Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore hayatsağlık dergisi Sayı 15

hayatsağlık dergisi Sayı 15

Published by Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı, 2019-09-21 07:45:08

Description: hayatsağlık dergisi Sayı 15 Nisan 2017

Search

Read the Text Version

söyleşi müze dedim, çünkü o gün koleksiyon ile müze arasındaki kitaplar sokak ortasında duruyor. O tarihte kitapları kilosu farkı bilmiyordum ki. üç liradan hurdacıya satmışlar. Hurdacıyı arayıp bulduk, yağmur altında seçebildiğimiz kitapları kilosu beş liradan Böyle el yordamı ile değil mi profesyonel bir sistem aldım. O gün çok değerli kitaplar edindik. Rahmetli kayın- pederim Hasan Sarı da yardımcı oluyordu. Eski halı ticareti yok. yapardı; onun tanıdığı antikacılar vardı, onlar bana pek çok Hayır yok. Nereden bileceksiniz kimde ne var. Bir de bağış yaptılar. Mesela tarihi Rum Hastanesi’nin tıp kitapları bizdedir. tabii alınanların taşınması sorunu var. Çoğu kez kendi arabamızla ve eşim Prof. Dr. Hidayet Sarı’nın yardımıyla Bir gün de Fatih müftüsü aradı, babamın öğrencilerin- taşıdık; çocuklarım büyüdü, onlara da taşıtmaya başladım. denmiş, ‘Tabip Odasının kitapları bizde, mekânı boşaltıp Zaman zaman aile bireyleri isyan etmedi değil. Tıp tarihi seminer salonu yapmak istiyoruz’ dedi. Meğer Tıp Encü- müzesi kurmamın özünde bir sıkıntı var. Kimse benden bir meni’nin kitaplarıymış; Tabip Odası binasını yenilenirken müze kurmamı istemedi, böyle bir müze kurmam için gö- kitaplar müftülük binasına taşınmış, sonra da geri alınma- revlendirilmedim. Belki de bu sebeple uzun süre kıymeti mış. Ne kadar kitap vereceklerini sordum; ‘5-6 bin kadar’ bilinemedi. Üniversitemiz ve fakültemiz koleksiyonu satın dediler. Yerimiz yok, nereye koyacağız bu kadar kitabı alma yoluyla edinmedi, belki de bu nedenle değeri yeterin- diye düşündüm. Kürsümüzün bulunduğu Temel Bilimler ce anlaşılamamıştı. binasını dolaştım, bizim müze salonunun neredeyse iki katı yüksekliğinde ve bir buçuk katı büyüklüğünde temiz- Hırdavatçılardan çok şey aldım, atılanlardan çok şey likçilerin malzeme deposu olarak kullandıkları kapalı bir topladım. En değerli parçalar kurum yöneticilerinin bo- mekân buldum. İkna yoluyla temizlik malzemesinin çok şaltmak istediği odalardan çıkıyordu. Mesela bir gün tele- daha küçük bir mekâna taşınmasını sağladım, boşalttıkları fon geldi, Haseki Hastanesi tarihi kütüphanesini ve müze- sini boşaltıyor dediler. Haseki de malum bize yakın, asista- nım Bedizel Zülfikar ile koşa koşa gittik. Öbekler halinde hayatsağlık 101

söyleşi yerin kilidini değiştirdim. Allah büyük, tam o sırada Rad- canın el yazısıyla evrakının da olduğu arşiv malzemesi var yoloji Anabilim Dalı da dolaplarını yeniliyormuş, tavana elimde, tıp tarihi kürsüsünden atılmış, alır mısın’ dedi. Ned- kadar uzanan çok sayıda metal rafı teslim aldık. Müftülük- ret büyük kutu dolusu evrak getirdi. İçinde fermanlar bile ten gelen kitapların içinden el yazmaları ve bir oda dolusu var. Hatta getirdiklerinin çoğunda İstanbul Tıp Fakültesi Tıp matbu Osmanlıca tıp kitabı çıktı; ayrıca 19’uncu yüzyıldan Tarihi Kürsüsü damgası ve etiketi var. Hepsini on bin liraya kalma binlerce Fransızca, Almanca, İngilizce tıp kitabına satın aldım. Sonra kendisinden bilgi almak için Murat Bar- sahip olduk. Kitapların içinden el yazmalarını ve Osman- dakçı’ya gittik, belki atılanların izini bulabilirim diye. ‘Siz lıca tıp kitaplarını ayırdık; diğerlerini orada bıraktım. Yer attınız biz aldık’ dedi. ‘Biz atmadık’ diyorum, anlamak iste- yoktu çünkü. Sonuçta muhteşem bir nadir eser koleksiyo- miyor. Milliyet Gazetesi’nin atılanlardan sekiz çuval dolusu nuna sahip olmuştuk. belgeyi arşivine aldığını söyledi. Bu bilgi ne kadar doğruydu bilemiyorum. Sonradan öğrendim ki Osmanlıca belgeler ve İleriki yıllarda, vefat eden tıp hocalarına ait pek çok kitap kitaplar çoğunlukla SEKA’ya gönderilirmiş. SEKA’ya gittik, ve araç-gereç aileleri tarafından bağışlandı. Sağlık kurum- müdürü ile görüştük, dedi ki ‘1960’lı yıllara kadar üçüncü larında görevli duyarlı hekimler ve hemşireler de yardım- sınıf hamur kağıdımızın yüzde doksanını Osmanlı evrak ve cı oldular. Mesela, rahmetli Dr. Kazım Ertürk çok değerli kitaplarından elde ediyorduk. Dün Ankara’dan paşalar te- eserler bağışladı. Müzemize bağış yapan farklı kesimlerden lefon etti; CHP arşivi de SEKA’ya gönderilmiş, Atatürk’ün şahıslar var, bizi tanıyıp da getirenler çoğunlukta. Mesela imzaları varmış, geceleyin ışıklarla aradık, ama hepsi hamur dostumuz sosyolog Uğurol Barlas, Safranbolu’dan iki yağlı olmuş’ dedi. ‘Ama eğer isterseniz; haftalarca Ankara’dan ev- boya tablo yollamıştı, ancak tablolar yolda kayboldu. Ulu- rak geldi, gidin bakın belki bir şey bulursunuz’ diye ekledi. soy ile yollamış, inanın altı ay tabloların peşinden koştum, Gittim ne göreyim, bir kaç kilometre boyunca uzanan te- meğer çalmışlar. Sonunda tablolara kavuştuk. peler halinde eski evrak, bütün bakanlıkların arşivleri bo- şaltılmış. Osmanlı’nın son dönemi, İstiklal Savaşı dönemi, Bir olayı daha anlatmadan geçmeyeyim. Bir gün Süheyl Cumhuriyetin ilk dönemi, hep atılmış. İpekli kurdeleler ile Hocaya gazeteci Murat Bardakçı’dan telefon gelmiş, ‘arşivi- bağlı zarflarda, zarif antetli, damgalı, resmi pullu milyonlar- niz sahaflarda satılıyor’ diye. Kendi kendime düşünüyorum, ca evrak, üst üste atılmış, açıkta yağmur altında duruyorlar- bu arşiv nasıl olur da sahaflara düşer. Çok üzüldüm. Kime dı öylece, hepsi kağıt bunların! Toplayabildiğim birkaç ev- sorsam haberi yok. Birkaç gün sonra, o tarihte edebiyat fa- rakı iki kutuya doldurup arabamın arkasına koyup kürsüye kültesinde okuyan Nedret İşli’den telefon geldi. ‘Süheyl Ho- getirdim. Bu hadiseden sonra dört ay uyumadım. İlgililere ulaşmaya, durumu anlatmaya çalıştım, kimse beni dinleme- di. Sadece Cumhuriyet Gazetesi’nde iki satır haber çıktı. Hiç kimsenin umurunda değil. Arşivleri kimin SEKA’ya yolladı- ğını öğrenemedim ama bu yaşadığım beni en üzen olaylar- dan biridir. Arşivlere değer veren Turgut Özal’ın haberi var mıydı bilmem. Bir gün yine Çapa’dan atılanları aramak için sahaflara gitmiştim. Sahaflara cami tarafından girince köşede sahaf Turan Bey’in dükkânı vardı. Baktım bir yığın eski kitap ke- narda duruyor. ‘Sizden önce Prof. Dr. Turan Baytop bunlar- dan satın aldı’ dedi. İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Kürsü- sü damgalı ve etiketli çok sayıda kitabı da ben satın aldım. Tıp Tarihi Kürsüsünden atılanlar arasında Bedii Hoca’nın hatıra defteri de varmış; meğer hatırat defterinde hoca ilk evliliğinden söz etmiş. Bu defter eşinin eline geçince, dö- nemin rektörüne başvurdu ve mahkeme sürecini başlattı. Beyazıt’taki Tıp Tarihi Kürsüsünün üst katında İktisat Ta- 102 hayatsağlık

söyleşi rihi Kürsüsü vardı. Bu kürsüden bir asistan tıp tarihinden Müze de depo haline geldi, her yer tıkış tıkış dolu. Almaya atılanlardan bol miktarda toplamış. Asistanın eşi o sırada devam ediyorum, ama koyacak yerimiz yok. Mesela has- piyasaya yeni çıkan renkli televizyonlardan istermiş. O taneleri dolaşıyorum, klinikleri dolaşıyorum, çok büyük tarihte renkli televizyon çok pahalı, asistan topladıklarını ve çok sayıda tarihi aletler buluyorum. Dolayısıyla Cerrah- satmak istiyor. İstediği üç yüz lirayı bulabilmem mümkün paşa’daki bu koleksiyon hiçbir yerde yok, çünkü her çeşit değil. Fakültemizin Dekanına başvurdum, o da miktarı faz- araç-gereç ve malzeme var. Tabii en büyük korkum topla- la buldu. Neyse, paranın üstünü daha sonra tamamlamak nan bu eserlerin başına bir şey gelmesi. üzere az bir ödemeyle asistanı ikna ettik ve yine Tıp Ta- rihi Kürsüsü damgalı kitapları ve damgasız pek çok tarihi Tıkandığım noktada fakülte dekanımız Prof. Dr. Hürol belgeyi müzemize kazandırdık. Asistan kısa bir süre sonra Ünsel Hoca’ya başvurdum. Dedim ki, ‘çok değerli bir takım kanserden vefat etti. tarihi araç-gereçlerimiz var, rica etsem amfilerin karşısında çok büyük bir boş alan var, burasını duvarla kapatıp depo İstanbul’un tarihi hastanelerini de dolaştım. Mesela Ku- yapsak’. Alanın üç tarafını duvarla kapattırdım ve üç depo ledibi Göz Hastanesinde tanıdık bir göz hekimi vardı, onun elde ettim. Dekanımız ikna olmasaydı durumumuz zordu. aracılığıyla bağış almaya gittik. Baktım elinde pirinçten Sonra yine toplamaya devam ettim ve yeni mekânımızda yapılmış fevkalade göz aletleri var. ‘Bunları müzeye veri- biriktirmeye başladım. Hürol Hocamıza şükran borcumuz yor musun’, dedim, ‘hayır, bunları ben özel koleksiyonuma var. aldım’ dedi. Derken, hastanenin alt katına indik. Yıldız Sarayı eczanesinden çıkma, üstünde ‘Pharmacie Imperia- Ama o salon dışında depolar dolusu malzeme var le’ yazılı, Beykoz yapımı ilaç kapları, bir sürü tarihi cerrahi aletleri var. Depolara girdik, alacaklarımızı paketledik, tam herhalde? götüreceğiz; ‘durun’ dediler, ‘şimdi alamazsınız, izin almak Yıllar içinde depolar da dolup taştı. O dönemde fakül- gerekiyor’, ama izin hiç bir zaman gerçekleşmedi. Daha sonra bu eserler ne oldu bilemiyorum. Haseki Hastanesi te dekanı Prof. Dr. Ahmet Özbal, tarihle hiç ilgilenmiyor; başhekiminin odasında da pek zarif porselen ilaç kapları Rektörümüz de Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu. Depoların vardı, vermedi. Bu gibi tarihi eserler ya satılıyor, ya atılıyor anahtarları bendeydi. Personelimize tembih etmiştim ben ya da özel koleksiyonlara götürülüyor. Yeri gelmişken be- yokken depoları kimseye açma, açtırtma diye. Fakat ben lirtmemde fayda var, özel koleksiyonculuk tehlikeli bir iştir, yokken bir öğretim üyemizin işgüzarlığıyla depolar açıl- özellikle de bizim gibi devlet memurları için. Tarihi eserleri mış, her şey üst üste karmakarışık duruyor. Adı üstünde evime almadım ve nadir kitapları ve evrakı kütüphaneme ‘depo’. Sonradan öğrendim ki şikâyet olmuş; şikâyet eden koymadım. de bir anabilim dalı başkanı, ‘Nil Hanım temel bilimlerde her yeri işgal ediyor’ demiş. Her şeyi attırıp depoları boşalt- Neden tehlikeli özel koleksiyonculuk? tıracaklar. Birkaç gün sonra rektör ve dekan haber verme- Özel koleksiyon yapan hakkında her türlü dedikodu çı- den geldiler. Tabii ben yıllar içinde tecrübe edinmişim. De- kabilir. Ve ikinci bir hususu daha belirtmek isterim, bana poların içini hemen toparladık, sanki sergi salonuymuş gibi getirilen ya da toplayıp müzeye götürdüğüm kitapların, yerleştirdik. Rektör depoları ‘açın’ dedi. Depoları gezerken evrakın üstüne ismimi yazmadım, bağışlayan diye envan- kendisiyle fotoğraf da çektiriyoruz. Derli toplu duruyor her terlere adımı kaydettirmedim. Bedii Bey ve Süheyl Hoca şey. Tabii şikâyetçi olanlar, ‘böyle değildi buralar ne oldu’ kendileri vasıtasıyla kürsüye alınan kitaplara imzalarını diye çok sinirlendiler. Fakültemiz dekanı hani attıracaktı ya atmışlardır. İmzasız kitaplar benim dönemimde alınmıştır. bizim eşyalarımızı, attıramadı haliyle. O günkü perişanlığı- Neden adımı koymadım, çünkü onları kendime almadım; mı unutamıyorum. Yine o gün Prof. Alemdaroğlu’nu tak- koleksiyonumuz milletin malıdır. Özel koleksiyon yapanla- dir ettim. ‘Nil bakma sen ona, o söylesin, atılır mı bunlar, rın birçoğu ellerindekini ticari meta olarak görüyorlar. Ben şaka yapıyor’ dedi. Bu olaydan sonra cesaretimi topladım tarihi eserleri ticari meta olarak görmüyorum. Rektörün kapısını çaldım. Dedim ki biz Temel Bilimlere sığmıyoruz, siz de gördünüz vaziyeti; müze için bir yer Okulu ikna etmek için ayrı bir çaba sarf ettiniz mi? rica ediyorum. O sırada da yeni dekanlık binasının inşası Başıma gelenleri anlatayım. Devamlı topluyorum da tamamlanmış, eski dekanlık binası boşaltılıyor. Boşalan topluyorum. Kürsünün her tarafı doldu, artık yer kalmadı. dekanlık binası da Cerrahpaşa’nın en eski yapısı. Bu binayı müzeye tahsis edeceğini söyledi. Tabii bu bir mucize, kimse hayatsağlık 103

söyleşi inanmıyor. Benim gücümden değil, bana Allah yardım etti; da Rektörden bir telefon geldi. Bana telefonda diyor ki ‘Nil Prof. Alemdaroğlu’nun Edirne’deki Sağlık Müzesini gö- derhal taşıyacaksın müzeyi yoksa ben bir adam yollar zorla rüp beğenmesi ve Cerrahpaşa’da yeniden tanzim edilecek götürtürüm’. ‘Olmaz hocam, iki gün sonra kongre bitiyor bir müzenin de ödül alabileceği beklentisi yolumuzu açtı. bekleyin’ diye direniyorum. Derken kürsüyü de aramış. Rektör kimlerle çalışabileceğimi sordu, ben de ilgililerin Görüştüğü öğretim üyesi telaşa kapılmış, beni arayacağına isimlerini verdim. Verdiğim isimlerden ikisi müzeciydi; kongrede bulunan kürsünün bir diğer öğretim üyesini ara- Prof. Dr. Sait Başaran ve Doç. Dr Sümer Atasoy. Kürsü- mış, o da malzemeyi taşıtmasını söylemiş. Her iki öğretim müzden iki öğretim üyesinin ve kardeş fakülteden de bir üyesinin de buna hakkı yok, ben anabilim dalı başkanıyım. öğretim üyesinin ismini listeye yazdım, çalışırlar diye. Der- Ve o gün yağmur yağıyordu. Öğretim üyesi malzemeyi per- ken müzede görevlendirilenlerin listesi rektörlükten geldi; sonelin kutulara doldurmasını sağlıyor, kamyona yükleti- ben tıp tarihi profesörüyüm, anabilim dalının başkanıyım, yor. O sırada ne oldu biliyor musunuz? Malzeme ve etiket- müze koleksiyonunu toplayan ve ilk teşhir-tanzimi yapan leri birbirine karıştı. Kimden, hangi kurumdan ne alındığı da benim, boşalan binada müzenin yeniden teşhir-tanzi- meçhul oldu. mini teklif eden benim, bu işi fiilen yapacak olan da benim, fakat rektörümüz ekibin başına dahiliye uzmanı olan sınıf Müze olabilmeniz için iki koşul sağlanmalı. Bizim bi- arkadaşı Prof. Dr. Hüsrev Hatemi’yi getirmiş. Bundan son- namız tarihi bir bina. Prof. Sümer Atasoy ve yüksek mimar ra hiçbir faaliyette bulunulmadı, iki yıl boşuna geçti. Netice Halil Onur Anıtlar Kurulu’nun tarihi binanın müze olarak alamayan rektör bu sefer de kadın doğum uzmanı Prof. Dr. kullanılmasına ilişkin kararı almasını sağladılar. Bu karar Aykut Kazancıgil’i başımıza getirdi. O tarihte Aykut Bey bir gün gelip de müzenin binadan çıkarılamaması bağla- emekli, Ayvalık’ta ikamet ediyor. Bu işin başında fiilen bu- mında çok önemliydi. Sonra üst kattaki iki büyük salona lunması imkânsız. Tabii yine netice alınamadı. teşhir dolaplarının yaptırılması için görüş alışverişinde bu- lunduk. Binanın restorasyon projesini Halil Bey çizdi, fakat Eşyalar hala depoda, bina size tahsis edildi ama du- bir restorasyon yapılamadı. Ufak tefek tamirler ve badana yapıldı. Binayı müze için aldık ama bir bütçesi yok, yardım- ruyor.. Bunların hepsinin ayrı bir binaya taşınması ne cı eleman verilmemiş, müzenin teşhir-tanzimi kürsüdeki öğretim üyelerinin işi değil. Genel bakış açısı şuydu, müze- zaman oldu? nin bir getirisi yok, bir yarar sağlamayacak. Teşhir-tanzim Binayı daha tam boşaltmamışlardı, eczane vs. duruyor- için önce binanın restore edilmesi gerekiyordu, ama bu ya- pılmadı. Ben de bir yandan yer karolarındaki ziftlerin kal- du ama zaten müze için bir faaliyette bulunulamıyordu. Bu dırılması, çerçevelerin onarımıyla, diğer yandan temizlik arada rektör, anabilim dalımız öğretim üye ve yardımcıla- ve badana işleriyle uğraşıyorum. rına buz gibi soğuk bu boş binada sabahtan akşama kadar dört-beş ay nöbet tutturdu. Rektör sık sık profesörler ku- Müze kurulmadan önce bina ne olarak kullanılıyor- rulunu toplardı, bu toplantılarda sık sık azarlanırdık; mü- zenin kuruluşunu ve serüvenini Prof. Cenk Büyükünal çok muş? iyi biliyordu. Söz alarak, ‘Nil Hanımı çok takdir etmeliyiz, Bina eskiden hem idare binası, hem de klinik olarak şöyle yapıyor böyle yapıyor vs.’ dedi. Sayın Alemdaroğlu birden parladı, ben de orada oturuyorum. ‘Vazgeçtim ben kullanılmış. Bizim zamanımızda dekanlık bu binadaydı, bu müzeden, Edirne Müzesi ödül aldı, sen hiçbir şey ya- hastanenin eczanesi de buradaydı. Dönemin dekanı Prof. pamadın’ dedi beni kastederek, sanki beni görevlendirmiş Dr. Fikret Sipahioğlu müzemizle yakından ilgilendi, zaman gibi. Kısacası beni sadece işin işçisi gibi görüyor. Ben de zaman toplanıp kararlar alıyorduk. En üst kattaki iki büyük ayağa kalktım, cevap verdim, o konuşuyor, ben konuşu- salona pek şık teşhir dolapları yapıldı. Fakat dolapların açılıp yorum. ‘Siz para mı verdiniz, eleman mı verdiniz, Edirne objelerin yerleştirilmesi zordu, dolaplar emniyetli ve kulla- Müzesine şu kadar para verdiler, eleman verdiler’ dedim. nışlı değildi, bizim malzemeye uygun da değildi. Vakfımız O günü hiç unutamıyorum. Yüzlerce öğretim üyesinin projenin ödemesini tam yapmayınca Sümer Hoca ve Halil karşısında tartıştık, iyi ki beni sürmedi, kızdıklarını hemen Bey çekildiler. Kim kaldı geriye, ben. Kürsüde bir işbölü- sürerdi. Nihayetinde bina tamamen boşaltıldı. 2002 sonba- mü yapmayı teklif ettim. Yaptık iş bölümünü. Üst kattaki harında Uluslararası Tıp Tarihi Kongresi’nin başkanıyım, iki salona yapılan yeni dolaplardan işe girişildi. Arkadaşlar çoğu yurt dışından 500-600 misafirim var. Kongre sırasın- salonun birine sadece ve sadece eski teşhirde olan eserleri 104 hayatsağlık

söyleşi aynı sırayla yerleştirmişler, diğer kutuların hiçbirini açıp ta yokmuşum gibi saatlerce oturup kalmışım. Hayatımda bakmamışlar. Diğer salonu ben daha önce yerleştirmiştim, bir kez oldu bu. Kendime gelince binayı kilitledim gittim. ne kadar kıymetli obje varsa onları kapalı bölümlere almış- Ertesi sabah bir telefon geldi, arayan Emrah Kurt, sonradan lar, teşhire değer olmayanları sergilemişler. Üstelik teşhir asistanımız olacaktı. ‘Hocam ben askerliğimi yaptım yanı- edilecek daha yirmi dört bölüm var; bina dört kat. Sonun- nıza geleyim mi?” dedi. ‘Gel’ dedim. Nihayetinde arkeolog, da kürsünün iki personeliyle kaldım. Bütçe yok, müzeciler müzeden anlar diye düşündüm. O geldi. İkindi vakti kapım de gitti. Şöyle bir çözüm buldum; fakültemiz kürsülerinden çalındı, o tarihte doçent olan Fethiye Özbay Hanım geldi; tarihi dolaplar toplamaya başladım. Mesela, mikrobiyoloji ‘müzecilikten öğrencim Necla’yı getirdim size’ dedi, ne ka- ve farmakolojiden gelen Darülfünun Tıp Fakültesi’nin ah- dar sevindim bilemezsiniz. Necla Kınık hem hemşirelik, şap dolaplarını onartıp cilalattım. Çok da güzel oldu. Fakat hem de sanat tarihi mezunu. Ertesi gün oluyor bunların iş o kadar büyük ve zor ki birkaç hafta sonra personel de hepsi, bir gün öncesinde o kadar üzülmüştüm ki. dayanamayıp işi bıraktılar. Kolay mı durmadan taşımak, yerleştirmek, düşünün dört katlı bir bina; sadece yukarıda Derken o sıralarda doktora sınavı açmıştık, beş doktora yerleştirildiği sanılan iki salon var, ama kutular açılmadan öğrencim oldu ve hepsiyle birlikte çalışmaya başladım. Yir- yapıldığından, ne var ne yok bilinmeden yapılmış. O günü mi beş bölümün teşhir tasarımını yaptım. Yapılan işin bü- de hiç unutamıyorum. Bir iskemle koydum giriş kapısının yüklüğünü tahmin edemezsiniz; tüm kutular açılıp binlerce yanına, boş binada tek başıma oturdum; ne kadar öylece parça ortaya döküldü, tasarıma uygun olarak tasnif edildi. kaldığımı hiç bilemiyorum. Sanki ben ben değilmişim, hat- Objelerin yerleştirileceği bölümlerin tespiti, etiketlenmesi, temizlenmesi, korkunç bir iş, belki de yüz kişilik bir işi sırf hayatsağlık 105

söyleşi öğrencilerle birlikte altı ay çalışarak başardık. Fakat ben toz rular patladı, beş sene kadar önce de ikinci katın duvarında toprak içinde, perişan bir vaziyette çalışırken, bu sefer de bir çatlak oldu, bir sene sonra da duvar yarılmaya başla- sayın Rektörümüz başıma bir denetçi dikmişti. Papyonu ve dı. O zaman üniversitenin mimarlarıyla görüştüm, ‘bizim tam takım elbisesiyle beni izlemeye gelen bu tıp profesörü ne paramız ne de ustamız var’ dediler. O sırada İstanbul de tıp tarihi uzmanı değildi, müzeci de değildi. Ama sanki İl Özel İdaresi sekreteri Prof. Dr. Kamil Beşirli’nin hasta- o patron, ben de işçisiydim. Neyse açılış gününe gelelim, sıymış, onun vasıtasıyla müze binasının onarımı gündeme davetiye basacağız Rektörümüz davetiyeyi bastırmıyor. Ben alındı. Haliyle müze boşaltılacak; müze müdürü Fatma To- de kendim davetiyeyi basit bir beyaz kâğıda bastırıp dağıt- lun Hanım ile birlikte mesai dışı çalışmak zorunda kaldık. tım. Rektörümüz bir profesörler kurulu toplantısı sonra- Rektörlüğümüz tarafından görevlendirilen Dr. Fatma Şen sında müzeyi açmayı uygun görmüş. Müzenin açılış saati Hanım el yazmalarını tek tek inceleyerek kataloğunu ha- de belli. Tarih 17 Mayıs 2004, İnsanlar gelmeye başladı, açı- zırladı. Eserlerin envantere geçirilmesi de bir özel şirkete lış yapılacağından kapıda birikmeye başladılar, binanın gi- ihale edildi. El yazmaları ve Osmanlıca matbu tıp kitapları riş merdivenleri, bahçe doldu. Öğle vakti herkes aç, ayakta tarandı, ama arşiv belgelerinin çoğu taranamadı. 20. yüz- ve güneş altında. Birkaç saat sonra Rektörümüz geldi, elimi yıl öncesine ait Avrupa dillerindeki matbu kitapların çok uzattım, elimi almadı. Yanında rektör yardımcısı Prof. Nur azı taranabildi. Kırk beş bin civarında kitap toplamışız Serter. Müzeyi gezdirmeye başladım. Daha ilk katı tamam- müzeye. Objelerin bir kısmı fotoğraflandı. Müzeci olarak lamamıştık ki, rektör yardımcısı hanım, ‘bu çok büyük bir çalışanlar oldukça zorlandı, aslında sağlık müzecimiz yok olay, gazeteciler, televizyoncular nerede’ diye sordu. En üst bizim; envanter bilgilerinin düzeltilmesi gerekiyor. Plansız kattaki son odayı gezip bitirdiğimizde, Rektörümüz, ‘sen- çalışıldığından yapılan çalışmanın ürünlerinden yararlan- den özür dilerim, ver elini öpeyim’ dedi. Birden irkilip elimi mak da çok güç. Şimdi seksen bin civarında materyali ye- çekmişim, ‘hayır korkma elini başıma koymayacağım’ dedi. niden sınıflamakla meşgulüm. Müze kurulduktan sonra müzeyi kendisine reklam vasıtası yapanlar, ‘bizim müzemiz’ demeye başlayanlar oldu. İstanbul İl Özel İdaresi binayı onarma kararı almış ve ihalesini yapmıştı. Tam da bu sırada, İl Özel İdareleri lağve- Bu arada müze için bir yönerge hazırladık. Yönerge- dildi. Dolayısıyla bizim olay bitti. Yeni teşhir-tanzim plan- yi onaylayan Kültür Bakanlığı müze olmamızı kabul etti. ları yapmıştım, her bir bölüm için ayrı ayrı temalar işledim, Böylece İstanbul Üniversitesinin ilk resmi müzesi olduk. tasarımlarını çizdim, hatta her bir malzemenin nereye ko- İstanbul Üniversitesi Senatosu kararıyla ben Müzeye Baş- nulacağını boyutları ile belirttim. Restorasyon yapılabilsey- kan, sanat tarihi mezunu Fatma Tolan Hanım da Müzeye di müze açık ve geziliyor olacaktı. Binanın restorasyonu ve Müdür olarak tayin edildi. Kültür Bakanlığı tarafından de- yeniden teşhiri için Sağlık Bakanlığı’na, İstanbul Valiliğine, netleniyoruz. Ne üzücüdür ki öğretim üyelerimiz durumu Büyükşehir Belediyesine başvurdum, ama netice alama- kavrayamadılar ve müzeyi Kültür Bakanlığına devretti diye dım. Envanteri hazırlanmış olan ve Kültür Bakanlığı’nın hakkımda yanlış bir söylenti çıkardılar. Hala derdimi anla- denetimindeki eserler kürsüde muhafaza ediliyor. Ama tamadığım kişiler vardır. Diyorum ki, ‘bu müze İstanbul İstanbul deprem bölgesi ve binamız çürük, bina çökerse Üniversitesinin özel müzesidir’, yani devletin resmi müze- hepsi yok olur. lerinden biri değildir. Halen diyorlar ki ‘Kültür Bakanlığı’na verdi müzeyi’, belki de bazıları kötü niyetle böyle konuşu- Kısa bir süre önce durumuzu yeni rektörümüz Prof. yor. Şayet müzeleşmezseniz eserler kolaycana çalınabiliyor, Dr. Mahmut Ak’a anlattım. Tarih hocası olduğundan beni ya da yok edilebiliyor. Mesela Koç ailesinin müzeleri var. anlar diye düşündüm, gerçekten de öyle oldu. Beni çok iyi Bu müzeler Kültür Bakanlığı’nın mı, hayır ama Bakanlığın karşıladı, hemen ilgilendi, Büyükşehir Belediye Başkanı izniyle özel müze konumundalar ve Bakanlığın denetimin- Kadir Topbaş ile görüştü. 2016 sonbaharında müzemizin deler. Bakanlık yetkilileri altı ayda bir müzeye gelerek mal- restorasyonu ihale edildi ve 2017 yılının Ocak ayı itibariy- zemenin yerinde olup olmadığını denetliyorlar. le işe başlandı. Müzenin yeniden ziyarete ve araştırıcılara açılacağı günü hasretle bekliyorum. Müzemiz milletimizin Şimdi müze ve malzemesi ne durumda? malıdır. Bunu böyle bilmek gerek. Bina restore edilmeden müzeye dönüştürüldüğünden binanın sorunları hiç bitmedi. Zaman zaman çatı aktı, bo- 106 hayatsağlık




Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook