İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ AKDENİZ AKADEMİSİ EKOLOJİ SAYISI ARALIK 2020 YENİDEN AKDENİZ BÜLTENİ EKOLOJİ: NE, NEDEN, NASIL | POLİTİK EKOLOJİ | EKOLOJİK KRİZ | KORONAVİRÜS NASIL BİR YAŞAM? | EKOELEŞTİRİ ATLASI | İZMİR’İN EKOLOJİ GÜNDEMLERİ TARIM VE MERALARIN DURUMU | EKOLOJİ HAREKETLERİ | SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BİSİKLETLİ YAŞAM | İKLİM KRİZİ | İZMİR KÖRFEZİ | EKOLOJİK HAFIZA
İzmir Büyükşehir Belediyesi Akdeniz Akademisi Yeniden Akdeniz Bülteni Ekoloji Sayısı Aralık-2020 İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ Mustafa Tunç SOYER SORUMLU MÜDÜR Ayşegül SABUKTAY YAYIN YÖNETMENİ Ertekin AKPINAR YAYIN KOORDİNATÖRÜ Ece AYTEKİN BÜKER EDİTÖRLER Ulaş KILIÇKAYA-Umut KOCAGÖZ GÖRSEL TASARIM VE UYGULAMA Emre DUYGU KAPAK FOTOĞRAFI Emirali KOKAL FOTOĞRAFLAR İzmir Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Şube Müdürlüğü Arşivi ve İzmir Akdeniz Akademisi BASKI ADEDİ 1000 BASIM YERİ Dinç Ofset Matbaa-1145/4 Sokak No: 11/C Yenişehir-İzmir Tel / Faks: (0232) 459 49 61-63 Sertifika No: 45147 YÖNETİM YERİ İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ AKDENİZ AKADEMİSİ Mehmet Ali Akman Mah. Mithatpaşa Cad. No: 1087, 35290 Konak-İzmir Tel: (0232) 293 46 13 Faks: (0232) 293 46 10 www.izmeda.org [email protected] Sertifika No: 44775 Yazılar, yazarların kişisel görüşünü yansıtır. ISSN 2536-4839 Bu dergi, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. İzmir Akdeniz Akademisi tarafından yayına hazırlanmış olup, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ücretsiz kültür hizmetidir. İzmir Akdeniz Akademisi’nin, bedelsiz yayınıdır. Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden tanıtım için yayımlanacak yazılar dışında, İzmir Akdeniz Akademisi’nin yazılı izni alınmadan çoğaltılamaz. Satılamaz. © İzmir Büyükşehir Belediyesi
içindekiler YENİDEN AKDENİZ BÜ LTENİ EKOLOJİ SAYISI / ARALI K 2020 Editörlerden 2 Yerel Çevre Hareketlerinin 56 3 İmkânları ve İmkânsızlıkları 60 Güven Eken Röportajı: 10 Doğamızın Şehri İzmir 16 Hayriye Özen 20 Çevre-Ekonomi İlişkisine İzmir’in Ekolojik Gündeminin Dair Gözlemler Düşündürdükleri Fikret Adaman, Duygu Avcı Arif Ali Cangı Yeşil Kapitalizmin Gölgesinde kentte yaşam 66 Ekolojik Eleştiri 73 Sürdürülebilir Yaşam Eğitimi Olarak Evren Hoşgör Ekolojik Okuryazarlık: “Yeryüzünün Dilini Öğrenmek” 21. Yüzyıl: Çoklu Krizler Çağının Baş Aktörü Ekolojik Kriz mi? Meneviş Uzbay Pirili R. Funda Barbaros Bisiklet Yeni Kentlerin Habercisi ekoeleştiri atlası Özgür Gürbüz Sürdürülebilirlik Üzerine Ekoeleştiri 24 iklim 77 Deniz Güner, Burcu Gülay Taşçı 26 82 Ege Bölgesi ve İzmir’de İklim Ekoeleştiri 27 Değişiminde Güncel Durum 29 ve Gelecek Öngörüleri Dilan Erdoğan 31 33 Şükrü Beşiktepe Sürdürülebilir Kalkınma, ‘Zayıf’ 34 ve ‘Güçlü’ Sürdürülebilirlik 36 İzmir’de İklim Değişikliği ile Mücadele Seçil Yağlı Çağlar Tükel Çevresel Adalet ve İklim Adaleti körfez İpek Güney İzmir Körfezi’ndeki Ekosistemler 86 Kentsel Direnç Şengül Beşiktepe İrem Bozdağlı Gülbahçe Körfezi’nde Deniz Çayırları Biyopolitika ve Ekoloji Güzel Yücel-Gier, Barış Akçalı, Mehmet Güven Koçak 90 Ceren Bilgin tarih Gezegensel Kentleşme İzmir Kent Tarihinde Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Değer: Seydiköy Ahmet Barış William Sherard Botanik Bahçesi İnsansonrası / Posthuman Kazım Emre Ercan İrem Erdem gündem 93 Ümit Erdem Röportajı: 38 Ekolojik Kriz ve İzmir İzmir’de Alternatif Tarımsal Gıda 44 Sistemi ve Kentsel Gıda Planlamasının Olanakları Emel Karakaya Ayalp, Fatih Özden, Zerin Çelik Mera Ekolojisi ve Akdeniz 50 Ekolojisindeki Meralarımızın Sorunları ve Çözüm Yaklaşımları Riza Avcıoğlu
2 Editörlerden… İklim değişikliği, büyük yangınlar, hastalıklar, sel, öngörmek zor değil. Gündelik yaşamımızdan tüketim hortum, sağlıksız gıdalar, pestisitler, Covid-19, nükleer ilişkilerimize, üretim biçimlerimizden düşüncemizin felaket… İnsan eliyle yapılmış toplumların, varoluşsal doğasına, değişen çeşitli temaları, içerikleri, evleri olan gezegenle kurdukları ilişkinin adı, ekoloji. derinlikleri ve tarzlarıyla ekoloji, çağımızın en başat Bugün, gezegensel ölçekte, iktisadi, sosyal ve felsefi meselelerinden biridir ve bütün temel meselelerinin boyutlarıyla, her gün yaşanılan deneyimlerle içinden de içine işlemiştir. geçmekte olduğumuz büyük tahribatın adı, ekolojik kriz. Kapitalist üretim ve tüketim ilişkileri, dünyanın İzmir Akdeniz Akademisi Ekoloji Birimi, bu gerçekliği belirli coğrafyalarında ‘post’-haller almakla birlikte gözeterek sorumluluk üstlenmektedir. 2013-2019 yoğunluğundan bir şey kaybetmedi. yılları arasında Prof. Dr. Ayşe Filibeli’nin, 2020 yılı itibariyle de Doç Dr. Koray Velibeyoğlu’nun 21. yüzyıl başında, kıymeti halen bilinmeyen, koordinatörlüğünde ekolojik farkındalığın ve kaybettiğimiz doğal ve kültürel değerlerle ekolojik bilincin artırılması, teorik ve pratik çalışmaların yanı yıkımın, eşitsiz gelişmenin tarihsel, coğrafi ve sıra deneysel çalışmalara da yer verilmesi birimin toplumsal deneyimlerinin zamanını yaşıyoruz. önüne koyduğu gündemlerden. Yenilenen içeriği ve Ekoloji, ‘çağın ruhu’ içerisinde yerini alması gereken formatıyla, pandemi koşullarında yayına hazırlanan makro ve mikro ölçeklerdeki kavrayışı çağırıyor ve sizlere ulaşan Yeniden Akdeniz, ekolojinin yaşamlarımızda ve içinde yaşadığımız mekânlarda. farklı kavrayışlarının farkındalığını yansıtmak ve En geniş anlamıyla ‘doğa’ diye adlandırdığımız günümüz sorunlarına ekolojik bir bakışla yaklaşmayı şeyi yok edersek, yalnızca içinde yaşadığımız derinleştirmek misyonunu taşıyor. gezegeni yok etmekle kalmayacak, aynı zamanda başka bir dünyanın mümkünlüğünü de ortadan ‘Ekoloji Sayısı’, ekoloji denilince akla gelen çok farklı, kaldıracağız. Ekolojik kriz, bu açıdan bir değer krizi yer yer birbirini bütünleyen, yer yer de birbiriyle olarak da okunabilir. Unuttuğumuz veya göz ardı çatışan anlamların farkında olan bir içerik taşıyor. ettiğimiz değerleri gün ışığına çıkarmak kadar, Ekolojinin; Ne’liğini ve Nasıl’lığını masaya yatıran çağın imkanlarıyla ekolojik tasarımlar yapmak da katkılar, İzmir’in ekoloji gündemi, kentte ekolojik önemli. Toplumsal sınıfları ekolojiyle çelişkileri pratikler, iklim krizi, İzmir Körfezi ve ekoloji hafızamız kapsamında eleştirmek gerekliyken, aynı zamanda bu sayının temel başlıkları. 2021 yılında dergi mevcut komünitelerde ekolojik yaşamlar örmek de formatında yayınlanacak olan Yeniden Akdeniz, mümkün. Kentlerin, bölgelerin ve kırsalın aslında İzmir’i odağına alan ve ekolojinin kapsamına giren, sınırların olmadığı ekosistemler olduğu gerçeğiyle güneşin altındaki tüm meselelere yer vermeye yeniden buluşmak, tüketmekte olduğumuz devam edecek. geleceğimizi doğayı yeniden dinleyerek var etmek mümkün. ULAŞ KILIÇKAYA-UMUT KOCAGÖZ Kaybedersek belki bir daha hiç geri gelmeyecek değerlerimizin, bazen uyum bazen de çelişki halindeki biraradalığı, merkezi ve yerel yöneticilerden siyasetçilere, akademisyenlerden gençlere herkesin gündeminde yer alıyor. Bu durumunun derinleşerek süreceğini, ekolojinin farklı her boyutuyla hayatlarımızda daha fazla yer kaplayacağını
3 Güven Eken Röportajı: Doğamızın Şehri İzmir İzmir’in ekoloji gündemleri nelerdir? R Ö P O R TA J İzmir’in ekoloji gündemiyle, dünyanın ve Türkiye’nin ULAŞ KILIÇKAYA ekoloji gündemleri arasında aslında çok fark UMUT KOCAGÖZ yok, bütünün bir parçası İzmir. Fakat, İzmir’in bu Doğa koruma alanında öncü çalışmalar yapan ekoloji gündemlerine vereceği yanıtlarda birtakım Doğa Derneği ve Seferihisar’da bulunan Doğa avantajlar ve farklılıklar var. İzmir’in dünyanın Okulu’nun kurucularından, İzmir Büyükşehir veya ülkemizin diğer şehirlerinden farklı olarak, Belediye Başkan Danışmanı Güven Eken ile İzmir’in bu gündemlere tepki verebilme şansı olduğunu ekoloji gündemini ve uygulanan ekoloji stratejisini da belirtmek gerekiyor. Bir kere İzmir, hem farklı konuştuk. Güven Eken, şehrin ekolojik gündemini nehir havzalarının buluştuğu bir kara bütünü yenilikçi bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Doğaya [Bakırçay, Gediz, Küçük Menderes, Yarımada ve ulaşmanın, doğayla ve doğanın içindeki varlıklarla Körfez havzaları], hem de çok önemli bir deniz şehri. bağ kurmanın önemini vurguluyor. Şehirli Dolayısıyla, şehrin ekoloji gündemi dendiğinde insanın bir ağacın dibinde dinlenerek, bir kuşu biz ikisine birden, hem karaya, hem de denize gözlemleyerek, bir flamingonun kanatlanışını bakıyoruz. Tabii bunların ikisinin birbirine değdiği izleyerek, bir böceği görerek, rüzgârı hissederek ve birbirini etkilediği bir kıyı şeridi var. Kıyı ve kıyı yaşamasının yollarını işaret ediyor. Ekoloji bandının, denize ve karaya uzandığı geniş hattı açısından İzmir’in diğer şehirlerden farklılıklarını var. Karasal ekosisteme bakarsak; irtifası deniz ve avantajlarını, bu sorunlara tepki verme şansını seviyesinden iki bine uzanan bir coğrafyadayız. ve kapasitesini anlatıyor. İzmir Büyükşehir Tarımsal bitkiler de dâhil olmak üzere çok geniş bir Belediyesi’nin bu yöndeki çalışmalarını ve bu bitki çeşitliliği, zengin bir biyocoğrafya var. Diğer çalışmalara yön veren temel anlayışını paylaşıyor. yandan denizde de durum böyle, tatlı suyu denizlere taşıyan nehirlerin neredeyse hiç olmadığı yarımada gibi yerler de var ama İzmir Körfezi gibi nehirlerce çok zengin bölgeler de. Hemen hemen her tarafından derelerin -özellikle Gediz Nehri gibi çok büyük bir nehrin- İç Körfez’e aktığı bir durum var. Yani kıyıdaki “İzmir’in önemli bir kısmı, koruma alanı. Burada doğal alanları, tabiat parkları, özel çevre koruma alanları gibi farklı statülerde koruma alanları var fakat bunlarla İzmirliler arasındaki ilişkiyi kuracak sistemler henüz örülmüş değil.”
4 habitat çeşitliliği de çok farklı. Dolayısıyla böyle olabilmesi için, bir kuş türünün dünya nüfusunun bir şehirde ekolojik problemler, ekoloji açısından %1’ini barındırması yeterli. Biz flamingo gibi bütün üzerinde çalışılması gereken konular da çok çeşitli. Akdeniz havzasında, Afrika’da ve Ön Asya’da geniş yayılımı olan bir kuşun %5 ile %10’undan “İzmir’in yeşil altyapı vizyonunun çekirdeğini, bahsediyoruz, bu çok büyük bir rakam. Bu canlıların ‘Yaşayan Parklar’ oluşturuyor. Bu yeni ve hepsi, en eski İzmirliler. Delice, ahlat, badem, İzmir’e özgü park modelinde, normalde flamingo, fok… Bu canlıları ve onların hâlâ yaşamını birbirinden ayrı mekânlarda gerçekleşen üç sürdürdüğü İzmir’i, iyi anlamamız lazım. Asıl mesele fonksiyonu bir araya getiriyoruz. Bunlar; bu bence, fark etmemiz. rekreatif kullanım, tarım ve ekosistemin korunması.” İzmir’in doğasını korumakla ilgili ciddi bir hassasiyet var; doğayla ilgili meselelere hemen Birinci meselemiz, İzmir’in çok zengin ekolojik herkes çok ilgi gösteriyor. Hepimizin hassasiyeti, sisteminin yeterince bilinmiyor olması. Bunun çok duyarlılığı yüksek. Bu hassasiyetin bilgiyle, veriyle farkında değiliz. İzmir, çok zengin bir kıyı, deniz ve ve İzmir’e özgü canlılar hakkındaki kaynaklarla karasal yaşama sahip. Bunun bir alamet-i farikası; beslenmesi lazım. Aslında bu durum çözülse pek çok mesela İzmir’de ticari bir boyutu da olan tarımsal şey kendiliğinden düzelecek. ölçekte bir zeytin üretimi var; hepimiz biliyoruz. Ama İzmir’de aynı zamanda bir Kuzey ve Orta Avrupa Diğer ikinci konu, tabii ki su meselesi. Su ağacı olan kestanenin de ticari değeri olacak kadar kaynaklarının çok yetersiz olması, iklim değişikliği büyük çaplı üretimi gerçekleşiyor. Dahası, Güneydoğu nedeniyle daha da azalması, aşırı miktarda su Anadolu’dan bildiğimiz Antep fıstığının da yerel kullanılması -özellikle tarımsal üretimde- ve suyun olarak üretimi, Orta İzmir bölgesinde gerçekleşiyor. insafsızca israf edilmesi. Bu giderek daha büyük bir Bakıldığında, aslında bir yanda Güneydoğu sorun haline gelecek, özellikle tarımsal üretimin Anadolu’nun kurak coğrafyasının, bir yanda Kuzey çok yüksek olduğu Küçük Menderes Havzası’nda. Avrupa’nın yaprak döken nemli ormanlarının Birçok akademik çalışma, su konusunun, Küçük tarımsal ürünleri ve bir yandan da Akdeniz ikliminin Menderes Havzası’ndan başlamak üzere, çok ciddi karakteristik zeytini… Bu çeşitliliğin, çok farkında bir su eksikliği ve kirlilik meselesi olarak karşımıza değiliz. Bunlar, burada, İzmir’de birbirine değiyorlar. çıkacağını gösteriyor. Her ikisine de yönelik, sağlam Aynı zamanda burası birçok tarımsal bitkinin de politikalar üretmemiz gerekiyor. Üstelik Küçük kökeni. Armudu, bademi ve deliceyi yan yana, Menderes, İzmir ili sınırları içerisinde doğup İzmir İzmir’deki dağlık alanlarda aynı kayanın etrafında ili sınırları içerisinde denize dökülen bir nehir; görebilirsiniz. Bunların üçü de çok önemli tarımsal dolayısıyla, tüm sorumluluğu bize ait olan bir havza. bitkiler ve İzmir’de doğal olarak yetişiyor. Bu nedenle bence birinci meselemiz bu. İzmirliler, biz, şehrimizin Üçüncü konumuz deniz; Körfez’in kirliliği meselesi. ekolojik yapısının çeşitli, zengin bir o kadar da hassas Körfez hâlâ Türkiye kıyılarındaki en zengin balık ve kırılgan olduğunu tam kavramış değiliz. ve canlı çeşitliliğine sahip bir alan. Tek başına bir dünya mirası, nevi şahsına münhasır bir yer. Bütün Hayvanlardan da iki örnek vermek isterim: Ege denizi kıyılarımızda böyle yarı-kapalı bir körfez Akdeniz fokunun Ege’de yaşadığını biliyoruz ama yapısı yok, körfez, çok özellikli bir oluşum. Zaten noktasal olarak İzmir’in fokların dünyadaki en İzmir’in burada kurulmasının, böyle büyük bir önemli sığınma alanlarından biri olduğunun pek metropolün yüzlerce yıldır burada bulunmasının üç ayırdında değiliz. Türkiye’deki en büyük Akdeniz ana sebebi var. foku nüfuslarından biri, İzmir Körfezi’nin içerisinde, orta ve yukarı Körfez’de barınıyor. Gediz Deltası; Birincisi, İzmir’i çevreleyen dağlardaki tatlı su Karşıyaka’dan başlayıp Çiğli ve Menemen’e doğru ve kaynakları. Şöyle bir düşünün: İzmir, Karşıyaka’dan sonra daha yukarıya, Foça’ya kadar uzanıyor. Delta, Narlıdere’ye her tarafı dağlarla çevrili bir yer. Dağ dünyadaki flamingo nüfusunun dönemine göre demek dere demek, dere demek su kaynağı demek. %5 ile %10’unu barındıran bir alan. Kriterlere göre Yani her daim temiz, on iki ay ulaşılabilen su bir alanın uluslararası öneme sahip bir sulak alan kaynakları var. İzmir’in burada kurulmasının ikinci nedeni, Gediz Nehri. Ege bölgesinin en büyük nehirlerinden biri, İzmir’in yanı başından denize dökülüyor. Bu ne demek? Tarım için elverişli, beslenmek için uygun alanlar demek. Üçüncü ana nedense İzmir’in
5 Körfez’e kıyısı olması, yani deniz. Bu neyi sağlıyor? belediye seçimlerinde oy verme hakkı olmayan Uluslararası bir şehir olmanızı sağlıyor ve deniz varlıklarla ilgili, tasarruflar kullanmak anlamına ekosisteminden kültürel anlamda, gastronomik geliyor. Bu hem doğanın geçmişini çok iyi bilmeyi, açıdan, ekonomik olarak beslenmenizi sağlıyor. hem de geleceği duyarlı bir şekilde planlamayı gerektiriyor. Doğa sadece uzaklarda, tepelerde bir İzmir’de bu muazzam buluşma gerçekleşmiş ve yeşil ağaç; oralarda yaşayan, bize yabancı, dışarıda, bu nedenle tarihin görmüş olduğu en büyük yaban bir şey değil. Doğa, biziz. Bizatihi kendisiyiz limanlardan biri -özellikle 18. yüzyıl için- bu şehirde ve her saniye doğadaki diğer varlıklarla temas ortaya çıkmış. Belki buna bulunduğu konum da halindeyiz. Nefes aldığımızda, hiç görmediğimiz eklenebilir, Asya ve Avrupa arasındaki bağın kilit bir ağacın ürettiği oksijeni soluyoruz. Su içerken, noktası, yani İpek Yolu’nun deniz kapısı olması. belki hiç gitmediğimiz su kaynağındaki pınarla, Dolayısıyla İzmir için deniz çok önemli bir konu, fiziki temasa geçiyoruz. Yemek yerken bu şehrin fakat denizle ilişkimiz olması gerektiğince derin topraklarıyla, tarım alanlarıyla bağ kuruyoruz. değil. İzmir’in bu ilişkiyi yeniden kurması gibi bir Orada ne yaparsak aslında kendi vücudumuzda, meselemiz var. Denizi daha iyi anlamamız, daha iyi kendi toplumumuzda bunun yansımasını görürüz. araştırmamız ve korumamızla ilgili eksiklikler var. Bir yerel yönetimin temel gayesi, bir şehrin gelişimini sağlamak, korumak ve güzelleştirmekse Üç mesele birbirine bağlanıyor. başkanımızın söylediği gibi bunun yolu onun doğa ve kültür mirasını korumaktan geçer. Bunu İzmir’in önemli bir kısmı, koruma alanı. Burada koruduğunuzda zaten toplumu ve şehri korursunuz. doğal alanları, tabiat parkları, özel çevre koruma Güzelleştirirsiniz. alanları gibi farklı statülerde koruma alanları var fakat bunlarla İzmirliler arasındaki ilişkiyi İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu hususlara nasıl bir kuracak sistemler henüz örülmüş değil. İzmirlilerin stratejiyle yaklaşıyor? bu alanlara gidip, “evet, burası nitelikli koruma alanı; burası özel çevre koruma alanı” ya da İzmir Büyükşehir Belediyesi bu bakışı, “burası korunmuş ve ben İzmirli olarak buranın içselleştirilmiş bir şekilde stratejik planına koydu. korunmasından sağlığım için, doğaya dokunmak Büyükşehir’in, yedi stratejik amacı var ve bunlardan için, çocuklarımın doğayı tanıması için, nefes biri, İzmir’in doğayla uyumlu yaşamın örnek almak için, sağlıklı beslenmek ve diğer canlıların şehirlerinden biri olması. Böyle bir hedefimiz var yaşam hakkını savunmak için şunları yaşıyorum” ve biyolojik çeşitliliğin korunmasından, Körfez’in hissini uyandıracak mekanizmalar kurulmuş değil. temizlenmesine kadar çeşitli başlıklar, bu temel Kâğıt üzerinde korunuyorlar ama pek çok alana stratejik amacın altında yer alıyor. Dünyadaki girdiğinizde, nerede başlayıp nerede bittiğini size tüm kurumlara, özel sektörlere, merkezi ve yerel gösterecek bir fiziki işaretleme dahi yok. Bir elimizle yönetimlere, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir İzmir’i çok sıkı koruyoruz, bu harikulade bir şey ama Gelişme Hedeflerine bakarsak, doğanın artık korumaktan oluşan bereketi yaşamak, kavramak, hayatımızın çeperinde, köşesinde, çevresinde paylaşmak ve kutlamakla ilgili eksikliğimiz değil; tam ortasında, özünde, tam kalbinde bir var. Bu aslında kutlanası bir şey ama biz bunu mesele olarak daha fazla önemsendiğini görüyoruz. kutlayamıyoruz. Dolayısıyla kamuoyu nezdinde Doğaya dair politika üretmenin, yerel yönetimlerin koruma alanları, kâğıt üzerinde kalıyor. Bu alanları artık olmazsa olmaz görevlerinden biri olarak keşfetmek ve yaşamakla ilgili [bu bütün Türkiye ve kabul edildiği bir çağı yaşıyoruz. İzmir de bu çağa, dünyanın birçok ülkesi için de geçerli aslında] bir şimdiden dâhil olmuş durumda. Milli parklar, sit mekanizmamız yok. Yavaş yavaş bunların kurulması alanları merkezi hükümetin tasarrufunda ama gerekiyor ve kurulmaya da başlandı nitekim. onun dışında parklar, bahçeler, yeşil alanlar var. Bunların şehrin doğal alanlarıyla, tarım alanlarıyla Bu söyledikleriniz bağlamında, bir yerel yönetim bütünleştirilmesi meselesi var. İnsanların sıradan ekoloji meselesini nasıl ele almalıdır? parkların ötesinde, aynı zamanda yaban hayata dokunabildiği, biyolojik çeşitliliği görebildiği, Burada Başkanımız Tunç Soyer’in cümlesini ifade tarımı tecrübe edebildiği farklı yeşil alan ve park etmek isterim: “Bir yerel yöneticinin, bir belediye anlayışlarına ihtiyacı var. Bunları sadece yerel başkanının en temel görevi, o şehrin doğa ve kültür yönetimler yapabilir. Gerçekte şehirde yaşayanlarla mirasını korumaktır.” İzmir Büyükşehir Belediyesi, doğa arasındaki köprüyü kurması gereken en bu vizyonla hareket ediyor. Başkanımız bunu yerel önemli yapı yerel yönetimler ve bu görev yerel yönetim görevlerinin tam merkezine koyuyor. Çok köklü bir yaklaşım bu. Geçmiş ve gelecekle ilgili,
6 yönetimlere giderek daha fazla veriliyor tüm böceği görerek, rüzgârı hissederek... Ancak böyle dünyada ve elbette Türkiye’de. hatırlayabiliriz. Bu sürekli hatırlanması gereken bir şey. Bunu en iyi hatırlatacak olan da, doğanın İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri bizzat kendisi. Biz, İzmirlilerin yaşamı paylaştığı, dahil, yerel yönetimlerin ekoloji başlığındaki diğer canlılarla temas kurabilecekleri meydanlar, çalışmalarından bahsedebilir misiniz? alanlar açmaya çalışıyoruz. Yaşayan parklar, yeşil koridorlar, Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Mirası İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde, yeşil alanlarla ilgili ilan edilmesi hedefi bu vizyonun farklı ayakları. yepyeni bir yaklaşım var. O da Büyükşehir’in yeşil alan meselesini, artık bir altyapı meselesi olarak İzmir’in ‘Yeşil Altyapı Stratejisi’, sadece İzmir’deki kabul etmesi. Stratejik planımızda nasıl ki yolların insanların kırsala kesintisiz ulaşımını değil, aynı bakımlı, binaların depreme dayanıklı olması bir zamanda kırsaldaki canlıların, doğanın da şehrin altyapı meselesiyse; yeşil alanları da bir altyapı içine erişimini sağlayacak. Şehirciliğin yeni odağı bu konusu olarak tanımlıyoruz. Bu çok yenilikçi bir olmalı aslında. Yerleşim yerleri ve çevresindeki kırsal durum. Yeşil alanlara doymuş, havası temiz bir alan arasındaki, fiziki ve düşünsel duvarları yıkmak şehirde yaşamak; şehirde olma ve şehir olmanın ve insana kendisini çevreleyen dağların, denizlerin en temel koşullarından biri. Bu çerçevede parklar, ve nehirlerin bir parçası olduğunu hatırlatmak. birbirinden kopuk yeşil alanlar değil; birbirlerine Onları incitmeden ve yok etmeden, tersine, yeşil koridorlarla bağlı ve nihayetinde şehrin koruyarak; kendi hırsından esirgeyerek. çeperindeki doğal alanlara bağlı, bir ‘yeşil alanlar ağı’ olarak tahayyül ediliyor. Bu ağ; önce bildiğimiz Ormanİzmir kampanyası altında yürütülen orta ve küçük ölçekli şehir parklarından başlıyor. çalışmalar, sulak alan ve kadim üretim havzalarının Şehir parkları, aralarında yeşil koridorlarla birleşiyor, yaşatılması, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ardından şehir çeperindeki ‘yaşayan parklara’ ve ekoloji başlığı altındaki diğer bazı çalışmaları. nihayetinde orman ve tarım alanlarına, korunan İzmir, “kadim üretim havzalarının” bulunduğu alanlara bağlanıyor. bir yer. Şehrimizde, tarımın binlerce yıldır aynı şekilde yapılmaya devam ettiği alanlar var. Örneğin İzmir’in yeşil altyapı vizyonunun çekirdeğini, Bozdağ’da kestane üretimi; yarımadada, Kızıldağ’da ‘Yaşayan Parklar’ oluşturuyor. Bu yeni ve İzmir’e zeytin üretimi binlerce yıllık tekniklerle devam özgü park modelinde, normalde birbirinden ayrı ediyor ve bunların tümü korunmaya muhtaç. mekânlarda gerçekleşen üç fonksiyonu bir araya getiriyoruz. Bunlar; rekreatif kullanım, tarım ve İzmir’in diğer şehirlerin ekoloji gündemleriyle ekosistemin korunması. Birçok alanda öngörülen ilişkilendiği noktalar nelerdir? koruma fonksiyonu ekosistem restorasyonunu da içinde barındıracak. ‘Yaşayan Park’a gelen ziyaretçi, Bu aslında çok yalın. Bizim ayrı bir gündemimiz yok. hem tarımı deneyimleyebilecek, hem de yürüyüş, En başta bunun yanıtını vermiştim aslında. Evren, bisiklet ve doğa öğrenme alanlarını kullanabilecek. bir bütün. Bütün Anadolu, Türkiye, yeryüzünün bir 2024’e kadar Meles Vadisi, Yamanlar, Olivelo Alanı ve parçası. Elbette İzmir ve 80 il arasındaki benzerlikler Güney Gediz Deltası başta olmak üzere 35 ‘Yaşayan çok fazla. Ama bizim belli avantajlarımız var; bir Park’ ve bunları şehre bağlayan altı ana yeşil koridor liman kenti olmamızdan, daha hareketli bir şehir tesis edilecek. olmamızdan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin doğayla ilgili vizyonundan kaynaklanan, belli İzmir Büyükşehir Belediyesi, şehir merkezinden, avantajlarımız var ve bunları kullanıyoruz. Ve tabii İzmir’in kırlarına kesintisiz ulaşılabilen bir yeşil ki ortaklıklar var; ekolojik sorunların çözümünün alanlar, doğal alanlar ağını oluşturuyor. Yürüyerek bir faydaya dönüşmesi için de, diğer şehirlerle veya bisikletle, her İzmirli evinin kapısından İzmir’in ortaklaşmak, onlardan öğrenmek ve onların herhangi bir yerine ulaşabilecek. Bu bir ulaşım tecrübelerini, İzmir’de kullanmak çok önemli. İzmir politikası, bir altyapı politikası olarak ele alınıyor. Büyükşehir Belediyesi’nde bu konuda çok aktif çalışan, İzmir’in bu dönemde doğayı korumaya ve İzmir’de bir Dış İlişkiler ekibi var. Öte yandan, bu çalışmaların yaşayanları doğalarıyla buluşturmaya yönelik hepsinin yerel yönetimler veya kamu eliyle yapılması yaptığı en özgün çalışmalardan biri belki de bu. mümkün değil. Sivil toplum ve akademiye, tüm kuruluşlar bu konuda çok önemli görevler düşüyor. Çünkü doğanın bizim için önemini, en iyi doğadaki İzmir’in tüm Türkiye ile ortak bir ekoloji sorununu diğer varlıklarla ilişki kurarak anlayabiliriz. Bir duymak isterseniz; su meselesi derim. Türkiye’nin çok ağacın dibinde dinlenerek, bir kuşu gözlemleyerek, büyük bir kısmında, çok ciddi bir mesele su. Sadece bir flamingonun kanatlanışını izleyerek, bir
7 iklim krizi değil, suyun aşırı ve yanlış kullanımı nedeniyle ciddi bir su sorunu bizi bekliyor. Size ilham veren şehirler var mı? Daha ziyade, ilham veren yaşam biçimleri var. gibi bu da bir süre sonra olumsuz bir tortu, olumsuz Bunlardan biri, “kadim üretim havzaları”. Bütün bir birikim bırakıyor ve bize rahatsızlık veriyor. dünyada olan bir şey bu. Binlerce yıldır, insanların Dolayısıyla ‘yeni şehir’ kavramının onu çevreleyen gıdalarını ürettikleri fakat bu gıdaları üretirken bu tüm alanlarla, daha geniş arka planı ve nihayetinde alanların sahibi olarak değil, o ekosistem içindeki bütün yeryüzüyle birlikte neşet etmesi gerekiyor. canlılardan herhangi biri gibi davrandıkları, böylece gıda ihtiyacını karşıladıkları bir tarım modeli Öyle bir duruma geldik ki üzümünü ye, bağını sorma var. Şu anda zeytin, kestane ekosistemlerinde, diyebiliyoruz mesela. Bu ne demek; ye ama kırda İzmir’in farklı bölgelerinde bunun örneklerini nasıl üretildiğiyle ilgilenme. Biz bunu metaforik görebiliyoruz. Kadim üretim havzalarında tarım kullanıyoruz belki, ama aslında bir düşünce şeklini ve hayvancılık ayrımı yok, bunlar iç içe geçmiş yansıtıyor. Artık günümüz şehirleri, bu anlayışın kavramlar. Mesela bu bana kişisel olarak müthiş tam tersini yapmaya başladı. Eğer o şehirde, üzüm ilham veriyor. Doğayı dönüştürüp yeni bir gıda yiyorsak, o üzüm hangi bağda yetişiyor, ilaç üretim alanı yaratarak değil, doğanın içindeki diğer kullanılıyor mu, kullanılmıyor mu? Onun içinde canlılar nasıl davranıyorsa öyle davranarak, bir şeyi başka canlılar yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Bunlara değiştirmeden o ekosistemin içine dahil olarak da bakıyoruz. karnımızı doyurmanın, böyle bir insan olmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Bir şeyin lezzetli olması, artık tek başına yeterli değil. Bu bağlantıyı, sadece düşünceyle kurabiliriz. Eskiden şehir vardı, kır vardı. Bunlar, algıda da, Dolayısıyla artık doğa korumanın; sadece fiziki planlamada da birbirinden kopuk, ayrı peyzaj ormanların, suların, dağların, yani fiziki objelerin alanları, mekânlar olarak algılanıyordu. Hâlbuki hayat korunmasının ötesinde başka bir formu gelişmeye böyle değil. İç içe. Su dağdan geliyor, dereye gidiyor, başladı. Zihin dünyamızdaki, doğanın korunması. yeraltına giriyor, oradan benim bardağıma doluyor, Zihnimizde, doğayla olan bağlantının korunması beynimin içine giriyor, oradan tekrar doğaya karışıyor. gibi yeni bir alan açıldı. Adil ticaret gibi, coğrafi Doğada çeperler seçici ve geçirgen, insan hücreleri işaretlemeler gibi. Tüm dünyadaki yavaş gıda lezzet de öyle. Bir dere de öyle, dağ da öyle… Süngersi bir hareketi gibi. geçirgenliği var. Ne her şeyi içine alır ne her şeye kendini kapatır. Şehirler uzunca bir süre, özellikle “İzmir’in tüm Türkiye ile ortak bir ekoloji sanayi devriminden sonra içe kapandı, doğa yalnızca sorununu duymak isterseniz; su meselesi hammadde kaynağı veya içinde vakit geçirilebilecek derim. Türkiye’nin çok büyük bir kısmında, bir estetik alan olarak algılandı. Hâlbuki fiziken çok ciddi bir mesele su. Sadece iklim krizi değil, kapatsanız bile doğayla iç içeyiz, nefes alıp veriyoruz. suyun aşırı ve yanlış kullanımı nedeniyle ciddi Hava geliyor, ekmek geliyor, aş geliyor. Temel şey bu. bir su sorunu bizi bekliyor.” Fiziken, bedenen bu kadar içli dışlı olduğumuz bir şeye, zihnimizin bu kadar kapalı olması, zihnimizde buna dair hiçbir kodun bulunmaması, aslında insanı toplumsal anlamda yalnızlaştırdı. Hayatımızda meşe ağaçları yok, sudaki balık yok; ağacı ancak mobilya yapıyorsak yani bir şekilde kullanıyorsak fark ediyoruz. Hâlbuki onlar bizim için, biz de onlar için yaşamı besliyoruz ve yaşamı birlikte oluşturuyoruz. Bu yalnızlık hissi, aslında toplumsal açıdan çok sağlıksız bir durum ve bence bireysel veya toplumsal, birçok rahatsızlığımızın temelinde bu zihinsel kopuş yatıyor olabilir. Bedenimiz sürekli doğaya bağlanmaya devam ediyor, ama zihnimizde buna dair veri yok. Bu da, gerçeği yansıtmıyor. Gerçeği yansıtmayan fakat sürekli tekrar eden her durum
8 Gastronomi, insanların aslında coğrafyayla, binasının içinde zuhur eden yenilik diye bir şey mekânla, doğayla bağ kurmaya olan ihtiyacını yok. Muhakkak o inovasyonu ortaya koyan kişinin kavrayarak bunu bir ekonomik canlandırmaya veya ekibin beslendiği bir düşünce kimyası lazım, ve üstelik küçük üreticinin desteklenmesine düşünce toprağı lazım. Her tohumun çimlenmesi dönüştürmüş önemli bir alan. Bu zihinsel için nasıl bir toprak gerekirse her inovasyonun iletişimiyse, ancak hikâyelerle kurulabiliriz. Bu ortaya çıkabilmesi için de, bir toplumsal ekosistem peynir şöyle üretildi, burada şöyle bir keçi yaşıyor, olması lazım. Üniversitelerin şu noktada en büyük şöyle besleniyor, beslenirken aynı zamanda kuşları rolü, bu düşünce ekosistemini zenginleştirmek, yeni ve diğer bitkileri koruyor gibi… İnsanlar artık perspektifler, yeni düşünce biçimleri geliştirmek lezzetlerin yanında hikâyeleri de almak, duymak, olmalı. İzmir üniversitelerinde bu potansiyeli hissetmek, yaşamak istiyorlar. Bu, yavaş yavaş görüyorum. İzmir akademisyenleri arasında bu şehirdeki insanların doğadaki diğer varlıklara değerli insanları, birikimi görüyorum. Dolayısıyla bağlanma ihtiyacını gösteriyor. Bu, zamanla bunun olabileceğini düşünüyorum. yaşamın tüm alanlarına yayılacak. Bu, karşı konulamaz bir şey. Çünkü her şey, aslına rücu Bu nasıl mümkün olabilir? eder. Bedenimiz her an doğayla bağlanıyorken, zihnimizin ondan koparak yaşatılması mümkün Yenilikçi ve birleştirici bağlantılar kurmak gerekir. değil. Muhakkak ki insanlık doğadan kopuş Üzerinde kafa yorulan nesnenin; A veya B objesi üzerinde yükselen kültürleri, zaman içinde bir veya zeytin, çam ağacı olduğu kadar bunlar bir terk edecek. Batı’da bunun örnekleri başladı. arasında nasıl bir bağ kurulacağı, doğanın nasıl Anadolu’da geçmişten beri zaten vardı. Şimdi bu ilişkiler kurduğu ve bunun toplumun doğasında kültürlere, yeniden iade-i itibar edilmeye başlandı. nasıl kullanılabileceği, nasıl dönüşebileceğine dair Bütün bilimlerin, akılların harman olduğu, iç içe yaklaşımlar üretmek gerekiyor. Yani bağlamak, bağ geçtiği bir düşüncenin sonucunda artık doğanın kurmak üzerine, ilişkiler üzerine düşünmek gerekir. korunabileceği ve yaşatılabileceği öğrenildi. Doğa, parçalar arasındaki ilişkileri çok berrak bir Böylelikle, yeni bir şehir mantığı oluşuyor ve İzmir şekilde tarif ediyor. Kendi içinde karmaşık gibi bunun dünyadaki ilk örneklerinden biri olabilir. görünse de aslında belirli bir felsefesi var, düşüncesi var doğadaki var oluşun. Bakıyorsunuz; ağaçlar, Üniversiteler, bu süreçlere nasıl destek olabilir, nasıl dağlar, dereler, deniz… Ama dağda yağan yağmur, bir rol sahibi olabilir? Bozdağ’ın tepesine düşen kar Gediz Nehri’nden, Körfez’e ulaşıyor. Bu, harika bir tasarım. İşte yeni Bütün mesele, aslında ‘düşünce üretimi’. fikirler üretmek için, bu bağları görmek gerekiyor. Anlattıklarımın hepsini elekten geçirdiğimizde, Sanırım daha cesur olmak gerekiyor. Görüyorum ki elimize kalan kavram ‘düşünce üretimi’ olacaktır. dünyadaki bilim, sanat, dünyadaki her türlü üretim Doğanın fiziki olarak nasıl korunacağına dair büyük alanı artık bu birleştirici, bağlayıcı, ilişki kurucu bir veri, içtihat, birikim oluştu dünyada ve Türkiye’de. iksiri keşfetti. Yeniden kullanmaya başlıyor. Gençler Fakat insan ve doğanın zihinsel olarak nasıl özellikle, bunu iyi yakalıyor. Yani kalıplarla değil, buluşacağına dair akademik üretimler, düşünce daha esnek, bağlantı kurarak; sadece analiz değil, üretim süreçleri de olması gerekiyor. Yeni bir analizin yanında bağlar da kurarak düşünmeyi iyi dünyayı eski düşünce biçimlerimizle tasarlamamız biliyorlar. Ben o yüzden umutluyum. İzmir, kendi mümkün değil. Bütün dünyayı tasarlamaktan tarihsel birikimi sebebiyle, yeni düşünme biçimleri bahsetmiyorum elbette. Düşüncelerin, kavramların ortaya koymak için dünyadaki şanslı noktalardan biri. üretilmesi lazım. Düşünmenin üzerine, düşünmenin biçimi üzerine düşünmek lazım. Ve İzmir, dünyada Bu yeni bir yurttaşlık zemini açabilir mi, örneğin bunu en iyi yapmış coğrafyalardan biri. Yani ekolojik yurttaşlık? Anaxagoras Urlalı, bütün canlıların özünde tohum denen bir variyet olduğunu töz olarak ilk o tarif Anadolu kültüründe, farklı öznel değerlerimiz etmiş. Bu çok ileri düzeyde bir kavramsallaştırma var. Bir birey olarak öznemiz, bir de bütün olarak meselesi. Yaşadığımız dünyanın bugün de bunlara öznemiz. Biz şu anda, birey öznesi üzerine çok ihtiyacı var. odaklanmış durumdayız. Bu doğal bir şey. Bu, çeşitliliğin kaynağıdır. Benim sizden, sizin benden, Bugün en sık konuşulan inovasyon, yenilikçilik hepimizin birbirinden farklı olmamız doğaldır, gibi konular mesela. Bunların gerçekleşebilmesi güzeldir ve bu toplum içerisinde çokluk olmasını için, ilham kaynakları olması lazım. Kendinden sağlar. Fakat bir de aramızdaki ilişkilerden menkul, bir girişimcilik ve inovasyon merkezi doğan, aynı havayı solumamızdan, aynı mekânı
9 paylaşmamızdan kaynaklanan bir ortak öznemiz var. üzerinden kendimizi teraziye koyuyoruz. Çok, az, Bu özneyi, bir miktar zayıf bırakmış durumdayız. yeşil, gri gibi içeriğe bakıyoruz. Pandemi bize içerik Bu özne üzerine yeterince düşünce üretmiyoruz. kadar, biçim üzerinde de düşünmemiz gerektiğini İşte toplumsal birliktelik, vatandaşlık, yurttaşlık gösteriyor. Çünkü artık sokağa nasıl çıktığımıza, dediğimiz şey, tam da bu. birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuza dikkat ediyoruz. Ben size karşı dikkatliyim, siz de bana karşı. Bütün ağaçlar birbirinden farklıdır ama bir Neden? Çünkü birbirimize zarar verebiliriz. Mesafeli yandan da hepsi birbirine benzer. Farklılıklarımızı ve daha tedbirliyiz. Aslında birbirimiz arasına korumamız, yaşatmamız, çoğaltmamız; aynı koyduğu fiziki mesafeyi bir yana bırakırsak, tam zamanda müşterek yanlarımızı da görmemiz, fark da her zaman olması gerektiği gibi davranıyoruz. etmemiz ve kutlamamız gerekiyor. Doğa, yalnızca Birbirimize karşı, doğaya karşı daha temkinli, narin, bu basit, iki zıt gibi görünen şey üzerine tüm farkında, uyanık ve mütevazı hareket ediyoruz. varlığını oluşturmuştur. Yeryüzündeki bu görkemli yaşamın, su döngüsünün, ağaçların, kuşların var “Bütün ağaçlar birbirinden farklıdır ama oluşunda; bu iki zıtlık var. Biz biraz, ikinci tarafı eksik bırakmış durumdayız. Oysa beraberlik bir yandan da hepsi birbirine benzer. keyifli bir şey. Yaşamı hep birlikte çoğaltmanın fırsatlarını aramak için, iyiliğe dair ilişkiler kurmak Farklılıklarımızı korumamız, yaşatmamız, için yeni alanlar açmak zorundayız. Şayet bunu ihmal ederek sadece kendi yeteneklerimiz üzerine çoğaltmamız; aynı zamanda müşterek odaklanırsak, bu düşünceler zamanla kibre dönüşebilir. Dolayısıyla birey olmanın getirdiği yanlarımızı da görmemiz, fark etmemiz ve kabiliyet ve özelliklerin kibre dönüşmemesi, mutluluk verebilmesi için aynı zamanda birey kutlamamız lazım.” olduğumuz kadar bir topluluk olduğumuzu, sadece insanlarla değil, diğer canlılarla beraber bir Tümden bu noktaya gelebilmemiz, elbette daha toplum olduğumuzu kutlayabilecek bir noktaya zaman alacak. Hiçbir dönüşüm, birden olmaz. Bir gelebilmemiz gerekir. Bu kutlanası bir şey, bu sabah kalktığımızda, herkes Covid-19 nedeniyle fevkalade bir şey. Yağmurun yağıyor olması, doğayla ve kendisiyle daha barışık olmayacak. Ama güneşin her sabah doğması gibi… Çünkü bu o tortu zihnimizde birikmeye başladı ve bir gedik sayede yaşıyoruz. Yağmur yağmasa; kışın zeytin açarak zihnimizin başka bir yöne doğru akmasını toplayamayacağız, yazın domates yiyemeyeceğiz. sağlayacak. Nihayetinde de yaşamı başka bir şeye Buğdaylar büyümeyecek. Aç kalacağız. dönüştürecek. Bu dönemde uzun süre evde yaşayan çocukları, okula hiç gitmeyen çocukları düşünün. Nitekim bizden önceki toplumlar; doğanın Elbette ki o çocukların üretiminin nasıl olacağını döngülerinin farkında olmuşlar, her birini bilemem ama bizden farklı olacağı kesin. Covid-19’un kutlamışlar. Hıdırellez gibi, Nevruz gibi. Zaman bizi biçime dair düşündürmeye başlaması, bence çok değişti, teknoloji çok gelişti evet ama halen bu olumsuzluğun içerisinden alabileceğimiz olumlu aynı havayı, aynı toprağı, aynı suyu kullanıyoruz. bir pay. Artık sadece içeriği değil, biçimi ve nasılı da Dolayısıyla, doğanın döngülerini kutlamamak için düşünmeye başladık. Bu çok kıymetli bir şey. hiçbir nedenimiz yok. Meşguliyetlerimiz dışında. Dirençli toplum olmak, bana sorarsanız diğer Dolasıyla, “doğanın intikamı” gibi sözler bence tüm varlıklarla birlikte bir toplum olduğumuzun çok iddialı, doğanın tevazusuyla çelişen ifadeler. farkında olmaktır. Birbirimize ihtiyacımız olduğunu Doğa bir bütün ve tek bir nesneye indirgenemez. her hatırladığımızda, toplumsal direncimiz daha da Doğa bir ilişkiler ağı ve bu ilişkiler ağı içerisinde, büyüyor, büyüyecek. biçimin ve yöntemin ne kadar önemli olduğunu bize düşündürecek bir dönemden geçiyoruz. Şu günlerde, Covid-19 ile ilgili düşünceleriniz? hem çok üzgünüm anneme sarılamadığım için ama hem de sevinçliyim. Birbirine sarılarak Diyorlar ki, doğa intikam alıyor… Doğa intikam yaşamanın ne kadar önemli olduğunu, hep birlikte almaz, doğa biziz. İnsan kendi kendinden intikam fark ettiğimiz için. Yeryüzünün daha önce hiç alır mı? Doğa bizim ya da biz doğanın düşmanı yaşamadığı tarihi anlar yaşıyoruz. Her şeyde olduğu değiliz ki. Biz doğanın bir parçasıyız. Covid-19, gibi, insanlık için tüm zıtlıkları içerisinde barındıran birbirimizle ve gezegenle ilişki kurma biçimimizdeki yepyeni bir şey bu. yanlışlığı yüzümüze vuruyor. Biz hep içerik
10 Çevre-Ekonomi İlişkisine Dair Gözlemler FİKRET ADAMAN Doğal çevremizi, yani ekolojik yapıyı, istersek birincisi, hem üretici hem de tüketici şapkasıyla [Bogaziçi Üniversitesi gezegen ve hatta evren ölçeğinde yaşamı mümkün faaliyette bulunan iktisadi aktörlerin tercihlerine Ekonomi Bölümü] kılan bütüncül bir sistem olarak, istersek de ilişkindir. Ana-akım yaklaşımda, aktörlerin iktisadi DUYGU AVCI çok daha dar anlamda tekil bir doğal kaynak hayatta kendi tercihleri doğrultusunda hareket [Dr., Bağımsız [mesela bir mera ya da bir nehir] ölçeğinde etme özgürlükleri olması gerektiğinden hareket Araştırmacı] düşünelim, insanlığın -temelde üretim ve tüketim edilir. Son kertede politik özgürlükler, iktisadi faaliyetleri nedeniyle- özellikle kapitalizmin özgürlüklerle birlikte ele alınır ve ana-akım gelişmesine başat olarak yaratmakta olduğu yaklaşımında liberal bir bakış açısı temel bir önkoşul çevre maliyetlerinin farkında olmamak artık olarak yer alır. Bu perspektiften bakıldığında, imkânsız! Gerek üretim, gerek tüketim sürecinde aktörlerin şu üç nedenle çevre maliyetleri oluşan çevresel maliyetlerden hem doğanın konusunda hassasiyet göstermeyecekleri kabul temizleme kapasitesinin üzerindeki kirlenmeyi, edilir: Birincisi, aktörlerin aldıkları iktisadi hem biyoçeşitlilik üzerindeki baskıyı, hem de kararların olası çevre maliyetleri konusunda bilgisiz doğal kaynakların aşırı tüketimini anladığımızı olmalarıdır. İkinci neden, bilgili olmalarına rağmen belirtmek isteriz. Peki, ekonomik süreçlerle çevresel kimi aktörlerin çevreye ilişkin değerlerinin düşük maliyetler arasındaki bu ilişkiyi nasıl anlamalıyız? olabilmesidir. Üçüncüsü, miyopik bakış olarak Nasıl kavramsallaştırmalıyız? Ancak bu ilişkiyi adlandırılan, insanların gelecekteki çevresel etkileri gün yüzüne çıkartabildiğimiz noktada, maliyetleri bugünkü kararlarında dikkate almamaları ya da engellemenin yolunu açabiliyor olacağız. Bu kısa önemsememeleri durumudur. Doğaya attığım yazıda, öncelikle ana-akım iktisadın bu ilişkiyi nasıl plastik torbanın çözünmesinin, onlarca hatta okuduğunu betimlemeye çalışacağız ve akabinde yüzlerce yıl alabileceğini ve bu süreçte doğaya de alternatif bir okumanın gerekliliğine vurgu zarar vereceğini bilmiyor olabilirim, bilmeme yapacağız. Hemen belirtmek isteriz ki, ana-akım rağmen bunu dikkate almak istemeyebilirim, zira iktisatla alternatif yaklaşımların farkını ortaya doğanın kirlenmesi, biyo-çeşitliliğin zarar görmesi koymak sadece akademik bir mesele değil. Çevre fazla da derdim olmayabilir. Diğer taraftan misal, sorunlarının nasıl tanımlanması ve çözülmesi 2100 yılında suların yükselecek olması benim gerektiğine ilişkin ayrışan -ve hatta çatışan- ana- derdim değildir, diyebilirim. Kişisel tercihlere adeta akım ve alternatif yaklaşımlar, farklı toplumsal protestan etiğiyle bağlı olan ana-akım için, eğer aktörlerin söylem ve pratiklerini de belirlediği aktörlerin tercihleri doğadan yana şekillenmiyorsa ölçüde çevre-ekonomi ilişkisinin bugünü ve bu realite verili alınmalıdır. Nasıl biz bir kişinin geleceğinin nasıl şekillendiğini somut olarak elindeki parayla restoranda yemek yeme, yeni etkiliyor. bir gömlek alma, bir yardım kuruluşuna bağış yapma ya da aklımıza ne geliyorsa milyonlarca Ana-Akım İktisadın Gözünden Çevresel olasılıktan birini seçme durumunda bu tercihe saygı Maliyetlerin Oluşma Gerekçeleri duymak durumundaysak, eğer kişiler doğaya değer vermiyorlarsa maalesef yapılacak fazla da bir şey Ana-akım iktisat; çevresel maliyetlere ilişkin yoktur. Ana-akım yaklaşım özetle, kişilerin iktisadi olarak iki farklı kulvarda açılım sunar. Bunlardan
11 hayata [ve bunların olası çevresel etkilerine] dair kararlarını sorgulamaz. İkinci kulvarsa, tüm iktisadi kararların son kertede “Ana-akım yaklaşım, iktisadi etkinliklerin çevreye doğru yolda evrilmesini sağlayan, yani başarılı olacak etkilerini ancak eğer bu etkilerden doğan olanla başarısızı, verimli olanla verimsizi ayırt eden maliyetler, bu etkiyi ortaya çıkaran faaliyetin mekanizma olduğu savlanan piyasaların, kimi getirisinden fazla ise bir sorunla karşı karşıya durumlarda düzgün çalışmamasından kaynaklanan bulunulduğunu kabullenir [zaten eğer piyasalar sorunların, çevre maliyetlerinin müsebbibi olmaları tam çalışsaydı bu fayda-maliyet hesabını üzerine kurgulanır. Diğer bir ifadeyle, piyasalar otomatik olarak yapmış olurdu, denir].” tam kapasite devrede değilse, bir sorun var demektir. Piyasaların düzgün çalışmamasının çevre bağlamında ortaya çıkardığı sonuçlardan birincisi ‘dışsallık’ adı verilen bir soruna aittir: Eğer kimi durumda iktisadi yaşamdaki aktörler, kararlarının ve davranışlarının çevresel maliyetlerini, üçüncü şahıslara aktarabiliyor [yıkabiliyor] ve bundan dolayı da hukuki bir sorumluluk üstlenmek durumunda kalmıyorlarsa, bu durum ‘dışsallık’ olarak adlandırılır. Teknik olarak ifade edecek olursak; ‘dışsallık’ kavramı, bir iktisadi davranışın [örneğin bir malın üretimi] üçüncü şahıslara aktarılan maliyetleri de içeren toplumsal maliyetinin, bu davranışı yapan aktörlerin [üretimi yapan firmaların] özel maliyetlerine eşit olmaması durumuna karşılık gelir. Bilinen örneği tekrarlayacak olursak, herhangi bir kamusal düzenlemenin olmadığı ve salt piyasaların devrede olduğu bir dünyada, eğer fabrika atığını [arıtmanın maliyetini ödemek yerine] vahşi bir şekilde boca ettiği gölde balıkçılık yapanlar zarara uğruyorsa, burada bir ‘dışsallıktan’ bahsedilir. İkincisiyse, Garrett Hardin’in 1968 yılında yayınlanan meşhur yazısında kullandığı, “müştereklerin trajedisi” adıyla bilinen duruma karşılık gelir: Mülkiyetinin kimsede olmadığı, doğal kaynakların [atmosferi, okyanusları düşünelim] varlığında eğer kimi aktörler, bu kaynakların kullanımından elde ettiklerini kâr ya da faydayı tabir caizse ceplerine atıyorken, bu kullanımdan kaynaklı maliyetler tüm kullanıcılar arasında paylaşılıyorsa, işte tam da bu noktada trajedinin ilk harcı atılmış olur. Tabii anılan bu doğal kaynağı kullanan tüm aktörler [herkesin kendi çıkarını ençoklamak doğrultusunda hareket ettiği varsayılır], benzer bir yaklaşımı benimseyeceğinden ortaya çıkan da trajediden başka bir şey olmaz. İlk kulvarı, yani bireylerin tercihlerini, analiz dışında tutan ana-akım, ikinci kulvarıysa ciddiye alır: ‘Dışsallıkların’ ve/veya ‘müştereklerin’ varlığı durumunda piyasaların asli işlevlerini yerine
12 getiremeyeceğinden hareketle, piyasaların Malûm, doğal kaynakların çoğunun piyasası bu tür eksiklerini giderecek düzenlemelerin bulunmaz ve dolayısıyla değerleri bilinmez. Ancak, yapılması gerektiğini savunur. Bu açıklamalardan çevre vergisi konacağı durumda ya da bir projenin anlaşılabileceği gibi, ana-akım yaklaşım, iktisadi çevre etkilerinin analizi icra edileceği zaman, doğal etkinliklerin çevreye olacak etkilerini ancak eğer kaynağın değerine yönelik bir veriye ihtiyaç duyulur. bu etkilerden doğan maliyetler, bu etkiyi ortaya Ana-akım yaklaşım, bu durumda saha çalışması çıkaran faaliyetin getirisinden fazlaysa bir sorunla temelli yöntemlerden yararlanarak, farklı değerleme karşı karşıya bulunulduğunu kabullenir [zaten eğer teknikleri kullanır. Özellikle son yıllarda, binlerce piyasalar tam çalışsaydı, bu fayda-maliyet hesabını bu tür değerleme çalışmasının gerçekleştirilmiş otomatik olarak yapmış olurdu, denir]. olduğunu belirtmek isteriz. Bu tekniklerin arasında en yaygın olarak kullanılanı, ‘koşullu değerleme’ “Ana-akım yaklaşımda ekonomik bir etkinliğin olarak bilinen ve temelde bir proje kapsamında getirilerinin [fayda/kâr] ve maliyetlerinin çevresel etkilere maruz kalacak kişilere [eğer sayı karşılaştırılması ilkesi kapsamında çevre fazlaysa bu kişilerden seçilecek bir örnekleme], sorunları ele alınır.” çevresel koşullarda beklenen değişimlere verdikleri parasal değerin sorulması amaçlı anket İkinci kulvardaki sorunları çözmek adına, ana- uygulanmasını içerir. Örneklemek gerekirse; akım iktisadın önerdiği iki tür çözüm vardır: kentteki bir parka, bir sanayi tesisi yapılması Birincisi, doğal kaynaklar üzerinde mülkiyet projesi kapsamında, parkın değeri o bölge halkına haklarının tanımlanmasıdır. Bu öneriye göre yapılacak bir ankette yöneltilecek sorulardan [“Bu [Ronald Coase’un kuramsallaştırmasıyla] çevre parkın korunması için, bir sefere mahsus ne kadarlık üzerindeki mülkiyet hakları -mülkiyetin başlangıçta bir ödeme yapmayı düşünürdünüz?” ya da “Bu park nasıl dağıtıldığından azade olarak- eğer iyi yapılırsa uğrayacağınız zararların telafisi için, ne tanımlanmışsa, ilgili taraflar [yüksek bir işlem kadarlık bir ödemenin size yapılması uygundur?”] maliyeti getirmeyeceği varsayımıyla] bir pazarlık türetilebilir. süreci sonunda dışsallıklar sorununu çözebilirler. Göl örneğimize dönecek olursak, eğer mülkiyet Bu kısa çerçevede özetlemeye çalıştığımız gibi, ana- fabrika sahibindeyse, balıkçılar arıtma sisteminin akım yaklaşımda ekonomik bir etkinliğin getirilerinin devreye girmesinin maliyetini üstlenebilirler ya [fayda/kâr] ve maliyetlerinin karşılaştırılması ilkesi da tam tersi mülkiyet balıkçılardaysa, fabrika kapsamında, çevre sorunları ele alınır. Çevresel sahibine arıtma sistemi kurması yönünde yaptırım değerdeki kaybın ortaya çıkacak net ekonomik getiri uygulanabilir. İkinci öneri, kamunun çevre tarafından fazlasıyla karşılanıyor olması gerekir; sorunlarının çözümüne yönelik düzenlemeler aksi durumda toplumsal refahın ençoklanması, yapmasıdır. Burada ya çevreyi kirleten aktörlere bu etkinliğin icra edilmemesini gerektirir. Doğal belirli kısıtlama ve kotalar getirilir [atık sularda kaynakların piyasalarının bulunmaması nedeniyle, kabul edilebilir kimyasal madde sınırlarının çevre konusunda iktisadi olarak rasyonel kararların belirlenmesi örneğinde olduğu gibi] ya da aktörlerin verilebilmesinin [toplumsal refahın ençoklanmasının] davranışları, teşvik mekanizmalarıyla değiştirilmeye yolu olarak ya mülkiyet haklarının genişletilmesi çalışılır [çevre kirliliği vergileriyle alınıp satılabilir, ve doğanın mülkiyet altına alınması ya da bir kirletme permileri örneklerinde olduğu gibi]. şekilde çevrenin değerinin ölçülmesinin akabinde, düzenleyici mekanizmalar oluşturulması önerilir. Ana-akım iktisat, son kertede iktisadi kararların bu kararlardan doğan getirilerin [fayda/kâr] “Alternatif yaklaşımlar, çevresel ve maliyetlerin analizinin sonucuna göre kararların adalet boyutunu alınması gerektiğinden yola çıkar ve zaten piyasa analizin merkezine alır.” mekanizmasının da bunu gerçekleştirdiği ölçüde, iktisadi hayatı organize edebildiğinin altını çizer. Alternatif Yaklaşımlar Bu ilke, doğal olarak, çevreyle ilgili [doğrudan ya da dolaylı etkiler bağlamında] kararlar için de geçerlidir. Ana-akım iktisadın çevre konusundaki yukarıda hızlı bir çerçevesini sunmuş olduğumuz tahlillerine ve çevre sorunlarının çözümüne yönelik önerdiği
13 politikalar, alternatif yaklaşımlar tarafından yoğun çevre meselelerinin adaletle ilişkisi açıkça görülür. bir eleştiriye tabi tutulmuşlardır. İklim değişikliğinin ana sorumlularıyla, bundan zarar göreceklerin [hem ülkeler, hem de toplumsal Alternatif yaklaşımların evvelemirde altını sınıflar açısından] farklı olması, bugünkü kuşakların çizdiği husus; bireylerin, ana-akım yaklaşımın refahını artırmaya yönelik alınan kararların gelecek ifadelendirdiği gibi, verili alınması gereken kuşakların refahını tehdit ediyor olması, farklı tercihlerinin olduğu yollu ilkesel duruşun yıkılması ülkelerin ve toplumsal grupların iklim değişikliği gerektiğidir. Ana-akımın adeta kutsal saydığı, etkilerine karşı hassasiyetinin ve bunlarla sorgulanamaz dediği değerler, bireylerin içinde mücadele edebilme kapasitesinin eşit olmaması bu bulundukları mikro/makro toplumsal evren tartışmaların odağındadır. tarafından şekillendirilir. Dolayısıyla, eğer bireyler çevreye fazla değer vermiyorlarsa, bu onların “Başarı ve başarısızlığın büyüme rakamlarına nereden türemiş olduğu sorgulanamaz tercihlerinin indirgenmiş olması, ana-akımın tüm sonucunda oluşmamıştır, toplumsal olarak modellemelerinde büyümeyi [ki bu belirlenmiştir. Netice itibariyle, toplumsal süreçlerin teknik anlamda kâr ençoklaması olarak bireylerin değerleri, tercihleri ve kararlarını okunmalıdır] ana hedef olarak ele alması ve şekillendirmedeki rolünün analizin odak noktasına bu hedef doğrultusunda doğal kaynakları alınması elzemdir. Bu bapla bağlantılı bir diğer metalaştırarak araçlaştırması ana-akımın noktaysa, ana-akım yaklaşım [kendi kurgusu içinde geldiği noktadır.” son derece doğal olarak] çevresel değerlemenin [‘koşullu ödeme’ tekniğinde de uygulandığı gibi] Yukarıda bahsettiğimiz gibi, ana-akımın çevreye merkezine aldığı ödeme istekliliğinin, yalnızca dair önereceği herhangi bir politikanın arkasında tercihlere bağlı olduğunu iddia eder. Hâlbuki ödeme doğal kaynaklara bir fiyat koyma gerekliliği bulunur; istekliliği gelir ve servet dağılımıyla, doğrudan fayda-maliyet analizinin temeli de, hesapların ilişkilidir. Bu bağlamda, ana-akım iktisat çevresel fiyatlar cinsinden yapılması üzerine atılmıştır. Bu kararların toplumsal eşitsizlikler ve adaletle ilişkisini durum, alternatif yaklaşımlar tarafından iki açıdan yeterince sorgulamaz, sorgulayamaz. eleştirilir. Birincisi, ana-akımın üstü örtük ya da açık bir şekilde piyasa mekanizmasını yola çıkış Alternatif yaklaşımlar, çevresel kararların adalet noktası olarak almasının, doğanın metalaşma boyutunu analizin merkezine alır. Bu noktada sürecini beraberinde getirmesidir; fiyat biçilmesi vurgulanan temel husus, iktisadi etkinliklerin yoluyla doğal kaynaklar metalaştırılmakta, alınır- ortaya çıkardığı çevresel etkilerin kuşaklar satılır emtialara dönüştürülmektedir. Bir projenin arasında ve bugünkü kuşaklar içerisinde, farklı gerçekleşmesi durumunda, misal, bir kelebek türü toplumsal gruplar arasında bölüşümünün eşit yok olacaksa bunun mali karşılığının [tahmin olmadığıdır. Nitekim çevre sorunlarının, toplumsal tekniklerine ilişkin itirazları bir kenara koyarak anlaşmazlıklar ve çatışmaları beraberinde devam edelim] konması, yani bir fiyat biçilmesi, getirmesinin arkasında, büyük ölçüde bu etkilerin beraberinde biyoçeşitliliğin metalaştırılıyor adaletsiz bölüşümü yatar. Çevreye ilişkin kararların olmasını getirecektir. İkincisi, alternatif yaklaşımlar adalet boyutu sadece bu kararların sonuçlarının ekosistemlerin işleyişinin karmaşık, birbirleriyle bölüşümünü değil, bu kararların kimler tarafından etkileşim içerisinde ve [çoğu durumda da] belirsiz ve nasıl alındığı sorununu da içerir. Bu kararlar süreçler barındırdığını vurgular. Ekolojik süreçlerin çoğunlukla iktisadi anlamda güçlü aktörlerin bu niteliklerini gözetmeden, ekosistemlere çıkarları doğrultusunda alınırken, görece güçsüz verilecek hasarları hesaplanabilen risk faktörlerine olan aktörler bu kararlardan etkilenmelerine indirgeyerek, yine günün sonunda parasal bir rağmen kararlar üzerlerinde söz ve denetimleri ölçümle ifade etmek kabul edilebilir değildir. olamamaktadır. Nitekim güçlü aktörlerin, çevreyi kirleten doğal kaynakları hızla tüketen bir üretim Belki de yukarıda ifade edilen hususların sürecinin içinde olması durumunda, devlet yönetimi tümünü kapsayacak bir nokta, ana-akımın üzerinde politik/ekonomik baskı kurup, bu alandaki düzenlemelerin yapılmamasını sağlamaları pek mümkündür. Örnek verecek olursak, iklim değişikliği konusunda uluslararası alandaki tartışmalarda,
14 iktisadi büyümeyi neredeyse fetiş haline getirmiş yansımaktadır. Zengin bir ülkenin çöpünü kendi olmasıdır. Başarı ve başarısızlığın büyüme ülkesinde bertaraf edeceğine, bunu belli bir para rakamlarına indirgenmiş olması, ana-akımın tüm karşılığı yapmayı kabul eden üçüncü dünya modellemelerinde büyümeyi [ki bu teknik anlamda ülkesine göndermesi durumunu düşünelim ya da kâr ençoklaması olarak okunmalıdır] ana hedef en baştaki gölü kirleterek balıkçıları mağdur eden olarak ele alması ve bu hedef doğrultusunda doğal fabrikayı, ya da üretim esnasında yüksek miktarda kaynakları metalaştırarak araçlaştırması ana- sera gazı emisyonu yapan sektörleri… Belki çok akımın geldiği noktadır. Alternatif yaklaşımlarsa, uzun dönemde herkes kaybedecektir ama kısa/ büyümenin zorunlu olarak daha çok kaynak ve orta dönem için birilerinin bu süreçlerden kazançlı, enerji kullanımı gerektirmesi ve daha fazla atık birilerininse zararlı çıktığı açıktır. Ve çoğu durumda üretmesi nedeniyle -ne denli ‘yeşil’ yapılıyor olsa kaybedenler, kazananların çevresel maliyetleri da- çevre üzerinde büyük bir baskı oluşturduğunu; kendilerine yüklemelerini engelleyecek politik güce ekosistemlerin ve bütünüyle gezegenin, bu baskıyı sahip değildir. İşte bu nedenle, alternatif iktisadi artık kaldıramadığını vurgular. Son dönemde hem yaklaşımlar, toplumsal güç eşitsizliklerinin çevre kuramsal, hem de toplumsal hareket olarak giderek tahribatının en önemli nedeni olduğu yollu tezden güç kazanan ‘küçülme’ yaklaşımı, büyüme eleştirisi hareket eder. bağlamında özellikle öne çıkmaktadır. Alternatif duruş, yukarıda belirtildiği gibi, gerek “Alternatif iktisadi yaklaşımlar, toplumsal güç çevresel sorunların tanımlanmasında, gerek eşitsizliklerinin çevre tahribatının en önemli bunlara yönelik çözümlerin geliştirilmesinde nedeni olduğu yollu tezden hareket eder.” müzakereye ve tartışmaya dayalı toplumsal/politik süreçlerin işletilmesini elzem görür. Bu süreçlerin Bu noktada, yukarıda özetlenen eleştirilerden yola layıkıyla işletilebilmesi için, güç asimetrilerinin çıkan alternatif yaklaşımların çevre-ekonomi ilişkisi elden geldiğince izole edilmiş olması gerektiğinin konusunda savunduğu yapının ana taşlarının altını çizer. Dolayısıyla alternatif duruş açısından, ne olması gerektiğine bakarsak: Alternatif bakış çevre sorunlarına çözüm arayışları; eşitlikçi, açısının yola çıkışında kullandığı temel ilke; iktisadi, adaletli ve demokratik bir toplum yapısından toplumsal ve ekolojik süreçlerin birlikte, bir bütün -ya da böylesi bir yapıya ulaşma çabalarından- olarak ele alınması ve bu ele alışın da piyasanın ayrı düşünülmemelidir. Ayrıca, ekosistemlerin kurallarına bırakılmadan ya da bir fayda-maliyet karmaşık yapıları ve bunun getirdiği belirsizlikler, analizine indirgenmeden politik bir mecrada, çevre-toplum ilişkisinin çok boyutluluğu ve farklı elden geldiğince demokratik, müzakereci ve kesimlerin çevreye verdiği değerlerin farklılığı göz katılımcı süreçlerle icra edilmesinin gerektiğidir. Bu önünde bulundurulacak olursa, çevreye ilişkin perspektiften bakıldığında, yani ekolojik boyut bir kararlar sadece bilimsel veriler temelinde ve araç değil de, toplumsal yaşamın ana eksenlerden fayda-maliyet analizi gibi indirgemeci yöntemler biri olarak algılandığında, son kertede doğal kullanılarak alınamaz. Bu kararların alınmasında, kaynaklar üzerinde çok ciddi maliyetler getiren hem farklı paydaşların bir araya gelebilmeleri, büyüme politikalarının eleştirilmesi ve ‘büyümeme’ farklı bilgi türlerini ve anlayışlarını tartışıyor ya da ‘küçülme’ gibi patikaların tercih edilmesi olabilmeleri gerekmektedir, hem de bilgi-görüş gündeme gelmektedir. paylaşımını, ortaklaşa analizi, değişik çıkarların, değerlerin müzakere edilmesini mümkün kılan Alternatif bakış açısının altını çizdiği bir diğer mekanizmaların temin ve tesis edilmiş olması. nokta, çevre sorunları üzerine yoğunlaşılırken güç Dolayısıyla alternatif yaklaşım, piyasa endeksli bir ilişkilerinin etkilerinin, analizin odağa alınması karar alma süreci yerine, politik bir müzakereyi gerekliliğidir. Buradaki temel saptama, yukarıda ilkesel olarak öne sürmektedir. Ana-akım da ifade ettiğimiz gibi, birçok çevreyle ilintili iktisatçıların karar alma aracı olarak, fayda-maliyet süreçte, kısa ve orta dönemde birilerinin bu analizi dışında uygun ve uygulanabilir yöntemler süreçten kazançlı çıktığı, birilerininse mağdur olmadığı savının aksine, alternatif yaklaşımlar olduğudur; diğer bir ifadeyle, çevreyle ilgili getiriler savunulan türde bir karar alma sürecinde ve maliyetler farklı kesimler üzerine farklı olarak kullanılabilecek ‘çok-kriterli değerlendirme’ yöntemini önermektedir. Bu yöntemde, değerlendirmenin indirgemeci bir yaklaşımla
15 tek bir birim -yani para- üzerinden değil, farklı kriterleri kendi içinde tabiri caizse özerk bırakarak, masa üzerine koymayı müteakiben müzakerelerin başlatılması temel alınmaktadır. “Ana-akım iktisatçıların karar alma aracı olarak, fayda- maliyet analizi dışında uygun ve uygulanabilir yöntemler olmadığı savının aksine, alternatif yaklaşımlar savunulan türde bir karar alma sürecinde kullanılabilecek ‘çok-kriterli değerlendirme’ yöntemini önermektedir.” Bu kısa değerlendirmede, çevre-ekonomi ilişkisinin nasıl kavramsallaştırılabileceğine dair iki farklı yaklaşımın ana hatlarını sunmayı hedefledik. Burada derdimiz, salt akademik dünyadaki tartışmaları okuyucuya sunmak değildi. Anılan kavramsallaştırmanın nasıl yapıldığının, çevrenin tahrip edilmesinin hikâyesinin nasıl yazıldığını ve yazılacağını belirlediğinin altını çizmek istedik. Bu hikâyeler, çevre sorunları etrafında gelişen toplumsal tartışma, çatışma ve mücadelelerin kurucu ögesidir ve bu bağlamda açımlanmaları ve eleştirel olarak değerlendirilmeleri önemlidir.
16 Yeşil Kapitalizmin Gölgesinde Ekolojik Eleştiri EVREN HOŞGÖR Kapitalizm, tarihinde eşi görülmemiş ve birçok [sokak ve diğer kamusal alan işgalleriyle kitlesel iş [Doç. Dr., İstanbul boyutu olan bir dizi kriz eğilimiyle karşı karşıya. bırakma, gayriresmi grevler gibi] yükseldiği görüldü. Bilgi Üniversitesi] Mueller ve Passadakis bu durumu, ‘Üçlü Kriz’ [Triple Tüm bu eylem ve direnişlerin ortak keseni, gençler Crises] -birikim krizi, meşruiyet krizi ve ekolojik kriz - başta olmak üzere geniş halk kesimlerini kuşatan olarak tanımlamaktadır. Kısaca tariflemek gerekirse, işsizlik, güvencesizlik, geleceksizlik sonucu sürekli 1970’lerde dünya kapitalizminin içine girdiği artan endişe, öfke ve hayal kırıklığının birikimidir. ekonomik durgunluk, üretkenlik artışında büyük Bu durum, meşruiyet krizi, temsil krizi [hatta devlet bir yavaşlama, dolayısıyla sermaye birikiminin ya da otorite krizi] gibi bir dizi siyasal kırılmaya temposunda önemli bir düşüşü beraberinde getirdi. ve ideolojik tıkanmaya işaret etmektedir. Öte Birikimdeki tıkanıklığın konjonktürel olmadığı yandan, insan türünün doğayla girdiği metabolik netleştiğinde, geniş ölçekli bir yeniden yapılanma ilişkinin kırılması, sistemin sürdürülebilirliğini gerçekleşti: Neoliberal politikalar; ticari, finansal sarsmaktadır. Hava, toprak, su kirliliği ve ozon liberalleşmeyi, kamu sektöründe özelleştirmeyle tabakasının incelmesi gibi uzun zamandır ticarileşmeyi, sosyal güvenlik sisteminde değişiklerle gündemde olan çevre sorunları günümüzde beraber yeni bir yasal, politik ve ideolojik çerçeve kendini sıcaklık artışı, yağış periyotlarının değişmesi, getirdi. Ne var ki neoliberalizm, geçirdiği tüm buzulların erimesi, sel ve taşkınlar, aşırı kuraklık gibi revizyonlara rağmen, sistemin mevcut işleyişi iklimsel değişikliklerden yenilenemez kaynakların içerisinde ortaya çıkan sorunlara [finansal ve tükenmesine, ormansızlaşmadan çölleşmeye, asit ekonomik krizlere, istihdam oranlarının düşmesine, bulutları ve yağmurlarından arıtmaya uğramadan gelir dağılımındaki eşitsizliklere, yoksulluğa vb.] ve çevreye yayılan toksik atıklara, aşırı nüfus artışından toplumsal yeniden üretime dair diğer açmazlara biyoçeşitliliğin ve toprak canlılığının azalmasına, uzun erimli ve etkili bir çözüm getiremedi. dolayısıyla gıda krizine kadar geniş bir yelpazede Birikimdeki tıkanmayı aşmak için geliştirilen göstermektedir. Sonuçta, ‘Üçlü Kriz’, mevcut finansal stratejilerse, kapitalist sistemin yapısal ekonomik, toplumsal ve siyasal kurumlarla çeşitli özelliklerinden kaynaklanan sorunları daha görünür normları [tüketim alışkanlıkları, toplumsal değerler, hale getirdi. Aynı zamanda toplumsal çatışmalar ve davranış kalıpları vb. içerecek şekilde] sorgulamak sosyal patlamalar için de uygun bir zemin hazırladı: için elverişli bir zemin hazırlamıştır. 2008 küresel finansal krizinin ardından, ABD’de başlayan gösteriler [Occupy Wall Street] kitlesel Bu noktada, kapitalizmin sadece ekoloji karşıtı değil, bir patlamanın ilk öncülleriydi. Krizin Avrupa’ya ekoloji yanlısı yeni kalkınma potansiyelleri içeren sıçramasının ardından uygulanan kemer sıkma maddi dinamikler yarattığına değinmek gerekir. politikaları, grev ve işçi hareketleriyle karşılaştı. Çünkü verimlilik artışına paralel olarak, üretimin Benzer şekilde, Latin Amerika’dan, Arap coğrafyası genişlemesiyle, doğal kaynak ve enerji girdilerinin ve Asya’ya başkaldırının çeşitli tezahürlerinin aşırı kullanımı, sermaye birikimini de uzun vadede olumsuz etkilemektedir. Kısaca, birikimin
17 doğal/çevresel sınırlarına gelinmiştir. Son yıllarda yaygınlaştırmaktadır. Milli parklar için gasp edilen kapitalizmin ‘yaratıcı yıkıcılığına’ pansuman olacak, ormanlık araziler ya da yoksul yerel toplulukları çevre dostu gözüken ekonomik modellerin gündeme göçe zorlayan ‘vahşi yaşamı koruma projeleri’ geldiği görülmektedir: Sürdürülebilir kalkınma, bunlara örnektir. Bu bölgelerin eko-turizme açılması yeşil ekonomi veya ‘Yeşil Yeni Düzen’ gibi alternatif ya da koruma altına alınması, doğanın önceden ancak sistem karşıtı bir mücadele hedefi taşımayan, metalaştırılmamış tüm boyutlarının ticari bir büyüme odaklı ekonomik modeller çeşitli çevrelerce mal haline getirilerek, çitlenmesi, özelleştirilmesi benimsenmektedir. ve kapitalist birikim sürecine dahil edilmesini tarif eder. Sermaye birikiminin yeniden üretim “Sermaye birikiminin yeniden koşullarını sağlamakla, doğayı korumak eş anlamlı üretim koşullarını sağlamakla, kullanıldığından, ekolojik kriz de doğal kaynaklar ve doğayı korumak eş anlamlı müştereklerin metalaştırılmasıyla çözülebilecek bir kullanıldığından, ekolojik kriz de soruna dönüşmektedir. doğal kaynaklar ve müştereklerin metalaştırılmasıyla çözülebilecek Detaylandırırsak; bu tarz yaklaşımlarda doğa, bir soruna dönüşmektedir.” verimlilik-fayda-maliyet hesaplarına tabi tutulabilecek bir meta olarak ele alınır. Neoklasik Kulağa hoş gelse de bu tarz yaklaşımlar nihayetinde, kurama bağlı ekolojik iktisatçılarca geliştirilen ve kapitalizmi sistemik/organik kriz döngüsünden bazı çevreci hareketler tarafından sıklıkla referans çıkarma hedefi taşımaktadır. Çünkü sermayenin verilen, ‘doğal sermaye’ kavramı bu nedenle son değerlenmesi için, giderek artan bir ölçüde derece sorunludur. Çünkü hem doğanın piyasa ekosistemler ve diğer müştereklerin [rüzgar, dalga, mekanizması tarafından içselleştirilmesine güneş, su, ormanlar] metalaşmasına dayanır. uygun ideolojik ve analitik temel sağlar, hem de Örneğin ‘kalkınma’ kavramının, ‘sürdürülebilirlik’ piyasada bir kaynağın en yüksek fiyat üzerinden nosyonu eşliğinde yeniden tanımlanması dikkat değerlendirilmesini toplumun bütününe ortak çekicidir. Günümüzde, ‘sürdürülebilir kalkınma’ yarar sağlayan bir şey olarak sunar. Nitekim, ilkelerini baz alan çeşitli mekânsal inovasyon neoliberal ajandanın taşıyıcısı olan ulus-üstü stratejileri göze çarpmaktadır. Bunların arasında; yapılar tarafından inşa edilen iklim rejimi, yeni yerel tohum çeşitlerini koruyan ve üreten organik piyasaların oluşmasına yol açmaktadır. Örnek tarıma yönelmiş topluluk destekli eko-köyler, olarak; Ekosistem Hizmet Ödemeleri [Payments üreticileri ve tüketicileri aracısız bir araya getiren for Ecosystem Services] uygulamasını gösterebiliriz. sertifikalı ürünlerin satıldığı ekolojik pazarlar, iklim Bu tür ekosistem piyasaları emtia borsalarına değişikliği karşında zamana yayılmış bir dönüşüm benzer şekilde işlemekte, fiyatlar arz-talep hedefleyen geçiş kentleri [transition towns] mimari dengesine göre oluşmaktadır. Bu piyasalarda dokuyla, mutfak öğeleri gibi yerel değerleri ve brokerlar ya da uluslararası finans kurumları yabanıl hayatı koruyan çevre dostu sakin şehirler aracılığıyla karbondioksit, metan ve diğer sera gazı [cittaslow], permakültür veya ekoturizm ve biyo- emisyonlarını temsil eden sertifikaların [karbon çeşitliliğin korunmasına ilişkin yeşil koridor kredilerinin] alım satımı yapılmaktadır. Örneğin, projeleri [green corridors] yer almaktadır. Demek ki, ağaçların karbon emme yetisi bir ‘ekosistem hizmeti’ hammadde, toprak, su vb. yanı sıra bilgi, değerler haline dönüşmekte ve çeşitli aktörler bu hizmetlerin ve diğer kültürel öğeler dahil olmak üzere her piyasada değiş tokuş edilmesi sonucu ortaya çıkan şey sermaye döngüsü içine entegre edilmekte ve piyasa dolayımına sokulmaktadır. Ayrıca, bu tarz “Günümüzde doğayı kirletme [biyoçeşitlilik, ekonomik modeller, yeşil gasp [green grabbing] hava ve su kirliliği] hakkının sertifikalandığı olarak adlandırılan pratikleri ve neoliberal ve finansal bir ürüne dönüştüğü birçok piyasa korumacı [neoliberal conservation] uygulamaları da mevcuttur.”
