SS-38 Anorektal Malign Melanom Olgularımız ve Literatürün Gözden Geçirilmesi Ramazan Yolaçan1, Zuhat Urakçı2, Ümit Karabulut1, Ali Üzel1, Çiğdem Budak Ece1, Feyzullah Uçmak1 1Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı, Diyarbakır 2Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Diyarbakır GİRİŞ-AMAÇ: Anorektal malign melanom (MM),5 yıllık sağkalım oranı %10 olan oldukça nadir görülen, agresif seyirli ve teşhis edilmesi zor bir tümördür. Kadınlarda erkeklerden daha sık ve genellikle 60 yaşından sonra görülür. Cilt ve gözden sonra en sık anorektal bölgeyi tutmaktadır. Nadir görülmesi ve nonspesifik semptomları nedeniyle tanı genellikle geç konulur ve bu durum kötü prognoza katkıda bulunur. Kesin tanı histopatoloji ve immünohistokimya ile konulur. Literatür taraması eşliğinde anorektal MM olgularımızın verilerin sunmayı amaçlıyoruz. YÖNTEM: Mayıs 2017-Ocak 2022 tarihleri arasında hastanemizde anorektal MM tanısı alan ve takip edilen 4 hastanın bilgileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, cerrahi ve onkolojik tedavi öyküleri, metastaz varlığı, immünohistokimyasal incelenmeleri ve survileri değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların 3’ü (%75) kadın, 1’i (%25) erkek olup ortalama yaşı 60,75 (44-72) yıl idi. Hastaların ilk yakınması ile tanı konulması arasında geçen süre ortalama 2,4 (1-4) ay idi. Tümör 2 hastada (%50) rektum, 1 hastada (%25) anal kanal ve 1 hastada (%25) anorektal bölge yerleşimliydi. Tanı esnasında 3 hastada (%75) lenf nodu metastazı,1 hastada (%25) uzak organ metastazı vardı. Hastaların tamamında tanı biyopsi ile konuldu. İmmünohistokimyasal incelemede S-100 proteini ve HMB-45 tüm hastalarda (%100), vimentin ve Melan-A 3 hastada (%75) pozitifti. Adjuvan interferon 1 hastaya (%25), immünoterapi 2 hastaya (%50) verildi. Hastaların ortalama takip süreleri 15,7 (1-29) ay idi. Takiplerde 2 hastada (%50) uzak organ metastazı gelişti. Hastalarımızın ortalama sağkalım süresi 14,75 ay idi. İki hastamız (%50) yaşıyor olup takiplerde biri Covid-19 enfeksiyonu nedeniyle olmak üzere 2 hasta (%50) kaybedildi. SONUÇ: Klinik olarak spesifik semptomları olmayan ve hızlı ilerleyen bir hastalık olan anorektal MM anorektal hastalıklar içinde mutlaka düşünülmelidir. Rektal kanama ile başvuran özellikle ileri yaştaki kadın hastalarda ayırıcı tanıda MM akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Rektal kanama, Malignite, Melanom BİLDİRİ ÖZETLERİ 101
SS-39 733 İnflamatuvar Barsak Hastasının Demografik Verilerinin Değerlendirilmesi: Tersiyer Tek Merkez Deneyim (2006-2020) Engin Uçar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, Ankara AMAÇ: İnflamatuvar barsak hastalığı (İBH) tanılı hastaların uzun dönem demografik verilerinin değerlendirilmesi. YÖNTEM: Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi İBH polikliniğinde takip edilen, 2006-2020 tarihleri arasında ülseratif kolit (ÜK), Crohn hastalığı (CH) ve indetermine kolit (İK) tanıları ile dijital kayıtları açılmış olan 733 hastanın demografik-kişisel bilgilerinin analizi SPSS programı kullanılarak incelendi. BULGULAR: İBH tanısıyla takipli 733 hastanın 448’i(%61,1) ÜK, 240’ı(%32,7). CH ve 45’i İK idi. Hastalarda erkek hakimiyeti mevcuttu (ÜK,%60; CH,%63,7) Hastaların doğum yerlerinin veya yaşadıkları yerlerin köy/şehir olmasına göre ÜK ile CH grubu arasında fark yoktu; ancak hastalar doğduktan sonra şehir yönünde göç etmiş görünmekteydiler, buysa başka bir araştırmanın konusudur. Eğitim durumu açısından ÜK ile CH arasında fark yokken İBH hastaları arasında eğitim düzeyleri iki gruba ayrıldığında [(eğitimsiz+ilköğretim) ve (lise+üniversite)] eğitim düzeyi yüksek grupta CH grubunda ÜK grubuna göre hasta sayısı artışı istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). Medeni durumlarına göre (evli/bekar/dul) analiz edildiklerinde evlilerde ÜK daha sık görülüyordu (p=0,031). Meslek sahibi olup olmamanın ÜK veya CH tanısına etkisi yoktu. Sigara ve alkol içenlerde CH daha çok görülüyordu (p<0,001). CH tanısı alanlarda, ayrıca stenozan ve penetran tipte olanlarda geçirilmiş operasyon hikayesi daha çoktu (p<0,001). SONUÇ: Polikliniğimizde takip edilen İBH hastalarının demografik verileri yaygın olarak bildirilenlerden farklı değildi. Doğum yerlerine göre daha çok şehirde yaşıyorlardı; eğitim seviyesi yüksek grupta İBH hastaları CH grubuna kayıyordu. ÜK grubunda evli hasta daha çoktu. Sigara ve alkol tüketimiyle CH hasta sayımız arasında pozitif yönde ilişki vardı. Geçirilmiş operasyon hikayesi CH grubunda daha çok yer alıyordu ve bu durum stenozan/penetran tip grubunda daha belirgindi. Anahtar Kelimeler: Ülseratif kolit, Crohn hastalığı, İnflamatuvar barsak hastalıkları. Cinsiyete göre hasta sayıları. Eğitim durumuna göre dağılım. Kadın Erkek Toplam ÜK CH İK n (%) n (%) Yok 22 7 0 İlköğretim 266 112 30 ÜK 179 (%40) 269 (%60) 448 (%100) Lise 94 73 10 Üniversite 65 48 5 CH 87 (%36,3) 153 (%63,7) 240 (%100) İK 19 (%42,2) 26 (%57,8) 45 (%100) Medeni duruma göre dağılım. ÜK CH İK Evli 387 186 40 Bekar 57 51 5 Dul 3 3 0 BİLDİRİ ÖZETLERİ 102
SS-40 Aterojenik İndeks: Alkolsüz Yağlı Karaciğer Göstergesi mi? Ahmed Ramiz Baykan, Serkan Cerrah Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMAÇ: Aterojenik indeks (PAİ)kardiyovasküler hastalıklar, insülin direnci ve obezite ile yakın bir ilişki göstermektedir. Bu patolojilerin çoğunun yağlı karaciğer hastalığı ile ilişkili olması nedeni ile aterojenik indeks ile alkolsüz yağlı karaciğer arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. YÖNTEM: Çalışma 01.01.2019-2022 tarihleri arasında kliniğimizde karaciğer biyopsisi yapılan 18 yaş üstü hastalar dahil edildi. Vücut Kitle İndeksi (VKİ), bel çevresi, lipit parametreleri ve insülin direnci değerlendirildi. Sonuçta aterojenik indeks ile yağlı karaciğer arasındaki ilişki değerlendirildi. BULGULAR: Çalışma 94 erkek, 80 kadın toplam 174 hasta ile gerçekleştirildi. Yağlı karaciğeri olan ve olmayan hastalar değerlendirildiğinde ortalama PAİ değerlerinin yağlı karaciğer hastalarında artmış olduğu gözlemlendi (sırası ile 0,08±0,26;-0,03±0,26). Artmış karaciğer yağlanma oranı BMI (p: <0.01 r: 0.392), trigliserit (p: <0.01 r: 0.252), ALT (p: <0.04 r: 0.156), GGT (p: <0.01 r: 0.443), ALP (p: <0.01 r: 0.341) ve aterojenik index (p: <0.01 r: 0.230) ile koorele olduğu görüldü. Steatohepatitli hastalar (NAS ≥5) değerlendirildiğinde ortalama aterojenik indeksleri değerlerinin steatohepati olmayanlara göre daha yüksek olduğu görüldü (NASH varlığında 0,14±0,28, NASH yokluğunda -0,02±0,25 ). Aterojenik indeksin yağlı karaciğer tanısında kullanılabilirliği ROC eğrisi ile değerlendirildiğinde area under curve (AUC) 0,628 olarak belirlendi (p: 0,04; %95 CI 0,510–0,747). -0,13 ise yağlı karaciğer tanısında %85 sensitivite değeri olarak hesaplandı. SONUÇ: Plazma aterojenik indeksi, alkolsüz yağlı karaciğer ve steatohepatit tanısı için bir belirteç olarak kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Aterojenik index, yağlı karaciğer, steatohepatit BİLDİRİ ÖZETLERİ 103
SS-41 Diyaliz hastasında asitle prezente peritonitis karsinomatoza Ahmet Uyanıkoğlu, Evgi Can, Fatma Baltacı Harran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji AMAÇ: Peritonun kanser hücreleri tarafından tutulmasına peritonitits karsinomatoza denilir, başka bir kanserin peritona yayılması sonucu oluşur. Sıklığı milyonda 1-2 olarak görülmektedir. Bu periton kanseri türü primer tümörden metastatik bir hastalık kabul edilmektedir. Non-portal asitin en sık nedenlerindendir. Asitle prezente olan peritonitis karsinomatoza tanısı konulan hasta sunulmuştur. OLGU: 52 yaşında kadın hasta, epigastrik ağrı ve iki gündür devam eden hematokezya şikayetiyle hastanemize başvuruyor. Hastanın özgeçmişinde, kist hidatik hastası olduğu, alport sendromuna bağlı kronik böbrek yetmezliği sebebiyle 22 yıldır haftada 3 gün diyalize gittiği öğrenildi. Fizik muayenede ciltte ve sklerada solukluk, açıklığı yukarı bakan matite tesbit edildi. Laboratuvar sonuçlarında hemoglobin: 9.79 gr/dl, glikoz: 107 mg/dl, kreatinin: 3.5 mg/dl, albümin: 2.8 gr/dl, HDL: 21 mg/dl, CRP:12.57 mg/dl, UIBC: 115 ug/dl, folik asit: 4.23 ng/ml, kalsiyum: 8.2mg/dl idi. Tüm abdomen ultrasonografide, karaciğer sağ lobta büyüklüğü yaklaşık 10 cm çapında kalın cidarlı kalsifikasyonlar içeren solid karakterde 2 adet heterojen hipoekoik lezyon izlendi. Perihepatik, perisplenik alanda ve barsak ansları arasında en derin yerinde 13 cm’ye ulaşan serbest sıvı izlendi. Kontrastlı bilgisayarlı tomografisi peritoneal karsinomatozis ve lehine yorumlandı (resim). Serum-asit albümin gradienti nonportal (eksuda) geldi, tanısal laparoskopide peritonitis karsinomatoza teşhisi konuldu. SONUÇ: asitli hastada kronik böbrek yetmezliği gibi bir asit nedeni varken non-portal asitte bizim hastamızda olduğu gibi altta yatan asıl neden peritonitis karsinomatoza olabilir. Laparoskopik periton biyopisi tanı koydurur. Anahtar Kelimeler: asit, kronik böbrek, peritonitis karsinomatoza Resim: karaciğerde kist hidatik, asit BİLDİRİ ÖZETLERİ 104
SS-42 Nonsirotirotik NASH zemininde hepatosellüler kanser Ahmet Uyanıkoğlu, İbrahim Bayhan, Muhammet Yıldız, Şerafettin Onkaş Harran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji AMAÇ: Karaciğer kanseri dünya üzerinde en sık görülen 5. kanserdir ve kanserler içinde ölüme sebep olan kanserler arasında 2.sırada gelmektedir Hepatosellüler karsinoma (HCC) primer karaciğer kanserlerinin %90’nı oluşturur. HCC erkeklerde daha sıktır, %90’ı siroz zemininde, kronik viral hepatitler (B, C), alkol alımı ve aflotoksin maruziyeti başta olmak üzere altta yatan bir hastalığa bağlı gelişir, nonsirotik nonalkolik steatohepatit (NASH) zemininde HCC gelişen ileri yaş erkek hasta sunulmuştur. OLGU: Bilinen kronik hastalığı olmayan 67 yaşında erkek hasta, halsizlik, yorgunluk, karın ağrısı, kilo kaybı şikayetiyle gastroenteroloji polikliniğine başvurdu. Fizik muayenesinde BMİ: 32, genel durum orta, oryante, koopere, tansiyon: 120/80 mmHg, Nabız: 75 /dakika, saturasyon: %97, batın rahat defans yok, rebound yok, hassasiyet var, solunum sesleri doğal, kardiyak muayenesi doğal, nörolojik muayene doğal, rektal tuşede ampulla boş olarak değerlendirildi. Karın ağrısının 5 gündür olduğu, karın ağrısıyla beraber iştahsızlık ve kabızlık şikayetlerinin de uzun süredir olduğu öğrenildi. Ailede malignite öyküsü olmayan, alkol kullanmayan, sigara 50 paket/yıl kullanan hastanın karın ağrısı etiyoloji amaçlı yapılan abdominal ultrasonografide (USG) karaciğer sağ lob segment 7-8 lokalizasyonunda yaklaşık 87x58mm boyuna ulaşan lobüle kontörlü hiperekoik heterojen solid kitle lezyonu izlendi. Doppler USG’de ana, sağ ve sol portal ven lümenlerini dolduran trombüs ile uyumlu yoğun ekojeniteler izlendi, portal ven trombozu şeklinde yorumlandı. Ön planda HCC düşünülen hastada hemoglobin: 11 mg/dl, AST, ALT normal sınırın iki kat üzerinde, total bilirubin: 1.6 mg/dl, viral seroloji negatif, AFP: 2762 ng/ml, CEA:14 ng/ml, CA19-9 14 ng/ml, CRP: 11 mg/dl idi. HCC? ön tanısıyla hastaya kontrastlı dinamik trifazik batın bilgisayarlı tomografisinde portal fazda washout veren kitle HCC olarak değerlendirildi. Görüntüleme tipik HCC ile uyumlu ve AFP yüksek olduğu için biyopsiye gerek duyulmadı. Karaciğeri non-sirotik olan hastanın portal vende HCC’ye sekonder gelişen tromboz ile uyumlu görüntü tespit edildi. Gaitada gizli kan pozitif gelen hastaya metastaz açısından yapılan gastroskopisinde antral gastrit, kolonoskopide internal hemoroide rastlanılan hastanın gastrointestinal traktüsünde maligniteye rastlanmadı. Nakil konseyine çıkarılan hasta NASH zeminde non-sirotik zeminde gelişen HCC olarak değerlendirildi, Transarteryel radyoembolizasyon (TARE) uygun görüldü. TARE açısından girişimsel radyolojiye yönlendirildi. SONUÇ: Hepatosellüler karsinomaların %90’ı siroz zemininde ve en sık viral hepatitlere bağlı gelişir. Nadirde olsa nonsirotik NASH zemininde HCC gelişebilir. Anahtar Kelimeler: hepatosellüler kanser, etyoloji, NASH Resim-1: Nonsirotik NASH zemininde hepatosellüler karsinoma Resim-2: Portal ven trombozu BİLDİRİ ÖZETLERİ 105
SS-43 Asit etiyolojisindeki nadir sebeplerden hipotiroidili hasta olgu sunumu Nabi Kına1, Ahmet Uyanıkoğlu2 1Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Şanlıurfa 2Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Şanlıurfa GİRİŞ Batında asit sebebiyle başvuran hastalarda daha önce yapılan epidemiyolojik çalışmalarda batındaki asit, öncelikle portal ve non-portal asit ayırımına göre sınıflandırılır. Portal sebepler en sık (%85) siroz olmak üzere kardiyojenik, nefrotik sendrom, budd-chiari, hipotiroidi ve diğer nadir sebeplerdir. Non-portal asit sebepleri ise en sık primeri bilinmeyen peritoneal karsinomatozis olmak üzere over kanseri, tüberküloz, mide kanseri ve diğerleridir. Bu çalışmamızda tens asit ile başvuran ve portal sebeplerden nadir görülen hipotiroidiye bağlı asit tanısı konulan bir olguyu sunduk. OLGU 39 yaşında kadın hasta son 1,5 aydır devam eden karında şişlik, kabızlık ve karın ağrısı şikayetleri ile acil polikliniğine başvurdu. Hastanın batını distandü olması üzerine hastaya batın ultrasonografi(USG) çekildi. Batın USG’de Karaciğer KK boyutu 180 mm olup grade 1 hepatosteatoz izlendi, dalak KK boyutu 145 mm ölçüldü, perihepatik, perisplenik, barsak ansları ve pelvik bölgede efüzyon izlendi. Hastanın asit etiyolojisi araştırılmak üzere gastroenteroloji servisine yatışı yapıldı. Hastanın laboratuvar sonuçları Glukoz: 132 mg/dl, LDH: 299 U/L, ALT 20 U/L, GGT 14U/L, ALP 57 U/L,T.Bil: 0,3 mg/dl,Albümin 4,6 g/dl, INR: 1,17 olup asit sıvısında LDH:136 U/L, Glukoz:81 mg/dl, Albümin 2,6 g/dl olarak sonuçlandı. Hastanın SAAG(serum asit albümin gradiyenti ) 2 g/dl olup portal tipte asit çıkmıştır. Hastanın bakılan viral hepatit seroloji panelinde HbsAg, Anti HCV ve Anti HIV negatif olup yapılan kardiyak değerlendirmede EF:% 55, Sağ ventrikül normal olup sağ kalp yetmezliği de saptanmamıştır. Hepatik ven yada portal ventrombozu açısından çekilen renkli doppler USG “ana portal ven ve dalları ile hepatikvenler açık izlenmekte olup lümenlerinde trombüs saptanmadı, akım yönleri normal izlendi, ana portal ven çapı hilusta 13mm ölçüldü, splenik ven çapı dalak hilusunda 9mm ölçüldü.” olarak raporlandı. Hastanın muayenesinde afektif küntlük ve vücudunda yaygın ödem (şekil 1, 2, 3 ) olması üzerine bakılan tiroid fonksiyon testlerinde TSH: 2 uIU/L, fT4 0,56 ng/mL, fT3 1,36 pg/mL olup santral hipotiroidi ile uyumlu çıktı. Sorgulanan detaylı anamnezde hastaya 9 yıl önce hipotiroidi tanısı konulduğu, hastanın ilaçlarını düzenli kullanmadığı ve takiplerine gitmediği saptandı. Hastanın diğer orta hat hormonlarına bakıldığında sabah saat 07.00 da ACTH 32 pg/mL,kortizol 5 ug/dL olup hastada hipofiz yetmezliği saptandı. Anamnezde 9 yıl önce hastanın doğum yaptığı ve doğum sonrası Shehan sendromu geliştiği saptandı ve santral hipotiroidiye bağlı asit tanısı konuldu. Hastanın tedavisi prednizolon sabah 5 mg, akşam 2,5 mg şeklinde başlandı,prednisolon tedavisinin 3.gününde levotiroksin 75 mcg eklendi. Kabızlık ve şişkinlik açısından semptomatik tedavisi düzenlendi. Hasta ve yakınlarına endokrin poliklinik takip önerileriyle taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: asit, hipotiroidi, miksödem, Shehan sendromu resim 1 resim 2 resim3 BİLDİRİ ÖZETLERİ 106
SS-44 Karaciğer nakil alıcılarında COVID-19 ası deneyimi: Tek merkez verileri Derya Arı Ankara Şehir Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği GİRİŞ: Solid organ alıcılarında COVID-19 aşıları önerilmekte olup booster doz ihtiyacı gerekliliği tartışılmaktadır. Dünyanın farklı merkezlerinde farklı aşılanma oranları mevcuttur. AMAÇ: Ülkemizde 13 Ocak 2021 tarihinde inaktif aşı (Sinovac) ve takibinde 12 Nisan 2021’de mRNA (Biontech) aşısının kullanıma başlanması ile Türkiye’de aşılama başlamıştır. Biz bu çalışmamızda karaciğer nakli ile takip ettiğimiz hastalarda aşılama ve hastalığa yakalanma oranlarını inceledik. Karaciğer nakil alıcısı olarak takip ettiğimiz 168 hasta 24 Şubat 2022 tarihi itibari ile değerlendirildi. SONUÇLAR: Kliniğimizde takip edilen karaciğer nakilli hastaların %29,4 (48 hasta) bakılan nasopharyngeal swab ile yapılan COVID- 19 PCR test sonucu ile tanı almıştır. Bu hastaların 19’u henüz ülkemizde aşılama başlamamışken tanı almıştır. 14 hasta aşılama programı sonrası yeterli doz aşılama yapılamadan, 15 hasta ise en az çift doz aşıya rağmen COVID-19 tanısı almıştır. İki doz aşılama sonrası COVID-19 tanısı alan 9 hastanın 4 ü çift doz inaktif aşı, 5’i çift doz mRNA aşısı sonrası tanı aldı. Üç doz aşıya rağmen covid olan tum hastalar iki doz inaktif ası sonrası tek doz mRNA olanlardır. Dahil edilen tüm hastaların %8.9’u (n:15) henüz hiç aşılanmamış olup en az çift doz aşısı olan hasta sayısı 151’dir. Çift doz aşılama ile takipli 42 hastanın %78.5’i (n: 33) mRNA aşısı ile aşılanmıştır. 72 hastaya 3 doz aşı yapılmış olup bu hastaların %59.7’si (n:43) ilk iki dozu inaktif aşı ile olduktan sonra 3.dozu mRNA tercih etmiştir. Dört doz aşısı olan 35 hastanın sadece ikisi tüm aşılarını inaktif aşı ile olmuş, ilk üç dozunu inaktif aşı olan 4 hasta son dozunu mRNA aşısı ile olmuştur. En az iki doz aşı ile aşılanma oranı %89,8 olan popülasyonumuzda booster doz oranı ise %63.6 dır. Aşısızlarda ya da yetersiz aşılılarda hastane yatış oranı % 45.5 (15/33) iken, en az çift doz asılılarda hastane yatısı %26.7 (4/15) dir. Sadece bir hastamız (2 doz inaktif ası, 2 doz mRNA asısı) COVID-19 nedeni ile hastane yatısı sonrası miyokard infarktusu nedeni ile hayatını kaybetmiştir. Tartısma: Aşılama ve booster doz tüm solid organ alıcıları gibi karaciğer nakil alıcılarında da mutlaka önerilmelidir. Anahtar Kelimeler: Karaciğer nakil alıcıları, COVID-19 inaktif aşı, COVID-19 mRNA aşı BİLDİRİ ÖZETLERİ 107
SS-45 İnflamatuar bağırsak hastalıklarının koroid, maküla ve retina sinir lifi kalınlığı üzerine etkisi Müslüm Toptan Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Şanlıurfa AMAÇ: Crohn hastalığı ve ülseratif kolit sık görülen inflamatuar barsak hastalığıdır (İBH).İBH’ da episklerit ve üveit sık görülür. Çalışmamızın amacı İBH’daki koroid, maküla ve retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığını değerlendirmektir YÖNTEM: İBH grubu 42 hastanın 42 sağ gözünü içeriyorken, kontrol grubu ise 42 sağlıklı bireyin sağ gözünden oluşmuştu. Tüm katılımcılar rutin oftalmolojik muayeneyi takiben spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) ile analiz edildi. BULGULAR: İBH grubunda ortalama koroid kalınlığı 300.5 ± 45.5 µm, kontrol grubunda 284.9 ± 44.6 µm idi. Gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p= 0.116). Subfoveal, temporal, nazal koroid kadranlarından sadece İBH’ da subfoveal koroid ölçümlerinde, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p= 0.007). İBH’ da foveal maküla kalınlığı 255.1 ± 5.68 µm, kontrol grubunda 253.75± 6.39 µm idi. Gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p= 0.237). İBH grubunda ortalama RSLT 103.5 ± 7.84 µm, kontrol grubunda 107.8 ± 6.88 µm idi. Gruplar arasında anlamlı fark vardı (p= 0.009) SONUÇ: İBH hastalığında subfoveal koroid kalınlığındaki artış, bol vasküler yapı içeren koroidin etkilendiğinin göstergesi olabilir. Bu nedenle OKT ile koroid kalınlık ölçümü, İBH’ da hastalarında hasarın saptanmasında yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler: İnflamatuar bağırsak hastalığı, koroid, maküla, retina sinir lifi, optik kohorens tomografi BİLDİRİ ÖZETLERİ 108
SS-46 Diyabetik Olmayan Obez Hastalarda Non-Alkolik Karaciğer Yağlanmasının Öngörüsünde Trigliserid-Glukoz İndeksinin Rolü Hüseyin Karaaslan1, Hasan İnan2, Alper Tunga Türkmen3, İsmail Altıntaş2, Nida Uyar1, Mehmet Ali Eren1 1Şanlıurfa Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı 2Şanlıurfa Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı 3Şanlıurfa Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı GİRİŞ: İnsülin direnci (IR), başta karaciğer, kas ve yağ dokusunda olmak üzere hedef dokularda insülin stimülasyonuna karşı bozulmuş biyolojik yanıt olarak tanımlanmaktadır. T2DM, HT, obezite, dislipidemi, viseral yağlanma, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı (NAYKH) ve artan aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklar (ASKVH) IR’nin metabolik sonuçlarından bazılarıdır [1]. Klinik uygulamada IR'nin erken teşhisi için geliştirilen belirteçler arasında Homeostatik Model Değerlendirmesi (HOMA-IR) en sık kullanılan testlerden biridir. Son yıllarda açlık trigliserid-glukoz indeksi (TGİ) daha düşük maliyet, kullanım kolaylığı ve IR tespitindeki etkinliği nedeniyle ön plana çıkmaya başlamıştır[2]. Biz de bu çalışmamızda prediyabetik obez hastalarda TGİ’nin NAYKH’nı öngörmedeki rolünü tespit etmeyi amaçladık. MATERYAL-METOD: Çalışmamıza prediyabet tanısı konulan ve vücut kitle indeksi (VKI)≥ 30 kg/m2 olan 152 hasta dahil edildi. Hastaların TGİ indeksi = Ln [açlık TG (mg/dL) x açlık glukozu (mg/dL)/2], HOMA-IR = açlık insülini (U/mL) x açlık glikozu (mmol/L)/22,5 ile hesaplandı. NAYKH tanısı, deneyimli bir radyolog tarafından hepatik ultrasonografi (USG) yapılarak konuldu ve karaciğerin ekojenitesi böbreklerle kıyaslanarak derecelendirildi. BULGULAR: Çalışmaya alınan hastalar yağlanma derecelerine göre 4 gruba ayrıldı. Ortalama yaş grade 0 yağlanma olanlarda, diğer tüm gruplara göre anlamlı olarak daha düşüktü. Erkek cinsiyette özellikle ileri derece yağlanma sıklığı anlamlı olarak daha fazlaydı. Grade 2 ve 3 yağlanma olanlarda grade 0 ve 1 olanlara göre, ayrıca grade 1 yağlanma olanlarda grade 0 olanlara göre VKİ anlamlı olarak daha yüksekti. HOMA değerleri grade 3 yağlanması olanlarda grade 0 ve 1 olanlara göre anlamlı daha yüksekti. TGİ ise hem yağlanması olanlarda yağlanması olmayanlara göre, hem de grade 3 yağlanması olanlarda grade 1 yağlanması olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti. ALT düzeyleri grade 3 yağlanması olanlarda diğer gruplara göre, ayrıca grade 2 yağlanması olanlarda grade 0 grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti. Tüm veriler ve p değeri Tablo’da gösterildi. SONUÇ: HOMA değeri ileri yağlanma olduğunda artarken, TGİ yağlanma derecesi ile uyumlu olarak artmaktadır. Obez prediyabetik hastalarda NAYKH ve IR’yi göstermek için TGİ daha iyi bir belirteç olabilir. Anahtar Kelimeler: trigliserid glukoz endeksi, insülin direnci, non-alkolik karaciğer yağlanması, obezite, prediyabet NAYKH Derecesine Göre Bulgular Parametre Grade 0 Grade 1 Grade 2 Grade 3 p değeri Yaş (yıl) 29.2±10.3a*b**c* 38.7±13.5 41.3±13.0 40±12.6 0.054 Cinsiyet (K/E) 10/0a*b**c* 47/3 53/16 8/14 <0.001 VKİ 34.3±3.9a*b***c*** 38.3±5.8d**e* 41.4±6.5 42.5±8.0 0.001 Glukoz (mg/dL) 92±7 97±10 99±11 96±10 0.1 HOMA-IR 3.36±1.80c** 4.26±2.55 e** 5.04±2.73 6.31±3.6 0.011 TGİ 4.51±0.38a*b***c*** 4.73±0.28e* 4.82±0.23 4.89±0.23 0.001 ALT 20.3±4.b*c*** 26.7±14.3e*** 32.4±17.7 f*** 50.1±21 <0.001 a:Grade 0 ile grade 1 arasında b:Grade 0 ile grade 2 arasında c:Grade 0 ile grade3 arasında d:Grade 1 ile grade 2 arasında e:Grade 1 ile grade 3 arasında f:Grade 2 ile grade 3 arasında *: p değeri 0.05-0.01 arasında **: p değeri 0.01-0.001 arasında ***: p değeri <0.001 BİLDİRİ ÖZETLERİ 109
SS-47 Sağlık Çalışanlarında Hepatit A, Hepatit B, Hepatit C ve HIV Seroprevalansı Mehmet Reşat Ceylan1, Mehmet Çelik1, Esra Gürbüz2, Fatih Esmer3, Süleyman Koç4 1Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Şanlıurfa 2SBÜ Van Eğitim Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği, Van 3SBÜ Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği, Şanlıurfa 4Rize Devlet hastanesi, Rize AMAÇ: Hepatit A virüsü (HAV), hepatit B virüsü (HBV), hepatit C virüsü (HCV) ve insan immun yetmezlik virüsünün (HIV) neden olduğu enfeksiyonlar tüm dünyada hasta sayılarındaki sürekli artış nedeniyle büyük bir sağlık sorunu haline gelmiştir (1). HBV enfeksiyonu, hastalığın erken döneminde yaşamı tehdit edebileceği gibi ilerleyen süreçte kronik hepatit, siroz ve hepatosellüler karsinoma yol açabilmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinde endemisite değişmekte olup ülkemiz orta endemisite bölgeleri arasındadır (4). HCV, kronik hepatite ve siroza HBV’ye göre daha sık neden olmaktadır. HCV prevalansının HBV’ye göre daha düşük (%0,2-2) olduğu bilinmektedir. HIV enfeksiyonu HBV ve HCV enfeksiyonlarına benzer şekilde parenteral, cinsel ilişki, perinatal ve enfekte kişilerle yakın temasla bulaşabilmektedir. ABD’de sağlık çalışanlarında 1985-2013 yılları arasında 58 belgelenmiş ve 150 olası HIV bulaşma vakaları rapor edilmiş olup, bu da yılda ortalama beş vaka anlamına gelmektedir. Perkütan delici-kesici yaralanma, en yaygın bulaş şekli olarak raporlanmıştır. Türkiye'de ise sağlık çalışanları arasında HIV seroprevalans çalışmalarında seropozitiflik verisi bulunmamaktadır. Ülkemiz HAV enfeksiyonu açısından ise orta endemik bölgeler arasında yer almaktadır. Riskli birimlerde görev yapan hepatit A açısından seronegatif olan sağlık çalışanlarının aşılanması önerilmektedir. Bu çalışmada Cizre Devlet Hastanesinde görev yapan sağlık çalışanlarının HAV, HBV, HCV ve HIV seroprevalansının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. MATERYAL-METOD: Cizre Devlet Hastanesinde 2017-2020 yıllarında görev yapan 647 sağlık çalışanı çalışmaya dahil edildi. Enfeksiyon Kontrol Komitesinde bulunan sağlık çalışanlarına ait dosyalar retrospektif olarak değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, çalıştıkları hastane departmanı ve meslekleri kaydedildi. Sağlık çalışanlarına ait dosyalardan ELISA (Cobas E411 (Roche), Germany) yöntemiyle çalışılan HBsag, anti- HBs, anti- HCV, anti- HIV, anti- HAV IgG ve anti- HBc IgG değerlerine bakıldı. BULGULAR: Çalışmamıza dahil edilen 647 personelden 391’i erkek (%60,43), 256’sı kadındı (%39.57). Tüm çalışanların yaş ortalaması 30.25±7.1, kadın yaş ortalaması 30.25±5.1 ve erkek yaş ortalaması ise 30.48±7.6 idi. Çalışanların mesleki durumlarına bakıldığında; 201’i (%31.1) hemşire, 92’si (%14,2) doktor, 94’ü (%14,5) temizlik görevlisi, 49’u (%7,6) ebe, 49’u (%7.6) tekniker, 23’ü (%3,5) laborant, 23’ü (%3,5) yardımcı sağlık personeli (eczacı, hasta bakıcı, fizyoterapist vb) ve 116’sı (%18) idari personel/memurdu. Çalışanların görev yaptıkları hastane bölümlerine bakıldığında; acil serviste 106 (%16,4), cerrahi servislerde 76 (%11,7), dahili polikliniklerde 54 (%8,4), laboratuvarda 52 (%8), dahili servislerde 47 (%7.2), ameliyathanede 43 (%6,7), cerrahi polikliniklerde 40 (%6,2), doğumhanede 26 (%4.1), yoğun bakımda 21 (%3,2), kan alma biriminde 8 (%1.2) kişi ve hastanenin diğer departmanlarında ise 174 (%26,9) kişi çalışmaktaydı. HBsAg pozitifliği 4 temizlik görevlisi (%0,06), 3 memur (%0,05), 2 doktor (%0,03), 2 hemşire (%0,03) ve 1 (%0,01) tekniker olmak üzere 12 kişide (%1,8) saptandı. Anti- HBs pozitifliği 561 kişide (%86.7) görülürken 86 kişide (%13.3) negatif olarak sonuçlandı. Anti-HBs pozitifliği olan çalışanlardan 518’inde (%80.1) izole anti-HBs pozitifliği görülürken 43’ünde (%6.6) hem anti-HBs hem de Anti-HBc IgG pozitifliği vardı (geçirilmiş hepatit B enfeksiyonu). Anti-HBs en fazla hemşire (%96), doktor (%90.2) ve temizlik görevlilerinde (%88.2) pozitif olarak saptandı. Anti-HCV ve anti-HIV pozitifliği herhangi bir sağlık çalışanında saptanmadı. Anti-HBc IgG bakılan 457 kişiden 401 kişide test sonucu negatif, 56 kişide ise (%12) pozitif olarak sonuçlandı. Anti-HBc IgG sonucu pozitif olan çalışanlardan sadece 1’inde (%0.02) izole anti-HBc IgG pozitifliği vardı. Anti-HBc IgG en fazla temizlik görevlileri (%16,9), yardımcı sağlık personeli (%14,2) ve teknikerlerde (%12.9) pozitif olarak saptandı. Anti- HAV IgG bakılan 552 kişiden 499 kişide test sonucu pozitif (%90.3), 53 kişide ise negatif (%9.7) olarak sonuçlandı. Anti- HAV IgG en fazla ebe, laborant ve yardımcı sağlık personelinde (%100) pozitif olarak saptandı. Sonuç: Viral hepatitler ve HIV hastalığı, önemli bir halk sağlığı sorunu olmaları yanı sıra sağlık çalışanlarında toplumun geri kalanı ile mukayese edildiğinde, vücut sıvıları ve kan ile sürekli temas etmelerinden dolayı daha önemli bir sorun haline gelmektedir. Sağlık çalışanlarında hastalığın bulunması halinde duyarlı kişilere de yapılan işlemler veya hijyen koşullarına bağlı olarak bulaş olabilmektedir. Çalışmada HBsAg pozitifliği %0,06 olup literatüre benzerlik gösterirken izole anti-HBs (%80.1) ve anti-HAV IgG (%90.3) düzeyleri ise yüksekti, anti-HCV ve anti-HIV pozitif olan sağlık çalışanı yoktu. Sağlık çalışanların periyodik kurum içi eğitimlerinin yapılması, koruyucu ekipman kullanımına dikkat edilmesi, gerekli durumlarda aşılanmanın yapılması son derece önemlidir. Anahtar Kelimeler: Hepatit A, Hepatit B, Hepatit C, HIV, Seroprevalans BİLDİRİ ÖZETLERİ 110
SS-48 ornidazol kullanımı sonrası akut karaciğer yetmezliği:2 olgu sunumu Ersin Batıbay1, Savaş Cumali Efe2 1çermik devlet hastanesi,iç hastalıkları,diyarbakır 2harran üniversitesi,gastroenteroloji ana bilim dalı,şanlıurfa AMAÇ: Akut karaciğer yetmezliği,yüksek mortalite ile ilişkili önemli karaciğer fonksiyon bozukluğuna yol açan ani ve yaygın hepatosit hasarından oluşan nadir bir durumdur.Ağır vakalarda karaciğer nakli en etkili tedavidir.Batı ülkelerinde akut karaciğer yetmezliğinin en yaygın nedeni,reçeteli ilaçlar ile bitkisel ve diyet takviyelerinin neden olduğu ilaca bağlı karaciğer hasarıdır. Sentetik nitroimidazol türevleri olan metronidazol ve ornidazol,anaerobik bakteri ve protozoaların neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde kullanılmaktadır.Ornidazol kullanımı sonrası hepatotoksisite nadir görülen bir yan etkidir.Biz de ornidazol kullanımından sonra akut karaciğer yetmezliği gelişen iki hastayı tanımladık.Her iki vaka da klasik dozlarda ornidazol kullanmış ve buna bağlı akut karaciğer yetmezliği oluşmuştur. Olgu 1: 31 yaşında bilinç bozukluğu olan kadın hasta,ALT:4113 T.bil.:7,5 İNR:1.5 ile başvurdu.Anamnez,laboratuar ve görüntüleme teknikleriyle akut viral hepatit,metabolik karaciğer hastalığı,vasküler karaciğer hastalığı,otoimmün nedenler,biliyer obstrüksiyon ve alkol kullanımı dışlandı.Anamnezinde yakın zamanda ornidazol kullanımı mevcuttu.Hastada, ornidazol kullanımına bağlı akut karaciğer yetmezliği düşünüldü.Destek tedavisi ile takiplerde kliniği toparlayan hastaya yapılan biyopsi toksik nedenleri destekledi. Genel durumu düzelen hasta poliklinik takibine alındı. Olgu 2: 41 yaşında kadın hasta bilinci kapalı bir şekilde,akut karaciğer yetmezliği tanısıyla karaciğer nakli açısından merkezimize gönderildi.ALT:1584 T.bilirubin:28.4 İNR:6.34 idi.Hastaya karaciğer nakil hazırlığı yapıldı.Anamnezinde ornidazol kullanımı mevcuttu. Viral,metabolik,vasküler,otoimmün, biliyer ve diğer nedenler dışlandı.Ornidazol kullanımına bağlı akut karaciğer yetmezliği tanısıyla hastaya başarılı bir şekilde karaciğer nakli uygulandı.Hasta nakilden 2 yıl sonra iyi karaciğer greft fonksiyonu ile yaşıyor. SONUÇ: Ornidazol ilaca bağlı akut karaciğer yetmezliğine neden olabilir.Ağır vakalarda karaciğer nakli gerekebilir.Bu sebeple ornidazol kullanımı sonrası hepatit nedeniyle takipli hastalarda koagülopati ve ensefalopati bulguları gelişirse,hastalar nakil yapılabilecek merkezlere sevk edilmelidir. Anahtar Kelimeler: akut karaciğer yetmezliği,ornidazol,toksik hepatit,karaciğer nakli BİLDİRİ ÖZETLERİ 111
SS-49 Nüks kolon kanserinde anastomoz kanlanmasının değerlendirilmesinde indosiyanin green flörosan görüntüleme tekniği Gökhan Giray Akgül S.B.Ü Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Ankara Amaç İndosiyanin Green (ICG), polarize ışıkla uyarıldığında flüoresans yayarak vasküler yapıların gerçek zamanlı görüntülenmesini sağlayan suda çözünür, trikarbosiyanin bir boyadır.ICG anjiyografinin korotis dolaşımını değerlendirmek için klinik uygulamaya girmesinden sonra, hepatobiliyer, mide, jinekolojik kanserler, meme kanseri ve transplantasyon cerrahisinde floresan görüntüleme teknolojisi kullanılmıştır.Birçok kolorektal cerrah, kolorektal anastomoz sırasında bağırsak canlılığını değerlendirmek için rutin olarak ICG görüntülemeyi kullanır. Daha önce kolon kanseri nedeniyle opere edilen ve nüks gelişen hastalarda cerrahi sonrası anastomoz güvenliğinin önemi daha da artmaktadır.Çalışmamız da nüks kolorektal kanser nedeniyle opere ettiğimiz 2 hastamızda ICG yöntemiyle anastomoz yapılan bölgenin vasküler kanlanmasını kontrol ederek anastomoz güvenilirliğine etkisini araştırmayı amaçladık. Yöntem Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi Cerrahi Onkoloji kliniğinde nüks rektosigmoid ve sol kolon kanseri nedeniyle opere edilen ve intra operatif intravenöz ICG uygulanan 2 hastanın verileri prospektif olarak kaydedildi. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların biri erkek diğeri kadındı.Yaşları sırası ile 52 ve 59 idi.Hastaların hastanede kalış süresi 8 ve 6 gün idi.Hastalarımızda anastomoz kaçağı görülmedi. Sonuç Anastomoz kaçağı (AK), artmış mortalite, tekrar ameliyat ve kalıcı stoma oluşumu ile ilişkili olduğu için kolorektal cerrahi sonrası en korkulan komplikasyondur. Nüks kolon cerrahisi sonrası AK riski çok daha artmaktadır, risk faktörleri ilişkilidir, ancak yetersiz kan perfüzyonu genellikle ana nedenlerden biridir.Nüks vakalardan sonra kanlanma arkı bozulduğundan dolayı anastomoz hattında iskemiye daha sık rastlanmakdır. Cerrahi yaklaşım ne olursa olsun, ICG enjeksiyonu ile birlikte floresan anjiyografi kullanımının barsak perfüzyonunu değerlendirmede güvenli ve uygulanabilir bir yöntem olduğu literatürede kanıtlanmıştır.Özellikle nüks kolon kanserlerinde reeksiyon sonrası anastomozun yapılması aşamasında ICG FA, rezeksiyon hattını yeniden gözden geçirerek karar vermeyi etkileyebilir. Anahtar Kelimeler: Nüks kolon kanseri, İndosiyanin green floresan, Anastomoz BİLDİRİ ÖZETLERİ 112
SS-50 Primer biliyer kolanjit: güncel gelişmeler Berat EBİK1 1 SBÜ Diyarbakır Gazi Yaşargil EAH Gastroenteroloji Bölümü Diyarbakır/Türkiye Giriş Otoimmün kolestatik karaciğer hastalığıdır. Kolestaz; histolojik olarak non-süpüratif, granülamatöz, lenfosittik, küçük safra kanalı kolanjitinin eşlik ettiği, serolojik anti-mitokondiriyal antikor (AMA) veya spesifik anti-nükleer antikor (ANA) reaktivitesi ile karakterize bir hastalıktır. Hastalık kroniktir ve genellikle ilerleyicidir, son dönem karaciğer hastalığı ve bununla ilişkili komplikasyonlarla sonuçlanır. PBC nadir rastlanan otoimmün bir kolestatik karaciğer hastalığıdır.Yaygın olarak kadınlarda görülmektedir. (10:1) İntrahepatik safta kanallarının yıkımıyla karakterizedir; siroza da yol açabilmekdir. Ana semptomları, bitkinlik ve kaşıntıdır. Otoimmün hastalıklarla ilişkilidir: Sjogren sendromu, sistemik skleroz, romatoid artrit, otoimmün tiroid hastalıklarıyle birlikteliği sık görülmektedir. Epidemiyoloji Kuzey ülkelerinde 40,2/100.000 sıklıkta bildirilmektedir. Güney ülkelerinde ise 1.9/100.000 sıklığında bildirilmiştir. İnsidans/prevalans verilerinde mevcut olan farklılıklar muhtemelen farklı tanı kriterlerinin kullanımı, farklı vaka saptama yöntemleri, hekimlerdeki farkındalık düzeyi ve sağlık hizmeti sistemlerinin kalite düzeyleri gibi hususlardan kaynaklanmaktadır. Bu durum PBC insidans ve prevalansının olduğundan daha düşük olarak saptanmasına yol açmaktadır. Primer biliyer kolanjit tanısı Persistan kolestatik serum karaciğer testleri veya kolestatik semptomları bulunan hastalarda PBC’den şüphelenilmelidir. (Kaşıntı ve bitkinlik) Anti-mitokondriyal antikorların (AMA) (40’ta 1’den daha fazla) veya yüksek oranda PBC-spesifik anti-nüklear antikorların (ANA sp100 ve gp210) varlığı, alternatif bir açıklama olmaksızın uygun bağlamdaki kolestatik karaciğer biyokimyası ile birlikte, PBC tanısının güvenli bir şekilde konulabilmesi için genellikle yeterlidir. PBC hastalığı tedavi uygulansa da progresif seyredebilmektedir. Tüm hastalar progresif PBC gelişme riski yönünden değerlendirilmelidir. Hastalık komplikasyonlarına ait en yüksek riskin belirlenmesinde: Başlangıçtaki yaş, Cinsiyet (erkek), Prezentasyondaki evre ve UDCA tedavisi öncesi ve sonrasında, seçilmiş biyokimyasal/serolojik belirteçler önemlidir. UK-PBC ve GLOBE skorları gibi modeller sürekli bir risk tahmini sağladı ve 10 ila 15 yıla kadar nakilsiz sağkalımı tahmin etmek için geliştirilmiştir. PBC’nin tipik formunda küçük safra kanallarında yavaş ve progresif bir azalma ve karaciğer fibrozisinde de buna paralel bir artış söz konusudur, bu tablo 10 ila 20 yıllık bir dönemde biliyer siroza yol açmaktadır. AIH özelliklerine sahip PBC’de daha ciddi bir seyir söz konusudur, karaciğer fibrozisi ve karaciğer yetmezliği daha erken dönemde gelişmektedir. Prematür duktopenik varyant PBC’de duktopeni ve şiddetli ikterik kolestaz daha hızlı başlamaktadır; hastalarda 5 yıldan daha kısa sürede siroz gelişebilmektedir. Primer biliyer kolanjitte birinci basamak tedavi Urso-deoksikolik asit (UDCA) Tüm PBC hastalarında 13-15 mg/kg/gün dozunda oral UDCA tedavisi EASL tarafından önerilmektedir. UDCA tedavisine genellikle yaşam boyunca devam edilir. UDCA tedavisi transplantasyonsuz sağkalım süresinde uzama ile ilişkilidir. UDCA hastalığı yavaşlatmakta ancak durduramamaktadır. Paris kriterleri :( Serum bilirubin ≤1mg/dL (17μmol/L), AP≤3× ULN ve AST≤2× ULN) ve Barcelona kriterleri : (serum AP'nin normalleşmesi veya en az %40’lık azalma) ile tedavi yanıtı takip edilebilmektedir. Obetikolik asit-(OKA) UDCA ile tedavi edilen PBC hastaların; %30 ila %40’ında 6 ila 12 aylık tedaviden sonra yetersiz biyokimyasal yanıt görülür. OCA 2016 yılında FDA tarafından koşullu onay aldı ve bu da onu PBC için ikinci onaylı ilaç haline getirdi. OCA, güçlü bir farnesoid X reseptörü (FXR) agonistidir. FXR, doğal olarak oluşan ligandı (kenodeoksikolik asit) ile bağlandığında safra asitlerinin sentezini ve enterohepatik dolaşımını düzenleyen bir nükleer hormon reseptörüdür. FGF19’un expresyonunu artırır. Hepatositlerde FXR aktivasyonu, kolesterolün safra asitlerine dönüşümünü engellerken, bunların ileumdan emilimini engeller ve fekal atılımını artırır. OCA, UDCA'ya yetersiz yanıt veren PBC hastalarında serum ALP ve toplam bilirubin (iyileştirilmiş klinik sonuçlarla ilişkili) dahil olmak üzere karaciğer biyokimyasını iyileştirdiğini göstermiştir. Bununla birlikte, bu etkilerin klinik olarak anlamlı sonuçlara dönüştüğünü doğrulamak için, bazıları şu anda devam etmekte olan ek uzun vadeli denemelerin yanı sıra gerçek dünya deneyimine ihtiyaç vardır. UDCA'ya tam yanıt vermeyen PBC hastaları için sınırlı seçenekler göz önüne alındığında, özellikle belirgin kaşıntısı olmayanlarda OCA düşünülmelidir. BİLDİRİ ÖZETLERİ 113
Fibratlar Fibratlar, peroksizom proliferatörü ile aktive olan reseptör (PPAR)-α UDP-glukuronosiltransferazlar sinyal ekseni aracılığıyla etki eden antikolestatik etkilere sahiptir. Bu nedenle, fibratlar, safra asidi sentezini ve safra asidi ile ilişkili karaciğer iltihabını azaltma potansiyelleri nedeniyle terapötik ajanlar olarak incelenmiştir. Çok sayıda küçük pilot çalışma ve vaka raporu, Amerika Birleşik Devletleri'nde fenofibrat ve Avrupa ve Japonya'da bezafibrat dahil olmak üzere fibratların, PBC hastalarında karaciğer biyokimyalarını, karaciğer sertlik ölçümlerini ve kaşıntıyı iyileştirdiğini bildirmiştir . Meta-analizler, fibratların advers olaylarda bir artış olmaksızın karaciğer biyokimyasını iyileştirdiğini göstermiştir. Randomize, plasebo kontrollü bezafibrat denemesi (BEZURSO, Faz 3 Çalışmasında); Birincil sonlanım noktasına (normal total bilirubin, ALP, aspartat aminotransferaz (AST), ALT, albümin ve protrombin zamanı) plasebo grubuna kıyasla bezafibrat grubunda daha sık ulaşılmıştır (sırasıyla %30'a karşı %0). Ayrıca serum ALP, ALT, total bilirubin ve albüminde başlangıçtan 2 yıla kadar önemli faydalı değişiklikler oldu. Bu sonuçlar umut verici olsa da, fibrat tedavisi ile hepatotoksisite ve serum kreatinin ve kreatinin kinaz yükselmeleri dahil olmak üzere ciddi yan etkiler gözlemlenmiştir ve klinik deneyler dışında kullanımına dikkat edilmelidir. Fibratlar kullanılıyorsa, hastalar toksisiteler açısından yakından izlenmelidir. OCA'da olduğu gibi, karaciğere bağlı ölümde veya karaciğer nakli ihtiyacında herhangi bir önemli gelişmeyi kanıtlamak için daha uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır. Primer Biliyer Kolanjit Hastaları İçin Yeni Terapötik Hedefler GS 9674 (Gilead Sciences) ve LJN452 (Novartis) dahil olmak üzere safra asidi olmayan FXR agonistleri, karaciğer biyokimyasında OCA ile benzer etkilere sahip olma umuduyla, özellikle azaltılmış kaşıntı açısından daha iyi tolere edilebilirlik ile şu anda faz 2 denemelerinde değerlendirilmektedir. Nikotinamid adenin dinükleotit fosfat oksidazın (NOX) hedeflenmesini içerir. NOX 1, 2 ve 4, reaktif oksijen türleri üreten hepatik miyofibroblastlarda eksprese edilir ve hepatik stellat hücre aktivasyonu ve hepatosit apoptozu yoluyla karaciğer fibrozunu düzenler. NOX 1/4 inhibitörü GKT137831 (Genkyotex SA) şu anda stabil bir UDCA dozu alan ve sürekli olarak yüksek ALP seviyelerine sahip olan PBC hastalarında yapılan bir faz 2 çalışmasında değerlendirilmektedir. Fraktalkin, lökositlerin göçünü ve yapışmasını destekleyen ve PBC hastalarından elde edilen biliyer epitel hücrelerinde yukarı doğru düzenlenen bir kemokindir. Bir antifraktalkin (CX3CL1) monoklonal antikoru (E6011, EA Pharma Co) ve diğeri seçici bir S1P reseptör modülatörü olan Etrasimod (APD334, Arena Pharmaceuticals) ile lenfosit hedefleyen ilaçlar denenmektedir. NGM282 (Sentetik FGF19 Analoğu) FXR aktivasyonuna yanıt olarak bağırsak epiteli tarafından salgılanan ve safra asidi sentezini düzenlemek için karaciğerde hormonal bir şekilde hareket eden bir protein olan FGF19'un sentetik bir protein analoğudur.FGF19 , safra asidi sentezinde hız sınırlayıcı adımdaki enzimatik bir katalizör olan CYP7A1'in ekspresyonunu aşağı regüle eder . Hayvan modellerinde, FGF19, OCA veya bezafibrat ile karşılaştırıldığında safra asitlerini ve karaciğer enzimlerini önemli ölçüde daha fazla azaltır. FGF19'a uzun süreli maruz kalma, bazı fare modellerinde hepatoselüler karsinom gelişimine yol açsa da, NGM282 ile benzer etkiler meydana gelmemiştir. Seladelpar (MBX-8025, CymaBay Therapeutics) oral, günde bir kez, seçici bir PPAR-δ agonistidir. PPAR-δ, safra asidi homeostazında yer alan genleri kontrol eder ve hepatositler, kolanjiyositler, Kupffer hücreleri ve hepatik stellat hücrelerde eksprese edilir. FGF19 ve fibratlara benzer şekilde CYP7A1 ekspresyonunu aşağı regüle eder . Fare çalışmalarında, PPAR-δ agonistleri hepatoprotektif ve antifibrotiktir ve kolleretik etkiye sahiptir. PBC hastalarında seladelpar'ın faz 2, çift kör, plasebo kontrollü, 12 haftalık klinik denemesinde, 13 hasta seladelpar 50 mg, 10 hasta seladelpar 200 mg ve 12 hasta plasebo aldı. ALP'de başlangıca göre ortalama düşüş, seladelpar 50 mg grubunda - %53 (standart sapma [SD], +%14), seladelpar 200 mg grubunda -%63 (SD, +%8) ve - Plasebo grubunda %2 (SD, + %16). Seladelpar gruplarında plasebo ile karşılaştırıldığında ALP'deki düşüş istatistiksel olarak anlamlıyken, 2 seladelpar grubu arasında ALP'de istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş yoktu. (ENHANCE çalışması ) Her iki seladelpar grubunda da not edilen yan etkiler, ilaç kesildiğinde tamamen geri dönüşümlü olan 3. derece ALT yükselmelerini içeriyordu. Sonuç PBC'li tüm hastalar 13 ila 15 mg/kg/gün UDCA ile tedavi edilmeli ve mevcut kriterlerden herhangi biri kullanılarak biyokimyasal yanıt için izlenmelidir. UDCA'ya eksik bir yanıt varsa, ikinci basamak tedaviler, yani OCA düşünülmelidir. OCA tolere edilmiyorsa veya kontrendike ise, artan kanıtlar fibratların kullanımını desteklemektedir, ancak güvenlikleri kesin olarak belirlenmemiştir ve dikkatli olunmalıdır .Alternatif olarak, hastalar PBC'deki birçok güncel klinik deneyden biri için sevk edilebilir. UDCA'yı tolere edemeyen az sayıda hasta için bu ikinci basamak ajanlar da düşünülebilir. Biyokimyasal yanıt elde edilse bile ikinci basamak tedavi için uygun adayları belirlemek için ileri fibrozis gibi diğer faktörler de kullanılmalıdır. Bununla birlikte, dekompanse sirozu olan PBC hastalarında, tıbbi tedavinin hastalığın seyrini önemli ölçüde etkilemesi olası değildir ve bu hastalarda ikinci basamak tedavilerin bilinmeyen riski dikkatli olmalıdır. Bunun yerine bu hastalarda karaciğer nakli düşünülmelidir. BİLDİRİ ÖZETLERİ 114
SS-51 Karaciğer hastalıklarında kullanılan skorlamalar malign-benign kolestaz ayrımında kullanılabilir mi? Yusuf Bünyamin Ketenci̇1, Ufuk Avcıoğlu2 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Samsun 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Samsun GİRİŞ ve AMAÇ: Uzamış kolestazın karaciğerde fibrotik karakterde değişikliklere neden olduğuna dair birçok patolojik ve görüntüleme yöntemi temelli çalışma mevcuttur. Malign kolestazda benign kolestaza göre başvurunun daha geç oluşu klinik tecrübelerle sabittir. Bu çalışmada karaciğer hastalıklarında kullanılan, rutin testlerle ölçülebilen skorlama sistemleri (R-FACTOR, ALBI, MELD, UK-PBC, AAPR) ve karaciğer fibrozisini noninvaziv değerlendirme yöntemlerinden (APRI, Fib-4) hangilerinin malign kolestaz tanısında yardımcı bir yöntem olarak kullanılabileceğinin araştırılması hedeflenmiştir. MATERYAL ve METOT: Temmuz 2017- Temmuz 2021 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Gastroenteroloji Bilim Dalı kliniğinde kolestaz tanısı alan hastaların dosyası retrospektif olarak tarandı. Koledokolitiazis, kolanjit, biliyer pankreatit, Oddi sfinkter disfonksiyonu akut-benign kolestaz olarak değerlendirildi. Periampuller bölge tümörleri, kolanjioselüler karsinom ve safra kesesi karsinomlu hastalar kronik- malign kolestaz olarak değerlendirildi. Çalışmada benign nedenli kolestaz tanısı alan hastalar Grup 1, malign nedenli kolestaz tanısı alan hastalar Grup 2 olarak sınıflandırıldı. Çalışmaya dahil edilen hastaların acil servise başvuru veya kliniğe ilk yatıştaki karaciğer hastalıkları skorlamalarında kullanılan laboratuvar parametreleri olan Aspartat Transaminaz (AST), Alanin Transaminaz (ALT), Gamma Glutamil Transferaz (GGT), Alkalen Fosfataz (ALP), albümin, Total Bilirubin, Direkt Bilirubin ve PLT değerleri kullanılarak R-Factor, ALBI, MELD, UK-PBC, AAPR, APRI, FIB-4 skorları değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 23.0 for Windows paket programı kullanıldı. Çalışma için etik kurul onayı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Dakültesi Hastanesi Etik Kurulu'ndan alınmıştır. (Başvuru No: 2021000442) BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen toplam 202 hastanın, %57,4’ü erkek (n:116), %42,6’sı kadın (n:86) idi. Hastaların, %45,5’i Grup 1 de (n:92), %54,5’i ise Grup 2 de (n: 110) yer almaktaydı. Grup 1’deki hastaların %45,7’si erkek, %54,3’ü kadın (n:50) iken Grup 2’deki hastaların %67,3’ü erkek (n:74), %32,7 ’si kadınlardan (n: 36) oluşmaktaydı. Değerlendirilen laboratuvar parametrelerinden ALP, total ve direkt bilirubin maligniteye işaret eden en önemli testlerdi (p<0,001). Karaciğer hastalığı skorları içinde R-factor (p<0,001), prognoz skorlarından UK-PBC(p<0,001), MELD(p<0,001) ve ALBI(p: 0,023) anlamlı düzeyde Grup 2 lehine farklılık gösterdi. Bununla beraber AAPR skoru Grup 1 lehine anlamlı görüldü (p<0,001). Fibrozis skorlarında ise APRI ve Fib-4 Grup 1 lehine anlamlıydı. TARTIŞMA: Uzamış kolestazın, aynı zamanda malignitenin hepatik fibrozisi artırdığı birçok çalışma ile gündeme getirilmiş, bu anlamda moleküler testlerden görüntülemeye birçok çalışma yapılmış arada bir ilişkinin olup olmadığı değerlendirilmiştir. Ancak bunca çalışma arasında, rutin biyokimyasal testler ile kolay bir ayrım modeli geliştiren çalışmalar yok denecek kadar azdır. Laboratuvar verilerinin anlamlı düzeyde farklılık göstermesini baz alırsak, maligniteye işaret eden total bilirubin, direkt bilirubin ve alkalen fosfataz gibi değerleri pozitif yönde kullanan skorların da maligniteye işaret etmesi, bu değerleri negatif yönde kullanan skorların malignite açısından ters yönde anlamlı çıkması beklenir. Fibrozis skorlarının hesaplanmasında maligniteye işaret eden önemli laboratuvar parametrelerini kullanmaması ve fibrozis skorlarında kullanılan platelet değerinin kolanjit gibi durumlarda inflamatuvar yanıt olarak düşebilmesi ile açıklanabilir. Kronik karaciğer hastalıklarında kullanılan prognostik skorların karaciğerin fonksiyonel kapasitesini gösterdiği düşünülürse malign obstruktif durumlardaki uzun süreli kolestaz halinin hepatosit fonksiyon bozukluğuna yol açtığı söylenebilir. Prognostik skorlardan AAPR' nin diğer prognostik skorlardan farklı olarak benign kolestaz lehine anlamlı çıkması bu skorda kullanılan ve negatif akut faz reaktanı olan albuminin skoru etkilemesi ve alkalen fosfatazın skoru negatif yönde etkilemesi ile açıklanabilir. SONUÇ: Çalışmamız kronik karaciğer hastalıklarında kullanılan prognostik skorlardan MELD, ALBİ ve UK-PBC'nin tanı esnasında malign kolestaz lehine yardımcı bir yöntem olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Fibrozis, skor, malign, benign, kolestaz BİLDİRİ ÖZETLERİ 115
SS-52 Kolesistektomili Hastada Sistik Arter Güdük Psödoanevrizmasına Bağlı Hemobili: Olgu Sunumu Hüseyin Yönder Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Şanlıurfa AMAÇ: Hemobili, karaciğerde safra ağacına olan kanamayı ifade eder ve üst gastrointestinal sistem kanamalarının olağandışı bir nedenidir. En sık nedenler arasında akut kolesistit ve kolesistektomiye bağlı yaralanmalar sayılabilir. Sistik arter güdüğünden köken alan psödoanevrizma kaynaklı hemobili çok nadir görülen bir durumdur ve literatürde çok az vaka tanımlanmıştır. Bu çalışmada merkezimizde kolesistektomi sonrası sistik arter güdük psödoanevrizması nedeni ile cerrahi olarak tedavi edilen bir hastamızı sunmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Merkezimize epigastrik ağrı, kanlı kusma ve kanlı dışkılama şikayetleri ile başvuran ve yapılan tetkikler neticesinde sistik arter güdük psödoanevrizması tanısı alan hastanın tanı ve tedavi yönetimini değerlendirdik. BULGULAR: 37 yaşında kadın hasta, laparoskopik kolesistektomiden 3 ay sonra epigastrik ağrı, çoklu hematemez ve melena atakları ile acil servise başvurdu. Yakın zamanda yapılan laparoskopik kolesistektomi dışında, hastanın önemli bir tıbbi öyküsü yoktu. Muayenede solgundu; kan basıncı 105/60 mmHg ve kalp hızı 103 idi. Epigastrik bölgede ve sağ üst kadranda hassasiyet saptandı. Laboratuar bulgularında Hgb 7.7 g/dl, Plt 141 10e3/ul, INR 1.05, ALT 21 U/L, T.bil 0.7 mg/dl, GGT 187 IU/L ALP 76 IU/L olarak saptandı. Batın BT incelemede hepatik arter kaynaklı olduğu düşünülen psödoanevrizma saptandı. Ertesi gün yapılan anjiografik incelemede yine hepatik arter kaynaklı olduğu düşünülen dev psödoanevrizmaya 2 adet greft kaplı stent takıldı. İşlem sonrası hastanın Hgb düşüşü ve kanama kliniği devam etmesi üzerine batın BT inceleme tekrarlandı. Psödoanevrizmanın sebat ettiği görüldü. Tekrarlanan anjiografi işleminde aynı lokalizasyondaki psödoanevrizmaya bu kez coil uygulandı ve trombin enjekte edildi. Ancak hastanın gastrointestinal sistem kanaması devam etti. Bunun üzerine hastaya cerrahi kararı alındı. İntraoperatif kanama odağının sistik arter güdüğü kaynaklı psödoanevrizma olduğu görüldü. Kanama kontrol altına alındı. Hastanın yoğun bakım ve servis takiplerinde kanaması tekrarlamadı. Genel durumu stabil seyreden hasta önerilerle taburcu edildi. Poliklinik takiplerinde problem yaşanmadı ve kanaması tekrarlamadı. SONUÇ: Laparoskopik kolesistektomi sonrası gastrointestinal sistem kanaması ile başvuran hastanın batın BT ve anjiyografik inceleme ile acil olarak tetkik edilmesi gerekir. Sistik arter psödoanevrizma tanısı alan çoğu hastada radyolojik embolizasyon veya stentleme yeterli olabilir; ancak bu müdahalelerle kanama kontrolü mümkün olmuyorsa erken cerrahi müdahale beklenmeden uygulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Hemobili, Sistik arter, Psödoanevrizma BİLDİRİ ÖZETLERİ 116
SS-53 G1/1b Kronik C Hepatiti Tedavisinde« Glecaprevir/Pibrentasvir » Gerçek Yaşam Verileri Çiğdem Mermutluoğlu, Mustafa Kemal Çelen Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji A.D, Diyarbakır GİRİŞ-AMAÇ: Kronik hepatit C enfeksiyonu karaciğer sirozu ve hepatoselüler karsinomun nedenleri arasındadır. Son yıllarda kronik HCV enfeksiyonu tedavisinde kullanılan, yüksek etkinlik ve güvenilir yan etki profillerine sahip ikinci kuşak DEA’lar insanlık için bu konuda bir umut ışığı olmuştur. Bu çalışmada kronik hepatit C nedeni ile takipli bir hasta grubunda kullanılan ikinci kuşak direk etkili Glecaprevir/Pibrentasvir ile tedavi etkinliği ve yan etki profillerinin araştırılması amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Tek merkezli, retrospektif olan bu çalışmaya merkezimizde takipli Glecaprevir/Pibrentasvir alan 19 hasta dahil edildi. Hastalara ait klinik ve laboratuvar verileri poliklinik takip dosyalarından elde edildi. Hastaların baseline, 4. hafta, tedavi sonu ve 12. hafta laboratuvar parametreleri ile varsa adverse olay, komorbidite, koenfeksiyon bulguları kaydedildi. BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 46 ve 15’i (%78,9) erkekti. Bulaş yolu: 2 hasta IV ilaç kullanım, 2 hasta kan ürünü kullanımı, 2 hasta cerrahi prosedür sonrası, 13 hastanın bulaş yolu bilinmiyordu. Tüm hastalarda HCV genotipi, genotip 1 (%100) olarak tespit edildi ve bu genotip 1 hastalarının %89,4’ünü genotip 1b oluşturmaktaydı. Hastaların 12’si (%63) tedavi deneyimli ( 7hasta PEG+RIB, 4 hasta Ombitasvir-Paritaprevir-Ritonavir + Dasabuvir, 1 hasta Telaprevir+PEG+RIB) idi. Tedavi başlangıcındaki HCV-RNA düzeyi 1.472.621 IU/ml idi (tablo 1). Hastaların tedavi başlangıcındaki değişkenler ile 4., 8. ve 12 haftadaki değişkenleri arasında HCV RNA negatifliği dışında anlamlı bulgu saptanmadı. Takiplerde hiçbir hastada adverse olay görülmedi. SONUÇ: Ülkemizde kronik hepatit C infeksiyonunda güncel olarak kullanılan ikinci kuşak direk etkili oral antiviral olan Glecaprevir/Pibrentasvir yüksek etkinlik ve düşük yan etki profiline sahiptirler. Anahtar Kelimeler: kronik hepatit C, Glecaprevir/Pibrentasvir, Tablo1-Tedavi başlanan hastaların demografik ve klinik verileri BİLDİRİ ÖZETLERİ 117
SS-54 Gastroözofageal Reflüde Laparoskopik Toupet Fundoplikasyon Deneyimimiz Hasan Elkan, Ahmet Bertan Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi,Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı,Şanlıurfa AMAÇ: Laparoskopik Toupet Fundoplikasyonu Gastroözofageal reflü hastalığının cerrahi tedavisinde uygulanan bir prosedürdür.kliniğimizde gerçekleştirdiğimiz ameliyat sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Kliniğimizde Şubat 2017 ile Temmuz 2020 tarihleri arasında Laparoskopik TOUPET Funduplikasyon uyguladığımız toplam 28 hasta retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalara ameliyat öncesi endoskopi ve biobsi yapıldı. Tüm hastalara 270 derecelik laparoskopik toupet funduplikasyon ameliyatı yapıldı. BULGULAR: Hastaların 12’si kadın(%42.8) 16’sı erkekti (%57.1) ortalama yaş 36’idi (24-62).Hastaların tamamında reflü şikayetleri mevcuttu.Hastaların ameliyat öncesi endoskopilerinde %71’inde özofajit tesbit edildi.17 hastada gastroözofageal reflüye hiatus herniside eşlik ediyordu.1 hastada Barrett özofajiti saptandı.Hastalara 270 derecelık posterior TOUPET fundoplikasyonu yapıldı.1 hastada trokar girilirken incebağırsak yaralanması oluştu,laparoskopik olarak tamir edildi.Ortalama ameliyat süresi 78.6 dakika (56-146).ortalama hastanede kalış süresi 3.8 gün(2-9 gün) idi.hiçbir hastada nüks olmadı.Hastalar telefonla arandi. Hastaların %88’unda hiçbir şikayeti olmadığı bildirildi.%12’sinde hafif yanma olduğu bildirildi. Ağrılı yutma tesbit edilmedi. SONUÇ: Gastroözofageal reflü hastalığının tedavisinde Laparoskopik TOUPET fundoplikasyonu düşük morbitide ve mortalite oranı ile uygulanabilir. Uzun süreli ilaç tedavisine alternatif bir cerrahi yöntemdir. Anahtar Kelimeler: Laparoskopi,TOUPET fundoplikasyonu,reflü. BİLDİRİ ÖZETLERİ 118
SS-55 Çocukluk çağı acil üst gastrointestinal sistem endoskopisi uygulamalarında anestezi deneyimlerimiz Gülçin Patmano1, Tuğba Bingöl Tanrıverdi2 1Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Bölümü, Kayseri 2Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Bölümü, Şanlıurfa AMAÇ: Çocukluk çağında yabancı cisim yutmaları ve üst gasrointestinal sistem (GİS) kanamaları, artan sıklıkta görülen ve ciddi sağlık sorunlarına neden olabilen acil durumlardır. Bu durumların tanısı ve acil tedavisi için üst GİS endoskopisi sıklıkla yapılmaktadır. Anestezistler yapılan endoskopi işlemlerinin kolay uygulanabilmesi ve oluşan komplikasyonların yönetimi açısından kritik bir role sahiptirler. Çalışmamızın amacı, acil servise kusma-karın ağrısı, yabancı cisim yutma veya üst GİS kanaması nedeniyle başvuran ve endoskopi uygulanan çocuk hastalardaki anestezi deneyimlerimizi paylaşmaktır. YÖNTEM: Çalışmamıza, 18 yaş altı olup hastanemiz acil servisine kusma-karın ağrısı, yabancı cisim yutması veya üst GİS kanaması ile başvuran ve ameliyathane ortamında genel anestezi altında üst GİS endoskopisi uygulanan 60 çocuk hasta dâhil edildi. Tüm hastaların demografik özellikleri, uygulanan anestezi yöntemleri, vaka süreleri, yoğun bakım ihtiyaçları, oluşan komplikasyonlar ve sonuçları kaydedildi. BULGULAR: Hastaların ortanca yaşı 12 (minimum:2, maksimum:18) olup, 31’i (%51.7) erkek idi. Hastaların 30’una (%50) üst GİS kanaması, 16’sına (%26.7) kusma-karın ağrısı ve 14’üne de (%23.3) yabancı cisim yutma nedeniyle üst GİS endoskopisi yapılmıştı. ASA skoru 57 (%95) hastada 1-2 iken, 3 (%5) hastada 3 idi. İşlem öncesi, solunum sıkıntısı ve aspirasyon riski gelişmemesi için hiçbir hastaya premedikasyon uygulanmadı. Tüm hastalara sedasyon uygulandı. Anestezi indüksiyonu için; 35 hastada propofol-midazolam-ketamin, 21 hastada propofol-midazolam ve kalan 4 hastada propofol-midazolam-fentanyl kullanıldı. Hastaların hiçbirinde kas gevşetici ihtiyacı oluşmadı. Ketamin verilen 3 hastada (%8.6) ek doz propofol ihtiyacı gelişirken, ketamin verilmeyen 4 hastada (%16) ek doz propofol ihtiyacı gelişti. Ortalama vaka süresi 22.0±5.5 ve derlenme süresi 11.2±2.8 dakika idi. İşlem sırasında 1 (%1.6) hastada perforasyon gelişti ve acil operasyona alındı. Ek olarak, 1 (%1.6) hastada da kanamanın durdurulamaması sonucu acil operasyon gerekliliği oluştu. Hipoksi gelişen 1 (%1.6) hastada kortikosteroid ve ventolin nebül uygulanarak bronkospazm çözüldü. Bunların dışında, 1 hastada (%1.6) bulantı-kusma, 3 hastada (%5) ise alerjik reaksiyon gelişti. Yoğun bakım gereksinimi 8 hastada (%13.3) meydana geldi ve ortalama hastanede kalış süresi 3.5 ± 1.7 idi. Hastane içi ölüm hiçbir hastada gelişmedi. SONUÇ: Çocukluk çağında GİS endoskopisi sık yapılan işlemlerdir. Acil şartlarda yapılan işlemlerde riskler artmış olup iyi bir hasta yönetimi önem kazanmaktadır. Anestezistler, bu vakalarda hastaya hem iyi bir konfor sağlamada, hem de işlem sırasında gelişebilecek komplikasyonların başarılı olarak yönetilmesinde kritik bir role sahiptirler. Anahtar Kelimeler: Anestezi,GİS kanama,pediatrik hasta, sedasyon BİLDİRİ ÖZETLERİ 119
SS-56 Özefagus kanseri tespit edilen hastada senkron meme kanseri görülmesi: olgu sunumu İbrahim Burak Bahçecioğlu Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesi, Cerrahi onkoloji kliniği GİRİŞ: Özefagus kanseri, tüm gastrointestinal maligniteler arasında en agresif olanlardan birisidir.Özefagus kanserinin iki ana histolojik alt tipi, skuamöz hücreli karsinom (SCC) ve adenokarsinomdur (AC).Barrett's özefagusu, AC’nin primer sebebidir.Meme kanseri ise kadınlarda en sık görülen malignitedir ve her 8 kadından biri etkilenmektedir.Çalışmalar meme kanseri ve özefagus AC için yaş, diyet, obezite, metabolik sendrom ve emzirme öyküsü dahil olmak üzere birçok ortak risk faktörü mevcuttur.Bu yüzden meme kanseri ile özefagus kanserinin iki primer senkron tümör olarak bulunabilir.Senkron primer meme kanseri ve özefagus kanseri bulunan olgumuzu güncel literatürü tarayarak sunmayı amaçladık. OLGU: 81 yaşında bayan hasta progresif disfaji nedeniyle yapılan endoskopide özefagus distalinde lümeni obstrükte eden kitle görüldü.Patoloji sonucu adeno ca gelen hastaya Torakoabdominal Bilgisayarlı tomografi(BT) çekildi.Toraks BT de sağ meme üst dış kadranda malign görünümlü 2 cm’lik kitle tespit edildi.Hastanın mamografi ve meme ultrasonografisi yapıldı. Kitleden tru-cut biyopsi alındı.Biyopsi sonucu luminal A, invaziv duktal ca olarak raporlandı.Hastaya evreleme açısından pet-ct çekildi. Hasta onkoloji konseyinde görüşülerek özefagus kanseri için beslenme jejunostomisi açılmasına aynı seansta Mastektomi+ SLNB yapılmasına karar verildi.Hasta sonrasında özefagus kanseri açısından neoadjuvan tedavisi için Tıbbi Onkolojiye devir edildi. TARTIŞMA: Özefagus AC genel 5 yıllık sağkalım oranı dünya çapında %15 ila %25 arasında değişmektedir ve kansere bağlı ölümlerin altıncı önde gelen nedenidir.Meme kanseri ile Özefagus AC arasında ortak bir genetik veya çevresel faktörler olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur.Bu yüzden her iki kanserin de senkron olarak tespit edilebileceğini düşünmekteyiz.Özefagus kanseri tespit edilen kadın hastaların ayrıntılı fizik muayenesi yapılırken meme muayenesi yapılmasını da göz ardı etmemeliyiz. Anahtar Kelimeler: Özefagus adenakarsinom, meme kanseri, senkron BİLDİRİ ÖZETLERİ 120
SS-57 Yeni sentez nikotinamid türevli bileşik dc-14’ün SNU-1 mide kanseri hücreleri üzerinde antiproliferatif etkisinin incelenmesi Melih Turan Gürlemez1, Hilmi Ataseven2 1Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi 2Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Dahili Tıp Bilimleri Bölümü, Sivas AMAÇ: Mide kanseri, dünya genelinde en yaygın görülen gastrointestinal sistem kanserlerinden biridir (1). Gelişen tıp teknolojileri ve ilerleyen cerrahi tekniklere rağmen mide kanseri erken tanı ve tedavideki yetersizlik sebebiyle yüksek morbidite ve mortalite oranlarına sahiptir. Bu yüzden kötü prognozla ilişkilendirmekte olup 5 yıllık sağ kalım oranı yaklaşık olarak %40’dır (2-4). Kanser tedavisindeki kullanılan cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi gibi geleneksel pek çok tedavi edici yöntem olmasına karşın kanserli hücrelerin hayatta kalma yeteneği hala ana zorluklardan biridir. Bu nedenle, ilaç tasarımı, moleküler genetik ve biyotıp alanındaki araştırmacılar, kanser tedavisinde kullanılabilecek istenmeyen yan etkileri en az olan daha güvenli maddeleri tespit edebilmek için uğraşmaktadır (5). Bizim amacımız nikotinamid türevli yeni sentez bir bileşik olan DC-14’ün mide kanseri hücre hattı üzerindeki antiproliferatif etkisi incelemektir. YÖNTEM: Çalışmada mide kanseri hücre kültüründe (SNU-1) kontrol grubu ve sentez grubu olmak üzere 2 grup oluşturulmuştur. Grupların SNU-1 hücrelerinde hücre canlılığı XTT testi kullanılarak incelendi. Bu hücreler, oyuk başına 1 x 104 hücre konsantrasyonunda ekildi ve DC-14 çeşitli konsantrasyonlarda (200; 100; 50 ve 25 μM) uygulandı. Hücreler 24 saat boyunca inkübasyona bırakıldı. İnkübasyondan sonra her kuyucuğa 50 µL XTT karışım solüsyonu eklendi.ve 4 saatlik inkübasyonun ardından 450 nanometrede bir mikroplaka okuyucu kullanılarak absorbans değeri ölçüldü. Elde edilen değerlerin hücre canlılığı, kontrol grubuna göre kıyaslandı. Verilerin istatistiksel değerlendirmesi, One Way ANOVA ile yapıldı. 0.05'ten küçük p değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: DC-14’ün 200 μM konsantrasyonunda SNU-1 hücre hattında antiproliferatif etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). SONUÇ: DC-14 mide kanserine karşı antikanser etkisi bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Mide kanseri, SNU-1 Hücre Hattı, Antiproliferatif etki, DC-14, Yeni Sentez Molekül BİLDİRİ ÖZETLERİ 121
SS-58 Metastatik Gastrointestinal stromal tümörde tanı tedavi: olgu sunumu Ebru Esen gülhane eğitim araştırma hastanesi GİRİŞ: Gastrointestinal stromal tümörler(GİST) gastrointestinal sistemin mezenkimal dokusundan kaynaklanan ve nadir görülen tümörlerindendir. Gistler genellikle mide(%40-60) ve ince barsak(%25-30) duvarında görülmekle birlikte gastrointestinal sistemin tümünde bulunabilmektedirler. Gistlerin çoğu kit veya (platelet-derived-growth- factor-alpha) PDGFRA mutasyonu oluşmaktadırlar.Tüm gastrointestinal kanserlerin %1-2’sini oluşturmaktadır. Leiomiyom-leiomyosarkomlardan immunhistokimyasal olarak KİT protoonkogenin ürünü CD117 antijen pozitifliğiyle ayrılmaktadır. Gistler genellikle interstisiyel cajal hücrelerinden kaynaklanmakta bu hücrelerin musküler tabaka içinde olması sebebiyle subepitelyal kitleler oluşturmakta ve genellikle soliterdirler. Genellikle disfaji, ağrı, kanamayla ortaya çıkmaktadırlar. Gistlerin median görülme yaşı 65-69 aralığında olup 40 yaş altında nadir görülürler. Gistlerin yaklaşık %10-20’sinde metastaz gelişebilmekte, en sık tutulan yerler ise karaciğer, omentum ve peritondur. Lenf nodu metastazı yapabilme riski çok düşük olması sebebiyle formal cerrahisinde lenfadenektomi gerekliliği yoktur. OLGU: 29 yaşında kadın hasta polikliniğimize karın ağrısı nedeniyle yapılmış ultrasonda midede saptanan kitle nedeniyle başvurdu. Yapılan bilgisayarlı tomografide mide büyük kurvaturda ekzofitik büyümüş, pankreas ile arasındaki yağlı plan silinmiş 65x52x34mm kitle,çevresinde 1 cm’yi geçen lenf nodları ve karaciğer segment 6’da 11x9mm met olarak raporlandı. Endoskopik ultrasonografisi(EUS) büyük kurvaturda 4x4cmlik submukozal lezyon olarak raporlandı. Karaciğer segment 6’daki lezyon magnetik rezonansda metastaz lehine yorumlandı. Hastaya laparoskopik mide wedge rezeksiyon+distal pankreatekomi+splenektomi+kc segment 6 radyofrekans ablasyon yapıldı. Patoloji raporu GİST 5,5x4,5x4 cm çapında, pankreas invaze, CD117+, lenf nodları 1/9 metastatik olarak raporlandı. TARTIŞMA: GİST’ler gerek lokal invazyon gerek lenf nodu metastazı gerekse uzak metastaz görülme riski düşük olmasına rağmen nadiren agresif tablolarla ortaya çıkabilmektedirler. Gist olgularının endoskopik ve özellikle radyolojik bakımdan iyi evaluasyonu uzak metastazların, lokal invazyonların veya lenf nodu tutulumlarının preoperatif dönemde saptanması cerrahi planlanmayı kolaylaştıracağı, dolayısıyla oluşacak morbiditeleri engelleyeceği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: gastrointestinal,lenfadenektomi,metastaz,stromal,tümör gist kc seg 6 met mide gist bt gist kc seg 6 met mr görüntüsü mide gist bilgisayarlı tomografi görüntüsü BİLDİRİ ÖZETLERİ 122
SS-59 Asit nedeniyle takip edilen hastaların retrospektif analizi Ahmet Uyanıkoğlu, Ensar Gazi Göçer, Süleyman Sari, Muhammed Emin Ergün Harran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji GİRİŞ: Asit tetkik nedeniyle takip edilen hastaların demografik, klinik, laboratuvar ve etyolojik özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. MATERYAL-METOD: Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Gastroenteroloji kliniğinde Ocak 2018- Aralık 2021 yılları arası ilk defa asit tespit edilen veya daha önce tanı konulan hastalar geriye dönük tarandı. Dosyalarında yeterli veri bulunan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. BULGULAR: Gastroenteroloji kliniğine asit tetkik nedeni ile yatırılan veya ayaktan takip edilen 275 hastanın 139’u (% 51) kadın, yaş ortalaması 60 ± 15.3 yaş (dağılım 19-90) idi. Hastaların 196’sında (% 71.3) portal asit, 79’unda (% 28.7) non portal asit saptandı (tablo). Tüm asit nedenlerinde (% 61) ve portal tip asitte (% 86) en sık nedeni n:169 karaciğer sirozu idi. Sirotik hastaların 22’sinde hepatosellüler kanser (n:12 hepatit B, n:6 Hepatit C ve n:4 kriptojenik siroz kaynaklı) saptandı. Diğer portal tip asit nedenleri, 9 kardiyojenik, 6 kronik böbrek yetmezliği, 5 Budd-Chiari, 5 portal tromboz, 1 hipotiroidi, 1 kısa barsak sendromuna bağlı hipoalbüminemi olarak saptandı. Non portal tip asit nedenleri ise 53 hasta (%67) malignite, (n:15 over kanseri, n:12 primeri belli olmayan kanser, n:5 kolon kanseri, n:4 mide kanseri, n:4 periampuller kanser, n:3 lenfoma, n:3 akciğer kanseri, n:2 renal kanser, n:2 meme kanseri ve n:1 karsinoid tümör), 14 hasta ( %18) pankreatik asit, 8 hasta (%10) tüberküloz peritonit, 4 hastada (%5) nefrotik sendrom idi. SONUÇ: Asit nedeniyle takip ettiğimiz hastaların yaklaşık % 70’i portal hipertansif tip asit olup tüm asit nedenleri ve portal hipertansif asitte en sık neden sirozdur. Non portal asitte en sık neden malignite olup hastaların yaklaşık dörtte üçünden sorumlu, ikinci en sık neden pankreatik asit, üçüncü en sık neden ise tüberküloz peritoniti olup, non-portal asitlerin yüzde onundan sorumlu idi. Anahtar Kelimeler: asit, siroz, malignite Tüm hastaların serum asit albümin gradientlerine( SAAG) göre dağılımı Asit tipi n% Portal hipertansif tip asit 196 % 71.3 Non-portal hipertansif tip asit 79 % 28.7 Toplam 275 100 BİLDİRİ ÖZETLERİ 123
SS-60 Kronik Hepatit B hastalarında nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı sıklığı Mehmet Demir1, Nurel Gursel Mustafa2, Tümay Özgür3, İlke Evrim Seçinti3 1Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji BD 2Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD 3Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji ABD GİRİŞ: Non alkolik hepatosteatozis (NAFLD) toplumun %25-50’sini etkileyen, siroz ve hepatosellüler kansere neden olabilen ve giderek sıklığı artan önemli bir halk sağlığı problemidir. Kronik hepatit B sıklığı Türkiyede %4-5 oranında olup sıklığı giderek azalmasına rağmen Türkiye’de siroz ve hepatosellüler kanserin en sık nedenidir. Kronik hepatit B ile NAFLD birlikteliği ile ilgili veriler literatürde yetersizdir ve ülkemizde ise çok azdır. Bu çalışmanın amacı kronik viral hepatit B olan hastalarda NAFLD sıklığını araştırmak idi. MATERYAL VE METHOD; Çalışmada 2016-2020 yılına ait 100 hastanın karaciğer biyopsi preparatları retrospektif olarak patoloğun ilk karaciğer bulgularından kör bir şekilde tekrar değerlendirildi. Biyopsiler lobuler inflamasyon, balon dejenerasyon, fibrozis, steatoz açısından incelendi NASH aktivite skorları hesaplandı. Hastaların başlangıçta (ilk) ve sonradan (çalışma sırasında) değerlendirilen patolojik bulgular karşılaştırıldı. Karaciğerde kitle, HCC nedeni mevcut olanlar, birilikte koenfeksiyonu olanlar, KKY, KOAH olanlar, kronik hepatotoksik ilaç kullanımı olanlar, alkol kullanım hikayesi olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. İstatistiksel analizde SPSS programı kullanıldı. BULGULAR; Bulgularımızın özeti tablo 1 de görülmektedir. Grade 1 inflamasyon 1. Değerlendirmeye göre sıklığı artarken, grade 2 inflamasyon istatistiksel olarak azalmakta idi. Makroveiziküler yağlanmanın derecelendirmesinde 1. ve 2. değerlendirmede arasında fark yok iken, fibrozis, balon dejenerasyon ve lobolüer inflamasyon derecelendirmesinde 2. Değerlendirmede sıklıklarında artış mevcuttu. Ancak istatistiksel olarak fark yok idi. Hastaların 1. değerlendirmesinde %27, 2. değerlendirmesinde %28 oranında %5’in üzerinde makroveziküler yağlanma mevcuttu İkinci incelemede NASH aktivite skoruna göre hastaların %75’inde NASH saptanmazken, %16’sinde sınırda NASH , %9’ünde NASH saptanmıştır. Patoloji raporlarında 1. Değerlendirmede sadece 1 hastada NASH açısından da değerlendirilmesi görüşü belirtilmiştir. Sonuç olarak KHB ve NAYK hastalığı oldukça sık birlikte görülmektedir ve patoloğun ön tanı olarak NAFLD açından değerlendirilmesi istenmediği takdirde kolaylıkla gözden kaçabilmektedir. BİLDİRİ ÖZETLERİ 124
TABLO 1. Kronik Hepatit B hastalarında histopatolojik bulguların 1. ve 2. değerlendirmelerine göre dağılımı 1. DEĞERLENDİRME 2. DEĞERLENDİRME P DEĞERİ (n=100) (n=100) %1 NS İNFLAMASYON %22 %0 P<0,0001 GRADE 0 %75 %52 P<0,0001 GRADE 1 %1 %36 NS GRADE 2 %0 GRADE 3 %73 NS STEATOZİS %19 %72 NS % 5 ALTI %6 %17 NS %5-33 %2 %8 %33-66 %3 NS %66 VE ÜSTÜ %56 NS BALONLAŞMA %37 %39 NS YOK %8 %46 GRADE 1 %13 NS GRADE 2 %12 P<0,0001 FİBROZİS %10 %13 P<0,0001 GRADE 0 %36 %33 NS GRADE 1 %24 %7 NS GRADE 2 %11 %33 NS GRADE 3 %7 %5 GRADE 4 %0 %4 GRADE 5 %3 GRADE 6 BİLDİRİ ÖZETLERİ 125
SS-61 Kronik Hepatit C hastalarında Glekaprevir/pibrentansir’in gerçek yaşam verileri: Tek merkez deneyimi Mehmet Demir1, Mehmet Cabalak2, Yusuf Önlen2, Tayyibe Bal2 1 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji BD 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji ABD GİRİŞ-AMAÇ: Kronik Hepatit C (KHC) enfeksiyonu hala önemli halk sağlığı problemidir ve küratif tedavi ile korunabilecek bir hastalıktır. Glekaprevir/Pibrentasvir(G/P) tedavisi oldukça etkindir ancak ülkemizde gerçek yaşam verileri kısıtlıdır. Biz de bu çalışmada Glekaprevir/Pibrentasvir(G/P) tedavisi alan geniş bir KHC hasta serisinde gerçek yaşam deneyimimizi sunmayı amaçladık GEREÇ-YÖNTEM: Mustafa Kemal Üniveristesi Tıp Fakültesi başvuran KHC hastalarından G/P tedavisi alan 146 hasta retrospektif olarak incelenerek çalışmaya alındı. Hastalara 8 veya 12 hafta (siroz ise) G/P verildi. 12. Hafta kalıcı virolojik cevap alınan 141 hastanın bulguları sunuldu. BULGULAR: Hastaların 76’sı kadın (%53,90) olup ortalama yaş 65,5 idi. Hastaların genotip dağılımı 70’i tip 1 (%49,6, 47’si tip 2 (%33,3), 14’ü tip 3 (%9,92), 8’i tip 4 (%5,6), 2’si tip 5 (%1,4) idi. Hasların 6’sı (%4,2) daha önce tedavi deneyimli idi (3’ü SOF+RBV, 3’ü IFNRBV) Hastaların 15’inde (%10,6) kompanse siroz (10’u tip 1, 2’si tip 2, 3’ü tip 3 idi) mevcuttu. Hastaların 7’sinde (%4,49)’unda tedaviye uyumsuzluk (2 si tip 1, 1 ‘i tip 2, 4’ü tip 3) mevcuttu. Bu hastaların 5’inde (%3.5) KVC elde edilemedi. Tedaviyi kesecek yan etki gözlenmedi. Sirotik hastaların hepsinde (15/15, %100) KVC 12 elde edildi. Tüm hastalar değerlendirildiğinde (per protokol analiz) KVC 12 oranı %96,5, intention to treat analiz ile KVC 12 tüm hastalarda (%100) elde edildi. SONUÇ: Sonuç olarak bu çalışma bize ülkemizde G/P tedavisinin gerçek yaşamda oldukça yüksek etkinlikte ve tolerabilitede kullanıldığını düşündürmüştür. Ek olarak tedavi verdiğimiz hasta grubunda daha toplumda bildirilen genotip dağılımında belirgin değişiklik izlenmiştir. BİLDİRİ ÖZETLERİ 126
