karabekİr paŞa aÇıklıyOr: » Kâzım Karabekir Vakfı arşivi “Laiklik Lozan’da dayatıldı” MUSTAFA ARMAĞAN Kâzım Karabekir Paşa yakın tarihimizin kı- edildiği tarih olan Ağustos 1923 arasında dine » KArABEKİr’DEN rılma noktalarından birinde yaşamış, 1. Dünya ve yönetim tarzına bakışları arasında nasıl bir MUsTAFA KEMAL’E Savaşı’nın Kafkaslardaki son zaferlerine imza at- uçurum açıldığını gayet net bir şekilde ortaya CEvAP mış, 19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıkarak İstiklal koymaktadır. Balıkesir hutbesinde “Anayasamız “Bir milletin asırlar- Savaşı’nı başlatmış ve Millî Mücadele’ye ilk za- Kur’an-ı Azimüşşandaki emirlerdir” diyen Musta- dan beri en kutsal ferlerini hediye etmiş bir kahraman. Anadolu’da fa Kemal’den “Kur’an’ı tercüme ettirip Arap oğlu- duygularını bir Millî Mücadele ateşini yakan ve başarıya ulaştıran nun yavelerini Türklere belleteceğim” diyen bir hamlede atabilece- en önemli figürlerden olmasına rağmen nedense Mustafa Kemal’e nasıl keskin bir kırılma yaşan- ğinize inanışınız, ders kitaplarında kendisine ancak bir-iki cümlede dığını ve asıl önemlisi, bu kırılmanın sebebinin objektif bir görüş yer verilir. Bunun da sebebi, resmî tarihe boyun Lozan’da İngilizler ve Fransızların “Siz Müslüman değil, hülyanızdır! eğmeyen ve mücadelesini idam sehpasının önü- kaldıkça bağımsızlığınız tehlikeden kurtulmaya- Böyle bir harekete ne kadar sürdüren nadir cesur yüreklerden biri cak” mealinde tehditvari uyarılarda bulundukla- cüret, ülkede kanlı olmasıdır. Yaşadıkları ve yazdıkları, onu bir döne- rını, bunun da bazı devletlûlarda İslamiyet'ten bir istibdatla başlar min en önemli tanıklarından biri haline getirmiş, uzaklaşma, hatta Hıristiyanlığı benimseme nok- ve İstiklal Savaşı’nın üzeri örtülmek istenen gerçekleri gelecek nesille- tasına varan bir değişime yol açtığını en kesin samimi birliğini de rin de öğrenmesi için canla başla çalışmıştır. çizgileriyle Karabekir Paşa ortaya koymuştur. birbirine katar! Ne- rede ve nasıl karar Aşağıya aldığımız ifşaatı, Lozan’ın bilinmeyen Aşağıda okuyacağınız metin, Nutuk ve kılacağını kestire- bir yönünü birinci elden deşifre etmesi bakı- Karabekir’den Cevaplar adlı eserinin 12. cildiyle mesek bile millî bir mından önemli. Paşa’nın gerek Mustafa Kemal, (Emre, 1997) Günlükler’inin 2. cildinden (YKY, dram olacağından gerekse İsmet Paşalarla birebir görüşerek ve yer, 2009) alıntılar şeklinde oluşturulmuş ve tara- şüphe etmeyiz!” zaman ve şahit göstererek ortaya koyduğu gibi, fımdan yeniden yazılmıştır. Fikirlerin tamamı Mustafa Kemal Cumhuriyet’in kurucularının Lozan’a ara ve- Karabekir’e, metni sadeleştirme ve cümle kuru- Paşa’ya hitaben söz- rildiği tarih olan Şubat 1923 ile Meclis’te kabul luşları ile bölüm başlıkları bana aittir. lerime şöyle devam ettim: “Paşam, maddi cep- hemiz zaten zayıftır. Güvenebileceğimiz manevî cephemizi de düşmanlarımızın yaldızlı propaganda- sına kurban edersek dayanabileceğimiz neyimiz kalır?” 2012 NİSAN / DERİN TARİH 49
Kapak Dosyası A nkara’da yeni bir hava esmeye başlamıştı. “İslamiyet ilerlemeye engelmiş.” Halk Partisi “lâ-dinî ve lâ-ahlâkî” (din ve ahlaktan bağımsız) olmalıymış. Türkiye Müslüman kaldıkça Avrupa ve hele İngiltere, sömürgelerinin çoğunun halkı Müslüman olduğundan bize düşman olacaklar- mış! Bizimle bu sebeple barış imzalamayacaklar- mış... 10 Temmuz 1923 günü Ankara İstasyonu’ndaki özel kalem binasında Halk Partisi tüzüğünü mü- zakere ettikten sonra Gazi ile başbaşa hasbıhal et- tik. Kendisinden hiç beklemediğim bir cümle sarf etti. Dedi ki: “Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar.” Daha düne kadar kendisini Hi- lafet ve Saltanat makamına lâyık gören ve bu hu- suslarda girişimlerde bulunan, din ve namus lehi- ne türlü sözler söyleyen, hatta Balıkesir’de hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde başımın açık dur- » Kâzım Karabekir Vakfı arşivi masıyla latife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık giyilmesi teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, yüzüne hayretle baktığımı görünce şu açıklamayı yapmak ihtiyacını duydu: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle ülkeyi zengin- leştirmek mümkün değildir. Bunun için önce in- sanların din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. diğer bir bakımdan da tehlikelidir. Emirle yaptırı- lacak, yani şiddet uygulanacak demektir. Bu tarz, Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve belki itaat edilmesini sağlar, fakat sevgiyi asla! Bu hususta kendi tecrübelerimize dayanarak da diye- bunları çabuk zengin etmeliyiz! Kalkınma bu şe- bilirim ki, itaat görünüştedir ve geçicidir.” kilde kolay ve çabuk olur.” Mustafa Kemal Paşa buna karşılık, “Dinî ve ahlakî inkılap yapmadan önce hiçbir şey yapmak “Dinsiz ve ahlâksız bir millete bu doğru değildir. Bunu da ancak bu ilkeyi kabul ede- dünyada hayat hakkı olmadığını bilecek genç unsurlarla yapabilirim” düşüncesin- tarih gösteriyor.” deydi. Gazi’ye şu cevabı verdim: “Nereden, ne mak- Tartışmamız giderek hararetleniyordu ki, ağır- satla geldiği bilinmeyen ve kendi millî kudreti- lığımı koymak ve bu gidişi durdurmak için şöyle mizle işlenmeyen fikirler, millî bünyemizi sarsar. bir çıkış yaptım: “Dinsiz ve ahlaksız bir millete Tanzimat’ın da bu suretle kurbanı olmadık mı? bu dünyada hayat hakkı olmadığını tarih gösteri- Bizi kuvvetle çözemeyenler yaldızlı formüllerle yor. Paşam, bu yeni inanç bizi Bolşevikliğe götü- cevherimizi eritebilirler. Savaşla kazandığımızı rür. Hatırlarsanız, İngilizler de Mütareke’nin ilk barıştaki yanlış ve vakitsiz adımlarımızla, daha zamanlarında bizi Bolşevikliğe teşvik ediyorlardı. doğrusu Avrupalılara aldanmakla elimizden ka- Demek bizi başka yoldan yine aynı noktaya sü- çırdığımızı onlar pek iyi bilirler. Bunun için bilim rüklemek istiyorlar!” ve uzmanlığa saygı göstermek ve bilgili ve karak- terli adamlarımızla işlenmemiş fikirleri program Bu uyarıdan sonra sözlerime şöyle devam et- diye kabul etmemek, yeniden aldanmamak için tim: “Bunun anlamı açıktır: Türkiye’yi Ruslarla tutulacak biricik yoldur. paylaşmak. Bu hususta Erzurum’da da aynı fikri açıklamış olduğumu ve daha önce de Amasya ka- Kendi millî kurumlarımızda işlenmemiş veya rarınıza engel olduğumu hatırlarsınız.” kontrol edilmemiş bayağı fikirlerin uygulanması Gazi beni sükûnetle dinledi. Tartışmayı uzat- 50 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
» Kâzım Karabekir Vakfı arşivi » Karabekir içini kitaba döktü: İstiklal Harbimiz adlı kitabında kendisine yapılan haksızlıklardan bahseden Kâzım Karabekir, hızını alamaz ve Nutuk’a Cevaplar'da Mustafa Kemal Paşa'nın İstiklal Savaşı’nı kendisinin başlattığı iddiasını eleştirir. » Yoldaşlıktan rekabete: Kâzım yüzümüze kimsenin bakmayacağı kanaati!” diye Karabekir Paşa'nın Mustafa cevap verdi. Mustafa Kemal Paşa’yı bu sefer de Kemal Paşa’ya Millî Mücadele’nin kimlerin, nerelere götürmek istediği görülüyor- başlangıcından itibaren verdiği du. Ben şu müdahalede bulunmak zorunda kal- büyük destek, sonraları yerini re- dım: kabete, hatta sert bir mücadeleye bırakacaktır. “İslamiyet’in ilerlemeye engel olduğu iddiası, Avrupalı diplomatların uydurmasıdır. Bu mesele- madı. Anladım ki, yeni bir çevre onu yeni bir yi sonuna kadar tartışabilirim. Fakat tartışmaya havaya çekmek istiyor. Fakat daha kesin kararını tahammülü olmayan bir mesele varsa, o da din vermiş değil. değiştirmek gayretidir. Bence Müslüman kalırsak mahvolmayız, tersine, yaşarız. Hem de yakın ta- İslamiyet ilerlemeye engelmiş! rihteki örneklerinde olduğu gibi itibar görerek yaşarız.” 18 Temmuz 1923 günü Ankara İstasyonu’ndaki özel kalem binasına gitmiştim. Anayasa (Teşkilat-ı Bu sefer de Fethi Bey söze karıştı. Gayet bu- Esasiye) konuşuluyormuş. Tesadüfen girmiş ol- yurgan bir edayla şöyle dedi: “Evet Karabekir, dum toplantıya. Hâlbuki bana haber verilmeliydi, Türkler İslamiyet’i kabul ettiklerinden böyle geri çünkü çok hayatî bir mesele konuşuluyordu. kaldılar. Müslüman kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar!” İçeride kimler vardı? Tabii Gazi başkanlık edi- yordu. İçişleri Bakanı Fethi (Okyar), İktisat Bakanı Gazi başkanlık makamında, Fethi Bey onun so- Mahmut Esat (Bozkurt), Sosyal Yardımlaşma Ba- lunda oturuyordu. Ben de kapıdan girince hemen kanı Tevfik Rüştü (Aras), Basın Müdürü Ahmet onun soluna oturmuştum. Fethi Bey son olarak Ağaoğlu, Ziya Gökalp vb. toplanmıştı. bana kesin bir cevap verince, ben de başımı sağa çevirerek ona ve aynı zamanda Gazi’ye hitaba Ben geldiğim zaman Anayasa’da “Devletin dini başladım: İslam dinidir” ibaresinin kaldırılması hakkında konuşuyorlarmış. Önce Tevfik Rüştü şöyle dedi: “İddia ediyorum ki, Türk milleti ne dinsiz olur “Ben kanaatimi millet kürsüsünden dahi haykı- ne de Hıristiyan. Hakikat budur. Bizi silah kuvve- rırım. Kimseden korkmam.” Ne olduğunu anla- tiyle parçalayamayan düşmanlarımız görüyorum madığımı söyledim ve sordum: “Nedir o kana- ki, artık fikir kuvvetiyle mahvedeceklerdir. Buna at?” Cevap Tevfik Rüştü’den değil, onun solunda müsaade edecek misiniz? Siz ki millete karşı, bizi ve benim hemen karşımda oturan Mahmut Esat bu hale getiren sebebin istibdat olduğunu, zafer- Bey’den geldi. Sert bir tonla, “İslamiyet’in ilerle- den sonra milletin tamamıyla iradesine sahip ola- meye engel olduğu kanaati! Müslüman kaldıkça rak yürüyeceğini Millet Meclisi kürsüsünden dahi defalarca haykırdınız. Millet Meclisi’ni tekbir- 2012 NİSAN / DERİN TARİH 51
Kapak Dosyası » İsmet Paşa’nın ler, salatlar (dualar) arasında açtınız! İslamiyet’in » Dönüm noktası Lozan: Karabekir Paşa İslamiyet aleyhinde- İnkılap hamlesİ en yüksek din olduğunu hutbelerle de ilan ettiniz! ki fikirlerin Lozan’da dayatıldığı kanaatindedir. Fotoğrafta İsmet Paşa aniden, Hepimiz de aynı iman ve kanaatle aynı yoldan yü- Lozan’a giden heyetimiz toplu halde görülüyor. Ortada İsmet Lozan’dan da aldığı rüdük! Şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı mace- Paşa ve rıza Nur yan yana oturuyor. hızla, İzmir İktisat raya atılacağız?” Kongresi’nin de, Müslümanlarla dolu olan büyük (Batılı) milletler bilim kurulunun da Mustafa Kemal Paşa sözümü keserek “Müzake- Kur’an’ı kendi siyasî çıkarlarına göre dillerine hazırladığı program- re çok hararetlendi, burada kesiyorum” diye tar- tercüme ettirmişlerdir. İslam dinine ve Arapçaya lara ilgi gösterme- tışmayı bitirdi. hakkıyla vakıf kimselerin bulunmayacağı her- yerek “müthiş bir hangi bir kurul, tercümeyi mesela Fransızcasın- inkılap hamlesi” “arap oğlu’nun yaveleri” dan yapabilir. Fakat bence burada eğitim progra- teklif etti. Ve aynen mımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek şunları söyledi: 14 Ağustos 1923 akşamı Türk Ocağı’nda veri- kuruldan, vicdanî bir mesele olan din bahsinden “Hocaları toptan len çay ziyafetinde ilk tehlikeli hamle göründü. değil, pozitif bilim cephesinden yararlanmak ha- kaldırmadıkça Bakanlardan kimse yoktu. Hayli geç gelen Mus- yırlı olur. Kur’an’ın yapılmış tefsirleri var, gerekir- hiçbir iş yapamayız. tafa Kemal Paşa, bilim heyetinin şimdiye kadarki se yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda Mevcut kudret ve mesaisiyle ilgili görünmeyerek “Kur’an’ı Türk- yıpratmaktansa enerjimizi millî kalkınmaya akıt- prestijimizle bugün çeye aynen tercüme ettirmek” arzusunu ortaya mak daha hayırlı olur.” bu inkılabı yapmaz- attı. Şer’iye Vekili Konya milletvekili Hoca Vehbi sak, başka hiçbir Efendi vs. sözüne inandığım bazı zatlar şu bilgiyi Mustafa Kemal Paşa bu beyanlarıma karşı hid- zaman yapamayız.” vermişlerdi: “Gazi Kur’an-ı Kerim’i bazı İslamiyet detle içindekini tamamen ortaya döktü ve şöyle aleyhtarı züppelere tercüme ettirmek arzusunda- dedi: “Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini dır. Sonra da Kur’an’ın Arapça okunmasını, na- Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye mazda bile yasaklayarak bu çeviriyi okutacak! Ve tercüme ettireceğim ve böylece de okutturaca- o züppelerle işi alaya boğarak güya Kur’an’ı da, ğım! Ta ki, budalalık edip de aldanmakta devam İslamiyet’i de kaldıracaktır. Böyle bir çevre, ken- etmesinler!” Orada bulunan Hamdullah Suphi disini bu tehlikeli yola sürüklüyor.” (Tanrıöver) ve Ruşen Eşref (Ünaydın) Beyler işin bir bilim kurulu önünde berbat bir şekle dönüş- Aynı akşam bu fikre ayak uyduran bazılarını tüğünü görerek, “Paşam, çay hazır, herkes bizi görünce bu tehlikeli gidişatı önlemek için Mus- sofrada bekliyor!” diyerek müdahale edip bahsi tafa Kemal Paşa’ya şöyle cevap verdim: “Devlet kapatabildiler. Bizler de özel masadan kalkarak sofraya oturduk, yedik içtik. Biz millî bağımsızlığımız gibi millî özgürlüğümüzü de en kutsal Tehlikeli rüzgâr lozan’dan esti gaye tanımalı ve bunun zevkini bütün millete tattırmalıyız. Bu kritik günlerden 16 Ağustos’ta İsmet Paşa ile de bir görüşmem oldu. Kendisine Gazi’nin tut- başkanı sıfatıyla din işlerini kurcalamanızın içe- tuğu yolun yanlış olduğunu açık bir şekilde söyle- ride ve dışarıdaki etkileri çok aleyhimize olur ve dim. Kamuoyunda yayılan İslamiyet'e yönelik bu bize zarar verir. İşi ilgili makamlara bırakmalıyız. kesin değişimle ilgili fikirlerin Lozan’dan geldiği Fakat din konusu rastgele şunun bunun içinden eleştirilerinin muhataplarından olan İsmet Paşa çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politi- fikrini bana dolaylı yoldan söylemeyi tercih etti. ka zihniyetinin de işi karıştırabileceği göz önün- de tutularak, içlerinde Arapçaya ve dinî bilgilere Ona bakılırsa Macarlar ve Bulgarlar bizimle hakkıyla vakıf değerli şahsiyetlerin de bulunaca- aynı safta İtilaf devletlerine karşı savaştıkları ve ğı yüksek ilim adamlarımızdan oluşan bir kurul toplamalı ve bunların kararına göre tefsir mi, ter- cüme mi yapmak uygundur, ona göre bunları ha- rekete geçirmelidir.” Mustafa Kemal Paşa bana şu cevabı verdi: “Din adamlarına ne gerek var, dinle- rin tarihi malumdur. (Kur’an’ı) Doğrudan doğruya tercüme edivermeli!” Bu fikrine şöyle karşılık verdim: “Sömürgeleri 52 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
» www.arastiralim.net nimseyeceklerin hayatları ve prestijleri yeterli gelmeyeceğinden, kendi elimizle milleti anarşiye aynı şekilde yenildikleri halde, bağımsızlıkları- sürükleriz. Sonuçta Bolşeviklik akımları arasında na dokunulmamıştı. Bunun sebebi de doğrudan mahvolmak veya sömürge olarak bağımsızlığı- doğruya Hıristiyan olmalarıydı. Aynı saflarda sa- mızı kaybetmek de kaçınılmaz olur.” Sözlerimi vaştığımız halde bizim bağımsızlığımızın elimiz- kendisini de iğneler tarzda bağladım: “Lozan bize den alınmasının tek sebebi vardı, o da Müslüman istibdat ve tehlike göndermesin!” olmamızdı. Biz kendi kuvvetimizle kurtulup ba- ğımsızlığımızı kazansak bile Müslüman kaldıkça İsmet Paşa dikkatle dinledi. Hiç cevap verme- sömürgeci devletlerin ve bu arada özellikle İngi- di. Artık bunu, Mustafa Kemal Paşa’nın arzusuyla lizlerin daima aleyhimize olacaklarını ve bağım- yaptığına şüphem kalmamıştı. Nitekim bir süre sızlığımızın daima tehlike altında kalacağını an- sonra onu bu arzularından sonsuza kadar uzak- lattı. Böylece bu değişimin ilhamının Lozan’dan laştıracak bir girişimde bulunmaya mecbur kala- ve İtilaf devletlerinden geldiği açıklık kazanmış caktım. oluyordu. Ali Fethi, Tevfik Rüştü, Mahmut Esat Beylerle Mustafa Kemal Paşa’nın Lozan’ın ikinci Günlerden 19 Ağustos 1923 Pazar'dı. Akşam döneminden itibaren başlayan İslam aleyhtarı Mustafa Kemal Paşa ile eşi Latife Hanım bana ye- söyleminin gerçek adresini tespit etmiş oluyor- meğe geldiler. O akşam İsmet Paşa ile yine tartış- dum. tık. Mustafa Kemal Paşa bizi sessizce dinledi. İlk olarak Fethi Bey grubundan, sonra da Mustafa Ke- İsmet Paşa’ya bu düşünceye katılmadığımı şu mal Paşa’dan bizzat işittiğim bu yeni inkılap zih- değerlendirmelerime dayanarak ifade etmek ihti- niyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlamış olu- yacını hissettim: “Böyle bir fikrin doğuracağı ha- yordu. Aradaki zaman boşlukları kendiliğinden reket, milletin başına yeniden daha korkunç ve ortadan kalkarak bu üç şahsiyetin şu üç maddelik daha uğursuz bir istibdat (diktatörlük) yönetimi programları kulaklarımda tekrarlanıyordu: getirecektir. Daha kazanamadığımız millî neşe kaçacak, nice emeklerle kurulan millî birliğimiz 1) İslamiyet ilerlemeye engeldir. 2) Arap oğ- de bozulacaktır! Biz içeride birbirimizi boğarken, lunun yavelerini Türklere öğretmeli. 3) Hocaları bize bu kurtuluş yolunu gösteren politikacılar, ya- toptan kaldırmalı! rın “Türkler Hıristiyan oldular” diye bütün İslâm dünyasını bizden nefret ettireceklerdir. Bizim Bu birleşik cephe karşısında tek başıma da olsa değişmemiz, İslam dünyasının ruhunda bizden mücadele etmeye kararlıydım. “Peki ama ne ol- intikam alma duygusunu uyandıracaktır. Böylece mak istiyorsunuz?” dedim. “Hıristiyan mı, dinsiz İngilizler ve Fransızlar, Yunan ve Ermeni kuvvet- mi?” Ardından cevap vermelerine fırsat düşürme- leriyle ulaşamadıkları emellerini, İslam ordularını den devam ettim: “Hıristiyan da, dinsiz de olma- ve hele Arapları “Salli ala Muhammed!” diye üze- ya imkân yok; olsa dahi her iki yol da hem tehli- rimize saldırtmakla elde etmeye kalkışacaklardır. keli, hem de geridir! Aydın Hıristiyanlık dünyası bilim zihniyetine daha uygun yeni din esasları Esasen imkânsız olan bir işi yapıyor görünmek araştırırken bizim, onların köhne kurumunu be- bile maddî-manevî bütün kudret kaynaklarımızı nimsememiz hem müthiş tehlikeli, hem de geri mahv ve harap eder. Sonucu almaya bu işi be- bir hareket olur! Hem bir millette duygu birliği, inanç birliği ve çıkar birliği olmazsa yönetenler ile yönetilenler arasında uçurum açılır ve bu uçu- rum, günün birinde millete mezar da olabilir! Ben her fırsatta söylediğim gibi dinle uğraşmanın bizi daha çok ilerlemekten alıkoyacağı ve daha çok geri götürebileceği kanaatindeyim. Bence dini ol- duğu gibi kendi haline bırakmalı ve hükümet, ne buna etki yapmalı, ne de etkisi altında kalmalıdır! Biz millî bağımsızlığımız gibi millî özgürlüğümü- zü de en kutsal gaye tanımalı ve bunun zevkini bütün millete tattırmalıyız. Bunun için medenî hedeflerimizde süratli olmalı, fakat sosyal gayele- rimizde tekâmül yolunu tutmalıyız.” Sessizce dinlediler. Hiç cevap vermediler. Böy- lece konu kapandı. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 53
Kapak Dosyası Karabekir Paşa’nın çok tartışılacak iddiası: “19 Nisan 1919’da Trabzon’a çıktım!” K âzım Karabekir, Milli Müca- Paşa ondan beterdi. İstanbul’da kalıp siyasete atıl- dele’nin farklı bir öyküsünü mayı düşünen Mustafa Kemal Paşa ise Şişli’deki anlatmaya işte böyle başlar. Bu evinde yaptığımız görüşmede (o sırada ameliyat- keskin cümleler, basit bir kafa lıydı, hasta yatıyordu) benim Anadolu’ya geçme karışıklığı yaratmanın çok ötesin- fikrime biraz soğuk baktı. 'Bu da bir fikirdir, sonra görüşürüz' dedi. Ben de ona 'Fikir değil, karardır' de, resmî tarihin tanıdık çehresi- diye cevap verdim. En kısa zamanda bir yolunu bulup Doğu’ya gideceğimi, gelmesi halinde ken- ni bir hamlede ters yüz eder. Gazi Mustafa Kemal disini başkomutan olarak karşılayacağımı söyle- dim. Bana 'İyi olayım, düşünürüz' dedi. Paşa’nın Nutuk’una başlarken kullandığı “19 Ma- 12 Nisan 1919’da İstanbul’dan “Gülcemal” va- yıs 1919’da Samsun’a çıktım.” ifadesine meydan puruyla hareket ederek Millî Mücadele’yi bizzat başlattım. Siyasî ve askerî esas planlarını tespit okur. Demek ki yakın tarihimizi, “tarih yazan” bir ettim. Bir hafta sonra, 19 Nisan’da Trabzon’a çık- tım. İzmir’in işgali üzerine ilk mitingi Trabzon’da figür olarak Karabekir Paşa’nın kaleminden oku- düzenlettim, daha o sırada Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmamıştı. muş olsaydık, bugün bambaşka bir inkılap tarihi 1918’de Rus işgalinden kurtardığım Erzurum karşılayacaktı bizi. Karabekir Paşa’nın bu sözlerin ve Doğu illeri bana sadıktı. Oradaki Muhafaza-i Hukuk ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleriyle devamında anlattıkları, yakın tarihe yönelik alter- görüşerek Erzurum Kongresi’nin yapılmasına ka- rar verdik ve Mustafa Kemal Paşa’yı davet ettik. natif bir okuma yapmamız gerektiğine dair alarm Erzurumlular onu, millî hareketi önlemek için İstanbul hükümetinin gönderdiğinden şüpheleni- zilleri çaldırır. İşte Kâzım Karabekir’in ağzından yorlardı. Bu yüzden kongreye almak istemediler ve benden güvence istediler. Ben de hem kendile- Millî Mücadele’nin başlangıcı: rine güvence verdim, hem de huzurumda Paşa’ya yemin ettirdim. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey \"7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, benim etki ve baskımla üye seçildiler. M. Kemal’i başkan seçtiren de benim. Böylece Millî Mücade- Filistin’de yenilen ordusunu perişan bir şekilde le, Erzurum Kongresi’yle başlamış oldu. Hayret: geri çekerken, Yıldırım Orduları Grubu’nun ba- Mustafa Kemal Paşa istifa etmesine rağmen askerî üniformayı ve ya- şına atandı; toplayabildiği kuvvetleri Adana’ya verlik kordonunu üzerinden çı- karmamıştı. Bu yüzden Kong- kadar çekti. Orada Mondros Mütarekesi’nin imza- renin başlangıcında tartışma çıktı, sonunda sivil giyinerek landığı haberi geldi. Benim başında bulunduğum tekrar gelmek durumunda kaldı...\" 15. Kolordu (eski 9. Ordu) ise elde kalan en güçlü » \"Muzaffer Şark ordularımızın askerî birlikti. Morali düzgündü ve yenilmemiş- Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa hazretleri.\" ti. Ancak Mütarekeyle birlikte ben de İstanbul’a dönünce bu kadar karargâhsız generalin İtilaf güçlerinin avucunun içinde durmasının tehlike- li olduğunu gördüm. Hepimizi birden yakalayıp Malta’ya sürseler, Doğu’dan başlayacağına inandı- ğım Millî Mücadele’yi kim yapacaktı? İşte bu yüzden hem Padişah Vahdettin, hem de Fevzi Çak- mak, İsmet ve Mustafa Kemal Paşalarla yaptığım görüşmeler- de Anadolu’ya geçmekten başka çare olmadığı fikrini işledim. Fa- kat herkes çok ümitsizdi. En çok da arkadaşım İsmet (İnönü). 'Bu iş bitti Kâzım, gidip çiftlik satın alalım, sen Kâzım Ağa ol, ben İsmet Ağa olayım' diyordu. Fevzi 54 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Kâzım Karabekir Baba’ya mektup var! SaDıK TEKElİ Kâzım Karabekir Müzesi Müdürü K âzım Karabekir Paşa 1919 Ma- çeşitli savunma biçimleri ve modern silahları yıs’ında Erzurum’a vardığında kullanmayı öğrenerek sıkı bir askerî disiplin Rus ve Ermeni katliamından içerisinde yetiştiriliyorlar. Eğer bu tür bir çalış- kurtulmuş kimsesiz, yetim ve ma bütün ülke çapında yaygınlaştırılırsa üstün öksüz binlerce çocuğun sokak- cesaret ve sabır sahibi Türklerin Doğu’da bir güç olarak ortaya çıkmasını takdir etmemek elde de- larda yatıp kalktığını görüp çok ğildir.” üzülür. “Doğu’da beni bekleyen sonsuz ve nazik Çocuklardan kurduğu Sanayi Takımları ve Gürbüzler Ordusu ile hem ordunun ihtiyacı olan işlerin güçlüğüne rağmen bakımsız yavruları bü- usta eksikliğini gidermeye çalışır, hem de onla- rı geleceğe hazırlamayı hedefler. Becerileri öğ- yük bir şefkatle bağrıma bastım ve onlara hakiki retmekle kalmaz, onları oyunlar yazarak, İbret Sahnesi (tiyatro) veya İbret Yerlerinde (açık hava ve pek şefkatli bir baba oldum.” diyen Karabekir, tiyatrosu) müsamere yoluyla halka izletir. Yetim çocuklar için sünnet törenleri düzenletir, İdman henüz bekâr olduğu bu yıllarda 4 bini erkek, 2 Bayramı ve Ağaç Bayramı kutlamalarını başlatır. bini kız olmak üzere tam 6 bin yetim ve kimsesiz Kâzım Karabekir’in çocuklara gösterdiği ilgi, düşmanları çocuğa babalık eder. tarafından dahi takdir edilmiştir. Sadece Müslüman çocuklarıyla değil, Erme- Sevgili evlatları da ona layık olduklarını gös- termiş, gözden düştüğü dönemde dahi mektup- ni yetimleriyle de yakından ilgilenir, onları larıyla saygı ve sevgilerini iletmeyi borç bilmiş- lerdi. İşte sokaklardan kurtarıp okuttuğu Sait Trabzon’da faaliyet gösteren Amerikan Yakındo- Taşdemir’in 2 Ocak 1941’de gönderdiği mektup (o tarihte Trabzon Mıntıka İktisat Müdürlüğü’nde ğu Yardım Derneği’nin yetimhanesine gönderir. görevlidir), Paşa’nın kendisi ve diğer evlatları için neler yaptığını birinci elden ortaya koyma- Onlar ise bu iyiliğine, üzerinde Osmanlıca harf- sı bakımından önemlidir. Aslı Kâzım Karabekir Müzesi’nde bulunan ve ilk kez yayınlanacak lerle “Yetimler babası kahraman Kâzım Karabe- olan bu mektupta, bir yetimin sokaklarda sürü- nürken Paşa’nın onu bağrına basışı, hayatını kur- kir Paşa Hazretleri, Trabzon Ermeni yetimleri tarışı, sünnet ettirişi, oyuncaklar alışı vs. gayet dokunaklı bir dille anlatılır. tarafından, 3 Eylül 1338 (1922)” ifadesinin yer al- dığı bir portresini göndermek suretiyle teşekkür ederler. Bu resim, Ermeni soykırımı iddialarına tokat gibi bir cevaptır. Kâzım Karabekir’in çocuklara gösterdiği ilgi, düşmanları tarafından dahi takdir edilmiştir. İti- laf devletleri temsilcisi olan Yarbay Rawlinson’un onun Erzurum ve Sarıkamış’ta açtığı okulları zi- yaret ettikten sonra söylediği şu sözler gayet ma- nidardır: “Yaşları 5-6 arasında değişen çocuklarla 15-16 arasında değişen gençlerden oluşan iyi giyimli, bakımlı, hepsi iyi birer ilkokul eğitimi alan ve işe yarar çeşitli meslekler öğrenen 1,100’ün üzerin- de erkek öğrenciyle karşılaşmıştım. Bu meslek- ler ileride onları, yaşadıkları köy ve kasabalarda değerli birer eleman haline getirecekti. Ayrıca 2012 NİSAN / DERİN TARİH 55
Kapak Dosyası \"Şark Cephesi Kumandanı, Ermenistan fatihi Erzurum’de ihdas ettiğiniz birinci alay Gürbüz ve yetimler babası, çok sevgili atam Kâzım Karabe- Sanayi namındaki mektebin bahçesinde açılan ça- kir Paşa Hazretlerine, dırlar içinde her birimize mahsus kurulan karyo- lalar ve temiz yataklar ile başımıza hizmetçi anne- Badesselâm istifsar-ı hatır ederek mübarek el- ler tayin buyurduğunuz halde aynı bahçede açılan lerinizden öperim. Bu mübarek ism-i alinizi yazar- sünnet dairesinde sevgili babamız Kâzım Karabe- ken senelerden beri yanımda muhafaza etmekte kir Paşa Hazretleri, bizi sünnet-i Peygamberî ettir- olduğum kıymetli fotoğrafınızı hürmetle karşım- meye başlattırdın. Hem de ne kadar neş’eli eğlen- da bulundurarak ve içimden dolgun dolgun ’Ah... celerle sünnet ettirdiniz. Muhtasaran (kısaca) bir Ah... Ah...’ çekip ağlayarak kaç seneden beri kay- kaçını izah edeyim babama. bettiğim nur simalı ve arslan çehreli hasretli baba- mın muhterem şekil ve simasını gözümün önüne Sünnet dairesinde sünnet olup çıkarken babam alarak ve Cenab-ı Hakk'a şükranla beraber ilk kıy- Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri dışarıda bekleye- metli mektubunuzu yazmaya başlıyorum. Tabii rek yavrularının acı duymamaları için derhal ağzı- şimdiye kadar ikametgâhınız bence meçhul oldu- mıza mübarek eliyle lâtî lokumlarından koyarak ğundan dolayı sevgili atama mektup yazamadım, ve ağlamamamız için şefkatli gülünçleriyle bizi kusurumun affını sevgili atamdan rica ederim. konuştururdunuz. Ve bize bahçede hazırlatmış olduğunuz yataklarımıza hademeler kucağında Neden sevgili babam Kâzım Karabekir Paşa haz- yatmaya giderken hiç acı duymamış gibi 'Yaşa- retlerini bu kadar hasretleniyorum? Sebebi aşağı- sın Kâzım Karabekir Paşa babamız' ve 'Yaşasın da yazılmıştır. Türk milleti' diye alkışlayarak ve eyleşmek üzere hazırlanan yatağımıza yatırtıdınız. İşte bu dinî, 1- Babam Hamidiye’nin 17. alay kumandanı millî ve vatanî hizmetleriniz ve bize yapmış oldu- Feytullah Bey alayına gönüllü olarak gitmiş oldu- ğunuz büyük babalık vazifesini nasıl unuturum? ğu halde Ruslar tarafından şehit oldu. Hatta amu- Bunu gören ve gördüğü halde unutan veya inkâr cam Osman dahi beraberdi. Lakin amucam Rus eden(in) elbette ahiri berbat olur. Ölünceye kadar harbinde şehit olmadı, bilahere Ermeniler tarafın- Babamın bize yaptığı bu mukaddes babalık vazi- dan şehit oldu ve babamın annesi de düşmanla- fesini unutmam. Unutmam, katiyen unutmam. rın kılıcıyla sağ elinden yaralanarak bakımsızlık Yatağımıza gidip yatırılıncaya kadar arkamızdan ve korku dolayısıyla bir müddet yaşadıktan son- bizi takip ederek yatağımıza yatıncaya kadar ar- ra onu da vatan ve milletime kurban ettim. Tabii kamızda mübarek tebessümlerinizle bakardınız kalanlar darmadağın vaziyette muhacir olduk ve hicret esnasında annemi kaybettim, bu yüzden de büsbütün yetim kaldım. İşte hayatımın tam teh- likeli sırasında sokaklarda yetim olarak sürünür- ken, Erzurum’da sevgili babam Kâzım Karabekir Paşa hazretleri tarafından ihdas edilen Cemiyet-i Hayriye’ye beni de bağrına basarak aldın. O vakit 7 yaşında idim. Bu suretle hayatımı evvel Allah kur- tarmış oldunuz. 2- Harp vaziyeti düzeldikten sonra bir gün ba- bamız Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri Cemiyet-i Hayriye’ye teşrif buyurarak şereflendirdiler ve 'Babası şehit olanlar bir tarafa ayrılsın' diye emir buyurdunuz. Tabii şehit yavrularıyla ben de emir buyurduğunuz tarafa ayrıldım. Biz yetimlere her birerlerimize 25’er altun Ziraat Bankası’na yatır- dın. Ve aynı zamanda harp yüzünden içimizde bazı sari (bulaşıcı) hastalıklar zuhur etmişti, der- hal tedavi altına alarak tedavi ettirdin. 3- Hatta harp yüzünden afedersiniz sünnet ol- mayanları sünnet ettirmek üzere göğüsleri gül- lerle süslenmiş beyaz gömlekler bize giydirerek ve Erzurum’un yaylı payton arabalarına bindire- rek ve çalgı ile sünnet merasimi yaptıktan sonra 56 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
» Kâzım Karabekir Vakfı arşivi yapmış olsaydım size » Kâzım karşı ne kadar bah- Karabekir’in ’Yetim- ve sünnet bittikten sonra bizzat çadıra teşrif bu- tiyar olacaktım. İşte ler babası’ olduğu- yurarak bizim sünnet acılarını duymamamız için büyük babalığı bize na mektuplar da yine mübarek tebessümlerinizle içimizde dolaşa- nasıl yaptığını göz şahitlik ediyor: rak herkesin vaziyetine göre halini sorar ve baba önüne alarak ve mek- Diline ve imlâsına şefkatiyle beraber sünnet acılarını duymamamız tubunuza yazarken pek az müdahale için oyuncaklar, saatlar ve gümüş mecidiyelerle içimden tekrar tekrar ederek aktardığımız bizi sevindirir ve acılarımızı bize bu suretle unu- ağlayarak, hıçkırarak Sait Taşdemir’in turmaya çalışırdınız. Yalnız bununla da kalmadı- Ah... sevgili babamı bir 1941 tarihinde nız. Karşımızda tiyatora (tiyatro), müsamere gibi daha dünya gözüyle Karabekir Paşa’ya bir takım gülünçlü eğlencelerle beraber bizi eğ- görsem ve mübarek ayaklarına sarılsam, gönderdiği bu lendirerek acı (duymamamız) ve ağlamam(am)ız yani vatana, millete ve bana yaptığın mektubun aslı için hiç bir babanın yapamadığı büyük babalığı babalık vazifesine karşı acizleri de haddim olma- Kâzım Karabekir bize yaptın. Daha ne yazayım? Babamın bitmez yarak babama evladlık hakkını ödeyecek bir iş Müzesi’ndedir. ’Şark hizmetlerini yazmak kudretinde değilim, yaza- yapmış olsaydım. Cenab-ı Hak'tan bu talebimi di- Fatihi’ Karabekir bildiklerimi yazsam bir mecmua olur. Onun için lerim. Bu kadar büyük hizmetler yaptığınız halde Paşa, ’yetim babası’ babamı nasıl unuturum? Unutamam, unutamam. yine harp etmek icap ederse vatan ve millet için olarak da tarihe Ölünceye kadar unutamam. Yaşasın Şark cephesi ve din-i mübîn için aynı fedakârlıkla geri kalmaya- geçmiştir. Sokak- kumandanı, Ermenistan fatihi babam Kâzım Ka- cağınıza eminim. Ve ben de Paşa babamla beraber lardan kurtararak rabekir Paşa hazretleri, ikbalin ve istikbalin par- her an için dinim, vatanım ve milletim uğrunda yetiştirdiği yetimler lak olsun. canımı feda etmeye hazırım. Bilhassa şehit olan Paşa’ya mektuplar babamın intikamını almak için fırsat bekliyorum. yazarak vefalarını 4- İşte büyük babalığı bize nasıl yapışını göz Ordu başına geçmek icap ettiği takdirde mukad- dile getirmişler. önüne alarak ve mektubunuza yazarken içimden des vazifeyi ifa için, hatta Paşa babamın 'Öl' diye tekrar tekrar ağlayarak ve Ah... Sevgili babam emir buyurduğu yerde ölmek için maiyet-i alinize Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri'ni bir daha dün- beni almanız hususunda saygılarımla rica eder, ya gözü ile görsem ve mübarek ellerini hürmetle ellerinizden öperim. Senelerden beri muhafaza öpsem ve vatana millete ve bana yaptığın büyük etmekte olduğum kıymetli hediyenizi tekrar ia- babalık vazifesine acizleri de haddim olmayarak desiyle beraber ve Paşa babamın sabık (eski) fo- sizin hakiki evladınız olduğu- toğraflarından ve bir de son resimlerinizden bir mu babama ispat ettirecek kaç çeşidini acizlerine göndermenizi rica eder ve bir evlatlık vazifesini sana kusurumun affını Paşa babamdan dilerim. Göndermiş olduğum biri mektebinizde okur- ken son senelerden, yani Erzincan Askeri Lise- si’ndeyken aldırmış olduğum talebelik resmimdir. Diğeri de halihazırda maaile son resmimdir. Ge- lininiz Zeynep hürmetle ellerinizden öper, hayırlı dualar eder. Kucağındaki torununuz Galip Taşde- mir mübarek ellerinizden öper, cümle efrad-ı ai- lenize selâm eder, büyüklerin ellerinden öperiz, küçüklere şefkatlerimizi sunarız. Lütfen mektubu aldığınıza dair ilk posta ile beni malumatdar etmenizi minnet ile Paşa ba- bamdan rica ederim. 2. mektupta mektepten na- sıl çıktığimı babama izah edeceğim. Tekrar selâm eder, derin saygılarımla sıhhat (ve) saadetlerinizi Cenab-ı Haktan niyaz eder, mübarek ellerinizden öperim. 2.1.941 Trabzon Mıntıka iktisat Müdürlüğü'nde (Sait Taşde- mir) 2012 NİSAN / DERİN TARİH 57
» Hayat Karabekir Feyzioğlu » Timsal Karabekir Yıldıran Kâzım Karabekir paşa’nın hayattaki kızları Hayat ve Timsal hanımlarla babalarını konuştuk. Sohbetimiz yer yer hüzünlü, yer yer şaşırtıcı bir tarih yolculuğuna dönüştü. Paşa babalarıyla iftihar ediyorlar... 58 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Kapak Dosyası KoNUŞaN: MuSTafa arMaĞaN K âzım Karabekir nasıl bir in- sandı? siyasî tarafını sorma- dan önce, evin içinde bir baba ve aile reisi olarak Karabekir Paşa’yı merak ediyorum. Çün- kü resimlerine, kitaplarına ba- kınca sert bir Osmanlı komutanı gibi algılanı- yor. Öyle miydi gerçekten de? Hayat Karabekir Feyzioğlu: İlkokul çağında üzüntülü, etkileyici olaylar yaşanmasına rağmen eve girdiğimizde babam hiçbir üzüntülü mevzu- yu konuşturmazdı. Biz çocukken “karga” derdik, kara elbiseler giymiş, babamın nereye gittiğini gözleyen hafiyeler evimizin etrafında dolaşırdı. O günlerde geçen bir olayı anlatayım size. Yıllardan 1935 veya 1936. Erenköy’de köşkte oturuyoruz. Babamın en yakın arkadaşı Cafer Tayyar Paşa’nın çocuklarının sünnet düğününe davetliyiz. Annem, babam (Allah rahmet eyle- sin), Emel kardeşim ve ben, o zaman araba yok, hiçbir şey yok, Şaşkınbakkal’a kadar yürüdük. Şaşkınbakkal’dan kalabalık bir tramvaya bin- dik. Kimler var, kimler yok farkında bile değiliz. FotoğraF: cemil aygün Kısıklı’ya geldik. Kısıklı’da vasıta değiştirip Tay- yar Paşa’nın Salacak’taki evine gideceğiz. Babam tramvaydan indi, anneme yardım etti, annem de arkadan bizleri aldı. Bu sırada tramvay hareket etti, gidiyor. Babam öne doğru koştu, tramvayın camını tıklattı. “Dur çocuğum,” dedi, “beni takip edenler var içeride, onlar indiğimi görmedi. Mü- saade edin, onlar da insin.” “Peki” dedi vatman ve durdu. Arkasından kaç kişi ise onlar da indiler. Babama sordum: “Babacığım, niye bunların in- melerine yardım ettiniz? Ne güzel, onlar sizi gö- rememişken, biz giderdik Cafer Tayyar Paşa’nın evine, onlar da Paşa’yı kaybettik diye arkamızdan gelemezdi.” “Öyle deme kızım” dedi, “Düşünür- sen onlar da bir görev icabı peşimdeler. Maaşları- nı işlerini iyi yapabilirlerse alacaklar. Onların da çoluk çocuğu var. Onların vazifesi, beni gittiğim yere kadar takip etmek. Takip etmeleri bize göre güzel bir şey değil ama işlerini yapıyorlar.” Babam onlara “Çocuğum, biz başka yere gidiyoruz. Gelin arkamdan” dedi. Hafiyelerle Salacak tarafına gi- den tramvaya bindik. Peşimizden geldiler. Sünnet düğününe iştirak ettik. Dönüşte baktık, gene bek- liyorlar, peşimizden geldiler. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 59
Kapak Dosyası » Kâzım Karabekir Vakfı arşivi » siyah-beyaz bir mutluluk pozu: Erenköy’deki köşkün bahçesinde Karabekir ailesi. resimdeki, Hayat ve Emel’in babası.” Dergide o Paşa'nın solunda eşi İclal Hanım, oturanlar ise kızları Emel, Timsal (ortada) ve Hayat. zamanki bütün muhalif paşaların resimleri vardı: Ali Fuat Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Rauf Bey… Kari- Benim çocukluğum böyle takip altında geçti. katürist hepsini küçük küçük, yıldız gibi yapmış, Mesela o dönemlerde Erenköy’de oturuyoruz, sonra bir güneş doğmuş. Mustafa Kemal güneş, babam haftada bir veyahut birkaç gün Erenköy muhalif paşalar da ondan kaçıyor. Güneş doğmuş istasyonuna giderdi. Orada Afiyet Eczanesi vardı; da tüm yıldızlar kaçıyor gibi. O kadar küçüğüz ve eczacıyla ahbaptı. Kendisine çok saygı ve sevgi o kadar siyasetle alakamız yok ki, neden, kimden gösterirlerdi. Babam halkın içinde olan bir kim- kaçıyor babamız? Anlamıyoruz. Babam bize evde seydi. Halktan kopmamıştı, oradaki esnaf birbi- hakikatten başka bir şey söylemezdi. Hakikati bi- rine “Paşa gelmiş, Paşa gitmiş” derlerdi. Gittiği liyorduk, ama kimseyi de kötülememiştir. yerlere bizleri de götürür, halktan kopmamızı istemezdi. Bunun üzerine eve geldik, çok üzüldüğümüzü söyledik ve bu okula gitmeyeceğiz, dedik. Babam Onun için babamdan sonra da, babamın za- hemen okula geldi, müdür beyle konuştu. Ve manında da çok sevilen bir Karabekir Paşa ailesi müdür birkaç gün sonra sınıfta herkesin içinde vardır. Esnaf da çok üzüldü babamın ölümüne. bizden özür diletti. Babam dedi ki: “Siyaset çocuk- Bizlere her zaman için birer candan ağabey, larımızın sınıflarına kadar girdi demek. Halbuki amca olmak isteğini duydular ve çok yakınlıkla- herkes vazifesini yaptı, herkes kendisine göre va- rını gördük. tanı için çalıştı.” Sonra okul değiştirdik. Babanız 1939’da milletvekili olunca Ankara’ya Anlaşılan evde de siyasetten bahsetmezdi. gittiniz. H. K. Feyzioğlu: Babamın yaşadığı her H. K. Feyzioğlu: Ankara’daki hayat daha baş- şeyi biliyorduk. Biz yaşamadık ama İstiklal kaydı. Vekil vükelanın çocuklarının okuduğu bir Mahkemeleri’nin ne kadar haksız, ne kadar yer- okula verdi babam bizi. Ama biz Erenköy’de köy siz olduğu evde hep konuşulurdu. okulu denilecek kadar mütevazı bir okulda, hal- kın içinde yetişmiştik. Tamamen tersi bir hayat Annenizle babanız arasında da konuşulur vardı Ankara’da. Onları hiçbir şekilde kötülemi- muydu? yorum ama bizim mizacımıza uymayan bir ha- yattı o. H. K. Feyzioğlu: Tabii tabii... Küçük bir çocuk nasıl okumayı yazmayı öğreniyorsa babam da ya- Karşılaştığınız daha zenginleşmiş bir çevrenin kın tarihimizi, söyleyebildiği kadar, anlayabilece- hayatıydı, değil mi? ğimiz şekilde anlatırdı. Beraber uzun yürüyüşlere çıkardık. Yürürken bize tarihimizi anlatırdı. H. K. Feyzioğlu: İnanın biz onların içinde çok fakir kaldık. Bir gün hiç unutmam, 5. sınıftayım. siz onları bilerek ve bilinçlenerek büyüyünce İsim vermeyeceğim. Her kesimden arkadaşlarım ve size öyle bakıldığını görünce tabii daha çok var. Vekil vükela çocuklarından bir grup Akba- muhalif oldunuz... ba Mecmuası’nı alıp gelmişler. İçlerinden birisi dergiyi eline aldı, “Çocuklaar!” dedi, “Bakın, bu H. K. Feyzioğlu: Tabii, tabii. Benim çocuklu- ğumda evimiz polisler tarafından iki kere basıldı (1933’te). Ondan önce de basılmış ama ben ha- tırlamıyorum. Evdeydik. 5-6 yaşındaydım. Sabah saat 4’te geldi sivil polisler. Annem böbrek has- tası. Aşağıda masanın üzerinde ilacı var. Babam “N’oluyor bu saatte?” dedi polislere, “Bu kadar daha uyku uyuma hakkımız var.” “Emir aldık Paşam!” dediler ve evi talan ettiler. Babamın ev- raklarından 96 dosyayı götürdüler. İnceleyip geri getireceğiz dediler; hiçbir şey geri gelmedi. Hatta babam o zaman İsmet Paşa’ya mektup yazıp du- rumu anlatmış. Tabii İsmet Paşa da üzülüyor bu durumlara. Tazminat gibi bir para geldi ondan; yaptıklarını kabullenmişler gibi. 60 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
İsmet Paşa’nın kızıyla da (Özden Toker) bir ar- zaman yine kendi ifadesiyle bir aile geleneğidir, kadaşlığımız var. Benden bir şey istedi. “Bak Ha- diyor ihtiyacı olan kişiye el uzatmak... Yani bu yat!” dedi, “Senin babanın hatırası, evrakları top- bizim ailemizin olmazsa olmazıdır, yapılması lanıp gitti. Bizim evimizde de çok tarihî yazılar gerekir, diye bakıyor. Buradan yola çıkarak biz var. İsmet Paşa’nın babana yazdığı mektupları bu- de bazı çocuklara bir şeyler yapmak istiyoruz lup getirirsen, ben de babamın yazdığı mektupla- ama Karabekir’in yaptığını, ben genç yaşta ken- rı toplayıp ortaya çıkartırım, ’İsmet Paşa ile Kâzım di hesabıma yapamadım. Yetim evlatlara gerçek Paşa’nın Mektupları ve Cevapları’ diye bir kitap bir baba oluyor. Mesela “Köşede ayna var, o ayna- yazdırmak istiyorum” dedi. Tabii öğrencileri çok da kendine çeki düzen vermeden dışarı çıkma- genç ve eski yazıyı bilmiyor. Bu arada rahmetli yacaksın” diyor. Yani kendine saygıyı öğretiyor. eniştem Faruk Özerengin (ikiz kardeşim Emel’in Mesela “Yüksek rütbede bir insanın odasına gir- kocası) eski yazıyı çok iyi bilirdi. Ondan rica ettik. İs- “Kahramansınız paşam!” dedikleri zaman “Hayır!” met Paşa’nın mektuplarını derdi, “Kahramanlık görevin bittiği yerde başlar.” aradı, taradı, bulamadı. Yal- nızca bir-iki tane kart bul- du. Ben de onları Ömer’e vermiştim. Birkaç kart daha buldu, onları verdi. diğin zaman odadaki açık cam seni üşütürse izin Mektupları ise bulunamadı. Faruk Bey, “Tahmin isteyerek kapat” diyor. Yani bu kendine güveni ediyorum ki, babanın evi basıldığında evrakı ki- aşılamaya çalışıyor. reç kuyularında yakılmıştı, mektupları da onun Onun evlatlarıyla keşke fırsatınız olsaydı da içinde yanmıştır” dedi. [Karabekir’in İstiklal Har- konuşabilseydiniz. Hemen hemen kalmadı. Bir bimiz kitabında İsmet Paşa’nın iki mektubunun Mehmed Şairoğlu ağabeyim var, Çınarcık’ta otu- fotokopisi yayınlanmıştı. Bunların orijinallerinin ruyor. Ama çok evlatları var. Ve hepsi “babamız” de kaybolduğu anlaşılıyor. M. A.] diye mektup yazıyor. Bir sünnet sahnesinde “Babacığım, o korktuğumuz anlarda bizim na- Timsal Hanım, Kâzım Karabekir bir baba ve sıl elimizi tuttun, bize armağanlar verdin” diye bir aile reisi olarak nasıl bir insandı? Bize in- yazıyorlar. İnsanın 2 erkek evladı olur, onların san Karabekir’i anlatır mısınız? sünnetini yaptırır. Siz 4.000 erkek evladın tek Timsal Karabekir Yıldıran: Dolu dolu geçen 7 tek elini tutup sünnetini yaptırabilir misiniz? sene... Yalnız ben ablalarımın çektiği sıkıntıları ya- Yani Kâzım Karabekir olmak farklı bir şey, şamadım. Çünkü babamın son “ikbal dönemi”nde evladı olmak da çok şerefli ama zor ve mesuli- dünyaya gelmişim. 1941’de Ankara’da doğdum. yetli. Onurlu ama en ufak bir yanlış adıma da Yazları şimdi vakıf olan Erenköy’deki köşkte ya- hakkımız yok. şardık. Bakın, insanın babasıyla iftihar etmesi çok Onun izinden, onun bıraktığı noktadan bir önemli bir şey. Her baba evlatla iftihar eder. Kâzım şeyleri sürdürmeye mecburuz. Ama bu biraz ka- Karabekir’in evladı olmak gerçekten çok farklı ve rıncanın hikâyesine benziyor. 6.000 evlada baba çok mesuliyetli bir duygu. Mesela kahramanlığı olmuş bir adam... Biz Kâzım Karabekir Vakfı hiçbir şekilde kabul etmemiş bir insan. “Kahra- olarak ancak 104 evlada bakabiliyoruz. Sadece mansınız Paşam!” dedikleri zaman “Hayır!” derdi, maddi yardım edebiliyoruz, manevi değil. Ama “Kahramanlık görevin bittiği yerde başlar.” onun yolunda olmak da teselli kaynağımız. İşin güzel tarafı, Kâzım Karabekir’in baba yönü bizlerle sınırlanmamış. Bizlerden önce 6.000 Türk Küçüktünüz ama babanızla ilgili bir hatıra- evladına, 5.000’e yakın da Ermeni evladına \"yetim nız vardır belki. babası\" olmuş bir insan. Ben babama akıl erdire- Ablamınki kadar olmasa da var. Çocukluğum- miyorum doğrusunu isterseniz. O çok farklı yapı- da bir bayramdı, kapı çalındı. O gün babam çok da bir insanmış. güzel bir yeşil kazak giymişti. Gözleri de yeşildi ve kendisine çok yakışırdı. Ne acı ki, gelen eski Üstüne vazife olmadığı halde böylesine muaz- bir askeriymiş. “Paşam, açım çıplağım...” dedi. zam bir işe girişmek hakikaten akıl almaz bir Benim o 5 yaşımda gördüğüm sahne gözümün davranış. önündedir: Babam anında kazağını çıkartıp o ki- T. K. Yıldıran: Hayatım kitabına baktığınız şiye verdi. Yani paylaşan bir insandı. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 61
Tarihçi Gözüyle [email protected] M. ŞÜKrÜ HaNİoĞlu KÂZıM KArABEKİr’İ NAsıL TArİHsELLEŞTİrELİM? » Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Enstitüsü'nde öğretim üyesidir. 19 Nisan-19 Mayıs tartışması sikaların tartışılmaz “gerçeklik” delilleri olarak sunuldukları bir toplumda“karşı-tarih”lerin de benzer yollarla üretilme- türk tarihçiliğinin erken Cumhuriyet ve lider kadro- si fazla şaşırtıcı değildir. Menâkıb ile mitoloji karması resmî suna yaklaşımında iki temel özellik göze çarpmaktadır. tarihçiliğin yarattığı tepkinin, geçmişi, ranke’nin ifadesini İlk olarak gelişmeler kuvvetli bir “liderlik” vurgusu üzerin- tekrarlayacak olursak, dayanılmaz bir “wie es eingentlich den yorumlandığı için bu kişilere, mesela Cumhuriyet’in gewesen”, yani “gerçekte olduğu gibi” inşa etme arzusu kurucusu Mustafa Kemal atatürk’e “tarih yapıcısı” olarak doğurduğu kuşkusuzdur. ancak bu yapılırken farklı yak- yaklaşılmaktadır. laşımlar geliştirilmediği takdirde kolaylıkla karşı resmî ta- rih üretme durumuyla karşı karşıya kalınacağı genellikle tarihin liderlerin irade ve vizyonu çerçevesinde şekil- unutulmaktadır. lendiği varsayımına dayanan bu “tarih yapıcılığı” merkezli yaklaşım, resmî tarih ve Nutuk’ta dile getirilen tarih yoru- Böylesi yaklaşımlar geliştirilmediği için de “karşı resmî munun en şiddetli eleştirisini yapan Kâzım Karabekir’i de tarih yazımı” içinde Kâzım Karabekir, genellikle bağlamın- alternatif bir “tarih yapıcısı” olarak değerlendirmektedir. dan kopuk ve tarihselleştirilemeyen bir anlatımın kah- Bu yapılırken de yaklaşım, genellikle bir “tarih yapıcısı”nın ramanlarından biri haline gelmekte ve “Mustafa Kemal yerine diğerini ikame şeklinde biçimlenmektedir. atatürk’ün alternatifi” ve İstiklâl Harbimiz adlı yapıtıyla Nutuk’un karşı “tarih”ini üretmiş bir kahraman olarak kav- İlginçtir ki, bu tarih yazımı sadece 1918 sonrası dö- ramsallaştırılmaktadır. Zannedilenin tersine, “19 Mayıs’ta nemi değil, “İnkılâb-ı azîm”i ve 2. Meşrutiyet dönemini Samsun’a çıkış”ın alternatifi olarak üretilen “19 Nisan’da de “tarih yapıcıları arasındaki tartışma”ya (bu dönem için trabzon’a çıkış”, tarih yapıcılarının rollerini değiştirmekle söylersek Mustafa Kemal-İsmail Enver beyler arasındaki birlikte son tahlilde farklı bir tarih inşa etmemektedir. hayalî mücadeleye) indirgemektedir. Bir kuşağın üyesi olarak Karabekir İkinci olarak “tarih yapıcısı”nın anlatımın merkezinde yer aldığı bu yaklaşım, tarihi “şekillendiren”in hatırat-se- 1918 sonrası tarihinin farklı biçimde ele alınabilmesi çilmiş vesikalar-yorum karması eserlerine dayanmakta, için yapılması gereken, kişiler yerine bağlam, kurumsal bunun sonucu olarak da geçmişi sadece şahıs merkezli yapılar ve düşünceleri vurgulayan bir yaklaşımın geliş- olarak değil, aynı zamanda belirli bir kişisel görüş açısın- tirilmesidir. Bundan kasıt, doğal olarak tarihin “agency” dan tahlil etmektedir. (kahramanlık) olmadan yazılması. onun en çarpıcı örneği Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma çalışmasında gö- Dolayısıyla sadece resmî tarih değil, ona alternatif ola- rülen, bağlamı ve tarihselliği olmayan, ulaşacağı nokta rak üretilen tarih de benzer bir kurgu üzerinden inşa edil- mektedir. tarihin tekil yorumunun topluma dayatıldığı, belirli bir kurguyu dile getirmek için kullanılan seçilmiş ve- 62 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
belli, teleolojik “düşünceler mücadelesi” biçiminde kurgu- ma olan İttihad ve terakki’nin 1908 İhtilâli’nin başını çek- lanması değildir. Kahramanlarına koşullardan etkilenme- mesi ve Balkan Harbi bozgunu sonrasında Enver Paşa’nın yen“tarih yapıcıları”olarak yaklaşmayan, onları kendi tarihî gerçekleştirdiği reformun müşir, ferik ağırlıklı ordu üst ka- bağlamında değerlendiren biyografi çalışmaları da yakın demesini ciddî bir tasfiyeye tabi tutarak genç subayların geçmişimizi anlama konusunda bize ışık tutabilir. önünü açması, normal koşullarda “erkân-ümerâ-zabitân” Dolayısıyla Kâzım Karabekir’in de “İstiklâl Harbi’nin al- hiyerarşisinde sonuncu kategorinin üst basamaklarında ternatif kahramanı” ve “Erken Cumhuriyet’in en önemli yer almaları gereken kimselerin kendilerini bir anda pira- muhafazakâr-liberal muhalifi” olmanın ötesinde bir bağ- midin tepesinde bulmalarına neden olmuştu. Bunun ne- lamda ele alınması gerekmektedir. Bu konuda François ticesinde 1908 İhtilâli sırasında Kolağası (Yüzbaşı), Harb-i Georgeon’un osmanlı çöküş dönemi kadrolarını ele alır- Umumî patladığında Binbaşı olan Kâzım Karabekir, savaş- ken değindiği türde bir tür “kuşak” analizi yapılması, bize ta kendisini tümen ve kolordulara kumanda eder durum- “tarih yapıcıları” yaklaşımından çok daha fazla yardımcı da bulmuştu. Gazi ahmed Muhtar Paşa 1906 yılında Mısır olabilir. Hidivi hakkında görüş bildirirken, Şeyh Sa’di’ye atfen “bir Diğer bir ifadeyle, 1880’ler kuşağı olarak tanımlana- adamın 60 senede ancak tamam olabileceği” yorumunu bilecek, askerî eğitimlerinin son bölümünü Colmar von yapmıştı. Bu kanaatin yaygın kabul gördüğü, gerontok- der Goltz’un Harbiye reformu sonrasında tamamlayarak rasinin doğal karşılandığı bir toplumsal düzende Kâzım “millet-i müsellâha” idealini içselleştiren, tarihin Vietnam Karabekir ve üyesi olduğu subay kuşağının yükselişleri öncesinde kaydettiği en uzun süreli gerilla savaşının ya- gerçekten inanılmaz bir hızla gerçekleşmişti. şandığı Makedonya’da görev yapan, bu bölgedeki milli- Colmar von der Goltz’un ideolojik takipçileri olarak ad- yetçilik hareketlerinden derin biçimde etkilenen, yeni bir landırılan bu subay kuşağı, her şeyden önce Enver Bey’in patrimonyalizm tesis eden II. abdülhamid rejimine karşı dile getirdiği gibi “ordunun mutlak üstünlüğüne” inanıyor muhalefete katılan, osmanlı İttihad ve terakki Cemiyeti ve kendilerinin topluma yol gösteren özel bir “sınıf” ol- içinde değişik kademelerde çalışan subay kadrolarını ken- duğunu düşünüyordu. Siyasete yönelik derin bir ilgi de di bağlamlarında tarihselleştirmek gereklidir. geliştiren subayların Goltz’un sadık talebeleri olmalarının Konuya diğer bir örnekle yaklaşacak olursak, Erik Jan bir diğer neticesi ise “toplumsal mürşid” vazifesi üstlenen Zürcher’in tüm Jön türk kuşağı için yapmaya çalıştığı tür- bu kimselerin, kendilerine her alanda liderlik rolü atfetme- de bir ortak payda bulma gayretinin söz konusu subay, leriydi. alfabe reformu yapmaya çalışan Enver Paşa, ant- bilhassa erkân-ı harb (kurmay) kadrosu için gerçekleştiril- ropolojiye dayalı tarih tezi geliştiren Mustafa Kemal gibi mesi, bize şüphesiz “tarih yapıcıları” merkezli yaklaşımdan Kâzım Karabekir de çocukların eğitiminden iktisat siyase- çok daha geniş ufuklar açacaktır. tine, spordan Kürt sorununun nasıl çözümleneceğine ula- şan bir yelpazedeki konularda yol gösterici olmasından Nasıl tarihselleştirelim? daha normal bir şey olmadığını düşünüyordu. Bu yazı, doğal olarak, Kâzım Karabekir’in de üyesi ol- Bu açıdan bakıldığında erken Cumhuriyet siyasetinin duğu, daha sonra Cumhuriyet’i kurarak ulus-devleti şekil- iktidar ve muhalefetini de bu subay kuşağının oluşturma- lendiren ikinci kuşak Jön türk subaylarının bu tür bir de- sı tesadüf eseri değildi. Bu kuşak içinde gerek radikalizm- ğerlendirmesini yapma amacını taşımamaktadır. ancak muhafazakârlık ekseninde, gerekse de kişisel çatışmalar Kâzım Karabekir’in geride bıraktığı şahsî evrak ve çalışma- nedeniyle ciddî gruplaşmalar meydana geldiği doğrudur. lar, onun mensubu olduğu subay » İki figür, iki tarih: Kâzım Karabekir ve Mustafa Buna karşılık büyük resmi gö- kuşağının pek çok özelliğini pay- Kemal İstiklal Savaşı yıllarında beraberken... rebilmek, erken Cumhuriyet laştığını ortaya koymaktadır. dönemini tarihselleştirmemiz Her şeyden önce bu kurmay konusunda bize daha fazla subay kuşağı üzerinde bir değer- yardımcı olacaktır. Bu, Kâzım lendirme yaparken, onun üyeleri- Karabekir ve söz konusu ku- nin olağanüstü koşullar nedeniyle » Kâzım Karabekir Vakfı arşivi şağın diğer üyeleri üzerine bi- osmanlı geleneksel yapısının izin yografik çalışmaların yapılma- vermeyeceği bir hızla karar verici sını anlamsız kılmaz; ama bu konumuna geldiklerini belirtmek konuda bir yaklaşım değişimi- gerekir. Paramiliter bir teşkilatlan- ne fazlasıyla ihtiyaç vardır. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 63
SAĞLAM BANKACILIK İşin doğrusu, bizim için her birikim önemlidir. Siz de Kuveyt Türk’e gelin, vadeli KATILMA HESABI ile sağlam kazanca katılın. Üstelik Kuveyt Türk’te şartsız koşulsuz, hesap işletim ücreti yok!
DAvreuşpaifTarreihi avrupa’da yamyamlığın karanlık tarihi » Yamyamlığın en A lman anatomist Gunther von aYŞE ErEN aşikar hali: 16. Hagens’in büyük ilgi uyandıran yüzyılda Litvanya “Body Worlds” başlıklı sergisi dern dönem tıp uygulamaları onu bal gibi de ve Moskova’daki esas olarak plastinasyon yön- haklı çıkarıyor. Reçel gibi mi desek yoksa? 17. yamyamlığın yüzyılın sonlarına doğru bir Fransız keşişi insan betimlendiği bu temiyle çürümez hale getirilen kanından şifalı bir reçel ve marmelat yapıyormuş resim, Avrupa’nın da ondan. “Kâseye koy, hızlıca karıştır, sonra in- kendi tarihine derisi yüzülmüş insan bedenle- cecik bir ipek bezden geçirerek süz...” Tarifin bir ilişkin acımasız bölümü böyle. Tamamını veremiyoruz, zira yü- bir tasvirdir. rini bütün halinde veya parça parça sergileyerek rek kaldıracak cinsten değil. anatomiye yabancı kimselere insan vücudunu 18. yüzyılın sonlarına kadar, modern tıbbın şahlanışından evvel insan kendi türünde arı- tanıtmayı amaçlıyordu. yordu şifayı. Ama bir dost olarak değil, bir kurt olarak… İnsan bedeni harika bir tedavi kaynağı, Sergilenen insan bedenlerinin, sahiplerinin insan kanı ise efsunlu bir ab-ı hayattı. Kemik, kan ve et dokuları, kimi zaman da iskelet üzerindeki rızası alınmadan kullanılmasının, özellikle Uzak bazı yosunsu oluşumlar başucundaki ecza dolabı vazifesi görüyordu. Doğu’dan kimsesiz, dilenci ve meczup kişilerin Peki sağlık bulmak yamyamlığa bir bahane bedenlerinden izinsiz istifade edilmesinin ne olabilir miydi? İnsanın türdeşinin etinden, ke- miğinden ve kanından faydalandığı bu geleneği, kadar etik olduğu konusunda süregelen bir tar- masum bir ambalaja sarıp “ceset tıbbı” olarak isimlendirdik. İşte yamyamlık geleneğinin beyaz tışma da olmasına rağmen bedenlerden istifade etme düşüncesi yeni bir şey değil. Yamyamlığa sağlık bahanesi İnsan insanın dostu mudur yoksa kurdu mu? İkincisini gündeme getiren Thomas Hobbes, öf- kemizi var gücüyle üzerine çekse de, erken mo- 66 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
avrupa’nın yamyamlığı bile bilimsel bir çerçevede sunulmakta, tarihteki kendi insanının et ve kanına bu denli ilgi duymuş bir kıta böylece temize çıkarılmaktadır. » www.opendemocracy.net önlük kuşanarak tıp âlemine süzülüşünden bir- kabilelerin”, “yarı çıplak dans eden karaderili kaç çarpıcı örnek... adamların” arasına düşmüş, kaynayan kocaman bir kazan içindeki beyaz adamın manzarası gelir. » İçimizle Epilepsiye sıcak kan, çürüklere mumya Hepimize eğer bir gün ıssız bir adaya düşersek, yüzleştiğimiz sergi: kumsalın hemen gerisindeki dev yapraklı tropi- Body Worlds sergisi 19. yüzyıl Danimarka’sında idam edilen kal bitkilerin arasından bizi avlamak ve yemek insan vücudunun mahkûmların altında, ellerinde bardaklarla bek- üzere siyah kafalar uzanabileceği öğretilmiştir. karmaşık yapısını leşiyordu halk. Tabii ki infazdan sonra aşağıya gösterirken, o muh- damlayacak sıcak kanı doldurmak için… Taze in- Özetle, eğer “medenî” dünyada değilseniz ve teşem makinayı da san kanının epilepsiye iyi geldiğine inanıyorlardı ormanda kaybolursanız karşınıza yamyamlar çı- bu bedenin sahiple- çünkü. Bu ürpertici inancın kökleri ise yaklaşık kar, ilkel borularından üfledikleri zafer tınıları rine tanıtmaktadır. 2,000 yıl öncesine dayanıyor: Meşhur Romalı ağaç dallarına sarılıp kıvrılan sarı renkli yılanla- Anatomist Dr. Gunt- doktor Celsus dönemine… Bu yıllarda hastalara rın tıslamalarına karışır ve ormanın derinlikle- her von Hagens yaralı gladyatörlerin vücutlarından alınan saf rinde 1,5 metre boyunda bir kazanda kaynayıp bu sergiyle kim kan veriliyordu. boynunda sivri taşlardan kolyeler taşıyan adam- olduğumuzun, nasıl lara çorba olursunuz. düşündüğümüzün, Ceset tıbbının malzeme listesinde sadece taze ne hissettiğimizin, kan yok elbette. “Mumya” ifadesine erken mo- Bu, işin karikatür kısmı. 2011 Kasım ayın- nasıl doğduğumuz, dern dönem gözlükleriyle baktığımızda, mumya- da GEO dergisi “Avrupa’da yamyamlık” üzerine yaşlandığımız ve lanmış bedenden elde edilen parçalar için kulla- bir dosya hazırladı ve aslında araştırmacıların öldüğümüzün öykü- nıldığını görürüz. Bu gelenekte mumya parçaları üzerine bir hayli zamandır eğildikleri bir konu- sünü ele almakta. doğrudan ilgili bölgeye sürülüyor veya içeceklere ya mercek tuttu: 17-19. yüzyıllarda Avrupa’da Serginin en önemli karıştırılıyor, böylece vücuttaki ezik ya da çürük- yamyamlığın gizli tarihiydi konu. Berlin, Pa- özelliği, sağlıklı ve ler tedaviye çalışılıyordu. Söylentilere göre Fran- ris gibi Avrupa’nın lokomotif şehirlerinde boy hastalıklı organlar sa kralı I. Francis (1449-1547), yanında ufak bir göstermiş ve 19. yüzyıla kadar devam etmiş bir arasındaki farkı mumya parçası taşır, kaza ya da olası tehlikelere yamyamlığın tarihi de diyebiliriz buna. Lakin ortaya koyarak, karşı güvenle geçirirmiş gününü. İngiliz filozof 14. ve 15. yüzyıllardan itibaren Afrika ve Güney toplumda bir farkın- ve yazar Francis Bacon (1561-1626) da mumyacı- Amerika’yı ziyaret eden eski dünyalı kâşiflerin, dalık oluşturması… lardan. Bir mumya parçasının yaralanma sırasın- gezginlerin anlattıkları bilinen öykülerden hayli » Gunther von da akan kanı durduran çok güçlü bir tesire sahip farklı bir tarihti bu. Hagens’ BODY olduğunu öne sürermiş. (Malum, Bacon adlı bu WORLDS, Institute ilginç zat modern bilimi başlattığı için sık sık Ölünün hayat iksiri for Plastination, He- kutsanır.) idelberg, Germany, Rönesans döneminde yaşamış İtalyan düşü- www.bodyworlds. Avrupa’da insan eti yemenin, savaşta ele geçen nürlerinden, babası da bir doktor olan Marsilio com rütbe sahibi bir düşmanın etiyle ziyafet çekme- Ficino (1433-1499), insan bedeninin yalnızca te- nin veya Romalılarda gladyatörlerin kanını içip davi edici bir ilaç değil, aynı zamanda bir hayat dinçleşmenin derin bir mazisi var. Ama bunlar iksiri olduğunu ileri sürmüştü. Mesela gencecik biraz da epik bir anlatımla uzak geçmişe işaret bir erkeğin kol damarından kanını emmek, bir ediyor ve istisna olarak algılanıyor. Mesela Arslan yaşlıya gençlik aşısı yapacak, yaşam enerjisini Yürekli Richard’ın epik hikâyelerine veya Marco enjekte edecektir. Bu inançla, yeni ölmüş genç Polo’nun seyahat notlarına düşülen uzak zaman- bedenler ihtiyarların ömrüne ömür katacak kut- lar, “Avrupa’da yamyamlık” başlığı açısından çok sal birer kurban görevi görüyordu. da anlamlı değil. Oysa işleyeceğimiz dönem, tam da Avrupalının, boyunduruk altına alınıp terbiye 1600’lerin sonlarında, İngiliz Dr. Toope’a ait edilmesi icap eden “insan yiyen vahşi öteki” kav- günlük kayıtlarında, West Kennet toplu meza- ramını inşa ettiği 'modern' yüzyıllardır. rından aldığı kemiklerden elde ettiği özel “soylu ilaç” ile birçok kişiyi tedavi ettiği yazılıdır. Dr. To- İnsan eti yemek ope “soylu ilacının” tarifini vermese de, aynı yıl Şubat ayında Kral II. Charles’ın ölüm döşeğinde “İnsan eti yemek”, “insan kanı içmek” ve çektiği acıları hafifletmek için kendisine yük- “yamyamlık” denildiğinde aklımıza hep “ilkel sek dozda kafatası tozu verildiğini biliyoruz. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 67
Avrupa Tarihi » National Portrait Gallery, London: NPG D1306 Innocent’e ölüm döşeğinde iken şifa bulsun diye kurban olarak 3 genç çocuğun kanının akıtılarak » Kralın kutsal kanı. İngiltere Kralı I. Charles'in başının kesilmesini tasvir eden bir içirildiği, bu çocukların derhal, Papa’nın ise kısa Alman resmi. bir müddet sonra öldüğü biliniyor. Howard H. Haggard da, 1929’da kaleme aldığı Vücut yağları da şifa umuduydu eserinde II. Charles’ın doktorlarının özel bir pan- zehir, inci şurubu ve amonyağın hepsini birden Kanda şifa vardır da yağda olmaz mı? Yağlar ölmek üzere olan kralın boğazına boca ettikleri- vücuttan dikkatlice ayrılarak onlardan romatiz- ni yazar. İmparatorun onlara karşı koyacak gücü mal hastalıklara iyi geldiği düşünülen merhemler yoktur nasıl olsa. İşte Sir Walter Raleigh’in hazır- yapılıyordu. İnsan bedeninin tedavilerde kullanı- ladığı bu panzehir, kafatası tozu içeren meşhur lacak diğer bölümleri ise genellikle küçük parça- “soylu ilac”ın ta kendisidir. lara ayrılıp şaraba veya alkole yatırılarak ilaç gibi tüketiliyordu. Peki bu tedavi için kullanılacak 16. yüzyılda yaşamış ünlü doktor ve kimya- cesetler nereden temin ediliyordu? Tabii ki kim- gerlerden, aynı zamanda tıbbî reformist olarak sesizlerden, garibanlardan, asılanlardan. Bir de bilinen Paracelsus, taze cesetleri çok değerli Anna Bergmann’ın işaret ettiğine göre bu tarz bir bulanlardan biriydi. Nitekim meslektaşlarının talep için pek çok genç cesedi bir anda bulabilece- cesetlere ilgisizliğini, “Hekimler bu kaynağın ğiniz cephelerden. Dolayısıyla genç erkeklerden kıymetini bilselerdi, kimsenin cesedi darağacın- ilaç yapımında iideal “hammadde” olarak istifade da 3 günden fazla kalmazdı” diye eleştirmiştir. edilmekteydi. Neredeyse sektörleşen bu uygula- Onun takipçilerinden Alman kimyager Johann manın idam mahkûmları veya cepheler üzerinde Schroeder ise ölü bedenin nasıl hayat iksiri hali- yoğunlaşmış olmasının yalnız “beden arzının” ne getirileceği konusunda şu tavsiyede bulunur: kolaylığıyla ilgisi yok. Bir başka sebep, bu genç be- “Hastalıktan değil, cinayetten ölmüş, esmer 24 denlerin hastalık geçirmeden ölmüş bulunmaları. yaş civarındaki bir kişinin kadavrası, bir gece ay ışığında bekletilmelidir. Böylece kokusuz, tüt- Hal böyleyken, GEO dergisinin ortaya attığı sülenmiş et halini alır.” Neden esmer? Çünkü o soru çok anlamlı: İnsanları mezarlarından çıka- dönemde bu kişilerin kanının daha sağlıklı oldu- ran, kanını boşaltan, etlerini ayıklayan bir pra- ğuna inanılırdı. Kurbanın hastalıktan değil, cina- tiği yamyamlık olarak kabul etmeyecek miyiz? yetten ölmesi de vücudunda herhangi bir mara- Tarihçilerin bakış açısına göre “yamyamlık çeşit- zın olmadığına işaretti. leri” olarak isimlendirilebilecek 3 temel kategori var. Tıbbî yamyamlık da bunlardan biri… Diğeri, Tıbbî yamyamlığın izlerini Avrupa’da 17. ve “vahşi kabilelerin” bir ritüel olarak insan avlama- 18. yüzyıllarda yazılmış ecza reçetelerinde bul- sı. Üçüncüsü ise ilahi dinlerde bile açlıktan ölme- mak mümkün. Vücutta neyin nasıl işleme ko- mek için ölünün etinin yenmesine izin verilmesi. nulacağı, kanın hangi yolla vücuttan çekileceği Ne hikmetse bu yamyamlık tiplerinden sadece reçetelerde ayrıntılı olarak tarif ediliyor. Ayrıca ritüel olanı kategorik ırkçı anlatımıyla ve belli bir henüz can çekişenlerden kan alındığına da rast- coğrafyaya hapsedilmiş olarak karşımıza çıkıyor. lamak mümkün. Mesela 15. yüzyılda Papa VIII. bilimsel yamyamlık Burada amacımız “Avrupalılar da yamyamdı ama…” diye tarih üzerinden zamanını şaşırmış bir analiz yapmak değil. Yine elbette etrafta bir sürü av hayvanı ve bitki varken insan avlayıp yiyen ve bunu festivalle kutlayanlarla, çok çetin şartlarla mücadele ederken ancak yamyamlıkla hayatta kalabilmiş olanlar arasında da (Alive fil- mini hatırlayalım!) bir ayırım yapmak icap eder. Avrupa’da da uzun süren savaşlar, hastalıklar, veba ve kıtlıklar sebebiyle bu zorlu imtihana de- falarca düşülmüştür. Mamafih uzun yıllar devam eden bir pratik olarak sıhhî sebeplerle insan eti yenmesinin yamyamlık literatüründe ve görsel 68 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
» GEO, Kasım 2011. » Nasıl da iştahlı!: Açlıktan kaynaklanan yamyamlığın kurgulandığı bu resimde, beyaz yamyamlar, idam edilmiş İspanyol askerle- rin bedenlerini iştahla yiyorlar. » Gündelik yamyamlık: “yüksek ideallerden” mülhem Avrupa düşüncesi- » Yamyamlığın Hans Staden’in kaleminden ne yamyamlığı yakıştırmak, üstelik bu düşünceye kitabını okumak Brezilya’nın yerli halkı Tupi- Hıristiyan teolojisinde kan ve ruh üzerinden bir ister misiniz? nambaların günlük yaşamı. yer açmak olur şey değil. Zira Avrupalının ötekini Dr. Richard Staden’in Hans Staden's “vahşi-barbar-insan eti yiyen” olarak kurguladı- Sugg, Durham True History: An Account of ğı yüzyıllar için “yamyamın” her zaman hayatta Üniversitesi’nde Cannibal Captivity in Brazil kalmaya çalışan insan olmadığını söylemek pek öğretim üyesi ve adlı kitabı Avrupa’daki kolay değil. modern Avrupa yamyamlık hakkında detaylı saraylarında baş bilgi vermektedir. Özetle, yamyamlık mutlak olarak Avrupa coğ- gösteren 'tıbbi yam- rafyası dışında varolan bir şey gibi gösterilmekte- yamlık' hakkında bilgisinde yer almaması yahut birini “vahşi” diye dir. Kendi türünü yiyenler elbette ilkel, medeni- yayınlanmış en kodlarken, kendi yaptığını “tıbbî” bir uygulama yetsiz vahşilerden başkaları olamazlardı. Medenî kapsamlı eser olan olduğunun söyleyerek hafife almak, bizi “Yam- (yani insanların beyaz melon şapkalar taktığı ve 2011 basımı Mum- yamlık nedir?” sorusunu tekrar düşünmeye davet filtre kahve içtiği) toplumlarda kendi türünü ye- mies, Cannibals ediyor. mek, tüyler ürperten, kabul edilemez bir şeydir. and Vampires'ın Bu bağlamda Avrupa’da yamyamlık anlatılacaksa yazarıdır. Kitap Muhtemeldir ki, mezkûr kabile üyeleri burada- bile başka bir kategori açılarak 'tıbbî yamyamlık' dünyanın en ciddi ki tıbbî pratikleri görselerdi (kafa derisini yüzme, kılıfı giydirilmelidir. yayınevlerinden etlerini ayıklama, kurutma, toz yapıp krala içir- Routledge tarafın- me gibi) bunun da bir çeşit ayin olduğunu düşün- Velhasıl Avrupa’nın yamyamlığı bile bilimsel dan yayınlanmış ve mekte tereddüt etmeyeceklerdi. Lakin Avrupa’nın bir çerçevede sunulmakta, tarihte kendi insanı- ateşli tartışmalara çok yakın geçmişinde yaşanan bu pratikler ırkî ve nın et ve kanına bu denli ilgi duymuş bu kıta böy- yol açmıştır. coğrafî bir itibarsızlaşmaya maruz bırakılmıyor. lece temize çıkarılmaktadır. Her zaman olduğu Kitlelerce içselleştirilmiyor ya da “alay edilmiyor”. gibi bütün iyilikler Avrupa’ya, bütün kötülükler Aydınlanma ve Rönesans gibi “altın çağlardan”, onun dışındaki dünyaya. İnsan insanın sadece canını değil, etini de yer, bunu biliyorduk. Ama bu durum, geçtiğimiz yüz- yıla dek sağlık ve uzun ömür adına bir yamyamlık formu olarak süregelişi, tarihin kıyılarına vurma- mıştı. Tıp etiğini, insan haklarını ve daha pek çok disiplini yakından ilgilendiren bu konu, eline has- sas bir terazi alıp yola koyulacak cesur tarihçileri bekliyor. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 69
Hoş Sedâ » Halife'nin orkestrası: Fotoğrafta görünen ve Sultan'a bağlı bir kurum Lütfü Tınç Arşivi olan Muzika-i Hümâyûn, saltanatın kaldırılması üzerine Makam-ı Hilâfet Muzikası adını almış ve Halife Abdülmecid Efendi'ye bağlanmıştır. KONSERVATUARDA TÜRK MÜZİĞİ HÂLÂ YASAK Yakın tarihimizde iki aşamalı bir müzik değişikliğiyle karşı karşıya kalınmıştır. İkisinin de hede aynıdır: Muasırlaşmak, Avrupalılaşmak, Batılılaşmak. Ancak başlıca fark, ilkinde toplumda köklü bir geçmişe sahip makam mûsikîsini muhafaza edip gelişmesi için kısıtlı da olsa iyileştirici düzenlemeler yapılırken, ikincisinde Türk makam mûsikîsinin, Osmanlıcılığın, gericiliğin, gayrı millîliğin gerekçesi sayılarak ortadan kaldırılmaya, unutturulmaya uğraşılmasıdır. 70 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Ülkemizde “Müzik Devrimi” etiketiyle gerçekleştirilen uygulamalar ve alınan sonuçlar hiç de özlenen düzeyde değildir. rÛHÎ aYaNGİl G öktürk alfabesinden Uygur ya- uğraşılmasıdır. zısına, Arap alfabesinden La- tin harflerine, Şamanizm’den Gerçi Atatürk devrimleri arasında yasayla Maniheizm’e, Yahudilik ve İslâm’a varıncaya değin tarihte düzenlenmiş bir “Müzik Devrimi”, kavram ve tanım olarak bulunmaz. Ancak yeni rejimin müzik alanındaki tasarrufları hep “devrim” Türkler kadar yazı ve din değiş- olarak anılagelmiştir. Bu devrimin ayırıcı vasfı, tirmiş bir başka ulus bulunabilir mi? Doğrusu makam temelli Türk mûsikîsi eğitim ve uygula- merak konusu! Bu köklü değişikliklere bir de masının topyekûn kaldırılıp yerine her alanda son 200 yıllık süreçte “müzik değişikliği” ilâve Batı mûsikîsinin ikame edilmesini sağlamak olunduğunda köktenci açılımlara oldukça yat- olmuştur. Bir karşıt kültür öğesi olarak Batı kın bir toplum olduğumuz kanısına varılabilir. mûsikîsinin topluma benimsetilmesinde devlet, Müzik alanında toplumun muhatap olduğu Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren bütün bi- ilk köklü değişim, II. Mahmud’un 1826’da Ye- rimleriyle canla başla çalışmıştır. Bu üstyapısalcı niçeri ordusunu imha ve Mehterhâne’yi ilga- devrim (toplum mühendisliği) hareketini başarı- sından sonra yerine kurulan Avrupaî ordu ve ya ulaştırma girişimlerinden » İlk konservatuarımızın ona bağlı müzik birimi Muzika-i Hümâyûn’a başlıcası, 1926 Ağustos’unda ’amblemi’ Konservatuar dek uzanır. II. Mahmud’un, Muzika-i Hümâyûn zamanın tek resmî konser- anlamına gelen Dârülelhân, 1917’de mensuplarına eğitim vermek üzere getirttiği vatuarı olan Dârülelhân’daki kurulmuş ve Osmanlı Devleti’nin Donizetti Paşa’nın Avrupa nota yazısını muzi- Türk mûsikîsi tedrisatına son ilk resmî müzik okulu olarak resmen kacılara öğretmesi ve Batı çalgılarından oluşan vermek olmuştur. İşin ilginç rûhî ayangil arşivi kapatıldığı 1927’ye yanı, aradan 86 yıl geçmiş kadar 10 yıl hizmet orkestranın resmî törenlerde yer almasıyla baş- vermiştir. layan süreç günümüze kadar devam etmiştir. olmasına karşın Dârülelhân’ın devamı olan İs- Şöyle ki, Muzika-i Hümâyûn’a bağlı birimlerden tanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda başlıcası olan “Hilâfetpenâhî Filarmoni Orkest- “Türk müziğinin eğitimi yasağı” halen sürmek- rası”, İstanbul’dan Ankara’ya nakledilerek, önce tedir. Bu dahi müzik devriminin ne denli etkili Riyâset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası, sonra da ve uzun erimli sonuçları olduğunu idrâke kâfî, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası adları al- “çağdaş, güncel bir örnek”tir. tında varlık ve etkinliğini sürdürmüştür. Şark mûsikîsine hasta teşhisi Böylece yakın tarihimizde iki aşamalı bir Müzik devrimi, fikrî temelini Ziya Gökalp’te bulur. Üstadın ne dediğine kulak verelim: “Şark müzik değişikliğiyle karşı karşıya kalınmıştır. mûsikîsi hem hasta, hem gayr-ı millîdir. Halk mûsikîsi harsımızın (kültürümüzün), Garp İkisinin de hedefi aynıdır: Muasırlaşmak, Av- mûsikîsi de medeniyetimizin mûsikîleridir. Halk mûsikîmiz bize birçok melodiler vermiş- rupalılaşmak, Batılılaşmak. Ancak başlıca fark, tir. Bunları toplar ve Garp mûsikîsi usûlünce armonize edersek hem millî, hem de Avrupâî ilkinde toplumda köklü bir geçmişe sahip ma- bir mûsikîye sahip oluruz. İşte Türkçülüğün kam mûsikîsini muhafaza edip gelişmesi için kı- sıtlı da olsa iyileştirici düzenlemeler yapılırken, ikincisinde Türk makam mûsikîsinin, Osman- lıcılığın, gericiliğin, gayrı millîliğin gerekçesi sayılarak ortadan kaldırılmaya, unutturulmaya 2012 NİSAN / DERİN TARİH 71
Hoş Sedâ lütfi Tınç arşivi » Padişaha özel marş: II. Mahmud döneminden itibaren her padişahın cülusunda yeni bir marş bestelenir ve bu, saltanatı müddetince imparatorluğun resmÎ marşı sayılırdı. mûsikî sahasındaki programı bundan ibarettir.” ki, bu, radyodaki ilk yasak değildi. Atatürk 1930’da bir Alman gazeteciye “Bunlar Daha 1928’de İstanbul Radyosu canlı yayı- (Türk mûsikîsi) hep Bizans’tan kalma şeylerdir. nında bazı sesler ve öksürükler duyulur. Bunun Bizim hakikî mûsikîmiz Anadolu halkında işiti- üzerine Gazi’nin “bir süre” ince saz heyetinin lebilir” sözleriyle Gökalp’in fikirlerine sıkı sıkı- lağv edilmesini iradeyle radyoda yalnızca halk ya bağlılık sergiliyordu. Nitekim 1 Kasım 1934 türkülerinin çalınmasına müsaade ettiğini Hafız tarihli Meclis’i açış nutkunda Müzik Devrimi’nin Yaşar anılarında kaydeder. Yasak devam ederken birinci elden hedeflerini şöyle göstermişti: bir gece Dolmabahçe Sarayı’nda Yunus Nadi’nin “Paşam, alaturka şarkılardan, türkülerden bizi “Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde ulus mahrum etmesinler. Zevkimize, duygularımıza gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi müdahale edilmesinden inciniyoruz” sözleri- bilirim. Ancak bunda en çabuk, en önde götü- ne karşılık Gazi’nin “Ben de hoşlanmıyorum, rülmesi gerekli olan Türk mûsikîsidir (alkışlar). fakat inkılâb yapan bir nesil, mahrumiyet ve Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, mûsikîde fedakârlıklara katlanmak mecburiyetindedir. değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün Ancak millî türkülerimize kıymet verilmelidir” dinletilmeye çalışılan mûsikî yüz ağartacak de- cevabı düşündürücüdür. ğerde olmaktan uzaktır. Bunu bilmeliyiz (okay sesleri, alkışlar). Ulusal ince duyguları, düşünce- Kurduğu cumhuriyeti, Osmanlılığı hatırlatan leri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce bütün sembol ve unsurlardan arındırmayı ilke genel mûsikî kurallarına göre işlemek gerekir. edinmiş olan Atatürk’te mûsikî meselesi, hayatı- Ancak bu güzeyde (sayede) Türk ulusal mûsikîsi nın sonuna değin detaylarıyla bizzat ilgilendiği yükselebilir, evrensel mûsikîde yerini alabilir. başlıca gündem maddesidir. Akşam sofraların- Kültür İşleri Bakanlığı’nın buna değerince özen da Safiye Ayla’lar, Münir Nureddin’ler, Hâfız vermesini, kamunun da bunda ona yardımcı ol- Yaşar’lar, Selahaddin Pınar’ların icra ettiği “hasta masını dilerim.” ve gayrı millî” Şark mûsikîsi eserleriyle zevkyâb olan Halâskâr Gâzî’nin “sevdiği şarkılar”dan Hemen ertesi gün İçişleri Bakanlığı, 6 Eylül oluşan repertuar, nedense 10 Kasım’ların anma 1936’ya kadar sürecek olan radyolarda Türk programlarının vazgeçilmezleri arasındadır. mûsikîsi çalınma yasağını başlatacaktır. Ne var 72 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
» Türkiye’de bir Alman müzisyen: » Saray'ın mirası: 100 yıllık bir geçmişi olan Alman müzik teorisyeni ve icracısı saray orkestra ve bandosu Muzika-i Hümâyûn, Paul Hindemith, Atatürk’ün özel Atatürk'ün emri ile Riyâset-i Filarmoni Orkestrası daveti üzerine Ankara’ya gelmişti. adını almıştır. www.instantencore.com Lütfü Tınç Arşivi Oysa ki o, bu repertuarı, 1928’deki Sarayburnu sonuç”tur ve köklerinden kopuk bir sanat sosye- söylevinde “Benim Türk hissiyatım üzerinde ar- tesi oluşmasına hizmet etmiştir. tık bu mûsikî, Türk’ün münkeşif ruh ve hissini tatmine kâfî gelmez” sözleriyle nisyân çukuruna Sovyet sistemi altındaki Ermenistan, Gürcis- itelemeyi hedef olarak belirlemişti. Nitekim çok tan ve Azerbaycan mûsikîlerinin millî temelleri sevdiği söylenen Tanbûrî Faize Hanım’ın “Bâde-i üzerinde yükseltilerek, nasıl çağdaş ve çok daha vuslat içilsin kâse-i fağfûrdan” Şedarâban şarkısı etkili evrensel sonuçlara ulaştıkları göz önüne ile Çankaya’ya çağırdığı Adnan Saygun’un piya- alındığında, ülkemizde “Müzik Devrimi” eti- no eşlikli “lied”ini şu sözlerle karşılaştırıyor ve ketiyle gerçekleştirilen uygulamalar ve alınan mûsikî inkılâbını formüle ediyordu: sonuçların hiç de özlenen düzeyde olmadığı gö- rülür. Bunun başlıca nedeni, bu süreçte ulusal Yeni sosyete, yeni sanat! müziğimizin modernleştirilmesinden ziyade, Batı müziği kültürüne hizmet anlayışının ön “Efendiler! O sözler Osmanlıcadır ve onun planda tutulması ve Batı Müziği Konservatuarı- mûsikîsi Osmanlı mûsikîsidir. Bu sözler Türkçe- Türk Müziği Konservatuarı adları ile farklı yapı- dir ve bu mûsikî Türk mûsikîsidir. Yeni sosyete, lanmaların, kültürel karşıtlık ve çekişmelerin yeni sanat!” bugün dahi sürmesine yardımcı olmalarıdır. Bu olumsuzluk, mevcut ikilemin sona erdirileceği Yeni sosyetenin yeni sanatını okullaştırma “tek çatı altında millî konservatuar” kararlılığı görevi, 1935’te Alman besteci Paul Hindemith’e ile çözülecek ve millî mûsikî devrimi, 78 yıl ara- havale edilirse de, Hindemith Ankara’da “ulusal dan sonra asıl bu şekilde gerçekleşecektir. ince duyuşları” pek de kaale almayan Batı Müzi- ği Konservatuarı’nı kurar. Ne gariptir ki, makam Rûhî Ayangil müziği de, “millî mûsikîmiz” olan halk müziği Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım de eğitim programlarında yer almaz. Ulusalcı Fakültesi’nden emekli akademisyen, bestekar ve icracı. ve anti-emperyalist Kurtuluş Savaşı’nın ruhuyla uyuşmayan bir karşı kültür ikamesi ile gerçek- leştirilen bu kurumsal oluşum, kültür emper- yalizmi şemsiyesi altında yürüyen “ironik bir 2012 NİSAN / DERİN TARİH 73
İz Bırakanlar O olmasaydı yakın tarihimizin en kıymetli tablolarından mahrum kalacaktık. İbnülemin Osmanlı ile cumhuriyet arasındaki ışıklı köprüyü tek başına omuzlayan bir devdir. o yalnız kendisine benzedi İ bnülemin Mahmut Kemal İnal’ın » F. M. Şeker arşivi hayatı neredeyse yakın tarihimizin bütün bir tarafıdır. O, eş-Şakâyık ve faTİH M. ŞEKEr Keşfü’z-Zünûn’la zirveyi gören bir geleneğin belki de son temsilcisidir. mişin yeniden inşa edilmesi gerektiği üzerinde ısrar eder, bunun malzemelerini ortaya koyarak Öncelikle Taşköprîzâde ve Kâtip Çe- metodunu verir. Henüz kendi şartlarını arayan, hareketli ve meselelerle dolu bir zamanda zaaf lebi gibi mütefekkir yönü öne çıkan hanesine kaydedilen şeylerden nasıl kuvvet dev- şirilebileceğini ortaya koyar. Yaranın tam neşte- bir biyografi yazarıdır. Şerh (bir kitabın ibaresini re muhtaç olduğu yerlerine dokunur. “İnsanla- rın kendi zamanlarına benzedikleri”, hükmünü kelime kelime açıp izah ederek yazılan kitap) ve her daim yürüten bir realite olsa da, her şeyi yutan devrin içinde devre yabancı kalabilecek zeyl (altına devam etme, ilave suretiyle yazma) meziyetler sergiler. Geçmişi devam ettirmenin sırrını bilir, maziden uzaklaşmadan muasırlaş- geleneğini aktüelleştirerek maziye can verir. manın imkânlarını arar. Geçmişi, kaleme aldığı biyografiler üzerinden O, siyasî olarak Reşid Paşa (Âli ve Fuad Paşa- lar) mektebine, fikrî olarak da Cevdet Paşa’ya inşa eder. bağlıdır. Birincisi Avrupa’daki mevcut dengeleri gözeterek bir çıkış yolu ararken, ikincisi de yerel Eserleri şahsî hatırat tadı taşısa da o bunları değerleri muktedir bir modernleşmeyi hedefler. sadece kendisine ait bir hikâye olmaktan çıka- II. Abdülhamid Han’a muhalefet edenlere, muhalif bir tavır alır. Ulu Hakan’a tarihi ve fel- rır, bütün bir devrin akıbeti hüviyetine bürün- sefi sebeplerden dolayı bağlı olduğunu vurgula- makla beraber, İttihatçı sıfatını alacak derecede dürür. Batı’nın askerî ve siyasî çerçevede ulaştığı sert tenkitler de yöneltir. Sultan’ın evhamını devletin geleceği endişesi ile kayıtlandırır ve bu aşamanın, geleneksel kıymetlere sahip çıkmada bir katalizör işlevi görebileceğine inanır, haliyle kaynakların kuruduğuna inanmaz. Osmanlı’nın güç ve kuvvetini aşan düzenini, bağlı olduğu değer sistemiyle kuşatmaya çalışır. Döngüsel bir tarih anlayışına, dolayısıyla da İbn Haldun’a bağlı kalarak, ilerlemeci anlayıştan sıyrılır; geç- 74 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
yaklaşımıyla aldığı devlet terbiyesini teslim eder. ”yoklar. Hayatın alafranga bir istikamet aldığı Klasik medrese geleneğini sürdüren âlimlerden zamanda yitip giden kıymetlere can vermenin Osmanlı’yı besleyen klasikleri okur, eski usulde çarelerini arar, çektiği ıstıraptan umut yaratır. eğitimini sürdürür, dinleyici sıfatıyla Mekteb-i Bütün bunlardan daha önemli olan husus şu- Hukuk’a devam eder ve cami derslerine katıla- dur: Mağrur bir tavırla o dönemin siyasetine bü- rak dinî ilimler tahsil eder. Zaman ve mekan ka- tün kalbi ve kafasıyla muhalif bir tavır sergiler. yıtlarından sıyrılarak idrak etmekte olduğu her Cumhuriyet’in tasfiye ettiği kıymetleri en mü- anı bir ders hüviyetine sokar. Kadim dünyamıza him mesele haline getirir, eserleri ile diriltir; da- hayat veren kaynakları birinci derecede anlaya- hası, hesaplaştığı devri idare edenler tarafından bilecek bir meziyet sergiler. Kütüphanesinin de basılmalarını sağlar. şehadet edeceği üzere klasik kaynakları baştan sona devirir. Bir başka ifadeyle hayatını idrak ettiği döne- Tekkelere devam eder, Nâlân-ı Hâlidî mahlasını me sistemin içinde kalarak istikamet tayin eder. alır. “Kal” dilini “hal” diline tercüme eder. Zarfı Hasan Ali Yücel’in nazarında sınırsız bir itibara mazrufuna (dışı,içine) uygun bir adam olmaya sahip olmasının sırrı da budur. Böylece Cum- özel bir önem verir. Tasavvufu idealize ederken huriyet idaresi bir Mevlevi olan Hasan Ali’nin mevcut manzarayı eleştirir. Fikrî şahsiyetinin şahsında adeta Yahya Kemal’in “bir irtidâd en harcında tasavvuf önemli bir yer tuttuğu için müthiş mağlubiyetten bin kat fazla düşürür” çıkışı siyasî, fikrî ve amelî çerçevede orada arar. sözünü tazeleyerek Osmanlı’nın mirasına sahip Bir düşünür olarak dünyası hayli geniş ve derin olan İbnülemin, Dârü’l-kemâl diye isimlendiri- Hezar gıpta o devr-i kadim efendisine len konağını bir ilim çevresi haline getirir. Devri yönlendiren insanları tanır, onlarla ahbap olur. Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine Sadrazamları Yusuf Kâmil Paşa’nın himayesinde ” geçen bir hayat, onu devletin en mahrem sırları- —yahya Kemal na vakıf olacağı bir aşamaya taşır. Bürokrasinin çeşitli kademelerinde çalışır, sadrazamların ve çıkar, yöneldiği güzergâhı gözden geçirir, Türk nazırların danışmanı olur. 33 yıl bilfiil Bâbıâli’de düşüncesinin bu son üstadını hakikaten mane- çalıştığı için devletin kuvvet ve zaaflarının neler olduğunu çok iyi bilir. Dönemle ilgili bir mese- vi bir ufuk haline getirir. Bu bakımdan bir geçiş leyi ele aldığı zaman artık o konu kapanır ve bir daha ele alınmasına lüzum kalmayacak derece- dönemi mütefekkiri olarak görülmesi gereken de kuvvetle verdiği hükümlerin hiçbiri kolayca yerinden oynatılamaz. İbnülemin’in kaleme aldıkları, çağdaş Türk dü- Asrımızın tarihini yazan bu adam, geçmişle şünce tarihinde adeta bir hadisedir. gelecek arasında köprü kurmanın imkânlarını Bütün bunların neticesinde tecelli etmesi ge- reken hüküm şudur: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden devir O okunmadan kuşatılamaz. MazİYE CaN VErEN bİlGE hayatına 1889’da başlar. 1922’de Divân-ı Hümâyun Sadâret’e bağlı muhtelif Beylikçiliği’ne yükselir. Buhara menşeli, Mevlevî- Hocaları arasında Mehmed kalemlerde kâtip ve 1921’de Takvim-i vekâyi » F. M. Şeker arşivi Nakşî bir babanın çocuğu akif’in babası fatih başkâtip olarak çalışır. gazetesini yönetir. 1923’de olan İbnülemin Mahmud müderrislerinden İpekli 1908’de eyâlât-ı Mümtâze Tarih-i Osmani encümeni Kemâl , 17 Kasım 1871’de Mehmed Tâhir efendi ilk kalemi müdürü olur, üyeliğine seçilir. 1924-27 İstanbul’da doğar. İlk sırada yer alır. fransızcayı 1909’da II. abdülhamid’in yıllarında vesâik-i Târihiye ve orta tahsilinden leon efendi’den, farsçayı hal’inden sonra yıldız Tasnif Heyeti başkanlığı sonra Mekteb-i fünûn-ı Trabzonlu Hoca Hüsnü Sarayı’ndaki resmî evrak yapar. emekliliğinde Mülkiye’de okur. ancak efendi’den öğrenir. Hasan ve jurnallarin tetkik ve Kütüphaneler Tasnif “arıza-i vücûdiyyesi” Tahsin efendi’den sülüs tasfiye işini üstlenir. 1914’te İşleri İlmî Müşaviri olur. diploma almasını engeller. ve nesih meşkeder, kurduğu evkâf-ı İslâmiye 27 Mayıs 1957’de vefat Bu sebeple eski usulde icazet alır. Bâbıâli’de 33 Müzesi’ ne 1927-35 yılları edince Merkez efendi eğitimini sürdürür. sene süren memuriyet arasında müdürlük yapar. Kabristanı’na defnedilir. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 75
Sıfır Noktası » “Kazıcılar” lakabını alan Avustralyalı askerler. Çanakkale’de siperlerinde. Çanakkale’nin kıyamet günü 25 nisan 1915 gelibolu yarımadası Çıkarmaları 76 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Binbaşı Mahmud Sabri Bey’in askerlerinin o gün ve ertesi gün donanma destekli Britanya İmparatorluğu’nun üstün nitelikli bir tümenine karşı gerçekleştirdikleri destansı mücadeleyi tam anlamıyla anlatmak imkânsız. Ç anakkale Savaşı denilince akla 18 TuNCaY YılMazEr Mart 1915’in gelmesi kaçınılmaz. Gerçekten de o gün, Çanakkale [email protected] Boğazı’nı donanmayla geçme planı, topçularımız ve mayıncı- 29. Tümenin çıkarma yapacağı bölgeyi sadece bir Osmanlı taburu tutuyordu. Binbaşı Mahmud larımızın büyük fedakarlıklarıy- Sabri Bey’in askerlerinin o gün ve ertesi gün do- nanma destekli Britanya İmparatorluğu’nun üs- la bizim için muhteşem bir zafere, İtilaf güçleri tün nitelikli bir tümenine karşı gerçekleştirdikle- ri destansı mücadeleyi tam anlamıyla anlatmak için ise beklemedikleri bir yenilgiye tanık olmuş- imkânsız. Mahmud Sabri Bey’in az sayıda kuvve- ti, özellikle V ve W plajlarına çıkan 29. Tümen tu. Çanakkale’nin denizden geçilemeyeceğini birliklerini ağır kayba uğrattı. Hatta V plajına yanaşan, Modern Truva Atı olarak nitelendirilen anlayan Britanya Hükümeti şimdi onu karadan River Clyde adlı eski bir kömür gemisindeki 2 bine yakın asker, yoğun ateş nedeniyle uzun süre geçmeye karar vermiştir. Bu karar, Çanakkale Sa- karaya çıkamadı. Çanakkale dosyasının tüm görselleri Timaş Yayınları’nın izniyle E. J Erickson, Dünya Savaşı Tarihi, c.1’den alınmıştır. vaşlarını bizi yeni bir 18 Mart zaferine götürecek İngilizlerin kaçırdığı büyük fırsat ama bu, kıyameti andıran bir çarpışmanın ardın- General Hamilton’un en umutlu olduğu harekât, Y plajı çıkarmasıydı. Yaklaşık 2,000 ki- dan gelen oldukça kanlı bir zafer olacaktır. şilik bir kuvvet, sabahın ilk ışıklarıyla Türk tara- fının hiç beklemediği bir yere çıktı. Tarihçi Tim Neden kara harekâtı? Travers, keşif kollarının Kirte’ye (şimdiki Alçıtepe » Anzak ismi köyü) bile girdiklerini iddia eder. Sadece Y plajı- nereden geliyor? 27 Mart 1915’te toplanan Britanya İmparator- na çıkan kuvvetler yarımadanın güneyindeki Os- Avustralya ve luğu Harp Konseyi, Gelibolu Yarımadası’na kara manlı birliklerinin iki katıydı. Bu bile İngilizlerin Yeni Zelanda harekâtı düzenleme kararı alır. Oluşturulacak ne kadar büyük bir fırsat kaçırdığını gösterir. Y Kolordusu’nun kara gücüne Akdeniz Seferi Kuvvetleri Komutanı plajına çıkanların oyalanmalarının cezası ağır Gelibolu’ya sıfatıyla General Hamilton komuta edecektir. oldu. Geriden gelen takviye birliklerle çatışmaya gelmeden önce tutuştular. 26 Nisan sabahı donanmaya tahliye ilk toplandıkları Şubat 1915’te Osmanlı birliklerinin Kanal mesajları yağıyordu. İngiliz resmi tarihinin tanı- yer, Mısır’daki Harekâtı’ndaki başarısızlığı, Mısır’daki İngiliz mıyla Y plajı çıkarması “İnce düşünüldü, müsait kamplardı. garnizonundan 50 bine yakın asker çekilebilme- şekilde başladı, tereddütle sevk ve idare edildi, Karargâhta görevli sine imkân sağlamıştır. İngiltere’den gelecek 29. zelilâne bir şekilde nihayete erdi.” iki Avustralyalı Tümen, İskenderiye’de birkaç aydır zaten eğitim- çavuş Little de olan Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinden General Birdwood yönetimindeki Anzak ve Millington, oluşan kolordu ve Port Said’daki Kraliyet Deniz Kolordusu’nun çıkarma bölgesi, Kabatepe ile Ba- evrak kaydında Tümeni bu kuvvetin ana unsurlarıydı. Fransa lıkçı Damları arası olarak belirtilmişti ve yaklaşık kullanılan ve harekâta, sömürge askerlerinin çoğunlukta oldu- 1,5 kilometre uzunluğunda bir sahili kapsıyordu. üzerinde A.N.Z.A.C. ğu bir tümenle katılacağını bildirmişti. Böylelikle Çıkarma için seçilen bölgede ise sadece Yarbay (Australian and Akdeniz Seferi Kuvveti 75 bine yakın asker, 84 Şefik Bey komutasındaki 27. Alayın 2. Tabur bir- New Zealand gemi, 16.481 hayvan ve 3104 arabası olan güçlü likleri bulunmaktaydı. Army Corps) bir ordu haline gelmişti. harfleri bulunan Anzak çıkarması, saat 4.45’te 3. Tugaya bağlı bir lastik damga 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı, Gelibolu’da- ilk örtme kuvvetinin karaya çıkmasıyla başladı. yaptırmışlardı. ki Osmanlı 5. Ordu karargâhına, Bolayır’dan 12 istimbot tarafından çekilen çıkarma ka- İngiliz subayı Seddülbahir’e kadar birçok yerde müttefik çıkar- Teğmen White, masının başladığı şeklinde raporlar yağmaya baş- bunu kolordu lamıştı. Ancak asıl çıkarma yerlerinin, Liman von için bir kod isim Sanders’in ilk planda beklemediği yerler olduğu olarak önerdi. saatler içerisinde ortaya çıkacaktır. Şubat 1915’te artık tüm yazışmalarda ANZAC ifadesi kullanılıyordu. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 77
Sıfır Noktası » Anzak Koyu’nda hazırlık. Avustralyalı askerlerin Anzak Koyu’na yaptıkları plansız çıkarmanın nedeni, bu koyun küçüklüğüne rağmen Türk yaylım ateşine karşı korunaklı olmasıydı. dakikada plan değişikliği, son anda ateş açılma- sı nedeniyle en sağdaki istimbotun sola dümen kırması vs.) Aslına bakılırsa, ilk örtme kuvveti- nin karaya çıkışındaki karmaşanın, zannedilenin aksine harekâtın seyrine fazla etkisi olmamış, sonraki birlikler planlanan yere (Kaba Tepe’nin 1 mil kuzeyinden Balıkçı Damlarına kadar) çık- mışlardır. » Esad Paşa. İyi yıkları gece karanlığında aralarındaki mesafeyi Kritik müdahaleler kamufle edilmiş bir koruyamadıkları için bazı birlikler planlanandan Osmanlı topçu mevzii. daha kuzeye çıktılar. Çoğu Anzak Koyu’na çık- Anzak birliklerine ilk ağır kaybı, Balıkçı Dam- Fotoğrafta görülen tı. Bunu belirtmek önemli, zira bu karmaşanın larında konuşlanan İbradılı İbrahim’in birliği Arıburnu Kuzey Grubu neden kaynaklandığı üzerine tarihçiler farklı vermişti. Sol kanattaki filikalarda bulunan çok komutanı Mehmed yorumlarda bulunuyor. (Akıntı nedeniyle, son sayıda Avustralyalı asker ölmüş, kayıplar çıkar- Esad Paşa kahramanlığı mayı ciddi anlamda sekteye uğratmıştır. İbradılı ile galibiyette büyük İbrahim ve arkadaşları etraflarının çevrilmeye pay sahibidir. başladığını görünce planlı bir şekilde Sazlı Dere üzerinden geri çekildiler. Aldıkları takviyelerle Conkbayırı yolunu tutarak Avustralyalıların bu- raya ulaşmasını engellediler. Süratle yayılan Anzak birliklerine organize şe- kilde müdahale eden ilk büyük birlik, Yarbay Şe- fik Bey komutasındaki 27. Alayın Binbaşı İbrahim (Çetiner) komutasındaki 1. Taburu ve Yüzbaşı Ha- 78 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü 18 Mart olarak kabul edilse de, Birinci Dünya Savaşı içindeki yeri göz önüne alındığında 25 Nisan tarihi öne çıkar. lis (Ataksor) komutasındaki 3. Taburudur. 27. Ala- tirdiği nadir, ancak en önemli müdahalelerden yın başlattığı Çanakkale Savaşları’nın ilk büyük biridir: “Daha önce de üzerinize çok güç görevler taarruzu, 9. Tümen santraline saat 7.55 sıraların- aldınız. Şimdi ise emniyete kavuşuncaya kadar da Yarbay Şefik Bey’in “İnayet-i Hakk’a istinaden sadece siper kazınız, kazınız, kazınız.” Bu emir, taarruza geçiyorum” diye başlayan raporuyla bil- Anzak çıkarmasında rol alan generallerin prestij- dirilmişti. 27. Alayın Kanlısırt taarruzu Topçular lerini kurtaracak ve daha soğukkanlı düşünmele- Sırtı’na kadar ilerlemiş bulunan Anzakları geri- rini sağlayacaktır. letti. Saldırı o kadar etkiliydi ki, 3. Tugay komuta- nı Mc Lagan, karaya yeni çıkmış ve Şarapnel vadi- Neden hedeflerine ulaşamadılar? sinde toplanmakta olan 2. Tugayın sağ kanatları tutmasını istemişti. Anzak çıkarmasının en kritik Son yayınlar müttefikler için Çanakkale’nin kararlarından biri de budur. en baştan kaybedildiğini ortaya koyuyor. Lond- ra’daki Savaş Konseyi, Amirallik, Genelkurmay ve Mustafa Kemal harekete geçiyor Akdeniz Seferi Kuvveti arasındaki koordinasyon eksikliği geniş kapsamlı bir kara harekâtı gerek- Anzak çıkarmasına üçüncü kritik müdahale, tiğinde çok belirgin hale gelmişti. Hamilton’un Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’den geldi. Ko- planı da acımasızca eleştirilmişti. (Plan büyük mutanı olduğu 19. Tümen, ordu ihtiyatı olarak ölçüde kendi kurmayları Albay Aspinall Oglan- Biga’daydı ve harekâtın gidişatına göre görevlen- der ve General Braithwaite’nin eseridir.) Savaş dirilecekti. 9. Tümen komutanı Albay Halil Sami Bey’den gelen bilgi, Mustafa Kemal’in harekete VVppllaajjııNNııNNHHaazzİİNNMMaaNNzzaarraaSSıı geçmesini sağlayacaktır. Mustafa Kemal durumu river clyde gemisinden akşama doğru v plajına çıkabilen bir İngiliz şöyle özetler: rsiuvberaycılyodlaengTeemğmisienndern. Ba.kGşiallmeta, gdöorğdrüukvleprilnajiışnuasçöıkzalebrilleenözİnetgleilirz: “TGeöğzmleerni-i r. Bm. Giziilnleöt,ngüönrdeükilemrianni zşaurçaayrıpaınclıastömzlaekrloelaönzeatklseırz:dı. filikalar şimdi hemen “Öğleden evvel saat altı buçuk idi. Halil Sami p“bmvdphGaiereeaeörrmnniçkzsçaolkabheeleyalneirarulnimemnbinmsmviekirszaınebşuıirşnlidlcberacleıöiree.vrsınÖbrsaekieürinltardütnlleenleıled.erdyrrÖleirealaneeklnneüdibdalmokyeaşoılamsrpualeunmnkyıyaşbdızardşaaoumdmursl.aaa.mııSznyşrSoıaaıookknkadnıleyunaakusırnlnıyianaylcamtkıckuymuıçkaiyşıfaıkıfitykylikimilıa.aki”ykidamaaçaakıikkklrielmamâeudnkzükaaısaymıkrıynzımuıkdıayazürıüo.raanafmrnsdsiıdılnıkyiunekdüodğavanrlaiedalcdducrieçieeşsvlvğsieemeeeirtlitildkdçeleiolirerdyh-rueei nn- Bey’den gelen bir raporla düşmanın Arıburnu suları kandan kıpkırmızı kesilmişti.” sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun söz konusu düşmana sevki isteniyor- T. Yılmazer Arşivi du.” Mustafa Kemal bir tabur yerine 57. Alayla bir- likte harekete geçti. Saatler 10.24’ü gösterdiğinde 57. Alay birlikleri Conkbayırı’ndan saldırıya baş- ladılar. Mustafa Kemal bölgedeki tüm birliklerin komutasını da üzerine almış, 25 Nisan öğleden sonra Osmanlı kuvvetleri kuzeyden güneye adeta bir hilal şeklinde düşmanı çevrelemiş, sıra büyük bir taarruzla düşmanın geriye atılmasına gelmiş- ti. Ancak karanlığın çökmesi, zamanın daralması, alaylar arasında koordinasyonun sağlanamaması nedenleriyle Anzaklar denize dökülemedi. Daha da önemlisi, sürekli takviye almayı başardılar. Gece yarısına az bir süre kala Anzak ana karargâh çadırında General Birdwood, kurmayla- rı ve tümen komutanları Bridges ve Godley ile bir- likte cepheden tamamen çekilmeyi öneren telgraf mesajını hazırlamakla meşguldür. Hamilton’un karşı mesajı ise Gelibolu Harekâtı’nda gerçekleş- 2012 NİSAN / DERİN TARİH 79
Sıfır Noktası » Fransızların ‘bomba şimşekleri’: İngilizler top ateşi desteğini Fransızlardan alıyorlardı. Zira Gelibolu’daki Fransız birlikleri askeri donanımları itibariyle üstündüler. » General Liman tarihçisi Peter nedenle kasten belirsiz bırakıldığını ileri sürer. Von Sanders (1855- Hart, Başkomuta- Seddülbahir’de müttefiklerin komuta kademesi- 1929). Ağustos nın planı gerek- nin merkez plajlara odaklanması ve kanat çıkar- 1914’te 1. Ordu’nun siz yere karışık malarından (Y, X ve S) yararlanamaması ise gü- komutanlığını hale getirdiğini; nün en önemli hatalarından biridir. Son dönem üstlendi ve Osmanlı ana çıkarma, yabancı yayınlar daha önceki iddiaların aksine, İmparatorluğu için destekleyici çı- 25 Nisan’da Osmanlı birliklerinin makineli tüfek daima rasyonel karma, gösteri kullanmadığını kabul etmiş görünüyor. savunma stratejisi çıkarması, göste- taraftarıydı. ri harekâtı icra Türklerin stratejileri Şubat 1918’de ederek Liman Filistin’deki Yıldırım von Sanders’i alt 25 Nisan çıkarmasında Osmanlı 5. Ordusunun Ordusu’nun başına edecekken bir ana birlikleri geride bırakan savunma pozisyonu geçti. Mütareke karmaşaya yol ve ihtiyatlarını kullanma zamanı tartışma konu- sonrasında açtığını belirtir. Ünlü savaş tarihi uzmanı Robin su olmuştur. Liman Paşa, ana çıkarma yeri tahmi- emekliye ayrıldı. Prior da planın belirsizliklerle dolu olduğunun ninde yanıldığı gibi ihtiyatları devreye sokmada altını çizer. Plana göre Anzaklar karaya çıktıktan bir hayli gecikmişti. Osmanlı birliklerinin en bü- sonra Maltepe’ye doğru ilerleyeceklerdi. Peki ya yük başarısı, birçok dezavantaja rağmen arazinin sonra? kritik noktalarına her zaman hâkim olabilme- Avustralyalı tarihçi Peter Williams daha da leriydi. Mahmud Sabri Bey’in taburunun olağa- ileri giderek Anzak çıkarmasının, yarımadadaki nüstü savunmasıyla İngilizlerin en seçkin birlik- Osmanlı yedek kuvvetlerinin güneye ilerleme- lerinden 29. Tümeni durdurması, müttefiklerin sini engellemek için yapıldığını, hedeflerin bu ilk gün ana hedeflerine ulaşmasını engelleyen en önemli faktördür. 25 Nisan 1915’te özellikle 80 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
küçük rütbeli subayların (Seddülbahir’de Binbaşı TÜrKlErİ KÜÇÜK GÖrMENİN Mahmud Sabri Bey, Arıburnu’nda Kurmay Yarbay faTuraSı aĞır olDu Mustafa Kemal, Yarbay Mehmet Şefik Bey, Yüz- başı Halis Bey, özellikle her iki yaka arasındaki İtilaf Devletleri kuvvetlerinin başarısız olmalarında- aksayan haberleşmeyi yeniden sağlayan Anadolu ki en önemli nedenlerden biri de özellikle Britanya yakasındaki 15. Kolordu Harekât Şubesi subayla- Hükümeti’nin ve müttefik komuta kademesinin rından Yüzbaşı Mehmed Nihad, Müstahkem Mev- Türkleri küçük görmesiydi. Kabinede istisnasız herkes, ki Kurmay Başkanı Selahaddin Adil ve 3. Kolordu İngiliz ve fransız askerleri karaya çıktığında Türklerin Kurmay Başkanı Fahreddin Bey) üstün perfor- silah bırakıp kaçacağını düşünüyordu. Nesli için hayli manslarıyla müttefiklerin amaçlarına ulaşmasını moda olan Sosyal Darwinizm’in Hamilton’u da etki- önlemiş, istilacılar Arıburnu ve Seddülbahir’de lediği anlaşılır. Zira Türkler hakkındaki ırkçı görüşlere tutunmayı başarmışlarsa da ilerleyememişlerdir. sahip olan Hamilton, “Türklerin iyiliğinin insanlığın iyiliğine olan göreli değeri, çekirgenin balarısına olan Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü 18 Mart değeri kadardır” demiş, günlüğünde “pis Türk!” benzeri olarak kabul edilse de, 1. Dünya Savaşı içindeki ifadeler kullanmaktan kaçınmamıştı. yeri göz önüne alındığında 25 Nisan tarihi de öne çıkarılmayı hak eden günlerdendir. Her yıl » Anzak askeri. romantizmle yoğrulup efsaneleştirilerek hata- Çanakkale Savaşı’na lı ya da eksik bir isimlendirmeyle ‘Anzak günü’ katılan gönüllü olarak anılan 25 Nisan, dünya tarihinin o zama- Avustralyalı piyadeler na kadarki en büyük ve geniş kapsamlı amfibi fiziksel güç olarak en harekâtının yıldönümü olup başta Normandiya önemli kuvvetlerdi. çıkarması olmak üzere modern savaş tarihinin birçok harekâtına da örnek oluşturmuştur. Tuncay Yılmazer Dr. Tuncay Yılmazer, Alçıtepe’den Anafartalar’a Çanakkale Kara Muharebeleri adlı kitabın yazarı ve “Gelibolu’yu Anlamak” sitesinin editörüdür. 25 NİSaN Kuzey afrikalı sömürge askerlerini leri hakkında kaleme ‘aNzaK GÜNÜ’ MÜDÜr? gönderen fransızlarsa bu mücade- aldığı tasvir tepki çeke- leyi unuttu desek yeridir.) cektir. 25 Nisan’daki Gelibolu çıkarma- Çanakkale Savaşı İngiliz resmi cephe hattında sürekli sının yıldönümüne anzakların Tarihi’nin yazarı General aspinall- bulunmuş, anzak kur- sahip çıkması ve bu günün ‘anzak Oglander “avustralyalılar hakkın- maylarıyla olduğu kadar Günü’ diye anılması öteden beri daki gerçek anlatılmadı; gerçeğin askerlerle de omuz omu- İngilizlerin sitemlerine yol açmıştır. yokluğu, anzak birliklerinin sayı za savaşın tüm dehşetini Çanakkale Savaşı’na katılmış dezavantajlarına rağmen mükem- yaşamış ve bu mücadelenin İngiliz yüzbaşı Humprey Gell’in mel işler başardıkları efsanesini avustralyalı gözüyle resmi şu sözleri bu bakış açısının bir doğuruyor. Gelibolu çıkarmasını tarihini yazmış olan gazeteci yansımasıdır adeta: “Çıkarmanın anma günü ‘anzak Günü’ diye ge- charles Bean’in başını çektiği yıldönümünde avustralyalılara çiyor. Oysa Gelibolu’daki çıkarma tarihçilerse kahraman anzak bu kadar önem verilmesine ve harekâtlarında avustralyalılardan askerlerinin, başarısız İngiliz bütün pis işleri yapan, en kötü başka birliklerin de görev aldığını generallerin kurbanı olduğu tezini günleri yaşayan ve en başarılı olan duymak insanı şaşırtabilir” demişti. sürekli işleyeceklerdir. (İngilizlerin) 29. Tümeni’nden söz General aspinall-Oglander bu Çanakkale Savaşı’nda İngilizlerin edilmemesine çok kızıyorum.” konudaki görüşlerini, yazdığı resmi ne derece başarılı olduğu tartışılır. (Savaş sırasında anavatanlarının tarihte de hissettirecek, 25 Nisan ancak 25 Nisan’ın sadece ‘anzak bir bölümü alman işgali altında çıkarması sonrasında görevinden Günü’ olmadığından kuşku duyu- bulunan, Çanakkale’ye genellikle kaçan, sahile dönen anzak asker- lamaz! 2012 NİSAN / DERİN TARİH 81
Neşeli Neşter p. NErİMaN HaNzâDE “CANıM ErDALıM sEvGİLİ BABACığıM” Nâçizâne şu satırlara başlamazdan evvel, mecmûamı- Nitekim merakımı mûcib oldu, Canım Erdalım Sevgili zın neşriyat hayatına kadem-i nihâde-i âlemi münâsebe- Babacığım unvânı ile Can Dündar Bey’in neşrettiği kitabı tiyle muvaffakiyetler temenni ederim. İş bu cümle genç bilahire Ülfet’ten âriyeten edinip şöyle bir göz gezdirdi- ğimde ne göreyim; o tarih itibariyle reisicumhurluk va- Erdal Bey’in dans hususundaki zifesini deruhde eden İsmet Paşa 1 ocak 1950 tarihinde kabiliyetsizliği cemiyet hayatının başlıca oğlu Erdal Bey’e gönderdiği mektubunda pek enteresan dedikodularından birini teşkil etmiştir. bir mevzua temas ediyor. Mektubun mevzuu, İnönü ai- lesinin yılbaşını nasıl tes’id ettiği hakkındadır. İsmet Paşa okuyucularımıza garib gelebilir fekat, feleğin nice germ şöyle yazmış oğlu Erdal Bey’e: ü serdinden geçmiş aziz ve pâk bir sulbün son mümes- sillerinden biri olarak, bu demden sonra tarz-ı beyânımı “Bu sene yılbaşı gecesi tıpatıp peygamberin doğdu- değiştirmem kabil olmayacağından affınıza mağrûren ğu geceye rasladı. annen gitmedi [ankara Palas’ta İtalyan sizlere bu sütuncuktan bilip gördüklerimi nakle çalışaca- Sefareti’nin yılbaşı balosu varmış da onu kasdediyor.]... ğım efendim. Hep beraber evde biz bize kaldık. Yedik, içmedik. Çünkü annen içirmedi. ama hep pek keyifli idik.” (s. 191) Geçenlerde Beykozlu Hasan Paşa’nın torundan geli- ni Ülfet Hanım’la Çubuklu sevâhilinde güzerân ederken Bir başka tarihteki mektubunda ise, “annen şimdi bahsi geçti. İsmetpaşa zâde Erdal Bey’in, amerika Birle- namazda sana dua ediyordu” şeklinde bir cümle kaydet- şik Devletleri’nde tahsilde bulunduğu esnada pederine mesi de Mevhibe Hanım’ın musallî sıfatına şâhittir. allah yazdığı ve mukabilinde aldığı mektuplar neşrolunmuş; rahmet eylesin. Ülfet Hanım bilvesile Erdal Bey’in vâlidesi Mevhibe Hanım’ın hanımefendiliğini medh ü senâ eyledi. allah Bendeniz esasen dedikoduyu sevmem fekat, şu sa- gani gani rahmet eylesin; Mevhibe Hanım hakiykaten tırları derc ederken, kanaat getiriniz ki, elâlemin güft u “Hâzâ Hanımefendi” denilmeye sezâ bir insandı. Nese- gûsunu yapıyormuş gibi olmaktan mütevellid bir hicâb ben asîl bir aileye mensub bulunmamakla beraber gü- ve vicdan ezâsı içindeyim; netîcede bunlar, aile mües- zel İstanbulumuz’un Süleymaniye semti yerlilerinden sesesinin mahremiyetine dair bir kısım hayat-ı hakikiyye olduğunu rahmetli Paşadedemden duymuşluğum var- levhalarıdır, bahsolunmamak lâzım gelirdi diye kendimi dır. Kezâ sütninem Nâzikedâ Kadın, rahmetli hakkında, yiyip bitirirken Ülfet, “Neşrolunmuş şeyin dedikodusu “Sâlihât-i nisvândandır; İsmet Paşa’yı imlâya getirmek olmaz; yaz Neriman” diye teşvik edince kalbim mutmaîn içün çok gayret gösterdi, lâkin bir dereceye kadar...” der, oldu. sözün ardını getirmezdi. Efendim demincek zikrettiğim kitap pek eğlence- li, istifâdeli zümresinden sayılmaz ise de erbâbına hayli mâlumat vermesi cihetinden faidelidir. Kitapta neler gö- rüyoruz? 82 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Meselâ bir reisicumhurun oğlu ile hangi seviyede ko- bir daha giyilemeyecek surette iskartaya çıkarması ise nuştuğunu görüyoruz; reisicumhur oğlu olarak ecnebî bahis mevzuu edilecek bir şey değildir. Mütevazı, alçak- memleketlerde okumanın nasıl bir şey olduğu hakkında gönüllü, nâzik bir insandı. Bilahire siyasete duhûlü pek ilk ağızdan bilgiler alıyoruz ve bu arada İsmet Paşa’nın, parlak neticeler tevlid etmiş değildir fekat dürüstlük ve para ve harçlık gibi konularda ne kadar titiz ve hassas nezaketi müsellemdi. olduğunu müşahede ediyoruz. Görünen odur ki İsmet Mütekabil mektuplardan anladığımıza göre İsmet Paşa, evladını yaban ellerde darda bırakmamış fekat şöy- Paşa’nın fizik ilmi ile yakından alâkadar olması bilinmedik le rahat bir nefes almasına, har vurup harman savurması- bir cihettir; oğulları vâsıtası ile aBD’de fizikle ilgili yeni ha- na da müsaade etmemiştir. Hemen her mektubunda Er- berleri takîb etmesi kadar İngiliz diliyle muasır romantik dal Bey’in, derslerine azami dikkatle çalışması fekat para edebiyatı, hassaten Somerset Maugham’ı zevkle oku- hususunda dikkatli davranmasına dair tembihler pek ması da şaşırtıcıdır doğrusu. Biz paşayı sağlığında şevk u câlib-i dikkattir. Esasen İsmet Paşa’nın selefi Mustafa Ke- şiddet ile siyasetle alâkadar zannederdik. Kezâ Mevhibe mal Paşa’nın da hayli eli sıkı takımından olduğunu tarihi Hanım ve kızları Özden’le birlikte “at binmek” alışkanlık- kaynaklar zikrediyor. Böylelikle tasarruf edilen meblağın, ları, yeni Cumhuriyet burjuvazyasının temâyüllerini gös- vakt-i merhûnunda koca bir bankanın büyük hissedarı termek bakımından pek tuhaftır. Bizim devrimizde gün- mevkiinde bulunacak derecede nemâlanması bir iktisat görmüş, zürefâdan ailelerin at binmeye tevessül etmeleri harikası değilse, nedir acaba? işitildik şeylerden değildi. Mevzu açılmışken derhaatır eyledim; Erdal Bey, Hızla kıraat edip sağını atatürk’ün vasiyetinde, “İsmet İnönü’nün çocuklarına solunu işaretledikten sonra yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım Ülfet’le telefonda kitap hak- yapılacaktır” kaydıyla bir nevi burs tahsis ettiği talihli kında kısa bir müzakerede » Mektuplardaki memleket evlatlarından biriydi! bulunduk. Kanaat-i âcizâne İnönüler göre bu kitapta zikredilen- Canım İsmet Paşa’ya bir noktada hak vermek mümkindir; lerden hareketle devrin Erdalım, Sevgili aynı anda iki oğlunu aBD’de okutmaktadır ve onlara mâli tahlilî bir fotoğrafını çıkar- Babacığım disiplin kazandırmak için tedbirli davranması isabetlidir mak mümkün değildir, fekat elbette. Nitekim, bendeniz vaktiyle Paris’te kadın giyimi bu mektuplar, bize devletin Can Dündar sahasında Senayi-i Nefîse okurken rahmetli anneciğim Can Yayınları, 2011 de malî disipline pek ziyade riayet ederdi. Bilâhire rah- çatı katında nelerin yaşandığına dair kıymetli tafsilatlar metli zevcim Serkonsolos Fuad Şevket Beyefendi’nin veriyor. Bu nokta-i nazardan elbette bir ehemmiyeti haiz. para işlerinde biraz hercai tabiatlı olması, annemin dik- Bu mevzuyu kitaptan bir anekdotla noktalamak arzu- katini celbetmiş; Fuad’in antika mâhiyetindeki dekora- sundayım. tarih 5 Mayıs 1951, Erdal Bey doktora yapmak tif eşyâ ve zînet mevzuundaki zaafını zarif fekat acı bir için hâlâ aBD’dir; oradan yazdığı mektupta, DP’nin Milli lisânile çekiştirirdi rahmetli. Eğitim Bakanı rahmetli tevfik İleri’yi babasına çekiştiriyor. Erdal Bey’den bahsediyorken bakınız mevzuu tâ ne- adresine muntazaman postalanmakta olan Ulus gazete- relere intikal ediyor; efendim, Erdal Bey’le birkaç vesîle ile sinde, rahmetli İleri’nin talebe ile konuşmasını okuyunca görüşmüşlüğümüz vardır. Kendisi üniversite hocası iken Erdal Bey kahkahalarla güldüğünü kaydettikten sonra birkaç suarede karşılaşmış ve birbirimize takdîm edilmiş kendisinden umulmadık bir tevriye göstererek diyor ki, idik. Erdal Bey, rahmetli “acaba bu ’İleri’zat, hâlâ ba- zevcim Fuad Bey gibi bir » İnönü ailesine ait nostaljik bir kare: İsmet, Mev- kan mı?” salon adamı sayılmazdı; hibe ve Erdal İnönü bir arada... Ülfet’e dedim ki, “Ya- hele dans hususundaki şayan görüyor; biz Erdal kabiliyetsizliği, cemiyet Bey’in bakanlığını da gör- hayatının başlıca dedi- dük!” kodularından birini teşkil telefonda görmem etmiştir. Müşterek bir ah- mümkin değildi fekat babımızın düğün balo- Ülfet’in manidar bir şekilde sunda dans ederken aya- tebessüm ettiğinden emi- ğıma basması bir yana, nim. cânım lâme pabucumu » Kaynak: AA 2012 NİSAN / DERİN TARİH 83
Edebiyat Tarihi 1ed8eb5İy9ata ama edebiyata daha çok edebi çevrelerde dola- dOpİnGİ! şır ve oranın edebiyatçılarıyla, dilcileriyle, hatta T siyasileriyle temas eder. Oradan birtakım biri- anzimat Fermanı 3 Kasım 1839 kimlerle geri gelir. Türkiye’ye döndükten sonra Gülhane’de Mustafa Reşid Paşa yayınladığı ilk eser Tercüme-i Manzume olur. tarafından ilan edilmiştir. Ancak Batı edebiyatından ilk tercümedir bu. İkinci adı- ilginçtir “Tanzimat edebiyatı” mında bir gazete çıkarır. olarak isimlendirdiğimiz döne- Tasvir-i Efkar doğrudan doğruya edebiyatın min edebî ürünleri 1859 yılın- başlangıcı sayılmaz, fakat edebiyatın dilini değiş- tirir. Gazetenin dili o günkü kitaplarda kullanı- dan itibaren görülür; yani Tanzimat’tan tam 20 lan dil değildir. Bir kitap basılır ve satışı aylarca, hatta yıllarca sürer. Ancak gazete o gün satılacak yıl sonra. Örneğin Münif Paşa’nın Volter, Fene- ve yine o gün okunacaktır. Ertesi gün başka ga- zete satılacak ve okunacaktır. Onun dilini halkın kolayca anlayabileceği bir hale getirirler ve bu dil de edebiyata tesir eder. Şinasi şiirinde, tiyatro oyunlarında bu dili kullanır. Özetle, 1859 yılında edebî ürünlerin artış gös- termesinin sebebi, yurtdışına öğrenim için gön- derilen gençlerin arasında bulunan Şinasi’nin edebiyat heveslisi olarak yurda dönmesi, öğren- diklerini uygulamaya başlamasıdır. lon ve Fontenel’den seçilmiş diyalogları içeren Muheverat-ı Hikemiyye çevirisi; Yusuf Kâmil beşir ayvazoğlu: Yığılma tesadüf Paşa’nın Telemaque tercümesi; Şinasi’nin Şair 1821 yılında meydana gelen Yunan İsyanının Evlenmesi oyunu; Ceride-i Havadis’de Victor en önemli neticesi, Divan-ı Hümayun tercüman- Hugo’nun Sefiller kitabının Hikaye-i Mağdurin lığında bulunan Fenerli Rumlara artık güvenile- adıyla çevrilmesi hep 1859 yılına denk gelir. Ne- meyeceği için Bab-ı Ali bünyesinde bir Tercüme den tüm bu ürünlerin çıkmasının 1859 yılına yo- Odası’nın kurulması olmuştu. Bu odadan Fran- ğunlaştığını, Orhan Okay, Beşir Ayvazoğlu, Murat sızca bilen Ali Paşa, Keçecizade Fuad Paşa, Ah- Belge ve Abdullah Uçman’a sorduk. İşte aldığımız med Vefik Paşa, Namık Kemal gibi medeniyet, cevaplar… dolayısıyla da zihniyet değiştirme teşebbüsünün orhan okay: bütün yollar Şinasi'ye çıkar öncüleri olan devlet adamları ve aydınlar yetiş- mişti. III. Selim devrinden itibaren kurulmaya Genellikle Tanzimatı keskin bir kırılma nok- başlanan mektepler, Tanzimat’ın ilanı (1839), tası olarak ele alırız. Ancak Tanzimat reformları Kırım Harbi (1854-1855) sırasında Avrupalılarla aradan 20 sene geçtikten sonra yapılır, mektep kurulan yakın ilişkiler ve Islahat Fermanı (1856), sistemleri, mahkemeler değişir. Orduda da birta- Batı kültürüne ilgiyi arttırmış. Fransızca bilen ay- kım değişiklikler yapılır. Bütün bunları dikkate dınları bu kültürü Fransızcadan tercümeler yo- alırsak 20 sene sonra başlayan bir değişimi doğ- luyla Türkçeye aktarmaya zorlamıştı. Tiyatro da rudan doğruya Tanzimat’a bağlamamız isabetli halkı “adam” etmenin en kestirme yollarından değil. biri olarak görülmüştü. Fran- Tanzimat’tan itibaren bir- sız Tiyatrosu, Beyoğlu’nda 1833 yılında açılmış, 1838 yı- takım gençler mühendislik, lında da iki ahşap amfiteatr » 1859 yılındaki edebî yığılma bir tesadüftür… » 1859’un Türk tıp, maliye gibi alanlarda Edebiyatında eğitim almaları ve birtakım yapılmıştı. dönüm noktası yenilikleri bize getirmeleri Öte yanda şehzadeliğin- olmasının için Avrupa’ya gönderilir. den beri tiyatroya büyük nedeni tesadüf Gidenler arasında Şinasi de ilgi duyan ve Dolmabahçe değil bilinçli var. Şinasi maliye tahsili için Sarayı’nın tam karşısında olarak Şinasi’dir. Avrupa’ya yollanır. Ne kadar bir Saray Tiyatrosu yaptı- maliye öğrendi bilmiyoruz ran Abdülmecid’in 1847’de 84 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
yanan Naum Tiyatrosu’nun yeniden inşası için bu hazırlıklar, 1859-60 yılların- büyük yardımlarda bulunduğu biliniyor. Baş- ta padişah olmak üzere, devrin ileri gelenleri da önceki hazırlıklar sonuçlarını burada sık sık Fransızca ve İtalyanca temsilleri seyrediyorlardı. Bu temsiller, Türkleri tiyatroya vermeye başladı. Şinasi’nin hazır- alıştırdığı gibi, Ermenilerde de bu sanata karşı ciddi bir heves uyandırmıştı. Kısa süre sonra Er- ladığı Tercüme-i Manzume’nin, meni gençlerden oluşan tiyatro grupları, Naum Tiyatrosu’nda oynanan oyunları kendi dillerine Muhaverat-ı Hikemiye’nin, Şair » Batılılaşma çevirerek sahnelemeye başladılar. Türklerden de Evlenmesi’nin, Tercüman-ı Ahval’in hazırlığını çok beklemedikleri bir ilgi görünce, aynı oyunları ve Telemaque’ın arka arkaya yayın- ayaküstü yaptık. bu sefer Türkçeye çevirerek oynamaya başladı- lanmaları bence bir tesadüften çok Rusya’dan lar. 1860 yılında canbazhâne olarak yapılan ah- sözünü ettiğim hazırlıkların sonu- Dostoyevski çıktı; şap binada faaliyete başlayan Tiyatro-yı Osmanî, cudur. bizde Ahmet Mithat Güllü Agop adıyla tanınan Ermeni bir sanatçı tarafından yönetiliyordu. Ne var ki tiyatro faali- Murat belge: Yıldan çok Efendi... yetlerinin Ermenilerin tekelinde bulunması ve nitelik önemli Türkçenin Ermeni aksanıyla yozlaştırılması bazı Türk aydınlarını rahatsız etti. Bu rahatsızlığın ilk 1839, Osmanlı Devleti’nin Ba- işareti, Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynan- mak üzere Şinasi’ye bir komedya ısmarlanmış tılılaşma kararını daha kesin bir olmasıdır. Böylece ilk tiyatro eserimiz olarak ka- bul edilen Şair Evlenmesi doğdu. Şair Evlenmesi biçimde almasının tarihidir. Ancak dâhil, sözünü ettiğiniz eserler, III. Selim devrinde başlayan bu sürecin tabii bir sonucu olarak gö- 1859’u bir dönüm noktası olarak rülmelidir. 1859 ve 1860 yılarındaki edebi yığıl- mayı bir tesadüf olarak görüyorum. Bu tarihten almak ne kadar doğru bilmiyorum, sonra hem tercüme faaliyetlerinde, hem de Batı tesirindeki edebiyatımızda hızlı bir gelişme ya- çünkü romanlar 1879-80 tarihlerin- şayacaktır. de ortaya çıkmaya başlar. Tiyatro türünün geliş- mesi romandan daha önce olur. Batılılaşmış zih- niyetle yazılan ilk eser Şair Evlenmesi’dir. Fakat şiir hepsinden önce gelişir, çünkü şiirin geleneği vardır. Geleneği olan tür her ne kadar radikal değişiklikler yapılsa da ilk defa üretilecek türe göre hızlı olur. Ben Osmanlı’nın Batılılaşma konusuna Rus- ya ile karşılaştırmalı olarak bakıyorum. Rus- ya ve biz, Batı’nın en önemli iki komşusuyuz. Dolayısıyla Batı’nın gücünü en yoğun şekilde abdullah uçman: uzun bir hazırlığın eseri hisseden kesim de biziz. Osmanlının batılılaş- ması Rusya’ya göre çok ağır aksak, üstelik gö- Bir kültür ve edebiyatın başka bir kültür ve nülsüzdür. Mesela biz Batılılaşmanın Rusya’daki edebiyattan etkilenmesi için öncelikle o mille- ismine “Deli Petro” deriz; onlar “Büyük Petro” tin dilinin bilinmesi gerekmektedir. Osmanlı derler. Rusların Batılı komşularına ayak uydur- devlet adamları ve aydınlarının Batı dünyası ile ma çalışmaları Galatasaray Lisesi düzeyinde 50- temasları da 18. yüzyıldan 60 adet okul kurmaları, Bilimler Akademisi ve itibaren Paris, Viyana ve birçok Batı tarzında üniversite açmalarıyla görü- Londra gibi Avrupa şehir- lür. Bizde Galatasaray 1868’de açılırken, Ruslar lerine gönderilen sefirler 1700’lerin başında birçok okul kurmuşlardı. Her vasıtasıyla başlamıştır. yıl Avrupa’ya bin kadar öğrenciyi yükseköğre- Ancak devletlerarası ilişki- nim yapması için gönderdiler. Biz bundan 100 lerin gelişmesi ve devamı yıl sonra, yani II. Mahmud zamanında öğrenci » 1859, bir için başka şeyler de gerek- göndermeye başladık ve toplamda sadece 100 tesadüften mekteydi. Bundan dolayı çok 1793’te 1793’te Avrupa’nın önemli öğrenci göndermiş olduk. yaşananların başkentlerinde ikamet elçi- neticesidir. likleri açıldı. Ayrıca 1832’de Rusya’dan Dostoyevski çıktı; bizde Ahmed Batı ülkelerine gönderile- Mithat Efendi... Aradaki bu farktan da ayak sü- rümenin sonuçları belli oluyor. Sonuçlara ba- kıldığında 1839-1859 gibi kesin tarihlere bağlı cek gençlere yabancı dil kalmak yerine ortaya konan Batılı ürünlerin öğretmek üzere Tercüme nitelikleri karşılaştırıldığında, edebî ürün verme Odası kuruldu. İşte bütün işini ciddiye almadığımız görülüyor. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 85
Âşina Yüzler » Osmanlıca NEzİH uzEl gazete okuyan ingiliz: Bennett Üsküdar’da Özbekler Tekkesi’nde, Eylül 1972 B ir cihan devleti Osmanlı İmpara- torluğu, tarihin en büyük ulusla- rarası kapışması olan 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. “Harbi Umumi” adı ile de bilinen bu fa- ciada ordusu dağıldı, 3 kıtaya ya- yılmış toprakları yabancı ellere geçti, başkenti işgale uğradı. İstanbul’un işgali, 500 yıldır Osmanlı gücünü dünya haritasından silmeye uğraşan Batılı ülke- lerin, bu ulusu bütünü ile imha etme planlarının son noktasıydı. Ancak o sırada dünyada değişen siyasi dengeler buna imkân bırakmadı. İstanbul 13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e kadar işgal al- tında kaldı. Harbin galip devletleri, başta İngiliz, Nezih Uzel arşivi Fransız ve İtalyanlar İstanbul’u işgal ettiler. Bu işgal 5 yıl sürdü. 500 yıl hiçbir yabancı ayağının basmadığı bu şehir, 5 yıl karanlıkta kaldı. atatürk’e ayasofya kilise olsun! samsun vizesini İşgal sırasında İngiltere’de bir ara “İstanbul’u veren Yunanlılara verelim, Ayasofya’yı kilise yapsınlar” ingiliz, fikri doğmuştu. Buna karşı çıkanlar oldu. İngiliz sÛfÎ Çıktı! kamuoyu, inanılması güç biçimde “İstanbul’un Türklerden geri alınması”nı tartışıyordu. Bu fikir atatürk Samsun’a giderken, o sırada toplanmış olan Paris Konferansı’nda da Boğaz’dan çıkış vizesini görüşülmüş, fakat karara bağlanamamıştı. So- yüzbaşı Bennett imzalamıştı. nunda müttefikler yüksek risk taşıyan bu konu- da geri adım atarak İstanbul’un Türklerin elinde 86 DERİN TARİH / 2012 NİSAN kalmasına rıza gösterdiler ve bu kararı, o gün- lerde başlayan milliyetçi hareketleri ezmek için kullandılar. Müttefik kumandanlığı bu amaçla bir bildiri yayınladı ve “İstanbul’u sizden almaktan vazgeçtik, daha ne istiyorsunuz, artık milliyetçi davranışlara son verin ve mütareke şartlarına uyun.” dedi. Ancak bu tedbir işe yaramadı ve milliyetçi hareketler başta “Karakol” teşkilatının faaliyetleri olmak üzere tüm hızı ile devam etti. Doğu uzmanı istihbaratçı John Godolphin Bennett, 5 yıl süren bu işgalin ünlü İngiliz istihbarat görevlisiydi. Savaşta subay kalmadığı için onu 20 yaşında yüzbaşı yapmış- lardı. Savaş öncesinde “Doğu Bilimleri” eğitimi almış, Türkçe öğrenmişti. Londra’da doğmuş ol- makla birlikte babası vaktiyle İstanbul’da bulun-
Nezih Uzel arşivi Nezih Uzel arşivi » Hakiki Türk aşığı: Savaştan sonra İngiltere’ye geri dönen yüzbaşı Bennett’in Türkiye sevgisi hayatı boyunca ona eşlik etti. » İşgal yıllarında Bennett: İstanbul işgali sırasında Bennett etmektedir. Hace unvanı Orta Asya’da ilim ve ir- » Tercüme ettiği o (Ön sırada soldan üçüncü, yanında İstanbul polis müdürü fan büyüklerine, eşraf ve âyâna verilmiştir. Yusuf kitap: Bennett’in Tevfik Efendi...) Hemedanî hazretleri böyle yâd edilen ilk mühim İngilizceye tercüme şahsiyettir.” ettiği Hasan muş ve Düyun-u Umumiye idaresinde yabancı Lutfi Şüsut’un uzman olarak çalışmıştı. Ailede güçlü bir Doğu Tarikatların ilham kaynağı “Türkistan’da kültürü esintisi vardı. Bennett, küçük yaşlardan Tasavvuf ’un itibaren Doğu dilleri, tarihi, felsefesi, sanatı ve Hasan Lutfi Şüsut’un “Hacegan Hanedanı”nın kurucuları günlük yaşamı konusunda temel bilgilere ulaş- kurucusu olarak adını hürmetle andığı Ebu Yakub olan “Hâcegân mıştı. İleri derece Türkçe konuşuyordu. Osman- Hace Yusuf Hemedanî, 1048 tarihinde Hemedan Hanedanı” lıcanın inceliklerini biliyor, akıcı konuşması yakınlarında doğmuş,1140 tarihinde Bamyan’da efendilerimiz sırasında bunları rahatça kullanıyordu. O, tam 95 yaşında vefat etmiştir. Hemedanlı Yusuf veya hakkındaki eseri. bir Türkçe ve Türk kültürü uzmanıydı. Savaşta daha yaygın olarak Yusuf Hemedanî ismi ile Türk Türkçe bilenlere fazlasıyla ihtiyaç duyulunca Tasavvuf tarihinin başlangıcı olan bu değerli şah- Bennett’e “istihbarat” işini verdiler. İstanbul’da- siyet, silsile yoluyla kendisinden sonra gelen Nak- ki ilk görevi General Milne’nin tercümanlığıydı. şibendiyye, Bektaşiyye, Halvetiyye, Bayramiyye Bu sırada defalarca Saray’a gidip geldi ve General ve Yeseviyye tarikatlarının ilham kaynağıdır. Milne ile Sultan arasındaki konuşmaları tercüme etti. Bennett, Hacegan Hanedanı kitabının çeviri- sinde, bu grup hakkında şu çarpıcı hükmü ver- bennett ve “Hacegân Hanedanı” mektedir: Bennett Türk tarihinin kaynaklarını incelemiş, “Nesilden nesle geçen bir bilgeliğe sahip in- “Orta Asya Türk Horasan Tasavvufu”nun ana eser- sanlar vardır. Bunlar gizlidir, bugün de aziz var- lerine inmişti. Değerli Türk yazarı Hasan Lutfi lıklarını sürdürüyorlar. Bunlar normal anlayışta Şüsut’un, pek yerinde olarak “Hanedan” değimi insanlardır. Farklılıkları; durumun gerçeğini ile tanıttığı ilk Orta Asya Türk Sufileri hakkında görme kapasiteleri, egoizmden kurtuluşları ve fevkalade önemli bir çalışması olan Hacegan Ha- birbirleri ile ilişki kurmaları sayesinde, sıkıntılı nedanı isimli kitabını Masters of Wisdom adı ile dönemlerde ortaya çıkmaları, insanlar arasında İngilizceye çevirmişti. Bu kitap daha sonra Fran- denge kurmaları, yaşamın akışı sırasında onlara sızca olarak da yayınlanacak ve ilim dünyası “ilk her zaman yeni bir spiritüel güç sağlamaları ve Türkistan Sufi”lerini yakından tanıyacaktı. Hasan kamuoyunu etkilemeleridir. Yeryüzünün tama- Lutfi Şüsut, “Hacegan Hanedanı” efendilerimizi mını gözlem altında tutan büyük Hikmet’le her kitabında şöyle anlatmaktadır: an beraberdirler. Bu hayatın nereden geldiğini bilir ve nereye gideceğini de bilirler.” “Hacegan hanedanı 5 asır sürmüştür. Harzem- şahlar devletine, Cengiz Han ve Timur Gürkan Bennett’in anlatımı ile XVI. yüzyılın sonuna devirlerine, Timur sülalesi saltanatına rastla- mıştır. Halen de Nakşibendiyye olarak temadi 2012 NİSAN / DERİN TARİH 87
Âşina Yüzler Nezih Uzel arşivi la Turquie, larousse, 1974, paris, s.38 » Atatürk’ün en zor tercihlerinden biri: Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılacağı günü Nutuk’ta şöyle anlatır: “…İstanbul’dan ayrılmak üzere evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun takip edileceğini ve beni İstanbul’da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben, İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve hareket ettim.” kadar sürmüş olan “Hacegan Hanedanı” hakkın- Tarihe tanık oldu da Batı ülkeleri hiçbir bilgiye sahip değildir. Oysa bu insanların bir başka benzeri şimdiye kadar Bennett İstanbul’da 5 yıl kaldı ve Türkiye’nin yeryüzüne gelmemiştir. Belki öncesinde de yok- yakın tarihinde derin bir iz bıraktı. İstanbul’un tur. uzun tarihinde yaşadığı en karanlık ve en esra- rengiz yıllara tanık oldu. Dünya tarihinde eşine » Nezih Uzel ... 1972'de Bennett'la - Daha sonra istihbarat dairesine geçtiğinizde… Özbekler - Mustafa Kemal’in seyahatinden daha… Sormadı- Tekkesi'nin nız… önünde. - Şimdi soracağım, oraya geçiyoruz. Mustafa Kemal’in daha sonra size, İstihbarat şubesine geçti- mustafa kemal’e ğiniz zaman, vize için müracaat yapıldığında, nasıl vİze verdİ? - Ha… Fakat bu o zaman, ben irtibat zabiti iken, o zaman müracaat ettiler. Atatürk’ün Samsun’a gidişinde, heyetin Boğaz’dan - Öyle mi oldu? çıkış vizesini Bennett imzalamıştı. Bu yüzden, - tabii bu, beş-on gün sonra, ben ilk defa Mayıs bida- Nezih Uzel’in 1972 yılında Bennett ile görüşme yetinde 1. Mayıs veya 2. Mayıs… 1. Mayıs çünkü o davetli kayıtları, tarihin karanlık bir sayfasına ışık tutan değildi, büyük bir ziyafet vardı o tarafta, Mustafa Kemal bir belge olması açısında önem arz eder. Bir \"iti- davet edilmemişti. rafname\" değerindeki bu konuşma metninin en - Galatasaray Lisesi’nde mi? can alıcı bölümlerinden birini, orijinal konuşma - Gitmedi değil mi? ifadelerine dokunmadan sizlerle paylaşıyoruz. - Öyle bir kayıt yok. - Fakat o zaman, onun, 10-15 gün zarfında onun nasıl diyorlar? Misyon heyet toplayacağı, müfettişlik için ve on gün, Mayıs onunda, on ikisinde bizden şey istemişler de- ğil mi? ruhsatname, permisyon… - Vize… - Boğazı geçmek için bir türk zabit o zaman vize lazım 88 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
az rastlanır bir ömür süren büyük bir imparator- derslerde amaç, ilgilileri Türkçe konuşturmaktan luğun dağılışını ve yerine modern bir cumhuri- ziyade Türk dilinin sırları üzerinde yoğunlaştır- yetin kuruluşunu gördü. Atatürk’ün Samsun’a gi- maktı. Türkçenin kelimelerden çok kavramlar dişinde, heyetin Boğaz’dan çıkış vizesini Bennett ve imajlarla konuşulan bir dil olduğunu ben ilk imzalamıştı. defa ondan duymuştum. Bu dilde asıl anlatımın kelimelerde değil satır aralarında olduğunu söy- Bennett İstanbul’da bulunduğu yıllarda, o sıra- lüyordu. Tarih, edebiyat, felsefe ve sanat dersleri da çevresindeki bir grup insanla Bolşeviklerden veren, yayınları olan Sherborne, Bennett’in daha kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan ünlü yazar ve kül- önce aynı amaçla kurduğu “Coombe Spring” haf- tür adamı George İvanovich Gurdjieff ile tanışmış ta sonu okulunun devamıydı. ve Beyoğlu’nda Kumbaracıbaşı Sokağı’nda oturan Gurdjieff ve arkadaşları ile yakın ilişkiler kur- Bennett ile ölümünden 2 yıl evvel, 1972 yazın- muştu. Kars’ta 1866’da İstanbullu Rum bir baba da, Üsküdar Sultantepe’de, 50 yıl önce milliyetçi- ve Ermeni bir anadan doğan Gurdjieff, “hakikat leri kovaladığı Özbekler Tekkesi’nde görüştüm. 4 arayıcıları” adını verdiği grubu ile uzun yıllar saat süren görüşme sırasında Bennett, Türkiye’nin Asya’da dolaşmış ve yaşlı kıtanın pek çok gizemli yakın tarihi ile ilgili, çeşitli siyasi nedenlerle gizli yönü ile esrarengiz bağlantılar kurmuştu. Gurd- kalmış, gündeme gelmemiş ve resmî düşüncenin jieff ile tanışması Bennett’in Doğu hayranlığına donuk çarkları arasında sıkışmış pek çok konuya yeni boyutlar kazandırdı. açıklık getirmişti. Savaş sonrasında hemen he- men hiç konuşmamış, büyük ümitlerle kurulan bennett’in tasavvuf okulu Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal barış dengesine ve küresel barış idealine aşırı saygı göstermiş, Bennett, Londra’ya döndükten sonra Doğu siyasî ve askerî konularda sessiz kalmayı tercih kültürü ve Türkçe çalışmalarına devam etti. etmişti. Ölümünden az önce gerçekleşen bu söy- Yaşamının sonuna doğru Londra yakınlarında leşide Bennett, adeta İngiltere ve İngiliz kültürü Sherborne isimli bir şatoda “tasavvuf okulu” adına bir “itirafname” bırakmış gibiydi. kurmuştu. Burada Türkçe dersleri veriyordu. Bu geldi. kişi gidecek, vize vereceksiniz, yani talimat, emir verildi. - Vize talebi olduğu zaman siz onu tanıyordunuz, otuz beş kişi ve bunlar hep büyük adamlar. Yani, levazım falan değildir, mülazım değildir. Ben bunun için bütün kim olduğunu? evrakı, dosyayı aldım. Harbiye mektebi orada, İngiliz ku- - tanıyordum. mandanlığı Şişli’de değil mi? - Sultan’a yakınlığını da biliyor muydunuz? - Biliyordum… Hatta Sultan adamı bir insan, öyle an- - Şişli’de… - Evet, oraya gittim, dedim ki: Şöyle şöyle… Üç-dört ladık. Padişahın emin olduğu bir adam olduğunu anla- kişi yerine otuz beş kişi gitmek ister, vizeyi verebilir mi- dık. yim? onlar telefon ettiler ve cevap geldi ki: Padişah buna itimat eder, siz veriniz… - Ayrıca gitmeden önce Padişah Vahdeddin ile - Kime telefon ettiler? görüştüğü söyleniyor… - Biz evvela İngiliz Başkomiserliği’ne, o zaman rum- bolt komiserdi, sefir yoktu. onlar bize cevap verdiler: - Öyle, biliyorum… Herhalde oraya gitti, biliyorum. Mustafa Kemal gitsin ve ne ki lazımsa yapsın. Ben derhal Evet. gittim, vizeyi verdim. Vizelere imza ettim ve teslim ettim ve ben anladım ki, orada bir heyecan var, anladım ki yani - Vahdeddin gönderiyor onu… bir şey var, fakat ben hiçbir şey söylemedim, ben şimdi - Padişah Vahdeddin ona çok güveniyordu. rahat. Mesuliyet bana ait değildi. Fakat ben biraz, bizim- - Siz onun güvenmesinde şüphelenmediniz mi? kilerin anlamadığı bir şey vardı, hissettim, çünkü ben Acaba bu adam aldatıyor mu onu falan gibi? bunları tanımaya başladım ve gördüm ki en ileri gelen, - Öyle anlamadım, yok, yalnız heyet büyük olduğu en zeki zabitanı seçmiş idi. Bu yalnız bir müfettişlik için, için, üç-dört kişi yerine otuz beş kişi ve büyük zabitan, fakat tabii kimse o zaman buradaki Milliyetçilerin bir tan- miralay, mirliva falan, bunlar Erkan-ı Harp’ten, en mühim- zimat, bir ordu olabileceğine hiç kimse inanmazdı. ler gidiyordu, yalnız bir müfettişlik için çok gördüm ben. - Oradan şüphelendiniz… - Evet, bunun için benim mesuliyetimin fevkinde gör- düm bunların hepsine vize vermek, çünkü bana üç-dört 2012 NİSAN / DERİN TARİH 89
Tablodaki Sırlar / Hans Holbein-The Ambassadors (Elçiler) 7 10 2 8 2 10 4 6 6 3 Hans Holbein The Younger, Taschen bu kurukafa da nereden Çıktı? rönesans devrine ait bir tablonun kalbinde bir kadının: “Boleyn kızı”nın avrupa tarihinin akışını değiştirmesine tanık oluruz. GÜlCaN ÇalıŞKaN [email protected] Hans Holbein H ans Holbein (1497-1543) ilk resim dersle- Elçiler tablosu şu bağlama oturur: Ocak 1533’te rini babasından almış. 1516’da Basel’de VII. Henry, Anne Boleyn’le gizlice evlenir ve Erasmus’la tanışıp Deliliğe Övgü adlı kita- Papa’dan nikâhlı eşinden boşanmak için izin ister. bını resimleyince zenginlerden resim siparişi al- Katoliklerde boşanmak mümkün olmadığından maya başlamış. 1533’te yukarıda gördüğünüz El- isteği reddedilince bağımsız bir İngiliz kilisesi kur- çiler (The Ambassadors) adlı tablosunu bitirdikten mayı kafasına koyar. İngiltere’nin Roma’dan kop- sonra İngiltere Kralı VII. Henry’nin himayesinde masını istemeyen Fransa Kralı I. François ise (hani 10 yıl içinde 150 portreye imza atmış. Ressamlığın Kanûnî’nin “Sen ki Fransa Kralı Françeska’sın yanında moda tasarımcısı olarak da çalışmış olan diye hitap ettiği) Papa ile Henry arasında aracı- Holbein’in başta kralın resmi giysileri olmak üze- lık yapması için Londra’ya bir heyet gönderir. re düğmeden tokaya, tören silahlarından atların Elçilerin bir görevi daha vardır: İngiltere, Fransa koşum takımlarına kadar 250’yi aşkın tasarımı ve Osmanlı arasında siyasî bir ittifak oluşturmak. biliniyor. Şimdi tablonun görünmeyen yüzüne eğilelim. 90 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
1 KİM BU ADAMLAR? 6 AÇIK KİTAPLAR! Soldaki şahıs, elçi Jean de Dintevill’dir. Sağda ise Alt rafta açık olarak resmedilmiş iki kitap göze arkadaşı keşiş Georger de Selve’i görüyoruz. Mü- çarpar. Büyük olanda Martin Luther’e ait \"Gel kut- tevazı giyiminden din adamı olduğunu anlıyoruz. sal hayalet, ruhlarımızı uyandır\" isimli bir ilahi Nitekim ertesi yıl Fransa’nın Lavaur bölgesine yer alır. Kitabın matbu olması, matbaanın devrim- piskopos olarak seçilecektir. Dintevill Londra’day- ci rolüne işaret eder. İkinci kitap tüccarlara kâr- ken Holbein’la irtibata geçer ve bu tabloyu sipariş eder. Tam bir Rönesans eseri olan Elçiler tablosu, zarar hesaplarını öğretmeyi amaçlar. Böylece modellerinin beşeriyetleriyle yakından ilgili olan işletme ve finans sektöründe de bir Röne- siyaset ve din algılarını özenle seçilmiş objeler sans (Yeniden Doğuş) yaşandığını anlarız. üzerinden sunar. 7 ARALANAN PERDE! 2 GİZLENMİŞ YAŞLAR İlk bakışta belli olmasa da, sol üst kö- Modellerin yaşları Romen şede hafifçe aralanmış perdenin altın- rakamlarıyla gizlice iş- da çarmıha gerili İsa figürlü gümüş bir lenmiştir. Birinin yaşı haç görülür. Bu, Rönesans dönemindeki elinde tuttuğu han- din tartışmalarına bir göndermedir. çerin üzerine (29), diğeri de üst raftaki 8 TÜRK HALISI kitaba (25) yazılmıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda madalyonlu ve yıldızlı Uşak 3 KAFATASI DA NEREDEN ÇIKTI? halılarına İtalyan, Hollandalı ve Alman ressamla- rın tablolarında, ama en çok da Holbein’da rast- Tablonun önündeki çinili zeminde ta- lanır. (Nitekim bu halılara Türkiye’de de “Hol- nımlanması güç, garip ve eğik bir bein” adı verilir.) Türk tasarım ve imalatı olan nesne görülür. Söyleyebileceğimiz halı, Osmanlı’nın da Rönesans’ın kültürel, tica- ilk şey, resmin ahengini bozdu- ri ve politik oluşumunda yer aldığını simgeler. ğudur. Bu gerçekte Holbein tara- fından şekli tamamen değiştiril- 9 SEÇKİN SİYAH VE İPEK miş bir kurukafadır. Ressam onu resmin içine, hem de en ortalık İpek Yolu üzerinden Avrupa’ya yerine adeta saklamıştır. Anlaşılıyor ulaşan ipek ve kadife, Kuzey Avrupa’nın muzaffer imajına ki, siyasi göndermelerin ötesinde tablo- atıfta bulunurken, Doğu’nun da işlenen asıl mesele ölümdür. Nesnenin deforme lüksüne olan arzuyu da an- edilmiş olması, eserle izleyici arasına bir mesafe ko- latır. Dintevill’in pahalı bir yar ve hayal gücünü çalıştırmasını sağlar. Kurukafa kürkle çevrelenmiş ceketi zen- sadece çerçevenin sağ tarafından yaklaşık 27 dere- celik bir açı ile görünür hale gelir. “Sadece özel bir ginliğinden dem vurur. Bu dö- açıdan bakıldığında düzgün görünen resim” anla- nemde zengin rengi diye bilinen siyah, melanko- mındaki anamorfoz tekniğinin sinemada, fotoğraf- li ve entelektüel birikim demektir. çılıkta vb. kullanıldığını biliyoruz ama bir 16. yüzyıl tablosunda karşımıza çıkması oldukça tuhaftır. 10 KÜRELERİN GİZEMİ 4 KARANLIKTA KALAN İMZA Üzerine dünya haritası işlenmiş 2 küreden alt raftakinin tam da aritmetik kitabının Tablodaki aletlerin verilerine göre o sı- arkasına yerleştirilmesi, ticaret ve finansın rada tarih 11 Nisan, saat ise sabah 09.30 dünyaya yayılmasını ifade eder. Ayrıca küre- veya 10.30’dur. Yıl, modelin gölgesine giz- ye “Europa” diye yazılması, daha 16. yüzyıl- lenen imzanın hemen altındadır (1533). dan itibaren Avrupa’nın ortak bir kimliğe sa- hip olduğunu iddia eder. Küreler sayesinde 5 ENTELEKTÜEL OBJELER Holbein’ın coğrafi keşifleri takip ettiğini de öğreniriz. Üst raftaki objeler denizcilikle ilgiliyken, alt rafta- kiler elçilerin dünyevi ilgilerini yansıtır. Ağırlıklı olarak geometri, astroloji ve müzikle ilgili olan nesneler, modellerin yalnız maddi zenginliklerini değil, entelektüel birikimlerini de gösterir.
Doğudan Batıya islÂm ..dünyasında Sİyah OFKE 92 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Trakyalı bir köle olan Spartaküs’ün üç yıl süren isyanı tarih kitaplarında sıkça zikredilirken, ali b. Muhammed’in başkenti bile olan isyanı tarihçilerimizin ilgisine mazhar olamamış. MuSTafa DEMİrCİ [email protected] Z enci köleler denilince aklımıza hep Amerika gelir. Oysa İslam dünyasında da köle ticareti yay- gındı ve sayılarının yüzbinleri bulduğu oluyordu. Üstelik Ab- basiler döneminde ayaklandılar ve kısa ömürlü de olsa bir devlet kurdular. Orta Çağ İslam dünyası; toplumsal hareketler, köy- lü isyanları, şehirlerdeki ayak takımı ve bedevi başkaldırıları bakımından oldukça hareketli ol- masına rağmen, bu çağların sosyal tarihi hâlâ keşfedilmeyi bekliyor. Bunlar arasında en dikkat çekeni, Fırat-Dicle arasındaki geniş bataklığın ortasında yer alan büyük çiftliklerde çalıştırılan yüz binlerce siyahi kölenin isyanıdır. İsyanın, Fırat ile Dicle’nin birleştiği aşağı Me- zopotomya’daki bataklık bölgede (Şattu’l-Arap) ortaya çıkması birçok bakımdan dikkat çekici- dir. Her şeyden önce, İslam öncesi devirlerden bu yana bölgede yoğun bir köle nüfusu bulun- duğu ve sık sık isyan çıkardıkları bilinmektedir. İkinci olarak, Hz. Ömer zamanında bu bölgede Basra ve Kufe şehirlerinin kurulması ve etrafının şenlendirilmesi maksadıyla Emevilerden beri bölgede devlet desteği ile büyük çiftlikler orta- ya çıkmış, 120 bin sulama kanalı açılmıştı. Ge- rek toprağın ıslahı çalışmalarında gerekse şeker kamışı, pirinç ve pamuk olmak üzere piyasaya yönelik ürünlerde iş gücü eksikliğinden dolayı üretim, ağırlıklı olarak kölelere dayanıyordu. İs- lam dünyasında şehirlerin büyümesine ve açık denizlerdeki ticaret hacminin artmasına paralel olarak piyasaya mal arzı da kârlı hale geliyordu. Bu da daha fazla üretim, dolayısıyla daha fazla köle demekti. » Mustafa Demirci Arşivi İthal bir lider » İsyanın coğrafi konumu: Aşağı Elimizdeki bilgiler isyancı kölelerin Doğu Af- Mezopotamya’daki rika kökenli olduğunu gösteriyor. Muhtemelen Şattu’l-Arap Zengibar, Kenya, Mombasa, Mozambik, Mada- bölgesini gösteren gaskar ve Liberya çöllerinden, köle avcıların- Osmanlı devrine ait bir harita. 2012 NİSAN / DERİN TARİH 93
Doğudan Batıya dan alınarak ya da Arap köle tüccarları vasıtasıy- teşebbüsünü gerçekleştirir. İsyanın kadrosunu la esir edilerek deniz yolculuğu ile Kızıldeniz ve Bahreyn bölgesindeki bedeviler oluşturur. Ancak Basra körfezi, karadan da Nil ve Sudan yoluyla bu girişim başarısız olur ve isyancı grup ile bir- Irak’a getiriliyorlardı. likte Basra’ya kaçar. Siyahi köleler, kendi içlerinden değil, dışarı- Devrimci fikirler, ateşli sloganlar dan aralarına katılan bir lider bularak ayaklan- dılar. Hz. Ali soyundan geldiğini iddia eden Ali Ali b. Muhammed ve adamları, Basra’da kal- b. Muhammed’in bu iddiası ne çağdaşları, ne dıkları esnada şehrin hemen yakınındaki ba- Şii tarihçiler tarafından kabul edildi. Gerçek- taklık bölgede, aşırı sulamadan dolayı tuzlanan te aile kökleri Rey, Talikan ve Sind bölgelerine toprakların temizlenmesinde ya da şeker kamışı uzanır. Babası Sind asıllı bir cariyeden doğmuş, plantasyonlarında yüz binlerce kölenin bulun- anne tarafından dedesi ise Zeyd b. Ali isyanından duğunu keşfederler. Muhtemelen Basra’da ya- sonra Rey’e kaçmış biridir. Kendisi de buradaki şadıkları dönemde bu kölelerden faydalanma- Verzenin köyünde 835 yılında dünyaya gelmiş- nın ve onlara dayalı bir isyan çıkarmanın ince tir. Birkaç yıl Reyy’de ilim tahsili ile uğraşır. 18 hesaplarını yapmışlar, bu amaçla zencilerin yo- yaşında buradan ayrılarak Abbasilerin başkenti ğun olarak bulundukları bu tuzlu bölgeye gelip Samarra’ya gelir. Samarra’da Abbasi halifesi el- yerleşmişlerdi. Siyahi lider ilk günlerde yaptığı Muntasır’ın (861-862) sarayının üst düzey yöne- konuşmada bu isyana dünyevi bir menfaat için ticileri arasına girer. Sarayda orta yaş çocuklara değil, sırf Allah rızası için girdiğini, amacının kö- hat, gramer, edebiyat ve astronomi gibi dersler lelere yapılan kötü muameleyi önlemek ve onla- verdiği aktarılır. rı ağır işlerden kurtarıp hürriyete kavuşturmak olduğunu, sahiplerinin mallarını alarak kendile- Samarra sosyetesinin aşırılıkları ve lüks düş- rine dağıtacağını söylüyordu. Bundan sonra ba- künlüğü ile hilafet merkezindeki istibdat (despo- taklık bölgesindeki çiftliklerde 5.000 ve 10.000 tizm), onu yeni bir arayışa iter ve bunun netice- kişilik gruplar halinde çalıştırılan köleler isyana sinde Bahreyn’e gider. Kendini “beklenen imam” katılmaya başladılar. (Mehdiy-i Muntazır) olarak tanıtarak, ilk isyan Görülüyor ki, Ali b. Muhammed siyasi ola- rak devrimci fikirler barındıran söylemle kal- mamış, Sünni Abbasilerin en sert dinî-siyasi muhalif akımları olan Şiiliğin Zeydiyye kolu ile Hâricîliğin Ezarika kolunun sloganlarını kullana- rak taraftarlarını motive etmeye çalışmıştır. 13 yıl süren kanlı isyan Siyahi esirler sonraki iki ay boyunca bölge- deki köyleri yağmalamaya ve feci şekilde tahrip etmeye başladılar. Ele geçirdikleri köy ve çiftlik- lerdeki diğer siyahi kölelerin de katılımlarıyla kısa zamanda güçlenen isyancılar, yaklaşık 10 ay sonra Uzak Doğu ve Hint Okyanusu’na açılan TarİHÇİlEr NEDEN öte, sosyal bir patlamadır, mış olması ise Batılı/avrupalı GÖzarDı ETTİ? ancak belli bir programları olana duyulan hayranlıkla da yoktur. İsyanı daha da açıklanabilir ancak. Trakyalı Bu hareket ağır şartlar önemli kılan, İslam dünya- bir köle olan Spartaküs’ün 3 altında çalıştırılan siyahi sında böylesi bir köle hare- yıl süren isyanı tarih kitapla- kölelerin hürriyet arzusuyla ketinin ilk ve son kez çıkmış rına sık sık konu edilirken, ali ali b. Muhammed’in mace- olmasıdır. Bu kadar geniş b. Muhammed’in başkenti raperestliğinin bir araya gel- kapsamlı ve tarihin akışını bile bulunan isyanı tarihçile- mesinden doğmuştur. Dini etkileyen bir köle isyanının rin ilgisine nedense mazhar içerikli bir isyan olmaktan tarih kitaplarında yer bulma- olamamış. 94 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
en önemli ticaret kapısı olan Basra Körfezi’ni ve Bağdat nehir yolunu kontrol altına aldılar. Basra’ya saldırarak yerle bir edip tam 20 bin in- sanı katlettiler. İsyanın çıktığı bölge irili-ufaklı kanallardan oluştuğu için Abbasiler ile köleler arasında yak- laşık 13 yıl amansız bir mücadele yaşandı. Abba- silerin üzerlerine gönderdikleri nizami ordular, bu kanallar ve kamışlıklar içinde hareket ede- mediğinden defalarca mağlup, çoğu zaman da tamamen imha edildiler. Bir ara isyancılar Abba- silerin başkenti Bağdat’ın 150 km civlarına kadar yaklaştılar. İsyancılar bataklığın ortasında “Muhtara” adı- nı verdikleri bir başkent kurdular ve hareketi bu- radan idare ettiler. Adeta bağımsız bir devlet gibi kendi adlarına para bastırdılar, hutbe okuttular, vergi topladılar, şehirlere vali ve kadılar atadılar. Balta girmemiş çalılıklar ve kamışlıkların orta- sına bir şehir kurdular ve ulaşımı da küçük su kanalları vasıtasıyla sağladılar. Yüzbinlerce insan katledildi Abbasi halifesi Mutemid’in kardeşi, Mekke’de yaşayan ve Abbasilerin asıl ordu gücünün başın- daki isim olan Muvaffak komutasındaki ordu, bütün güçleriyle isyancıların üzerine hücum etti. Bataklığın ortasında süren bu çarpışma, ta- rihin gördüğü en kanlı savaşlardan biri oldu. 3 yıllık zorlu bir mücadeleden sonra isyancıların başkenti Muhtara düştü. Kendisine eman veril- mesine ve isyan boyunca çok cazip teklifler ya- pılmasına rağmen teslim olmayan siyahi lider, en yakınlarının kendisini terk etmesine rağmen sonuna kadar direndi. Sonunda kamışlıklar ara- sına kaçsa da Tolunoğlu askerleri tarafından ya- kalanarak öldürüldü. İsyanın bastırılmasından sonra geride kalan köleler hapse atıldılar. Birçoğu teslim olurken, 2 bin kadarı çöle kaçarak açlık ve susuzluktan öldü. Büyük çoğunluğu savaşlar sırasında ya öl- dürüldü ya da nehirlerde boğuldu. Tarih kaynak- ları bu isyan esnasında ölen insan sayısı ile ilgili olarak 300 bin ile 500 bin civarında ürkütücü ra- kamlar vermektedir. Mustafa Demirci Çizgi kitabevi tarafından yayınlanan Siyah Öfke kitabının yazarı.
Keş er BÜYÜK DOĞU’YU KAPATTIRAN ŞİİR Filozof Rıza Tev k, gurbette Sultan II. Abdülhamid’in ruhundan özür dilerken, \"31 Mart’ı biz tezgâhladık\" itirafında bulunmuştu. A leyhindeki onca İttihatçı iddia SALİH MERCAN ve iftiraya, hücum ve karala- maya rağmen halkın bunlara Şubat’ında uzun zamandır halkın gözünden zerre kadar itibar etmediği, uzakta, metrûk bir saray köşesindeki ölümü, top- lumsal hafızayı, Abdülhamid’in iktidar dönemini, ölüm haberini nereden duydu- insanların karnının doyduğu ve bir ’devlet’ onu- runun korunduğu mutlu zamanlar olarak hatırla- ğu bilinmeyen muazzam bir maya zorlamıştı. Hem o, asker öldürmeyen Sultan değil miydi? kalabalığın kendiliğinden toplandığı hazin cena- Böylece bazı aydınlarımızın, ardından yaşanan ze töreninde anlaşılmıştı. Cenazesinin evlerinin büyük çözülüş karşısında, bir zamanlar kıyasıya eleştirdikleri ’Baba’yı pişmanlık içinde yeniden önünden geçtiğini gören kadınlar, “Ekmeği ucuza keşfetmelerine şaşırmamak gerekir. yediren Sultan, bizi bırakıp nerelere gidiyorsun?” “Meşrutiyet Devrimi”nin önde gelen İttihatçı- larından Filozof Rıza Tevfik (1869–1949) de Sul- diyerek ağlamış, basında aylarca “Sultan Hamid tan Abdülhamid’in büyüklüğünü ve aslında ne yapmak istediğini, Cumhuriyet devrinde alnına başta olsaydı bizi savaşa sokmaz, bu felaketleri ya- “hain” damgası vurularak yurt dışına gönderildik- ten sonra fark etmişlerden biridir. şamamıza ne yapar eder mani olurdu” türünden \"Türklüğe hakaret\" yazıklanmalar birbirini takip etmişti. Burada ilk kez aslını yayınladığımız manzume Nitekim devrin şairlerinden biri, arkasından ilk olarak 1937’de Kahire’de çıkan Müsâvat dergi- sinde “Lâyemût bir şiir” başlığıyla yayınlandı (sayı: “Senin tabutunu getirip tahta oturtsak bunların 35). “Sultan Hamid’in maneviyetinden istimdad” başlıklı şiir Abdullah Uçman’ın arşivinden temin canlısından daha iyi yönetirdi” diyebilmiş ve biri- edildi. Muhtemelen Rıza Tevfik’in el yazısıyla ka- leme alınmış orijinalini yayınlamak suretiyle ta- lerinin “Kızıl Sultan” diye yaftaladığı Abdülhamid rihe karşı görevimizi yapmış oluyoruz. Bundan sonrası, araştırmacıların alanına girer. Han’a duyduğu hasreti aşağıdaki beyitte dile ge- Şiir Türkiye’de ilk defa “Abdülhamid’in ruha- tirmişti: niyetinden istimdat” başlığıyla Büyük Doğu’nun 30 Mayıs 1947 tarihli 65. sayısında neşredilmiştir. Sen değil, nâşın hükümdar olsa elyâkdır bize Dergi bir sayı sonra bu şiir sebebiyle kapatılmış Dönsün etsin taht-ı Osmânîye tabutun cülûs. ve Necip Fazıl aleyhinde, “Türklüğe hakaret” ge- rekçesiyle dava açılmıştır. Şiiri yayınlarken Necip Vefatıyla başlayan bu pişmanlık salgınının baş- Fazıl aşağıdaki yorumu yapmayı ihmal etmemiş: lıca iki sebebi vardı: “Yukarıdaki manzume, Rıza Tevfik’in bundan 1) Abdülhamid’in 30 yıl boyunca binbir emek- 15-20 yıl evvel kaleme alıp sığınağı olan yabancı le kurtlardan sakındığı ülkenin sadece 9,5 yılda ülkede neşrettiği ve anavatanda kimsenin bilme- paramparça edilmiş olması ve başkentinin dahi esarete düşmesi, 2) İstikrarlı bir siyasî yönetimin sağladığı büyü- me sayesinde Osmanlı’nın son “asr-ı saadeti”nin onun devrinde yaşanmış olması. Üstelik bu büyü- me dışarıdan büyük ölçüde yeni borç alınmadan sağlanmıştı. Bunu, binlerce kilometrelik demiryo- lu ve binlerce yeni okuldan daha çarpıcı dillendi- ren grafik zor bulunur. Dolayısıyla tahttan indirilmiş Sultan’ın 1918 96 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
diği müthiş bir şiirinden birkaç parçadır. Anava- » Abdullah Uçman arşivi tan sınırları içinde intişar etmemiş olan bu şiiri ilk defa olarak umumi vicdana takdim ederken, 31 Mart’ı biz tertipledik! duyduğumuz zevk ve zafer duygusu bir tane de- ğildir. 1949’da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde hasta yatmakta olan Rıza Tevfik, mahkeme ka- 1) En genç fikir nesli biz olduğumuza göre, rarıyla kendisini sorguya çekmek üzere gelen Abdülhamid devrini ne şahsi bir menfaat, ne de Avukat Abdurrahman Şeref Laç’a bu şiir hakkın- şahsi bir garazla mütalaa etmemize imkân bul- da şunları söylemiştir (bu sırada yanlarında bir madan sırf öz ilim ve saf hakikat adına ortaya hakim bulunmaktadır): attığımız “Abdülhamid Devrinin ve Abdülhamid’e ait şahsiyetin baştanbaşa bir siyaset yalanı olarak “Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıy- Meşrutiyet’ten sonraki nesillere yutturulduğu” le değil, tamamiyle aksi olarak, Türk milletini hakkındaki tezimizin tam bir teyide kavuşması; ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülha- ve üstelik bu teyidin Abdülhamid’e karşı bizzat mid Han’a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yaz- mücadeleye girişmiş bir şahıstan fışkırıvermesi... dım. 31 Mart Vak’asını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük Hükümdar, bu 2) Devirler ve inkılaplar boyu gidişimizin, Meş- isnadla, sadece iftiraların değil, tertiplerin de en rutiyet hareketi gibi, mason locaları eliyle idare hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen edilmiş en sığ ve kısır bir hareket mensubu tara- İttihadçılar ve bu işe memur edilenler arasında fından bile görülmemiş olması... bizzat ben de varım! 31 Mart’ı kışkırtma ve kö- rükleme işini Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik 3) En küçük samimiyet ve halisiyet anının, bir idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu söz- zamanlar neler söylemiş bulunanlara şimdi neler lere tarih kulağını kabartsın!” (Hilmi Yücebaş, söylettiği hikmeti...\" Filozof Rıza Tevfik: Hayatı, Hâtıraları, Şiirleri, İst. 1978, s. 347.) 2012 NİSAN / DERİN TARİH 97
İstanbul’un devŞİrme Camİlerİ fetİhten sOnra İstanbul’dakİ bİzans kİlİselerİ 98 DERİN TARİH / 2012 NİSAN
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150