18 arbitrajdan kâr sağlamaktadırlar. Emisyon ticareti, finanse edilmektedir. Proje bazlı örgütlenme hükümetler, şirketler, yerel topluluklar hatta bireyler tarzı sonucu, profesyonel ve uzman kadronun gibi çeşitli aktörler arasında gerçekleşebilmekte, ağırlığı giderek artmakta, yönetsel ve denetsel ormanların yanı sıra su, rüzgâr, güneş, jeotermal stratejiler örgütsel işleyişe hâkim olmaktadır. Çevre gibi yenilenebilir enerji kaynakları ya da biyoyakıt derneklerinin amacı taahhüt edilen projeleri yatırımları emisyon ticaretine eklemlenmektedir. tamamlamaya, dolayısıyla kazanç kaynaklarını Günümüzde doğayı kirletme [biyoçeşitlilik, hava yeniden üretmeye doğru evrilmektedir. Daha da ve su kirliliği] hakkının sertifikalandığı ve finansal önemlisi, projeye dayalı finansal destek olgusu, çevre bir ürüne dönüştüğü birçok piyasa mevcuttur. hareketinin uluslararası iklim rejiminin siyasal- Neoliberal dengeleme [offset] pratiklerinin araçsalcı kurumsal mimarisine eklemlenme biçimini tanımlar mantığını eleştirmeyen çevreci yaklaşımlar, niteliktedir. Bu durum, çevreci örgütlerin müzakere ekolojik hareket içindeki piyasa karşıtı eğilimleri öncesi söylemlerindeki ‘aşırılıkları’ törpülemelerine, sönümlendirmekte ve Kyoto Protokolü veya REDD+ kabul görmeyecek taleplerden vazgeçmelerine [Reduced Emissions from Deforestation and Forest ve sonuçta onları egemen çevre politikalarıyla, Degradation] gibi programların dayattığı, piyasacı yönetim anlayışının sınırları dahilinde hareket mantığı gizlemektedir. Oysa yapılması gereken, etmeye zorlamaktadır. Ekolojik hareketin büyük piyasa sınırlarını genişletmeye dayalı bu tarz çözüm umut bağladığı İklim Zirveleri’nin her seferinde, önerilerine direnmektir. “yetmez ama evet”çi bir mantıkla sonuçlanması bundandır. 2015 yılındaki COP21 Paris İklim Zirvesi, “Kapitalist sisteme nefes aldırmaya yönelik yeşil ekonominin büyüme odaklı politik-söylemsel çözüm önerilerinin çoğu, neoliberal enstrümanlarının, sivil toplumun farklı mevzilerinde politikalarla uyumlu olmanın yanı sıra içselleştirilmesine dair çarpıcı bir örnektir. toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretmeye dönüktür.” Özetlersek; kapitalist sisteme nefes aldırmaya yönelik çözüm önerilerinin çoğu, neoliberal Bu gelişmelerin, ekolojik krizin ‘yönetilmesi’ politikalarla uyumlu olmanın yanı sıra, toplumsal bağlamında da çeşitli sonuçları vardır: Bir eşitsizlikleri yeniden üretmeye dönüktür. Burada yandan, yerel yönetimler, şahıslar, şirketler, yerel özellikle dikkatli olunması gerekilen nokta; topluluklar ve çevreci Sivil Toplum Kuruluş’larıyla günümüzde muhalefet hareketlerinin temel [STK] ortaklık [paydaşlık] ilişkileri geliştirmesinin insani hakları giderek ayrıştırılmış/soyutlanmış önünü açarak, doğanın ve diğer müştereklerin bir şekilde çevre hakkı, su hakkı vb., temelinde piyasa aktörleri tarafından gasp ve kontrol ele almasıdır. Çevresel eşitsizlik, sömürü ve edilmesini mümkün kılmaktadır. Öte yandan, toplumsal çatışma gibi belirleyici ‘sosyo-ekolojik’ çevreci oluşumları dönüştürmekte; gönüllülük kavramlar giderek birbirlerinden soyutlanmakta; ilkesi ve aktivizme dayalı hiyerarşik olmayan sistemin özünde yer alan üretim ilişkileri ve bu örgütlenme ve siyaset tarzı biçimlerinden ilişkilerin yarattığı çelişkiler, ekolojik eleştirinin uzaklaştırarak, kurumsallaştırmaktadır. Günümüzde alanından uzaklaşmaktadır. Buysa, ekolojik krizi, kurumsallaşmış çevre örgütleriyle, çok uluslu neo-Malthusçu bir görüş çerçevesinde nüfus şirketler arasındaki işbirliği ve pazarlıklara sıklıkla artışıyla ilişkilendiren, tüketim toplumunun rastlanmaktadır. Kurumsal katılım kanallarının eleştirisiyle sınırlayan ya da belli tipte teknolojiler oluşması, gerek amaç, pratikler/eylemler ve politik ve çevreye zarar veren enerji kaynaklarının [fosil söylem gerekse örgütlenme biçimi açısından, çevre yakıtlar, HES, nükleer enerji vb.] artan kullanımına örgütlerini niteliksel bir dönüşüme uğratmıştır: indirgeyen, çözümüyse tüketicilerin bilinçlenmesi, Çevreci proje ve faaliyetler büyük ölçüde özel şirket sürdürülebilir enerji kaynakları ve yeşil teknolojilere sponsorlukları, kamusal hibe ve desteklerle Avrupa öncelik verilmesi ve çevresel düzenlemelerin Birliği [AB] gibi ulus-üstü oluşumların fonlarıyla sıkılaştırılmasında bulan yalıtılmış, teknokratik bir ekolojik yaklaşımı güçlendirmeye yaramaktadır. Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin bizatihi
19 kendisini sorunsallaştırmayan ana akım ekolojik hareket, palyatif çözümler önermekten öteye gidememektedir. Oysa doğanın özel mülkiyet olarak edinilmesi ve kullanılması, üreticilerin üretim araçlarından kopartılmasının [ve emek gücünün metalaşmasının] bir koşulu olduğu kadar, zorunlu bir sonucudur da. Çünkü hem insan emeğinin, hem de doğanın sermayeleştirilmesi, rekabete dayalı kâr güdümlü üretimin toplumsal olarak ayrı araçları [girdileri] olarak örgütlenmesiyle ortaya çıkan tarihsel bir olgudur. Emek ve doğa arasında söz konusu olan metabolik kırılmayı onarmak için, önce çevresel tahribatın kapitalizmin emek sömürüsünden kaynaklandığını kavramamız, sonra da toplumsal ilişkilerin doğa içine derin bir şekilde gömülü olduğunu fark etmemiz gerekir. Sisteme içkin güç ilişkilerine ve eşitsizliklere dokunmadan ekolojik krizin çözülebileceğini varsaymak, ‘ütopyacı reformizmin’ bir yanılsamasıdır. “Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin bizatihi kendisini sorunsallaştırmayan ana akım ekolojik hareket, palyatif çözümler önermekten öteye gidememektedir.” Demek ki; alternatif bir ekonomik, politik ve kültürel toplumsal örgütlenme tarzı kadar yeni bir dil ve söylemsel enstrümanların yaratılması gerekir. Çevre sorununu, kapitalizmin doğal işleyişinden ayrı olarak ele almamak ve ekolojinin sürdürülebilirlik hedefleriyle, sosyalizmin somut eşitlik hedeflerini birleştirebilecek yeni etik-politik bir söylem eşliğinde farklı mücadele, örgütlenme deneyimlerini içerecek bir toplumsal muhalefet hareketi ve sermaye birikiminin ikiz bileşenleri olan insanın sömürülmesi ve doğanın tahribatı arasındaki ilişkiyi kurabilen sınıf temelli bir politik iradenin oluşturulması bu nedenle esastır. Çünkü sistemin ekonomik, toplumsal ve ekolojik açıdan yıkıcı gidişatı karşısında kapitalizmi doğrudan reddeden bir muhalefet hareketi, ekolojik krize de layıkıyla bir çözüm getirebilir. Bir başka ifadeyle, ekolojik devrimi kapitalizme karşı bir devrime dönüştürmek [ve de tersi] mümkündür.
20 21. Yüzyıl: Çoklu Krizler Çağının Baş Aktörü Ekolojik Kriz Mi? R. FUNDA 2020 yılı başlarından bu yana küresel gündemi Gezegenimiz; özellikle sanayi devrimi sonrasında BARBAROS oluşturan, Covid-19 olarak adlandırılan ve çok başlayarak, giderek artan bir hızla insan türünün [Prof. Dr., Ege kısa sürede pandemi ilanına neden olan sağlık faaliyetleri [üretim, ulaşım, haberleşme, kentleşme Üniversitesi, İktisadi krizi, dünya genelinde sistemin işleyişiyle ilgili bir gibi] nedeniyle, mevcut ekolojik dengesini ve İdari Bilimler tartışma başlatmıştır. Salgın sonucunda, hemen kaybetmiştir. Fosil yakıt kullanımına dayalı yeni Fakültesi, İktisat hemen tüm dünya ülkelerini alarma geçiren sağlık bir yaşama ve tüketim kültürünün yaygınlaşması Bölümü] krizinin aslında sadece sağlık krizi olmadığı, aynı sonucunda, atmosferin karbon seviyesinde tehlikeli zamanda ekonomik kriz [küresel durgunluk], düzeyde bir artış gerçekleşmiştir. Küresel ısınma ve ekolojik kriz [iklim değişikliği] ve toplumsal kriz iklim değişikliği olarak kendini gösteren bu ekolojik [gelir eşitsizliği ve sosyal devletin yetersizliği] de kriz/yıkım süreci, insan türünün gezegenimizde olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çoklu kriz sürecinin en yarattığı etkiye işaret etmek amacıyla yeni bir önemli sonuçlarından biri, gezegensel sorunların jeolojik çağ [Antroposen, yani insan çağı] olarak anlaşılması ve çözümün ancak bütünsel bir bakış adlandırılmaktadır. açısıyla yaratılabileceği konusunda bir ortak kabulün oluşmasıdır, denilebilir. İklim Aciliyeti Ancak bilim insanları, uluslararası politikaya yön 2012 yılından bu yana şiddeti giderek artan ekolojik veren bazı kurumlar, yöneticiler arasındaki bu krizin vardığı düzey, artık ‘iklim aciliyeti’ olarak ortak kabul, küresel bir ortaklık ve dayanışmaya anılmaktadır. Ağustos 2020 itibariyle, ‘iklim henüz/hala dönüşmemiştir. Bu noktada aşılması aciliyeti’ni kabul eden ülke ve bölgelerde yaşayan gereken en önemli engel, bu çoklu kriz ortamının nüfus, 820 milyon kişiye ulaşmıştır. İklim krizinin en temel faktörünün ne olduğu konusundaki acil olarak ilan edilmesi demek; ister sağlık, ister çelişkili görüşler ve genelde bilim temelli iddiaların iktisadi, ister sosyal/siyasal olsun herhangi bir esas alınmamasıyla ilgilidir. Bilimin işaret ettiği krizin aşılabilmesi için öncelikle iklim değişikliği ve yön ve acil politika önlemlerinin dikkate alınması küresel ısınma problemlerinin çözülmesi anlamına içinse, küresel toplumu ve kurumları harekete gelmektedir. geçirecek bir liderin/hareketin varlığı büyük önem taşımaktadır. Ne yazık ki, henüz böyle bir liderlik İçinde bulunduğumuz ekolojik krizin, pek çok boyutu ortaya çıkmamıştır. vardır. En önemlileri; karbon emisyonundaki artış, biyoçeşitlilikteki azalma, küresel ısı artışının tehlikeli “Gezegenimiz; özellikle sanayi devrimi seviyelere ulaşması, ani hava değişimleri, iklim sonrasında başlayarak, giderek artan bir hızla değişikliğine bağlı göçler olarak sayabiliriz. Tüm insan türünün faaliyetleri [üretim, ulaşım, bu küresel hayati sorunların kökenindeyse, orman haberleşme, kentleşme gibi] nedeniyle, mevcut varlığının azalması gösterilmektedir. Dolayısıyla ekolojik dengesini kaybetmiştir.” çok boyutlu ve katmanlı problemlerin aşılması için yapılması gereken bir dizi acil önlemin en başında, orman varlığının artırılması gerekliliği kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 2021-2030 arasındaki dönemi, ‘BM Ekosistem Restorasyonu On Yılı’ ilan etmesinin nedeni budur. Restorasyon; insan ve gezegenimizin refahı için tespit edilmiş ve
21 uluslararası genel kabul görmüş olan Sürdürülebilir ve dolayısıyla bazı patojen taşıyıcı türlerin [fareler, Kalkınma Hedefleri’ne [iklim kriziyle mücadele, şempanzeler, domuzlar gibi] sayısının artmasına yoksulluğun ortadan kaldırılması, gıda güvenliği, su ve çoğalan bu türlerin genellikle insan yaşamının/ temini ve biyolojik çeşitliliği artırmak] ulaşmak için yiyeceğin olduğu bölgelere göç etmelerine neden kanıtlanmış bir önlem olarak, ekolojik varlıkların olmaktadır. korunmasının yanı sıra bozulmuş ve tahrip olmuş ekosistemlerin iyileştirilmesi anlamına Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü [FAO] gelmektedir. Kısacası bundan böyle, sadece koruma tarafından yürütülecek 10 yıllık küresel restorasyon yetmemektedir, bozulmuş alanların onarılması ve hedefleri kapsamında; ormanlar, çayırlar, ekili yeniden canlandırılması için çaba harcanması çok alanlar, sulak alanlar, savanlar, iç sular, kıyı ve deniz acil bir durumdur. ekosistemleri ve hatta kentsel ortamlar dahil olmak üzere, tüm ekosistemler ele alınmaktadır. 2030 Ekolojik Kriz ve Salgın yılına kadar en az 350 milyon hektar bozulmuş peyzajın restorasyonunun gerçekleştirilmesi ve Hayvandan insana geçiş sonucu ortaya çıkan birçok kırsal toplulukta yoksulluğun azaltılması, Covid-19 salgınının arka planında, insanların öncelikli hedef olarak belirlenmiştir. Bu hedeflere yeni tarım alanları, çiftlikler açmak ya da diğer ulaşılmasının, küresel kalkınma hedeflerinin ve amaçlar için ormanları kesmeleri yatmaktadır. ulusal önceliklerin karşılanması için uygun bir ‘Ormansızlaşma’ olarak adlandırılan bu ortam yaratması beklenmektedir. süreçte, doğrudan yaban hayvanlarının yaşam alanlarına girilerek, insanlarla yaban hayvanların 2020 yılında yaşanan çoklu krizler; biyoçeşitlilik, temas olasılıkları arttırılmış olmaktadır. iklim değişikliği ve koronavirüs salgını arasındaki Ormansızlaştırmanın yanı sıra, sulak alanların bağlantıya ilişkin önemli ipuçları taşımaktadır. İklim kurutulması gibi doğrudan ekosisteme yapılan değişikliği, ormansızlaşma ve ekosistem tahribatı müdahaleler de hayvanlardan, insanlara hastalık arasında karşılıklı etkileşim bulunmaktadır. geçme riskini artırmaktadır [doğal ekosistemlere Ormansızlaşma ve arazi kullanım değişiklikleri ulaşımı kolaylaştıran yolların yapılmasının, yabani iklim değişikliğini arttırırken, değişen iklimler de hayvan ticaretini ve avcılığı artıran bir faktör ormansızlaşmaya ve ekosistem tahribatına neden olduğu bilinmektedir.] olmaktadır. Değişen iklim koşulları, ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Bu kısır döngünün “2020 yılında yaşanan çoklu başında; sıcak hava dalgaları, sel ve taşkın, krizler; biyoçeşitlilik, iklim hortumlar, orman yangınları, çığlar gibi iklim değişikliği ve koronavirüs salgını değişikliğiyle şiddetlenen ve sıklığı artan afetlerin arasındaki bağlantıya ilişkin doğrudan neden olduğu can kayıpları gelmektedir. önemli ipuçları taşımaktadır.” Özellikle, Afrika ülkeleri başta olmak üzere kırsal yoksulluğun yüksek olduğu az gelişmiş ülkelerde, Ormansızlaşma, habitat değişimi ve parçalanması gıda ve temiz suya erişim olanaklarının yetersizliği ya da bazı ekosistemlerin yok edilmesi dolaylı olarak, sağlık sorunlarının artmasına neden olmuştur. salgın hastalıkların yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Çünkü bu durumlarda canlılar göçe zorlanmakta, biyolojik çeşitlilik azalmakta, bölgesel iklim koşulları değişmektedir. Örneğin, ormansızlaşma ve ekosistem tahribatının, hastalık taşıyan vektörlerin [anofel sivrisinekleri, karasinekler gibi] popülasyon yoğunluklarını arttırdığı gözlenmektedir. Tahrip olan, küçülen habitatlar; doğada karşılaşması mümkün olmayan bazı canlıların bir araya gelmesine ve bu canlılar arasında da patojen transferine yol açmaktadır. Böylece patojenler, yeni konakçılar bulmakta ve hayatlarını sürdürebilmek için çeşitli seviyelerde mutasyonlarla evrimleşip/ dönüşmektedirler. Ayrıca, ormansızlaşma sonucu bu bölgelerde yaşamlarını sürdürebilen yırtıcıların yok olmasına
22 “Çeşitli yaban türlerinin hem birbirleriyle hem milyonlarca yıldır uyumakta olan canlı türlerinin de hayat sahnesine çıkmasıdır ki, bu konuyla ilgili de insanlarla teması, koronovirüs salgınının gelecekte neyle karşılaşacağımıza dair tahmin bile yapılamamaktadır. başlıca sorumlusu olarak kabul edilmektedir. İklim değişikliği, doğadaki canlıları artan sıcaklıklar Hatta bu salgının henüz başlangıç olduğu ve nedeniyle de göçe zorlamaktadır. Bu göçlerle birlikte, patojenlerin daha geniş alanlara yayılma olasılığı da daha ortaya çıkacak pek çok virüs olabileceği artmakta dolayısıyla daha fazla patojenin, insanlara ulaşması mümkün hale gelmektedir. Yani, yakın de ifade edilmektedir.” gelecekte Covid-19 benzeri salgın potansiyelinin yüksek olduğu söylenebilir. Çoklu Krizin Yansımaları Dünya Doğayı Koruma Vakfı [WWF] tarafından Dünya Sağlık Örgütü [WHO], iklim değişikliğine hazırlanan, “Doğanın Yok Oluşu ve Pandemilerin bağlı olarak yaşanabilecek su ve gıda kriziyle Yükselişi” başlıklı raporunda; insanın, ekosistemler bağlantılı olarak; 2030-2050 yılları arasında yetersiz ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileriyle, bazı beslenme, sıtma, ishal ve sıcaklık stresi nedeniyle, hastalıkların yayılması arasındaki bağlantılara dikkat her yıl 250 bin erken ölüm gerçekleşeceğini tahmin çekmektedir. Rapora göre; doğal ekosistemlerin etmektedir. Bunlara bir de kuraklık, su kıtlığı ya da tahrip edilmesi ve değiştirilmesi, ormansızlaşma, sel ve taşkınlarla birlikte kirlenen sularda bulunan yaban hayvanı türlerinin yasadışı veya kontrolsüz kolera, dermatit, konjonktivit, salmonella gibi ticareti, yabani ve evcil türlerin hijyenik olmayan hastalıkların da ekleneceği beklenmektedir. koşullarda bir araya getirilmesi ve satılması, virüs gibi patojenlerin yabani ve evcil hayvanlardan Ekosistemler ve biyoçeşitlilik üzerinde insan insanlara geçme ihtimalini yükseltmektedir. Ayrıca, türünün yaratmış olduğu baskı; yaygın ve insan davranışları ve demografik faktörler bu hızlı kentleşmeden, yoğun kereste ticaretine, risklerin seviyesini önemli ölçüde artırırken, kıtalar madencilikten, vahşi hayvanların satıldığı arası seyahat hızı salgınların hiç fark edilmeden pazarlar [wet markets] zincirlerine kadar giderek yayılmasına neden olabiliyor. artmaktadır. Bu durum, özellikle vahşi hayvanların habitatlarını yitirmeleriyle sonuçlanmaktadır. 2020 yılında artık herkes için gözle görünür hale Dolayısıyla yaban türler yok olma tehdidi altında gelen çoklu krizler dönemini, Antroposen çağının bir kalırken, insanlarla temasları da artmaktadır. Çeşitli manifestosu olarak gören bilim insanları, ekosistem yaban türlerinin hem birbirleriyle hem de insanlarla çöküşünün hem iktisadi hem de toplumsal teması, koronovirüs salgınının başlıca sorumlusu sonuçlarına dikkat çekmektedir. olarak kabul edilmektedir. Hatta bu salgının henüz başlangıç olduğu ve daha ortaya çıkacak pek çok Covid-19 salgını; pek çok ülkenin halk sağlığı virüs olabileceği de ifade edilmektedir. ve sosyal güvenlik sistemlerindeki eksikliklere işaret etmiş, hem salgın için alınan önlemlerde Hayvanlardan insana geçen [zootik] hastalıkların, hem de salgınla baş edilmesinde ciddi bir özellikle ormanlık alanların tarım alanlarına kırılganlık olduğunun fark edilmesine yol açmıştır. dönüştürülmesini içeren uygulamalardan Ayrıca küresel ekonomide son 40 yılda giderek kaynaklandığı vurgulanmaktadır. Ekolojik artan eşitsizliklerin yanı sıra politik ve sosyal sistemlerin tahrip edildikçe, biyoçeşitlilik azaldıkça huzursuzluklar, neo-liberal devletin zayıflıkları insanların daha önce karşılaşmadığı hayvan üzerine yeniden bir tartışma da başlatmıştır. ve bitkilerde yaşayabilen virüs ve mikroplara bulaşma riski de artmaktadır. Canlı yaban Elbette koronavirüs kaynaklı sağlık krizi, her şeyden hayvanlarının yasadışı ve kontrolsüz ticareti, önce bir halk sağlığı tehdididir, ancak aynı zamanda insanların bu hayvanların taşıdığı virüslerle ve giderek artan bir şekilde ekonomik tehdit haline temasını kolaylaştırmakta; yabani ve evcil de gelmiştir. Ayrıca salgının özellikle düşük gelirli memelilerin, kuşların ve sürüngenlerin bir arada hane halkları üzerinde daha olumsuz sonuçlara yol satıldığı vahşi hayvan pazarları, hayvanlardan açtığı ve küresel ölçekte yoksulluğun azaltılmasında insanlara geçebilen bulaşıcı hastalıkların gelişmesi kaydedilen ilerlemeyi de tehlikeye attığı göz önüne için elverişli bir ortam yaratmaktadır. Henüz alındığında, yakın gelecek için iyimser olmak hayli konuşulmayan bir diğer risk de, eriyen buzulların zor hale gelmektedir. ve kuzey kutbunda permafrost [donmuş toprak] alanlarının, küresel ısınmaya bağlı olarak Covid-19 salgını büyük ölçekli krizlere hâkim beklenen daha hızlı erimesi sonucu binlerce veya olabilmek için, güçlü bir hükümetin gerekli
23 olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla devletin ekonomi İnsanlık ve gezegenimiz, bir dönüm noktasında alanındaki rolünün önemi, tekrar gündeme gelmiş ve sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlerin bulunmaktadır. Buna nasıl cevap vereceğiz? devlet tarafından yürütülmesi, sosyal politika uygulamalarının yaygınlaştırılması gerekliliği Gezegendeki tüm yaşamların birbirine olan konusunda yeniden bir tartışma başlamıştır. Ancak dünya genelinde, bu yönde henüz somut bir adım “Covid-19 salgını, sürdürülebilir gıda üretimi atılmamıştır. ve tüketiminin hayata geçirilmesi için bir fırsata dönüştürülebilir. Bu, gıda sisteminde Mevcut devletlerin krizleri kontrol etme ve yönetme köklü değişiklikler yapmak ve herkes için konusundaki yetersizlikleri, çoklu krizler karşısında sağlıklı beslenme olanaklarının artırılması dünyayı giderek daha güvensiz hale getireceği anlamına gelmektedir.” beklenmektedir. Bu durumun taşıdığı en büyük riskse, krizle baş etmeye çalışan hükümetlerin bağlılığını kabul ederek, işbirliği ve dayanışma esaslı giderek daha otoriter hale gelmesi olacaktır. topluluklara odaklanabiliriz. Bu konuda, pek çok Covid-19 salgınının, küresel ekonomide neden olduğu ilave krizlerinden biri de gıda güvenliğiyle girişim ve çalışma bulunmaktadır. ilgilidir. Küresel gıda sistemi, iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonları ve önemli biyolojik çeşitlilik kaybının yaklaşık üçte birinden sorumludur. Covid-19 salgını, sürdürülebilir gıda üretimi ve tüketiminin hayata geçirilmesi için bir fırsata dönüştürülebilir. Bu, gıda sisteminde köklü değişiklikler yapmak ve herkes için sağlıklı beslenme olanaklarının artırılması anlamına gelmektedir. İklim aciliyeti, dünya genelinde koronavirüsün Gezegenimizde henüz bilmediklerimiz de dâhil yayılmasını artırdığı gibi, eşitsiz dağılmasına da olmak üzere, her yaşam formunun birbiriyle neden olmaktadır. Salgın sadece ekonomik sistemi bağlantılı olduğu gerçeğinin giderek daha çok zorlamamakta, aynı zamanda sosyal güvenlik ve bilinmesi/kavranması/yaşanması; uzun zaman sağlık hizmetlerine erişimi olmayan düşük gelir gruplarını, dezavantajlı toplulukları, evsizleri, kayıt dışı göçmenleri, mahkûmları ve engellileri eşitsiz bir şekilde etkilemektedir. Covid-19 salgını, etkileri giderek artan iklim krizine karşı insanları daha da savunmasız hale getirmektedir. 2020 yılı pandemisi, dünya çapında evrensel sağlık önce bozulmuş/kopmuş olan insan ve doğa hizmeti ve iklim adaleti çözümlerinin teşvik edildiği arasındaki ilişkinin yeniden kurulması ve yakın toplulukların öneminin anlaşılmasına da neden geleceğimizde insan türünün ve gezegenimizdeki olmuştur. İklim adaleti odaklı taban hareketleri, mevcut yaşamın daha iyi hale getirilmesi için yerel toplulukların küresel ölçekte siyasi güç ve harcanacak çabaların temelini oluşturacaktır. özerklik kazanmasının önünü açmaktadır. Çünkü yaşananlar, bu tür toplulukların krizlerle başa Bulunacak, uygulanacak tüm çözümler ve politika çıkmada daha donanımlı olduklarını göstermiştir. Engelliler, yaşlılar ve evsizlere yardım için kurulmuş olan topluluklar koronavirüs salgını için etkinleştirilmiştir, bu daha az insanın yerinden edilmesi ve hastalığa karşı savunmasız olanların sayısının azalması anlamına gelmektedir. Özetle… Yakın geleceğimizde, iklim krizi nedenli afetler tedbirleri, bu zihinsel değişimin ürünü olacaktır. gibi, salgınların meydana gelip gelmeyeceği artık bir soru olmaktan çıkmış, daha ziyade ne zaman gerçekleşeceği meselesi önem kazanmıştır.
24 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I Ekoeleştiri Atlası Dokuz Eylül Üniversitesi FBE Mimarlık Programı, 2019-2020 Güz döneminde Prof. Dr. Deniz Güner1 ve Doç. Dr. Burcu Gülay Taşçı2 koordinatörlüğünde, ‘Sürdürülebilirlik Üzerine EkoEleştiri’ teması altında yürütülen, ARC 5119 İleri Mimari Tasarım I dersi kapsamında hazırlanan araştırma raporlarından, Yeniden Akdeniz Ekoloji sayısı için yazarları tarafından yeniden üretilmiş olan bu ‘Atlası’ koordinatörlerin sunuşuyla yayınlıyoruz. Sürdürülebilirlik Günümüzde çevresel, sosyal ve etik suç dosyası Üzerine Ekoeleştiri oldukça kabarık küresel sermaye gruplarının veya çokuluslu şirketlerin medya önünde günah Yaklaşık son 35 yıldır dünya gündeminde sıklıkla çıkarma aracına, halkla ilişkiler kampanyalarının yer alan ‘sürdürülebilirlik’ kavramı, bugün 400’den itibarlaştırıcı söylemine dönüşen ‘sürdürülebilirlik’ fazla tanımı olan, içeriği ve anlamı oldukça kavramına daha yakından bakmanın ve ekoeleştirel muğlaklaşmış, söylemsel ve ideolojik argümanların bir analize tabi tutmanın gerekliliği, bizler için içinde araçsal olarak kullanılagelmiş, niyeti ve aciliyet kazanmış gözükmektedir. Tüm bu bulanık hedefi dışında aşırı kullanılması nedeniyle anlamı söylem havuzunun içinde, yolumuzu bulabilmek ve giderek aşınmış, içi boşalarak klişeye dönmüş aşırı yıpranmış bu jenerik kavramın jeneolojisine jenerik bir kavram haline gelmiştir.3 Her klişe bakmak için, şu temel soruyu her seferinde yeniden gibi, söylendiğinde herkes tarafından anlaşılıp kendimize sormak zorundayız: “Neyi sürdürmek hemen onay gören ama içeriği boş ve anlamı istiyoruz?” Bu soruya verilecek her tür cevap, da muğlak olduğu için kullanıldığı bağlamda bizlerin hangi mevzilerde konumladığımızı, dünyayı iş görecek biçimde içi her seferinde yeniden nasıl algıladığımızı, politik duruşumuzu, etik ve doldurulan, her ideolojik manevra içinde rahatlıkla estetik tüm değer yargılarımızı ortaya serdiği için kendine yer bulabilen, Truva Atı gibi her söylemin tıpkı bir turnusol kâğıdına benzemektedir. İster en içine kolayca sızıp, konuyu itibarlaştıran ikna iyi niyetli argümanlar olsun, ister en arsız talepler edici bir role sahiptir. Bu esnek yapısı nedeniyle olsun, işin özüne inildiğinde verilebilecek çok net ve politik argümanların sıklıkla başvurdukları, ikna tek bir cevap var: “İnsan türü”. mekanizmalarının başat aygıtlarından birine dönüşmüştür. Bu cevap, gezegen üzerindeki milyonlarca tür içinden yalnızca bir türü öncelediği için, ‘ırkçı’ değil
EKOELEŞTİRİ ATLASI 25 ama ‘türcü’ bir yaklaşım olduğu için ayrımcılığın en Bitmeyen çevresel felaketler dizisini, iklim krizini bilindik dışlayıcı ve faşist argümanlarını da içinde yaratan küresel kapitalizmin faillerinin sorunları ve örtük olarak barındırır: “İnsan türünün dışındaki sorumluluğunu bizlerin üzerine yıkan söylemlerine her tür canlı ve cansız varlık, insan türünün devamı karşı Slavoj Žižek’in uyardığı gibi bu gidişattan için feda edilebilir.” Böylesi tehlikeli ve adaletsiz çıkabilmek için, “kirletenin bedelini ödeyeceği” bir bir düşüncenin olağan hale getirilip, normatif etik geliştirilmesi ve uluslararası bir dayanışma kılınabilmesi için, yani insan türünün kendisini hattı kurularak bu vahşi küresel kapitalizmin böylesine kutsallaştırabilmesi için oldukça ağır ehlileştirilmesi gerekiyor.4 bir bedel ödemesi, derin bir tarihsellik inşa etmesi gerekmiştir. Özellikle Batı düşünce tarihinin, insanı “Ortaya çıktığı yaklaşık son iki merkezine alan düşünce geleneği olarak hümanizm yüzyıldır kapitalizmin etkisi anlayışını yüceltmesi ve kendini bunun üzerinden altında insanlığın yeraltını, meşrulaştırmasına ek olarak, yaklaşık 17. yüzyıldan yeryüzünü ve yerüstünü itibaren insan refahını merkezine alan liberalizm yeniden biçimlendirerek adlı politik öğretiyi benimsemesi, kendini bunun yarattığı muazzam müdahaleler üzerine inşa eden, doğanın sömürüsünü temel nedeniyle, gezegenin en üst alan kapitalist sistemin yaygınlaşması, içinde katmanında oluşan insan yaşadığımız dünyayı, onu algılama biçimimizi yapımı bu jeolojik katmana geri döndürülemez ve radikal bir biçimde ‘Antroposen/Anthropocene’ adını, dönüştürmüştür… bazılarınınsa ‘Kapitalosen/ Capitalocene’ adını vermekteki “Şu temel soruyu her seferinde ısrarları boşuna değildir.” yeniden kendimize sormak zorundayız: “Neyi sürdürmek Elinizdeki dosyada yer alan yazılar; sürdürülebilirlik istiyoruz?” Bu soruya verilecek söylem[ler]inin çoğul yapısına, zaman zaman her tür cevap, bizlerin hangi birbiriyle çelişen, çatışan hedeflerine dikkat mevzilerde konumladığımızı, çekmek, bu söylem[ler]in ufkunda ortaya çıkan yeni dünyayı nasıl algıladığımızı, kavramsal açılımlara ve genişleyen eleştirel yazına politik duruşumuzu, etik kısaca değinmek amacıyla, kısacası tüm bu çetrefil ve estetik tüm değer söylem alanlarına giriş niteliği taşıyan bir ‘Atlas’ yargılarımızı ortaya serdiği formatında sunulmaktadır. için tıpkı bir turnusol kâğıdına benzemektedir.” 21. yüzyıldaysa kapitalist sistem, neoliberal 1 ORCID ID: 0000-0002-4440-6024 ideolojinin etkisi altında ‘geç kapitalizm’e, ardından da ulusaşırı bir niteliğe bürünerek, 2 ORCID ID: 0000-0002-6844-9336 ‘küresel kapitalizm’e evrildiğinden artık devlet kontrolünden de çıkmış bu azman ve talepkâr 3 Panayiota Pyla, “Beyond Smooth Talk; Oxymorons, Ambivalences, and dönüştürücü türbülansı durduracak neredeyse Other Current Realities of Sustainability”, Design and Culture, 4:3, 2012, hiçbir güç kalmamış görünmektedir. Ortaya ss. 273-278. çıktığı yaklaşık son iki yüzyıldır kapitalizmin etkisi altında insanlığın yeraltını, yeryüzünü ve 4 Slavoj Žižek, “Geri Dönüşüm, Organik Gıda, Bisiklet… Dünya Böyle yerüstünü yeniden biçimlendirerek yarattığı Kurtarılmaz” T24 Gündem, 21 Ocak 2017. https://t24.com.tr/haber/ muazzam müdahaleler nedeniyle, gezegenin en geri-donusum-organik-gida-bisiklet-dunya-boyle-kurtarilmaz,384391 üst katmanında oluşan insan yapımı bu jeolojik [Erişim Tarihi: 15.08.2020]. katmana ‘Antroposen/Anthropocene’ adını, bazılarınınsa ‘Kapitalosen/Capitalocene’ adını vermekteki ısrarları boşuna değildir.
26 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I Ekoeleştiri amacıyla, metinlerin içine gizlenmiş çevreye ilişkin fikir ve temsilleri ortaya çıktıkları her yerde takip DİLAN ERDOĞAN eder. Hepsinden daha önemlisi ekoeleştiri, metinleri ve fikirleri çevre krizlerine verdikleri cevapların [Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi Yüksek Lisan Öğrencisi tutarlılıkları ve faydalarına göre değerlendirmeye ORCID ID: 0000-0002-3522-8705] çalışır. “Ekoeleştiri, kültürel pek çok Bu noktada ekoeleştiri evrensel boyutta bir alanda süre gidiyor görünen ve tartışma konusudur ve çözümü uluslararası çoğunlukla gizli kalmış tartışma işbirlikleriyle sağlanmalıdır. Ayrıca bu ve argümanları görünür kılmak sorunlara farklı alandan gruplar, farklı fikirlerle amacıyla, metinlerin içine yaklaşmışlardır. Bunlar, bolluk, çevrecilik, derin gizlenmiş çevreye ilişkin fikir ve ekoloji, ekofeminizm, eko-Marksizim, eko- temsilleri ortaya çıktıkları her sosyalizm, eko-anarşizm, biyosentirik, ekosentrik ve yerde takip eder.” antroposentik vb. yaklaşımlardır. Hepsindeki ortak nokta, çevreye eleştirel bakarak sonuç önerileri Doğayı anlamak, insan-doğa ilişkisini çözümlemek oluşturmaktır. ve gelecek senaryolarının belirlenebilmesi öncelikle çevreye eleştirel bakabilmekle başlar. 1962 yılında, Ekoeleştiri okumaları ve eğitim çalışmaları Amerikalı deniz biyoloğu ve çevre bilimcisi Rachel 1960’lardan, 1990’ların ortalarına kadar Carson’ın yazdığı Sessiz Bahar kitabının, “Yarının beşeri bilimler ve sosyal bilimler çevrelerinde Masalı” başlıklı bölümü modern çevreciliğin gerçekleşmiştir. 1990’ların ortalarından itibaren; başlangıcı olarak kabul edilir. Bu bölüm pastoral çağdaş kültür, evrensel değerler, jeopolitik ve yaşam ve yaban hayat imgelerinden, felaket ekonomik hareketler yönünde ilerlemiştir. senaryolarına ve kıyamet imgelerine vurgu yaparak edebi bir inceleme sunar. Daha sonra 1978 yılında Ekoeleştiri’nin eğitim alanında ve akademik yazar William Rueckert, Literature and Ecology: ortamlarda gelişimiyse, 19. yüzyıl ortalarında başlar. An Experiment in Ecocriticism kitabında ekoloji Garrard, “Ekoeleştiri ve Sürdürülebilirlik Eğitimi” adlı prensiplerini, edebiyata uyarlayarak ilk ekoeleştiri önemli makalesinde bu gelişimin hikâyesini kısaca kavramını kullanmıştır. Akademi alanında ilk özetler. Çevre yazın çalışmaları ilk kez, 19. yüzyıl ekoeleştiri tanımıysa, Amerikalı edebiyat ve ortalarında görülmeye başlamıştır. Ancak ekoeleştiri çevre profesörü Cheryll Glotfelty tarafından alanındaki yazın, yaklaşık yüzyıl sonra, 1980’lerin yapılmıştır. Glotfelty, Harold Fromm ile birlikte ortasından itibaren yaygınlık ve görünürlük 1996 yılında yayınladıkları The Ecocriticism Reader: kazanmaya başlamıştır. 1985 yılında Frederic O. Landmarks in Literary Ecology adlı derleme kitapta Waage derlemesini yaptığı, Teaching Environmental ekoeleştirinin tanımını, “edebiyatla fiziksel çevre Literature: Materials, Methods, Resources adlı arasındaki ilişkinin incelenmesi” olarak verir. çalışmayı yayımlamıştır. Bu yayın, çevresel ilgi ve Tıpkı feminist eleştirinin dili ve edebiyatı, cinsiyet farkındalık yaratmakta oldukça etkili olmuştur. 1989 bilincine sahip bir bakış açısıyla incelemesi veya yılındaysa Alicia Nitecki, amacı doğa ve çevreyle Marksist eleştirinin metin okumalarına üretim ilgili bilgilendirici kısa makale, kitap ve ders notları tarzlarına ve ekonomik sınıflara dayalı bir bilinç oluşturmak olan The American Nature Writing katması gibi, ekoeleştiri de edebiyat çalışmalarına Newsletter’ı kurmuştur. Yine 1990’ların başında yeryüzü merkezli bir yaklaşım getirdiğini ifade bu artan ilgiyi fark eden bazı üniversiteler edebi eder. Edebiyat eleştirmeni ve doğa yazarı Richard yazın derslerine çevresel çalışmalar, doğa ve kültür Kerridge 1998 yılında Neil Sammels ile birlikte programları eklemişlerdir. 1990 yılında Reno, Nevada yazdıkları Writing the Environment: Ecocritcism Üniversitesi ‘Edebiyat ve Çevre’ programını açarak, ilk and Literature adlı çalışmadaysa, geniş bir kültürel akademik alanı yaratmıştır. 1992 yılındaysa, Edebiyat ekoeleştiri tanımı ortaya koyar. Ekoeleştiri, kültürel ve Çevre Çalışmaları Kuruluşu [ASLE-Association pek çok alanda süre gidiyor görünen ve çoğunlukla for the Study of Literature and Environment] gizli kalmış tartışma ve argümanları görünür kılmak kurulmuştur. Kuruluşun amacı, düzenli olarak konferanslar düzenlemek ve edebiyat incelemesi, yaratıcı yazarlık, çevre eğitimi ve aktivizmi hakkında makaleler içeren bir dergi yayınlamaktır.
EKOELEŞTİRİ ATLASI 27 Gelinen noktada, ekoeleştiri okumalarıyla sorunlar Mimari yapılarda yerel kültürü ve doğayı korumayı anlamlandırılmaya ve çözümler sunulmaya hedefleyen, yerel malzemeler kullanmayı önceleyen, başlanmıştır. Çevresel sorunlar araştırılırken, araziye ve iklime uygun, çevresini kirletmeyen genellikle insan merkezli ve sömürü sistemi yapılar yapılarak çevresel sorunlara sürdürülebilir üzerine kurulmuş bir sistem tartışıla gelmektedir. çözümler üretilebilir. Yapılı çevre kararlarına aşırı Ancak insan merkezli sistemde üstün olan insan müdahale eden otoriteler inşa faaliyetleri, yapı değil, sermaye güçlerini elinde tutan seçkin sınıf ürünlerinde göstermelik sertifikasyon, enerji olmuştur. Çevresel sorunlarda tartışılması gereken verimliliği yerine, doğal yaşamın ve canlıların ana eksen, insan merkezli sistem yerine, eril ve dengesini bozmayan, yeraltı sularını, doğal bitki kapital güç sistemi olmalıdır; çünkü eril ve kapital örtüsünü tahrip etmeyen, çevresiyle uyumlu, düşünce yapısı, kalıplara uymayanları ötekileştirir, kendi enerjisini üretebilen, bulunduğu yerin kendinden olmayanı sömürür ve bir şekilde doğal aydınlatma, iklimlendirme bilgisinden sistemdeki yerini oluşturur. yararlanabilen bir yapılaşma kontrol, denetim ve teşvik edilmelidir. Ekoeleştiri sadece doğal afetler, kıtlık, savaş gibi sorunları ortadan kaldırmak değil dünyayı daha Sürdürülebilir yaşanabilir, insan merkezciliğinden kurtarılmış, Kalkınma, ‘Zayıf’ türlerde eşitliğin ve ahlak kurallarının sağlandığı ve ‘Güçlü’ bir yer haline getirebilmeye çalışır. Greg Garrard, Sürdürülebilirlik çevresel sorunların ekosistemin işleyişinden değil, daha çok bizlerin nasıl yürüttüğüyle ilişkili SEÇİL YAĞLI olduğunu ileri sürer. Ayrıca çözüm için, doğaya [Yüksek Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi, Doktora Öğrencisi yaptığımız etkileri anlamamız, etik sistemi yeniden ORCID ID: 0000-0002-7073-8292] düzenlememiz gerektiğine vurgu yapar. Bu yüzden ekoeleştiri, edebiyat kuramı, kültür kuramı, felsefe, ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ tartışmaları çerçevesinde sosyoloji, psikoloji, çevre tarihi, ekoloji alanlarının ortaya çıkan sürdürülebilir ekonomi modelleri, bilgisini ve bu disiplinlerin birbirleriyle ilişkilerini ‘Zayıf ve Güçlü Sürdürülebilirlik’ tartışmalarını da yorumlamayı gerektirir. beraberinde getirmiştir. Kapitalist dünya sisteminin sağladığı yarar ve getirilerin ötesinde, endüstriyel Doğa alanlarının ve yaban hayatın yok olduğu gelişmeyle bağlantılı olarak uzun vadede hem araziler, mesken olarak kullanılan ve çiftliklere hammadde ve varlıkların dengesiz dağılımına, hem dönüşmüş alanların giderek artışı çevre, canlılar de küresel ölçekli sömürüden kaynaklanan benzeri ve gezegenin geleceği için birçok çevresel sorunlar görülmemiş çevresel bozulmalara neden olmuş, bu doğurmaktadır. Kır yaşamı ve kırsal alanlarla, kent- durum kalkınma ve sürdürülebilirlik konusundaki kır ayrımı hızla azalmakta, gezegen kapital sistemin eleştirilerin temel argümanı haline gelmiştir. büyük bir makinasına dönüşmektedir. Kent ve ‘Sürdürülebilir Kalkınma’nın temelindeki sonsuz kır ayrımını hızla azaltan ‘gezegensel kentleşme’ ‘ilerleme’ inancı ve beraberinde yarattığı sorunlar, [planetary urbanism] sistemi karşısında, kent modern öncesi zamanlardan itibaren yavaş çeperlerinde korunmaya çalışılan kır yaşamı ve doğal alanların korunumu hayati bir önem kazanmaktadır. Böylesi bir yıkıcı sistemi ve yaşam biçimini, kalıcı ve radikal bir biçimde dönüştürebilmek için mimarlık, yapılı çevre ve inşa etme pratiklerine önemli roller düşmektedir. Şehir plancıları, mimarlar, kentsel tasarımcılar, jeologlar, biyologlar ve çevreciler gibi farklı disiplinden insanların bir araya gelerek ekolojik dengeyi, kentleşme süreçlerini yönetmeleri beklenmektedir. Bu ekip çalışmalarının ve bilincin oluşmasında ilk hedef, eğitim müfredatlarına ekoeleştiriyi çevreci yaklaşımları yerleştirebilmek, doğaya, canlılara duyarlılığı artırmak ve kapital sisteminin sömürücü mantığını algılatmaktır.
28 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I yavaş görünür olmaya başlamıştır. 18. yüzyılda yaşamı kolaylaştırdığı zannedilen birçok bilimsel nüfus artışıyla ilgili endişeler ve bu artışın doğal ve teknolojik gelişmenin gezegenin geleceği kaynakların kullanımı ve tüketimi üzerindeki konusunda yarattığı dezavantajlar da ortaya olumsuz sonuçları su yüzüne çıkmaya başlamış, 19. çıkmıştır. yüzyıldaysa enerji kaynaklarının tükenebileceği görüşü gündemde sıklıkla yer almaya başlamıştır. 1983 yılında dönemin Birleşmiş Milletler Genel George Perkins Marsh’ın 1864’de yayımlanan, Man Sekreteri’nin isteği ve teklifi üzerine, Norveç and Nature: or, Physical Geography as Modified Başbakanı Gro Harlem Brundtland başkanlığında, by Human Action başlıklı çalışması, koruma yirmi ayrı ülkeden gelen katılımcılardan oluşan hareketlerinin öncü çalışmalarından biri olarak Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca tanımlanmaktadır. Marsh çalışmasında, doğal hazırlanan ve 1987’de yayımlanan Ortak Geleceğimiz çevrenin insan müdahaleleri tarafından nasıl zarar [Brundtland] Raporu’nda ilk kez yer alan gördüğünü tespit ederek, olası çözümleri sunmuştur. Sürdürülebilir Kalkınma kavramı, “gelecek nesillerin Hızlı nüfus artışına ek olarak, Endüstri Devrimi’nden kendi taleplerini yerine getirme kabiliyetinden sonra artan yakıt tüketiminin de bir sonucu ödün vermeden mevcut kuşağın ihtiyaçlarını olarak odun, kömür, petrol gibi önemli fosil yakıt karşılayan gelişme” olarak tanımlanmıştır. kaynaklarının kısa bir süre içinde tükenebileceği Ortak Geleceğimiz adlı raporda sunulan bu tehlikesi, bu kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kavramsallaştırma, hızla benimsenerek standart bir kullanılmasına yönelik farkındalığı da artırmıştır. tanım haline gelmiştir ve günümüzde de yaygın bir II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’deki görece refah şekilde kullanılmaktadır. döneminde, 1962 yılında Rachel Carson’ın yayımladığı Silent Spring adlı kitap duruma farklı bir açıdan “Zayıf Sürdürülebilirlik, doğal yaklaşmış, sadece çevreyi ve doğal yaşamı etkileyen sermayenin başka sermayeler tahribatı değil, insan eliyle oluşan çevresel yıkım ve tarafından tam olarak ‘ikame felaketler sonrasında ortaya çıkan insan sağlığına edilebilirliğini’ öngörürken, zararlı pestisit benzeri tehditleri de görünür Güçlü Sürdürülebilirlik yaklaşımı kılarak, modern çevre hareketi literatürünün öncü bu ikame ediciliğin, doğal çalışmaları arasında yerini almıştır. sermayenin insan varlığı ve refahı için sağladığı kritik unsurların 1968 yılında kurulan Roma Kulübü’nün, 1972 varlığından dolayı ciddi şekilde yılında yayımladığı Büyümenin Sınırları isimli sınırlı olması gerektiğini raporsa, ekonomi ve doğal çevre arasındaki karşılıklı savunmaktadır.” bağımlılığın kalkınma politikalarında dikkate alınması gerekliliğine vurgu yapmış ve ‘sınırsız ‘Çevre ve Kalkınma’ hedefleri arasındaki ekonomik büyüme’ inancına meydan okuma tartışmalar genellikle, ekonomik, çevresel ve sosyal gerekliliğini, siyasi olarak gündeme taşımıştır. sürdürülebilirlik unsurları olarak üç temel yönde Bu raporun yayımlanmasından hemen sonra ele alınmaktadır. Ekonomik unsur, açıklanan ve gerçekleşen 1973 Petrol Krizi, fosil yakıt kaynaklarının ima edilen hedeflerin çok boyutluluğu sebebiyle sınırlılığına, olası gelecek senaryolarına dair irkiltici komplikasyon potansiyeli yüksek bulunmakta, bir bilinç yaratmış ve sınırsız ekonomik büyüme çeşitli bakış açıları ve eleştirileri de beraberinde inancının yıkılmasına neden olmuştur. Yaşanılan gündeme getirmektedir. Bu konulara odaklanan tüm bu süreçler sonrasında aşırı kaynak tüketiminin literatürde, doğal çevreyle ekonomik faaliyetlerin ve çevre kirliliklerinin yaşamı nasıl tehdit etmekte etkileşimini konu alan iktisadi yaklaşımların genel olduğu ve çevre sorunlarının daha fazla göz ardı olarak, neoklasik, çevresel ve ekolojik olmak üzere edilemeyeceği, çözümün ertelenemeyeceği açıkça üç eksende farklılaştığı görülmektedir. Eleştirilerin görülmeye başlanmıştır. Yüzyıllar boyunca ilerleme, önemli bir kısmı, neoklasik iktisadın çevre ve büyüme ve gelişme hakkında inançla savunulan doğal kaynaklara bakış açısı üzerinedir. Neoklasik fikirlerde, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başından yaklaşımın hedefi, insan refahını maksimize itibaren önemli bir kırılma yaşanmış, Sürdürülebilir etmek olduğundan doğal sermayeyi ve insan- Kalkınma’nın yeni bir yönüne işaret edilmeye başlanmıştır. 20. yüzyıl başında yaşanan iki dünya savaşı sonrasında, özellikle ilerlemeyi sağladığı ve
EKOELEŞTİRİ ATLASI 29 olmayan varlıkları korumaya yönelik özel bir neden karmaşıklık, geri dönüşümsüzlük, belirsizlik ve etik bulunmamaktadır. Doğal sermaye, atmosfer sıkıntıların ve bunun insanlıkla olan bağlantılarının ve yerkürenin altı ve üstü dâhil olmak üzere da dikkate alındığı, disiplinlerarası bir yaklaşımı da gezegenin sahip olduğu tüm doğal kaynaklar ve içermelidir. çevresel hizmetleri içermektedir. Sınırsız büyüme ve ekonomik verimlilik esasına dayanan Neoklasik Sonuç olarak, kalkınma ve ekonomik büyüme yaklaşımda, toplam sermayenin sabit kalması hedefleriyle tanımlanan ekosistem hizmetlerinin ve koşuluyla doğal, beşeri ve sosyal sermaye türlerinin doğal sermayenin, insan refahına bağlı [doğrudan birbirleri yerine ikame edilebileceği görüşü veya dolaylı olarak] antropojenik değişimler bulunmaktadır. Bu görüş, doğal kaynakların sınırlı karşısında korunması gerekmektedir. Aksi halde, olması, yenilenebilir ve yenilenemez özellikleriyle insanlık, giderek daha büyük düzeyde yaşayacağı çeliştiği ve sürdürülebilirlik tartışmalarının da kayıplar nedeniyle kaynakları çok daha sınırlı bir hedefi olduğu için farklı ekonomik görüşlerin gezegende sürdürülebilirlik arayışında olacaktır. ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda, doğal ve insan üretimi sermaye arasındaki ikame Çevresel Adalet edilebilirlik-edilemezlik ilişkisi odağındaki tartışma, ve İklim Adaleti ‘Zayıf ve Güçlü Sürdürülebilirlik’ tartışmalarını gündeme taşımıştır. İkame edilebilirlik sorunsalı üzerinden gelişen, ‘Zayıf ve Güçlü Sürdürülebilirlik’ söylemleri genellikle karşıt paradigmalar olarak kabul görmektedir. ‘Zayıf Sürdürülebilirlik’ doğal sermayenin, İPEK GÜNEY başka sermayeler tarafından tam olarak ‘ikame edilebilirliğini’ öngörürken, ‘Güçlü Sürdürülebilirlik’ [Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrencisi yaklaşımı bu ikame ediciliğin, doğal sermayenin ORCID ID: 0000-0003-1107-5203] insan varlığı ve refahı için sağladığı kritik unsurların varlığından dolayı, ciddi şekilde sınırlı olması “Ekolojik yıkımların sonuçlarına gerektiğini savunmaktadır. dengesiz olarak maruz kalma durumuna karşı ilk toplumsal Sınırlı bir kaynak kapasitesine sahip olan tepki, 1982 yılında Amerika’da gezegenimizde sınırsız bir ekonomik büyümenin gerçekleşmiştir. Tarihteki ilk çevre sağlanmasına ilişkin görüşler, karşıt tepkiler ve hareketi olarak geçen ‘Warren tartışmalar, günümüzde de artan biçimde devam County Protestosu’, toksik etmektedir. Bu durum, mevcuttaki Zayıf ve Güçlü atık içeren kirli toprağın Ohio Sürdürülebilirlik modellerinde açık ve örtük eyaletindeki Warren County varsayımları araştırmayı ve farklı paradigmaların bölgesine dökülecek olması savunucuları tarafından alınan farklı kararına yöneliktir.” pozisyonların analitik bir zeminde incelenmesini gerektirmektedir. Günümüz insan-doğa Gezegenimiz için bir tehdit olan ve giderek daha etkileşiminde öne çıkan antroposentrik yaklaşım, tehlikeli hale gelen ‘küresel iklim değişikliği’ sorunu, ekolojik bozulma ve ekosistem hasarları göz önüne tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ekolojik bir alındığında bahsedilen modellerin etik ve felsefi zorluktur. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde, perspektiflerinin kısıtlılığı ve sınırları, “Sürdürülebilir biyolojik çeşitlilik, ekosistem stabilitesi ve insan Kalkınma” uygulaması için bir konum benimsenmesi demografisi açısından oluşacak korkunç sonuçlara düşüncesini beraberinde getirmektedir. Buna maruz kalınması beklenmektedir. Yaşanan iklim paralel olarak kalkınma anlayışının insan refahı değişimine ve ekolojik çıkmazlara ilişkin endişeler, merkezli modelinin de sorgulanması gerekmektedir. büyük etkiler oluşturmaya başlamadan uzun bir ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ hedeflerinde özellikle süre önce dile getirilmeye başlanmıştır. Özellikle doğal kaynak kullanımı ve çevreye verilen zararların son yıllarda, tüm dünyada tartışılmaya başlayan azaltılmasında, ‘Güçlü Sürdürülebilirlik’ söylemi öne çıkmaktadır. Bu söylem, doğal çevreye özgü
30 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I bu sorunun sebeplerinin ve konu hakkındaki olası yılında yayımlanan Ekolojik Bir Topluma Doğru senaryoların gündeme gelmesi, 1960’lı yıllara adlı kitabında, o güne kadar gerçekleşen ekolojik dayanmaktadır. İlk olarak 1962 yılında Rachel hareketler üzerine eleştirel bir bakış açısı sunmuş Carson’ın, pestisitlerin insan sağlığı ve doğal yaşam ve beraberinde hala gelişmekte olan, ‘Toplumsal üzerindeki zararlı etkilerine dikkat çeken, Sessiz Ekoloji’ kavramından bahsetmiştir. Aynı zamanda Bahar adlı kitabının yayımlanmasıyla beraber, insan-doğa ilişkisinin, tarihsel ve felsefi olarak modern çevrecilikte yeni bir dönem başlamıştır. Aynı irdelenmesine teşvik etmiş, ardından birbirine dönemde Amerikalı siyaset felsefecisi ve toplumsal bağımlı olarak ilerleyecek ‘eko-topluluklar’ ekoloji hareketinin kurucusu olan Murray Bookchin, vizyonunu önermiştir. Öneriye göre eko-topluluklar, 1964 yılında yayımladığı Ekoloji ve Devrimci Düşünce insan ölçekli yapıları, el emeğine dayalı üretimi, adlı makalesinde, ilk defa “toplumsal ekoloji” atıkların kırsal kesime verimli yollardan geri ifadesini kullanmış ve uzun vadede yaşanabilecek döndürülmesini ve yerel kaynakların maksimum olan iklim değişiminden bahsetmiştir. kullanımını destekleyeceklerdir. Böylelikle doğal ekosisteme uyum sağlanabileceğini ve öz bilincin Devamında gelen yayınlar ve 1972 yılında Roma yeni bir düzeyine ulaşılacağını anlatmıştır. Kulübü’nün yayımladığı, Büyümenin Sınırları gibi çeşitli raporlar, ekolojik bir krizin yaklaştığı 1990’lı yıllara gelindiğinde iklim değişikliğiyle ilgili konusunda insanları uyarmıştır. Böylelikle etkinliklerin ölçeği, ozon tabakasındaki incelme, toplumda bir çevre bilinci oluşmaya başlamış, yok olmaya başlayan canlı türleri, doğal afetler vb. protestoların ve mücadelenin sesi olarak 5 Haziran ulusal sınırları geçmeye başlayan problemlerin günü, ‘Dünya Çevre Günü’ olarak ilan edilmiş; gündemde daha fazla yer almaya başlamasıyla, ‘çevresel hareket’ terimi de basında yer almaya küresel boyuta ulaşmıştır. Bu dönemde, iki başlamıştır. ‘Çevresel hareket’in beraberinde önemli adım atılmıştır. Birincisi, 1992 yılındaki getirdiği, ‘adalet’ ifadesiyse çevre politikaları Rio Zirvesi’dir. Hem boyutu, hem de kapsamı alanında önemli bir söylem oluşturmuştur. Bu bakımından oldukça büyük olan bu zirvede ilk bağlamda ortaya çıkan fikirlerin ve hareketlerin, defa, ‘Kalkınma ve Çevre Koruması’nın bir arada ele günümüzde çeşitli disiplinlerde sıkça ele alınan alınması gerektiğine değinilmiştir. İkinci adımsa, ‘iklim adaleti’ konusunun kavramsallaşmasını 1997 yılında düzenlenen Kyoto Protokolü’dür. Rio ciddi boyutta desteklediği ve temelini oluşturduğu Konferansı’nın sonuçlarından biri olan, ‘Birleşmiş söylenebilir. Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ kapsamında imzalanan protokol, küresel ısınma ve ‘Çevresel adalet’, ayrı bir söylem olarak 1980’li iklim değişikliği konusunda o döneme kadarki tek yıllarda ortaya çıkmıştır. Dünya’da yaşanan uluslararası düzenlemedir. Böylelikle çevre sorunları, kirlilik, bozulma vb. gibi sorunların oluşturduğu uluslararası politikanın gündemi haline gelmiştir. yüklerin, toplumların farklı kesimleri arasında dengesiz dağılması bakımından, ekonomik, siyasal 2000’li yıllara gelindiğindeyse, iklim krizi konusu ve toplumsal eşitsizliklerle, çevresel eşitsizlikler yalnızca çevre ve doğal yaşam üzerinde yaşanan arasında bağlantı kurulabilmektedir. Ekolojik bir değişiklik olarak değil, onun ötesinde etik bir yıkımların sonuçlarına, dengesiz olarak maruz konu olarak da tartışılmaya başlanmış ve iklim kalma durumuna karşı ilk toplumsal tepki, 1982 değişikliğinin etkileri, ‘sosyal adalet’ kavramıyla yılında Amerika’da gerçekleşmiştir. Tarihteki ilişkilendirilmiştir. Özellikle son zamanlarda küresel ilk çevre hareketi olarak geçen ‘Warren County ısınma ve iklim değişikliği sorunlarının farklı Protestosu’, toksik atık içeren kirli toprağın Ohio platformlarda sıkça gündeme gelmesiyle, ‘iklim eyaletindeki Warren County bölgesine dökülecek adaletsizliği’ konusu açığa çıkmıştır. Ülkelerin olması kararına yöneliktir. Basında atıkların yaşanan iklim krizine olan katkıları ve iklim döküleceği yer olarak bu bölgenin seçilmesinin, değişikliğinin getirilerine maruz kalmalarına burada yaşayan halkın büyük bir kısmının siyahi bakıldığında, dünyada büyük adaletsizlikler ve yoksul olmasından kaynaklandığına vurgu gözlenmektedir. İklim değişikliğinin sebeplerine en yapılmıştır. az katkısı olan ülkeler, iklim değişikliğinin zararlı etkilerine karşı en kırılgan ülkelerdir. Buna karşın Öte yandan önceki yıllarda, “Ekoloji ve Devrimci küresel ısınmaya en çok neden olan ülkelerse, Düşünce” adlı makalesinde ilk defa ‘Toplumsal teknoloji ve mali kaynaklar bakımından iklim Ekoloji’den bahseden Murray Bookchin, 1988
EKOELEŞTİRİ ATLASI 31 değişikliğinin etkilerine karşı hazırlıklı bulunan İklim değişikliklerinin artmasıyla birlikte, günümüz gelişmiş ülkelerdir. Bu açıdan bakıldığında, iklim kentlerini çok daha zorlu değişimler ve felaketler değişikliği ekonomik, siyasal ve sosyal alanlarda beklemektedir. Bu tehditlere ek olarak, afetler, olduğu gibi etik olarak da Kuzey-Güney arasındaki kitlesel göçler, savaşlar ve pandemiler gibi birçok dengesizliğini görünür kılmaktadır. olası yıkıcı durum daha söz konusudur. Kentlerin bu olası tehditlere karşı, nasıl daha hazırlıklı Güçlüyle, zayıf arasındaki adaletsizliğin yanı sıra, olabilecekleri konusu ve ‘kentsel direnç’ kavramı nesiller arası bir adaletsizlik de söz konusudur. İklim son yıllarda yaşanan felaket ve yıkımlar nedeniyle krizinin bazı etkileri şimdiden görülmeye başlasa giderek daha da önem kazanmıştır. da, asıl felaketlere bu sorunların oluşumuna hiç katkısı olmayan gelecek nesillerin maruz kalacağı “Yeterince dirençli bir sistem, barizdir. 2019 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler kendini tekrarlama yeteneğine İklim Zirvesi’nde konuşan 16 yaşındaki İsveçli genç ve yeni bir rahatsızlık oluşana çevreci ve aktivist Greta Thunberg, konuşmasında kadar kendini yenileyerek, yeni kullandığı sarsıcı ifadelerle bu adaletsizliği dile bir döngüye başlama gücüne getirmiştir. Thunberg’in tepkisi küresel ölçekte sahiptir.” ilgi uyandırmış, çeşitli ülkelerden öğrenciler iklim adaleti için protesto hareketleri gerçekleştirmeye Direnç, yani ‘resilience’ın kelime anlamı, etki altında ve sosyal medya platformlarından çağrılar kalmış bir cismin geçirdiği deformasyondan sonra yapmaya başlamışlardır. Böylece, ‘çevresel adalet’le boyutunu ve şeklini tekrar geri kazanabilmesidir. temellenen ‘iklim adaleti hareketi’nde yeni bir Kavram ilk olarak ekolojist Crawford Stanley döneme girilmiştir. Holling tarafından, 1973 yılında ortaya atılmıştır. Holling’e göre direnç, değişiklikleri ve rahatsızlıkları İlgililer için ek okuma: benimseyip, popülasyonlar ve durum değişkenleri arasında stabil kalma yeteneğinin ölçütüdür. Anthony Giddens, Politics of Climate Change, Yeterince dirençli bir sistem, kendini tekrarlama Phoenix Press, 2009. yeteneğine ve yeni bir rahatsızlık oluşana kadar kendini yenileyerek, yeni bir döngüye başlama gücüne sahiptir. Stockholm Direnç Merkezi’ne göre sürdürülebilirlikte direnç yaklaşımıysa, beklenmeyen değişikliklerle nasıl başa çıkılacağına odaklanmaktadır. Bu yaklaşım, insanları ekosistem dinamiğinin dışındaki etkili güçler olarak görmekten çok, biyosferin etkileşimli bir parçası olduğuna dikkat çekmektedir. Kentsel Direnç Ekolojist, kent plancısı, politikacı, yazar gibi birçok disiplinden insanın çalışmalarında giderek daha İREM BOZDAĞLI sıklıkla yer alan ‘kentsel direnç’ kavramıysa, başta iklim değişiklikleri ve afetler olmak üzere savaşlar, [Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi, Yüksek Lisans Öğrencisi pandemiler, ayaklanmalar, kitlesel göçler gibi Orcid ID: 0000-0002-0347-1030] birçok beklenmeyen durum karşısında kentlerin nasıl hazırlıklı olabileceği konusunu gündeme Geçmişten günümüze afetler, salgınlar, savaşlar taşıyarak, literatürde daha fazla görünür olmaya gibi birçok travmatik olaylar kentleri olumsuz başlamıştır. Birleşmiş Milletler 2009 tarihli yönde etkilemiş, ekolojik, sosyal, ekonomik ve açıklamasında, ‘kentsel direnç’ kavramını, “Her politik anlamda yıkıma ve kaosa sürüklemiştir. türlü tehlike/tehdit karşısında, etkilenme ihtimaline Kentlerin toparlanarak, tekrar iyileşebilmeleri sahip yerleşmelerin, toplumların ve tüm sistemlerin, hem uzun süreler almış hem de birçok alanda yeni işleyişlerini güvence altına alma, kendilerini zorlukları ve değişimleri beraberinde getirmiştir. koruma, mümkün olduğunca kısa süre içerisinde yeniden yapılanma ve değişime uyum sağlamak için
32 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I gerekli kaynaklara sahip olması ve bu kaynakları Günümüzde küreselleşen ekonomiyle birlikte, etkili kullanma becerisi” olarak tanımlamıştır. kentlerin ekonomik faaliyetleri, güçleri ve kalkınma Bu bağlamda ‘kentsel direnç’ kavramı, kentsel politikaları da dünyanın başka bölgelerinde yerleşimlerin kırılgan yapılarının farkına varılması, gerçekleşen ekonomik dalgalanma veya felaketlerden toplumların tehlikeye maruz kaldıklarında uyum hızla etkilenebilir durumdadır. Bir kenti ayakta sağlayarak şoklara dayanabilmeleri ve kendilerini tutan temel unsurlardan biri olan ekonomik yeniden kurabilmeleri anlamına gelmektedir. kalkınma, kentin direncini ve dayanıklılığını McCarthy vd.’ne göre ‘kentsel direnç’se, doğal da doğrudan etkilemektedir. Yerel üretimin ya da antropojenik hangi tür problemlerle desteklenmesi, sürdürülebilir döngüsel ekonomik karşılaşılırsa karşılaşılsın insanlar ve diğer türlerin modellerin benimsenmesi, küresel veya ulusal yaşam olanaklarını yürütmeleri ve sürdürmeleri çapta yaşanacak felaketlerin yaratacağı krizlere için şehirlerin sahip olmaları gereken savaşma karşı, daha dirençli bir kent ortamı yaratmaktadır. kapasitelerini ifade etmektedir. Kentsel yerleşimler Küresel kapitalizmin güdümü altındaki ekonomik sadece fiziksel yapılardan ibaret olmadıkları, sistemlerin benimsendiği durumlardaysa, kent için toplumsal, ekonomik, politik, ideolojik, kültürel olası felaketler, kapitalizmin temel süreçlerinden biri yapılardan da oluştukları için ‘kentsel direnç’ olan ‘yaratıcı yıkım’ benzeri sonuçlar doğurmaktadır. kavramı da birçok farklı bakış açısını ve değişken Avusturyalı iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph anlamı da içinde barındırmaktadır. Alois Schumpeter’in bahsettiği, ‘yaratıcı yıkım’ olgusu, kapitalizmin bitmez bir döngüsü olan yok Kenti oluşturan en önemli dinamiklerin başında, etme ve yeni metotlar üretmesinin bir safhasıdır. toplum gelmektedir. Toplum, sürekli değişim Küresel kapitalizmin başkenti New York, ‘yaratıcı halinde olan canlı bir organizmadır. Maruz kalınan yıkım’ mantığıyla hareket ederek, yaşanan bir dizi olası durumlara karşı, kent de bu organizmanın yangın, deprem ve kasırga benzeri büyük afetler bir parçası olarak esnek, uyum sağlayabilen veya sonrasında kentsel dokusunu sürekli yok edip adapte olabilir nitelikte olmalıdır. Bu nedenle yeniden inşa ederek, fiziksel ve sosyal çevresi sürekli kentsel direncin oluşturulmasında, toplumun rolü değiştirmiştir. Son 200 yıldır meydana gelen yıkımlar hayati önemdedir ve hem toplumdaki, hem de ve ardından gerçekleşen yeniden yapılaşma süreci, ekolojik sistemlerdeki direncin belirleyici özellikleri kentsel dokuyu ve toplumsal hafızayı kalıcı olarak şunlardır: Toplumun çekebileceği rahatsızlık miktarı, dönüştürmüş, ‘yaratıcı yıkım’ anlayışını popüler kendi kendine örgütlenme ve uyum kabiliyeti, kültüre de yerleştirmiştir. öğrenme ve adaptasyon kapasitesi. Sonuç olarak kent, sadece fiziksel ve ekolojik olarak Kentsel direncin oluşmasında toplumun rolüne ek değil, toplumsal, politik ve ekonomik anlamda da olarak, yerel ve ulusal yönetimlerin de rolü büyüktür. bozulmalara karşı direnç geliştirmesi gereken bir Dirençli kent yaklaşımı, geleneksel kent planlama organizmadır. Ulusal ve yerel yönetimlerin dirençli ve yönetim anlayışlarının aksine sürdürülebilirlik kent yaklaşımını benimseyerek, sürdürülebilir çerçevesinde, toplumun ve kent yönetiminin de kalkınma anlayışı doğrultusunda kentlerin dâhil olduğu bütünleşik yaşayan yönetişimsel toplumsal, kültürel ve ekonomik yapılarını bütüncül bir yaklaşımdır. İstanbul Sismik Riskin Azaltılması bir anlayışla ele almaları ve kentteki aktörlerin ve Acil Durum Hazırlık Projesi-İSMEP Raporu’na taleplerine cevap verebilen stratejik planlar göre kentsel dirençlilik, doğru hazırlanmış kent oluşturması kritik bir öneme sahiptir. Bu dirençlilik planlaması ve altyapıya ek olarak, sürdürülebilir yaklaşımının olası felaketlerden önce benimsenmesi kentsel planlama anlayışını benimsemiş, toplumun ve planlanması da hayati derecede önemli olup, ortak çabalarını ve sorumluluklarını üstlenmiş yerel uzun vadede bu hazırlıklı olma durumunun yönetimlerin oluşmasıyla sağlanabilir. Bu nedenle getireceği faydalar, toplumsal, ekonomik, politik, ulusal ve yerel kalkınma politikalarının, olası kültürel ve ekolojik vb. alanlarda oluşabilecek tehditlere karşı sürdürülebilir ve dirençli bir kent geri döndürülemez yıkımların önüne geçilmesini oluşturmak amacıyla atacağı ilk adımlar, dirençli bir sağlayacaktır. kent oluşturma sürecinde kritik bir öneme sahiptir. Öte yandan dirençli kentler, güçlü bir yapılı çevreye İlgililer için ek okuma: ve fiziksel altyapıya olduğu kadar içsel bir güce, bir Ian P. McCarthy, Mark Collard, Michael Johnson, “Adaptive toplumsal kararlılığa da ihtiyaç duyarlar. Organizational Resilience: An Evolutionary Perspective,” Current Opinion in Environmental Sustainability, Sayı 28, 2017, ss. 33-40.
EKOELEŞTİRİ ATLASI 33 kavramının 20. yüzyıl başındaki bu entelektüel çerçeve içerisinde ortaya çıktığını; İsveçli siyaset bilimci Rudolf Kjellén’in bu kavramı kullanan ilk kişi olduğunu ve devleti yaşayan bir organizma olarak gördüğünü” belirtir. Hayat politikanın temeli olarak düşünülürken, aynı zamanda organik bakış açısıyla ele alınan ve canlı bir organizmaya benzetilen devlet olgusu da, tarihsel süreç içerisinde biyoloji temelli bir yaklaşıma dönüşmüş ve ırkçı bir devlet anlayışına evrilmiştir. Biyopolitika ve Ekoloji Siyaset felsefesi alanında ortaya çıkan ‘biyopolitika’ kavramının, farklı yaklaşımlarla ele alınarak CEREN BİLGİN tarihsel süreç içerisinde, anlam ve içeriğinde birçok dönüşüm geçirdiği söylenebilir. 1970’lerin başında [Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi, Yüksek Lisans Öğrencisi gündemde yer alan küresel ekolojik kriz nedeniyle, ORCID ID: 0000-0001-7247-7340] ‘biyopolitika’ kavramının ekolojik bakış açısıyla ele alınması söz konusu olmuştur. ‘Biyopolitika’ “Ekolojik kriz, politikanın kavramındaki bu dönüşümü değerlendiren Lemke, gündemine sirayet etmiş ve “Ekolojik kriz göz önünde tutulduğunda politik ekolojik biyopolitika yaklaşımıyla aktivistler ve toplumsal hareketler tarafından giderek küresel ekolojik krize müdahale daha fazla ele alınan biyopolitikanın, artık küresel etmeyi amaçlayan bir politik çevre krizine çözüm bulma amacı bakımından yaklaşım söz konusu olmuştur.” düzenleme çabaları ve politikalarını işaret etmeye başlamış olduğunu” belirtmiştir. Böylece ekolojik Hayatın politikanın merkezinde konumlanmasına kriz, politikanın gündemine sirayet etmiş ve neden olan ve hayatı iktidara tabi kılan ‘biyopolitika’ ‘ekolojik biyopolitika’ yaklaşımıyla, küresel ekolojik kavramının kökeni, Latince’den gelen bio [hayat] krize müdahale etmeyi amaçlayan bir politik ve politics [politika] kelimelerinin birleşimine yaklaşım söz konusu olmuştur. ‘Ekolojik biyopolitika’ dayanmakta olup, iktidarla hayat arasındaki yaklaşımının ortaya çıkışında, 1972 yılında Roma ilişkinin deşifre edilmesinde giderek önem kazanan Kulübü tarafından yayımlanarak ekolojik krizin bir kavramdır. Alman sosyolog Thomas Lemke, ciddiyetini işaret eden, Büyümenin Sınırları adlı Lebensphilosophie’yi vurgulayarak, “Biyopolitika raporun da etkisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Michel Foucault’nun, biyoiktidar ile birlikte değerlendirdiği ‘biyopolitika’ yaklaşımıysa, kavram açısından oldukça önemli bir noktada konumlanmış, hatta ilk olarak Kjellén tarafından kullanılan ‘biyopolitika’ kavramının çoğunlukla, Foucault ile anılmasıyla sonuçlanmıştır. Foucault’ya göre ‘biyopolitika’, politikanın genişlemesi değil, daha ziyade politik egemenliğin kavramlarını yeniden formüle etmesi ve politik bilginin yeni biçimlerini denetimi altına alması bakımından politikanın çekirdeğinin dönüşmesidir. Foucault, ‘biyopolitika’nın nüfustan hareketle ortaya çıktığını belirtir. Foucault’nun kavramsallaştırmasında, ‘biyopolitika’ her şeyden önce yaşamı tehdit eden risk faktörlerini, beden ve nüfus üzerinden tanımlanabilir ve dolayısıyla yönetilebilir hale getiren yaşatmaya yönelik genel stratejiye verilen
34 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I isimdir. Foucault’nun, ‘biyopolitika’ yaklaşımıyla Kârını maksimize etmeyi öncelik olarak benimseyen denetime dayanan ve mevcudiyetini bedenleri küresel kapitalist sistemin ekolojiyle olan ilişkisi tahakküm altına alarak, nüfusa dayandıran göz önünde bulundurulduğunda, artık doğal bir yaklaşım vurgulanmaktadır. Bu bağlamda çevre, hiçbir sınır tanımayan ve merkezsiz, küresel biyopolitika, modern zamanların ardından bir tehditle karşı karşıya kalmaktadır. Tarihsel gelen her şeyi akılla çözebilme, ön görebilme, süreçteki değerlendirmeler ve yaklaşımlar göz hesaplayabilme arzusunun sosyal bilimlerdeki önünde bulundurulduğunda, ‘biyopolitika’ kavramı bir yansıması olarak nitelendirilebilir. Foucault, ve ekolojinin birbirlerine içkin yapıda oldukları Biyopolitikanın Doğuşu; College De France Dersleri söylenebilir. [1978- 1979] kitabında, ‘biyopolitika’nın genel çerçevesi olarak, liberalizmi ele alır. İnsanı önceleyen Gezegensel Kentleşme liberalizm için, doğal kaynakların kutsal ya da değiştirilemez nitelik taşımadığını, iktisadi kaynak AHMET BARIŞ olarak konumlandığını söylemek mümkündür. Bu [Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi, Yüksek Lisans Öğrencisi doğrultuda, iktidarın ekonomik devamlılığının ORCID ID: 0000-0002-1170-7306] sağlanması amacıyla benimsenen liberal politikalar doğrultusunda, doğal kaynakların kullanımı söz “Gezegensel kentleşme kavramı, konusu olurken doğa tahakküm altına alınmakta küresel finans çevrelerinde ve ekolojik talana neden olunmaktadır. Bu nedenle, dönen sıcak parayı ve ulus aşırı insanı önceleyerek, ekolojik sürdürülebilirliğin göz şirketlerin yatırım faaliyetlerini ardı edilmesine dayanan sistem kurgusunu, içinde kendilerine çekmek isteyen yarış bulunulan ve etkileri gün geçtikçe daha şiddetli halindeki kentler arasında, bir hissedilen ekolojik krizin temel nedenlerinden biri kent hiyerarşisinin oluştuğunu olarak nitelendirmek mümkündür. varsaymaktadır.” Tarihsel süreçte ‘biyopolitika’ kavramını, bir başka 21. yüzyılda kentleşme, giderek daha hızlı ve yoğun perspektiften yorumlayan İtalyan siyaset felsefesi bir şekilde artmaktadır. Hızlanan kentleşme ve düşünürü Giorgio Agamben, ‘biyopolitika’ süreci, tüketimin hızlanmasını ve düzensizlikleri kavramını çıplak hayatla, politik varlık arasında de beraberinde getirmektedir. Kentleşirken, kırsal konumlanan ‘kamp’ kavramı üzerinden ele almakta alanlar ve doğal kaynaklar da hızlı bir şekilde ve istisna halinin dönüşümüne dikkat çekmektedir: tüketilmekte, atıklarla hava, toprak, su, çevre ve “İstisna hali [...] kural haline geldiği” için, her geçen uzay da aynı hızla kirletilmektedir. gün istisnai bir önlem olarak değil, bir yönetim Birleşmiş Milletler’in verilerine göre dünya tekniği olarak kendini göstermekle kalmayıp, hukuk nüfusu, 2011 yılına 7 milyar kişiyi geçmiştir ve düzeninin oluşturucu paradigması şeklindeki 2045 yılında, 9 milyar kişiye ulaşacağı tahmin doğasını da apaçık belli etmektedir. Günümüzde edilmektedir. Günümüzde bu nüfusun %55’i istisna durumundan çıkarak meşrulaştırılan çevre kentlerde yaşamakta, 2050 yılındaysa bu oranın, politikaları ve beraberinde gündeme gelen ekolojik %68 olacağı öngörülmektedir. Son iki yüz yıldır tahribat da bu bağlamda değerlendirilebilir. kapitalizmin etkisiyle kentleşme hızı aşırı bir hal almış, kapitalizmin küresel bir nitelik kazanmasıyla, Lemke, Amerikalı siyaset felsefecisi ve edebiyat kuramcısı Michael Hardt ve İtalyan siyaset felsefecisi Antonio Negri’nin, ‘biyopolitika’yı “Ekonomi ile politika arasındaki sınırların yok oluşuyla anlam bulan kapitalizmin yeni bir aşaması” olarak nitelendirdiklerini belirtir. Hardt ve Negri için kapitalizmin yeni bir paradigması niteliğinde olan ‘biyopolitika’ kavramı, ‘İmparatorluk’ adını verdikleri, yeni bir egemenlik biçimiyle ilişkilendirilmiş durumdadır. Hardt ve Negri tarafından bu durum, merkezi olmayan ve tüm devletlerin hemhal olarak bütünleşik hale geldiği küresel kapitalist sistem olarak vurgulanmaktadır.
EKOELEŞTİRİ ATLASI 35 başka bir boyuta geçmiştir. Neil Brenner ve sınırları erimeye, birden fazla büyük kent Christian Schmid, Fransız düşünür ve sosyolog merkezlerinin yavaş yavaş bir araya gelmesiyle, aşırı Henri Lefebvre’nin, Kentsel Devrim adlı erken dönem büyük kentsel adalar ve kent-bölgeleri oluşmaya çalışmasından da esinlenerek gelinen bu yeni başlamıştır. Büyük kent merkezleri büyüdükçe duruma, Gezegensel Kentleşme [Planetary Urbanism] ve coğrafi sınırları kırsal yerleşim alanlarıyla adını vermişler ve dünyadaki tüm dinamikleri birleştikçe, daha büyük ölçekte kentleşme alanları artık bu düzensiz kentleşmenin belirlediğini ortaya çıkmaktadır. Coğrafi bakımdan birbirine savlamışlardır. yakın olan bu büyük kent merkezleri, her ne kadar fiziksel ve yönetimsel olarak birbirinden bağımsız Gezegensel kentleşme kavramı, küresel finans olsalar da, yerleşimlerin giderek büyümesi ve çevrelerinde dönen sıcak parayı ve ulus aşırı birbiri içine girmesiyle kentsel adalar ortaya şirketlerin yatırım faaliyetlerini kendilerine çıkmakta ve bu yeni kentsel oluşumlar da ‘megapol’ çekmek isteyen yarış halindeki kentler arasında, bir olarak tanımlanmaktadır. Kent merkezlerinde kent hiyerarşisinin oluştuğunu varsaymaktadır. yoğunlaşarak kümelenmiş ulusötesi şirketlerin Buna göre gezegensel kent oluşumundaki yönetim merkezleriyle, servis sektöründeki şirketler öncelikler, uluslararası şirketlerin o bölgelerde önceki alan kullanımlarından kalma atıl durumdaki gerekli ayrıcalıklara sahip olabilecekleri, veya rezerv niteliğindeki arazilere olması istedikleri yatırımları ve kaynakları istedikleri gerekenden daha fazla yük bindirerek, arazilerin şekilde yönetebilecekleri, bölgesel dönüşümleri ekonomik değerini hızla tırmandırmaktadır. Bu da sağlayabilecekleri esnekliğe sahip yerlerin, sadece şehir merkezinde ya da yakın çevresinde genellikle ekonomik serbestlikle değil aynı zamanda yeni spekülatif gayrimenkul patlamaları olarak yeni toplumsal, kültürel, siyasi, ekolojik dönüşümlere ofis gökdelenleri, yüksek kalitede ikamet, altyapı, açık alanların da değerlendirilmesi olarak ön kültürel ve eğlence alanlarının kurulmasını plana çıkmaktadır. Kapitalizmin, küresel bir tetiklemektedir. Her kentsel saçaklanma hamlesi; boyut kazanması ve neoliberal ekonomi-politik enformasyon ağları, yeni ulaşım ve altyapı mantığın hegemonyası altında kentler de yatırımları sayesinde yeniden merkeze hızla anlam değiştirmektedir: “Kapitalizmin, kendini eklemlenmekte, kent merkeziyle kır arasındaki yeniden yapılandırabileceği ve sermaye birikim ayrımı ortadan kaldırarak, her yerin yarı-kentsel- süreçlerini devam ettirebileceği mekânlar olarak kırsal bir nitelik kazanmasına neden olmaktadır. gördüğü kentlere yüklenen anlam, günümüzde küresel neoliberalizmin de etkisiyle yeni biçimler Bu ekonomi-politik gelişmelerin ve kentsel kazanmaktadır. Kentlere yüklenen anlamı dönüşümlerin ışığında, gezegensel kentleşme günümüzde sermaye, mal, insan, bilgi vb. tanımını sadece kent üzerinden ele almak yerine, göstergelerin ulus aşırı akışının yoğunlaşması, kentleşmenin ve artan tüketim anlayışının sebep ekonominin serbestleşmesi ve devlet müdahalesinin oldukları üzerinden de irdelemek gerekmektedir. kısıtlanması gibi etkenler belirlemektedir.” Kentsel Denetimi mümkün olmayan bu hızlı ve düzensiz düzensizliklerin nedeni olan sermayenin bu kentleşme olgusu, doğal alanların ve kaynakların kontrolsüz mekân ve kaynak kullanımı, doğal hızla tüketilmesine veya tahrip edilmesine yol olarak toplumu da sosyo-ekonomik açıdan açmakta, dolayısıyla gezegeni birçok açıdan ekolojik ayrıştırmaya, sosyal bölünmelere neden olmaktadır. çöküntüye sürüklemektedir. Gezegensel kentleşme Toplum içerisinde belirli bir kesimi soylulaştırma tanımı, insan türünün varlığının tehlikeye girdiği yoluyla, ayrışmaya sebep olma ve alt grupların bir dönemeçte yeni örgütlenme biçimleri, milliyetçi bu soylulaşma yarışına tekil olarak dâhil olma bölünmeleri aşan kurumlar ve dayanışma isteklerini avantaj olarak görerek, emek gücünü pratiklerinin yaratılmasına yardımcı olabilecek sömürmek ve bu sürecin sürekliliğini sağlamak potansiyele sahip olması nedeniyle, sürdürülebilir amacıyla kent içerisinde var olan dinamikleri bu ekolojik dengeyi korumayı sağlayabilecek ulus hedefe göre düzenlemek kapitalist küresel kent aşırı bir strüktürün kurulmasına da önayak düzeninin başlıca amacıdır. olabilir. Kişisel girişimlerden çok toplumsal, ulusal, uluslararası ve uluslarüstü örgütlenmelerin Gezegensel kentleşmeyle, kentlerin dünya girişimleriyle hayata geçirilmesi mümkün olan haritasındaki konumlarını belirleyen ilişkiler çok ve gezegensel kentleşmenin kentler ve ulus daha hızlı değişmeye, kentlerin dünya üzerindeki aşırı süreçleri destekleyen özelliği sayesinde
36 E K O E L E Ş T İ R İ A T L A S I sürdürülebilir ekolojik düzen kurma hedeflerini canlıların yaşamlarına ilişkin, hayati kararlar gerçekleştirme imkanı bulunabilir. Buna karşın, vermekte ve bu kararların sonucunda, insan birçok açıdan farklılıklara sahip kültürlerin ortak türü dışındaki tüm canlı ve cansız varlıklar büyük bir noktada buluşmalarının zorluğu sebebiyle, ölçüde yok olmakta veya zarar görmektedir. İnsan gezegensel kentleşmenin vaat ettiği daha kapsayıcı türünün, bu sömürgeci ve istilacı karakteri insan/ ve büyük oluşumların önümüzdeki yıllar içerisinde doğa ve insan/insan-olmayan etkileşiminin radikal mümkün kılınması, kentleşme üzerinde kontrolün bir biçimde bozulmasına yol açmaktadır. Gelinen sağlanabilmesi günümüzdeki düzensiz nüfus artışı noktada, insan odaklı hümanizm anlayışı çağın içerisinde pek de mümkün gözükmeyebilir. Bu sorunlarının çözümünde yeterli olamamaktadır. çerçevede, gelecek yıllar içerisinde dünyanın sınırlı Bu noktada doğan ‘posthuman’ düşüncesi, kaynakları karşısında kapitalizmin nasıl evrileceği, hümanizmin eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. dolayısıyla küresel kapitalizmle onu var eden ve Posthümanizm, insanlığın şu anki konumunu mekansallaşma biçimlerinden biri olan gezegensel ve potansiyellerini aşmak amacıyla ‘insan’ kentleşme karşısında, dirençli bir topluluğun nasıl türünü farklı yollardan yeniden yapılandırarak, kurabileceği veya en azından devletlerin bu ortak değiştirmenin yollarını aramaktadır. amaca nasıl yönlendirilebileceği sorusu, insanlığın araması gereken en acil ve hayati cevapların İnsanlık tarihine baktığımızda Homosapiens, başında gelmektedir. insana dönüşme sürecinde doğaya karşı birçok savaş kazanmış, bu süreçte insan türü temel İlgililer için ek okumalar: karakteristiklerini doğanın zorluklarıyla baş Maria Kaika, Erik Swyngedouw, “Radical Urban Political- etmek üzerinden şekillendirmiştir. Bugünse Ecological Imaginaries; Planetary Urbanization and Politicizing problem, insanın önüne çıkan tekil zorluklardan Nature”, 2014, dérive/ Eurozine. doğanın bütüncül bir yok oluşuna dönüşmüş Neil Brenner, Roger Keil, “Küresel Kentlerden Kentselliğin görünmektedir. İnsanın doğayı keşfinden, fethine Küreselleşmesine”, Çev. Murat Üçoğlu, Birikim Dergisi, 16 Şubat uzanan perspektiften bakarak çağımızın insan 2013 https://www.birikimdergisi.com/guncel/590/kuresel- tasarımlarına odaklanmak, gerek bilimsel ve kentlerden-kentselligin-kuresellesmesine [Erişim Tarihi: toplumsal gelişmeleri gerekse insan/doğa ilişkisini 03.10.2020]. değerlendirmek bakımından oldukça aydınlatıcı Sue Ruddick, Linda Peake, Gökbörü S. Tanyıldız, Darren Patrick, olacaktır. Gezegenin katmanlı jeolojik yapısını “Planetary Urbanization; An Urban Theory for Our Time,” inceleyen ve içinde yaşadığımız dönemi Antroposen Environment and Planning D; Society and Space, Cilt 36, Sayı 3, Çağı olarak tanımlayan jeologlar, yeryüzü olarak 2017, ss. 387-404. tanımladığımız dünyanın en üst katmanı üzerindeki her noktanın, insan eliyle biçimlendirildiğine İnsansonrası / dikkat çekerek, içinde yaşadığımız jeolojik çağın Posthuman insan yapımı olduğuna dikkat çekmektedirler. Öte taraftan, insan türünün sebep olduğu tüm İREM ERDEM bu jeolojik değişimler, yeryüzündeki yıkım ve [Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi, Yüksek Lisans Öğrencisi felaketlerin sebebi olan sürekli kriz durumunun ORCID ID: 0000-0002-4768-8071] da bir göstergesidir. Bu bakış açısı doğrultusunda, insan türünün yok edici etkilerini değiştirmek Günümüzde tüm canlıların kullanımına ait doğal amacıyla, ‘insan’ olgusunu tartışan ve yeni bir insan kaynaklar, bilinçsizce hızla tüketilmektedir. İnsanlar tasarımı öneren görüşler ortaya çıkmaktadır. kendilerinden başka insanların ve insan-olmayan Posthümanizm kavramı, tüm bu krizlerin giderek görünür olduğu 20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. ‘Post’ ön eki, iki farklı anlama işaret etmektedir. İlk olarak ‘sonrası’ anlamında, hümanizm sonrası değişen insanlık düşüncesine işaret etmektedir. Diğeriyse ‘ötesi’ anlamında, teknolojinin yardımıyla insandan evrimleşebilecek yeni bir tür idealini tartışmaktadır. Kavram; etik ve adalet, dil ve türler arası iletişim, sosyal sistemler ve disiplinlerarasılığın entelektüel
EKOELEŞTİRİ ATLASI 37 özlemleri hakkındaki soruları ele almaktadır. iyi anlarsak, değişen şartlara daha çabuk uyum Posthümanizm, ‘hümanizm sonrası’ olarak sağlayabiliriz” diyerek değişimin gerekli olduğunu nitelendirildiğindeyse, hümanizm düşüncesinin vurgular. Posthuman’ın düşüncesi, ‘antihuman’ insan merkezci temellerinin eleştirisi olarak ele ve kıyameti çağrıştırsa da gezegeni paylaştığımız, alınmaktadır. 14. yüzyılda İtalya’da doğan, insanı insan ve biyolojik/yapay diğer yaşam formalarıyla evrende tek ve en yüksek değer olarak gören beraber, uzun ömürlü yaşam için elverişli olan ‘hümanizm’ kavramı, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” daha sürdürülebilir bir dünya yaratabileceği kabulünden hareketle doğmuş, insanı geliştirme düşünülmektedir. ve yüceltmeyi amaçlayan bir düşüncedir. Günümüz teknoloji çağında, hümanist bakışın bugünden Posthuman en basit anlatımıyla, niteliksel başlayarak sosyal ve felsefi anlamda değişmesi ve ve zamansal olarak insan olmanın sınırlarını geleceğe uzanan bir zamansal zeminde yeniden aşma, insan fizikselliğini ve kapasitesini yapılandırılmasıysa, hararetle tartışılan bir konudur. kavramsallaştırma uğraşıdır. Hümanist felsefeye Hümanizm ötesi anlamındaki posthümanizmse, göre insan doğası, dünyada insan olma süresi ve teknolojik gelişmelerin sürece dâhil edilmesiyle insan kimliğinin temeli değişmezdir. Posthuman birlikte, gelecekte olumlu niteliksel sonuçların ise, bildiğimiz bütün kavramları, kimlikleri ortaya çıkacağını hesaba katmaktadır. Yapay ve doğruları yıkıp, yapısökümüne uğratarak, zekâ, implantlar, siborg [sibernetik organizma], yeniden kurmayı amaçlar. Dönüştürücü süreçten makine-insan birleşmesi gibi, niteliksel değişimler ortaya çıkan yeni varoluş, sabit ve durağan değil, sayesinde geleceğin insanının bedensizleşeceği sürekli olarak yeniden oluşturulabilir, yeniden öngörülmektedir. kavramsallaştırılabilir ve yeniden düzeltilebilir olacaktır. Kimliğin ya da bedeninin yeniden Posthümanist kuramcı Rosi Braidotti, kendi şekillendirilmesiyle, değişken olmaya istekli geniş yaklaşımını “eleştirel insansonrası” olarak bir vizyona sahip bu yeni insan kavramının, tekil bir nitelendirmektedir. Braidotti, batı merkezli tanımlamanın ötesine geçeceği savlanmaktadır. Bu düşüncenin dayattığı kavramları, yapısökümüne bakışa göre, Antroposen ve modernite sonrasının uğratarak ve hümanizmi eleştirerek yerleşik ‘insan’ yalnızlaşan ve yalıtılmış olan insanın evinin alımlanışını yıkmaya çabalamaktadır. İnsanın kokusu, teknolojik ürünlerle silinmiştir. Küresel yalnızca kendine odaklanarak ve diğer tüm varlıkları kapitalizmin getirdiği hızla insanların her yerde dışlama politikasıyla, bir dünya kurmasının olabilmeleri, aslında hiçbir yerde olmamaları tehlikesinden söz eden Braidotti, insan-olmayanı anlamına da gelmektedir. Kriz çağında olmamız, odağına alarak insan merkezciliği yıkmamız bedeni ve doğayı yer kaplayan edilgen araçlar gerekliliğini savunur. Braidotti, “İnsansonrası ve gelip geçici mekânlar olarak algılamamızdan kuramı, ‘insan sahnesi’ olarak bilinen biyogenetik kaynaklanmaktadır. Nietzsche’nin de dediği gibi, çağda, insanın evrende bütün bir yaşamı etkileme bizzat kendinin doğa olduğunu unutan insan, gücüne sahip bir kuvvet haline geldiği bu tarihi “mekânın hem doğa hem de insan-olmayanlarla anda, insan için temel ortak referansın ne olduğunu birlikte yaşadığı yer olduğunu” yeniden hatırlaması yeniden düşünmemize yardımcı üretken bir araçtır” gerekmektedir. diyerek posthümanizm hakkındaki görüşünü belirtmektedir. İlgililer için ek okumalar: Posthümanist görüşü destekleyen bir başka isim, Ezgi Ece Çelik, “Antroposen ve Posthuman; İnsan Çağında edebiyat eleştirmeni olan Nancy Katherine Hayles’e İnsan Sonrası Olmak”, içinde [ed.] Ş. Öztürk, Cogito 2019, 95-96, göre, “İnsansonrası özne, sınırları inşa edilmekte ve “İnsan Sonrası” Özel Sayısı, Yapı Kredi Yay., 2019, ss. 145-160. yeniden düzenlenmekte olan bir karışım, heterojen bileşenler topluluğu, bir maddi-bilgisel varlıktır.” Yasin Yeşilyurt, “Posthümanizm ve Bilimkurgu Sineması”, İnsanlık biçiminin kökten değişebileceğine inanan Yayımlanmamış Doktora Tezi, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Hayles, bedenin ve hümanist öznelliğin inşa edilmiş Bilimler Enstitüsü, 2017. sınırlandırıcı yapısına karşı, çözüm olarak teknolojik olanakları tartışmaya dâhil etmektedir. Hayles, “Çevremizi ve kendimizi, olduğumuz metaforları koordine eden esnek, uyarlanabilir yapıları daha
38 G Ü N D E M Ümit Erdem Röportajı: Ekolojik Kriz ve İzmir R Ö P O R TA J Gezegende ekolojik kriz ULAŞ KILIÇKAYA derinleşirken, krizi tanımlamak, UMUT KOCAGÖZ ekolojiyi tanımlamak ve çözüm Ekolojinin sürekli bozulduğundan bahsedebilir yolları geliştirmek daha önemli miyiz öyleyse? hale geliyor. Gezegenden Bu ilişkiler bozulduğu zaman ekoloji bozuluyor; ekoloji bozulduğu zaman ekosistemler yok oluyor. başlayarak, Türkiye ve İzmir’in Onun için Paris Antlaşması vb. anlaşmalar yapılıyor. Dünya ısınıyor. Son Paris Anlaşması’nda, hiç ekoloji gündemini İzmir Akdeniz olmazsa 2 dereceye müsaade edelim dendi. Şu anda +3 dereceye çıktı dünyanın sıcaklığı. 1800’lü Akademisi Ekoloji Birimi yıllardan bu yana sıcaklık artışı var. Ama en çok artış 2005’li yıllarda. 21. yüzyıla girerken başlamış Danışma Kurulu üyelerinden sıcaklık artmaya. İpin ucu kopmuş, 1996 yılından bu yana, biz cepten harcıyoruz. Bugün Covid-19 diye Prof. Dr. Ümit Erdem ile tutturulan konu bile, ekolojiyle bağlantılı. Neden? Yaşam şekillerimizi değiştirdik, havayı da toprağı da konuştuk. suyu da vahşi kullanıyoruz. Bunu tarımda, sanayide de öyle kullanıyoruz. Ekolojiyi nasıl tanımlıyorsunuz? “Ekoloji; temiz toprak, temiz Ekoloji: ‘oikos’ ve ‘logia’ sözcüklerinin birleşimidir. su ve temiz hava ve bunlar ‘Oikos’, o zamanki, ‘ev’ demek; ‘logia’ ise, ‘bilim’ arasındaki temiz ilişkileri ifade demek: ‘Ev bilimi’. Ama bugün ‘Çevrebilimi’ oldu ediyor. Bu ilişkiler kirli olursa, artık ekoloji. Bu kapsamda Ekonomi’yi açıklarsak, o toprak-su-hava kirliliği başlıyor, da, ‘Oikos’ + ‘Nomos’ olarak belirlenmektedir. Yani iklim değişikliği, küresel ısınma, ‘Ev kuralları’, o halde ‘doğanın kuralları’ ve ‘insanın çölleşme gibi olgularla devam kuralları’ olarak belirleyebiliriz, iki kavramı. Bu iki ediyor.” kavramın kavgasıdır, şu anda dünyada olup biten! Çünkü ekonominin ihtiyacı; ‘Temiz Toprak’, ‘Temiz Su’ ve ‘Temiz Hava’dır. Bunları hep, ekolojiden alır, kullanır ve atık olarak ekolojiye atar ve böylece çevre sorunları başlar. Onun için, ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ diyoruz, ‘Tekrar Kullan’ diyoruz, ‘Tasarruf Et’ diyoruz ve ‘Dönüştür’ diyoruz! O halde basit olarak ifade edersek, ekoloji; temiz toprak, temiz su ve temiz hava ve bunlar arasındaki temiz ilişkileri ifade ediyor. Bu ilişkiler kirli olursa, toprak-su-hava kirliliği başlıyor, iklim değişikliği, küresel ısınma, çölleşme gibi olgularla devam ediyor. Yani ekolojinin bozunumu başlıyor, artıyor ve çevre yaşanmaz oluyor!
GÜNDEM 39 Canlılar aleminde ‘biyota’ dediğimiz yapı, birbirine Zaten 6-7 tane çalışır termik santral var. Termik bağlı bir yapıdır. Bunun içinde parazit var, bakteri santral sadece havaya o pis gazı atmakla kalmıyor, var, virüsler boşluk ararlar. Temiz suyu ve havayı fosil yakıt kullandığı için onun külü var. Geçen zedelediğimizde virüsler üremeye başlar. Boşluğun gün oraya gitmiştim. Etrafında kül toplama alanı adı bağışıklık sistemidir. Bağışıklık sistemini dedikleri bir yer var. O küller, hep denizin kenarına bozan da biziz. Bağışıklık sisteminin bozulduğu gidiyor. Her şeyi bir araya getirmemek lazım. her yerde sorun oluşur, sadece insan vücudu değil. Avrupa’da artık Çevresel Etki Değerlendirmesi yok, Bozduğumuz her ekolojik yapı, bir başka yapının Kümülatif Etki Değerlendirmesi var. Ne demek bir başka yolla bağışıklık sistemine girip tarumar kümülatif? Şu an Mordoğan’dayız, arkamızda etmesine sebep oluyor. Koronavirüs, akciğerlerin Rüzgar Enerji Santralleri görünüyor. 46 taneye tahribine sebep oluyor. Neden peki akciğerlere? ruhsat verilmiş. Dibinde yayla köyü var. Karaburun Hava meselesi. Demek ki havayı bozmuşuz. Kişi köyleri ayakta. Dibinde olduğunuzda bunlar başına, 1433 litre kullanılabilir suyumuz var. Türkiye uyutmuyor. Sürekli çalışan ve uğultu yapan bir su fakiri bir ülke. Kimse bunu fark etmiyor. Hem şey bu. Psikolojik olarak hayvanı bitiriyor. Mesela su fakiriyiz, hem de harcıyoruz. Buna rağmen yumurtlamayı geç yapıyor, döllenme tersine litosferdeki, yani toprak üzerindeki nehirler, göller gelişiyor. Böyle zararları var. Mesela bir yerde gibi sulak alanları kullanamıyoruz, koruyamıyoruz. yerleşim alanı varsa, bu yerden en az 3 kilometre ileride olmalı, vb. Ama bizim için asıl tehlike olan şey Örnek verecek olsanız? şu: Kapasite hesaplanmalı. Kaç tane rüzgar gülüne dayanır burası. Diyelim ki 30 tane. O zaman 30 Büyük Menderes, bugün zehir saçıyor. Çevresinde taneyi geçmesin. 3 tane şirkete verilsin ruhsat gerisi tarım yapılıyor. Gediz, aynı şekilde. Hatta Emiralem yapılmasın. Burası turizm bölgesi ama bu rüzgar çilekleri denilen meşhur çilekler, ne yazık ki zaman türbinleri turizmi de bitiriyor. 10 tane rüzgar gülü zaman su yokluğundan orada yıkanıp geliyor. Soğan, olacak yere sen 30 tane koyarsan, etkisi yükseliyor, patates, oralarda yıkanıp geliyor. Milli Park olan yerler bir zarar varken 10 zarar oluyor… bugün ne yazık ki kurumaya yüz tutmuş durumda. Bir örnek; Marmara Gölü. Bugün çevresinde birçok “Koronavirüs, akciğerlerin tahribine sebep ilçenin balık tutulan yeri, sulama için çok önemli ama oluyor. Neden peki akciğerlere? Hava meselesi. kaybettik. Neden? Ekoloji burada kural koymuş: Yeraltı Demek ki havayı bozmuşuz.” sularını gıdıklarsanız, yerüstünde mutlaka sorun olur. Yani şunu demek istiyorum, ekolojinin kurallarıyla 2016 yılında Yeniden Akdeniz dergisi içerisinde oynarken, ekoloji gibi davranmak gerekli. Ekonomiyi yayınlanmış bir röportajınızda “doğanın bize tanımlarken de öyle. ‘Ekolojik Ekonomi’ olmalı, yani bir değil, bizim doğaya ihtiyacımız var” şeklinde bir şeye dokunurken kaç yere dokunuyorum, bu bilinmeli. vurgunuz vardı. O günden bugüne değişen bir şey Kültürpark gibi hassas ekolojik bölgeler, bunun başka var mı? örnekleri. Neden hassas ekolojik bölge? Çünkü bir yerinden dokunduğumuz zaman, her yerinden ses Maalesef değişen birşey yok. 2000 yılında geliyor ve oradan elde edebileceklerin tamamını elde İzmir’in hava kalitesini tespit etmek için bir edemiyoruz. Yeraltı otoparkı yapıldı biliyorsunuz. çalışmaya başladık. Bir model geliştirdik. O öngörü Ama hiç olmazsa, manolyalara dokundurtmadık. araştırmasında, dedik ki, 2010 yılında bu düzelir. Fuar’ın da tarihini yazan bitkiler var; 7 ülkeden buraya Çünkü, çevre dostu teknoloji gelir dedik, gelmedi. bitkiler geldi. Yani zamanında Behçet Uz, hep böyle İki, yatırımcı ve siyasetçi düzelir dedik çünkü hadi gelen giden, hediye getirince, “Bakın burada yeni bizi düşünmüyorsunuz, torunlarınızı düşünürsünüz bir şey kuruyoruz, getirdikleriniz sizi temsil etsin, dedik, olmadı. Bir de başka şey, en önemlisi, halk bitkiler getirin…” demiş. Oradaki bitkiler öyle bitkiler, bilinçlenir dedik. Sadece halkı bilinçlendirebildik. yani değişik ülkeleri temsil eden bitkiler, ayrıca 1939 Halk bu işte görev aldı. Yürüyüşler yaptı, karşı çıktı. yılından bugüne daha 100 yaşını doldurmamış genç Hala Aliağa’yla ilgili tartışmalar sürüyor. Bir başka bitkilerdir. örnek, Ovacık Altın Madeni. Ben varım, faunayla ilgili kuşçu Prof. Dr. Mehmet Sıkı var, bir de florayla Toprak ve sudan bahsettiniz, peki hava? ilgili rahmetli Prof. Dr. Yusuf Gemici vardı. Tespit Aliağa’yla uğraştığımız kadar, hiçbir yerle uğraşmadık. Hala termik santral diye tutturuyorlar.
40 G Ü N D E M raporunda, WWF’nin listesine giren kuşlar olduğu fakiri bir ülkeyiz ama 26 tane havzanın sahibiyiz. gibi bitkiler de çıktı. Ayrıca, maden yerinin, fıstık Bunlardan bir tanesi kapalı havzadır: Tuz Gölü, çamlarına uzaklığının da kuş uçuşu, 2 kilometre denizle buluşmaz. Diğerleri denizle buluşur. Ve bu kadar olduğu belirlendi. Ama geçen gün okudum, havzalar içinde, örneğin, Dicle, Fırat, Meriç, Aras, ve 10-12 yıldır verimde düşüş var deniyor. O zaman Ergene bu sınırsızlığa güzel örneklerdir. Biz burada dedim ki buraya bunu yaparsanız, fıstık çamları onu kirletirsek, diğer ülkeleri etkiler. Hava da aynı zarar görür. Kozak Yaylası’ndaki fıstık çamlarındaki şekilde sınır tanımaz. Aliağa’da termik santralde sorun, koza emen böceklerden kaynaklanıyor deniyor. pompalanan gazlar yukarı çıkar, nemle buluştuğu Peki böcek buraya nasıl geldi? Hava kirliliğinden yerde hidrosülfürük asite dönüşür. Asit yağmurları geldi. Gerçekten zarar görüldü. Çünkü neden? oluşur. Onlar iner aşağı, ormanı yakar. Ağaçsızlık Ekolojiyi doğru tutturamazsanız, bir kere yaşamsal büyük bir sorun olur. Onun için yeşil doku çok alanın bağışıklık sistemini bozuyorsunuz. Siyanürlü önemli. Biz bunlara yutak diyoruz, yeni adıyla. O atık havuzunun buharlaşmasına müsaade edildiği yüzden 1 cm2 yeşil bile çok önemli; Kültürpark’ı gibi, bir de genişletilmesine izin verildi. Bütün bunlar yeşiliyle korumalıyız. Bu yüzden yol ağaçları, artı zarar olarak geri döndü. İşte nitekim orada, fıstık meydan ağaçları, kent ormanları ve ormanlarımızı çamlarında bu olayı yaşıyoruz. titizlikle korumalıyız. Bir yerde olan başka yeri de etkiliyor değil mi? “Sivil Toplum Kuruluşları’na, bilgi Ekolojik bakışımızın sınırları olmalı mı? verdiğin kadar onlar iş görebilirler. Bizim altın madeni hususunda Hiç mümkün değil. Ekolojinin sınırları yok. Yine verdiğimiz mücadele de buna aynı örneği vermek zorundayım. Yunanistan dayanıyordu. Bunu başaracak ayağa kalktı biz burada siyanürlü altın üretimine ekip üniversiteler, akademik geçiyoruz diye. Çünkü Ege Denizi kirlenecekti ki, ortamlardır. Akademik ortam kirleniyor. Termik santral deniz kıyısına kuruluyor, örnek olmak zorundadır.” denizden suyu alarak soğutma suyu yapıyor. Ama sonra ne yapıyor? Denizin içine ısınmış suyu atıyor. Ne bozuluyor? Flora ve fauna bozuluyor. Yani Foça’da bunları biliyoruz, yaşandı. Örneğin, biz su
GÜNDEM 41 İzmir’in ekoloji gündemlerinden devam edelim. Yerel yönetimler düzeyinde ekolojik varlığımızın Karbon nasıl bir yer tutuyor? korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması yönünde izlenecek en temel politikalar neler İzmir, Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği’ne üye. Kentler olabilir? Birliği’nde kesin bir şey var; karbon salımını 2030 için %20 azaltacağız. Bunun çeşitli örneklerini Ekolojik yapı bakımından, çöp olayında büyük görüyoruz. Avrupa Bisiklet Ağı [Eurovelo] konusu gelişme var. İmar düzeyinde, hala bilinçsiz bir daha önce de gündemdeydi, Tunç Soyer bu konu şekilde hücum halindeyiz. Yani sadece İstanbul üzerinde duruyor. Ayrıca bisiklet de kullanıyor. değil, bulunduğumuz her yere bina yapmaya Yeşilyurt’ta şahane bir kültür merkezi yapılıyor, kalkıyoruz. Onun için şehir bölge plancılarının üstü tamamen güneş enerjisi üretecek. Güneş dediğini yapmalı. Zaten bunun bir kuralı var. Süper enerjsini böyle kullanmalı, uygun yerde, uygun bir kenti konuşuyorsak, binalar ve taşıt yolları teknolojiyle uygun sayıda, uygun ölçekte olmalı. belli bir oranı geçmemeli. Gerisi ne olacak? Kent Böyle olursa ancak yenilenebilir olur, yoksa ormanları, tarım alanları, kentsel parklar, doğal yenilenemez zaten. İzmir’de ekolojik gündemlerin yaşam alanları… Örneğin, İngiltere’de Ebenezer başında gelen şeylerden bir başkası, sanayicinin Howard’ın Bahçe-şehir [Garden City] fikri. Bir dönem bilinçlenmesi gerekliliği. Bunun için, Sivil Toplum Egekent ve benzeri yerleşimler kuruldu İzmir’de. Kuruluşları’nın düşünce alanında daha fazla katkısı Bunlar da önemliydi. Eskiden Karabağlar’da, alınmalı. Başka bir mesele, çarpık kentleşme. İmar Buca’da üzüm bağlarının arasından geçip giderdik. izinleri ekolojiye göre verilmiyor. Eğer öyle verilseydi, Oraları hatırlıyorum. Karabağlar, Buca, Bostanlı, İzmir’de imbattan herkes yararlanırdı, hakim rüzgar Bornova İzmir’le çoktan birleşti artık. Bu yerleşimler yönü olan kuzeybatı rüzgarı sebebiyle Aliağa’nın hakkında hiçbir şey bilmiyorsanız isimlerine bakın dumanını külünü burada hissetmezdik. derim. Şimdi biz ne yaptık? Bostanlı’ya apartmanlar diktik. Örneğin, Mersinli. Mersini olduğunu için Bu ölçülebiliyor mu? adı Mersinli. Şimdi git bir tane mersin bulamazsın. Çınarlı, çınarı olduğu için adı böyleydi. Bütün Karbon miktarı üzerine bir takım çalışmalar var. bunlar yok oldu gitti. Egekent ve benzeri projeleri, Şöyle özetleyelim; havada göremediğimiz bir grup uydukentler haline getirebilseydik ancak o zaman var, partikül madde, PM. PM, 1 m3 havada tozun ya yapılaşma belli bir düzeyde tutulmuş olurdu ve yeşil da atığın miktarı demek. PM sınır miktarı olarak, doku ancak o zaman rahat nefes alacak duruma Almanya 20 demiş. Avrupa’da en fazla, 30’a çıkıyor. gelebilirdi. Gelelim yerel yönetimlerin bir başka 30 mikrogram/m3’te. Bizdeki değer ne biliyor noktasına. Yerel yönetimler yeşil dokuya önem musunuz? 50 mikrogram/m3. Onun için, sanayicide vermelidirler. Burada peyzaj mimarları önemli bilinçlenme şart. Hatta onlar koşturacak temiz su görev üstlenmelidir, çünkü ‘yeşil doku’ onların işi. için. Temiz su olmazsa, üretemez. Temiz toprak Yapılacak şey basit aslında, yeşil dokuyu artırmak. olmazsa, tarım gelişmez. Tarımda vahşi sulamanın Bir başka konu, okaliptüs düşmanlığı. Peyzaj ortadan kaldırılması lazım. Temiz suyun idareli mimarlarına danışılmadan mahallenin isteğiyle kullanılması gerekir. Bunun için de suyu koruyan ağaç kesiliyor, budanıyor. Ben hep onu diyorum. teknoloji kullanılmalıdır. Okaliptüslerin hepsi gidin bakın, eşek tıraşı gibi budanıyor. Kuş Cenneti’ndeki okaliptüsleri İzmir için tarımda su sorununu nasıl görüyorsunuz? kesmişler, şimdi kuş gelmiyor. Problemleri bilen ve çözebilen kişilerle yönetmek gerekir. Siz, Sivil İzmir’in bir büyük problemi, Küçük Menderes Toplum Kuruluşları’nı bilinçlendirmezseniz, aynı Havzası. Ödemiş Beydağları’ndan çıkıyor, şekilde devam ederler. Onun için bilinçlendirme Selçuk’ta o muhteşem ovayı suluyor. Oraları gerekli, bunun adına da ekolojik eğitim diyoruz. pamuk tarlasıdır. Pamuğun en iyisi yetişir orada. İzmir Akdeniz Akademisi’nde ‘Ekolojik Okuryazarlık O bölümler sulanarak, gidiyor Ege Denizi’ne Eğitimi’ çalışmaları devam etmeli. Bu, sadece oraya dökülüyor. Daha önce, Efes’le buluşuyordu. Şimdi gelenlere değil, Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bu Küçük Menderes’i düzeltmek bizim elimizde. de verilmeli, köylerde verilmeli. Köy olayı da geriye Böyle yerlerimizde, Havza Proje ve planlarına dönmeli. Köyleri kaldırdık. Çiftçi yok oldu, çiftçi önem vermeliyiz. Arazi kullanım kararlarımızı bulamıyoruz. Köydeki gençler zaten durmuyor, böyle yönlendirmeliyiz. Böylece hem doğru su gidiyor kentlere, kapıcı oluyor. Kimse gitmiyor kullanımına, korunmasına ve en önemlisi de su tasarrufu için iyi bir örnek olmalıyız.
42 G Ü N D E M tarlaya çünkü para etmiyor. Oradaki çiftçi parayı Fethiye’de denize dökülüyor. Niğde’deki patatesçiler bulamayınca kredi alıyor, neyin karşılığında, toprak de aynı durumda. Tarladaki ürünlerin dağıtımının karşılığında. O yüzden toprağın çoğu ipotekli. yapılması çok mu zor? Bu iş ara duraklar, bekleme durakları yapılarak çözülemez mi? Bir yandan da İzmir’de çiftçiler kooperatiflerde bir araya geliyor. Akademi’nin rolünden devam edelim. Ekolojik ortak geleceğimizin özgürleştirici pratiklerle Kooperatiflerle alışveriş yapmanın serbest olduğuna birleştirilmesinde genel olarak üniversitenin- ilişkin bir mevzuat var. O maddeden hareketle Aziz akademinin rolü nedir sizce? Kocaoğlu döneminde belediye bu işi başlattı, Tire Süt Kooperatifi devreye girdi. Şimdi de Tunç Soyer A’dan Z’ye, rolü var. Akademik ortam, bütün bu işi, daha geniş ve olumlu bir biçimde sürdürüyor. kurumlara örnek olmak zorundadır. Çünkü orada Ekonomik bakımdan üretim gücü yaratıldığında, bilgi var, çalışmalar var. İkincisi, en önemlisi, bu bu iş kotarılır. Kooperatiflerin görevi bu olmalı. söylediklerimizi ilkokul çağındaki çocuklara Tarıma dönüş mutlaka olmalı. Ve bu kooperatif verebilirler. Yani, biz boş zamanlarda ilkokullara olayı, köy olayı aynen devam etmeli eskisi gibi. Bu gidip ders veriyorduk. Akademik çalışmalardaki sorunun en güzel çözümü, Köy Enstitüleri’nin en önemli şey, aslında akademisyenlerin onlara kurulmasıdır. Oradan her türlü birikimli insan gelinmesini beklemek yerine, onların kişilere yetişiyordu. Üniversiteleri çoğaltmak yerine, teknik ulaşmasıdır. Bizler uygulamacıyız; yerinde, çiftçiyle yapıları çoğaltmak daha doğru. Örnek vereyim, beraber çalışarak bunları yapmak zorundayız. yıllardır söylüyorum. Mordoğan’daki eski kooperatif Demokratik ortamlardaki en önemli elemanlar, binasının olduğu yere, Tarım Teknik Okulu veya yasayı çıkaran yasama organı, yürütme organı, onu Tarım Teknik Meslek Yüksek Okulu yapılmalı. İki denetleyen yargı organı, medya ve artık bugün yıllık. Burası tarıma da tarım teknolojisine de aç. önemli bir yeri olan Sivil Toplum Kuruluşları’dır. Özgün ürünler burada yetişir. Sivil Toplum Kuruluşları’na, bilgi verdiğin kadar onlar iş görebilirler. Bizim altın madeni hususunda Eşitsiz gelişim de var, yani, bir yerde çiftçi ürettiğini verdiğimiz mücadele de buna dayanıyordu. Bunu satamazken diğer tarafta aynı ürün pazarda bile başaracak ekip üniversiteler, akademik ortamlardır. yüksek fiyatlara satılıyor. Akademik ortam örnek olmak zorundadır. Aynı şey İzmir Akdeniz Akademisi için de geçerli. Örnek Evet şu an domateste olduğu gibi… Pazarda 5 olmalı, Akdeniz’e özgü her şeyin ortaya çıkabileceği liradan aşağıya pembe domates alamazken,
GÜNDEM 43 platformlar yaratmalıdır ve bugüne kadar Gerçekten ekolojik bir dünyadan bahsediyorsak, yaptıklarını yayarak ve yaşatarak genişletmelidir. mevcudun sürdürülebilir olmadığı, kapitalist sistemin ortadan kalkması gerektiği görüşü Buradan gündelik hayatımıza geçelim. Ekolojik hakkında ne düşünüyorsunuz? kavrayışı hangi alanlarda pratiğe geçirmeliyiz? Mülkiyet hissinin varoluşundan beri kaçakçılık Bu konuda başarabileceğimiz -hatta bazı noktalarda var, yani doğadan kaçırmak. Çünkü en basit, başardık da- atık sorunu üzerine konuşalım en kolay, en yasaya uydurulabilecek olan şey isterim. Gündelik yaşamımızda bu konuyu ele almış doğadan kaçırmaktır. Mülkiyet edinme yapısı, durumdayız. Atıklarımızı ayırmayı başarabiliriz. Çöp düzenlenmediği sürece bu iş aynen devam eder. denen bir şey yok, bunu bilmeliyiz. Çöp dediğimiz Yani evet bu sistemde bu durum daha çok olur. şeyden enerji elde ediliyor. Biyoenerji deniyor Bakın bir örnek olsun, Güzelbahçe Go-kart pisti. buna. Çöp, bize aynı zamanda en önemli şeyi verir, Çok ayıp bir olay. Orada tarım alanı var, zeytin bilinçlenmeyi. İnsan olmanın başlangıcı bana göre alanı var. Kesinlikle karşı çıkılması gereken bir şey. en başta çöpü tanzim etmekle mümkün. Yani Tunç Soyer de bizzat gitti, bir arka oldu. Orada kağıdı ayıracaksın, gazeteni ayıracaksın, şişeleri halkın bilinci yeter… Merkeze getireceğimiz kişileri ayıracaksın, plastiği ayıracaksın… Bazı ülkelerde seçerken ekolojik seçim yapmamız lazım. Böyle bir evde iki adet lavabo vardır. Eriyip de kompost şey olması lazım. Almanya bunu başardı. Bu işlerle olabilecek olan atıkları bir lavaboya döküyorlar, uğraşanları, kent bilimcileri, karar vericiler oluyor. orada parçalanıp konut sitesinin kompost bölümüne Ekolojik başkanlar seçebilmeliyiz. Biraz abartılı ama gidiyor. O bölümde artıkların üzerine kireç atıyorlar bence doğru olan bir şey bu. Çünkü sosyal sistemler, ve hazır gübre oluyor. Bu çöple ilgili en basit çözüm. ekolojik sistemler ile sürekli kavga halindedir. Recycling, Reusing, Reducing; yani ‘tekrar kullan’, Sosyal sistemlerde ne var? Nüfus… Nüfus devamlı ‘geri döndür’ ve ‘tasarruf et!’ çoğalıyor. İzmir her yıl 100 binin üzerinde göç alıyor. Politikanın da ekolojik olması lazım. Bana hep Burada temel felsefe ekolojik dengenin korunması soruluyor ve hayret ediyorum. Covid-19’dan sonra olmalıdır. Bunun adına “sürdürülebilir kalkınma” ekonomiyi düzeltmek için ne yapmak lazım, diye. diyoruz. Her şeyi öyle kullan ki torunların da Hayır, ekonomiyi değil ekolojiyi düzeltmek lazım. kullansın. Ama biz öyle yapmıyoruz. Şu anda Ekoloji başta gelir. Ekoloji düzelmeden ekonomi Amerikalı gibi yaşarsak eğer 4 tane dünyaya düzelmez. ihtiyacımız var. Bizim için de 1,5 dünya diyorlar ama daha fazla olabilir.
44 G Ü N D E M İzmir’de Alternatif Tarımsal Gıda Sistemi ve Kentsel Gıda Planlamasının Olanakları* EMEL KARAKAYA Küresel Tarım-Gıda Sistemi neoliberal söylem ve ideolojiyle biçimlenen bir AYALP rejimdir. Bu rejimde, tarım-gıda şirketlerinin artan [Dr. Öğretim Üyesi, Tarımın küresel ekonomi-politik zemini gücü vardır ve bu durum, küresel ölçekte yaygın İzmir Demokrasi üzerinden bir değerlendirme yapıldığında içinde biçimde kendini göstermektedir. Tarım ve gıda Üniversitesi, Şehir bulunduğumuz dönem, ‘3. Gıda Rejimi’ olarak sistemlerindeki bu değişimin yarattığı ortamları, ve Bölge Planlama adlandırılmaktadır ve Türkiye de bu rejimin bir 1980 sonrası Türkiye’si için kısaca özetlediğimizde; Bölümü] parçasıdır. Sömürgecilik döneminde, Britanya devlet koruması altındaki köylülükten piyasanın hâkimiyetindeki ‘1. Gıda Rejimi’ ve II. Dünya değişken koşullarına ayak uydurmak zorunda FATİH ÖZDEN Savaşı sonrası ABD hegemonyasında şekillenen bırakılan bir çiftçiliğe geçiş yaşanmıştır. [Dr., Ege Üniversitesi, ‘2. Gıda Rejimi’nin ardından, 1980 sonrası başta Tarım Ekonomisi çok uluslu ve ulus ötesi olmak üzere şirketlerin Küresel endüstriyel tarım ve gıda sisteminin Bölümü] hâkimiyetindeki tarım-gıda sistemi ‘3. Gıda Rejimi’ ürettiği önemli sıkıntılar bulunmaktadır. Mevcut veya ‘Şirket Gıda Rejimi’ olarak nitelendirilmektedir. sistem kırsalı ve doğal yaşamı tahrip ederken, girdi ZERRİN ÇELİK Günümüzde ulusal ve küresel düzeyde, tarım ve ürün piyasalarının tekelleşmesini sağlamakta ve [Dr., Uluslararası politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında başta küçük aile çiftçileri olmak üzere, çiftçilerin Tarımsal Araştırma bu ana eksen gözden kaçırılmamalıdır. aleyhine sonuçlar doğurmaktadır. Tarım ve gıda ve Eğitim Merkezi Ülkemizdeki tarım politikalarını da bu ana eksen sistemi üzerinde hegemonya yaratan uygulamalar, Müdürlüğü, Tarım şekillendirmektedir. kısaca Şekil 1’de sunulmuştur. Uygulama ve Ekonomisi Bölümü] faaliyetler; öncelikle ekosistem ve doğal kaynaklar için; ikincisi köylü ve çiftçiler için; üçüncü olarak da “Tarım ve gıda sistemlerindeki bu değişimin tüketiciler için birtakım sorunlar üretmektedir. yarattığı ortamları, 1980 sonrası Türkiye’si için kısaca özetlediğimizde; devlet koruması Tarım ve gıda sisteminde çiftçiler aleyhine sermaye altındaki köylülükten piyasanın değişken birikimine neden olan etmenler; uygulanan koşullarına ayak uydurmak zorunda politikalar, özelleştirmeler ve küreselleşmeyi bırakılan bir çiftçiliğe geçiş yaşanmıştır.” yöneten IMF, DB ve DTÖ gibi kurumlardır. Şirketleşme, sözleşmeli tarım, toprak gaspı, enerji Türkiye’nin bugün küresel gıda sisteminin bir tarımı, finansallaşma ve bu yolla çiftçilerin daha parçası olduğu söylenebilir. Sömürgeci ülkelerin çok borçlanması; tarımda, kırsal yaşamda en önemli hegemonyası ekseninde kurulan serbest pazar, sorunları yaratmaktadır. Öte yandan sürdürülebilir 1970’lere kadar küresel ölçekte dünyada hâkimiyet enerji kaynağı olarak ifade edilen HES, RES, JES gibi gösteren kalkınmacı bir yaklaşımla sürmekteydi. enerji santralleriyle, madenler, taş ve kum ocakları Yeşil devrim denilen olgu, sanayideki kalkınmacı da tarım ve orman alanları üzerinde büyük bir baskı yaklaşımın tarımda sürdürülmesiydi. Küresel, unsurudur. Tarım dışı sermaye birikimine neden şirketleşmiş gıda rejimi, oligopol piyasa üreten, olan tüm bu gibi faaliyetler, doğal kaynakların ve yaşamın geri döndürülemez bir şekilde tahribatına neden olmakta, tarım ve gıda sistemini olumsuz etkilemektedir.
GÜNDEM 45 “Endüstriyel tarım ve gıda sistemi hem girdi piyasası hem de ürün piyasasının büyük etkisi altındadır. Tarımsal girdiler açısından çoğu dünya ülkesinde olduğu gibi Türkiye‘de de bazı sektörlerde özellikle de pestisit ve tohum sektöründe çok derin bir oligopolleşme gerçekleşmiştir.” Şekil 1. Endüstriyel tarım-gıda sistemi ve sermaye birikimi. Firma 2007 2011 2014 2017 Endüstriyel tarım ve gıda sistemi hem girdi piyasası hem de [%] [%] [%] [%] ürün piyasasının büyük etkisi altındadır. Tarımsal girdiler açısından çoğu dünya ülkesinde olduğu gibi Türkiye‘de de Bayer Crop Science 2 3 3 bazı sektörlerde özellikle de pestisit ve tohum sektöründe çok 23 26 26 34 derin bir oligopolleşme gerçekleşmiştir. Şekil 2 de görüldüğü Monsanto gibi dünyanın en büyük altı firması dünya pestisit ticaretinin %75’ini kontrol etmektedir. Pestisit sektöründeki bu en büyük DuPont 15 18 21 22 altı şirket, tohum pazarının lideri olan yedi firma arasında Dow Agrosciences <2 <2 4 yer almaktadır ve dünya tohum pazarının %71’ini elinde bulundurmaktadır. Bu ticari strateji, alıcılara az seçenek Syngenta 9 9 8 7,5 bırakmakta ve ürünlerini aynı tedarikçilerden temin etme zorunluluğunu getirmektedir. Groupe Limagrain 6 555 Şekil 2. Küresel pestisit ve tohum piyasasını paylaşan şirketler., Land O’Lakes 4 4-- Bu iki önemli tarımsal girdi sektöründe var olan oligopol piyasa, 2015-2018 yılları arasında satın almalar ve KWS AG 3 444 birleşmelerin de etkisiyle tekelleşmenin yaşandığı bir piyasaya dönüşmüştür [Çizelge 1 ve 2]. İlk 4 Toplamı 53 58 60 68,5 Diğerleri 47 42 40 31,5 Çizelge 1. Dünya tohumluk piyasasında çok uluslu şirketlerin payı Monsanto ve Bayer ile DuPont ve Dow Agrosciences [şirketin yeni adı, Corteva Agriscience olmuştur] birleşerek, sadece bu dev iki firma tohum pazarının %56’sını yönetmeye başlamıştır. Pestisit sektöründeyse, diğer iki birleşme ve satın almanın yanı sıra Syngenta ile Chemchina firması arasında bir birleşme gerçekleşmiştir. Sadece bu üç yeni şirketin, pestisit pazarının %58,2’sini elinde bulundurduğu durum ortaya çıkmıştır. Firma 2007 2011 2014 2017 [%] [%] [%] [%] Syngenta Chemchina 19 23 20 23,8 Bayer Crop Science Monsanto -- - 23,1 BASF 12,5 Dow Agrosciences 19 17 18 11,3 DuPont 70,7 İlk 4 Toplamı 97 8 29,3 Diğerleri 11 12 13 10 10 10 67 6 59 62 61 41 38 39 Çizelge 2. Dünya pestisit piyasasında, çok uluslu şirketlerin payı.
46 G Ü N D E M Türkiye’de tarımsal yapıyı işletme ardından ‘Bütün Şehir Yasası’ gibi birçok yasayla doğrudan ya büyüklüğü ve işletmelerin tasarrufundaki da dolaylı olarak etki etmiştir. arazi büyüklüğü açısından değerlendirdiğimizde; genellikle Tarımın istihdam gücü ve ekonomi içerisindeki payı, işletmelerin sahip olduğu arazilerin küçük 1980’lerden bu yana sürekli azalma eğilimindedir. Özellikle ve parçalı olduğu görülmektedir. 2000 yılından sonra sabitlenerek iniyor olmasıysa dikkat çekicidir [Şekil 3]. Tüm bu yaşananlar, toprağa bağlı olan gruplar için Şekil 3. Tarımın ekonomiye ve istihdama katkısı [1980-2015]. mülksüzleşme ve kırsal yaşamın tahribatı gibi sorunları ortaya çıkarırken; ekosistem için doğal tahribat, ekosistem Türkiye’de iller bazında tarımın Gayri Safi Yurtiçi yıkımı ve kaybına neden olmaktadır. Toplum açısından yani Hasıla’ya [GSYİH] katkısı incelendiğinde; İzmir’in %4,43 tüketiciler boyutuyla ilgili olarak, halk sağlığı ve gıdalara oranla, Konya’dan [%5,79] hemen sonra geldiği ve öne karşı güvensizlik sorunu oluşturmaktadır. Öte yandan çıktığı görülmektedir [Şekil 4]. Manisa ve İzmir’in payları en temel haklardan biri olan adil ve sağlıklı gıdaya erişim toplandığındaysa, %8’in [%4.43+%3,91] üzerinde bir tarımsal konusunda da, eşitsizlikler ortaya çıkarmaktadır. GSYİH ile Türkiye’de ilk sıraya yerleştiği görülmektedir. Türkiye’de Tarımsal Yapı ve Tarım-Gıda Sistemi Türkiye’de tarımsal yapıyı işletme büyüklüğü ve işletmelerin tasarrufundaki arazi büyüklüğü açısından değerlendirdiğimizde; genellikle işletmelerin sahip olduğu arazilerin küçük ve parçalı olduğu görülmektedir. İşletme başına düşen tarım arazisi parça sayısı; 5,9 adet olup, ortalama parça büyüklüğüyse 12,9 dekardır. Tarımsal işletmelerin %80,7’si, 100 dekardan küçük işletme büyüklük gruplarında yer almaktadır. %25,9’u, 20-49 dekar işletme büyüklük grubunda yoğunlaşmakta, 200-499 dekar işletme büyüklük grubunda yer alan işletmelerin tasarrufunda bulundurduğu araziyse, toplam arazinin %29,1’ini oluşturmaktadır. Türkiye ölçeğinde büyük olarak nitelendirilen, dünya Şekil 4. İllere göre tarımsal GSYİH-2017 yılı. ölçeğindeyse küçük arazi sahipliğine karşılık bulan rakamlar, toplam arazinin %40,4’ünü oluşturmaktadır. Küresel İzmir’in bu durumunda, özellikle 2000’li yıllardan bu yana şirketleşmiş tarım ve gıda sisteminin kâr edebilmesi gösterilen çabaların çok büyük etkisi bulunmaktadır. Bu için, büyük alanlarda monokültür bir üretim yapılması bağlamda İzmir, tarımsal potansiyelini koruyabilmiş, kent gerekmektedir. Küçük ölçekli arazi sahipliğinin yaygın olduğu çeperlerinde tarımı devam ettirme konusunda ısrarcı olmuş bir yapıda, söz konusu sistem uygulatılmaya çalışıldığında -ne ve diğer sektörlerin yanında önemli bir sektör olarak hayatta yazık ki küçük çiftçiler bu sistemlere mahkûm edilmektedir- kalabilmeyi başarmıştır. önemli sorunları beraberinde getirmektedir. Özellikle İzmir, Ege Bölgesi için ya da Türkiye’nin batı kıyı şeridi için araziler parçalı ve küçüktür. Mülkiyet deseni ve büyüklüğü, tarım ve gıda sistemleri için önemli bir yapısal durumdur. Küresel tarım ve gıda sisteminin, Türkiye’ye etkileri özellikle “Türkiye’de iller bazında tarımın Gayri 2000’li yıllardan sonra hız kazanmıştır. Bu dönemden sonra Safi Yurtiçi Hasıla’ya [GSYİH] katkısı tarım ve gıda sektöründe doğrudan sermaye yatırımları, incelendiğinde; İzmir’in %4,43 oranla, özelleştirmeler, serbestleşmeler artmıştır. Devletin Konya’dan [%5,79] hemen sonra geldiği küçültülmesi ve piyasalardan çekilmesi gerektiği söylemleri ve öne çıktığı görülmektedir.” itibar görmüş ve böylelikle kamu yatırımları azalmaya başlamıştır. Avrupa Birliği [AB] programı, tohum yasası ve
GÜNDEM 47 Türkiye’de Alternatif Gıda Sistemi yaygınlaştığı 2012 yılı ve sonrası, ‘Köylü Tarımının Yeniden Yerelleşmesi’ dönemi olarak adlandırılabilir. Köylü Dünyada küresel şirketleşmiş tarım ve gıda sisteminin pazarlarının ve yeryüzü pazarlarının, yine Türkiye’nin karşısında direnemeyen köylü/çiftçi hareketleri, güven batı kıyı şeridinde kurulduğu görülmektedir. Tüketici duymayan ya da direnemeyen tüketicilerle, çevre örgütlenmesinin ‘sivil inisiyatif’ olarak kaldığı, tüketim hareketlerinin kırsal alanda yaşayanlarla ilişki kurması ve kooperatiflerinin İstanbul dışında gerçekleşemediği durumsa bu üç grubun bir araya gelmesiyle, alternatif tarımsal ve ayrıca vurgulanması gereken önemli bir konudur. gıda sistemleri ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki yansıması, 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan “Türkiye’nin farklı kentlerde tüketicilerin Yerleşimleri Konferansı’ndan [Habitat II] sonra olmuştur ve bir araya gelerek oluşturdukları tüketici bir hareket ortaya çıkmıştır. Söz konusu hareket, 1990’lar örgütlenmesi, 2010 yılından bu yana ve 2000’ler boyunca kimi kooperatif, dernek ya da sendika özellikle hız kazanmıştır. Tüketiciler, gibi örgütlenmelerde bir araya gelen üreticilerin ve üretici kurdukları birtakım dayanışma ağları örgütlerinin kendilerini dönüştürmesiyle başlamıştır. aracılığıyla daha güvenilir, sağlıklı, adil, ekolojik olarak üretilmiş tarımsal Tarihsel olarak tarım ve gıda ağlarını incelediğimizde; ürünlere erişmeyi amaçlamaktadır.” 1990’larda tarıma dayalı geçimin ve yaşamın çevre, göç ve kentsel gelişimle ilişkisinin sorgulanmasıyla başlayan ilk İzmir Alternatif Tarım ve Gıda Ağları dönem olarak ele alabileceğimiz dönem, ‘üretici-tüketici ve Yerel Yönetim Deneyimleri müşterekliği’ olarak adlandırılabilir ve Buğday Derneği bu dönemi temsil etmektedir. Alternatif tarım-gıda ağları açısından, 1960’lardaki kooperatifleşme çabaları ve başarılı kooperatif örnekleriyle, Türkiye’nin kıyı şeridi ve özellikle İzmir’in öne çıktığı İzmir’in önemli bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. 1990’ların sonu ve 2000’li yılların başlarındaysa, ‘yeni Kooperatifleşme hareketinin 1980’li yıllarda kriz yaşamasının köylülük’ olarak adlandırabileceğimiz dönem başlamıştır. ardından, 1990’larda yukarda belirtilen bazı kooperatiflerin Bu dönemde; örgütlenebilen, örgütlenmesini dönüştüren, üreticileriyle, kooperatifin üretim ve işleyiş yapısını üretimi için tüketici ağı oluşturabilen, ürününü çeşitlendiren dönüştürmeye başlaması, farklı ağlarla bir araya gelmesine ya da yeni yöntemler kullanarak, üretimini ve tüketim neden olmuştur. Yerel yönetimlerin 2010 yılında doğrudan pazarlamasını dönüştüren bazı kooperatif ve dernekler yer bu sisteme dâhil olmasıyla, bütünleşik bir ağın temellerinin almaktadır. Gödence Kooperatifi [1994]; Bademler Kooperatifi atıldığı görülmektedir. [1990’lar]; Çıralı Ulupınar Eko-Kooperatif [2000]; Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği [2002]; Nallıhan Turizm Gönüllüleri İzmir’de yerel yönetim deneyimi, 2004 yılında ‘5216 Sayılı Derneği [2002]; Vakıflı Köyü Kooperatifi [2004]; Nusratlı Köyü Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun çıkması sonucunda Derneği [2005]; Kirazlı Köyü Kooperatifi [2005]; Datça Sındı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kırsal alanda bazı çalışmalar Kooperatifi [2006] bu dönemi temsil eden önemli örneklerdir. yapma gayretiyle başlamıştır. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yetki alanındaki ilçe sayısı, 21’e çıkmış ve 166 köy mahalleye Tüketicilerin örgütlenmeye başladığı dönem, 2005 sonrasına dönmüştür. Bu kapsamda, süt kooperatifiyle yapılan işbirliği denk gelmektedir. ‘Alternatif Tarımsal Gıda İnisiyatifleri sonucunda bir hareket başlamıştır. Söz konusu hareket, ve Ağı’ olarak adlandırılabilecek bu dönemde; Güneşköy sistematik olarak birbirinin üzerine eklenen bir takım Kooperatifi, Bizim Bahçe, Boğaziçi Mensupları Tüketim eylemlerden oluşmaktadır. İlk ‘Tarımsal Hizmetler Birimi’nin Kooperatifi [BÜKOOP] ve Doğal Besin, Bilinçli Beslenme kurulması, organik tarıma yönelik destek ve çalışmalar, [DBB] Ağı ile ilk olarak Ankara, İstanbul ve ardından da süt, kesme çiçek, zeytinyağı üreten kooperatiflerle alım İzmir’de ortaya çıkmıştır. O tarihten bu yana nitelik ve nicelik sözleşmeleri yapılması, küçük üreticilere yönelik eğitimler, bakımından güçlenen inisiyatif ve ağlar; topluluk destekli finansal ve altyapı destekleri, çeşitli pilot çalışmalar, toprak tarım grupları, gıda toplulukları, yerel ve ekolojik, üretici ve yaprak laboratuvarının kurulması ve analizler, 2014 ve köylü pazarları kurarak üretimi dönüştürme konusunda yılına kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kırsala yönelik mücadele etmektedirler. faaliyetleri arasında yer almaktadır. Türkiye’nin farklı kentlerde tüketicilerin bir araya gelerek Özellikle 2014 yılından sonra, İzmir’in çok farklı coğrafi oluşturdukları tüketici örgütlenmesi, 2010 yılından bu yana yapısına sahip kırsal alan bilgisiyle her biri birbirinden özellikle hız kazanmıştır. Tüketiciler, kurdukları birtakım dayanışma ağları aracılığıyla daha güvenilir, sağlıklı, adil, ekolojik olarak üretilmiş tarımsal ürünlere erişmeyi amaçlamaktadır. Köylü pazarları ve yeryüzü pazarlarının
48 G Ü N D E M farklı planlamaya sahip kent bilgisi bir araya getirilerek, İzmir Modeli ile gerçekleştirilen uygulamalar, kentsel önemli çalışma ve araştırmalar yapılmıştır. Bu kapsamda, gıda planlaması sistemi içinde bir topluluk ya da kentin Karaburun-Çeşme-Urla-Seferihisar Yarımada Sürdürülebilir sadece belirli bir kesimine hitap eden, başlangıç aşaması Kırsal Kalkınma Stratejisi; Gediz-Bakırçay Havzası olarak nitelendirilebilecek, tekil bir planlama çalışması gibi Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma Stratejisi ve Menderes değerlendirilebilir. Havzası Sürdürülebilir Kırsal Kalkınma Stratejisi gibi önemli çalışmalar yapılmıştır. Öte yandan bu havza çalışmalarının Kentsel Gıda Planlaması beslediği, iki temel doküman üretilmiştir. Bu iki temel doküman; Bütünleşik Tarımsal Gelişme ve Yerleşim Stratejisi Kentsel gıda planlaması tartışması, 30 yıl önce ‘Community ile İzmir Modeli çalışmalarıdır. Planning’ yani küçük bir topluluğun gıda planlaması gündemiyle literatüre girmiştir. Amerika Birleşik “İzmir Modeli tarımsal hizmetler ve Devletleri’nde yaygın olarak uygulanan faaliyetlerle çeşitli kırsal kalkınma perspektifinden coğrafyalarda, küçük yerleşim yerlerinde, mahalle, ilçe ya da incelendiğinde; özellikle düşük gelirli kentin belli bir bölgesini kapsayan alanlarda bazı çalışmalar köylü ve çiftçilere yönelik eğitim, teknik yapılmıştır. Herhangi bir eylem bütünlüğü bulunmayan ve ve proje temelli desteklerden oluşan bir Tekil Kentsel Gıda Sistemi Planlaması olarak adlandırılan bu uygulamalar; kentsel tarım alanları, kentsel gıda eylem alanları, pazar yerleri ve yarı kırsal alanlar için üretim stratejilerinin oluşturulmasını kapsamaktadır. destekleme mekanizmasının bulunduğu “2000’li yıllardan itibaren uygulama görülmektedir.” alanında da kapsamlı/bütüncül bir İzmir Modeli tarımsal hizmetler ve kırsal kalkınma kentsel gıda planı sistemine geçilmiştir. perspektifinden incelendiğinde; özellikle düşük gelirli Bu planlamada, eylem bütünlüğü, köylü ve çiftçilere yönelik eğitim, teknik ve proje temelli strateji, politika ve planlamaya desteklerden oluşan bir destekleme mekanizmasının dayalı bir sistem vardır. Bu sistemde; bulunduğu görülmektedir [Şekil 5]. hem kamunun bizzat kendisi hem de kamu mallarının dâhil edildiği Kentsel Gıda Konseyleri kurulmakta, gıda sözleşmeleri imzalanmakta ve uluslararası ağlarla bağlantı sağlanmaktadır.” Şekil 5. Tarımsal Hizmetler ve Kırsal Kalkınma Perspektifinde, İzmir Modeli. 2000’li yıllardan itibaren uygulama alanında da kapsamlı/ bütüncül bir kentsel gıda planı sistemine geçilmiştir. Kooperatiflerle ürün-para akışı, yatırım ve teknik destekler Bu planlamada, eylem bütünlüğü, strateji, politika aracılığıyla bir dayanışma geliştirilmiştir. Hareketin ve planlamaya dayalı bir sistem vardır. Bu sistemde; başlangıcından bu yana devam eden, “Süt Kuzusu Projesi” ve hem kamunun bizzat kendisi hem de kamu mallarının daha sonra farklı ürünler için, farklı kooperatiflere verilen dâhil edildiği Kentsel Gıda Konseyleri kurulmakta, gıda desteklerin bir anlamda başarıya ulaştığı söylenebilir. Öte sözleşmeleri imzalanmakta ve uluslararası ağlarla bağlantı yandan ekolojik pazarlar, çiftçi marketleri, organik pazarlar sağlanmaktadır. Çok boyutlu ve kapsamlı analizlerle, gibi oluşumlar ve bunlara verilen destekler bu sistemin kente planlama ve zonlama çalışmalarının yapılarak, hassas ulaşan kısmını oluşturmaktadır. ekosistemlerin tespit edilmesi ve havzalara ilişkin çalışmalar yapılması konuları kentsel gıda planlamasının kapsamı dâhilindedir. Örneğin, endemik türlerin yetiştiği ve tehdit altında bulunduğu alanlara yönelik korunma stratejilerinin
Search