SS-62 Akut Pankreatitli Hastalarda İdrar Organik Asit Profilinin İncelenmesi Nihayet Bayraktar1, Ahmet Uyanıkoğlu2, Mustafa Bayraktar3, Hamza Erdoğdu4 1Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya ABD 2Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroentroloji BD 3Yıldırım Beyazit Üniversitesi, İç Hastalıklar ABD 4Harran Üniversitesi İşletme Fakültesi, İstatistik BD Giriş ve Amaç: Akut pankreatit (AP), hastaneye yatışa neden olan en yaygın gastroenterolojik hastalıklardan biridir. Tüm vakaların yaklaşık %30 ila %50'sini oluşturan biliyer AP'nin, reflü yoluyla pankreasa ulaştıklarında safra asitleri (BA'lar) tarafından mı yoksa sistemik kan dolaşımı yoluyla mı indüklendiği uzun süredir tartışılmaktadır. Akut Pankreatit’e organik asitler, aminoasit metabolizması gibi primer metabolik yollarda, yağ asidi oksidasyonu ara maddeler olarak ortaya çıkar. Organik asit konsantrasyonları diğer doku ve organ fonksiyonlarına bağlı olarak değişkenlik gösterir ve daha doğru olarak saptanabilir. Bu çalışmada, MDA-MB-231 (akut pankreatit) MCF-7 ve CRL 4010 normal hücre hattının organik asit düzeylerinin analizi ve bu ara metabolit düzeylerinin tanımlanması ve karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metot: Çalışmamız Akut Pankreatit teşhisi konulmuş hastalar katıldı. Çalışmamızdaki 35 hasta grubunun yaş ortalaması 59,00±25,37 yıl, amilaz ortalama değeri 902,29±582,01 U/L, lipaz ortalama değer 1475,92±1790,21U/L dir. Çalışmamızdaki 35 kontrol gurubu akut-kronik pankreatit öyküsü olmayan kişilerve herhangi bir kronik hastalığı olmayanlar dahil edildi. Kontrol grubunun yaş ortalaması 49,13±06,11yıl, amilaz ortalama değeri 53,17±13,30 U/L, lipaz ortalama değer 72,19±23,96 U/Ldir.Hasta ve kontrol grubundan spot idrar alındı,toplanılan idrar numune örnekleri 4000 devirde santrifüj edildikten sonra -80 °C’lik derindondurucuda muhafaza edildi. Çalışmamızda Jasem organik asit kiti kullanıldı. Çalışmamız LC/MS/MS (Kütle Spektrometresi) LC/MS, HPLC (Yüksek Performanslı Sıvı Kromatografisi) ve MS (Kütle Spektrometresi) ünitelerinin birlikte, yapı aydınlatması ve miktar tayini kullanılan bu cihazda çalışıdı. Bulgular: Yaptığımız çalışmada akut pankreatitli hastaların idrar organik asit profilineki organik asitlerin oxoprolin, malic acid, malonic acid, 2-ohphenyy acetic acid, sebacic asid, suberic acid, 2-OH butric acid, 3-OH sobutyrate, 3-OH propanoic acid,4-methyl-2-oxovaleric acid, 2-OH isovaleric acid, lactic acid,ve succinic acid amino asitlerinin anlamlı olarak arttığı; ancak 4-OH-phenyl-asetic aid, glicolicacid, N-acetyl aspartic acid,N-isovaleriyglycine,propionyl glycine,Suberylglycine, 2- oxoadipic acid, 3-OH-2-methyl butanoic acid, 3-OH-3-Methyl glutaric acid, glutaconic acid, 3-methyl-2-oxovaleric acd, 2- OH-glutanic acid2-OH-3-methyl pentanoic acid, 2-OH- isocabroic acid, 3-OH isovaleric acid, 2-ketoglutaric acid, citric acid, ethyl malonic acid, methyl malonic acid, seviyelerinin sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak düştüğü saptandı (p<0.01). Organik asitlerden Homogentisita acid, 3-methylgltaconic acid, pyruvic acid, 3-OH glutaric acid, adipic acid ve orotic acid seviyelerinin sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı fark bulunmadığı saptandı (p>0.01). Tartışma ve Sonuç: Sindirimdeki klasik işlevlerinin yanı sıra organik asit'ler, sinyal molekülleri olarak yakın zamanda keşfedilen özellikleri nedeniyle çekici bir araştırma hedefi haline geldi. Organik asit'lerın altında yatan mekanizmalar çeşitli çalışmalarda araştırılmıştır, AP’te organik asit metabolit düzeylerindeki değişikliklerden elde edilen ipuçları yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesinde fayda sağlayabilir. Sonuç olarak; AP metabolomiksinin gelişen LC-MS/MS tekniğiyle tanımlanması ve metabolit düzeylerinin analizi diferansiyasyonu artmış hücrelerin defekt oluşumları ve Metabolik yolaklarda ara ve son ürünlerini temsil eden organik asit seviyeleri AP metabolik değişikliklerle ilişkilendirilebilir. Organik asit profili analizi, AP metabolik mekanizmasını anlamak organik asitler, gelecekteki tanı ve tedavi yöntemlerinin keşfi için metabolik belirteç potansiyeline sahip olabilir. AP hakkında faydalı veriler sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: MCF-7, MDA-MB-231, Organik asit profili, Akut Pankreatit BİLDİRİ ÖZETLERİ 127
SS-62 Akut Pankreatitli Hastalarda İdrar Organik Asit Profilinin İncelenmesi Mehmet Demir1, Esra Oflazoğlu2 1 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji BD 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç hastalıkları ABD GİRİŞ-AMAÇ: Tenofovir disoproksil fumarat (TDF) kronik hepatit B enfeksiyonunda kullanılan nükleotid analoğu olup faz çalışmalarında ve bir çok çalışmada proksimal tubulopatiye ve GFR azalmaya, hipofosfatemiye, kemik mineralizasyonunda azalmayla ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bizde bu çalışmada uzun dönem tenofovir disoproksil fumarat tedavisi alan kronik hepatit B hastalarında EASL klavuzuna göre entekavir endikasyon sıklığını araştırdık. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya 1 Ocak 2015-1 Haziran 2020 tarihleri arasında Mustafa Kemal Üniversitesi araştırma hastanesinde kronik HBV tanısı ile TDF tedavisi alan 665 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilerek 121 hasta dahil edildi. Tüm hastaların demografik ve klinik verileri, tedavi öncesi ve tedavi sırasındaki karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, tam idrar tahlili veya 24 saatlik idrarda albüminüri, serum fosfor değerleri, kemik mineral dansitometrisi kaydedildi. Verilerine tam olarak ulaşılmayanlar, tedavi uyumunu %80 altında olan hastalar, HCV, HDV ve HIV ile koenfekte olanlar, gebe olanlar, kontrol dışı malignite tanısı olanlar veya kemoterapi alanlar, İmmünsüpresif tedavi alanlar, kronik börek yetmezliği olanlar (GFR< 15 mL/dk/1,73 m2), NYHA (New York Kalp Birliği) sınıflamasına göre Evre IV yetmezliği olanlar, karaciğer veya böbrek nakilli olanlar, serebrovasküler olay geçiren hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların GFR değerleri, Chronic Kidney Disease Epidemiology Collaboration (CKD-EPI) formülü kullanılarak hesaplandı. Serum fosfor düzeyinin <2,5 mg/dL olanları hipofosfatemi olarak kabul edildi. Spot idrar tetkiklerinde 150 mg/dL üzerinde olanlarda proteinüri kabul edildi. KMD ölçümü dual X-ışını absorbsiyometri (DEXA) ile yapıldı. Lomber ve femur boyun bölgelerinin kemik mineral dansiteleri DEXA yöntemiyle Lunar DTX 2008 modeli kullanılarak ölçüldü. Lomber ve femur boyun bölgeleri için T skoru -2,5 altı osteoporoz, -1 ve -2,5 arası osteopeni, -1 üstü normal olarak kabul edildi. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 121 hastanın ortalama yaşı 42 idi. Hastaların 73’ü kadın idi. Ortalama tenofovir disoproksil fumarat kullanımı 19 ay idi. Tüm kriretler değerlendirildiğinde hastaların %38,8 (47/121)’inde EASL’a göre entakavir endikasyonu mevcuttu. Hastaların %9.09 (11/121)’unda proteinüri, %11,6 (14/121)’inde hipofosfatemi, %4,1(5/121)’ünde GFR <60 ml/dk/1,73ml2, %10,74 (13/121)’ünde osteoporoz mevuttu. Hastaların %37,1 (45/121)’si >60 yaş üzerinde idi. Bir veya daha fazla kriter 60 yaş ve üzerinde %46,6 (21/45), 59 yaş ve altında % 7,8 (6/76) idi ( p<0.001). SONUÇ Sonuç olarak uzun dönem tenofovir kullanan hastanın birçoğunda EASL kriterlerine göre entakavir endikasyonu mevcuttu. Özellikle 60 yaş üstü hastalar bu konuda en yüksek risk grubunu oluşturuyordu. BİLDİRİ ÖZETLERİ 128
VS-01 Ampuller Adenomlu Bir Olguda Endoskopik Papillektomi: Video İlhami Yüksel Ankara Yıldırım Beyazıt Ünv Tıp Fak. Ankara Şehir Hastanesi Ampuller Adenomlu Bir Olguda Endoskopik Papillektomi: Video MT. 75 Y Erkek 7.9.2021: Karın ağrısı, ateş ve sarılıkla AŞH acil servise müracaat. AST 79 [Y] U/L, ALT 194 [Y] U/L ALP 173 [Y] U/L, GGT 359 [Y] U/L T. Bilirubin 10,1 [Y] mg/dL D. Bilirubin 7,2 [Y] mg/dL Hemogram normal. CRP: 20.6 USG: İntrahepatik safra yolları her lki lobda dilatedir. Koledok dilatedir. Koledok lümeninde prepankreatik bölgede milimetrik boyutlu taşlar izlendi. ERCP (1): Ampulla Bx: Kronik aktif inlamasyon. Rejeneratif Değişiklikler. Neoplazma rastlanmamıştır. Kolesistektomi önerildi. Kolesistektomi sonrası ERCP + Bx planlandı. ERCP (2 12.1.2022 Bx: ÜLSERASYON, İLTİHABİ GRANÜLASYON DOKUSU, Adenomatöz hücreler gözlendi. * Bu örneklerde low grade displazi var, neoplazi yoktur. * Hastaya ait koledok fırçalama sitolojisi (malignite yönünden negatif). EUS: Oddi 21mm, invasyon yok Plan: EUS’da invasyon yok = Papillektomi (VİDEO) ): Anahtar Kelimeler: Ampuller Adenoma, Endoskopik Papillektomi, ERCP, EUS, MRCP BİLDİRİ ÖZETLERİ 129
VS-02 Crohn ileo-kolitli gebe vakada, intestinal ultrasonografi ile aktivasyonun saptanması: Video olgu sunumu Kenan Koşar, İlhami Yüksel Ankara Şehir Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği Crohn ileo-kolitli gebe vakada, intestinal ultrasonografi ile aktivasyonun saptanması: Video olgu sunumu PŞ. 30 Y / K 1.5.2014’den itibaren ileo-kolonik inflamatuar tip Crohn hastalığı Tanıda: Hospitalisation + steroid + İmuran İmuran 100mg /gün remissionda Sigara Yok Aile hikayesinde özellik yok Ameliyat yok 7.12.2021: 10-15 kez/gün sulu ishal, şiddetli karın ağrısı, kilo kaybı, bulantı, halsizlik imuran 100mg/gün devam CDAI: 305 CRP: 38 Hospitalisation, kolonoskopi --- Gebe olduğunu öğrenip takibe gelmiyor. 15.12.2021: Kadın doğum ve gastronunda önerisi ile Crohn aktivasyonu nedeniyle deltacortril 10mg başlanmış ve kısa süre sonra Covide yakalanmış, deltakortril bırakılmış ancak hemen arkasından genital herpese yakalanmış. 15.2.2022: 4 gündür makatta şiddetli ağrı, karın ağrısı var, ağrıları kramp şeklinde orta şiddette imiş, gayta sayısı 1-2 kez cıvık arada mukuslu imiş, kusma var. CRP:98 Kolonoskopi yapılamıyor MRE: oral kusuyor Ø Fecal kalprotectin istendi (maliyet ?) Plan: IUS Konveks prob: Sigmoid kolon normal -transverse kolon ortasına kadar normal. -transverse kolon ortasından itibaren,hepatik köşe çıkan kolon ve çekumda duvar kalınlıklarında belirgin artış saptandı. Transverse kolon proximalde total çap 16 mm, yarı çap 6.7 mm,transverse kolon duvar katları silinmiş. kolon etrafındaki yağ yastıkçıklarında artış mevcut. dopler ile 1 pozitif sinyal artışı izlenmekte. Splenik köşe normal,splenik köşeden hepatik köşeye ilerlendikce transverse kolon ortasından itibaren kolon duvarında belirgin artış gözlendi. -çıkan kolon proximalinde duvar kalınlığında belirgin artış(10.5 mm )saptandı. duvar katları silinmişti.kolon etrafında yağ yastıkçıklarında belirgin artış mevcuttu. dopler ile 1 pozitif sinyal artışı alındı.-terminal ileum net seçilemedi. Lineer prob: Sigmoid kolon normal, jejenum normal. Transverse kolon ortasına kadar normal,ortasından itibaren transverse kolon proximali,hepatik köşe,çıkan kolon ve çekumda duvar kalınlığında belirgin artış mevcuttur. Terminal ileum izlenebildiği kadarıyla normal. ileoçekal valv değerlendirilebilidiği kadarıyla normal. -dopler usg ile 2-3 pozitif sinyal artışı izlendi. Kolon etrafında yağ yastıkçıklarında artış mevcuttur. Anahtar Kelimeler: IUS, ultrasonografi, Crohn hastalığı, aktivasyon BİLDİRİ ÖZETLERİ 130
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130