Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore 65 - Derin Tarih (Ağustos 2017)

65 - Derin Tarih (Ağustos 2017)

Published by sedatfurkanileri, 2019-10-29 09:51:42

Description: 65 - Derin Tarih (Ağustos 2017)

Search

Read the Text Version

 Avrupa Tarihi ————————————————————————————————————— » Emperyalizmin romancısı Polonya asıllı yazar Joseph Conrad’ın derdi bir sanatkâr olarak görmek ve göstermekti. İngiltere vatandaşı olan Conrad’ın, ülkesiyle gurur duymasına rağmen, yazdığı romanlarda dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu savunmak gibi bir derdi yoktu. Amacı sadece olan biteni anlamaktı. Afrika’dan Güney Amerika’ya anlayamayacak kadar dar görüşlü insanların tutku- larından ortaya çıkan olayların dilsiz kanıtları için... Kipling, emperyalizmin şairiydi. Şiir ve roman- bir alacakaranlık ülkenin ilk görünümü belirdi kafam- larıyla, Britanya İmparatorluğu’nu bir “devlet-i ebed da.” Evet, Nostromo alacakaranlık bir ülkenin insan- müddet” kılmaya azmetmişti. Conrad da bu impa- larının “ekmek ve özgürlük” mücadelesini, namus, ratorluğun tebaası olmaktan şeref duyuyordu; fakat erdem, aşk ve ihtiras gibi evrensel insanî duygularla bir sanatkâr olarak derdi, görmek ve göstermekti. harmanlayarak sunuyor. Öyle olmasaydı, ben bile Savunmaya değil, anlamaya çalışıyordu. kendimi yaşlı Garibaldino’ya bu kadar yakın hisse- debilir miydim? Karanlığın Yüreği’nden Nostromo’ya geçmekle, Af- rika yabanından Güney Amerika kaosuna geçi- Daha önceki romanlarında, okuduklarından çok yoruz. İkisi de kaos aslında, fakat birincisi doğal, yaşadıklarından yola çıkan Conrad, Nostromo’da bir ikincisi üretilmiş. Conrad, Tayfun’daki son öyküden tür tarihçi gibidir. Elli Yıllık Kötü Yönetimin Tarihi adı- sonra, “sanki dünyada artık yazılacak bir şey kal- nı verdiği bir eser, daima elinin altındadır. Yazar, madığını” hissediyor. Bir sanatçı için çok mutlu bir bu kitabın içindekileri bilen tek kişidir güya. Kitap- an belki de; ölse de gözleri açık gitmeyecek. Sonra, ta anlatılanlar, romanda nakledilen güncel olaylar- bir şat (sığ ve hafif bir gemi türü) dolusu gümüşü la yakından ilişkilidir. “Her biri ya geçen olayların çalıp götüren bir denizciye dair öykü geliyor aklı- anlamına ışık tutmakta ya da sözünü ettiğim in- na. Daha doğrusu, yıllar önce kulaktan duyduğu bu sanların kaderini doğrudan etkilemektedir.” Kahra- olaya, bir kitapta rastlıyor. Bu sefer, kahramanın bir manlarına karşı oldukça yansızdır. Aristokrat yahut karakter olabileceğini, sembolik değer taşıyabilece- avam, erkek veya kadın, Latin veya Anglosakson, ğini hissediyor. Bir romancı için, karakteri olmayan haydut yahut siyasetçi, “onları, kendi çelişkili duy- insan ve sembolik değer taşımayan vaka, anlatılma- gularının ateşi ve çatışması içinde elden geldiğince ya değer değildir. Bizi eşyanın hakikatına yaklaştır- soğukkanlılıkla yazmaya” çalışır. Roman, büyük öl- mazlar. çüde, kahramanlarının çelişkilerinin öyküsüdür. He- pimizin öyküsü olabilmesi, bu yüzden!.. Benim 500 sayfalık romandan çıkardığım en önemli ‘hakikat’ şu: Küçük hırsızlıkları küçük hay- Nostromo köken olarak İtalyan. Halktan bir dutlar yapar ve onlarla uğraşmaya değmez. İster şiir adam, fakat simgesel olarak Yunanî bir kahraman, olsun ister roman, kurgu büyük iştir ve büyük mese- bir Herkül. Aristokrasi tükenmiş, burjuvazi vaatle- lelere odaklanmalıdır. Emperyalizm büyük hırsız- rine sadık kalmamış; halk utana sıkıla sahneye çık- lıktır ve her büyük iş gibi ilkesiz tutunamaz. Büyük mıştır. “Nostromo, kişisel bir oyunda önder olmaya ve ilkeleri olan hırsızlar gerektirir. Sahneye büyük istekli değil. Kitlelerin omuzlarında yükselmek is- adamlar gibi çıkar, sonra yozlaşıp küçülürler. Ro- temiyor. Halkın içinde, kendini bir güç olarak his- mandaki kahramanların çoğu böyledir. Yazar, giriş- setmekle yetiniyor. ... Önderlik etmekten iğrenen te yazdığı kısa notta bu trajik alçalmaya bir nebze fakat içten içe yöneten, halkın haset olmayan öz-gü- ışık tutuyor: “Hazineyi çalanın mutlaka anlı şanlı cü.” Avamlığına aldırmadan, soylu bir kıza vurulur. bir dolandırıcı olması gerekmediğini, hatta erdem- Modern demokrasinin, avam’ın bilek gücüyle ha- li, namuslu bir insan ve belki de bir kurban olabile- vas’ın estetik kudretinin birleşmesiyle vücut bula- ceğini düşününce, iyilik ve kötülüğün ne olduğunu 98 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

———————————————————————————————————— Amerikan Emperyalizmi cağını ima eden yazar, bu noktada adeta şairleşir: kıyısındaki bir yerdir burası. Bir yandan, geçmişte- “Aristokrat Antonia ile halk adamı Nostromo, Yeni ki İspanyol sömürgeciliğinin kalıntıları olan liman, Çağ’ın kurucularıdır, Yeni Devlet’in gerçek yaratıcı- gemiler, inşa halinde tren yolu ve gümüş madeni; ları: Masalsı yaşamı ve yiğit davranışıyla Nostromo; diğer yandan öküz derisi ve çivit satılan yerel pa- sadece kadınlıktan aldığı güçle, bir aylakın yüre- zaryeri. “Okyanusa açık kocaman bir yarım daire ğinde içten bir tutku uyandırabilen tek varlık, An- şeklinde çatısız bir tapınak içindeymiş gibi, ticaret tonia.” 20. asrın ilk çeyreğinde Osmanlı’dan Cum- dünyasının aldatmalarına karşı dokunulmaz bir huriyet’e, 21. asrın ilk çeyreğinde ise Beyaz Türk sığınak.” Topraksız bir kent Sulaco, ölü bir belde. Cumhuriyeti’nden Esmer Türk Cumhuriyeti’ne ge- Kentin “kötülük ve servet kavramlarını birleştiren” çişi hangi yönetim bilimcimiz bu incelikle anlata- yoksulları, yarımadanın “yasak hazineleri yüzün- bildi? den” böyle ölü olduğunu söylerler. İki büyük kahraman: gümüş ve kredi Üç kuruş değerindeki bir bağ şeker kamışı ya da bir sepet mısırla millerce yol tepip pazara gelen, ya- Karanlığın Yüreği, arada bir varlığını hissettiği- banlıktan kurtulmuş Kızılderililerden oluşan çevre miz yazar dışında, neredeyse iki kişilik bir roman- halkı, “derin uçurumların karanlıklarında yığın- dı: Marlow ve Kurtz. Nostromo’da karakter bol, ama la altının par par parladığını” ve eski zamanlarda merkezî rolü insanlar değil, bir nesne oynuyor: Gü- birçok serüvencinin “altın ararken yok olup gittiği- müş. Braudel, nesnelerin tarihi insanların tarihin- ni” söylerler. Bunların bazılarının, uğursuz bir bü- den daha önemli ve etkileyicidir derken, ilhamını yünün etkisiyle, hayaletler gibi hâlâ kayalıklar ara- Conrad’den mi almıştı? Gerçi “baş kahraman gü- sında dolaştığına bile inanılır. “Ruhları, buldukları müş” derken de yazarın maksadını tam yansıtmış hazine üzerinde nöbet tutan bedenlerinden bir tür- olmuyorum, çünkü madenin hem işletilebilmesi; lü kopup ayrılamıyor. Zengin, aç ve susuzlar şim- hem de bu işletme üzerinden dünya pazarına bağ- di.” Yazara göre, Placido Körfez’i öyle bir yerdir ki, lanılmasında kritik etmen: Kredi. Hükümet darbe- “Tanrı’nın gözü insan elinin orada ne yaptığını gö- si sırasında, eldeki gümüşün bir an önce Amerikalı remez.” Hiç cezalandırılma korkusu duymaksı- destekçilere ulaştırılması gerektiğini söyleyen De- coud’un gerekçesi çok şey söylüyor: “Gümüşü ku- » Hegemonik değişim zeye gönderelim ki sonra bize kredi şeklinde geri 19. asrın sonlarında üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu için çanlar çalmaya dönsün!” Gümüş ve kredi. Kapitalist roman pazarı- başlamıştı. Aynı dönem yeni bir hegemonun yükselişine de şahitlik ediyordu dünya. na hoş geldiniz!.. İngiltere’nin tahtına oturacak güç ABD idi. Güç merkezi Avrupa’dan Amerika’ya kayıyordu. Olay, Costaguana adlı muhayyel bir Amerika ül- kesinin kıyı kenti Sulaco’da geçiyor. Medeniyetin de 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 99

 Avrupa Tarihi ————————————————————————————————————— » Amerikan yayılmacılığı 1898’de kazandığı San Juan Tepesi zaferiyle ABD kıtadaki İspanyol kolonilerine son verdi. Ayrıca Latin Amerika’da yeni topraklar elde etti. Ne tesadüftür ki, bu savaşta Amerikan ordularını -başkanlık yıllarında ABD yayılmacılığını savunacak olan- Albay Theodore Roosevelt idare etmişti. zın şeytanı bile yardımınıza çağırmakta özgürsü- likle adamak, Giorgio’nun üzerinde, bütün kişisel nüz orada. Kör bir karanlık. İşte kredi denen büyü çıkarlara karşı bir tür bağışlamasız nefret şeklin- yahut simya, bu kör karanlıktan, Kaliforniyalı ya- de iz bırakmış, parayı ömrü boyunca hor görmüş- tırımcılar için külçe külçe altın (‘gümüş altın’!) çı- tü. Gençliğinin önderleri yoksul yaşamış, yoksul karacaktır. ölmüştü. Yarını umursamamak, düşünsel bir alış- kanlık olmuştu onun için. Fakat yaşlılık çağında Shakespeare’den fırtına habercisi bir epigrafla sanki amaç yitmiş gibiydi. Tanrı’nın insanlar için açılıyor romanımız: “Öyle kirli ki gökyüzü, temiz- kurduğu bu dünyada hâlâ bir sürü kral ve impara- lenmez fırtınasız.” Gerçekten de, Costaguana Cum- tor serpilip gelişiyordu. ... Anlattığı savaş öykülerini huriyet’nin politik havası pek fırtınalıdır. Başkan istekle dinliyor, ama bu kadar şeyden sonra eline ne Ribiera iç savaşı kaybetmiş, canını Kaptan Mitchell geçtiğini sormadan edemiyorlardı. “Biz bir şey iste- ile Nostromo sayesinde kurtarabilmiştir. Ayakla- medik, tüm insanlık aşkına acı çektik,” diye bağı- nan halk birçok yeri yakıp yıksa da pek başarılı ola- rıyordu öfkeyle. Güçlü sesi, alev alev yanan gözleri maz. Demiryolu depolarına, deniz taşımacılık şir- gökleri tanık çağırırmış gibi havaya kalkmış esmer keti bürolarına ve özellikle kasa dairesinde gümüş eli kendisini dinleyenleri etkilerdi. külçelerden oluşan büyük bir hazinenin saklandığı Gümrük Binası’na yapılan asıl saldırı tam bir başa- Lanetli miras: gümüş madeni rısızlığa uğrar. Madenin cemaziyelevveli: Aziz Tome gümüşü, Eline ne geçti? zenginlikten çok felaket getirmiş yöreye. İlk gün- lerinde, çoğunlukla kölelerin sırtlarında şaklayan Limanla kent arasında yer alan ve yağmadan kırbaçlarla işletilmiş, çıkarılan gümüş, ağırlığın- kurtulan hanın yaşlı sahibi Garibaldino (Cenovalı ca insan kemiğiyle ödenmiş. Kızılderili kabileleri Giorgio Viola), sadece Nostromo’nun saygıdeğer ev- tümüyle telef olup gitmiş madenin işletilmesinde. li dostu değil, bir okur olarak benim de ana kah- ramanımdır. Gençliğinin safdîl ülkülerine ihanet etmemeye çabalayan bütün devrimci ve mücahid- lerin rol modeli. Conrad sanki iyilik meleği Bayan Gould’u azizleştirmek için yazmış bu romanı; ben- se yaşlı mücahid Viola’ya veriyorum oyumu. Adam- cağızın kendisi azizlere, dualara, “papaz dini” dedi- ği şeylere pek prim vermiyor aslında. Onun kutsal saydığı şeyler özgürlük ve Garibaldi idi. Paraya hiç önem vermediği halde, her nedense kentte herkes onun, mutfağın toprak döşemesi altına para göm- düğüne inanırdı. Gençken, Garibaldi’nin komuta ettiği özgürlük mücadelelerine katılmış, özgürlük uğruna acı çeken ve ölen insanların arasında ya- şamıştı. “Papazlardan nefret etmesine, ne uğruna olursa olsun adımını kiliseden içeri atmamasına karşın, Tanrı’ya inanırdı. Tanrı erkekler için, dinler ise kadınlar içindi.” İngilizlere büyük saygı duyardı. Garibaldi’yi sev- dikleri için onların ulusuna da saygı duyardı. “Ulus soyluydu, adamsa bir aziz. Ondaki inancın ilahî gü- cünü ve onun bu dünyadaki bütün yoksullara, acı çekenlere ve ezilenlere duyduğu büyük merhame- ti görmek için yüzüne bir tek kez bakmak yeterdi.” Özveri ruhu, engin bir insancıl ideale kendini sade- 100 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

