafa Kemal’e göre Böylece Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşa bizzat Meclisi bir nevi hükümete güvensizlik oyu vermek demekti. Baş- kilitlemiş, işlemez hale getirmiş, yani hükümeti dahi ku- ka bir anlamı olamazdı. ramayan aciz bir organ durumuna düşürmüştü. Özetle hükümet bunalımından bir rejim bunalımı çıkarmıştı. M. Kemal Meclisi kilitliyor Siz madem benim TBMM 2. Başkan adayımı ve İçişle- TBMM ile karşı karşıya gelen Mustafa Kemal Paşa, Baş- ri Bakan adayımı beğenmiyor, seçmiyorsunuz, bana mu- bakan Fethi Beyi güvensizlik oyu aldığı için istifaya ikna halefet ediyorsunuz, ben de sistemi kilitler ve Meclisi ça- etti. Fethi Bey de istifa etti. lışamaz, aciz bir organ durumuna düşürürüm diyordu. Yürürlükteki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na (Anayasaya) Bakan dahi seçemez duruma düşen koca Gazi Meclis, göre bu durumda Meclis, yeni hükümeti derhal seçmek çaresiz kaldı, Reisi ve fiilî devlet başkanı sıfatıyla Musta- zorundaydı. fa Kemal’e bu bunalımdan nasıl çıkacaklarını sordu. Mus- tafa Kemal de ipleri eline geçirmenin rahatlığıyla krizi Tam bu noktada Mustafa Kemal Paşa krizi derinleştire- bir şekilde çözeceğini ama bulacağı çözümü mutlaka ka- cek kritik bir adım daha attı. Kendi taraftarlarına -ki ço- bul etmelerini şart koştu. Aksi halde çözmeyecek ve kriz ğunluğu oluşturduğunu düşünüyordu- diğer milletvekil- onun istediği bakanları seçinceye kadar devam edip gi- lerinin teklif edeceği hiçbir bakanlığı kabul etmemeleri decekti. talimatını verdi. İşte Meclisin yeni hükümeti seçmekte acizliğe düşüşü 27 Ekim 1923 gününe rastlar. Buradan Cumhuriyetin ila- nına iki uzun günde varılacaktır. Cumhuriyet ilan ediliyor Derken Mustafa Kemal Paşa 28 Ekim akşamı Çankaya Köşkü’nde toplantıya çağırdığı yakın çalışma arkadaşla- rına “Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz!” diye müjdeyi ve- recektir. Ama nasıl? Ve o 28 Ekim gecesi Mustafa Kemal ve İsmet paşalar diğer arkadaşları gittikten sonra Çankaya Köşkü’nün sa- lonunda baş başa verip ertesi gün bu rejim krizini Cum- hurbaşkanının başkanlığında kurulacak yeni bir sistem- le çözmeye karar verdiler. 29 Ekim günü önce Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu toplandı ve Mustafa Kemal’i bakanlar kurulu seç- me sorununu çözmekle görevlendirdi. Mustafa Kemal ise çare olarak anayasayı değiştirmek gerektiğini söyledi. Bakanların şimdi olduğu gibi tek tek Meclis tarafından seçilmesinin ‘arzulanan görüş birliği’ni sağlayamadığın- dan yakınarak anayasayı değiştirmekten başka çıkar yol olmadığında ısrar etti. Mustafa Kemal’e göre Anayasanın ilgili maddelerini değiştirerek önce Cumhuriyet ilan edilmeli, ardından Cumhurbaşkanı seçilmeli (tabii kendisi) ve Cumhurbaş- kanı başbakanı atamalı (tabii İsmet Paşa’yı), o da bakan- larını seçmeli, kabine Cumhurbaşkanına sunulduktan sonra onun oluru alınıp Mecliste sadece güven veya gü- vensizlik oyu verilmelidir. Bu, artık Meclis sistemi değil, kabine sistemidir. Cumhuriyet budur! Böylece aynı 29 Ekim günü önce CHP Meclis Grubun- da ve ardından TBMM’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 1, 104 DERİN TARİH / 2017 MART
» Şapkadan Cumhuriyet çıktı Yeni rejim çok hızlı bir surette ilan edilmiş ve ilk iş olarak toplum Batılı tarzda dönüştürülmeye çalışılmıştı. Cumhuriyet bayramının birinci yılında Mustafa Kemal tebrikleri kabul ederken. 2, 4, 10, 11 ve 12. maddeleri (toplam 6 madde) değiştirile- Göstermelik seçimler rek Cumhuriyet ilan edildi ve sistem krizi bir süreliğine sona erdi. 1923-46 arasında yapılan seçimler seçim meçim değil, düpedüz mizansendi. Tek seçiciler (Mustafa Kemal veya Anayasa değişikliğiyle Cumhuriyet ilan edilmişti edil- İsmet paşalar) tek milletvekilliği için aday gösteriyor, za- mesine ama daha Resmi Gazete’de yayınlanmadan Cum- ten tek parti mevcut olduğu için tek oy verilebiliyor ve hurbaşkanlığı seçimine geçildi (yayınlanmadı, çünkü tek listeyle seçim tamamlanıyordu. kanunu onaylayacak bir üst makam, Cumhurbaşkanı mevcut değildi ki!) 1930 yılındaki Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ka- tılmasına nasılsa müsaade edilen ara belediye seçimle- Böylece oturuma sadece 159 milletvekili katıldı. Üye rindeki dayak, dipçik, tecrit rezaletlerine dair belgeleri tam sayısı 287 olmasına rağmen Mustafa Kemal toplam Derin Tarih’in Haziran 2013 tarihli sayısından okuyabilir- 158’inin oyuyla Cumhurbaşkanı seçildi. siniz. Diğer 128 milletvekili neredeydi peki? 1946 yılında çok partili ilk seçim yapıldı yapılmasına Rahmetli Yılmaz Öztuna bu hususta da sözünü sakın- ama oyları çalarak, sonra da yakarak CHP iktidarı dört mamıştı. Şöyle demişti 2011 yılında yazdığı bir yazıda: seneliğine gasp etti. Böylece 1923’ten başlayarak tam 27 “1923’te sadece irsî olan devlet başkanlığının seçim- yıl bu ülkede demokrasi ve halkın iradesi, “cumhuriyet, le olacağı kabûl edildi. Yani cumhuriyet rejimine geçil- cumhuriyet” denile denile çiğnendi. di. Atatürk böyle istedi. Bir referandum falan yapılma- dı. Zaten cumhuriyet, milletvekillerinin ancak yarısının İşte o aynı 29 Ekim 1923 günü 287 üyeli TBMM’den gece meclis oturumuna katılıp müzakeresiz oylanıp ka- 158 mebusun oyuyla Cumhurbaşkanlığına seçilen Birin- bûl edildi. Diğer yarısına o oturuma katılmamaları için ci Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, beklendiği gibi bir ge- haber gönderildikten başka, gelmemeleri için evlerinin ce önce baş başa verip sistem değiştirme formülünü bul- önüne polis dikildi. 1923 meclisi milletvekili sayısının, duğu İsmet Paşa’yı Başbakanlığa atamış, onun belirlediği cumhuriyet için oy verenlerin iki misli olduğu rakamla- kabine ertesi günü güvenoyu almış ve kriz 2017 yılına rın belâgati ile açıktır.” (Türkiye, 14 Mayıs 2011) ertelenmiştir. Referandum yapılmamış, zinhar halka sorulmamıştı. Zira sorulsaydı Halifenin seçileceğinden adı gibi emindi. Böylece 23 Nisan 1920’de açılan Gazi Meclisin gücünü O zaman halksız bir seçim yapılacaktı. asıl bypass eden ve bir sistem krizini bir rejim değişimi- Zaten 1946’ya, hatta 14 Mayıs 1950’de yapılan seçime ne dönüştürerek Cumhurbaşkanlığı ve kendisi üzerine kadar da Türkiye’de bugün anladığımız manada bir se- kuran bizzat Mustafa Kemal Paşa olmuştur. çimden söz etmek mümkün değildir. Kaynaklar Erik Jean Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çeviri: Yasemin Saner, İstanbul 2011, İletişim Yayınları, s. 242-245. Ahmet Demirel, Tek Partinin İktidarı, İstanbul, 2013, İletişim Yayınları, s. 62-64. 2017 MART / DERİN TARİH 105
Ayın Kelimesi —————————————————————————————————————— AYIN KELIMESI Terbiye Terbiyesiz Eğitim! “Eğitim, yetişki.” Osmanlıcadan D. MEHMET DOĞAN Bu baskıda “adat ve ahlâk” olarak Türkçeye Cep Kılavuzu’nda “terbiye”nin açıklanmış. Son baskıda ise adet ve karşısında bu iki kelime var. Fransız- [email protected] adaba dönüşmüş! 1954’ten 2011’e ka- caları da “education” ve “dressaga” dar neler değişmedi ki, “töre” değiş- olarak belirtilmiş. Terbiye bu iki uy- Ayrıca “terbiyesini bozmak”, “ter- mesin! durma kelime ile ifade edilebilecek biyesini vermek” deyimleri açık- kıratta bir “sözcük!” değil elbette! lanıyor ve terbiyeli ve terbiyesiz Dil Kurumu sözlüğünde bu açık- kelimelerine de yer veriliyor. (Terbi- lamalar sonraki baskılarda da bazı Fransızcalarına bakılırsa durum yeli: Topluluk töresine uygun hare- değişikliklerle korunuyor. 3. baskıda daha iyi anlaşılabilir belki. Hasan ket eden. Terbiyesiz: Topluluk töresi- (1959) terbiyeci eklenmiş, eğitici kar- Bedreddin’in Fransızcadan Türkçeye Kü- ne aykırı hareket eden.) Terbiyesizlik şılığı verilmiş. “Terbiyevî” de eğitici, çük Kamûs-ı Fransevî’sinde (1928) “edu- de benzer şekilde açıklanıyor. Bu ara- eğitimli olarak açıklanmış. cation”un karşısında şu karşılıklar da içinizden “töre de ne demek?” so- görülür: “Terbiye. Tahsil. Tâlim. Bes- rusunun geçtiğini tahmin ediyorum. 7. baskıda (1983) 3. anlam yeniden leme. Yetiştirme. Edeb. Âdab-ı ictima- yazılmış: “Kimi yemeklerin suyunu iyeye vukuf.” Dressaga’ın karşılığı da türlü yollarla koyulaştırma.” Bu baskı- şöyle verilmiş: “Terbiye. Tâlim. Koru- da “terbiye almak (görmek)”, “terbiye ma. Rekz (dikme, kurma). Kaldırma.” (3) yapmak” deyimleri ve açıklamaları da yer alıyor. “Terbiyeli” açıklamasına “Bu açıklamalar da yetersiz!” di- eski karşılık olarak “müeddep” eklen- yenler çıkabilir. Nitekim ilk Türkçe miş. “Terbiyesizce” bu baskıda yer Sözlük’te (1945) terbiye şöyle açıklanı- alan yeni madde başlarından. Terbiye- yor: 1. Eğitim. 2. Görgü (adabımuaşe- sizleşme, terbiyesizleşmek de ilave ret). 3. Bazı yemeklere yapılan ekşili edilmiş ve edepsizleşme, edepsizleş- yumurtalı salça. 4. (Hayvan) Alıştır- mek olarak karşılanmış. Böylece terbi- ma. 5. Araba hayvanlarının dizgin- ye ile edeb arasında irtibat ilk defa 40 leri. yıl sonra ortaya konulmuş oluyor. 106 DERİN TARİH / 2017 MART
Ayın Kelimesi —————————————————————————————————————— Daha önce terbiyevî “eği- » Tasavvuf yolunda, bütün menzil ve tahmin edebilir miyiz? Bi- tici, eğitimli” olarak açıkla- makamlarda insanların önüne bir hat levhası rinci anlam olabilir ancak. nırken, bu defa “eğitimsel” çıkar: “Edep Yâ Hû!” Eğitimde “edeb öğretme, ah- karşılığı verilmiş. 8. baskı- lâk ıslâhı” sözkonusu olabilir da (1988) “eğitim ile ilgili” “Terbiye”nin dilimizde kullanıl- mi? Ya yemeklerin terbiyesi olmuş. “Bu süre içinde neler ması ile ilgili olarak modern sözlük- eğitim olabilir mi? Hani ter- değişti de bu açıklamalar da çülüğümüzün babası Ahmed Vefik biyeli köfte yerine “eğitimli değişti” demekten kendimi- Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sine bakalım: köfte” demek mümkün mü? zi alamıyoruz. “Tahsil-i edeb (edeb öğrenme), per- Ya dizgin karşılığı eğitim de- veriş (yetiştirme), rübû (artma, ço- nilebilir mi? 11. baskıda (2011) ikinci ğalma). Islah etme, dayak, ikab (ce- bir yemek mânası eklenmiş: zalandırma). Koşu atlarının terbiyesi Terbiye, bir zamanlar hem “Eti, pişirmeden önce çeşitli zimam, dizgindir.” de bazı “eğitim” sözlüklerin- baharatlar, yağ, salça vb. şey- den çıkarılmıştı desem, ina- ler içinde bir süre bekletme.” Kamûs-ı Türkî’de Şemseddin Sami nılmaz. İşte örnek: Ansiklo- (Şu sıralar “marine etme” de- terbiye maddesinde hayli uzun bir pedik Eğitim Sözlüğü (Ruşen nilen şey.) Bu baskıda “terbi- açıklamaya yer veriyor: “Rübu”dan. “1. Alaylıoğlu-Ferhan Oğuzkan, yevî” tekrar “eğitimsel” ya- Besleyip yetişdirme, büyütme: Hayva- 1968). Bakanlığın yayınladı- pılmış! nat, ipek böceği, tuyur-ı beytiye (ev ğı Eğitim ve Eğitim Bilimleri Söz- kuşları), fidan, çiçek terbiye ediyor. 2. lüğü’nde ise (Remzi Öncül, 2000) “ter- Neden “terbiyemizle bu kadar oy- İlim ve edeb öğretme, te’dib (edeblen- biye”nin karşısında “bakınız: eğitim, nanıyor?” sorusunu sormadan ede- dirme), tâlim, tehzib-i ahlâk (ahlâk ıs- görgü” yazılı! Bunu yazan ne “eği- miyoruz! lahı): “Çocukların iyi terbiye etdi; kı- tim”in bulanık mânasını biliyor, ne zına asıl terbiye verecek validesidir; de görgüden ve terbiyeden haberdar! Modernlik bulaşmamış sözlükle- çocuk ilk terbiyeyi ailesinde görür.” 3. Köklü bir kelimenin yerine uydu- re bakalım önce. “Terbiye” Arapça Alışdırma, ülfet etdirme, te’nis (mû- rulmuş bir kelime koymakla anlam/ bir kelime. Rbv/rübüv kökünden. 16. nisleştirme), tâlim: Ayıyı, maymunu lar bu yeni kelimeye geçmiyormuş yüzyılda Muslihiddin Karahisarî’nin terbiye ederler; terbiye olmuş at. 4. demek ki! Terbiye terbiyedir, ya eği- tertib ettiği Arapçadan Türkçeye söz- Edeb öğrenmesine medar olmak üze- tim nedir? Köksüz, ne idüğü belirsiz, lük Ahterî-i Kebir’de “terbiye/terbiyet”, re hafif sûretde ceza verme, te’dib: her derde deva nane! “beslemek ve ıslah etmek” olarak “Bu çocuk pek çığırından çıktı, terbi- Terbiyenin yeni dilde tam karşılığı açıklanıyor. ye ister.” 5. Bazı yemeklere yumurta yok demek ki! ve limon yahut sirke ve salça vesaire Ne terbiyeli eğitimli demek, ne de Kelime “Rab”le aynı kökten. Ah- ilavesiyle lezzet verilmesi: “Çorbayı, terbiyesiz eğitimsiz! terî’de Rabb’in açıklaması şöyle (ay- pilici, yahniyi terbiye etmek.” Terbiyeli ile eğitimli arasında bir raç içindeki açıklamalar bize ait): anlam bağı kurulabilir. Ya “terbiye- “Bil-feth ve’t-teşdid (açarak ve şiddet- Şemseddin Sami, “dizgin” anla- siz” ile “eğitimsiz” arasında böyle bir lendirerek) Esmaullahtan (Allahın mındaki “terbiye”ye ayrı bir madde ilişki var mıdır? Cevap: Eğitimsiz ol- isimlerinden) bir isimdir, bilâ izafe başı tahsis etmiş. mak terbiyesiz olmayı gerektirmez! gayra ıtlak olunmaz (yakıştırılarak Terbiyeli eğitimsizler olduğu gibi, başkası adlandırılmaz) ve mâlik ve Bu açıklamalara bakarak “eği- terbiyesiz eğitimliler de olabilir. Nite- sahip ve seyid (reis, efendi) mânası- tim”in neye karşılık uydurulduğunu kim var! na gelir. Beslemek ve tamam etmek İşin esası edep! İlla edep, illa edep. ve ziyade eylemek (çoğaltmak) ve ce- Edep ya hu! meylemek (toplamak) mânasına mas- Bu arada bazı hadislerde geçen tardır. Cemi (çokluğu): Erbab. Ve şu “edeb”in Türkçeye “terbiye” şeklin- kimse ki ilmiyle âmil olup ârif-i bil- de çevrildiğini de hatırlatalım: “Hiç- lah ola, rabbanî derler mübalağa için bir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden elif ve nun ziyade ederler.” daha üstün bir hediye veremez” (Tir- mizî). Terbiye bizi Rabb’e götürdü! Al- lah esmasından sonra Rabb gelir ki, *Daha önce eğitim kelimesinin anlam belirsizlikleri “hakkıyla terbiye edici” demektir. üzerine yazmıştık: “Eğitimin irfanına turp sıkmak”, Her türlü noksanlıktan berî olan rü- Derin Tarih, 33. (Ayrıca bkz. Kelimelerin Seyir Defteri bubiyeti (rabliği, tanrılığı) ve onun kitabımız.) sonucu olan terbiyesi, besleyip ye- tiştirmesi ve âlemin düzenini sağla- yan kanunları olmasa idi, kâinatta varlıktan ve gelişmeden eser görüle- mezdi. 108 DERİN TARİH / 2017 MART
UNUTMAYIN !ONLARIN BİZE DEĞİL Ümmet adına Mescid-i Aksa’da nöbet tutan, yüzde 85’i yoksulluk sınırının altında yaşayan, Kudüslü Müslüman kardeşlerimizin desteklerinize ihtiyacı var. 5772 Bir k umanya bedeli 80 TELE 0(212) 524 01 01 BAĞIŞ ONLİNE mirasimiz.org.tr mirasimiz BAĞIŞ KUDÜS VE CİVARINDAKİ OSMANLI MİRASINI KORUMA VE YAŞATMA DERNEĞİ
Advertorial ——————————————————————————————————————— KUDÜS HALKINDAN SULTAN İÇİN DUA Yahudi işgali yüzünden her gün yüreklerimizi dağlayan Kudüs, Osmanlı padişahlarının göz bebeğiydi. İşte Mescid-i Aksa’ya hizmetleri sebebiyle halkın duasını alan bir sultan! Üç semavî dine ev sahipliği yapmıştı Kudüs. Hz. Peygam- ber’in (sas) ilk kıblesi Mescid-i Aksa’yı bağrında taşıyan bu mübarek şehir… Haçlıların elinden Selahaddin Eyyu- bî’nin kurtardığı bu kutlu belde. Yavuz Sultan Selim’in Memlûk Seferinin ardından beş asır Osmanlıların elinde çiçek açan bir cennet bahçesi... Kanuni, babasından aldığı mirası iyi değerlendirmiş ve şehre bü- yük yatırımlar yapmıştı. Osmanlılar Kudüs’ü çevreleyen surları tek- rar inşa etmiş, bölgeye sulh ve sükûn getirmişti. İlk posta teşkilatı da bu dönemde kurulmuştu. Tarihçilerin Pax Ottomana diye adlandırdıkları bu büyük devlet içinde ayrı dinden, ırktan, renkten insanlar birbirlerine müsamaha ile yaklaşıyor; herkes dinini hür bir şekilde yaşayabiliyordu. Tâ ki, em- peryalist güçler bölgeye müdahale edene kadar. İmparatorluğun buhranlı devri 19. yüzyılda Sultan Abdülmecid Han da Kudüs’ü unutmamış, her fırsatta yardım etmeye çalışmıştı. Yayınladığımız vesika padişahın Kudüs-i Şerif’in havuzları ve suyol- larını tamir ettirmesiyle alakalı. Kudüs ahalisi bu davranıştan o ka- dar memnun olmuş ki, Mescid-i Aksa’da toplanıp Sultan Abdülmecid Han’a dua etmiş. Bugün Yahudi tasallutu altında bulunan bu müba- rek şehir için, dua edilecek bir Müslüman liderin çıkması Abdülmecid Han’ın ruhunu şâd edecektir değil mi? 110 DERİN TARİH / 2017 MART
DEFTER İSMAİL KARA Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Emekli Öğretim Üyesi İSPRITIZMA DININ YERINI ALABILIR MIYDI? Ruhçuluğun, ruh 1940’ların ortalarındayız. Tekpartili yıllar devam ediyor ama savaş çağırma seanslarının sonrası değişim rüzgârları da esmeye başlamıştır. Ruhlara inanma- dinin yerini tutup dığını söyleyen Samet Ağaoğlu o zamanın Büyükada’sından anlatı- tutmayacağı sorusu yor. Yanında felsefeci Macit Gökberk de varmış: bugün için daha çabuk geçiştirilebilecek, “Ruh davetini Peyami [Safa] öylesine jestlerle, seslerle yapıyordu ki belki kolaylıkla menfi heyecanlanmıyor değildim. Bir masanın çevresinde oturuyorduk. O eli- cevaplandırılabilecek ni masaya koyuyor, âhenkli bir sesle yavaş yavaş davete başlıyordu: ‘Ey bir soru olsa da bu ruh hazretleri, ey efendimiz! Lütfet, bize iltifat et. Sana ricalarımız ola- durum zorlu tarihî cak. Yardımına muhtacız. Ey ruh! Geldiğini şu masanın ayağını üç defa realiteyi, meselenin kaldırıp indirerek haber ver!’ Peyami bunları söylerken nefesi sıklaşı- ciddiyetini ve geriye yor, sesi titriyor, kısılıyordu. (…)” bıraktığı tortuları ortadan kaldıramaz. Dönemlerinin, tahsillerinin, gelecek tasavvurlarının bir uzantısı olarak dine mesafeli veya dinî alanın dışında kalan/dışında duran, öyle gözüken/öyle gözükmeyi tercih eden bu okur yazar insanların ispritiz- ma seanslarına bu kadar yakın ve sıcak durmalarını, ruh çağırmaya bu derecede temayül göstermelerini nasıl anlamak doğru olur? Nereden çıkmıştı bu “saçmalık”! Bilim ve medeniyet asrında Mazhar Osman’ın deyişiyle “alafranga cincilik” nasıl “aklı hür”ler arasında bu kadar yol bulmuştu?!. Hemen hatırlatmamız lazım; hem dünyada hem de bizde kesin- likle istisnai bir şey değildi bu manzaralar. Türkiye’de tahsilli dindar insanları, muhafazakâr camiayı, hatta tasavvuf ve tarikat çevrelerini, halife-şeyh olarak bilinen bazı zevatı bile tesiri altına almış kuvvetli bir rüzgâr, etkili yüksek bir dalga ile yüzyüzeydik. Dıştan görüldüğü kadar sade ve bir çırpıda hükmü verilecek ölçüde düz bir mesele olmayan bu hadisenin birden fazla katmanı var. Batıda okur yazarlar arasında ispritizmanın “meşru” bir damar olarak yaygın- laşmasını etkileyen iki sebepten biri hümanizmanın zayıflamaya başla- ması, ikincisi de pozitivist düşüncenin ve modern bilim anlayışının en azından ciddi şüpheler davet eder bir hale gelmesidir. 19 ve 20. yüzyılın büyük, sağlam, kurtarıcı ve itibarlı (zannedilen) kaleleri, kuleleri salla- nıyordu artık. 1. ve 2. dünya savaşlarında “medeni” dünyanın birbirini vahşice yiyecek hale gelmesi ve oluk oluk kan akıtması insan merkezli, maddi olanla sınırlı bir dünya anlayışının, insanın kendine yeterliliği düşüncesinin sonunu getirmiş, akla ve bilime, “aydınlanmaya” olan gü- 112 DERİN TARİH / 2017 MART
İSPRITIZMA VE MISYONERLIKLE SUÇLANAN ASKER BIR ŞEYH » Üzeyir Garih’in öldürülmesiyle ismi tekrar gündeme dolayı menfi olarak geçiyor. gelen emekli deniz kurmay yarbay Ömer Fevzi Mardin (1878- Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından Başbakanlık’a yazı- 1953) Nakşî-Halidî şeyhi Küçük Hüseyin Efendi’nin halifele- rinden biri olarak biliniyor. Ebülula Mardin ve Şerif Mardin’in lan 12 Eylül 1946 tarihli yukardaki yazı Mardin’in İbrahim Hilmi akrabalarından. İyi yetişmiş bir asker aynı zamanda, Enver Paşa Kitabevi tarafından basılan Din Dersleri adlı kitabının “öteden ve Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Trablusgarp Savaşı’na katılı- beri misyonerlik propagandası yaptığı ve yeni bir din telakkisi yor, orada iken Arusiye tarikatından el alıyor. Ayrıca Hamidiye aşılamağa çalıştığı” gerekçesiyle Bakanlar Kurulu tarafından Zırhlısı’nda Rauf Orbay’la çalışıyor. toplatılması ve satışının yasaklanmasını talep ediyor. Belgenin eklerinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kitap hakkındaki menfi Dinî yayınların çok sınırlı olduğu 30’lu, 40’lı yıllarda irili ufaklı mütalaası da var. onlarca dinî eser kaleme alıyor ve yayınlıyor. Fakat ispritizma ve misyonerlik meselelerinde adı öne çıkan isimlerden biri de Ömer Fevzi Mardin hakkında Mim Kemal Öke müstakil bir o. Samiha Ayverdi’nin Mülakatlar’ında da adı bu sebeplerden monografi yayınlamıştır: Ömer Fevzi Mardin-Gazî ve Sûfî, İstanbul, İrfan Yay., 2009. veni, üstün-mütekâmil medeniyet fikrini felsefî olarak cid- Yine de tekpartili yılların dinî sahadaki problemleri bü- di bir şekilde sarsmıştı. yütüp derinleştiren, ispritizma gibi “sapma”lara daha zi- yade kapı aralayan taraflarının olduğu aşikârdır. Özellikle Tekrar Hıristiyanlığa, kiliseye yahut dine, maneviyata pozitivizmin ciddi etkileri altındaki eğitim anlayışında, mı dönülecekti? Bu mümkün müydü? Yoksa manevi ola- resmî kültürde, siyasî söylemde, basın-yayın organlarında nı pozitivist mantığın içine dahil ederek ara nefeslenme bunu takip etmek mümkün. Muhtemelen buradaki en mekânları yahut oyalanma bölgeleri mi bulunacaktı? önemli husus bütün Osmanlı ıslahat teşebbüslerinin bir şe- kilde ve ehemmiyet atfederek gözettiği modernleşme ile Peki Türkiye’de mesele neye tekabül ediyordu? (yeni) dinîleşmeyi birlikte götürme, birdiğerini besleyecek şekilde sürdürme fikrinin ve uygulamasının, belki iddiası- Tekpartili yılların etkisi nedir? nın 1924 sonrası itibariyle giderek terkedilme yahut zayıf- lamasıdır. Din/İslam paranteze alınmakla kalınmamış, ay- Ruhçuluğun, ruh çağırma seanslarının dinin yeri- rıca baskılanmış, kaba bir üslupla mahkum edilmiş, öteye ni tutup tutmayacağı sorusu bugün için daha çabuk beriye çekilmeye başlanmış, din karşıtı bilimci ve alaycı dil geçiştirilebilecek, belki kolaylıkla menfi cevaplandırılabi- resmî ideolojiye ve bütün eğitim süreçlerine hakim kılın- lecek bir soru olsa da bu durum zorlu tarihî realiteyi, mese- mıştır. (“Hayatta en hakiki mürşit [b]ilimdir” afişi bu poli- lenin ciddiyetini ve geriye bıraktığı tortuları ortadan kaldı- tikaların en görünür yaygın yüzüdür.) ramaz. Dinî alanı zedeleyen, biçimsizleştiren, dönüştüren hümanist, pozitivist, materyalist ve bilimci fikirlerin, Hâlbuki biz Batıdaki tecrübeden epeyce farklı olarak bü- akımların Türkiye’ye intikali yahut etkisi elbette tekpar- tün felsefî zıtlıklarına rağmen hem modernleşecek hem tili yıllarla başlamış değil. Bunun modern askerî mektep- de dindarlaşacaktık. Bir başka şekilde söylersek Müslüman, lere, giderek bütün eğitim alanlarını kuşatacak mektep- mütedeyyin kalarak Batılılaşacak, bilimle din arasındaki leşme süreçlerine, yeni ders kitaplarına, bunlarla paralel mesafeleri, karşıtlıkları bir şekilde izale edecektik. Çünkü giden yeni basın-yayın faaliyetlerine, tercüme kitaplara, bunlar Hıristiyanlığa, Frengistan’a ait hastalıklardı… gazete ve dergilere kadar uzanan daha uzun ve çok yönlü bir tarihi var. 2017 MART / DERİN TARİH 113
DEFTER İdeolojiler, diyelim ki Cumhuriyet ideolojisi, tekpar- lim-bilimsellik-maneviyat arasında kurduğu normal/sıcak/ ti politikaları toplumsal hafızayı, kültürel kodları, “uzun rahat ilişkilere de bakalım. Şöyle diyor: tarih”i ne kadar değiştirebilir? Memleketimizde ispritiz- ma düşüncesinin ve pratiklerinin sadece “laik” çevrelerde “Evet, biz hepimiz onun [Bedri Ruhselman’ın] okulunda değil aynı zamanda dindar, muhafazakâr ve hatta yapısal yetiştik diyebilirim. Küçükken babamdan iyi bir dinî terbi- olarak hiç ihtiyacı olmaması gereken tasavvufî çevrelerde ye almıştım. Fakat daha sonra okullarda, fakültede madde- karşılık bulmasının arkasında felsefî olarak birbirini iten ci görüşle karşılaştık. Din başka söylüyordu, [b]ilim başka. bu iki çizgiyi birdiğerine yaklaştırma arayışı da olmalıdır. Bu ikisi arasında hayli bocaladım. Çok şükür ki Bedri Bey En azından sebeplerden biri budur. (Burası yeri değil ama imdada yetişti. Onun mânevi gerçekleri bilimsel bir şekil- Bergson’un Türkiye’de ve İslam dünyasında Batıdan biraz de ortaya koymasıyla içimde savaşan ilimle din barıştı ve farklı olarak, nerede ise dine, dinî bilgiye, sezgi/ilham üze- böylece yeni ve daha sağlam bir dengeye kavuştum. Bu ba- rinden vahye kapı aralayan bir felsefe gibi/olarak algılan- kımdan Bedri Bey’e ben ve bizim kuşak çok şey borçluyuz” masının arkasında da benzer bir düşünce ve “ya(t)kınlık” (S. Mehmet Temizel, Dr. Bedri Ruhselman Dönemi ve Sonrası olduğu kanaatindeyim.) Dini bilimselleştirmek yahut bi- Türkiye’de Ruhçuluk, İstanbul, Arıtan Yay., 2014, s. 39). limsel bir dille dini anlatmayı, benimsetmeyi denemek yaygın bir temayül olarak mütedeyyin insanları, dinî grup- Önemli fakat “meçhul” bir kaynak ları ve yapıları da hayli etkilemiştir. Samiha Ayverdi’nin (1905-1993) Mülakatlar adıyla vefa- Türkiye’de ispritizmanın öncülerinden tabip ve keman tından sonra basılan kitabı (İstanbul, Kubbealtı Neşriyatı, sanatkârı Bedri Ruhselman’ın (1898-1960) talebesi avukat 2005) ilk bakışta kendisiyle yapılmış röportajların toplan- Baha Kayserilioğlu’nun anlattıklarına bu karmaşık unsur- dığı bir kitap intibaı veriyor. Doğrusu yayınlandığı zaman ları hesaba katarak bakabiliriz sanıyorum. Özellikle din-bi- ben de öyle zannetmiş ve edinmeyi ihmal etmiştim. Hâl- buki 40’lı yılların Türkiye’sinde ilim, fikir ve sanat hayatı YAKINLIK VE MESAFE ile dinî-tasavvufî arayışların ve mistik tartışmaların seyri açısından fevkalâde önemli ve türü itibariyle istisnai (Türk- » Kenan Rifai (sağda) ve kendisini birer adım çede belki biricik) bir kaynak. Yayın dünyası, edebî eserle- geriden takip eden Ekrem Hakkı Ayverdi, Samiha rin neşri ve bir yazarın ilk eserlerinin muhatapları, etkileri Ayverdi. açısından da öyle sayılır… Zaten ziyaretçileri hevesle yola koyulmaya sevkeden esas sebep ev sahibinin yeni çıkan “Spritüalizm bir ilim bıranşı, akademik bir mevzu, mistik muhtevalı romanları. Bana kalırsa kitabın bu ba- tatmin olamayacak bir tecessüs fırsatı olabilir. Fakat kımlardan Cumhuriyet devri Türk düşünce tarihi ve ede- Allah’la kul arasında bir irtibat, bir anlaşma ve se- biyatı açısından ihmal edilemeyecek bir metin olduğu şüp- vişme vasıtası olamaz. Hele az evvel lüzumuna kani he götürmez. olduğunuzu söylediğiniz aşk-ı ilâhîyi uyandırmak yolunda asla müsbet bir hareket değildir. İnsanoğlu Samiha hanım 1940-48 yılları arasında, yani tekpartili ancak kendi benzeri ile ülfet ve ünsiyet edebilir” yılların son devrinde ve 2. Dünya Savaşı ve sonrası şartlar- (Mülakatlar, s. 338). da evine gelip giden zevatla yaptığı sohbetleri (mülakatları) titiz bir şekilde ve mufassal olarak 5 defter halinde kaydet- miş. Kitap bu kayıtların, (yayına hazırlayanların dipnotlar- da yaptıkları çoğu biyografik bazı açıklamalarla birlikte) aynen neşri. Ev sahibinin kendisi dahil kimin ne dediği bir konuşma, bazan soru-cevap akışı içinde ve teferruatıy- la belli. Gelenler ve sohbete katılanlar arasında yazarlardan, akademisyenlerden, askerlerden, tarikat çevrelerinden, aydınlardan, sanatkârlardan önemli isimler var: Mehmet Ali Ayni, Pertev Demirhan, Şükrü İmre, Salih Zeki, Ömer Rıza Doğrul, Necip Fazıl Kısakürek, Mustafa Rahmi Bala- ban, Nezihe Araz, Behçet Yazar, Enis Behiç Koryürek, Safi- ye Erol, Burhan Toprak, Bedri Ruhselman, Yaman Dede ve başkaları. (60 İhtilâli’nden sonraki derin parçalanmışlıkta artık bir evde, aynı sohbette göremeyeceğimiz bir tablodur bu). Samiha hanımın mürşidi Kenan Rifai, ağabeyi Ekrem Hakkı Ayverdi ve o dönemdeki yayıncısı, Gayret Kitabevi sahibi Garbis Fikri de bazı meclislerde bulunuyor. (Ziyaret- çilerin epeyce bir kısmı yayıncı üzerinden, onun vasıtasıyla müellifle irtibata geçebiliyor.) Bu kadar farklı ilgi alanına sahip ve çeşitli meşreplere, 114 DERİN TARİH / 2017 MART
“TEKKELER TARIHE MAL OLMUŞTUR”… » 26 Nisan 1945 tarihinde bir tarikata intisabı olan ve Darülfünun İlahiyat Fakültesi’nde Tasavvuf Tarihi dersi okutmuş Mehmet Ali Ayni ile ehl-i tarik Samiha Ayverdi arasında şu konuşma geçiyor: “M. A. Ayni: [Tekkeler kapanmadan önceki] bir tarihte … gazetesinde bir makale yazmış ve son zamanlarda tekkelerin mânalarını kaybettiklerini, bu şekilde devamlarının mümkün olmadığını, eğer onları pâyidar etmek isteni- yorsa meselâ Galata Mevlevîhanesi gibi edebiyat tarihine fiilen hizmet etmiş bir müessesede bir edebiyat kolu açılması ve kiminde bir revir, kiminde musiki kolu bulundurulması lüzumludur demiştim. Bu makaleye o zaman İhtifalci Ziya Bey uzun bir mektupla teşekkür etmişti. S. Ayverdi: Fikir güzel… Fakat bence varlık kendi aslî bünyesinin aslî istidadı yolu ile cemiyete faydalı olmalıdır. Bugün tekkeler tarihe mal olmuştur. Ve onlara ‘yeter!’ emri de pek isabetli olarak verilmiştir. Zira hakiki mânalarından ayrılmış, içleri boşalmış, kupkuru bir şekilden ibaret kalmışlardı. Tekke tasavvuf odunlarıyla parlatılan bir ocak oldukça bu ocakta ilim, irfan ve aşk aşı pişirildikçe bir kıymettir. Yoksa olması ile olmaması müsâvidir [eşittir]. Esasen hüküm sahibi Allah’tır. Onların devamı- nı istemeyen de O’dur” (Mülakatlar, s. 58-59, ayrıca bk. s. 102). Buradaki Samiha Ayverdi portresi kısa zaman önce kaybettiğimiz Ahmet Yakuboğlu’nun fırçasından çıkma. Ve Mülakatlar kitabının ilk baskısının kapağı. mesleklere mensup kişiyle ve farklı zamanlarda elbette tek biz şimdilik başlıktaki konumuzla sınırlı kalalım. Sohbet konu konuşulmuyor. Bununla beraber merkezde tasavvuf, meclisine Bedri Ruhselman, Enis Behiç Koryürek gibi doğ- din, mistisizm, ispritizma, Türkiye’nin dinî durumu ve bir rudan medyumlar yahut ruh çağırma temayüllerine sıcak miktar da felsefe, edebiyat, sanat mevzuları ve Samiha ha- bakan, “maneviyata, mistisizme açılan ümit kapılarından nımın yeni yayınlanan romanları var. biri” olarak gören her meslek ve meşrepten insanlar da ge- liyor. Elbette ispritizma meseleleri de sökün ediyor. Mesela Mesela farklı meşreplere mensup ziyaretçilerden biri gelenlerden biri de avukat Suat Plevne, “ben de ispritizm Robert Kolej’de kütüphane memuru olan Mehmet Ali Pa- ile uğraşıyorum ve bunun bir orta tabaka ince iman hissi zarbaşı. Sorularından anlaşılıyor ki rüyaya, tayy-ı mekâna, uyandırdığına, binaenaleyh faydalı olduğuna inanıyorum” keramet ve mucizeye pek inanmıyor. Din onun nazarında diyor. bilimle barışık bir ahlâktan ibaret. “Üstünde durduğum tek mesele gençliğin dinsizliği. Ona dinden bahsetmek is- Samiha hanım “ispritizma bir mutavassıt zümreye bir tediğiniz zaman gülüyor, süpernatür bir keyfiyet olarak gayb sırrı olduğunu hatırlatmak suretiyle faydalı sayılabi- kabul ediyor. Birçoklarına göre din namaz, oruç, binde bir lir” gibi cümleler kuruyor ama (s. 161-62) problemin, dindı- iyilik, hile-i şeriyeye uydurduğu kadar dolambaçlı işlerden şına yönelen, sadece Tanrı’ya imanla yetinen dağıtıcı taraf- ibaret. Ahlâk bu müessesenin içinde yer bulmamış. Bence larının farkında olarak mesafeli ve karşı duruyor. ahlâk din demektir. Ahlâklı insan zaten dindardır.” (O dö- nemde çok yaygın olan bu tür fikirleri sohbet meclisine ta- Bitirirken bu ifadelerden birkaçını aktarmak uygun ola- şıyan başka aydınlar, askerler, akademisyenler de var.) caktır: Samiha hanım bu parçalı ve seçmeci din anlayışına üs- “Bence insanlık şu ruh bu ruh vasıtasıyla bazı hakayık lubu yumuşak fakat muhtevası itibariyle genç bir hanım [hakikatlar] öğrenmek değil bir mürşidin terbiyesi elinde dervişten beklenmeyecek kadar sert tarzda karşı çıkıyor: aleddevam [sürekli] nefsin hayvanlık vasıflarını insanlık “Sözünüzün ilk kısmı ile ben de beraberim. Şüphe yok ki vasıflarıyla tebdil kılmaktır [değiştirmektir]” (s. 184). dini bir şekil, bir menfaat dolabı haline koyanlar, ona en büyük kötülüğü etmiş ve etmekte olanlardır. Fakat dediği- “Bedri [Ruhselman] Bey [ruhun bekası konusunda] bir se- niz gibi yalnız ahlâk demek din demek değildir. İnsanlığa viyeye büyük hizmet etmiştir. (…) Fakat iş bununla bitmez. ancak Resulullah’ın dini kanalından geçmek mümkündür. Bedri Bey imanında henüz bir istikrara varmamış kimse- O’nu tasdik etmeyen, O’nun izinden yürümeyen tam insan leri dalâlete [sapıklığa] sevk edecek iddialara da sahip. (…) olamaz” (s. 73. Bir başkasına yaptığı benzer bir açıklama Allah’ın Resulüne inanmayan bir iman sahih ve tamam de- için ayrıca bk. s. 139). ğildir” (s. 215). İspritizmadan dine yol var mı? “Bugün spritüalist fikirler bir sisteme, bir ilim metodu- na sokulmuştur. Halbuki eskiden bizdeki cinci hocalar bu- Mülakatlar’ın düşünce tarihi ve dinî meseleler açısından nun çok âlâsını bilirlerdi. Fakat gaybla bir metot ve zorlayış gündeme getirilecek başka önemli başlıkları da var ama vasıtasıyla temasa geçmek mezmum [kötülenmiş] bir iştir. Bize lazım olan ahlâkta ve insanlıkta kemâldir” (s. 226-27, ayrıca bk. 340). 2017 MART / DERİN TARİH 115
Usta Kalemler—————————————————————————————————————— İstanbul’un Semadaki Gözü Galata Kulesi USTA KALEMLER Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE Asırlardır semadan şehri gözetleyen Galata Kulesi hangi badireleri atlatarak ayakta kalabildi? Bizans’tan Osmanlı’ya hangi amaçla kullanıldı? Seyyahlardan tulumbacılara, ressamlardan esirlere kimler misafir olmadı ki o külahın altına! Galata’nın terminolojisi prob- Galata Kulesi’nin ne zaman yapıldı- da anılıyordu. Bizanslılar Galata’nın lemli olup hâlâ netliğe kavuşa- ğı tam olarak bilinmiyor. Bir kaynağa en yüksek ve liman ile Boğaza hâkim mamıştır. Kelimenin İtalyan- göre Haliç’in kuzeyinde bulunan “Sy- bölgesine bir kule yapmayı düşünmüş- cadan geldiğini belirtenler olduğu gibi kai” adındaki bu iskân yerinin etrafı lerdi. Sykai kasabasının sınırları tam Arapça kökenli olduğu da söylenir. Bir I. Constantin (324-37) tarafından bir olarak bilinmediğinden bu kulenin diğer görüşe göre bu mevkii, süt mânâ- sur duvarıyla kapatılmıştı. İçinde ki- şimdiki Galata Kulesi mi, yoksa döne- sına gelen “galat” kelimesinden almış- lise, forum, hamam, tiyatro ve bir de min surlarına ait bir kule mi olduğu tır adını. Net olan bir şey varsa o da bu liman bulunan bu bölgede 431 adet hep meçhul kalmıştır. bölgeye ve kuleye verilen “Galata” is- büyük evin mevcut olduğu bilinir. Bu- minin Bizans’tan bugüne kadar kulla- rası eski Grek diliyle “Peran en Syka- Galata’nın yıldızının parlaması, nıldığıdır. is”, yani “Karşı yakada Sykai” olarak 1316’dan sonra Ceneviz imtiyaz böl- gesinin güçlenmeye başladığı yıllara 116 DERİN TARİH / 2017 MART
———————————————————————————————————————— Galata Kulesi denk gelir. Bizans İmparatorluğu’nun seltecekleri) kulenin -herhalde Gala- ren ikinci ve üçüncü kat hizasındaki iki taht ortağı VI. loannes Kantaku- ta Kulesi olmalıdır- uygun bir yerine kısımdır. “Zencirek” denilen tuğlala- zenos ile V. loannes Palaiologos ara- II. Murad’ın adına bir kitabe koymayı rın zincir şeklinde dizilmesinden olu- sındaki iktidar kavgalarından istifade teklif ettiler. İtalya’daki merkez bu gi- şan bu döşeme kuleye dikkatli bakıl- eden Ceneviz idaresinin 1348 yılında rişimi öğrendiğinde Galata idaresine dığında Osmanlı mimarisinin kule aceleyle Galata tahkimatının unsu- çok sert bir mektup yazarak tahkima- üzerindeki ilk izlerine rastlanmış ru olan bir kule yaptırdığı bilinir. Bu tı kuvvetlendirmeye yetecek zengin- bilgiyi veren Nikeforos Gregoras’a gö- likte olduğunu bildirmişti. re, loannes Kantakuzenos Cenevizlile- ri cezalandırmak istediyse de bunu ba- Nerede o yekpare merdiven? şaramamıştır. Evvelce kulenin hemen eteğinde bulunan, günümüzdeki Yük- İstanbul’un fethinden sonra Cene- sek Kaldırım Caddesi ile Lülecihende- vizliler kalenin anahtarlarını savaşsız ği Caddesi’nin köşesindeki Küçük Kule teslim ettiklerinde kendilerine bazı Kapısı yanında bulunan Sanct Nicolaus haklar tanıyan bir ferman verilmiş- burcu üzerindeki bir levhada görülen ti. Çeşitli kopyaları günümüze kadar Ceneviz ve Bizans armaları ile 1349 yı- gelen bu fermanda Fatih Sultan Meh- lı da bu bilgiyi desteklemektedir. med, Cenevizlilerin kalelerini yıkma- yacağını açıkça ifade eder. Ancak yine Cenevizliler 14. yüzyılın ikinci ya- de hükümranlığının delili olmak üze- rısından 15. yüzyılın ortalarına kadar re surların kara tarafının üst kısımla- kule çevresindeki tahkimatı gelişti- rı ile Galata Kulesi’nin tepesinden 7-8 rip 1445 veya 1446 yılında duvarları- metre kadar yıktırılmıştır. Surların ve nı yükseltmişlerdir. Öteden beri Doğu kulenin Fatih döneminde tamir ettiril- Akdeniz, Adalar ve Karadeniz ticare- diği yönünde rivayetler de vardır. tinde rakiplerine karşı Türklerle dost geçinme siyaseti takip eden Ceneviz- II. Bayezid devrinde, 1509’da 45 gün liler, Galata tahkimatında yapacakla- süren ve “küçük kıyamet” olarak ad- rı “yüksek bir kule” için II. Murad’dan landırılan depremde Galata surları ile malzeme ve borç para istediler. Bu yar- kulesinin de zarar gördüğü biliniyor. dıma karşılık yapacakları (veya yük- Bu depremden sonra tamir edilen yer- ler, kulenin bugünkü zeminden itiba- 2017 MART / DERİN TARİH 117
Usta Kalemler ————————————————————————————————————— olunur. Esasen beşinci kattaki pencere- » Surlar içindeki bekçi lerin tuğladan örme sivri kemerleri de Zengin bir tarihi sırtlanan Galata bölgesi hiçbir şüpheye yer vermeyecek surette Osmanlıların eline geçmeden önce Ceneviz Türk inşaatıdır. Böylece kulenin ikinci kolonisiydi (Charles Théodore Frère, 19. yüzyıl). veya üçüncü katına kadar olan alt kıs- mı Ceneviz, yukarısı ise Osmanlı-Türk lanılmış, 18. yüzyılda ise Yeraltı Camii nıldı. Mahzenin içinde 54 adet kalın yapısıdır diye net bir bilgi verebiliriz. adıyla ibadet yerine dönüştürülmüş- paye, yapının üstünü örten tonozları tür. Üzerinde yükselmiş olan kuleyi taşıır. Cami gün ışığını sadece deniz Galata Kulesi ile ilgili pek bilinme- ise fetih zamanında Osmanlıların yık- tarafındaki duvarından açılmış pen- yen bir gerçek vardır. Günümüzde tığı düşünülmektedir. Geriye kulenin cerelerden alır. İçinde Gümrük Sokağı içinde asansör olan kulenin orijinal bodrum kısmı kalmıştır. tarafından bir kapısı, ayrıca Karaköy merdivenleri çok farklı bir mimaride tarafından kapı ve penceresi bulunur. yapılmıştı. Döne döne çıkılan değil, ya- Fâtih vakfiyelerinde “mahzen-i sul- Cami mimarisi şeklinde düşünülme- rımay biçimli bir merdivendi. Yani taş tanî” olarak anılan mahzen bir müd- diğinden ışık sadece iki yerden gelir. basamakların karşısındaki kapıdan det donanma deposu olarak kulla- girilip bir kat çıkıldıktan sonra kar- şı istikametteki ikinci taş basamak- lardan bir üst kata çıkılırdı. Böyle bir mimarinin sebebi kesin olarak bilin- memekle birlikte kulenin muhkem- liğini sağlamlaştırmak için olduğu düşünülebilir. Sonradan yapılan mer- diven Cenova döneminden farklı ola- rak yekpare ve dönerek yukarı çıkı- lan basamaklardan oluşuyordu. Daha sonra o merdivenler yıkılıp yerlerine asansör yapıldı. Oysa Galata Kulesi’nin esas enteresanlığı o merdivenlerinden çıkmaktı, orijinal halinde kalmalıydı. Kulenin külahına gelince, zaman içinde defalarca değişmiştir. Gravür ve fotoğraflarda üst katları her dönem farklı bir mimaride çıkar karşımıza. Haliç’i kapatan zincirin bir ucunun bugünkü Galata Kulesi’ne bağlandı- ğını zanneder insanlar. Hâlbuki ger- çek öyle değildir. Bir tasavvur edin, zincirin halkaları hayli büyük. Döv- me demirden yapılmış kalın zincirin o kadar yüksek bir mevkiden bağlan- mış olması mümkün mü? Hakikat ise şöyledir: Haliç’e girişi kontrol eden ve zincirin bir ucunun bağlandığı kule bugünkü Sirkeci Garı ile Sarayburnu arasındaki Sepetçiler Kasrı’nın arka- sına denk gelen yerde Eugenios Kale- si’ne bağlanırken, diğer ucu da eski Galata Kulesi’ne bağlanmıştır. Zinci- rin bağlandığı iki kule de günümüze ulaşamamıştır. Karaköy tarafındaki eski Galata Kulesi bugünkü Kurşunlu Mahzen Ca- mii de denilen Yeraltı Camii idi. Bu camiye Bizanslılar zamanında Kastel- lion denirdi. Bu müstahkem kulenin mahzen kısmı önce depo olarak kul- 118 DERİN TARİH / 2017 MART
———————————————————————————————————————— Galata Kulesi Seyyahlardan tulumbacılara kulede bir mehterhane takımının ya- duyuran bir gözcü teşkilatı bulunu- şadığı, içinde bulunan müzik aletleri yordu. Yangını haber veren en yük- Şimdilerde restoranında yemek ye- ve köslerin tamirine ilişkin bir belge- sek nokta -Beyazıt’taki Yangın Kule- diğimiz, bahçesinde çay içtiğimiz ve den anlaşılmaktadır. Bunların haricin- si ve Galata Kulesi- karşılıklı olmak tepesinde İstanbul’u temaşa ettiğimiz de İstanbul’a gelen yabancı bir seyyah, üzere uzun bir süre kullanıldı. Bura- Galata Kulesi, tarih içinde çok farklı Galata Kulesi’nde fetihten beri her gün larda bulunan bekçiler aynı zamanda amaçlara hizmet etmiştir. Konumu iti- aynı saatte “kötü bir müzik” çalındığı- kule içinde barınıyor ve devamlı ola- bari ile stratejik bir bölge olduğundan nı yazar. rak yangını gözetliyorlardı. Galata’nın yapılışının ilk amacı tahkimat idi. Ka- herhangi bir semtinde çıkan yangın radeniz’den gelen tehlikeyi gözetleme Yine İnciciyan’a göre, Galata Kule- fark edilip hemen müdahale ediliyor- yeri olarak Osmanlılar da buraya hay- si’nde 18. yüzyıl başlarından itibaren du. O zamanlar itfaiye yoktu, tulum- li önem vermişlerdir. Başka amaçlara yangınları gözetleyen ve bunları şeh- bacılar bu görevi yerine getiriyorlardı. hizmet ettiği de olmuştur. Mesela 16. rin başka mahallelerine kös vurarak Bir dönem tulumbacıların mekânı ola- yüzyılda Kasımpaşa Tersanesi’nde ça- rak da kullanılan kulenin birinci ka- lıştırılan sultana ait harp esirlerinin TULUMBACININ HASI tında bekçiler kalıyordu. Tulumbacılık barınağı olarak Galata Kulesi yaşatıl- BAŞKA OLUR NARASI dönemi bitip itfaiye teşkilatı kurul- mıştı. duktan sonra bile kuledeki mekânla- Tulumbacılığı ve tulumbacılık rı bir süre daha muhafaza edilmiştir. Bu dönemde tersanede çalışmaya sektörünü bir Fransızın Türkiye’ye zorlanan esir ve mahkûmların gece gelip yerleşmesiyle tanıdık. Bah- III. Selim dönemindeki yangında yatacakları yer olarak kullanıldığı da settiğimiz kişi Müslüman olduktan kulenin külahı yanmış, duvarlar ciddi bilinir. Yarımay şeklinde çıkılan mer- sonra Davut Ağa adını almıştır. anlamda hasar görmüştü. Bu dönemde divenlerin basamak olmayan kısmı- Lakabı ise Davud-i Hakiki (Gerçek yapılan tamiratla beraber kuleye yeni- nın her katında ahşap döşeli bir kat Davut Ağa) idi. Mezarı Mevlanakapı den sağlam duvarlar örülmüş ve üst bulunurdu. taraflarında bulunmuştur. 1714 katın dört tarafına (köşk denilen) dış- yılında ilk “Çardaklı Tulumbası”nı tan camlı çıkmalar yapılmıştır. Muhtemelen bu esirler oralara ko- bize bu şahıs öğretmiştir. nulan yer yataklarında geceyi geçi- Galata Kulesi’nin III. Selim döne- riyorlardı. Restorasyon sırasında al- Yakın zamana kadar eski cami- minde aldığı yeni görünüm Melling, A. tında araştırmalar yapılmış ve orta lerde tulumbalar hâlâ mevcuttu. L. Castellan ve Graf von Stackelberg’in kısmın dibinde bol miktarda insan Bunları şimdiki nesilde bilmeyen resimlerinde bütün ayrıntılarıyla gö- kemiği bulunmuştur. 1552 yılında çoktur. Mesela ben en son Zeyrek rülmektedir. Bu yıllarda İstanbul’a ge- Türklere esir düşmüş ismi bilinme- Camii’nde görmüştüm. İtfaiye len bilhassa yabancı ressam ve seyyah- yen bir İspanyol, bu kulelerde yaşa- müzelerinde bunların örnekleri lar şehrin genel manzarasını çizmek, dıklarını ve ölenlerin hendeklere gö- vardır. Bir sandık ve iki tarafında fotoğraf çekmek veya uzaktan seyret- müldüğünü anlatır. 1574’te İstanbul’a kolları bulunur; bu kollar pompa- mek için kulenin tepesindeki köşk de- gelen Fransız Pierre Lescalopier, Gala- landıkça tulumba suyunu verirdi. nilen kısma çıkarlardı. Her pencere- ta’nın en yüksek yerinde bir kale bu- Zamanla öyle bir hal almış ki, bazı sinden İstanbul’un ayrı bir manzarası lunduğunu ve o sırada zindan olarak mahalleler tulumbacılığı ve tulum- görülür; görüntüler yan yana birleşti- kullanıldığını yazar. bacılarıyla meşhur olmuşlardır. Bir rilince İstanbul’un panoraması oluş- yangın çıktığı zaman kendilerine turulurdu. Fotoğraflarının yanında Galata Kulesi’nin bir dönem rasat- has kıyafetleri olan tulumbacılar panoramayı yazı ile destekleyen sey- hane olarak kullanıldığı da söylenir. nara atarak yangına koşarlarmış. yahlar da olmuştur. Kanuni devrinin sonlarına doğru var Yangına giderken ve yangından olduğu bilinen rasathanenin yeri tam dönerken hangi semtin ya da Mezarlık yerine kahvehane olarak belli değildir. Galatasaray Lise- mahallenin tulumbacısı olduklarını si’nin arazisinde bulunduğunu iddia halka duyurmak için de maniler II. Mahmud dönemindeki 1831 yan- edenler varsa da bu görüş aydınlan- söylemeyip naralar atmaya devam gınında Galata Kulesi bir kez daha ya- mış değildir. Takıyyüddin’in rasatlar ederlermiş. Bu naralardan olsa ge- narak harap olmuştur. Onarımı sıra- için geçici olarak Galata Kulesi’nden rek, günümüzde kabadayı mânâsı- sında yine değişikliğe maruz kalmış, faydalanmış olabileceği bazı kaynak- na gelen “tulumbacı” tabiri, mecaz farklı bir görünüm kazanmıştır. Önce- lara dayandırılan bir tahminden öte- anlamıyla yerleşmiştir. den yapılan dört çıkmalı cihannüma, ye gitmez. yani köşk yerine yarım yuvarlak ke- merli pencerelerle aydınlanan büyük 18. yüzyıldan itibaren Galata Kule- bir sofa inşa edilmiştir. si’nin bir dönem mehterhane ocağına tahsis edildiği bilinir. Ermeni coğrafya 14 pencereden ışık alan bu katın yazarı İnciciyan, eserinde bu kuleden üstünde, kurşun kaplı sivri bir kü- gece yarısını duyurmak üzere kös vu- lah yapılmıştır. Külah üzerine açıl- rulduğunu bildirir. Yine 18. yüzyılda 2017 MART / DERİN TARİH 119
Usta Kalemler ————————————————————————————————————— » 17. yüzyıla ait gravürde Galata Kulesi Sokullu Mehmed Paşa Camii’nin arkasından köprünün ve Haliç’in cıvıltılı manzarasını izliyor. mış dört pencere ile çatı arasının tabii lenin yeni hali J. F. Lewis’in, E. Flan- midiye çeşmelerinden biri vardı. Şim- ışık alması sağlanmıştır. Pencereli ka- din’in, Miss Pardoe ve Brindesi’nin al- di akmıyor maalesef. tın önüne de yine bu dönemde yapılan büm ve kitaplarındaki renkli veya tadilatta demir parmaklıklı çepeçevre siyah-beyaz gravürlerle 1855’e doğru Vakti zamanında kulenin etekleri bir balkon konulmuştur. Bunun üze- çekilmeye başlanan İstanbul’un ilk serâpâ Müslüman Mezarlığı idi. Mezar- rinde dolaşılma maksadıyla yapılma- fotoğraflarında yer almıştır. A. Joan- ların arasında Bereketzade Camii bu- dığı aşikârdır. O parmaklıklı balkon- ne ile E. Isamber’in seyyah rehberin- lunurdu. Bereketzade Galata kalesinin da yürürken nasıl tedirgin olduğumu de Galata Kulesi’nin sekiz katı olduğu, Fatih tarafından ilk tayin edilen diz- dün gibi hatırlarım. 141 basamaklı merdivenle pencereli darı imiş. Yaptırdığı camii 19. yüzyıla büyük salon veya sofaya çıkıldığı ve kadar Osmanlı’nın kurduğu ilk Müs- 19. asırda yapılan tamirata döner- burada bir kahvehanenin bulunduğu lüman yerleşkesi olarak Galata surları sek, Sultan Mahmud’un bütün bu ona- yazılmıştır. Bu sofadan 41 basamaklı içinde yer aldı. Maalesef o da günümü- rımların yapıldığı sırada kuleyi ziya- başka bir merdiven daha yukarı kata ze ulaşamadı. ret ettiği bilinir. Bu ziyaretinde kuleye çıkıyordu. uygun bir saat konulmasını istemiştir. Galata Kulesi tarihi boyunca birçok Hatta gece yarısını haber verecek kam- Ayrıca kulenin kapısının tam ya- yangın ve depremde hasar görmüş, sık panaların siparişi de verilmiştir. Yapı- nında bir tane Müslüman mezarlığı sık onarılmış, en son 1875 yılında bir lan ama takılmayan o kampana halen bulunurdu. Önü düzlüktü ve tama- fırtınada külahı devrilmiştir. 1965’te Arkeoloji Müzesindedir. Kapısının üze- men bir platform şeklini alan düzlük- başlanıp 1967’de bitirilen son onarımı rindeki kitabeler dönem içinde değiş- te mezarlar vardı. 1935-36 yıllarında o 18. asırdaki gravürden ilham alınarak tirilmiştir. Sultan Mahmud tarafından mezarlığı komple kaldırdılar, mezar yapılmıştır. Ancak bana sorarsanız, o tamir ettirildiği ifade edilen bir kita- taşlarını üst üste istiflediler. O platfor- devirde kulenin birtakım çıkmaları besi bulunur. mun üzerine kahvehane tarzı yerler vardı ve onları yapmadıkları için gü- yaptılar. Buranın hemen köşesinde Ha- nümüze eski haliyle gelmemiştir. II. Mahmud tarafından onarılan ku- 120 DERİN TARİH / 2017 MART
Selçuklu Tarihi ————————————————————————————————————— » Osman Hamdi Bey’in “Konuşan Hocalar” adlı yağlıboya tablosu (1890). 122 DERİN TARİH / 2017 MART
————————————————————————————————————— Nizamiye Medreseleri ŞİA TEHDİDİNE EĞİTİM PANZEHİRİ Nizamiye Medreseleri Nizamülmülk’ün kurulmasına öncülük ettiği medreseler uzun süredir siyasî ve fikrî olarak Şiî-İsmailî düşüncenin tehdit ettiği ehl-i sünnetin kal- kanı olmuştu. Peki İslam dünyasında ilmî özgürlüğün teminatı olan Niza- miye medreselerinin Oxford ve Cambridge’in eğitim sistemini dahi etkile- diğini biliyor muydunuz? Bu satırlarda şaşıracağınız daha çok şey var! MUSTAFA ALİCAN [email protected] Sünnî İslam âlemi aleyhine hız- ğiyle Bağdat’ı işgal edip yaklaşık bir la genişleyen Fatımi tehlikesi, Şiî dü- yıl boyunca Cuma hutbelerini Fatımi Sünnî İslam anlayışını temsil şünceyi yayıyordu. Fatımi Halifesi Hâ- halifesi adına okutarak Abbasi hilafe- eden Bağdat’taki Abbasi halifeli- kim Biemrillah tarafından kurulan tine fiilen son vermesi, tehlikenin bü- ğini himayeleri altına alan Sel- Dârü’l-Hikme adlı medresede yetiş- yüklüğünü gösterir. çukluları İslam dünyasının siyasî du- tirilen daîler (propagandacılar) İslam rumuyla ilgili sorunlar bekliyordu. dünyasına gönderiliyor, mezhepleri- Selçukluların Sünnî İslamın hami- Şiîliğin radikal bir şubesi olan İsmailî nin propagandasını yapıyorlardı. Şiî- si oldukları dönemde karşılarındaki düşünceyi siyasî bir hareke- şartlar oldukça zorluydu. Bu yüzden te dönüştüren Karmatîle- lik hızla yayılırken, Abbasi halife- dış politikalarını Sünnî İslamı teh- rin ardından 10. yüzyılın lerinin elinden Fatımilerin “Hz. dit eden unsurlarla mücadele üzeri- başında Mısır’da kurulan Fatıma’nın soyundan ne bina ettiler. Dolayısıyla erken dö- Şiî-İsmailî Fatımi Halifeliği değil, şeytanın so- nemlerdeki Selçuklu yayılmasının kısa sürede büyük güç elde yundan geldikleri- hedefi Anadolu değil de Suriye ve Fi- ederek Sünnî dünyayı tehdi- ni” duyurmaktan listin, hatta Mısır’dı. Amaç Fatımile- de başlamıştı. Filistin sahil başka bir şey gelmi- rin siyasî etkinliğine son vermek ve şeridi ve Suriye’nin büyük yordu. Abbasilere sahip oldukları şerefli ko- bir kısmı onların kontrolü- Tam da bu dö- numu iade etmekti. Bunda başarılı da ne girmişti. El-Cezîre baş- nemde Şiîliğin en oldular. ta olmak üzere Abbasilerin önemli psikolojik motivas- hâkimiyetindeki birçok yonları arasında bulunan Suriye ve Filistin’deki Fatımi ege- bölge de onları tanımak Kerbela ve Necef kültleri- menliği önemli ölçüde sona erdi. Hat- zorunda kaldı. Öte yandan nin ortaya çıkması ve Sün- ta Suriye’de görev yapan Selçuklu ku- Fatımilerle ilişki içinde Şiî nî İslamın kalbi Bağdat’ta mandanlarından Atsız Bey’in Kahire bir hanedan olan Büveyhî- Şiî etkisinin derinleşme- önlerine gittiğini biliyoruz. Bu ba- ler de 945 yılında Bağdat’a si manzarayı açıklar. Hatta şarısız Mısır seferi amacına ulaşma- hâkim olarak Abbasi hali- şehrin Türk kumandanı Ars- mış olsa da en azından Fatimi tehdidi felerini kontrol altına al- lan Besâsirî’nin Fatımi deste- merkezî Sünnî coğrafyadan uzaklaştı- mışlardı. rılmıştı. 2017 MART/ DERİN TARİH 123
Selçuklu Tarihi ————————————————————————————————————— Selçukluların Fatımilere ve Şiîli- si içinde yer alan Cüveynî ve Kuşeyrî Kerim’i hıfzetmiş, başta devrin meş- ğe karşı mücadelesi askerî alanla sı- gibi birçok âlimin sürgüne gönderil- hur Şafiî âlimi Sehl b. Muvaffak’tan nırlı kalmadı. Sultan Tuğrul döne- mesiyle sonuçlandı. Neyse ki Selçuk- kelâm olmak üzere fıkıh ve hadis gibi minde Râfızîler Cuma hutbelerinde lular hatalarından çabuk döndüler. İslamî ilimleri tahsil etmişti. Bazı şi- Mu’tezilî vezir Amîdülmülk’ün öncü- irlerini nakleden İbnü’l-Adîm’e bakı- lüğünde lanetlenmeye başlandı. Ayrı- Sultan Alparslan’ın veziri Niza- lırsa edebiyatla da uğraşıyordu. Kes- ca ehl-i sünnet dışı yaklaşımlara kar- mülmülk özellikle eğitim reformuyla kin bir kavrayışa ve ince zekâya sahip şı sert tedbirler alındı. ehl-i sünnet dışı akımlarla mücadele- bir kalem erbabıydı. Nitekim sonraki yi daha güçlü bir zemine taşıdı. Artık dönemlerde Sultan Melikşah’ın talebi Fakat bu dönemde ehl-i sünnet he- neredeyse salt Eş’arî ve Şafiî âlimleri üzerine kaleme aldığı Siyasetnâme (Si- nüz ortak bir tanıma sahip değildi. hedef alan bir nefret kampanyasına yeru’l-Mülûk) adlı eseri entelektüel se- Farklı yaklaşımlar kendi aralarında- dönüştüğü görülen Cuma hutbelerin- viyesini açık biçimde ortaya koyar. ki metodolojik tartışmalardan dola- deki lanetleme uygulaması kaldırıldı. yı bölük pörçük bir durumdaydı ve Yine Horasan ile Mâverâünnehir böl- Alparslan’ın hizmetine hangi mak- bu, problemlere yol açıyordu. Sınırla- gelerinden ayrılmış küskün âlimler satla girdiğini bilemiyoruz, fakat gü- rı Amîdülmülk tarafından belirlenen geri çağrıldı. venini kazanıp hızla devletin ikinci Râfızîlik normu, vezirin şahsî taassu- adamı olduğunda ne yaptığından son bu yüzünden Eş’arî ve Şafiî ekolleri- Medresenin Şafiîlik şartı derece eminiz: Siyasetnâme’sinde bir- ni kapsayacak şekilde genişletildi. Ne kaç bölüm ayırıp yerden yere vurdu- var ki bu esasen ehl-i sünnet düşünce- 1018 yılında Tus yakınlarında dün- ğu Bâtınîlere göz açtırmadı. Alpars- yaya gelen Nizamülmülk iyi bir eği- lan ve Melikşah dönemlerinde gayri tim almıştı. Küçük yaşlarında Kur’an-ı Sünnî hareketlerle mücadeleyi şiddet- le sürdürdü. Devlet kadrolarına alına- “SULTAN OLARAK cak kişiler hakkında inceden inceye KALAMAZSIN” tahkikat yapıldı ve batınî hareketler- le ilişkisi olanlar memur yapılmadı. Cömertliği, âlimleri himayesi ve siyasî dehasıyla tanınan Niza- Nizamülmülk bununla da yetin- mülmülk oğullarını, torunlarını ve medi. Yaklaşık iki asırdan beri Şiî pro- damatlarını, hatta kölelerini devlet pagandası sayesinde İslam dünyasının kademelerinde kritik mevkilere dört bir yanına yayılan düşüncelere yerleştirmişti. 20 bin kişilik Türk- karşı ideolojik bir panzehir üretmek men birliğinden müteşekkil özel bir üzere kolları sıvadı. Böyle büyük bir muhafız kıtası vardı. Selçukluların proje, ancak geniş çaplı bir eğitim re- bütün imkânları elindeydi. Sul- formuyla gerçekleştirilebilirdi. Hede- tan Melikşah ona çok güveniyor, fi, başta Bâtınî-İsmâilî hareket olmak kendisini babası gibi görüyordu. üzere topyekûn Şia kökenli radikal fi- O kadar güçlüydü ki, ahir ömrün- kirlerle mücadele etmek ve parçalan- de “Sen benim devlet idaresinde mış olan ehl-i sünneti birleştirmekti. ortağım mısın?” diye kendisini Alparslan’ın izniyle kendi adıyla anı- görevden almakla tehdit eden lan Nizamiye medreselerini kurdu. Sultana, “Ortağın olduğumu bil- miyor musun?” diyebilmişti. Hatta Yalnız eğitim-öğretim faaliyetle- vezirliği ile sultanın hükümdarlığı rini yürüten müderrislerin değil, ta- arasında bağ olduğunu söylemiş, lebelerin de kendilerine ait odalara azledildiği takdirde onun da sultan sahip olduğu rivayet edilen ilk medre- olarak kalamayacağını söylemişti. se, Selçukluların başkenti Nişabur’da Haklı da çıktı. Nizamülmülk’ün bir inşa edilmişti. Daha önce Amîdül- Bâtınî fedaisi tarafından öldürül- mülk’ün gazabına uğradığını bildiği- miz İmâmu’l-Harameyn Cüveynî’nin mesinden (ki bazı yazarlara göre idaresine verilen medreseyi birkaç yıl ölümünde sultanın parmağı içinde Bağdat’ta kurulan ikincisi ta- vardı) yaklaşık bir ay sonra kip edecekti. Melikşah da şaibeli bir biçimde hayatını kaybedecekti. 1065’te yapımına başlanan, o za- » Nizamülmülk’ün bir tasviri. mana kadar yapılmış en büyük med- resenin inşası iki yıl sürdü ve 200 bin dinar harcandı. Bağdat’ta Dicle nehri- nin doğu yakasına inşa edilmişti ve 124 DERİN TARİH / 2017 MART
————————————————————————————————————— Nizamiye Medreseleri iki katlı geniş bir taş binanın merke- lerle donatıldı. Tabakât yazarı Sübkî Dolgun burs, yüksek maaş zini teşkil ettiği muazzam bir külli- tarafından verilen bilgilere bakılırsa yeydi. Yazı odalarının yanında 6 bin Irak ve Horasan’ın her şehrine inşa Bazı âlimler Nizamiye medresele- kitabın bulunduğu büyük bir kütüp- edilen ve bu şehirleri kısa sürede bir rinin mimarî olarak Budist manas- hane, yatakhaneler, kiler, mutfak, ye- ilim ve kültür merkezine dönüştüren tırlarının (vihara) etkisinde kaldığını mekhane, hamam ve depoya sahipti. medreseler tamamıyla bilinçli bir şe- düşündüler. Fakat bu yapılar tama- Kare şeklindeki geniş bahçesinde bir kilde kurulmuştu. men İslam dünyasına özgüdür. Önce- mescit ve sarnıç bulunuyor, masraf- leri mescidlerde bir âlimin etrafında ları, tahsis edilen yüksek gelirli va- Halk arasında itibar sahibi ve etki- sistemsiz olarak işleyen eğitim faali- kıflardan karşılanıyordu. Hatta yakı- li âlimlerin bulunduğu yerlerde kuru- yetleri medreselerle birlikte siyasî ve nına kurulan çarşının bütün geliri lan medreseler, Şiî fikirlerin zararlı entelektüel bir gaye etrafında kurum- medreseye vakfedilmişti. etkilerine maruz kalmış sıradan hal- sallaştı. kın da eğitilmesini amaçlıyordu. Bu- Bağdat Nizamiyesinin ekonomik ralarda görev yapacak âlimler üze- Her biri zengin vakıflar aracılığıy- ve idarî yapısını belirleyen vakfiye- rinde titizlikle duruluyordu. Hangi la ekonomik özerkliğe kavuşturulan nin ilk maddesinde Şafiî fıkhının düşünceleri savundukları, halk için- bu kurumlarda görev yapan müder- okunması, medresenin bu mezhep deki itibarları inceden inceye ele alı- rislere yüksek maaşlar veriliyor, tale- mensuplarına ait olduğu kayıt altı- nıyor, kriterleri karşılamayanlar mü- belere dolgun burslar tahsis edilerek na alındı. Yine vakıf idaresinin -bu- derris olamıyorlardı. kendilerini bütünüyle ilmî faaliyetle- na müderrislerin tayin ve azillerine re adamaları amaçlanıyordu. karar verme yetkisi de dâhildi- Niza- Sultan Melikşah’ın “Sen benim ba- mülmülk ve evlatlarına ait olduğunu bamsın” diyerek devlet işlerini ken- Nizamiye medreselerindeki eği- belirleyen vakfiyeye göre, tahsis edi- disine bıraktığı ve büyük yetkiler tim-öğretim faaliyetlerinin nasıl bir len vakıf mallarından ancak Şafiîler verdiği Nizamülmülk, medreselerin içeriğe sahip olduğu hususu epeyce yararlanabilirdi. Müderrisinden müs- mükemmelleştirilmesi için bütün tartışılmış ise de elimizde bütün ay- tahdemine kadar herkesin öncelikle gücünü kullandı. Devlet bütçesinin rıntılarıyla mevcut bir müfredat yok. Şafiî olması şarttı. Nizamülmülk’ün % 10’una denk gelecek kadar mühim Ancak kaynaklardaki bölük pörçük Şafiî olması bunda etkili olsa da asıl bir meblağı tahsis etti. Bu durum Sul- kayıtlardan derlendiği kadarıyla faktör geçmişte bu mezhebin çok zu- tan’ın kulağına gitmiş, hatta harcadı- lüm görmüş olmasıdır. Nizamülmülk ğı paralarla ordu kurulup İstanbul’un » Ortaçağ’ın en kudretlilerinden diyet borcunu ödemiştir. bile fethedilebileceğini söylemişler- Sultan Alparslan ve Melikşah gibi di kendisine. Buna karşılık Nizamül- Selçuklu hükümdarlarına vezirlik yapan Nizamiye medreseleri hızla yay- mülk himâye ettiği ilim ve irfan or- Nizamülmülk, İran’ın İsfahan şehrindeki gınlaştı. Herat, Merv ve İsfahan gibi dusunun ettiği duaların savaşa giden türbesinde ebedî uykusunda. Selçuklu merkezleri; ardından Basra, askerlerden çok daha etkili olacağını Taberistan ve Huzistan gibi Şiîlerin vurguladı. Sultan da savunmasını be- yoğunlukta olduğu şehirler medrese- ğendi. 2017 MART/ DERİN TARİH 125
Selçuklu Tarihi ————————————————————————————————————— belli bir fikir edinmek mümkün. » Nizamiye coğrafyası Oxford’u, Cambridge’i etkiledi Buna göre malî anlamda özerk ol- Nizamülmülk, radikal fikirlere karşı ehl-i sünneti tek bir çatı altında birleştirmek Sultan Alparslan döneminde kuru- dukları gibi ilmî anlamda da özerk için Nizamiye medreselerini kurmuştu. İlk lan, Melikşah devrinde ülkenin dört olan medreselerde eğitimin yapısı bü- medrese Nişabur’da açılırken ilim bayrağı bir yanına yayılan medreselerin iki tünüyle dersleri yürüten müderrisle- yıllar içinde Bağdat, Herat, Merv ve İsfahan büyük etkisi olmuştur: İlki Selçuk- rin kişisel tarzlarıyla belirlenmişti. gibi Selçuklu şehirlerine taşınacaktı. luların adlî, dinî, malî ve bürokratik Talebe olmak için herhangi bir yaş Nizamiye medreselerinin kurulduğu alanlardaki memur ihtiyacının kar- kriteri aranmadığı gibi eğitimin ta- merkezleri gösteren bir harita. şılanmasıdır. Bir seferinde elçi ola- mamlanması için bir süre de tayin rak Melikşah’ın yanına gitmek üzere edilmemişti. sonra talebeler sorularını yazarak ho- Nişabur’a yollanan Bağdat Nizami- calarına arz eder, o da cevap vererek yesinin meşhur müderrisi Ebu İshak Derslerden önce talebelerle günün dersi bitirirdi. Şirazî’nin, yolculuk esnasında geçti- konusunu mütalaa eden bir ya da iki ği şehir, kasaba ve köylerin neredey- yardımcısı bulunan hocalar bir post Nizamiye medreseleri İmam Şafiî se tamamında memur olarak çalışan ya da minder üzerinde oturur, talebe- ve Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’nin fikirleri talebeleriyle karşılaştığını belirtme- ler çevresinde halka oluşturarak der- etrafında gelişen bir eğitim anlayışı- si, etkinin ne kadar güçlü olduğunu si takip ederlerdi. Sabah namazından na sahipti. Derslere talebelerin dışın- göstermesi bakımından dikkate şa- sonra Kur’an tilaveti, hamdele ve sal- da vezirler, emirler ve din âlimleri de yandır. vele (Allah’a hamd ve senâ edip Resu- iştirak edebilirdi. Talebeler arzu ettik- lü (sas) ile âl ve ashabına salâtta bu- leri hocadan diledikleri dersi okuya- İkinci etkisiyse Selçuklu çağından lunmak) ile başlayan ders, kitaptan bilirlerdi. Bir dersin ne kadar süreceği takip edilebileceği gibi, ezberden de belli değildi. Takip edilen kitap sona yapılabilirdi. Eğer bir kitap takip edi- erdiğinde hoca, dersi hakkıyla öğren- liyorsa talebeler sayfa kenarlarına ya- diğine kanaat getirirse talebesine ica- zar, aksi halde not tutarlardı. Ezber, zet (diploma) verir, bu şekilde artık o müzâkere ve soru-cevap gibi üç te- derste uzmanlık elde ettiğini onayla- mel yöntemin kullanıldığı derslerden mış olurdu. Aksi halde dersin yeniden alınması gerekir, süreç baştan başla- AÇILIŞTA KRİZ! tılırdı. 1097 yılında Bağdat’taki Nizami- Medreseler başta Endülüs, Mısır ve ye medresesinin açılışı yapılacaktı. Yemen gibi İslam coğrafyasının her Herkes büyük bir heyecan içindey- yerinden gelen talebeler (bunlar daha di. Hazırlıklara bizzat Nizamülmülk sonra ülkelerine dönerek Nizamiye nezaret etmişti. Açılış dersi için ekolünü temsil eden eğitim faaliyetle- medresenin baş müderrisi Ebu rine girişiyorlardı) için bir çekim mer- İshak Şirazî’nin gelmesi bekleni- keziydi. Verilen eğitim, ağırlıklı ola- yordu. Fakat ders vakti geçmesine rak hadis, tefsir ve kıraat gibi Kur’an rağmen Şirazî gelmedi. Endişele- ilimleriydi. Şüphesiz metodolojik bir nen halk şehrin altını üstüne getirdi, gereklilik olarak sarf, nahiv, lügat, fakat onu bulamadı. Bunun üzerine aruz, kavafî, Şiîr, ahbaru’l-Arab, en- açılış dersi başka biri tarafından sab, âdâb, Farsça, hitabet, tarih, feraiz yapıldı. Bir süre sonra Şirazî ortaya (miras hukuku) ve bu çerçevede riya- çıktı. Kendisine neden derse gel- ziye, aritmetik, hesap, hendese; hat- mediği sorulunca bu medresede ta tıp, cerrahi, müsellesât (üçgen he- müderrislik yapmasının mümkün saplama), nücum (yıldızlar), heyet ve olmadığını söyledi. Çünkü arazi- tâbiiyyât gibi dersler vardı. Öte yan- sinin istimlaki esnasında yaşlı bir dan ağırlıklı olmamakla birlikte fel- kadının arsasının gasp edildiğini sefî yaklaşımlara sahip gayri Sünnî duymuştu. Ancak söylentinin doğru akımlarla mücadele edebilecek bela- olmadığı kanıtlanınca kendisini güç gat sahibi polemikçiler yetiştirmek bela iş başı yapmaya ikna ettiler. için felsefe ve cedel gibi ilimler de okutulurdu. 126 DERİN TARİH / 2017 MART
günümüze uzanan eğitim geleneğin- Böylece mutedil yaklaşımlarla lirleyici olan medreselerin entelektü- de Şafiî-Eş’arî düşüncesinin belirgin nassların (hüküm) yorumlanmasında el etkilerini, Bağdat Nizamiyesi’nde bir ağırlığa sahip olması, hatta birçok katı bir tutum takip eden ehl-i hadis müderrislik yapan İmam Gazali’nin Hanefî-Maturidî medresesinde Eş’arî ve birçok kola ayrılmış olan ehl-i sün- düşünce dünyasında somutlaştığına kelâmının okutulmasıdır. Hatta etki- net anlayışı, medreselerde üretilen şahitlik ediyoruz. Buna göre ilimle- si İslam dünyasıyla sınırlı kalmayıp ilmî birikim sayesinde yeni bir çerçe- rin dinî ve aklî olarak tasnifi fikri ve Salerno, Paris, Oxford ve Cambridge veye kavuştu. Bu çerçeve ehl-i sünnet ölümsüz eseri İhyâu Ulûmuddîn ile or- gibi Avrupa’nın köklü eğitim kurum- olgusunu sözü edilen grupların hep- taya koyduğu İslamî ilimlerin ihyâ- larını da kapsadığını belirtelim. sini kapsayan merkezî bir kavrama sı ve tasavvufî düşüncenin ehl-i sün- dönüştürürken, Şiî-İsmâilî düşünce net paradigmasıyla uzlaştırılması gibi Nizamiye medreselerinin fiziksel akımlarına karşı kalkan vazifesi ic- yaklaşımlar Nizamiye medreseleriyle etkilerinin yanında İslam tarihinde- ra etti. Dolayısıyla Nizamiye medrese- başlayan hareketin neticeleridir. ki en güçlü ve köklü etkisi entelek- leri Sünnî yaklaşımları blok bir ehl-i tüel alanda gerçekleşmiştir. Bunlar sünnet kavrayışı çerçevesinde bir ara- Mustafa Alican kendinden önce ehl-i sünnet şeklin- ya getirdi diyebiliriz. Sünnî ve Şiî ge- Yrd. Doç. Dr., Adıyaman Üniversitesi de tarif edilen çerçevenin yeni bir an- lenekler arasındaki ayrımı belirgin- Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. lama kavuşmasını sağlamış ve başta leştirdiğini de ekleyelim. İsmâilî Şiası olmak üzere gayri Sünnî cereyanların entelektüel anlamda ge- Günümüzde devam eden Sünnî ve rilemesine zemin hazırlamıştı. Şiî kavrayışlarının netleşmesinde be- 2017 MART/ DERİN TARİH 127
Advertorial ——————————————————————————————————————— Fransız Seyyah Anlatıyor: “TÜRKLER GÜNÜN HER SAATİNDE KAHVE İÇERLER” K ahve, 16. yüzyılda Osmanlı gündelik hayatı- na girmiştir. Osmanlı insanı yeni tanıştığı bu biraz sonra bir üçüncü kahve gelir.” içeceği kısa sürede çok severek benimsemiş, 17. yüzyılda İstanbul’u gezen Fransız seyyah Jean bir bardağının “bâis-i cem‘-i ârifân” (ariflerin bir ara- ya gelme sebebi) ve “mürde cisme can katan” (ölüyü de Thévenot ise kahvehanelerdeki ortamı çok canlı dirilten) bir sıvı olarak görmüşlerdir. bir biçimde tasvir etmiştir: Kahve, Osmanlı insanının ev-cami-çarşı üçgeninde “Türkler günün her saatinde kahve içerler. Kahve- geçen hayatına yeni bir adres daha eklemiştir: Kah- hanelerde höpürdetilerek içilen kahvelerden oldukça vehane. eğlenceli bir ahenk işitilir. Kahve hem mideye iyi ge- lir, hem de uyku açar. Kahvehanelere ne mevki farkı İsveç elçisi D’Ohsson, Tableau général de l’Empire ot- ne de din ayrılığı gözetilmeden herkes girer oturur. toman adlı eserinde Osmanlıların ne derece kahveye Kahvehaneye gitmek ayıp değildir. Birçok kimseler düşkün olduklarından şöyle bahseder: buralara arkadaşları ile buluşmak için gider. Kah- vehanelerin dışında da toprak sundurmalar vardır. “Doğunun bu içeceğe karşı olan ihtirası her türlü Üzerlerine hasır serilir. Birçokları da hava almak ve tahminlerin fevkindedir. Devletin bütün kademele- gelip geçenleri seyretmek için burada otururlar. He- rinde erkekler, kadınlar, çocuklar, sadece kahvaltıda men daima, kahvehanelerde bir kemancı yahut bir değil veya öğle yemeğinden sonra değil, günün her zurnacı, bir saz heyeti bulunur. Kahvehanelerde otu- saatinde hiç tereddütsüz kahve içerler. Nerede olur- ran bir adam samimi tanıdıklarının da kahveye gir- sa olsun, ister bir devlet büyüğü ister bir şehirli ister diklerini görürse kahveciye onlardan para almaması- Müslüman ister Hıristiyan olsun, ister evde ister dük- nı emreder.” kânda, ister dairede, ister mağazada bulunsun; ister köyde ister şehirde bir ziyarete gittiğiniz zaman, ev 16. yüzyılda hayatımıza giren kahve, bugün hâlâ sahibi size mutlaka kahve ikram eder. Eğer ziyaret önemini korumakta. O her daim damağımızda dost- uzun sürerse bir müddet sonra bir kahve daha, hatta luğun ve muhabbetin hatırı 40 yıl eksilmeyen tadıdır. 128 DERİN TARİH / 2017 MART
Türk Tarihi ——————————————————————————————————————— “DÜSMANIMDIR” DEMEDI, OSMANLI’DAN ISLAHAT ITHAL ETTI B OLCAY CAN KAPLAN [email protected] abası Muhammed Hüdabende’nin göz- leri görmez olunca emirler arasındaki çekişme had safhaya ulaştı. Bunda ha- nımı Begüm’ün emirlere karşı gelen siyase- tinin etkisi inkâr edilemez. Hüdabende’nin ölümünün ardından çıkan siyasî kargaşadan Begüm’ün kellesini alarak galip çıkan emir- ler, küçük yaştaki Abbas’ı Safevî tahtına ge- çirdiler. Henüz 10 yaşındaki Abbas çocuk pa- dişahların kaderine ortak oldu böylece. Otoriteden yoksun topraklarda çocuk yaş- taki şahı kabul etmeyen emirlerle şah ilan edenler arasında rekabet patlak verdi. Azer- baycan bu karışıklıklar yüzünden Osmanlı hâkimiyetine girdi. İç çatışmalar o kadar şid- detlendi ki, Özbekler Herat’ı kuşattı. İç karı- şıklığı ortadan kaldıran Meşhed Valisi Mür- şid Kulu Han, Ekim 1587’de gücü ve iktidarı, 17 yaşında olan ve o güne kadar devlet işle- rinden uzak tutulan Şah Abbas’a iade etti. Bu onun tahta gerçek anlamda çıkış tarihidir. İlk günlerinde dış siyasetle ilgili ciddi meselelerle karşı karşıya kaldı. Kargaşanın olumsuzluklarını bertaraf edebilmek için Türkmen emirlerin hâkimiyetine son verdi. Orduda ıslahat yapmak istiyordu. Bunu niçin Osmanlı Kapıkulu Ocaklarını örnek aldı. Kı- 130 DERİN TARİH / 2017 MART
————————————————————————————————————————— Şah Abbas Türkçe konuşan, Türkçe yazan bir İran hükümdarı. Düşmanı gördüğü Osmanlı’dan ‘kapıkulu ocağını’ ithal edecek kadar da yeniliğe açık. İran’ı bayındır hâle getiren Şah Abbas’ın uzun saltanat yıllarının kısa hikâyesi… zılbaş Türkmen emirlerin asker ve » Hürmet yarışı silah gücüyle tahtı baskı altında tut- maları onu reformlar konusunda ce- Safevî devlet teşkilatını sağlamlaştıran ve bugünkü modern İran düzeninin de temellerini atan saretlendirmişti. Çerkez, Gürcü ve Şah Abbas, kızıl başlıklarıyla kendisine hürmet gösteren saray mensuplarıyla. Ermenilerden oluşturulan orduya ‘kul’, reislerine de ‘kullar ağası’ de- padişahı I. Ahmed’i öfkelendirecek- geniş yetkilerle donatıldı. Şah Ab- niliyordu. Dahası Türkmenleri teh- ti. Göçer Türkmen aşiretlerinin İran bas bundan tedirgin oldu; 200 yük dit unsuru sayan Şah, onları disipline ile Anadolu arasında mevsimsel gidip ipek vermeyi taahhüt ederek anlaş- edebilmek için ‘tüfenkçi birliklerini’ gelmeleri başlı başına bir sorunken, ma yapmayı kabul etti. Ve tarihin te- oluşturdu. Sadece Kızılbaş Türkmen- Bağdat’ın Şiî idaresine girmesi Ana- kerrür sayfalarından bir yaprak da- lerden değil, İran’ın yerel unsurların- dolu’ya gelecek Sünnî göçmen tehli- ha aralandı; ertesi yıl taahhüdünü dan da yararlanmayı kafasına koy- kesini beraberinde getirdiğinden acil yerine getiremeyen Şah, Osmanlı or- muştu. Gilan, Mazenderan, Sistan, tedbir alınması gerekliydi. dularıyla karşılaştı. Öküz Mehmed Lar ve Luristan’daki mahalli emirlik- Paşa’nın Revan seferi başarısızlıkla lere son vererek Safevi hâkimiyetini Takvimler 1610’u gösterdiğinde sonuçlansa da Osmanlı’nın Celalî Hind sınırına kadar genişletti. Kuyucu Murad Paşa bölgeye gitti ve Elde olanları koruma prensibine riayet eden Şah Abbas, Osmanlı Dev- leti ile yeni bir savaş yapmayı tercih etmedi. 1590’da Osmanlılarla imza- lanan barış anlaşmasıyla devletinin batı sınırını güvenceye aldı ve doğu vilayetlerinin hâkimiyeti için Özbek- lerin üzerine yürüdü. Horasan üze- rine yürüdüğü seferden Meşhed, Ni- şabur ve Herat şehirlerinin hâkimi olarak avdet etti. 1600’deki Horasan seferindeyse devlet sınırlarını Cey- hun nehrine kadar genişletecekti. Doğudaki sorunları hâlletmiş mu- zaffer bir komutan edasıyla ve belki de ecdadının öcünü almak düşünce- siyle 1603’de Osmanlılara savaş ilan etti. Batıda Avusturya harpleri, doğu- da ise Celalî isyanlarıyla zor günler geçiren Osmanlı payitahtının yorgun düşmesinden cesaretlenen Abbas Re- van, Azerbaycan, Şirvan, Karabağ ve Nihavend vilayetlerini geri aldı. Bağ- dat’ı zapt etme düşüncesi Osmanlı 2017 MART / DERİN TARİH 131
Türk Tarihi ——————————————————————————————————————— » Stratejik liman Şah Abbas’ın ticaret yollarına hakim olmak ve Hint deniz yolunun güvenliğini sağlamak için kendisine üs edindiği Abbas Limanı’ndan bir görüntü. isyanlarının yükünü üzerinden attı- ŞAH ABBAS’IN DA rin muhabbet besliyordu. Bu dönem ğını Şah sonunda anlayacaktı. 1617- BIR ŞEHRI VAR! İran’da Şiîliğin yayıldığı ve merkezî- 18’de yenilenen anlaşmalar da uzun leştiği devir olarak kayıtlara geçer. soluklu olamadı. Pers İmparatoru I. Darius Hatta Şah önemli bir karar almadan zamanına kadar geçmişini götü- evvel Şiîlerce mübarek kabul edilen 42 yılda yeniden imar rebildiğimiz şehrin adı İskender’in türbeleri ziyaret eder, bilhassa Erde- Pers İmparatorluğu’nu ele geçirdi- bil’deki atalar mezarlığına giderdi. Şah Abbas zengin kaynaklarıyla ğinde Hormirzad olarak biliniyordu. Meşhed’deki İmam Rıza türbesine bölge devletlerinin iştahını kabartan 1514’de Portekizlilerin işgaline uğ- hizmet etmekten geri durmayan bir Hindistan coğrafyasına dikmişti göz- rayan şehir o günden sonra Bamdel devlet reisi olduğunu belirtirsek Şiî- lerini. Siyasî münasebetlerini dostça Gombruc namıyla anıldı. Bu isim lerin kendisine gösterdikleri bağlılık yürütmek istediği için Babürlü hü- şehir sahillerini mesken edinen daha iyi anlaşılır. kümdarlarıyla dostane münasebetler ıstakozlardan geliyordu. Hindistan geliştirdi. Öyle ki, bu dostluk Kande- deniz yolunun kilit noktasında yer Önceki Safevî hükümdarlarının har ve Zemindaver’in Şah Abbas ta- alan şehir bir asıllık Portekiz ege- yaptığı gibi Şah Abbas da Sünni Müs- rafından zapt edilmesine rağmen bo- menliğinin ardından 1614’de Şah lümanlara Şiîliği zorla kabul ettir- zulmadı. 1623 yılında Bağdat’ın ele Abbas tarafından geri alındı. Şehrin mek istemişti. Şiîliğin kurumsallaş- geçirilmesiyle Şiîlerce mukaddes sa- ismi Bender Abbas (Abbas Limanı) masının bu dönemde tamamlandığı yılan Necef ve Kerbela Safevî hâki- olarak değiştirildi. Ticaret yollarına kaynaklarda zikredilir. Kurumsal- miyetine girdi. Şah Abbas sınırlarını hâkim olmak isteyen Şah Abbas laşma ile birlikte Şirvan başta olmak genişletmek, Anadolu şehirlerini ele Hint deniz yolunun güvenliği için üzere Sünni ağırlıklı bölgelerde ya- geçirmek niyetindeydi. Musul, Ker- bölgeyi kendine üs olarak seçmişti. şayan halkın büyük sıkıntılar çekti- kük ve Van’ı almak istediyse de başa- Islahatları ticarî ataklarla destekle- ği inkâr edilemez. Karamanlı boyu- ramadı. Bu genişleme siyaseti Orta- me düşüncesinin en önemli göster- na mensup Türkmenlerin baskılara doğu üzerinde etkili oldu. Basra’nın gesi buranın geri alınışı ve yeniden dayanamayarak Şiîliği kabul ettiğini ele geçirilmesi için Fars Beylerbeyi inşa edilmesidir. kaynaklardan öğreniyoruz. İmam Kulu Han’ı vazifelendirdi. Zorla Şiîleştirilen Sünnî halk Os- Şah Abbas, Hz. Ali başta olmak manlı ordularını İran kapılarında üzere Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan’a de- görür görmez Sünni esaslarını tat- 132 DERİN TARİH / 2017 MART
————————————————————————————————————————— XŞxaxhxAxxbxbxaxs OSMANLI’YA KARŞI BATI’YLA İŞBİRLİĞİ den sonra gelenlerin onu hayırla yâd etmesini sağladı. Şah Abbas 1598’de -Osmanlı Devleti’ne savaş açmadan önce- kendisine müt- tefik bulmak için Avusturya’ya elçilik heyeti göndermişti. Bayat Hüseyin Ali Bey Osmanlı aleyhtarı olduğu genel ile İngiliz Sir Anthony Sherley’nin başında bulunduğu heyet Hazar Denizi yoluyla kabul görse de, devletinin menfaatle- Avrupa’ya gitti. Hemen ardından Rumlu Deniz Bey’in başkanlığındaki bir heyet ri için her ülke ve liderle ittifak ku- daha yola çıkarıldı. Şah Abbas ittifak düşüncesiyle Rusya’yla da temasa geçmek rabileceğini göstermişti. Bir siyaset istemiş, Şirvan ve Gürcistan’a birlikte saldırma teklifinde bulunmuştu. dehası, faal ve zeki bir hükümdar olarak devrin cihanşümul imparator- bike devam etmiştir. Bundan dolayı ma imkânı tanıyan Şah Abbas onları luğu Osmanlı Devleti’nin ıslahat ça- İran’da Kaçar, Alpaut, Sa’adlu, Pazuki, Zâyende Nehri’nin güneyinde iskân balarını taklit etti. Düşmanı olarak Kazak, Karamanlu, Şemseddinli, Ha- etmişti. Gayrimüslim tebaaya göste- gördüğü bir devletin kurumlarının cılar gibi Türkmen toplulukları için rilen müspet davranışların arkasında mükemmelliğini kabul edip bünye- “dönük” tabiri kullanılmıştır. Osmanlı Devleti’ne karşı Batılı dev- sine katması basiretli olduğuna işa- letlerin desteğini almak düşüncesi rettir. Osmanlı Devleti’nden ilham Sünnî halk bu sıkıntıları çekerken yatar. alarak gerçekleştirdiği ıslahat Safevî gayrimüslimler İran topraklarında Devleti’ni canlandırmıştı. rahatça inançlarını yaşayabiliyorlar- Sağlığı günden güne bozulan Şah, dı. Şah Abbas devrinde İran’da 8-10 iyileşemeyeceğini anladı ve yerine to- İran’ın yeniden inşası da bu dö- bin kadar Yahudi ailenin yaşadığını runu Sam Mirza’nın geçirilmesini va- nemde gerçekleşti. Devlet merkezi- Batılı seyyahların eserlerinden öğ- siyet etti ve 16 Ocak 1629’da 60 yaş- ni Kazvin’den İsfahan’a naklederek reniyoruz. Yahudilerin yanı sıra Zer- larında vefat etti. Tam 42 yıl kaldığı geniş çapta imar faaliyetlerine gi- düştlere de kadim inançlarını yaşa- Safevî tahtındaki icraatlar kendisin- rişti. İsfahan’da büyük bir saray, ca- mi, mescid, medrese ve hastaneyle hamamlar, çarşılar ve kervansaray- lar inşa ettirdi. Mazenderan’da, kı- yıya yakın bir yerde Perahabad adlı bir şehir kurarak buraya ülkenin her yanından insanın gelip yerleşmesini sağladı. Ticarî faaliyetlere önem veren Şah Abbas, Osmanlı Devleti toprakları ile Hindistan’daki ticaret yollarına hâ- kim olmayı çok istemişti. Özellikle ipek ticaretinin önüne geçmek iste- diyse de muvaffak olamadı. Ataları gibi Azerî şivesiyle Türkçe konuşan Şah Abbas’ın, maiyetindeki- lere sarayda da Türkçe konuşulması- nı telkin ettiğini sözlerimize ekleye- lim. 42 yıllık saltanatı bittiğinde arka- sında imar edilmiş ve bölge siyasetin- de yeniden etkin güç haline gelmiş bir devlet bırakmıştı. Kaynaklar: Eravcı, H. Mustafa, “Safevi Hanedanı”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, 6, 2002, s. 882-892. Karamanlı, H. M.,“XVI.-XVIII. Yüzyıllar Osmanlı-Safevi Savaşları”, Osmanlı, I, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 502-508. Naîmâ Mustafa Efendi, Târih-i Na’îmâ, Haz. Mehmet İpşirli, TTK, 2007. Nesibli, Nesib, “Osmanlı-Safevi Savaşları, Mezhep Meselesi ve Azerbaycan”, Türkler, 6, Yeni Türkiye Yayın- ları, 2002, s.893-898 Savory, R. M., “The Safavîd State and Polity”, Studies on The History of Safawid Iran, Variorum Reprints, London, 1987, s.179-212. Sümer, Faruk, “Safevi Tarihi İle İlgili İncelemeler: I. ve II. Abbas Devirleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 69, 1990, s. 9-32. 2017 MART / DERİN TARİH 133
Derin Kitap ——————————————————————————————————————— Bâkî Muhabbet adlı kitapta Ömer M. Koç’un koleksiyonunda bulunan 99 mek- tup yer alıyor. Son derece okunaklı ve kaliteli bir şekilde basılan kitapta mektup- ların Latin harfli halleri de yer alıyor. BÂKÎ MUHABBET, Vehbi Koç Yayınları, 327 sayfa, 2016 İşte O Mektup! HALIL SOLAK [email protected] yazar? Bir sürü dert tasa… Şimdi en fotoğraflar, mektuplar ve belgeler bu fazla aradığımız kişi telefonu açmazsa koleksiyonun zengin parçalarını oluş- G eçenlerde bir edebiyat der- söyleniyoruz: “Madem açmayacaksın turuyor. Sıklıkla bu koleksiyondan is- gisinde gördüm. Yazar, twit- niye taşıyorsun o telefonu?” tifadeyle çeşitli kitaplar yayınlanıyor, ter’daki mention’laşmalarını sergiler düzenleniyor. Bu da Koç’un yayınlamış. Şaşırdım önce. Sonra bazı Kim uğraşır mektup yazmakla, ce- elindeki “malzemeyi” -başka bazı ko- e-postaların da kitap olarak yayınlan- vap beklemekle… Elbette, devir sürat leksiyonerlerin aksine- paylaşmakta dığını hatırladım. Eskilerin mektubât devri. Her şeyi en kolay, en hızlı, en kı- ne kadar cömert olduğunun bir göster- ya da münşeat dediği türden eserle- sa sürede yapacağız! gesi. Bu kitapta da öyle olmuş. 99 mek- rin yerini yakında “Mail-nâme” ya da tubun Osmanlıca asılları gayet oku- “Mention-nâme”ler alacak gibi. Artık Hayatın yavaş aktığı, insanların za- naklı ve kaliteli bir şekilde basılmış bunlara alışmalıyım, alışmalıyız. Çün- manının bereketli, sabrının çok oldu- Latin harfleriyle birlikte. kü görünen o ki, çok sık karşılaşacağız ğu zamanlardan mektuplar geldi ma- böyle şeylerle. sama: Osmanlı İmparatorluğu’nun son Kitap, Ömer Koç’un ithafıyla açılı- dönemine şahitlik eden ve Cumhuri- yor: Artık kimse eline kalemi kâğıdı yet devrinde de önemli roller oynayan alıp ailesine, akrabalarına, hocasına asker, siyaset adamı, şair, yazar, res- “Eski harfleri öğrenmeme vesile ya da sevgilisine mektup yazmıyor. Şa- sam, tiyatrocuya ait 99 mektup Bâkî olan sevgili halam Sevgi Gönül’ün aziz yet yazan varsa bana da gönderirse se- Muhabbet adlı bir kitapta toplanmış. hatırasına.” vinirim, birinden mektup almanın ne demek olduğunu bilmeyen bir kuşağa Mektuplar, Koç Holding Yönetim 1890-1960 yılları arasında yazı- mensubum zira. Kurulu Başkanı Ömer M. Koç’a ait. Ço- lan mektuplar rik‘a ile kaleme alın- cukluğundan beri kitaplara düşkün mış. Midhat Paşa’dan Namık Kemal’e, “Telefon, e-posta, Skype gibi hızlı, olan Koç, ciddi olarak kitap toplamaya Halife Abdülmecid Efendi’den Ab- kolay, pratik iletişim araçları durur- 20’li yaşlarında başlamış. Salacak’ta- dullah Cevdet’e, Hüseyin Hilmi Pa- ken neden mektup yazalım ki?” dedi- ki yalısında muhafaza ettiği çok geniş şa’dan Prens Sabahattin’e, Abdülhak ğinizi duyar gibiyim. Gönderdim gitti ve zengin bir koleksiyona sahip. Os- Hamid’den Ahmed Haşim’e, Mustafa mi? Eline ne zaman ulaşır? Acaba pos- manlı ile ilgili nâdir seyahatnameler, Kemal’den Cemal Paşa’ya, Refik Ha- tada kayboldu mu? Ne zaman cevap MÜTEFERRIKA 50. SAYISINA GELMIŞ. ÖMRÜNE BEREKET! Türkiye’de bir derginin 50 sayı çıkması ne demek bilir misiniz? Batı dünyasında bu alelade bir rakam olsa da bizim yayın tarihimiz için gerçekten ciddi bir eşiktir (Derin Tarih’in 60. sayısını elinizde tuttuğunuzu hatırlatırım). Kitap kültürüyle ilgili değerli makalelerin yayınlandığı Müteferrika dergisi de şükür ki, 50. sayıyı gördü. Dergi, Kadıköy’deki Sahaf Müteferrika’nın sahibi Lütfü Seymen’in -nam-ı diğer Sakallı Lütfü- himayesinde çıkıyor. Yayın kurulu Sabri Koz, Nuri Akbayar, Erol Üyepazarcı, Raşit Çavaş ve Nedret İşli gibi kitabiyat âlimlerinden oluşuyor. Son sayısında Ali Birinci, Mustafa Duman, Ahmet Kavas, Önder Kaya, Cüneyd Okay gibi araştırmacıların yazıları var. Fakat benim dikkatimi Tülay Artan’ın Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın kütüphanesine dair kaleme aldığı uzun yazı çekti. Keşke her Osmanlı’nın kütüphanesini böyle ayrıntılarıyla bilebilseydik… 134 DERİN TARİH / 2017 MART
————————————————————————————————————————— Derin Kitap lid’den Orhan Veli’ye, Muhsin Ertuğ- Koçu, ömrü boyunca İstanbul için KÂĞIDI ACI KITAP! rul’dan Cemal Tollu’ya, Midhat Ce- nefes alıp veren bu değerli kültür ta- mal’den Reşad Ekrem Koçu’ya kadar rihçisi cami, tekke, türbe, kilise, saray, Prof. Dr. Hüsrev Hatemi’yi şiirle- yakın tarihimizi icraatları, kararları yalı, konak, hamam, meyhane gibi ya- rinden ve yazılarından tanıyoruz. O, ve eserleriyle dolduran önemli şahsi- pılardan; devlet adamı, şair, hekim, aynı zamanda tıp alanında meşhur yetlere ait mektuplar bunlar. muallim, derviş, papaz, keşiş, meczup, ve muteber bir doktor. Hocanın hânende, sâzende, ayyaş, derbeder, Anılar: Ömür Süvarisi (Dergâh, İlk dikkatimi çeken mektup, uzun pehlivan, tulumbacı, kabadayı, serse- 2010) adlı kitabını okurken kâğıtla- zamandır kitaplarıyla haşır neşir oldu- ri, dilenci gibi ünlülerden; şehrin so- rın tadıyla ilgili enteresan bir pasaja ğum Reşad Ekrem Koçu tarafından İs- kak ve mahallelerinden; geçirdiği do- denk geldim. Şimdiki kâğıtların tadı tanbul valisi ve belediye reisi Fahret- ğal afetlerle aşk maceralarından; âdet, nasıl bilmiyorum, hiç denemedim tin Kerim Gökay’a yazılmış. Belediye, giyim ve kuşam, argosundan bahsetti- ama 1950’li yıllarda kâğıtların tadını Koçu’nun “İstanbul’un bir kütüğü” ola- ği ansiklopedisini maddi imkânsızlık- merak edenler varsa diye paylaşı- rak tarif ettiği İstanbul Ansiklopedisi’ne lar sebebiyle 173. fasikülün “Gökçınar” yorum: bir senelik abone olmuş: “Ve bin bir maddesinde bitirmek zorunda kalmış- dert içinde, kendi yağım ile kavrula- tır. Zaten bu tarihten 2 yıl sonra da, “Türkiye kitap ve dergileri, rak tarihî vazifemi ifa yolunda yürü- 1975’te vefat edecektir. saman kâğıdına benzer bir kâğıda düm... Bir ara da belediyeden bir sene- basılırdı. Bu kâğıdın yanından biraz lik abone bedelini peşinen istedim… O Yukarıdaki mektupta o güne kadar koparıp çiğneyince, ağızda hafif kadar…” İstanbul için yapılmış en güzel pro- tatlılık duyulurdu. Kuşe kâğıdı ise, jelerden biri olan bu ansiklopedinin acıydı. İlkokul bitinceye kadar, bira- Ancak anlaşılan zamanında ödeme ne kadar zor şartlar altında çıktığına der ve ben “Hazret-i Ali Kan Kalesi yapılmamış, Koçu da, daha evvel pek bir kez daha şahit oluyoruz. Zaman Cengi” veya “Köroğlu” gibi kitaplara çok mektup yazmış olmalı ki, bunun zaman bu ansiklopedinin Koçu’nun “Kâğıdı tatlı kitaplar”, daha çok batı son mektubu olduğu söyleyip şöyle di- evrak-ı metrukesinden hareketle ta- kültürüne yönelik kitaplara “Kâğıdı yor: “Müzmin yaraları, kangrenleri, mamlanacağına dair haberler çıksa da acı kitap” derdik. Bu sınıflamamıza ameliyat ile kesip atarlar. Bu talebimi, şimdilik bu konuda bir gelişme yok. rahmetli ağabeyimiz Nadir Hatemi belediye hemen yerine getirecek ve sinirlenirdi.” bu saf adama, hüsn-i niyet ile meşbu * (dolu) adama derhal çelebiliğini, İstan- 99 mektubun sadece birinden bah- bulluluğunu gösteremeyecek durum- settim. Geriye kalan 98 mektup okur- da ise.. lütfen, bana kesin bir cevap lar tarafından keşfedilmeyi bekliyor. verdirtiniz.. Beklemeye tahammülüm Mutlaka sizin de ilk bakışta dikkatini- yoktur. Ben, belediye kapısına gelmiş zi çekecek, “sanki bana yazılmış” diye- dilenci değilim..” Mektup, Reşad Ek- ceğiniz bir mektup bulacaksınız, emi- rem Bey’in “33 muazzam fasikülü” be- nim. lediyenin desteği olmadan çıkardığı- Bu arada şimdi siz diyorsunuz ki, ya- nı, abone bedelinin hemen ödenmezse zı bitti, hani “o mektup?” İçinde “mek- şeref ve haysiyet meselesi yaparak as- tup” geçen başlıklar hep ilgi çeker. Ben la kabul etmeyeceği, daha da ötesi “İs- de Reşad Ekrem’in valiye duyurama- tanbul belediyesi diye bir müessesenin dığı sesini, yıllar sonra siz duyun iste- mevcudiyetini unutacağını” belirten dim. Böyle küçük bir oyun yaptım. Kız- satırlarla sona eriyor. madınız değil mi? 2017 MART / DERİN TARİH 135
VİTRİNDEKİLER AYIN KİTABI İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Bir Şeyh Portresi Hayatı ve Hâtıralarıyla Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Ekrem Buğra Ekinci, Arı Sanat Yayınları, 2017, 711 sayfa Tekke ve zaviyelerin kapatıl- Arvâsî Hazretleri Van vilaye- Kapsamlı bir biyografi çalış- tokat mesabesinde. masıyla alakalı söylenegelen tinin Hakkâri sancağına bağlı ması olan kitap, Abdülhakîm Said Nursî ve Risale-i Nur hak- en mühim iddia, bu müessese- Başkale kazasında doğar. İlk Efendi hakkında bütün merak kındaki ifade ve şerhleri ise lerin aslî hüviyetlerini kaybet- ve orta mektep tahsilini bura- edilenlere cevap veriyor. Aynı yeni bir tartışmayı aralayacak tikleri, binaenaleyh bozulduk- da yaptıktan sonra 1879’da Ar- zamanda devrin atmosferinin cinsten. Devrin mayınlı arazisi larına dairdi. Lâkin bu bozuk vas’da Nakşibendî şeyhi Seyyid anlaşılmasına da katkıda bulu- diyebileceğimiz siyasî şahsiyet- tekkeler ve şeyhler kimlerdi Fehim Arvâsî’nin dervişi olur. nuyor. Birinci el şahitlerin an- lerinden bahsedilse de, Musta- diye sorduğunuzda her daim 1882’deki hilâfetinden sonra latımlarıyla oldukça müdellel fa Kemal’in adı dahi geçmi- bir sükût selamlardı bizi. Bu 1887’de çeşitli tarikatlardan hâle getirilmiş ve okuyucuyu yor. Müellifin arzusundan mı, tezin çürütülmesinde başlıca icazet alarak memleketine dö- iknâ eder vesikalarla zengin- konunun gereğinden mi böyle rolü oynayan meşayihten bir ner. Anadolu ve İran sınırında leştirilmiş. Gerek yeğeni Sey- bir tasarrufta bulunulmuş, ka- isim de Abdülhakîm Arvâsî çok beldeyi ziyaret edip irşad yide Fârıka Hanım, gerekse rarı okur versin diyoruz. Hazretleri idi. vazifesinde bulunmasından Hüseyin Hilmi Bey’in yaşadık- Görsellerle zenginleştirilmiş, En güzide iki talebesi olan Ne- dolayı Sultan II. Abdülhamid ları mazinin gamlı ağacından aile evraklarına nüfuz edilmiş cip Fâzıl Kısakürek ve Hüseyin Han tarafından taltif edilir. bugüne uçuşan altın yapraklar ve bilhassa arşivden istifade Hilmi Işık’tan başka hakkında İşgal yıllarında birçok şehir- mesabesinde. ile kaleme alınmış kitapta bir tevatür dışında pek bir bilgi ol- de bulunup dinî hizmetler Hakkında anlatılan menkıbe- kaynakça olmayışı bizi üzdü mayan Arvâsî Hazretleri, Ekin- yapmış ve 1919’da İstanbul’a ler ise oldukça ilgi çekici. Bir doğrusu. Böylesine titizlikle ci’nin hacimli eseriyle gün gelmiş. Sultan Vahideddin ta- çay içimlik müddette soluksuz hazırlanan bir çalışma, derli yüzüne çıktı. Ekrem hoca her rafından Sultan Selim Camii okuyacağınız bu bölüm, yine toplu bir kaynakçayı hak edi- zamanki gibi uyduruk Türkçe- yanındaki Süleymaniye Med- Hazret’in yakınında bulunan yor. Hacimli ve dolu dolu bir ye taviz vermeyen kalemiyle, resesi’ne tasavvuf müderrisi talebeleri tarafından dillendi- eser hazırladığı için hocamıza Sürgündeki Hanedan kitabı gibi olarak tayin edilmiş. 1925’te rilmiş. Kimi şifahî, kimi de ki- teşekkürü borç biliyoruz. kalıcı bir eser daha bırakmış tekkelerin kapatılmasından tabî olan bu bilgiler, “bu devir- oldu literatürümüze. sonra Kaşgârî Dergâhı’nda de nerede öyle arif” diyenlere Samet Tınas Abdülhakîm Arvâsî Hazretle- oturmasına müsaade edilmiş, ri’nin şeyhi olan Seyyid Fehim tekkenin camiye çevrilme- Efendi’nin torunu Mehmed Sa- siyle imam-hatiplik yapmaya id Arvas’ın takriziyle başlıyo- devam etmiş. 1924’te İstanbul ruz kitaba. Dört bölüm hâlin- vaizliği yapan Arvâsî hukukî de tasarlanmış olan eserin ilk hiçbir mesnedi bulunmadığı bölümü Arvâsî Hazretleri’nin hâlde Menemen’e götürülüp biyografisine tahsis edilmiş. divan-ı harbe çıkarılmış. Soya- İkinci kısımda şahsî hâl ve hu- dı kanunundan sonra Üçışık susiyetleri, üçüncüde hatıra ve soy ismini almış ve birçok der- menkıbeler, dördüncü kısım- viş yetiştirmiş. Arapça, Farsça da ise aile ve talebeleri anlatıl- ve Kürtçe bilen Arvâsî 1943’te mış. Sonunda aile şeceresi de vefat edip Bağlum Kabrista- unutulmamış. nı’na defnolunmuş. dumanı Bizans Saray Balkan Savaşı’nda üstünde Kültürü 829-1204 Trakya Muharebe- Henry Maguire, Çev. leri 1912-1913 Müfit Günay, Şenol Alparslan, Cumhuriyetin Selçuklu’nun Şifreleri YKY, 2017, İlgi Kültür Yay., 2017, Kamburları Talha Uğurluel 428 sayfa, 32 ¨ 211 sayfa, 20 ¨ Mehmet Çelik, Cansu Canan, Motto Yay., 2017, Kronik Kitap, 2017, 592 sayfa, 20 ¨ 248 sayfa, 25 ¨ 136 DERİN TARİH / 2017 ŞUBAT
Necdet Sakaoglu tarih Üç kıtada, kültürleri farklı toplumları teba edinen Osmanlı İmparatorluğu bir uygarlığı da temsil etmişti. N. Sakaoğlu bu zenginliğin binlerce kavramını açıklamalarıyla bu kaynak sözlükte topladı. Suraiya Faroqhi “OSMANLI TARİHİNİN DÜNYA ÇAPINDAKİ UZMANINDAN AYDINLATICI ARAŞTIRMALAR.”
VİTRİNDEKİLER Psiko-Sosyal Açıdan Medeniyetler ve Mesajları Balkanlardan Ali Murat Daryal, Diyarbakır’a Zorlu Yolculuk MÜ İlahiyat Vakfı Yay.,, 2015, 246 sayfa, 21 ¨ Diyarbakır Sürgünleri Medeniyetlerin tipolojisi- Hüseyin Mevsim ni, mesajlarının sınırları ve muhtevası ile zaman KitapYAYINEVİ., 2016, 244 sayfa, 27 ¨ ve mekânda şekilleni- şini psiko-sosyal açıdan Balkan yarımadasının güneydoğusunda Diyarbakır’ın coğrafi konumu, tari- değerlendiren ve ilk bas- meskûn Bulgarların binlerce kilometre hi, iklimi, sosyal ve dinî yapısı, geçim kısı 1988’de yapılan dok- uzaktaki Diyarbakır’la ne gibi bir bağ- kaynakları, etnik unsurları ve yerli tora tezi, Daryal’ın Arap- ları olabilir ki? Hemen söyleyelim: Ha- halkla sürgün Bulgarlar arasındaki mü- Fars filolojisi ve psikoloji yatının 3-5 ya da 15 yılını sürgün olarak nasebetler şaşırtıcı enstantaneler halin- formasyonunun imkânlarıyla bütünle- Diyarbakır’da, Dicle kıyısında geçirmek de beliriyor sayfalarda. Mesela Bulgar- şen bir perspektif geliştiriyor. Medeni- zorunda kalan Bulgar mahkûmlara ait ların dikkatini şehirdeki Müslüman yetleri farklı zaviyelerden sınıflandı- mektup, günlük ve hatıratlardan alıntı- tarikatlar ve ibadethaneler çekmiş en ran Daryal’a göre medeniyetler için ilk lar oluşturmuş kitabı. Seyahat notları, çok. Bakın Minço Kınçev ne yazmış: ve en önemli ayraç insan anlayışları ve gazete yazıları ve mülakatlar da buna “Diyarbakır’da çok derviş var; bazıları buna bağlı olarak insanlara davranışla- dâhil. Bu arada yazar peşinen uyarıyor kapı kapı dolaşarak zikrediyor ve hiç- rıdır. Bu açıdan İslam medeniyetini di- okuru: Kitabın mukayeseli metodolojiy- bir hediye almıyorlar; zikre başlayınca ğer medeniyetlerden ayıran, onun ha- le kuşanmış profesyonel bir tarihçinin günde 100 adım yürüyebiliyorlar; bo- yat anlayışı, insanlara, diğer canlılara mürekkebinden değil, Balkan halkları- yunlarında çok tespih var. Gündüzleri ve tabiata karşı tavrıdır. İlmî itirazlar nın birbirini tanıdıkça birçok önyargı- şehir içinde, gece de Urum kapısındaki geliştirmenize hizmet eden bir kaynak. nın kalkacağına inanan bir filolog eliy- medresede sabaha kadar zikrediyorlar.” le kaleme alındığını unutmayın! Bir örnek daha! Diyarbakır’daki koza Krallar Vadisi’ndeki Yabancı Bulgar uyanış çağında, bilhassa işini Mihail Minçev’in 31 Mayıs 1817 ta- Ahmed Osman, Çev. Merve Arkan 1860’tan sonra cereyan eden komitacı- rihli mektubundan öğreniyoruz: lık ve çetecilik faaliyetlerinden suçlu “Hristo, burada ipek böceği iyi gidiyor; OMEGA YAY., 2017, 239 sayfa, 17.50 ¨ bulunan 130 civarında Bulgar kalebent o yüzden Parutsa’ya yaz, koza toplaya- ya da prangabent olarak mahkûm edi- lım, bu işten memnun kalacağını tah- Yusuf (as) kıssası anla- lip kafileler halinde Dicle kıyılarına min ediyorum, çünkü kozalar Bursa’da- tılırken Kur’an-ı Kerim sürgün edilirler. Ve Balkanlar’dan Di- kilerden daha iyi, okkası da 18-20-22 tarih vermez. Yazar ola- yarbakır’a uzanan hikâye başlar. Papaz- kuruş.” yın tarihlendirilmesin- dan muallim ve esnafa, tüccardan res- Bulgarların Diyarbakır’la münasebe- de yanlışlık yapıldığı- sam ve hancıya kimler yoktur ki Bulgar ti 19. yüzyıla ait Osmanlı arşiv vesika- nı ileri sürüyor. Olayın sürgünler arasında! Bunların bir kısmı larının da incelenmesiyle daha sağlam II. Ramses’in saltanatı 1862-78 yılları arasında Diyarbakır’da bir temele oturacaktır. Şimdilik konuya devrinde MÖ 1200’lere geçirdiği günleri kâh üstünkörü notlar ilgi duyanların başvurabileceği ilk kay- tarihleyenlere delille- ve mektuplar, kâh hatırat kabilinden nak olduğunu söyleyebiliriz. Bulgarla- riyle karşı çıkıyor ve IV. Thutmose’ın kayda geçirir. Günümüze ulaşanlar da rın kaleminden “bir zamanlar Diyarba- devrinde Hz. Yusuf’un vezirliğe geti- bu kitapta buluşur. kır”ı seyretmek isteyenler için… rildiğini belirtiyor. Mısır’dan çıkış ise bahsedilenin aksine I. Ramses’in 1307- Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı 8 arasındaki iktidarında gerçekleşmiş. Haz.: O. Çetinoğlu - M. Ş. Polat, Eski Ahit’in yeniden yorumlanmasıyla kaleme alınan, 20 yıllık araştırmanın Yakın Plan Yay., İstanbul, 2016, 680 sayfa. mahsulü kitap yeni tartışmalara gebe. Yavuz Bülent Bâkiler’in cuda getirilen kitap ciddi İstanbul’un 100 Tekkesi şiirleri, nesirleri, konuşma- bir hizmete imza atıyor. Mehmed Akif Köseoğlu ları, röportajları ve şah- Hayat hikâyesi ve eserleri siyeti hakkında yazılan- yanında dostlarının ken- İBB Kültür A.Ş. Yay., 2016, 287 sayfa, 24,23 ¨ lardan oluşan hacimli bir disine, kendisinin onlara kaynak. Bâkiler’in Türk di- yazdığı yazılar, hakkında İstanbul’un ruh iklimi- line hizmetlerinin karşılığı kaleme alınan kitaplar ve ni teşkil eden, sosyal verilmez şüphesiz. Yine de yaptığı röportajlardan hayatın merkezi konu- eserlerinin bir başka kay- da seçmeler ihtiva eden mundaki tekkelerin nak ve kanaldan devamını kitap şahsına anlamlı bir 100’ünün kapısını aralı- sağlamak amacıyla vü- armağan niteliğinde. yor kitap. 300’ü aşkın İs- tanbul’daki tekkeleriyle aramıza kanunî ve kalbî mesafeler girdi. Kitap bu irfan yuva- larıyla ünsiyet kurmak adına iyi bir başlangıç. Kimisi yıktırılan, kimisi bir ticarethaneye dönüştürülen ya da res- tore edilen tekkelerden bugün ziyaret edilebilecek olanları tespit için de kul- lanışlı bir rehber… 138 DERİN TARİH / 2017 ŞUBAT
VİTRİNDEKİLER Damlada Saklı Tarih Devlet ve Tarikat Zekeriya Işık Susuzluk: Antik Dünyada Su ve İktidar Steven Mithen, Çizgi Kitapevi, 2016, 232 sayfa, 18 ¨ Özellikle II. Mahmud devrinde Yeniçeri Küy, 2017, 344 sayfa, 30 ¨ ocağı kaldırılırken Bektaşî tekkeleri- nin kapatılmasıyla baş gösteren şiddet- 2050 yılında dünya nüfusunun %75’inin susuzluk- li tartışmalar nedeniyle devlet-tarikat tan mustarip olacağını düşünürsek, suyun geleceği- ilişkileri bir alev çemberiyle çevrili ola- ni anlayabilmek için geçmişine bakmak gerektiği rak algılanır. İşte elini bu çemberden ortada. Sulu tarımı geliştiren Sümerlerden sifonlu içeri sokabilen yazar, imparatorluktan tuvaleti geliştiren Minoslulara, Roma hamamların- Cumhuriyet’e, tarikattan cemaate doğ- dan Çin’in su kanallarına medeniyetlerin suyla kâh ru yaşanan tarihî ve sosyolojik dönüşü- muhabbeti, kâh mücadelesi damlıyor sayfalardan. mün ana hatlarında dikkatle geziniyor. Suya sahip olmanın Neolitik devrimden bu yana “Devlet mekanizması tarikatlarla arası- kudretin en önemli sembolü olduğunun altını çi- na nasıl bir mesafe koymalı?” sorusu- zen Mithen’e göre insanlık tarihi aslında bir nevi nun tarihî kökenlerini irdelerken tari- ‘suyu elde etme’ mücadelesi. Bugün de savaş coğrafyalarını düşününce ona hak ver- kat müessesesinin batıni açıklamasını memek elde değil. İnsanlık tarihinin su ile imtihanına safha safha şahit olurken ta- bir fener gibi elinize tutuşturuyor. Bil- rım devriminden sonra suyun kullanım şeklindeki değişikliklerin ve bilimsel ham- hassa ‘kutub’luk meselesi üzerine İslam lelerin de kapısını çalıyoruz. Su devrimi kapsamında El-Cefr çöküntüsündeki ilk fikir tarihinde oldukça değişik yorum- baraja, Phaistos’ta yağmur sularının toplanmasına, Antik Roma’nın su kemerlerine, lar yapıldığını, devleti idare edenlerin hidrolik şiire, Tipon’daki İnka su bahçesine ve dijitalleşen Huang Irmağı’na, anlaya- bir anlamda yetkiyi bu ‘kutub’lardan cağınız antik dünyada suyun sızdığı her mecraya bizi de götürüyor kitap. Su krizi- manevi işaretle aldıklarına dair inanç- ni geçmişin ve arkeolojinin aynasında gösterirken yazar –bir arkeoloji profesörün- ların devlet-tarikat ilişkilerini etkile- den beklenmeyecek- yalın ve renkli diliyle de övgüyü hak ediyor. Suyun hikâyesini diğini öğrendiğimiz kitap öncelikle dinlerken gürül gürül akan ya da usul usul uyuyan suların fotoğraflarıyla daha çok tartışmaya ideolojik zeminde tanımla- karşılaşmak isterdik tabii. Yine de kıyısında oturup okuyacağınız bir dere yoksa ya- yarak başlıyor işe. Akabinde bu başlı- kınlarda, sayfaları çevirirken bir bardak suyu yanınızdan eksik etmeyin diyoruz. ğı vahdet-i vücut, velayet gibi konular üzerinden derinleştiriyor. Kitabı emsal- Türkler Burada lerinden ayıran özelliklerden biri, ta- ‘Türk’ Kelimesi rikatların dünya idaresi üzerine telak- Nerede? kilerine geniş çaplı olarak yer vermesi. Yine tasavvufun içinden doğmuş fakat 1200 Yıllık Sürgün zaman zaman ‘yoldan’ çıkarak muha- D. Ahsen Batur, liflerin devlete başkaldırmasının bir yöntemi haline gelen mehdilik mesele- Selenge Yay., 2013, 383 sayfa, 25 ¨ si de ayrıntılarıyla ele alınıyor. Osmanlı Devleti’nin ideolojik bir değerlendirme- Timur’un neslinden Uluğ Bey’in kaleme aldığı Tört sinin yapıldığı bölümde ise aşiretten Ulus Tarihi kitabına atıfla Nuh Aleyhisselam’ın oğul- cihan imparatorluğuna giden sürecin larından Yafes’e “Türklerin babası” dendiğini duy- kilometre taşları tarikatlar bağlamın- muş muydunuz? Peki Göktürklerden sonra “Ben da değerlendiriyor. Devlet ve tarikatı Türk’üm” diyen hükümdar sayısının sadece yedi iki ayrı damar kabul edersek, bunlar olduğunu? 1912’e Sebilürreşad dergisinde çıkan bir arasında uzanan yüzlerce kılcal damarı yazıda “Türk” ifadesinin kullanılmasının dinsizlik ve kâfirlik anlamına geldiğine bir hekim titizliğiyle tetkike değer. dair satırlara ne diyeceksiniz? Türk kelimesinin ilk kez 6. yüzyılda Göktürklerle ta- rih sahnesine çıktığını biliyoruz. Kitaba eksen teşkil eden problematik de burada ortaya çıkıyor. Göktürklerin yıkılışından Jön Türklerin kuruluşuna kadar 1200 yıl boyunca Türk ismine kaynaklarda rastlayamadığını iddia ediyor Batur. Bu yüzden de bu 12 asırlık sürece ‘sürgün yılları’ adını vermiş. Tarihe ismini zaferle yazdıran Türk devletlerini (Uygur, Karahanlı, Gazneli, Selçuk, Harezmşah, Anadolu Selçuklu, Anadolu beylikleri, Osmanoğulları) ayrı başlıklar halinde Türklük parantezine ala- rak incelerken kitabın yarıdan fazlası Osmanlı’ya hasredilmiş. Kaylarla Kayıların ay- nı kabile olup olmadıkları, Osmanlıların etnik adı değil hanedan adını ön plana çı- karmalarının sebebi Rum, Arap, Acem, Arnavut etnik kimliklerini söyleyebilirken Türkün Türk olduğunu söylemekten niçin men edildiği gibi hususlar cevap buluyor. Sürgün edilen “Türk” kelimesinin peşine düşerken Türklerin süratle kabuk değişti- ren hüviyetiyle de buluşmak güzel olacak. 140 DERİN TARİH / 2017 ŞUBAT
Hediyeli Bulmaca [email protected] SOLDAN SAĞA: içi - Orduda görev yapan erden ge- ma) - Birleşik Arap Emirlikleri in- Uzaklık anlatır - Tarih öncesi tan- 1- İnşa edildiği 1886’dan bu yana nerale kadar herkes. 7- Namibya ternet kodu - Tasvip etme - Ateş. rıların hayatlarını anlatan efsane. ABD’nin simgesi olan resimdeki internet kodu- ‘... Gazzali’ (1058 12- New York’ta 1883’te hizmete 15- Osmanlı’da askerî tıbbiye öğ- anıtsal heykel - Mezopotamya’da - 1111’de yaşamış Büyük Selçuk- açıldığında 19. yüzyıl mühendisli- rencileri için açılan hazırlık sınıf- MÖ 1894’te kurulmuş impara- lu devri İslam âlimi ve filozofu) ğinin doruk noktası ve dünyanın ları - Yemek listesi. 16- İsyankar torluk. 2- Osmanlıcada ‘Fesat ve - Uluslararası Enerji Ajansı (İngi- 8. harikası kabul edilmiş gotik - Bir binek hayvanı. 17- Şekerli fitneye çalışan’ - Vilayet - Bir bas- lizce kısaltma) - Kiloamper (kısalt- tarzdaki köprü - Bırakma. maddelerde yüzde şeker miktarı- kı yöntemi - Vuruş - Aktinyumun ma). 8- Bahamalar internet kodu nı ifade eden birim değeri - Filizli simgesi. 3- Yapım yılı 1932’den - Tok karşıtı - Gerçek. 9- Bir tahıl YUKARIDAN AŞAĞIYA: çözüntülerden gelen sıvıların, çö- 1972’ye kadar dünyanın en yük- ölçeği - Ortaçağ’da okçular için bir 1- Ehemmiyet - Valide - Tanrı. keldikleri çatlakların çevresinde- sek binası olan New York’un eğitim oyunu olarak kullanılmış, 2- Giderek - Her şeyin evveli ve ki boşluklarda yeni kristalleşme- sembol gökdelenlerinden biri - günümüz oklama sporu - Ayrı- başlangıcının en iyisi. 3- Güney- ler yapmaları. 18- Su - Tarımsal Şaşkınlık belirtir. 4- Fas internet calık. 10- Razı olan - 1937’den doğu Anadolu Projesi (kısaltma) - Ekonomi Araştırma Enstitüsü (kı- kodu - Tarihte Slav devletlerinde 1964’e kadar dünyanın en uzun Sümerlerde su tanrısı - Rüzgar. 4- saltma). 19- ABD devlet başkan- prenslere verilen unvan - Edi- asma köprüsü olan, Kaliforni- Damla hastalığı - İstanbul Ticaret larının Washington’daki resmî son’un fonografı icadıyla tarih ya’nın sembollerinden biri - Gay- Odası (kısaltma). 5- Avrupa’da bir ikametgahı. 20- Ufuklar - Çanak- sahnesine çıkan, ses kayıt cihazla- ret vermek için söylenen söz. 11- nehir - Slovakya internet kodu. kale’nin bir ilçesi. 21- Laos inter- rının atası. 5- Bir element - Tita- İsim - Türk Standartları Enstitüsü 6- Dalak - Bir hat üstünde gidip net kodu - Dahi - Kerestesi çürük nın simgesi - Uygun. 6- Alev - Avuç (kısaltma) - Anadolu Ajansı (kısalt- gelen taşıt. 7- Karha - Yunanca- bir çam çeşidi. 22- Manhattan’da da bir harf. 8- Tanzanya internet 1857’de açılan, peyzaj mimarlığı- Şubat ayının çözümü. kodu - Yeleli kurt. 9- Hipertrofik nın babası kabul edilen park. osteopati (kısaltma) - Ganj’da kullanılan bir kayık. 10- Elekt- Bulmacanın çözümünü kimlik, ronik Fon Transferi (kısaltma). adres ve telefon bilgileriyle 20 11- 1965-84’te faal olan Yol, Su, Mart’a kadar dergimize ulaştıran Elektrik Genel Müdürlüğü’nün 5 okurumuza Abdülhamid Özel kısaltması - Bir kayaç kütlesinin, Sayımızı hediye ediyoruz. yatık kıvrılma ile başka kayaç- ların üzerine sürülmesi. 12- Os- Adres: Derin Tarih Dergisi manlıcada ‘mâni olmak’ - Dişi Maltepe Mah. Fetih Cad. ördek. 13- Tarihte bir devlet. 14- No: 6, 34010 Zeytinburnu - İstanbul [email protected] 142 DERİN TARİH / 2017 MART
Çizgisel Tarih HASAN AYCIN [email protected] 144 DERİN TARİH / 2017 MART
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145