———————————————————————————————————— Amerikan Emperyalizmi Daha sonraları, bu ilkel yöntemle, midesine kaç ce- süresiz imtiyazı kendisine verilince etekleri tutuş- set atılırsa atılsın kazançlı bir verim sağlanamadığı tu. Bu öldürücü lütuftan kurtulmak için ne kadar için maden terk edilmiş. Sonra da unutulup gitmiş. çabaladıysa, boşuna. “Madencilik üzerine hiçbir şey Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra yeniden keşfedilmiş. bilmiyordu, imtiyazını Avrupa pazarlarına sokacak Bir İngiliz şirketi işletme hakkını ele geçirmiş ve öy- hiçbir aracı yoktu, işletilecek bir maden de yoktu le zengin bir damar bulmuş ki, ne birbiri ardından ortada. Her yer yabanî otlarla kaplıydı.” Zamanın gelen hükümetlerin parasal zorlamaları, ne de şir- maliye bakanı, Bay Gould’un yıllar önce para yardı- ketin topladığı ücretli madenci kalabalığına asker- mı yapmayı reddettiği, kumarbaz ve dolandırıcı bir lerin yaptığı baskınlar şirketin direncini kırabilmiş. tipti. Ona rüşvet vererek bu işten sıyrılabileceğini Fakat sonunda, başkentten gizlice gönderilen görev- önerenler oldu. Araya girebilecek yaşlı bir bayana lilerin kışkırttığı yerli madenciler, İngiliz yönetici- para dolu bir zarfla gitti ve o namuslu aracıdan şu lerine başkaldırmış ve son kişisine varıncaya kadar cevabı aldı: “Olmaz, yavrucuğum. Ah! Ne iş! Bana öldürmüş onları. Resmî Gazete’de yayınlanan hükü- başvuranları soymam ben. Bakan değilim ki ben! met bildirisi, madenin ulusun malı olarak hükümete Keseciğinizi alıp gidebilirsiniz.” Bay Gould öfke ve devredildiğini belirtmiş: “Liberal ilkelerin savunul- üzüntüsünden yatağa düştü. Üstelik imtiyaz sade- ması için çekilmiş olan kılıç, sevgili yurdumuzun ce kendisine değil, kendisinden sonra gelecek tüm mutluluğunu sağlama görevini bitirinceye kadar” kuşaklara bırakılmıştı. İngiltere’de bulunan 14 ya- maden kapalı kalacaktır artık. şındaki oğluna, Costaguna’ya bir daha dönmeme- si, o rezil imtiyaza bulaşmış olacağından buradaki Romanın Nostromo’dan bile daha kritik kişisi, mirasından hiçbir zaman hak ileri sürmemesi, ona Charles Gould. Babası vaktiyle Costaguana’nın en hiç dokunmaması, hiç yaklaşmaması, Amerika di- varlıklı göçmen tüccarlarındandı. Hükümetlere ye bir yerin varlığını unutması ve Avrupa’da kendi- mecburi borçlar vere vere servetinin büyük kısmı- sine bir ticaret işi bulması için yalvarıyordu. Her nı yitirdi. Alacaklarının tümüne karşılık madenin 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 101

 Avrupa Tarihi ————————————————————————————————————— mektup bu hırsızlar, düzenbazlar ve haydutlar ininde ge- ral yıkılışın nedeni olmuştu; onun işletilmesi, ciddi reğinden fazla kalmış olduğu için kendi kendine ve moral bir başarıya dönüştürülmeliydi.” yaptığı acı sitemlerle bitiyordu. Yatırımcılar, madene bakmaya gelirler. Dindar Buna rağmen, yirmisine geldiğinde Charles, Bayan Gould, adında kutsal (holy) ve haç (rood) ke- Aziz Tome madeninin büyüsüne kapıldı. Maden limelerini birleştirmiş olsa da büyük kapitalist mühendisi olmaya karar verdi. Zihninde maden Holroyd’dan hiç hazzetmez, özellikle onun din ku- kavramıyla adeta mistik bir ilişki geliştirdi. “Ma- rumuna karşı tutumundan. Onu bir putperest gibi denler dramatik bir anlam kazanmıştı gözünde. görür: “Katedraldeki azizlerin ucuz, allı pullu giy- Çeşitli karakterden insanların incelenişi gibi, o da sileri Mr. Holroyd’u tiksindirdi; cicili bicili şeylere madenlerin özelliklerini kişisel bir görüş açısından tapmakmış bu. Fakat bana öyle geldi ki, kendi Tan- inceliyordu. Dikkate değer bir insanı görmeye nasıl rı’sına, kiliselere yapılan bağışlardan kendi kâr pa- merakla gidilirse, o da madenleri öyle ziyaret edi- yını alan bir tür etkili ortak gözüyle bakıyordu o da. yordu. Terk edilmiş madenlerde onu çeken güçlü Bu da bir çeşit puta tapıcılık.” Kocası, çok büyük gü- bir büyü vardı. Onların terk edilmişliği, derininde müş ve demir şirketlerinin başındadır o, der. “Ha, çeşitli nedenler yatan insanî yoksulluk karşısınday- evet! Gümüş ve demir dini.” Charles, büyük kredi- mış gibi kendine çekiyordu onu. Onların hiç değeri törün erdemlerini ne kadar sayıp dökse, şüpheci Ba- olmayabilirdi, ama yanlış anlaşılmış da olabilirlerdi.” yan Gould’u ikna edemez: “Sevgili Charley, o adam- Müstakbel karısı, bu adamın maddî dünyaya kar- ları kendi aralarında konuşurken duydum. Onlar şı derinden duyarlı, hemen hemen sessiz davranı- gerçekten, büyük bir dava uğruna, yeryüzünün bü- şını yöneten bu gizli ruh halini keşfeden ilk, belki de tün ülkelerine ve uluslarına su getiren, odun kesen tek insandı. Kadının ona karşı duyduğu sevgi, on- insanlar olmayı mı arzu ediyorlar, olabilir mi bu?” da, düz bir yerden, yarı açık kanatlarıyla çırpınıp du- rup bir türlü kalkamayan kuşlar gibi, kendini bırakıp Bayan Gould, eşini kendisinden başka kimse- göklerin derinliklerine uçabileceği bir zirve buldu. nin tanıyamayacağını, gerçekten onun neyin pe- şinde olduğunu kendisinden başka hiç kimsenin Evet, emperyalizm deyip geçmeyin. Bü- bilemeyeceğini düşünüyor. Erkeğin eylem iradesiy- yük işler için her zaman büyük ve de- le, kadının kendini ona adama içgüdüsü birleşmiş- rin insanlara ihtiyaç vardır. Sömürü, tir. “Zenginlik düşüncesi akıllarına geldiyse bu, başa- ciddi iştir. rı düşüncesinin ayrılmaz bir parçası olduğu içindi yalnızca.” Charles Gould servet düşüncesini en ön- İki soyut destek: sevgi ve kredi de tutmak zorundaydı; fakat o bunu amaç olarak değil, araç olarak görüyordu. Madene güveniyordu Babası 30 yıllık bir mücadelen sonra ve bu güveni herkese bulaşıyordu. “İşadamları çoğu ölür. Charles, babasının bu işle “uygun kez âşıklar kadar korkusuz ve hayalci olurlar. ... İşa- damları bazen bütün dünyanın saçma bulduğu işle- usullerle uğraşmadığını” düşünmekte re cesaretle girişirler.” ve Costaguana’ya gidip “işe sahip çık- mayı” arzulamaktadır. Karısına, ken- Sömürgeci değil, yatırımcı! disini yeterince sevip sevmediğini, kendisiyle beraber o cehenneme ge- Büyük kapitalist Holroyd, düşünceli, ağır bir lip gelmeyeceğini sorar. “Evet, sevi- adamdır. Saçları demir kırı, kaşları hâlâ karadır. yordu. Gidecekti.” Charles Gould’un Kunt profili, eski Roma paraları üzerindeki Sezar belleği çocukluğunun geçtiği ülkey- profiline benziyor. Kurtz gibi, o da Avrupa ırkları- le, yüreği o kızla birlikte geçecek ya- nın bir bileşkesidir adeta: Soyunda Alman, İskoç, İn- şamıyla, aklı ise Aziz Tome imtiya- giliz ve uzaktan uzağa da Danimarkalı ve Fransız zı ile doluydu. Bir ara Almanya’da kanı vardır. “Bu da ona bir Püriten havası ve zafe- tanıştığı San Fransisko’lu adamı, re doymayan bir hayal gücü veriyor.” Charles Gould’a “o akıllı ve anlayışlı kapitalisti” sadece kredi değil akıl da verirken, Amerikan em- hatırladı. Babasının serveti dev- peryalizminin müstakbel yörüngesini ana hatla- rimlerin o rezil potasında eri- rıyla çizmektedir: “Costaguana hükümeti, oyunda mişe benziyordu. Sermaye bul- elinin bütün gücünü kullanacaktır. Nedir Costagu- malıydı. Yerinde duramazdı, ana? Yüzde on faizli borçların ve diğer delice yatı- hemen eyleme geçti. “Eylem rımların dipsiz çukuru. Avrupa sermayesi yıllar yılı avutucudur. Kapkara düşünce- bol keseden saçıldı bu çukura. Bizimkilerse, hayır. lerin düşmanı, okşayıcı hayallerinse Bu ülkede bizler, yağmur yağarken evde kalmayı biliriz. Oturur, seyrederiz. Elbette, günün birinde dostudur. Biz insanlar, kader tanrıçaları üze- biz de gireceğiz işin içine. Zorunluyuz buna. Ama rindeki yengi hissini, ancak eylemimizin yö- netiminde bulabiliriz. ... Maden, saçma bir mo- 102 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

———————————————————————————————————— Amerikan Emperyalizmi acelesi yok, zaman denen şey, Tanrı’nın tüm evre- » Amerikan gümüşü nindeki en büyük ülke üzerinde durup beklemek Kristof Kolomb’un Amerika’ya ayak basmasından sonra “Beyaz Adam” kıtanın kaynaklarını zorundadır. Günün birinde her şeyi biz yönetiyor deli gibi sömürdü. Amerika’daki gümüş yataklarıyla zenginleşen İspanyollar çaptan olacağız. Ta Ümit Burnu’ndan Smith’s Sound’a ka- düşünce yerlerini yeni sömrgeciler alacaktı. Amerika’daki gümüş yataklarını konu alan bir dar, hatta, elde etmeye değer bir şey varsa ta Kuzey çizim. Kutbu’na kadar, sanayi, ticaret, hukuk, gazetecilik, sanat, politika ve din, ne varsa. O zaman, uzaktaki şindeydi! Elde edilecek başarı, taptaze, yepyeni bir adaları ve dünyanın öteki kıtalarını da ele alacak alanda olacağı için çok hoşuna gidecekti. Fakat işler boş vaktimiz olacak. Dünyanın işlerini, hoşa gitsin ters gidecek olursa da, onu hiç gecikmeden bıraka- gitmesin, biz çevireceğiz. Dünyanın elinde olan bir caklarını da açıkça söylüyordu. Charles, sevgi yatı- şey değil bunu önlemek, sanırım bizim elimizde de rımcısı eşine şöyle diyordu: “Böyle bir insan elbette değil.” bir şeyi istediği zaman tutar, istediği zaman bıra- kır. Yenilgi duygusu acı vermez ona. Büyük gümüş İlk bakışta Amerikan sermayesi için riskli bir gi- ve demir işleri yaşayacak ve bir gün Costaguana’yı rişimdi bu. Yerel hükümetler “istikrarsız ve güve- ve onunla birlikte dünyanın geri kalan kısmını ele geçi- nilmez”di. Girişimci ortak daha kendini kanıtlaya- recektir.” caktı. Holroyd, yeni emperyalizmin habercisidir: Sömürgeci değil, yatırımcıdır ve riske giren bir ‘ya- Böylece romana giriş yaptık. Çıkışımız birkaç ay tırımcı’ olarak mesajı nettir: “Avrupa’nın bu kıta- sürebilir!.. dan uzak tutulması gerek, bizim işe karışmamızın vaktiyse henüz gelmedi.” Asıl sorun, ikinci ortağın Mustafa Özel (Charles Gould), üçüncü ve istenmeyen ortağa (Cos- İstanbul Şehir Üniversitesi. taguana hükümetini yöneten yüksek ve güçlü hır- sız çetesi!) karşı kendi özgürlüğünü, kendi kişiliğini koruyacak tipten biri olup olmadığıdır. “İşler yolun- da gittikçe sizinle birlikte olacağız. Fakat başımızı büyük bir belaya sokmak niyetinde değiliz.” Büyük kapitalist madenle ilgileniyordu pek tabii; tatilini bile bu işe harcamıştı. Fakat onun çapına kıyasla ge- ne de büyük bir iş değildi bu, ne bir demiryolu şir- ketiydi, ne de özel bir korporasyon. Bir adamın pe- 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 103

 Yakın Tarih ——————————————————————————————————————— ŞAPKA İNKILABI’NIN MEDYA TETİKÇİLERİ 104 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

——————————————————————————————————— Şapka İnkılabının Tetikçileri ‘Şapka hakkında Ş KASIM HIZLI [email protected] memleketimizin güzide apka Kanunu sade vatandaşın simaları ne düşünüyor?’ hayatını en çok etkileyen in- kılâpların başında gelir. Çün- kü insanların kendilerini her gün gösterdikleri alâmetleri olan sa- rık ve fesleri yasaklamıştır. Baş açık dolaşmak da mümkün değildi. Çünkü şapka giymek mecburi ve giyilmediği takdirde kime ve neye muhalif olun- duğu belliydi. Ankara hükümetinin eski rejime karşı ilk keskin icraatı saltanatı kal- dırmak olmuştu (Kasım 1922). 1924 yılında Hilafetin kaldırılması inkı- lap taraftarları ile muhalifler arasın- da keskin gruplaşmayı getirmişti. Sal- tanatın kaldırılmasına hafif tertip ses çıkaranlar, bir mânâda yutkunanlar Hilafetin kaldırılmasıyla yeni rejimin ne tarafa seyrettiğini anlama fırsa- tı bulmuşlardı. Takip eden inkılaplar toplumun kılık kıyafeti, dili, kültürü ve nihayet dini hakkındaki radikal değişikliklerin habercisiydi. Aşağıda 25 Kasım 1925 tarihin- de kabul edilen Şapka Kanunu arefe- sinde medyanın bir kısmının şapka hakkında takındığı tavırdan bahse- deceğiz. Halka yön vermede, kitlele- ri şekillendirmede medya, bu inkılâp arefesinde de kullanılmıştı. O vakit- ler de günümüzdeki tarzda anketler yapılıyor, devrin meşhur simalarına sorular soruluyor, bu vesileyle zihin- ler inkılâba hazır hale getiriliyordu. İnkılap taraftarlığıyla temayüz eden Orhan Seyfi (Orhon), inkılâp- tan altı ay kadar önce “Serpuş (şap- ka) hakkında memleketimizin güzi- de simaları ne düşünüyor?” başlığıyla sahibi bulunduğu Resimli Dünya ga- zetesinde bir anket yaptı. Soruyu yö- nelttiği kişiler Osmanlı’dan beri Batı- lı hayat unsurları için mücadele veren şahıslardı. Ankete Cenab Şehâbeddin, Süleyman Nazif, Celal Sâhir (Erozan), Halil Nihad (Boztepe), Abdullah Cev- det, Ubeydullah Efendi, Falih Rıfkı (Atay), Nail Reşid, Mustafa Şekib 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 105

 Yakın Tarih ——————————————————————————————————————— (Tunç) ve Tokadîzâde Şekib cevap ve- Önümüzde büyük bir meşale ve ha- gerici(!) kafalar olduğu, şapkalılarınsa receklerdi. rikulade bir meşale tutan var! 1,300 Avrupa’nın nuruyla aydınlanmış mü- sene evvelki bir cemaate ait âdet ve nevver kafalar olduğu telakkisidir. Devrin atmosferini ve medyanın itikatlar ile 20. asrın ilk çeyreğinde halini anlamak için verilen cevap- yaşayarak medeniyetin, hürriyetin, Süleyman Nazif: ları iyi incelemek gerekiyor. Yazıyı istiklalin bütün faziletleriyle dolu “Şapka neden uzatmamak için Abdullah Cevdet, Sü- milletlerle at başı ilerlemek mümkün küfür alâmeti leyman Nazif ve Falih Rıfkı’nın ce- değildir. Biz bunun böyle olduğunu 30 olsun ki!” vaplarına göz atmakla yetinecek, To- seneden beri biliyor ve düşünülmesi kadizade Şekib’in ibretlik cevabıyla icap eden yolu yalnız rüya halinde “İslam dini akla uyan bitireceğiz. görüyorduk. Memleketimizi mamûr şeylerle meşgul olur, ve halkımızı münevver ve müreffeh abes şeylerle değil. Kafanın içi ha- Abdullah Cevdet: görmek iştiyakıyla yanan münevver- kikatsever olduktan sonra dışında- “Rüyalarımızı ler, mesuttur ki önlerinde rüyalarımı- ki başlık ne şekilde olursa olsun onu gerçekleştiren zı hakikate çeviren sihirli bir meşale alakadar etmez. Fes giyin, şapka gi- sihirbâz” vardır. yin, külah giyin, sarık giyin veya baş açık gezin, bunlar din ve itikada taal- “1 Eylül 1924 tarih ve Kafalarımızın içi de dışı da en asil, luk eder meseleden değildir. İslamın 169 numaralı İctihad’ın başmakalesi en nurlu, en ilerici bir Batılının ka- esasına iman ve ikrarınız muhkem “Şapka-fes” başlığıyla çıkmıştır. Sizin fasının içinden ve dışından farklı ol- oldukça halis Müslümansınız. Fes, di- için şu iki üç satırı da ilave etmeliyim: mayacak, farklı olursa bu fark ondan nimize ait başlığımız değildir. Zaten Şapka, baş ve göz ve bilhassa göz sağ- daha kuvvetli ve daha ışıklı olmak su- din namına Peygamber hiçbir kisve lığı noktasında festen çok tercih edil- retiyle olacak. Her gün ve her iyi yol- ve kıyafet tayin ve emretmedi. Frenk melidir. Fakat şapka giymek sosyal da daha ileri! adını ilave ile giydiğimiz gömlekle ve psikolojik bir neticeyi hamildir ki, üstündeki çelibaya benzeyen boyun kapsam ve ehemmiyeti çok büyüktür. Görüldüğü gibi Abdullah Cevdet bağı haram olmuyor, mübah ve müs- Tekrar ediyorum: şapkayı başlık ola- kendince meselenin tıbbî yönünü ön tehap oluyor da, şapka neden küfür rak kabul etmemiz, daha doğru tabir- plana çıkarıyor. Doğrudan şapka de- alameti veya yasak addediliyor! Bu id- le şapkayı başlık olarak kabul etme- meyip yumuşatarak “şems-i siper” diaların yalnız bir mantığı vardır ki, mekten vazgeçmemiz hayırlı, sosyal (güneşlik) gibi meseleyi halka farklı o da hezeyandır.” ve psikolojik neticeleri büyük ve he- aksettirmek için tıbbî teviller yapıyor. Süleyman Nazif o sıralar hep yaptı- sapsız olan bir hadisedir. Ben bunu Doktor’un sosyal ve psikolojik fayda- ğı gibi kendini din adamı olarak gör- böyle görüyordum, böyle görüyorum, lar şeklinde telakki ettiği mesele, fes- mektedir. İslam dininin ne ile uğra- böyle göreceğim. li ve sarıklı kafaların örümcek ağlı, “ŞAPKA GIYMEK, BAŞKA MILLETLERIN BAYRAĞINI KULLANMAK GIBIDIR!” İskilipli Atıf Hoca şapka inkılâbından bir çeşit bayrağı vardır ki, o bayrak Bunun için medeni memleketlerden 1,5 yıl önce yazdığı Frenk Mukallitli- hangi vapurun, zırhlının, tayyarenin, hiç birisinin bayrağını bizim vapurlara, ği ve Şapka risalesi sebebiyle İstiklal mektebin, binanın üzerinde bulunur- zırhlılara çekmek suretiyle onları taklit Mahkemelerince akıl almaz bir şekilde sa o devletin olduğuna hükmolunur. ve teşebbüse yeltenmeye hiç kimse mahkeme edilmiş ve halkı şapka Mesela bizim Yavuz zırhlısı bütün cesaret edemez. İşte bunun gibi “Kim aleyhtarlığına kışkırtmak suçuyla idam müştemilatı itibariyle İngiliz, Alman bir kavme benzerse onlardan olur” edilmişti. Üstelik zikrettiği hususlar ve Fransız zırhlılarına benzediği halde hadis-i şerifi ile Müslümanların şiar ve kendi görüşleri değil, asırlarca İslam yalnız şanlı bayrağının alâmet-i farîkası alâmet-i küfürde gayrımüslimlere ben- âleminde revaç bulmuş muteber fıkıh ile onlardan imtiyaz eder. Bu alameti zemeye yeltenmeleri yasaklanmıştır. kitaplarındaki fetvalardı. İşte Atıf Ho- görenler bizim olduğuna hükmederler. Binaenaleyh bizim zırhlıda başka dev- ca’yı idama götüren o pasajlardan biri: Başka devletin bayrağının bizim zırhlı- letlerin bayrağını görenler o zırhlının ya çekilmesi siyaseten, örfen, âdeten bizim olmadığına hükmedecekleri gibi “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve kanunen yasaktır. Onun için bunun şapka, haç vs. küfür alameti giyen ve “Kim bir kavme benzerse onlardan mürtekibi, hıyânet-i vataniye, cinâyet-i takınanların İslami milliyetinden çıkıp olur” buyurmaktadır. Bunu açıkla- milliye ve ecnebi taraftarlığı suçuyla kâfirler sınıfına iltihak etmiş oldukları- mak için bir misal irad etmek isterim: itham edilerek idamına hükmolunur. na hükmederler.” Her devletin hususi alametleri olan 106 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx şıp uğraşmayacağı, şapka küfür iken kravatın neden küfür olmadığı aklî ve basit kıyaslardır. Halkı bu şekilde inkılâba hazırlamaya gayret etmek- tedir. İskilipli Atıf Hoca ile gazete sü- tunlarında yaptığı münakaşalarda hı- zını alamayan Nazif, İmâna Tasallut Şapka Meselesi isimli bir eser yazar ve “Şapkada küfür alâmeti olacak bir şey yoktur. Şapka küfür değil, haram de- ğil, mekrûh değil; fes gibi, külâh gi- bi, tâc gibi günahsız bir başlıktır. Pier- re Loti’nin masum şapkası...” tarzında ifadeler kullanır. Dini meseleleri kafasına göre yo- rumlayan Nazif’e, Atıf Hoca bir yazı- sında şu susturucu cevabı vermiştir: “Müslümanların fıkıh ilminde uz- manlaşan ve sözleri her açıdan güve- nilir olan din âlimlerinin sözlerine mi güvenip imân etmesi vâcip olur, yoksa kendisi itiraf ettiği şekilde 20’den 45 yaşına kadar şekk (şüphe) vadisinde dolaşan ve idlâl (sapıklık) vadisinde yaşayan, 11 senelik İslâmi- yeti zamanında da dine saldırmak- tan geri durmayan Süleyman Nazif Bey’in şapka hakkında vermiş olduğu hükümlere, fetvalara mı güvenme- lerine lâzım geleceğine dair veri- » Serpuş lecek hükmü yine kamuouyuna hakkında fikirler havale ederim. Süleyman Nazif Resimli Dünya gazetesinde Bey böyle yarım bilgiyle İslamî hükümlere dair kendince fet- “Serpuş hakkında valar vermeye kalkışacağına, memleketimizin en güzide simaları ne düşünüyor?” aradan hürmetle çıkıverse da- başlıklı haberin ha fazla hizmet etmiş olur.” Osmanlıca orijinali. Falih Rıfkı: garip bir millet olmaktan kurtuluyo- dım. Fesi mi, şapkayı mı tercih ettiği- “Softalığa karşı ruz. İkincisi mürtecî ve mutaassıplar mi sual buyuruyorsunuz. Meselenin esaslı bir zafer”… bu meseleyi kendileri için pek hayatî şeriate ait olması itibariyle bu soru- addettiklerinden softalığa karşı esas- nun cevabını ancak tam yetkili ulemâ “Şapka meselesinin lı bir zafer daha kazanmış oluyoruz. verebilir… “ gazetelerde münaka- Şapka bizim kafamızda bir şey değiş- şasından, medeni bir tirecek değilse de, gülünç fes, gülünç Kuruldukları köşeden her konu- milletin vatandaşı sıfatıyla utanıyo- bir zihniyeti alıp götürüyor.” da fikir beyan edenler, yeri geldiği- rum. Şapka takmak, Türk milleti için ne müctehid, sosyolog, siyaset bilim- bir dava şekline sokulmamalıydı. Ma- Kendi kafasına göre yorum yapan- ci, en tehlikelisi din adamı kesilenler alesef mutaassıp hocalar eskiden beri lar olduğu gibi, işi ehline bırakmayı dertlerimize deva olmak yerine yara- şapka meselesine o kadar ehemmiyet teklif edenler de vardı. Ancak Orhan larımıza kezzap dökenlerdir. Bu ka- vermişlerdir ki, gözümüzü güneşten Seyfi’nin sorusuna aynı sütundan ce- fayla da bir yere varmamız mümkün sakınmak için şapka kullanmaya ka- vap veren Tokadîzâde Şekip Bey akl-ı değildir. Akif’in deyişiyle; rar vermek Cumhuriyet’i tesis etmek selim ışığında tutulması gereken yolu gibi bir inkılâp hareketi zannolun- şöyle ifade etmiştir: Sokarsa burnunu herkes düşünmeden her işe; maktadır. Şapka meselesinin geçmi- şi ve bugünü ile “şapka davası olan” “Lütfen gönderdiğiniz mektubu al- Kalır selâmet-i milliyemiz öbür gelişe! 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 107

 Biz Osmanlıyız————————————————————————————————————— Padişahtan Dalkavuklara Taviz Yok 108 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

———————————————————————————————— Padişahtan Dalkavuklara Taviz Yok Osmanlı sarayında padişahları güldüren, zor vakitlerinde onları neşelendiren dalkavuklar vardı. Padişahlar onlara müsamaha gösterseler de, çevrelerinde dalkavukluk etmeye yeltenenlere asla taviz vermezlerdi. O smanlı sarayında “müsahip” (sohbet edilen kişi) var- BİZ OSMAYNALVIUYZIZBAHADIROĞLU dı, “nedim” (arkadaş) vardı… Bunlar zeki insanlar- dan seçilir, padişahla yarenlik eder, bir nevi ona müş. Dalkavuk hemen tasdik etmiş: “danışmanlık” yaparlardı. Bir de “maskara”, “karavaş”, hatta “Patlıcan nimetlerin şahıdır Hünkârım, lezizdir, hoştur, düpedüz “dalkavuk” adıyla anılan kişiler vardı ki, işleri güç- leri devlet umurundan gına getiren padişahı güldürmek, mayhoştur, yapımı ve hazmı kolaydır. Bu sebzeyi beğenmek- memnun ve mutlu etmekti. Görev icabı padişahın hoşuna le Zat-ı Şahâne dimağ lezzeti cihetinden de sultan olduğu- gidecek şakalar, taklitler, şaklabanlıklar yapar, onu eğlen- nu göstermektedir. Dilerim yüce Mevla ömrünüzü müzdad dirmeye çalışırlardı. idup hazretinizi patlıcan hazretlerinden ayırmasun!” Peki, bu meslek erbabına neden “dalkavuk” denmiş? Bu garip duayı bıyıkaltı gülümseyerek dinleyen Padişah, Osmanlı asırlarında genel olarak kavuk giyilmesi âdetti. hiç sesini çıkarmamış. Bu sohbetin üstünden birkaç saat Kavuklar birbirine benzese de sarık şekilleri çok farklıydı. geçmiş. Yemekler yenmiş, sofralar kaldırılmış. Derken faz- Kişinin hangi meslekten olduğunu sarık şeklinden anlamak la kaçırdığı patlıcan musakkanın etkisiyle Padişah’ın midesi mümkündü. Fakat dalkavukların sarık sarması yasaktı. Ka- yanmaya ve bulanmaya başlamış. Canı sıkılan Padişah: “Ne- vuğu çıplak, yani “dal” giymek zorundaydılar. Bu yüzden de reden de musakka yedim” diye söylenerek başladığı yakın- onlara “dal-kavuk” denirdi. Osmanlı sarayı dışında konak- mayı, sonunda patlıcana verip veriştirmeye kadar vardırmış. larda da bulunur, sahiplerini eğlendirirlerdi. Osmanlılarda dalkavukluk, tarifeli ücret kar- “Bu mereti yasaklatmalı, yiyeni falakaya yatırmalı. Bu şılığı icra edilen bir meslekti. Sultan I. Mahmud patlıcan milleti zinhar bir daha asla sarayın mutfağının ka- dönemine ait bir belgede efendisinin bir dalkavu- pısından içeri sokulmamalı.” ğa yapabilecekleri karşılığında ödemesi gereken ücret ayrıntılı olarak belirtiliyor. Mesela dalkavu- Derken, dik dik dalkavuğun yüzüne bakıp söylenmiş: ğa Osmanlı tokadı atmak 30 para, dalkavuğu mer- “Patlıcan sebzelerin sultanıymış da, lezizmiş de, hoşmuş divenden yuvarlamak 180 para, bostan dolabına da, mayhoşmuş; sana inanıp fazlaca yedim, şu halime bak!” bağlayıp bir tur attırmak 600 para, elini-ayağını “Haklısınız Hünkârım” diye derhal onaylamış dalkavuk, domuz bağıyla bağlamak 40 para, burnuna fiske “patlıcan milletini yasaklamalı, yiyeni falakaya yatırdık- vurmak 20 para, sakalından beş-on kıl koparmak 60 para imiş. tan sonra zindana atmalı, mutfağın kapısından içeri Bu kısa girişten sonra hem dalkavukları, sokmamalı, hatta patlıcan ekenleri Fizan’a sürmeli. hem de başka işlerle vazifeli oldukları hal- Zaten acı mı acı, yağlı mı yağlı, rengi de bir şeye ben- de Padişah’a dalkavukluk etmeye kalktık- zemiyor...” larında onun hışmına uğrayanları İşte o zaman Padişah dayanamamış, patlamış: anekdotlar eşliğinde tanıyalım. “Bre zındık! Patlıcanın lehine konuştuk tasdik et- tin, tuttuk aleyhine konuştuk onu dahi tasdik “Patlıcan hazretleri” ettin, bu nasıl iştir?” Dalkavuk hiç alınmadan cevap vermiş: Meşhur fıkradır: Sultan II. Mah- “Hünkârım, tabii ki sizi tasdik edece- mud musakkayı pek severmiş. Bir ğim. Takdir edersiniz ki, bendeniz patlı- gün dalkavukluğu meslek haline canın değil, sizin dalkavuğunuzum.” getiren, hatta bununla iftihar eden Kendi mantığı içinde tutarlı saraylılardan birine patlıcanı öv- ama genel ahlâk açısından peri- şan bir cevap. Ama yerleşik ah- lâkî normlarla kurallar dalkavuk- ları hiç ilgilendirmez. Onların kendilerine özgü bir ahlâk anlayışları vardır. 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 109

 Ayın Kelimesi ————————————————————————————————————— AYIN KELIMESI Muhallebi Muhallebiciler Tükendi, B iz “muhallebi çocuğu” değil- Halep Yok! zimiz olan boza bir iki dükkâna şıkış- dik ama muhallebi nesliydik! mış durumda. Ya Ankara? Ankara’nın Çok sayıda sütlü tatlı içinde ne-  D. MEHMET DOĞAN en namlı bozacısı, elbette en güzel mu- den muhallebi öne geçmiş de muhal- hallebilerin de yapıldığı dükkânını ön- lebicilik meslek hâline gelmişti? Çeşit [email protected] ce Ulus’tan Kızılay’a taşıdı; geçenlerde çeşit muhallebi; hangi birini sayalım. öğrendim ki, tamamen kapanmış. (Ka- Su muhallebisi, sakız muhallebisi, da bir hayli geri plana düştüğü gözle- panmadan az evvel çok satışlı bir gaze- hünkâr muhallebisi, çukulatalı mu- nebiliyor. “Koskoca Ankara’da bir tek temizin “Türkiye’nin 10 muhallebicisi” hallebi; muhallebili kadayıf, muhalle- muhallebici dükkânı kalmadı” desem listesinde yer almıştı bu dükkân.) Şim- bili güllaç... En çok su muhallebisine belki inanmazsınız. Elbette İstanbul di sadece boza üretip bayilere dağıtı- şaşarım! “Acaba sütsüz bir muhallebi geleneklerine bağlı, hâlâ namlı muhal- yorlarmış. olabilir mi?” diye düşünür dururdum. lebicileri var. Her yerde tükense İstan- Sütü az, suyu çok muhallebi imiş me- bul’un Sarıyer semtinde muhallebici- Muhallebiciler geleneksel buluşma ğer! Şekeri de az, üzerine pudra şekeri lik bitmez! mekânlarımızdı; çoğumuzun hoş hatı- serpiliyor... Bir de “bici bici muhallebi- raları var bu mekânlarla ilgili. Zaman si” var, galiba buna “buzlu muhallebi” İstanbul’da asırlar boyu vazgeçilme- içinde buluşma şekilleri değişti, yerle- demek lâzım! ri de... Muhallebiciler, pastahane oldu. Bundan çok rahatsız olmadık. Ya şim- Kültürümüz öyle değişiyor ki, da- di? “Cafe”lerden, “cafe bistro”lardan mak zevkimizi de etkiliyor. Hâlâ ha- geçilmiyor. Cafe/kafe, malûm “kah- mur tatlılarımız rakipsiz. Pastaya olan ve”nin, “kahvehane”nin Avrupa gö- ilgimiz, biraz da doğum günü, düğün rüp dönmüşü. Şimdi sadece çay kahve vs. törenler yüzünden yükseliyor. Ama içilen yerler değil; hızlı yemek yerleri baklavanın yerini tutan tatlı yok. Sütlü aynı zamanda. Pastahane ürünleri de tatlılar bakımından da zenginiz elbet- bulunuyor. Ya “cafe bistro” ne demek? te. Fakat sütlü tatlılarımızın son yıllar- Dükkânlarına “cafe bistro” diyenler, 110 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

————————————————————————————————————————— Muhallebi “bistro”nun ne anlama geldiğini bili- » En yaşanabilir Osmanlı şehirlerinden biriydi Halep. Suriye İç Savaşı’nda maalesef yerle bir oldu. yorlar mı? Hadi onlar bilmiyor, onlara ruhsat veren belediye yetkilileri biliyor sız olduğu ortada. Bu fazla nazlı çıtkı- fa sancak, Halep vilayet. Nabî uzun sü- mu? rıldımlığın ölçüsüdür aslında! Kimse re İstanbul’da yaşadıktan sonra Halep’e “muhallebi çocuğu” ve “muhallebici” göçer, 20 yıl orada kaldıktan sonra, Daha önce Derin Tarih’te yayınlanan olarak tanımlanmak istemezdi elbette. alay-ı vâlâ ile İstanbul’a döner. Büyük “Kahve Yemen’den gelir, ya ‘café’?” baş- Şimdi ise, böyle karakterlere rastlamak şair payitaht İstanbul’a “şeyhü’ş-şuarâ” lıklı yazımızda, Rusça bir kelime olan mümkün değil! (şairler şeyhi) olarak dönmektedir. “bistro”nun hikâyesine temas etmiş- tik. Bistro kelimesinin Türkiye’de kul- Muhallebiden pastahaneye, kafeye “Bâğ-ı dehrin (zaman bağının, dün- lanılmaya başlanması ile ilgili çok faz- ve bistroya geçişi kültürel değişimin yanın) hem hazânın hem bahârın gör- la bilgimiz yok. Onun “Paris görmüş” bir sonucu olarak görmek durumunda- müş” şairimizin Halep’i öven hayli şiiri bir şairimizin, Atilla İlhan’ın 1950’li yız. Bütün zevklerimizde, estetik has- var. İşte bir beyit: yıllardaki şiirlerinde geçtiğini biliyo- sasiyetlerimizde bir gerileme ve hatta ruz. Kaptan şiirinin 5. bölümünden çöküş var. Bu yeme içme kültürümü- Buna hevâda ‘Irak u ‘Acem muhâlifdür okuyalım: zü de etkiliyor. Hayatında muhallebi Ki çâr faslı da nev-rûz ider sabâ-yı Haleb ile tanışmamış, keşkül yememiş, ka- kaldırımlara renkli tebeşirlerle katedral resimleri zandibi denilince hatırına sadece dibi “Hava hususunda Irak ve Acem’in çizerdim tutmuş tencere gelenler vardır elbette. zıddına Halep’in sabâsı (sabah rüzgârı), Pudding, supangle, triliçe son yıllarda dört mevsimi ilkbahar yapar.” kaldırımlara senin resmini çizerdim herkes seni revaçta. Bunlara da bir itirazımız yok, çiğnerdi fakat kendi güzel ve sağlıklı tatlıları- Şimdi Halep ne zaman biteceği meç- mızı unutturmamak kaydıyla. hul bir kara kış yaşıyor. Şehrin büyük bistroya yıkılır çırılçıplak bir quantro içerdim… bir bölümünde zamane barbarları taş Başlığa gelelim: “Muhallebi”nin üstünde taş bırakmadı. Tarihi yerle bir Şair “bistro”ya yıkılıyor çırılçıplak, “Halep”le bir münasebeti var mıdır? edildi, ahalisi sistemli katliamlara ma- her halde beraberinde bir şey yeme- Mesela Halep’te (sağken, şenken, ma- ruz kaldı. Önemli bir kısmı da ömürle- den, bir quantro içiyor… Belli ki alkol- murken…) güzel muhallebiler yapılı- rini verdikleri güzel yurtlarını terk et- lü bir içki bu… yor olabilir mi? Bu mümkündür. Halep meye mecbur oldu. Osmanlı kültürünün önde gelen mer- Soru şu: Eğer bistro Rusça ise, Pa- kezlerindendi. Beslenme kültürü ko- Halep’de muhallebi ne arar! Muhal- ris’te ne işi var? nusunda da böyle idi. Tatlıları da çok lebi ile “Halep”in yakınlığı tartışılmaz. ünlüydü. 17. yüzyılımızın büyük şairi “Haleb” “süt” demek. “Sağılmış süt!” Napolyon; bu ünlü Fransız macera- Nâbî Osmanlı mülkünde İstanbul’dan Muhallebi ancak “haleb”le olur! Ha- peresti, 19. yüzyılın başında bütün Av- sonra yaşanabilecek ikinci şehir olarak leb yoksa, muhallebi de olmaz! Halep’i rupa’yı çiğnedi ve Moskova’yı kuşat- Halep’i görür. Ona “Halepli” desek yeri vahşiyane saldırılardan kurtaramadık. tı… Yenilmez orduları orada şiddetli var. Elbette Urfa’da doğmuş, fakat Ur- Acaba muhallebiyi, bu hızlı başkalaş- kışa yenik düştü. Ruslar bu saldırının ma ve kültürel değişme devrinde kur- acısını 1815’te Paris’i işgal ederek çıkar- tarmaya muvaffak olabilecek miyiz? dılar. Paris’te Rus askerlerine çabuk yi- yecek-içecek sağlayan mekânlara “bist- ro” denilirmiş. Bu kelimenin ilk defa Mustafa Ni- hat Özön’ün Türkçe-Yabancı Kelimeler Söz- lüğü’nde yer aldığını görüyoruz (1962). Özön “aşağılık meyhane” olarak açıklı- yor kelimeyi. Ne oldu da geçen zaman içinde bu “aşağılık meyhane” çabuk ye- mek yeme mekânlarına ad oldu? “Muhallebici”den “pudding shop”a! Muhallebicilerin nezaheti konusun- da “muhallebi çocuğu” deyimimiz bir fikir verebilir. Bunlar “zayıf, dayanık- sız, çıtkırıldım, nârin” kimselerdir. Böylelerine sadece “muhallebici” denil- diği de olur. Sizin hiç muhallebi yerken dişiniz kırıldı mı? Muhallebinin pelte yumu- şaklığı düşünülürse, bunun imkân- 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 111

Menderes’ten eşine son mektup En Büyük Acılara Mektupların Sayesinde Katlanabildim Adnan Menderes’in idamından 3 gün önce eşi Berin Hanım’a yazdığı fakat ailesine ulaştırılamayıp nöbetçi olan (Yüzbaşı) Kâzım Çakır’da kalan mektubun 1972 yılında çekilmiş fotokopisini ilk kez yayınlıyoruz.  YÜCEL MUTLU [email protected] ma kararı ile karşılaşmamak için, İs- ne ulaştırılamadığı için o gün nöbet- tanbul’dan alelacele getirttikleri Ord. çi olan kendisinde kaldığını ve mek- 17Eylül, rahmetli Adnan Men- Prof. Sedat Tavat ve yanındaki tıbbî tubu bugüne kadar sakladığını ifade deres’in, Millî Birlik Komi- heyetten, Başbakan’ın sağlık durumu- etti. Heyecanlandım, evinden getirip tesi kararı ile idam edilişi- nun, Türk Ceza Kanunu ile diğer mev- okudu. Bir örneğini almak istediğimi nin 56. yıldönümü. 27 Mayıs 1960’da zuattaki “idama uygun olma hâli”ni söyleyince izin verdi ve o günün şart- bir grup subay tarafından gerçekleş- sağladığını belirten bir rapor aldılar. ları içinde hemen bir fotokopisini alıp tirilen ve daha sonra Türk Ordusu’na 17 Eylül 1961 Pazar günü, öğleden son- sakladım. mâledilen darbe neticesinde tutuk- ra saat 14:20’de, bir Başbakanı idam et- lanarak Yassıada’da kurulan ihtilâl mek gibi, şen’i bir fiili irtikâp ederek Hatırlayanlar vardır; 1960’larda mahkemesinde muhakeme edilen onu da astılar. mektup-zarf şeklinde bir posta gön- Demokrat Parti yöneticileri ve millet- derisi vardı. Kâğıdın içine yazıyor- vekillerinden 15’inin idamına karar Yassıada’daki tutuklular, ada yöne- sunuz, katladığınızda da dışına alı- verilmişti. TBMM’nin onayı gerekli timinin, o zamanlar kullanılan yerin- cının adresini yazarak PTT şubesine olduğu için, aynı gün Ankara’ya ulaş- de bir tabirle, Yassıada Gardiyanı Al- vermeniz mümkün oluyordu. İşte tırılan kararlar TBMM yerine kaim bay Tarık Güryay’ın izin verdiği süre bu şekilde bir posta gönderisine ya- olan Millî Birlik Komitesi’nde görüşül- ve sınırlar içinde ailelerine mektup zılmış olan mektubun içindekileri dü. Sadece 4’ü kabul edilerek diğerle- yazabiliyor ve bazı taleplerde buluna- ve dışındaki zarfta yazılmış olanla- ri müebbet hapse çevrildi. 3. Cumhur- biliyorlardı. Bu mektupların tamamı- rı, 1972’nin fotokopi çekme şartları başkanı Celâl Bayar’ın cezası da, yaş nın tutuklu yakınlarına ulaştırıldığı içinde elde etmiş oldum. İdamların haddi sebebiyle ‘müebbed’e çevrilin- veya taleplerinin -eğer gönderebilmiş- 1987’deki yıldönümünde, Ankara’da- ce, infaz edilecek 3 idam cezası ka- ler ise- tutukluların ellerine geçtiği ki bir gazetede yayınladığım bu mek- lıyordu: Başbakan Adnan Menderes, söylenemez. Bunu, o günleri yaşayan- tubu, bugün bir kere daha, tarihe ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve lar çok iyi bilir. İşte rahmetli Mende- meraklıların bilgilerine tekrar arz et- Maliye Bakanı Hasan Polatkan. res de idamından 3 gün önce, yani 14 mek istiyorum. Eylül’de eşine ve ailesine bir mektup Yassıada Mahkemesi’nin kararları kaleme alıp nöbetçilere teslim etmiş- Bu son mektubunda rahmetli 15 Eylül 1961’de okunmuş, ancak Baş- ti. Menderes, iç dünyasının hüzün dolu bakan Menderes o sabah, güya, birik- yönlerini açıklamakta, aylarca ken- tirdiği ilaçları yutarak intihara teşeb- Gelelim mektubun bana nasıl ulaş- disine reva görülen maddî ve manevî büs ettiği için kararların açıklanması tığına… işkencenin sonucu olarak, ailesine duruşmasında bulunamamıştı. Zorlu duyduğu hasreti dile getirmektedir. ve Polatkan’ın cezalarının infazı, er- 1972’nin bahar aylarıydı. Ankara Herkesin ittifak ettiği üzere, son de- tesi gün, 16 Eylül 1961’de yerine geti- Emek Mahallesi’nde, ikamet ettiğim rece kibar ve duygulu bir kişiliği olan rildi; Menderes’inki ise tedavisi dolayı- apartmanın en alt katında yaşayan rahmetlinin, maruz kaldığı işkence- sıyla geciktirildi. Bununla birlikte eski emekli Yüzbaşı Kâzım Çakır ile kapı lerin tesiri altında, 3 gün sonra başı- Başbakanı idam etmekte kararlı olan önünde sohbet etmiştik. Konu Yassıa- na gelecek olanları da tahmin ede- mahkeme savcısı Ömer Altay Egesel da’dan açılınca, kendisinin orada gö- rek, o günkü hapishane şartlarına ile Yassıada Komutanı Tarık Güryay ve revli olduğunu söyledi ve duruşmala- uygun bir veda mektubu yazdığı ka- emrindekiler Ankara’daki yetkililer- rın son gününde Menderes’in yazdığı naatindeyim. den gelebilecek muhtemel bir durdur- bir mektubun, o hayhuy içinde ailesi- 112 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

‘te * DERİN TARİH * DERİN TARİH ‘te * İLK KEZ DERİN TARİH HEPİNİZİ EN DERİN HASRETLE KUCAKLARIM Perşembe - 14.9.1961 Berinim, hayatım; Dün o kadar bekledim, mektupların gelmedi, hüz- nüm bir kat daha arttı; bugün alırım inşaallah. O dayanılmaz hasretini bir derece hafifleten, ayrıca heyecan veren, sevgini getiren, nefes alma imkânı veren mektupların.. Uykumda da uyanıkken de hep onlar beni meşgul etti, en büyük acılara onlar sayesinde katlanabildim; binlerce teşekkür ve minnetler. Yüksel dönmüşdür sanıyorum. Mutlu ve Aydın’ı- mı, hepinizi en derin hasretle kucaklar, görülmemiş bir sevgi ve iştiyakla güzel yüzünü öperim Berinim. A. Menderes 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 113

VİTRİNDEKİLER AYIN KİTABI Krizden Beslenen Canavar: İsrail Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988) Fahir Armaoğlu, Kronik Yayınları, 2017, 580 sayfa, 45 ¨ İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yö- liderlik sayesinde Yahudiler dan çekilmesi üzerinde uzlaş- hiç biri olumlu netice verme- nelik insaf dışı yaptırımları çatışmalarla güçlendiler. Buna ma sağlandı. Ancak bu Filistin mişti, veremezdi de. İsrailin dolayısıyla Kudüs’te çıkan ger- mukabil Filistinliler dağınık ve meselesini çözümlemekten ve komşularıyla barışması Siyo- ginlikler yüzünden hüzünle- her açıdan zayıftı. Ortadoğu’ya barış getirmekten nizmin hedeflerine aykırıydı. nip durduğumuz şu günler- 1933’te Almanya’da Nazilerin çok uzak bir anlaşmaydı. Oy- Devletin kurucu babalarından de Kronik Yayınları raflarda iktidara gelmesi ve antisemitiz- sa masadaki konular arasında Ben Gurion 1936’da Filistinliler unutulmuş bir kitabını tekrar min yükselmesiyle artan Yahu- Filistinli mülteciler meselesi, ile İsrail arasındaki ihtilafın as- okurların istifadesine sundu. di göçleri 2. Dünya Savaşı döne- Batı Şeria ve Gazze’ye özerklik la çözülemeyeceğini “Biz ve on- Filistin meselesi nedir, nasıl minde devasa boyutlara ulaştı. verilmesi, Kudüs’ün statüsü de lar aynı şeyi istiyoruz: ikimiz doğmuştur, aktörleri kimler- Bu dönemde Yahudilerle yakın- vardı. İsrail bu konularda tavi- de Filistin’i istiyoruz” sözleriyle dir, neredeyse 100 yıldır niçin dan ilgilenmeye başlayan ABD ze asla yanaşmadı. Oysa İsrail açıkça itiraf etmişti. Barışa ya- çözülememiştir diyorsanız Siyonistlerin yeni hamisiydi. liderleri Araplarla aralarındaki naşmadığı gibi İsrail BM tara- Fahir Armaoğlu’nun Filistin ve Savaş sonrasında İngiltere böl- savaşların sona ermesini iste- fından alınan hiçbir uluslarara- Arap-İsrail Savaşları kitabı başu- geden çekilmeye karar verince diklerinden dem vuruyorlardı. sı karara da uymadı. Biliyordu cunuzda durmayı hak ediyor. 1948’de İsrail Devleti kuruldu. Bu tenakuzun sebebi neydi? ki kendisine arka çıkan Batılı Kitap Yahudilerin Filistin’e göç- Ne hikmetse ABD bu yeni dev- Bu sorunun cevabını Avi güçlerin bu ihlallere tepkisi kı- lerinden Siyonizmin doğuşuna, leti 10 dakika sonra resmî ola- Shlaim’in Filistin’i Bölüşmek kita- namadan öteye geçmeyecekti. İsrail’in kurulmasından 1948, rak tanıyan ilk ülke olmuştu. bından öğreniyoruz: “İsrail’in Tam burada sormak gerekiyor: 1956, 1967 ve 1973’deki Arap-İs- İsrail’in kuruluşuna Mısır, Su- kurucu babalarına göre nihai küresel güçler İsrail’i durdur- rail savaşlarına pek çok konu- riye, Lübnan, Irak ve Ürdün’ün hedef barış değil Siyonizmdi. mayı gerçekten istedi mi? yu masaya yatırıyor. tepkisi savaş ilanı olmuştu. Barış eğer bu amaca hizmet Öte yandan Filistin meselesi Bölgenin ve Filistin’in kaderi- Kendilerini büyük bir hezime- ediyorsa önemli olabilirdi.” Bu İslam dünyasının durumunu ni geriye dönülmez bir şekil- tin beklediğinden habersizdi- tezin ne kadar doğru olduğu- gösteren bir turnusol kâğıdı gi- de değiştiren 1. Dünya Savaşı ler. 1956’da saldıran taraf İsrail nu 29 Temmuz 1980’de gördük. bi. İsrail’in Kudüs’e taarruzları- bir dönüm noktasıydı. 1948’e oldu. Nasır’ın Suveyş Kanalı’nı Parlamentoda yapılan bir otu- nın devam ettiği ve Gazze’nin kadar süren İngiliz yönetimi millîleştirmesine karşı çıkan rum sonrasında İsrail -Camp ölüme terkedildiği bugünler- sırasında -1917’de yayınlanan İngiltere, Fransa ve İsrail Mı- David müzakereleri devam de tarihe dönüp hataları gör- Balfour Deklarasyonu’ndan sır’a ani bir saldırı düzenledi. ederken- bütün dünya ile alay mek ve bir özeleştiri yapmak cesaret alan- Yahudilerin Filis- Ancak ABD ve Sovyetler Birli- edercesine “Bölünmez ve bir- zorundayız. Küçük menfaat- tin’e göçleri bölgenin demogra- ği’nin verdiği gözdağı yüzün- leşmiş Kudüs İsrail’in başken- ler uğruna parçalandık. Kudüs fik ve sosyo-ekonomik yapısını den geri çekildiler. 1967 Hazi- tidir” kararını alarak Kudüs’ü Müslümanlarının onurudur ve bozacak boyutlara ulaştı. 20. ran’ında yapılan 6 Gün Savaşı ilhak ettiğini duyurdu. İsrail’in hatalarımız yüzünden onuru- yüzyılın başında yaklaşık 50 ve 1973’deki Yom Kippur Savaşı saldırılardan, çatışmalardan ve muz ayaklar altında. bin olan Yahudi nüfusu 1939’da da Araplar için tam bir hezi- savaşlardan şikâyetçi olması sa- 400 binin üzerine çıkmıştı. metti. Kaybedilen Filistin top- dece diplomatik bir hamleydi. Munise Şimşek Buna tepki niteliğindeki 1920, raklarını geri almak amacıyla Bir oyalama taktiğiydi. 1921, 1929 olaylarıyla Filistin yapılan savaş sonunda İsrail ye- Bu sebeple barış girişimlerinin direnişi başladı. 1936-39 Arap ni topraklar elde etti, Filistinli isyanıyla birlikte doruk nok- mültecilerin sayısı arttı ve kriz tasına çıktı. Filistinliler hem daha da büyüdü. Yahudi yerleşimcilerle hem de Bu süreçte ABD, SSCB ve Birleş- İngiliz sömürgeciliğiyle mü- miş Milletler’in barış girişim- cadele ediyorlardı. Çatışmalar lerinin hiç biri işe yaramadı. genellikle mahallî çapta ve da- Elbette bunlardan en umut ve- ğınık bir vaziyetteydi. Dünya rici olanı İsrail ve Mısır arasın- çapında yaptıkları başarılı teş- da başlayan Camp David barış kilatlanma, maddi imkânlar, müzakereleriydi. Birkaç yıl sü- İngilizlerin desteği, Siyoniz- ren görüşmeler neticesinde iki min inşa ettiği birlik ve güçlü taraf İsrail’in Sina yarımadasın- 114 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx VİTRİNDEKİLER İslâm’da Modernleşme Anadolu Patikalarında Bedri Gencer, Bir İngiliz Yolcu Doğu-Batı Yayınları, 2017, 886 sayfa, 51 ¨ Yürüyerek Anadolu, Halep-Samsun 1911-1912 William John Childs, Çeviri: Füsun Tayanç, Tunç Tayanç, 19. yüzyılın netameli değişiminin İs- lam dünyasındaki yansımasını ince- Kitapyayınları, 2017, 438 sayfa, 55 ¨ leyen eser dördüncü baskısını yaptı. Böylesi kritik meseleleri hacimli bir “Samsun birkaç kilometre mat sarı bir kumsal boyunca uza- muhteva dahilinde inceleyen eserlerin nır. Refahın istisna olduğu bir ülkede refahıyla gurur duy- yeni baskı yapması entelektüel dünya- maktadır. Karadeniz’in güneydeki Odesa’sı olmaya adaydır.” mız açısından sevindirici, önce bunu Anadolu’yu kuzeyden güneye yürüyerek Halep’e gitmeyi amaçlayan William John belirtelim. Childs, Ekim ayı ortasında bindiği gemi Samsun limanına yaklaşırken yazmış bu sa- Aslında eser, yazarın İslam moderniz- tırları. Diğer seyyahların aksine yolculuğunu sıradan bir Anadolu insanı gibi yürüye- mi ve Osmanlı Devleti üzerine yaptığı rek yapmak isteyen Childs, eşyalarını bir beygire yükler, yolları iyi bilen bir yardımcı doktora tezinden hareketle oluşmuş. bulur ve düşer yollara. Yolculuk sırasında tuttuğu notlardan oluşur bu kitap da. Prof. Dr. Şerif Mardin’in “çığır açıcı bir Yazar bu yolculuğun şahsi meraklarını gidermek amacıyla yapıldığını beyan etse de inceleme” olarak tavsif ettiği kitap bu hem Britanya Amirallik Dairesi’nde bir istihbarat subayı olarak çalışması, hem de yol konuda dünya çapında bir boşluğu dol- boyunca ilgilendiği konular ve görüştüğü kimseler bu açıklamaya şüpheyle yaklaş- duracak seviyede. mamıza yol açıyor. Trablusgarp Savaşı’nın yapıldığı (1911-12) bu dönemde Almanlar da Giriş bölümündeki din ve modernlik Bağdat Demiryolu’nu inşa etmekteydi. Alman-İngiliz rekabeti sebebiyle Anadolu üze- üzerine yapılan kavramsal değerlen- rinde Avrupalı devletlerin çeşitli kılığa girmiş ajanları cirit atıyorlardı. dirmeler haricindeki 10 bölüm tarihî Samsun, Havza, Merzifon, Amasya, Zile, Turhal, Tokat, Sivas, Talas, Kayseri, İncesu, safhayı ve düşünce iklimini özetler Ürgüp, Nevşehir, Ulukışla, Konya, Tarsus, Mersin, Adana, Osmaniye, Maraş, Zeytun, mahiyette. Yazar, Edward Said gibi Antep, Kilis üzerinden Halep’e yapılan bu 5 aylık yolculuk sırasında yazar Batılı dip- medenîleştirici (!) Batı’yı Napolyon’un lomatlar ve misyonerle görüşmeler yapıyor. Başta Ermeniler olmak üzere bulunduğu Mısır seferiyle başlatıyor. Ardından bu şehirdeki gayrimüslimlerle yakından ilgileniyor. karşılaşmadan doğan şokun Osman- Konakladığı şehirlerin coğrafî özellikleri, bitki örtüsü, iklimi hakkında geniş bilgiler lı münevverinde nelere mâl olduğunu, veren yazar mimarî ve tarihî eserler, halkın ekonomik durumu, misyonerlerin faali- aydınlanma düşüncesinin yavaş yavaş yetleri, orada ikamet eden yabancılar ve özellikle Ermenilerin içinde bulunduğu vazi- nasıl meşrulaşmaya başladığını ince- yet hakkında ayrıntılı bilgiler veriyor. Yoğurda ve kahveye düşkünlükleri gibi Anado- liyor. lu toplumunun kendisine ilginç gelen yönlerinden de bahsediyor. Yazarın İslam coğrafyasında esas al- dığı iki ülke var. Biri Osmanlı Türki- Bir Medeniyet Meselesi ye’si, diğeri Mısır. Mısır’ın modernizm- Olarak İstanbul le imtihanı Kavalalı Mehmed Ali Paşa üzerinden değerlendiriliyor. Her iki Bir İslam Şehri İstanbul memlekette de ulemanın aydınlara dö- Akif Çarkçı, nüşmesi, hikmetin ideolojiye evrilmesi ve bu rüzgâra karşı durmaya çalışan bir Beyan Yay., 2017, 176 sayfa, 13 ¨ avuç fikir adamı konu ediliyor. İslam dünyasının tartışmalı ismi Cemaled- İstanbul sevdalıları müjde! Aziz şehri bir medeniyet meselesi din Afganî ve ekolü de tetkik edildik- olarak ele alan bir eser raflara misafir oldu. Yazar nebevî bir ten sonra ortaya çıkan pozitivist “yeni kelamla, fethi müjdeleyen hadis-i şerifle başlıyor söze. Ebu insan”a dair satırlar tekrar tekrar okun- Eyyub El-Ensari Hazretlerini 80 küsur yaşta İstanbul surları- mayı hak ediyor. nın önüne getiren ilahî mesajın medeniyet perspektifinden Geniş kaynakçası ve girift yorumlarıyla bir incelemesini buluyoruz eserde. Bu kadim şehrin fethedilmesinde büyük katkıları zihnimize “modernleşmeyi sorgulama bulunan, İstanbul kuşatmasında ordu şeyhliği vazifesini yapan Akşemseddin Hazret- idmanı” yaptıracağı kesin. lerini anmadan 1453’te çağlar kapatıp çağlar açan hadisenin anlaşılması pek müm- kün değil. O sebeple yazar büyüteci bu büyük veliye tutmuş. İstanbulluların gündelik hayatlarının bir parçası olan tekkelerin ilk kez ne zaman ve nasıl kurulduklarını da buluyoruz. Vakıflar ve imaretler de unutulmamış. Göçmen kuşları yemlemekten, evli- lik çağındaki fakir kızları evlendirmeye kadar çok geniş bir yelpazede halka Hakk için hizmet eden vakıflar medeniyetimizin övünç vesikaları olarak yakut misali parıldıyor- lar. Cami ve imam etrafında şekillenen Osmanlı mahallesi bugünün modern siteleri- ne nazire yaparak maziye doğru romantik ve nostaljik bir yolculuğa davet ediyor oku- ru. Başka neler yok ki! Surre alaylarının vakur yolculukları, hilafetin İstanbul’a gelişi, bir mimari harika olarak bugün hâlâ bulunduğu meydanın sahibiymiş gibi görünen Sultanahmet Camii’nin yapılış hikâyesi… Ya mezarlıklar? Karacaahmet Kabristanlığı bölümünü okurken rüzgârda huşu içinde, ibadet edercesine salınan servilerin sesini duyarsanız şaşırmayın. İstanbul’u şehir idareciliği, kamu yönetimi, kentleşme planla- maları ve mimarî standartların boyunduruğundan kurtarıp İslam medeniyetinin en önemli halkalarından biri telakki edebilen nadir kitaplardan… 2017 AĞUSTOS / DERİN TARİH 115

VİTRİNDEKİLER Şehrin Fikri, Fikrin Şehri Tanrı Adına Savaş Karen Armstrong, Alfa Yayınları, 2017, 624 sayfa, 23,80 ¨ Batının radikal İslam üzerinden dünyaya empoze etmeye çalıştığı kök- tendincilik kavramı aslında Protestanlık üzerinden okunmalı. Tanrı’nın Tarihi, Hac – İslamın Kalbine Yolculuk, Hazreti Muhammed - İslam Peygamberinin Biyografisi kitaplarından tanıdığımız Karen Armstrong, bu tanımlamayı ilk olarak 20. yüzyılda liberal Protestanlara karşı Amerikalı Protestan- ların kullandığını söylüyor. Başlıca meselesi “köklere” dönmek olan bu akım tamamen modern bir oluşum Armstrong’a göre. Batı medeniyetinin dünyayı madde üzerinden değiştirip bir daha hiçbir şeyin aynı olamayacağı telakkisini oluşturmasıyla dindarlar pozisyon al- ma gereği hissettiler. Kimileri modern hayata adapte olmada bocalarken, kimileri dinin bozulduğu iddiasıyla öze dönmenin gerekliliğini vurgula- dılar. Bu Hıristiyanlıkta Protestanlık, Yahudilikte anti-Siyonizm, İslami- yette de Selefîlik olarak kendini gösterdi. Kitapta bütün bu oluşumların geleneksel dünyanın mitoslarını yıkarak geliştiği nitelikli bir mukayeseyle anlatılıyor. Bilimsel gelişmelerin haya- tın her sahasına hâkim olmaya başlamasıyla “akıl çağı” her nev’i metafi- ziği reddeder oldu. Gerçekler, hakikatlerin yerini almaya başladı. Bilim- sel rasyonalizm yavaş yavaş geleneğin koltuğuna oturdu; dünya keşfedildikçe nicelik tahakküm etti. Ancak kitaptaki ifadeyle, “bir bilim insanı bir şeyin daha verimli çalışmasını sağlayabiliyordu, fizikî evrenle ilgili harika yeni gerçekler keşfedebiliyordu, fakat ha- yatın anlamını açıklayamıyordu. O, mit ve kültün özel alanıydı”. Armstrong, dünyadaki bu büyük değişimin altını kalın kalın çizdikten sonra dindarlar üzerindeki travmanın nasıl savaş hatları oluş- turduğunu, karşı-kültürle iletişime geçmek istemeyişini ve taarruzlarını nerelerde başlattıklarını sıralıyor. Kitapta muhteva yanında daha evvel hiç rastlamadığımız dipnot verme usulü de bizi şaşırttı doğrusu. Her sayfada dipnotların numa- ralandırılması 1’den başlayarak yapılmış, böylece yüzlerce bir numaralı dipnot çıkmış ortaya. Bu uygulamanın dipnot takibini zorlaş- tırdığını belirtelim. Kasabadan Yazdığı Tarihin Başkent Olursa İçinden Biri Bir Başkentin Anatomisi İttihat ve Terakki Nasıl Doğdu? 1950’lerde Ankara Ziya Şakir, Dr. M. Nazmi Özalp, Haz. Haluk İmga, Akıl Fikir Yayınları, 2014, 698 sayfa, 32 ¨ İdealkent Yay., 2016, 432 sayfa, 30 ¨ Hatıratları ve dönemin meşhur şahsiyet- 1950’li yılların Ankara’sı nasıldı, merak leriyle yaptığı mülakatları titizlikle der- ettiniz mi? Cumhuriyetin kuruluşuyla leyen Ziya Şakir, yaşadığı devre dair en çok kalem oynatan- başkent ilan edilen bu küçük Anadolu kasabasının şehirleşme ların başında gelir. Son Posta gazetesinde beş kısım halinde serüveni hayli ilginç. Hekim, bestekâr ve kemençe sanatkârı yayımlanan tefrikaların bir araya getirilmesiyle oluşan ki- Nazmi Özalp’in kaleme aldığı kitap çeşitli sebepler dolayısıyla tabın bu ilk cildi 128 tefrikayı ihtiva ediyor. Cemiyetin ku- okuyucunun beğenisine gecikmeyle sunuldu. Şehre gönülden ruluşu, genişlemesi, beyannamesi ve Sultan II. Abdülhamid bağlı olan yazar Ankara’nın hamamlarından meydanlarına, hakkındaki fikirleri bilinmeyen yönleriyle okuyucuya sunul- mescitlerinden akarsularına kadar geniş bir yelpazede ince- muş. Meşrutiyetin ilânı ve İstanbul’daki tesirlerinin ayrıntı- lemiş Ankara’yı. Fotoğraflarla desteklenen kitap bir nefeste larıyla nakledildiği kitap, her şeyden önce yazdıkları askerî okunacak türden. Bir şehri baştan sona anlamak için... Anka- ve tarihî bilgilerin yakın şahidi olan bir müellifin kalemin- ralılar için son sözümüz: Bu şehri seviyorsanız, bu kitap bü- den çıkması açısından dikkati hak ediyor. yük bir kazanç! dumanı üstünde Latife Hanım’ın Kağıtları Tenedos Bozcaada - Rüzgarlı Abbasi Devrimi, Bağdat Açılan Sanduka Söylencelerin Adası ve Beytü’l Hikme Fatih Bayhan, Bülent Akgezer, Yüksel Kanar, Timaş Yay., 2017, Yitik Ülke Yay., 2017, Mahya Yay., 2017, 320 sayfa, 24,50 ¨ 288 sayfa, 25 ¨ 112 sayfa, 12 ¨ 116 DERİN TARİH / 2017 ŞUBAT

————————————————————————————————————————— Xxxxxxxxx VİTRİNDEKİLER Yahudiler ve Modern Kapitalizm İslam Bahçelerinin Werner Sombart, Çev. Sabri Gürses, Duvarları ve Ötesi Küre Yayınları, 2016, 340 sayfa, 30 ¨ İslami Bahçeler ve Peyzajlar D. Fairchild Ruggles, Sermaye - Yahudiler ilişki- si komplo teorilerinin vaz- Koç Üniv. Yay., 2017, 379 sayfa, 58 ¨ geçilmez malzemesi oldu asırlarca. Yandaki kitap tar- İslam medeniyetinin zarif imzasını at- bahçelerinin alamet-i farikalarından tışmalara nokta koymaya tığı, adeta cennetin bu dünyadaki yan- olan çapraz eksenel bahçeler ve çehar aday. Alman ekonomist ve sıması gibi dizayn edilen büyüleyici bağ denen 4 parçalı plan arkeolojik ve sosyolog Sombart’ın (ö. 1941) bahçeler Emma Clark’tan sonra yine tarihî kökenleriyle incelenirken, son- ilk baskısı 1911’de yapılan ki- Batılı bir akademisyen hanımın, D. Fa- raki kısımda metinlerden ve arkeolo- tabı, Weber’in Protestanlık - irchild Ruggles’ın rikkatli kalemine aç- jiden gelen botanik kanıtlar karşılıyor Kapitalizm ilişkisini ele aldığı çalışmasına mış kapılarını. Bir kez daha görüyoruz okuru. bir katkı olarak, Yahudilerin Kapitalizmin ki, İslam medeniyeti ruhaniyete önem Elyazmalarındaki minyatürlerde kar- gelişme sürecine dahil oluşlarını belgeli- verdiği kadar, aynı zamanda bu ruhun şılaştığımız bahçe ile ilgili imgelerin, yor. 16. yüzyılda sermayenin yer değiştir- beslenip yeşermesine imkân sağlayacak metinlerde sözü edilenlerle karşılaş- mesiyle başlayarak adım adım Yahudilerin bir çevre kurgulamış kendi elleriyle. tırıldığı 6. bölüm farklı bir mukaye- modern ekonomik hayata adapte oluşları- Önsözde de ifade edildiği gibi İslam se zemini seriyor önümüze. “Hayali na büyüteç tutuyor. Yahudiliğin sanat öl- bahçeleri mimarlar ve bahçe meraklı- bahçeler” başlıklı bölümde fantezide çüsüne varan ticaret ilgisi hakkında husu- ları arasında revaçta bir konuydu hep. ve edebiyatta karşılaştığımız fantas- si bir parantez açan Sombart, Yahudilerin Deyiş yerindeyse bu müşteri segmen- tik bahçeler bir ideal olmanın ötesinde modern kapitalizmin doğuşundaki ezici tine odaklanan kitaplar seçkinlerin gerçek bahçelerin tasarımına katkıları etkileri üzerine de kafa yormuş. Yahudi özel tasarlanmış bahçelerine, onların açısından incelenmiş. Cennet ikonog- ırkının sosyo-ekonomik tahlilini yaptığı geometrik form ve işlevlerine odaklanı- rafisinin tarihî başlangıcı olarak bah- son bölümü es geçmeyin deriz. yor. Böylelikle İslam bahçeleri peyzaj, çelerin, anıtmezarlar ve mezar bah- tabiatı ıslah etme, tarım ve su tedariki çelerinin, İslamî bahçe kültürünün Filistin Seyahatnamesi bağlamından çıkarılıp dar ve sınırlı bir gayrimüslimler tarafından benimsen- Mehmed Refet, alana mahkûm ediliyor. Ruggles’ın ki- mesi süreçlerinin anlatıldığı sonraki Haz. Abdülkadir Altın – Nazmi Eroğlı, tabını muadillerinden ayıran en önem- bölümler hacimli bir literatür yanında li fark da burada ortaya çıkıyor zaten. şiirler, seyahatnameler, tarım kılavuz- Bilge Kültür Sanat Yay., 2017, 220 sayfa, 20 ¨ İlk bölümlerde İslamın ilk yılların- ları ve minyatürlerdeki bahçe tasvirleri dan Osmanlı’ya, Hindistan’dan İspanya eşliğinde yer buluyor. 1889’da kaleme alınan eser topraklarına uzanan İslami bahçeleri Cennet tasavvuru, Allah’ın büyüklü- okuyucuyu Osmanlı Filis- tabiat, tasarım ve tarih üçgeninde de- ğü karşısında duyulan huşu ve ümidin tin’ine götürüyor. İtalyan ğerlendirmiş. Kanallar, su kemerleri, bir yansıması, aristokratik zevkin ve Veliaht Prens Viktor Napo- sulama cihazları, yeraltı suyolu düze- emperyal ihtişamın sembolü… Farklı li’nin Filistin coğrafyasına nekleri ile örneklendirilebilecek tabiatı amaç ve tasvirlerle vücut bulan bahçe- yaptığı 1 aylık geziye (13 ehlileştirme yöntemleri aydınlatıcı ve leri Delhi’den İstanbul’a, Kurtuba’dan Şubat-11 Mart 1887) mih- titizlikle hazırlanmış teknik çizimler Rabat’a adımlamak için biraz yorucu, mandarlık eden Mirliva eşliğinde verilmiş. 4. bölümde İslam bir o kadar da doyurucu bir rehber… Mehmed Refed Paşa’nın seyahat sırasında tuttuğu notlardan oluş- Osmanlı Mahkemeleri muş. Seyahatname sayfalarında bizi ilk Ekrem Buğra Ekinci, Arı Sanat Yayınları, 2017, 456 sayfa, 28,00 ¨ karşılayan Osmanlı misafirperverliği olu- yor. Veliaht Prens’in ağırlanışını kıskan- Osmanlı Devleti her şeyden şer’iyye mahkemelerinin du- mamak elde değil! Kitaba da adını veren önce bir hukuk devletidir. Ki- rumunu teferruatıyla anlatmış Filistin Seyahatnamesi (Seyahatname-i tap, Tanzimat sonrası Osmanlı Ekrem Buğra hoca. Hukuk Arz-ı Filistin) adlı bölümü okurken 130 yıl mahkemelerinin geçirdiği tarihimiz açısından fevkalâde öncesinin Yafa iskelesi, Kudüs’ü, Nablus’u değişimi inceliyor. Adliyede ehemmiyetli olan kitapta ve Taberiye’si gözlerinizin önünde canla- niçin ıslahata gerek duyuldu- İslam hukuki ile karşılaştırma nıyor. İkinci bölümde Filistin’e dair tarih ğunu, hangi devletlerin model yapılan bölümler dikkatten ve coğrafya bilgisi verilmiş. Kitapta kla- alındığını, karma ve nizamiye kaçmamalı. “Hikmet-i hükü- sik İslam tarihi kitaplarında gördüğümüz mahkemelerinin işleyişini, met”i anlayabilmek için... usule tabi kalarak alfabetik bir dizin takip edildiği görülüyor. “Alfabetik” demişken, Latin alfabesinden söz etmiyoruz, Arap alfabesine tâbi kalınmış elbette. Son bö- lümde belgeler ve bölgeden fotoğraflarla zenginleştirilen kitap, Osmanlı Filistin’in- de şehirlerin canlılığına, halkın huzur ve mutluluğuna sayfalar üzerinden de olsa şahitlik etmek isteyen okurlar için… Timurlenk - Bozkırların Son Kabe-i Muazzama Tarihi ve Kirman Selçukluları Göçebe Fatihi Osmanlı Padişahları’nın Hizmetleri Ali Öngül, Beatrice Forbes Manz, Çev. Zuhal Bilgin, Nermin Taylan, Çamlıca Basım Yayım, 2017, Kronik Kitap, 2017, Doğu Kütüphanesi, 2017, 127 sayfa, 11 ¨ 352 sayfa, 25 ¨ 192 sayfa, 29 ¨ 2017 TEMMUZ / DERİN TARİH 117

Hediyeli Bulmaca [email protected] SOLDAN SAĞA: gesi. 7-Osmanlı’da Bâbüssaâdeyi manlı İmparatorluğu ve Maca- Street’ (John F. Kennedy’nin 22 1-Türklere Anadolu’nun kapıla- bekleyen, başlıca görevi padişa- ristan Krallığı orduları arasında Kasım 1963’te vurulduğu cadde). rının açan, meydan muharebesi. hın mabeyin daireleri ile harem meydana gelen, 2 saat sürmesi 9-Ülkemiz internet kodu - Ser- 2-Şimdi - Beyler- Sağlamlaştırıl- dairesini korumak olan hizmetli nedeniyle dünyanın en kısa sa- yumun simgesi. 10-Bir ay adı mış yer - İsveç internet kodu. sınıfı - Laos internet kodu - Yiğit. vaşı olarak bilinen muhabere - Takım (kısaltma). 11-Sümer su 3-Eski Mısır’da güneş tanrısı 8-Rüzgâr - Yunancada bir harf - - Radyumun simgesi. 11-Kızıl- tanrısı - İngiltere’de bir soyluluk - Uluslararası Güvenli Yönetim Briçte sanzotu (kısaltma) - Dilbil- derili bir halk tarafından kuru- unvanı. 12-Giysinin boyun kısmı (İngilizce kısaltma) - Bir şeyi ta- gisinde belirli geçmiş zaman eki. lan Orta Amerika uygarlığı - En - İzmir ilçesi. 13-Liberya internet nıtmak ve sürümünü sağlamak 9-Soğuk ile sıcak arası - Uzaklık düşük Öldürücü Konsantrasyon kodu - Kurçatovyumun simgesi. için denenen her türlü yol - Tek anlatır - 11 Ağustos 1473’te Sul- (İngilizce kısaltma) - Lübnan’ın 14-Kira geliri getiren mülk - Er- sıra elmastan gerdanlık. 4-İyilik tan II. Mehmed ile Akkoyunlu plaka işareti - Aktinyumun sim- min. 15-İstek - Avrupa Bilgisayar de kötülük de yapabilen masal sultanı Uzun Hasan arasında ya- gesi - İngilizce ‘yıl’ın kısaltması Üreticileri Birliği (İngilizce kısalt- yaratığı - Kurtuluş Savaşı sıra- pılan muharebe - Kazak ve Kır- - Bir yağış türü. 12-23 Ağustos ma). 16-Somali internet kodu sında Yunan ordularına karşı 26 gız Türkleri saz şairlerine verdiği - 12 Eylül 1921 arasında yapılan - İnce perde - Telefon sözü. 17-Fa- Ağustos 1922’de başlatılan saldı- ad. 10-18 Ağustos 1672’de kuşatı- muharebe. sıla - İlkel su taşıtı - Yeniden can- rı - Yüce. 5-Parola - Klasik Türk lan ve 2 hafta süren kuşatmanın landırma. 18-Tabaka - Göğün en müziğinde bir makam - ‘Etçil’in ardından 27 Ağustos 1672’de tes- YUKARIDAN AŞAĞIYA: yüksek katı. 19-Esasi - Gelin başı- ünsüzleri. 6-Satrançta yenilgi lim alınan kale - Bakımlı küçük 1-24 Ağustos 1516’da Osmanlılar na takılır. 20-Bir bağırsak asalağı. - Bulmaya çalışma - Altının sim- orman - 29 Ağustos 1526’da Os- ile Memlûklar arasında Halep’in 21-I. Selim ile Safevi hükümdarı kuzeyinde gerçekleşmiş muha- Şah İsmail arasında 23 Ağustos Temmuz ayının çözümü. rebe. 2- Deliller - Balık oltasına 1514’te yapılan muharebe. 22-30 verilen boşluk. 3- Lantanın sim- Ağustos 1922’de Türk ve Yunan gesi - Keçi memesi, söğüt otu gibi orduları arasında yapılan savaş. isimlerle de anılan ot. 4-Birden- bire - Sol karşıtı - İri taş kütlesi. Bulmacanın çözümünü ad-soyad, 5-Antimonun simgesi - Azeri sazı adres ve telefon bilgileriyle - Ateş. 6-Bir element - ‘Pierre ...’ 20 Ağustos’a kadar dergimize (1850 - 1923’te yaşamış Aziyade ulaştıran 5 okurumuza Mustafa romanının yazarı). 7-Man Adası Armağan’ın Ayasofya Entrikaları internet kodu - Kiloamper (kı- adlı kitabını hediye ediyoruz. saltma) - Bir çeşit susamsız, yağlı Adres: Derin Tarih Dergisi çörek. 8-Orta kaldırım - Yüz - ‘... Maltepe Mah. Fetih Cad. No: 6, 34010 Zeytinburnu - İstanbul [email protected] 118 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS

KÛT’UL-AMÂRE ŞEHİDİNİN KANLI MEKTUBU Kıble-Nâme-i İntikâm Kolordu 1Y8ü,zFbıarkşıaM51e,hAmlaeyd 9M, Buzöalüffker9BKeuy.mandanı nMcaiesünnMcab2Byltifl7iâairhâuauOunkmazûgkhtkMezydrartııekhtaaâamdineıyematlulukfrnnueiülaörfldb-rnikdıetııznyekmbmbsuğuırıüee3cüîariıulbvr3Enenıtedaznnievik2çarfbcaüausdzaseehiraelâ,ğlitnevgsnflibkmrûbapuımıeümMdnuonrmbdâvviibyyço!iakhuy’eâe”eruümanoklüdyzinanincşzşiniebzaemacneaübaâ-dbüvrfüakbyhmnisfktabeinknte,iiiiarezülyesdrtolblcFdenimâeıeerneeföerEceâzlsrse.ivleltkeficimtaniâ-üBnnhenk-içkeerthığnuâiiei,ilfimtnfielkiüımrudkkimlyanzmakeanipazeıbvametbhmeeoyihesüre-Mzl-lsidârfeaeyikâak(uttılityusü…şnlraaaiefısi-ianafythsknnitaviıtfhvmmıi…ashvıao-nebüeatııtratâtmnieaadizesb)ozşvrratbıaeebiicğtadaçvformt‘r‘eieertyyaeâlfeilkiaselaOnâairarlüîirennfieary’esakevbbıçdnikıamirdsaneiiiankedkisrrslusbçlnaueienıisdâimnhkvşrenlroneayıabeaaiaşrolntyteicrrıouletıöiirlna-eallmcpkağzâbndlldacıkeemücraasmaaıazey.akvakb.zrhkokameirVhğ-aaıBeiişfllntktmıhelktlaaüaihiıieieordrrnlgcamsmtzüelmeia.llaûûaiklileemrrrmbBanlnıkeshirvlıeşrnieünei-tak-tigiıhnavıivihyhdBnüikireüğşnuâieoşüy.eâsdnavızeilüimlkvhrYkriüahvdçreedhnîueaaiebçeblaûemonmysşdenlslOüsadirinâalâıedermtkbidneeyüsy-etmmas“liyyatuüıhicabu-ennşiKmydantüğkneâiymaıkıyirlıhaısurrnsolbkanaiöbmneüeeuianrelzdkşlMşitl.nlaezkuvürnmamaieilgûünercaünlrnafgeielrreiaıılndneeişüşnbı-nöramılvt.eâeidireçtt9inZPnbiSfdüarlv.ezytave.eoüidrânehbaAmâaneyrBanyevltâcal-6bgmfayuüıamerçdes-t.damyaıyotiıaok2ieOşeymkruıtMğdl8ebeyYaûliaeiriaamıatmhibüdâbidknnrHmvtllvtei?ayraimuâleetdaei”eioernücâtditnyzsniHitrhKıearlkdnyehekei-iiûckivaiurakimetaçiŞomaykaCrnSe.liilmminin‘ûestlenVâeneltlvouieukhlaehiatkfmeâdeıyvpd3ıeartinnultadecbicı3bâr-tyiihndsminüziryee2löabMhbâb.âaaNedummeyişyehuööÜrnrnlataaeulzelaFeillilieızfmyayzüüpenzkkkââbcsfaalayğlğzûattseoeiueneersfiiüadaezrmfnhferedshhermnageibkyehâdefrninukiveav,ldliaşcaaaBazeeibalılAserezhrm-lavzimriboeaşbkrghnstieliıynnr-ilkaföd.iaıimyeaa’esnkşeVinerteatsrbohsn.aremeeamdşibfönkYkmîlnâaolyebyuabmeaiiMrlyiatsrşeîlinnmyiöhoaörienî:tâüvluoiydfağceziKddllâşezlslraairirüasieaaeyıkesıark.yoanfnbcechkuastfeMalroeldadıüiıvianademklb’yklaiendıyenh.âmbslamnntıireauekûöedşınşehtvraşlmyaâerazgnd.vaûe,kt-klriaöıamaeyeâmgîmarmmranşnammöntfdaaışradueısşufüakbhnaeekrttenmihvdımaiklebaıarmree.âarydirniberilaymBbefrüaes,mltiâayerasröteötkhliiatam-eliiklirşlybesee-ynüşyüllyeeimoştritieeeğkılltsieukyrdrelrgeiaemmb.üairme.aceennneHnekklmOenüiıteenrûrmulkbûisşceranllekmimmiıdenüikyıvyanneşmviekn-iemeazadııvyvbenınhenuehaebeinıinzdkamdâlrtlkmiaâbiıamz’irammtvznmblüıraeaieiaefzıi-enarvydinrşrııkek-dyllbnüncfıiseâusnerieeuaetıüttidndütnueCalîsostbacmrr.çâvmktveelDeheeüimseemdnryaktûnemioe-aâkfaakysrsndabrlrbdhsisiââidiezeknlia-laınrbfıruliğaddeââveleHykdeıloddd-eeteıatça“claieıkvebpaâlm,abişktehhemllimmlöbkicyarienaeylueraafıaügtderıkşvâşlldnûnıkiaeaühbthıheh-ıfimğcitnireevr-aızu.ıdmi-ami6-d-k.aed-e İBYbshoimlguvenkaarüücdyâmâeuŞiazcheaerdelkeûamltnntyhılidkvûadyöişavadeltanleezeeaürçrhg,iynmomesmeauhdtlctdiedesa,üüeibayerriuhdnamnimetğkereriam.nuetriisûâd;eMtmekanlişOibiomrzâani-u.emslybbeabtzMtegziinlaigyrsibaröukiaem-buskzgyaznhtiaaaımesriçavrfylahrlyflbıereeaeeşâvaaerndtrskettyte!ae,olBirrŞgeatmvpaübeieadenkrİytihneesrab,blvatiomkeahşdiöcdlde-meuieuyymerhirslirrkt.ıei.ia.işşOadnfK‘Bfeebebmienhhınudkiidrarlûâiâımiahkdydhnkrikatâmıeiigahozânkstrialıersaib-ılsŞhnil-ytıfziuiığelplkevesuanoâahmâedafls.iykdsalveadeYiâeo-aicnçiiheabyvğneadvbvyeekrüğcraâeumtumiazuetytnlvkeaimdcmmeaidernaztebiibiriuğınnnrliyFnûol.ışree,eâekrHachdobtttçbâdiaiealiaelnhetanbuakyrŞıeyiânmeyrkmşgakelttauuamvazai,avkhzirna‘dyravnemr,.etrıdelineeştkaMaefbdnaînraıanrtıtmiûhdubceidkzbirı,kıiinrnlizıtiğrkelverbreâaoe.ı:ymataitfnştFMy!yimfBtıre,eenuaauŞueıihşdrvnpreaenğheviaashyıBrkdabetml‘rtmkueiaûefiaaûradârnakncyrud*nek,ûhirz*aıu’dnhtı*tıblişuaokrnv*kıneaamisğûntlmvrkr!sbızoâızekueuŞuinakbapeak-tâeönrhyhâeitrrsıetfhrrlifa.ğatlıoısüâûı*iâiğnvmBfıinvd*dhmtafkiı*aeebsiu,i*zeşazâirşnedieçabn.vatırövVikenıişAermeneenlrşnefldsüvledeiıkâlaetbbaimaheksüamyyltlniıhceortirâzeârbddyeûnuareysbvyayüikikkıkrhibanayo!brâimtâygab.zrnliıimtsuraferi.içeıaafarğnınnHişemazğngıkeçdı-lü,aıyelıhuaansdberdiçeekivıeriiıçddvtnvrrvreğe!bie.iiebinyknKlmviİlteeraamie!ebvclmovyerhneeeetrrvlenadikuiluacbnsnksiğrecâhisolai.lıuseülielmeEoitoağvzt,rctynenlueeueimmzucrrs,ksafkhientukbeanhaueridhkiizdmrnmbr;raiû.eekbvtaklâeBhiveeuınynâytyuuekiaaretdmhnynneşlec-eınyaalukdıkebneiğsdenafitirlıu,şıirnAe.inğnaimymtllçıerii-llemiiste,âeûhzntâhhkvızmikâlzfietaeiiiuâseyzitttbebzyaptiedEuaaeebyiloiknesdreiitly.ibrçmdeelpeeBekielzernei,raurak’lyklbsenpisl-smıiyreöietecizvmealskâüaüeemnbibhdakmiielckulziaâlkkaâeefszohüanfsaraılaeaibnmeadadksfiı-iraıasyliycdnaoehnizılarıklaat,rrmmkmiv.ymİyvueesaYiuaaaddlleashlçatuvisirlıamletynlintvmnvyaleıa!şiaîeçazkirüİitbşşdçbofsihttvieniiılairenezraery-h.d.mşzşofçşVeaeeonüakeyhdkuyaiialadn--in Harp Mecmuası Necmettin Özçelik Arşivinden

Çizgisel Tarih HASAN AYCIN [email protected] 120 DERİN TARİH / 2017 AĞUSTOS




Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook