Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore hayatsağlık dergisi Sayı 15

hayatsağlık dergisi Sayı 15

Published by Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmetler Vakfı, 2019-09-21 07:45:08

Description: hayatsağlık dergisi Sayı 15 Nisan 2017

Search

Read the Text Version

hayatsağlık 51

Anadolu’da İlk Türkçe Diş Hekimliği Literatürü İlter Uzel Giriş Osmanlı Devleti, Anadolu’da kendinden önceki Antik Akılcı Tıbb’ın devamı olan Ortaçağ Türk-İslâm bilim ve kültür alt yapısını miras alır- İslâm Tıbbı, 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar en ken, bir anlamda, tıpta, felsefede, matematikte olgun çağını Anadolu’da Osmanlı Devri’nde ya- burada gelişen antik bilim ve kültür birikimini şamıştır. Çünkü Antikçağ bilimi, Osmanlı Uy- de miras almıştır. İslâm’da gelişen pozitif bilimler garlığı’nın da doğup geliştiği Anadolu toprakla- içinde ön sırada yer alan tıp ve diş hekimliği de rında doğmuş; tıp felsefeyle orada bütünleşmiş bu çerçevenin dışında kalmamıştır. ve Güneybatı Anadolu kıyısındaki İstanköy’de (Kos) bugünkü tıbbın kaynağı olan ‘Hippokra- Bu yazıda önce Anadolu dışında Orta M.S.7. tik Tıp’ gelişirken, onun alternatifi karşı kıyısın- yüzyılda gelişen Türk Diş Hekimliği’ne kısaca daki Datça’da (Knidos) ortaya çıkmıştı. değinilecek daha sonra da Anadoluda Türkçe tıp literatürü içinde gelişen Anadolu-Türk Diş Öte yandan tapınak tıbbının Efes, Yumur- Hekimliği literatüründen iki örnek verilecektir talık (Aigai), Bergama, İzmit, İznik, Karadeniz Ereğli Asklepieonları gibi görkemli yapıları 1. TÜRKÇE DİŞ HEKİMLİĞİ da Anadolu’da inşa edilmişti. Bergamalı Gale- nos (131-200), Bursalı Asklepiades (M.S.1.yy.), LİTERATÜRÜNÜN DOĞUŞU: UYGUR TIP Efesli Rufus (M.S.1 yy), Efesli Soranus (M.S.2 yy), Kayserili Areteaus (M.S.4 yy.), Anavarza- METİNLERİ lı Dioskorides (M.S.1 yy) gibi İslâm hekimle- Yapılan araştırmalar, Türklerin Anadolu rine kaynaklık eden pek çok antik çağ hekimi de Anadolu’da doğmuş, orada eğitim almış ve öncesi dönemde de çağına göre gelişmiş bir tıp orada da meslek uygulamışlardı. Bunların yaz- ve diş hekimliği etkinliklerinin olduğunu gös- dıkları tıp eserlerinde ağız ve diş hastalıklarına termiştir.1 Bunların pek azı Anadolu Türk Tıb- geniş bölümler ayrılmıştır. bı’na yansımıştır. Mesela Uygur tıp metinleri ile Anadolu Türkçesi tıp metinleri arasında diş he- 13.yüzyılın sonunda küçük bir devlet olarak kimliği tarihi açısından henüz bir karşılaştırma ortaya çıkan ve bir asırda imparatorluğa dönüşen yapılmadığından ne ölçüde etkileşim olduğu bilinmemektedir. 1 Ünver S. Uygurlarda Tababet. İstanbul, 1936. 52 hayatsağlık

Uygurlara ait ilk eski tıp metinleri Alman Resim 1. Reşit Rahmetî Arat’ın 31 temmuz 1930 tarihinde yaptığı Türk tıp tarihinin ilk bilgini Albert Von le Coq (1860-1930) un Tur- yazılı belgelerini açıkladığı sunum. fan Seferi sırasında bulunmuştur. Halen Berlin Staatsbiblothek, Turfan Yazmaları Koleksiyo- 30 parça metni beş bölüme ayırarak yayınladı. nu’nda saklanan bu tıp metinleri, ilk olarak Bu metnin içeriği ilk tıp kitabındaki hastalık ve Reşid Rahmeti Arat (1900-1964) tarafından iş- ilaçlara benzerlik gösterir.4 lenmiş, 1930 yılında Berlin’de ‘Zur Heilkunde der Uiguren’= ‘Uygurların Sağlığa Kavuşturma Arat, (Heilkunde II,Nr.4)’te 36 satırlık bir Bilgileri Üzerine’ başlığı ile transkripsiyon, Al- metin vermektedir. (TID) işareti verilen bu me- manca tercüme, açıklama ve kelime dizini ile tin halen Berlin, Staatsbiblothek (Mz.725)’de birlikte yayınlanmıştır. [Resim:1]2 kayıtlıdır. İçerisinde üç insan figürü bulunan 71,5 cm uzunluğundaki bu rulo, tıp metinleri- I. Turfan seferinde Dakyanus’da bulunan nin içerisindeki tek resimli yazma parçasıdır. (TID 120) numaralı bu metin bilinen Uygur harfleriyle yazılmış tek tıp kitabı idi.3 Bu kitap Arat bu metinleri yayınladıktan sonra, me- on çift yapraktan oluşturmaktadır. 21 sayfadaki tinlerin Sanskritce, Tibetçe, Toharca, Sogdca, 201 satırlık metin Türk Tıbbının en eski örne- ğidir. Aşağıdaki şu hastalıklara ilaç tavsiye edil- 4 Bkz.Ünver, Süheyl: a.e.,s.32-37 ve Rachmatı, G.R.: Zur miştir: Heilkunde der Uiguren-II, Akad.Der Wissenschaften Berlin, 1932,, s.401-448.. Baş ağrısı, saç kepeklenmesi, göz hastalıkla- rı (puslu görme, göz yaşarması, göz kası felci, körlük, gece körlüğü vs.), kulak hastalığı, burun hastalıkları (burunda ur, burun kanaması, nez- le), ağız hastalıkları(ağız kokusu, ağız kası felci), diş hastalıkları(diş ağrıları, diş düşürülmesi), Boyun hastalıkları (boyun ağrıları ve urları), ses kaybı, solunum bozuklukları(nefes darlığı, nefes almada zorluk, nefes almada bozukluk vs), Kalp hastalıkları, göğüs hastalığı, yan ağrı- ları, vücut ağrıları, mesane hastalıkları, kulunç, ateş, Ayak hastalıkları, deri hastalıkları (urlar, yara kabuğu, siğil, cüzzam vs) çıkıklar, koltuk altı kokuları, huzursuzluk, deli - divanelik, sar- hoşluk, Kadın hastalıkları (çocuk düşürme, çocuk doğurma, göğüs iltihapları, göğsün az çalışması, cinsel organların (görülebilen) hastalıkları. Bu kitap dışındaki tıp metinleri yazma par- çacıklar halindedir. Bunlar da yine R.Rahmeti Arat tarafından 1932 yılında, Berlin’nde ‘Zur Heilkunde der Uiguren-II’ başlığı ile irili ufaklı 2 Rachmatı, GR. Zur Heilkunde der Uiguren, Akad. Berlin: Der Wissenschaften, 1930. 3 Sertkaya OF. Uygur Tıp Metinlerine Toplu bir Bakış. Uluslararası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü Sempozyumu, 4-7 Eylül 1989, İstanbul. [Ayrı baskı]. hayatsağlık 53

Resim 2. Bilinen ilk resimli Türkçe tıp literatürü(M.S.7.yy).(Berlin Staatsbibiotek,Mz.725 ),(İlter Uzel Komp.) Hoten Sakacası, Çince, Moğolca vs gibi çeşitli yaraların üstüne sürmek, ağız yoluyla yedirmek dillerdeki asılları ve tercümeleri tespit edilmiş ve içirmek, hariçten sürmek, göze sürmek, diş ve karşılaştırılmıştır. Genellikle Hintçe (Sans- üzerine koymak, ağızda tutmak, diş oyuğuna krit)’den tercüme edilen bu metinler için ‘Vab- koymak, ilâcı keten torba içinde dişe tatbik et- ghata’nın ‘Astangahrdayasamhita’ adlı eseri ana mek … gibi. kaynak durumundadır.Bir başka kaynak da ‘Yo- gasataka’ adlı tıp kitabıdır. 2.UYGUR TIBBINDAKİ DİŞ HEKİMLİ- Bu yazmalar bize Uygurların hastalıkları Ğİ DROGLARI VE TEDAVİLER büyü ile tedavi etmediklerini gösterir. Hin- Yukarıdaki Uygur tıp metinlerinden derle- distan’dan Uygur ülkesine tıbbi eserlerin hangi yollardan kimler aracılığıyla girdiği bilinmiyor.5 diğimiz bazı diş hastalıkları ilaçları aşağıda ve- rilmiştir: Uygur tıbbının çok kuvvetli bir halk hekim- liğine dayanması yanında Sanskrit, Tibet, Sogd, Ayrıca, diş hastalıklarında aşağıdaki ilaçlar Çin dillerinden çeviri yolu ile zenginleşmesi ve yöntemler de da önerilmiştir:6 Uygurların klasik tıp metinlerine dayanan bil- gilere sahip olduklarını göstermektedir. Drog Kullanıldığı Yer Kara öküz gübresi Diş ağrılarında Bu metinlerdeki tıp geleneği ile Anadolu’da- Meradan alınmamış deve gübresi Diş ağrılarında ki tıp geleneği henüz karşılaştırılmamıştır. Fakat Kaynamış veter Diş ağrılarında benzerlikler vardır. Bir örnek olarak Humoral Misk Diş ağrılarında Patoloji’deki dört unsur olan kan, safra, sevda ve balgam’ın Uygur metinlerinde de “sarığ, sa- § Diş Ağrısı İçin:Üç yaşındaki öküzün gübre- rığ suv, lisp-lişp, kan” olarak geçtiği söylenebilir. si bir kapta kaynatılır. Ağrıyan dişin üzerine konursa diş ağrısı iyileşir. Uygulanan tedavi metotlarına gelince, bun- lar şöyle sıralanabilir: § Diş Ağısı İçin:Kara öküz gübresi sirke ile kaynatılır.yahut mer’adan alınmış deve güb- Kan almak, yarayı açmak kesmek, yarayı resi, kırmızı tuz ve şarap ile karışıırılıp bir temiz yıkamak, rejenerasyonunu hızlandırmak kapta kaynatılır, keten torbacık içerisine ko- için ilâcı yara üstüne serpmek, sulu ilâç içiril- nur, susam yağı ilave edilir ve dişe konursa mek, ilâçla ovulmak, ilâcı yara olan yerlere sür- diş ağrısı iyileşir. mek, toz ilâcı kamış boru ile boğaza üflemek, gargara, ilâç sürmek, iki kulağa damlatmak, § Diş Ağrısı İçin:Kayısı çekirdeği döğülür, 5 Ünver, Süheyl:a.e.,s.47-48. 6 Koman M. Tûhfe-i Mübārizî, İstanbul: Bilgi Basımevi, 1955. 54 hayatsağlık

sirke ile ağızda tutulursa, ağrı iyileşir. • Diş Ağrısi İçin:Eğer bir adamın dişi ağrırsa Keketrün(?) yakılır ve külü misk ve siyah tuz ile karıştırılarak ağızda tutulur. Ağrı yüksek kan basıncından kaynaklanıyorsa iyi gelir. § Bir Kimsede Diş Ağrısı Olursa: şeker, amonyak ve misk karışdırılıp ağrılı dişe ko- nursa, iyi olur. § Bir Adamın Diş Ağrısı İçin :Karı(?) ağacı- nın kabuğu yakılır.Külünü bal ile karıştır- dıktan sonra uygulanırsa ağrı iyileşir. • Diş Ağrısı İçin:Eğer 1 Bkr. (ölçek) kara bi- ber, sirke ile kaynatılır, soğutulur, ağızda tu- tulursa diş ağrısı geçer. § Diş Ağrısı İçin:Kaynamış veter ağızda tutu- lursa ağrı diner. § Ağız Kokusuna Karşı: Birkaç kuru siri(?) pişirilir.Bir gece dışarda soğukta bırakılır. Ertesi gün kül oluncaya kadar yakılır. Son- ra iyice ezilir, yaraya konur. Ovulursa yara iyileşir. § Ağız Kokusu İçin:: Üzüm sirkesi ile ağız yı- kanır ve tükürülür § Bir Kimsenin Dişinde Kurt Olursa: Açorus calamus diş oyuğuna konursa iyi gelir. § Ağız ve Boğaz İltihabı İçin:İltihap olur ve iyileşmezse tıngşu(?) yakılır, külü boğaza üf- lenir. 3.ANADOLUDA İLK TÜRKÇE TIP Resim 3. Hekim Bereket’in Tûhfe-i Mubarizî eserinde dört unsur(ahlat-ı erba’a) ve riya- zetle ilgili çizelgeler(v.no:5b ve 39a) ,(Hat:Ömer Faruk Atabek,Tezhip:İlter Uzel,İlter Uzel LİTERATÜRÜ Koll.). Selçuklular devrinde tıp eğitimi klasik İs- lığı alanında yarattıkları örnekleri devam ettir- lâm hekim-yazarlarının eserlerinin öğretilmesi mişlerdir.Bu feodal beyler ana dilleri Türkçe’den ve usta-çırak usulü yapılan eğitime dayanır. Bu başka dil bilmediklerinden onlara sunulan tıbbî çağda kaleme alınan tıp eserlerinin büyük ço- eserler de Türkçe olarak kaleme alınmıştır. ğunluğu Arapça, pek azı da Farsça’dır. Çoğuna yazılış tarihleri konmadığından Türkçe Anadolu’da yazı dili olarak 12. yüz- yazarları veya ithaf edilen şahısların biyografi- yılın sonunda yayılmaya başlamıştır. Her ne lerine göre ve yaklaşık yazım tarihleri belirle- kadar Türkçe daha önce edebiyat alanında yer nebilen bu eserlerin hemen hepsinde ağız-diş almaya başlamış ve 1308 yılında Selçukluların yıkılışı ile Farsça resmî dil olmaktan çıkmış ise de bilimsel eserlerin Türkçe olarak yazılması ancak 13.yüzyılın sonunda başlamış ve sonraki yüzyılda da devam etmiştir. 1308’den sonra Anadolu’ya hakim olan feo- dal beyler, Selçuklular’ın Anadolu’da halk sağ- hayatsağlık 55

Resim 4. Hekim Bereket’in Hulâsa eserinde baş sayfa ve diş hekimliği ile ilgili bir sayfa.Konya Koyunoğlu Müzesi,No.12050, v.no: 61b ve 111a). hastalıkları ve tedavisi yer almaktadır. Bu yaz- § Germeyanlı şâir Ahmed Dâî’nin I.Murad malar özellikle Eski Türk Dili edebiyatçılarının (1363-1399)ın vezirlerinden Kara Timur- (Eski Anadolu Türkçesi’nin çeşitli dallarındaki taş Paşazade Umur Bey Çelebi (1370-1460) linguıstik özelliklerini açığa çıkaran belgeler adına yazdığı Tıbbı Nebevî tercümesi olan olduklarından) dikkatini çekmektedir. Bu ne- “Kitâbü’ş-Şifâ fi Ahadisü’l-Mustafa”. denle bir çoğununun tenkidli tıpkı basımları ve sözlükleri hazırlanmıştır. Bu yazının kapsamı § Nasır-ı Tusî’nin Farsça Bah-Nâmesi’nin “Ki- dışında olacağından burada bunlara ayrıntıyla tab-ı Bah-Nâme-i Şâhî” ismi ile Germeyanoğ- değinmedik. (Ancak üç eserin de tarafımızdan lu İkinci Yakup Bey (1388-1390 ve 1403-1428) yayınlandığını burada belirtmekle yetinelim.) adına yapılan Türkçe tercümesi. II.Selim Dönemi (1566-1574) sonuna kadar ka- leme alınan ilk Türkçe tıp eserlerinden 25’inin § Konyalı Hacı Paşa’nın 1408’de yazdığı “Mün- adı şunlardır: tehâb-ı Şifa, “İhtilâç Nâme” Makalesi “Tes- § Halifet Alp Gazi (Ölm. ) adına Hekim Be- hilü’ş- Şifâ eseri ve” Bevasir Risâlesi”. reket tarafından yapılan ve “Tuhfe-i Muba- § Şâir ve Hekim Ahmedî’nin Yıldırım’ın oğlu rizî” adı verilen Lubab-ın Nuhab tercümesi, Emir Süleyman (1403-1410)’a için yazdığı “Hulâsa” ve Tabiat Nâme”. “Tervîhü’l-Ervâh”. § İshak bin Murad’ın 1389’da yazdığı “Edvi- ye-i Müfrede” . § Abdülvahab tarafından Çelebi Sultan Meh- § İbni Şerif ’in Kara Timurtaş Paşazade Umur med (1403-1421) adına yazılan “Kitab-ı Bey Çelebi (1370 ?-1460) adına yazdığı “Ya- Müntehâb”. digâr”. § Şirvanlı Mahmud b.Mehmed tarafından Menteşeoğlu İlyas Bey (1403-1421) adına yazılan Arapça İlyasiye isimli tıp eserinin İl- yas Beyin isteği üzerine bizzat Şirvanlı Meh- 56 hayatsağlık

med tarafından yapılan Türkçe tercümesi. Aşağıda ilk Türkçe tıp eserleri arasında yer § Sinop’lu Mü’min b. Mukbil’in II.Murad alan, Hekim Bereket’in Hulâsa’sı ile Muhyiddin Mehi tarafından kaleme alınan Hacı Paşa’nın (1421-1451)adına 1437’de yazdığı “Zahire-i Teshilü’ş-Şifa’sının manzumu “Müfîd” adlı ese- Murâdiyye” ile “Miftahü’n-Nur ve Hâzâi- ri örnek olarak verilmiştir: nü’s-Sürûr”. § Şirvanlı Mahmud’un gene 1437’de II.Murad 4. İLK TÜRKÇE TIP YAZMALARINDA (1421-1451) adına yazdığı “Tuhfe-i Muradî” § Musa bin Mesud tarafından II.Murad (1421- DİŞ HEKİMLİĞİ LİTERATÜRÜ 1451) adına Farsça’dan Türkçe’ye çevrilen “Bah-Nâme”. a. Hekim Bereket’in Hulâsa Eseri § Çandaroğullarından İsfendiyaroğlu Ka- Bu eserin biri Konya Koyunoğlu Müzesi sım Bey adına yazılan ve yazarı bilinmeyen Kütüphanesi ve diğeri bizim de incelediğimiz “Hülâsatü’t-Tıb”. ve daha iyi korunmuş durumdaki Paris Biblio- § Hekim Beşir Çelebi tarafından Karamanoğ- thèque National’de olmak üzere iki nüshası bi- lu İbrahim Bey (1424-1463) adına yazılan” linmektedir. Mecmuatü’l-Fevâid.” Bunların her ikisi de Tûhfe-i Mubarizî ve Ta- § İlk İslâm yazarlarından Ali bin Abbas (? - biat-Nâme adlarındaki diğer iki eserle bir arada 994)’ın bilinmeyen bir mütercim tarafından yer almaktadır. Hulâsa ve Tûhfe-i Mubarizî’nin yapılan ve yazı nedeniyle 14. yüzyıl sonuna yazarı veya çevireni, Hekim Bereket adında, tarihlenen “Kâmilü’s-Sınâ΄a” tercümesi. yaşamı hakkında yalnız Aydın’a göç ettiği tah- § Eşref bin Muhammed tarafından 1460’da min edilen bir hekimdir. Farsça’dan çevirilmiş yazılan “Hazâinü’s -Sa΄âdat”. manzum Tabiat-Nâme’nin de çevireni bilinme- § Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun II Bayezid mekte fakat gene de Hekim Bereket’e ait olduğu (1481-1512)in şehzadeliğinde 1454 yılında düşünülmektedir. Zahîre-i Harzemşahî’den yaptığı “Krabadin” Her üç eserin de yazılış tarihi ve eserlerin tercümesi. istinsah tarihleri bilinmemektedir. Bunlardan § Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun 1465’de Fatih birinci ve ikinci eserin yazım tarihini aydın- Sultan Mehmet (1451-1481) adına yazdığı latmaya yarayan tek kayıt ön sözlerindeki ese- “Cerrâhiyyetü’l-Hâniyye”. rin armağan edildiği kişinin ‘Hüdavendigâr § Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun 1468’de yazdı- Melikü’l-Ümerâ Mübârizid-üd-din-ü Devle’ ğı “Mücerreb-Nâme”. unvanını taşımış olmasıdır. Bu unvanlara sa- § Kanuni Sultan Süleyman Dönemin- hip kişinin isminin ne olduğu belirtilmemiştir. de(1520-1566) yazılan ilk Türkçe diş hekim- Mesud Koman bazı tarihi bilgilerin ışığında bu liği eseri ve dünyada yazılan ilk diş monog- hükümdarın Aydınoğlu Mübarizü’d-din Meh- rafilerinden Musa bin Hamon’un “Kitâb-ı med Bey olduğunu savunmaktadır. 1312-1333 Tıbb fi el – Esnân”. yılları arasında Aydın ve yöresini yöneten Meh- § II. Selim (1566-1574) Döneminde yazılan med Bey’in bilgin ve aydınlara ilgi gösterdiği de Nidai’nin “Menâfi’ün – Nas”. bilinmektedir.7 Başka bir görüşe göre bu eserler Ağız-diş hastalıkları ve bunların tedavi- I.Alâeddin Keykubat (1220-1237)’un Amasya si (odonto-stomatoloji) 12. yüzyıl sonundan Valisi Mübârizü’d-din Halifet Alp Gazi adına itibaren yazılan Türkçe tıp eserlerinin içinde yazılmıştır.2 bölümler halinde yer almıştır. Bu kitaplarda o Yazar önce Lübâbü’n-Nuhâb adıyla Arapça dönemde gelenek olduğu üzere, sırasıyla, ağız, bir tıp eseri yazıyor. Bu eseri sözü geçen beye dudak,diş ve dil hastalıklarının belirtileri ve sunuyor, eser beyin beğenisini kazanıyor. Bu- tıbbi tedavileri anlatılır. Cerrahi eserlerde ise hem tıbbî hem de cerrahi tedaviler yer alır 7 Tekindağ, Şahabettin: İzzet Koyunoğlu Kütüphanesinde Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerine Çalışmalar-I,Türkiyat Mec.C.16,s.133- hayatsağlık 57

Resim 5. Muhyiddin Mehi’nin Müfid(Nazmü’t-Teshil) eserin- Çağ’dan beri gelenek haline geldiği üzere baş- den diş hekimliği ile ilgili bir bölüm,Ankara Milli Kütüphane. tan ayağa hastalıkların belirti ve tedavisinden bahseder. Bilgiler şematik olarak verilmiştir. 27 nun üzerine aynı eseri Farsça’ya çevirip ‘Tûhfe-i bölümden oluşan eserin 10-18. bölümler arası Mubarizî’ adını veriyor ve daha sonra da Türk- ağız ve diş hastalıklarına ayrılmıştır. (Resim: 4a çe’ye çevirip yine aynı beye sunuyor.Bu eser kar- ve 4b). şılaştırmalı transkribe metin ve sözlük olarak Binnur Erdağı Doğuer tarafından çalışılmış ve Hulasâ’nın Konya Koyunoğlu Müzesi Kü- Türk Dil Kurumun’nca yayımlanmıştır.8 tüphanesi,Kayıt No:12050, sayfa no: 107b – 112a daki diş hekimliği bilgileri, o günün dili Lübâbü’n-Nuhâb tercümesinin önsözünde ile şöyledir (Resim:4a ve 4b): yazar, eserini hazırlarken İbni Sina’nın Kanun eserinden yararlandığını, buradaki bilgileri ye- (107b) Bu cetvel ağız ve dil ve dudak renc- niden düzenlediğini, kendisinin de kişisel dene- yimlerini kattığını ve bazı yeni ilâçlar eklediği- lerin bildürür: Dudak Yarılmagunun ve Ağız ni, her bölümün daha iyi anlaşılması için şema- tik daireler çizdiğini belirtmektedir (Resim: 3). ve Dilde Olan Renclerün Dermanın Bildürür Yazarın sözünü ettiği yeni ilâçların neler olduğu Sebebi Nişanı: Dudaklar yarılmağı mizaca araştırılmaya değer. kuruluk galip olmakdandur ya dahî yil sebebin- Hulâsa eseri ise gene aynı beyin arzusu ile den dür ya dahî katı sovuk eser itmegirdendür Hekim Bereket tarafından ancak bu defa doğ- ya dahî issi sebebindendür rudan doğruya Türkçe olarak yazılmıştır.Eser, tıpla ilgili kısa bir teorik bilgiden sonra, Antik Dudak yarıgunun tedbiri: Sol yarılmış du- dagun üzerine yumurdanın şol yufka kabın kim 8 Hekim Bereket:Tûhfe-i Mübarizî (Metin-Sözlük), katı kabına yapışmadur,iş bu merhemi anun (Haz.:Binnur Erdağı Doğuer),TDK Yay.,Ankara,2013. üzerine dürte. Merhemi budur:Anun merhemi tedbiri, ta- vuk yağın sızura ,(5) dirhem tamam ala, buçuk dirhem mazu ve buçuk dirhem sefidac ve buçuk dirhem kisira kamışın sürme gibi döğe ve bu- çuk dirhem nişasteyile merhem eyleye. Asân dermanı: Göbeği ve oturacak yiri.yağ- larla cerb eylemek dudak yarugına asılludur ya dahî mazuyı yumuşak döge bala kata dudak ya- rugına dürte. Eğer derin ise ördek yağın dürte. (108a) Kızıl Baş ve Sivilci Ki Ağızda Çıkar Anun Çaresin ve Dermanın Bildürür Sebebi ve Nişanı: Baş bert kim ağızda çıkar eger ol başun rengi kızıl olsa anun sebebi kan- dan ve safradan dur. Nişanı ağız issiligidür Arıtmagı ve gıdası: Evvel kan almak gerek ve enek altından hıcamet eylemek gerek zerdalü ve erik ve unnak suyu birle içine sürüp ağzına şami tut ve ayva ve sümak dutmak gerek. (108b) Kaçan Ağızda Ak Kara Baş Olsa Onun Tedbiri ve Dermanın Bildürür Sebebi ve Nişanı: Ağızda çıkan baş kaçan ak olsa ol balgamdan ve yaşlıkdandur Asan derma- nı: Sümak bir bahş kavrılmış gül (1) bahş, kına (2) bahş, kafür eriginun kamusın ağzına bırağa. Şol kadar duta kim agzın şuyın sora gidere 58 hayatsağlık

Ekşi otlar dermanı: Tebaşir, nişaste, kebabe, hall eyleyeler ve ağzından çok duta ya dahi 6 kızıl gül, kavrılmış kişnic, danesiz sumak kabı, mene viş ağacı yaprağın yaşiken şırlağunda kay- soyulmuş kavrılmış mercimek, tohmegan. Dü- nada ve ağızda duta kelin yumşak döğe, dükelinün yarısınca şekker kata. Agzına duta ,hem ağza dürte. Eger kara Eger İssiden Şişse: Kifal tamarından kan ala olursa yavuzdur göyünmiş kandadur eneği katı anun sonince dudaklarından çar-reg (?) aça ve timar gerek. eriegi altında hicamet eyle suyıla sirke’i karış- dura ağzına su vire Dil şişmek dermanı: Balı tuza kata ol baş- lara dürte andan sonra agzına sirkengübin ya Genlik Düştügü :Eger kan galib olmış olur- mürri..ta ya dahı yumşak döğülmüş şekkeri ağ- sa kızıllığı ve issiligi olup kan almak gerek ve gül zına duta yalanuz. suyu birle gargara eylemek gerek 12 eger anun dibi ince olur kesmek ve otlamak gerek. Kara baş dermanı: (10) dirhem yumuşak döğülmüş tuz ,(10) dirhem tiz sirkeye bırağa. Bir (110b) Diş Ağrısı Kim İssilikten Ola Anun müddet anı güneşe koyaşız. Başı anunıla sora ya dahî zacı sirkeye biraga jengar kata, balıla karış- Tedbiri Nedür Anı Bildürür durup duta sakına kim boğazdan aşağa inmeye. Sebebi ve Nişanı: Diş agrısı ya diş dibi şiş- Ağız içi yinse dermanı: Kaçan ağız içi yin- megiyle olur ya şişme süz olur eger kandan ve se bu dermanı eyleye. Zırnıh ve kirec ve şab ve safradan olursa onun nişanı dişler dibi kızıl ol- mazu ve jengar kamusı beraber döğülmüş ve makdur dahı şugıla rahat olmakdur. .Arıtmak elenmiş tiz sirke içinde bir hafta ıslaya ve kurs- tedbiri kifalden kan almak eneg altından hıca- lar eyleye birer dengi ol yinen yire dürte. met itmek dudaklarından çehareg. Gerek sirke- yile sovuk suyı ağıza duta bir gün tamam. (109a) Dil Şişinun Sebebi ve Nişanı: Dil şişmek irin kan sebe- Su Virmek Tedbiri:Kaçan agrısı katı olsa binden olur ve dil dahı yarılmış olur kandan dağlagu demürile kim başı birez yiticedür dü- kim ana göyünmüş safra karışmış ola dil başları günleye masurayı bir beze sara ön diş üzerine dahî bu sebeptenden olur, koya andan ol demüri kızdura masura içinde ol Dil Ağırlıgıçun: Ol kim sersamdan ola sağ diş üzerine koya diş çatlayınca tuzıla nuşadırıla dilin çok süre dahı mürri ve sirke ve hardal birle gargara eyleye ol kim sinir (111a) Eğer Diş Ağrısı Sovukluktan Olur- kısalığından ola ol siniri kesmek gerek. Dil Büyükligi içün: Çün dil büyük ola ve sa Dermanı Nedür Anı Bildürür ağıza sıgmaya anı ekşi nar ile ya turunc ekşiyle Sebebi ve Nişanı: Odur kim ağzına issi süd süre ta kim dilün suyı dökile sirkeyle tuzıla sür- mek dahı yavlak eyüdür. çok rahat ve kızıllığı ve sokuldaması eksük olur Dil Kurbağsı İçün: Nuşadırı mazuyı yum- Ot(a)lamak Tedbiri: Agzına şol sirke’i duta şak döğe ol iki edviyeyile dil altındağı kurbağayı çok süre her gün böyle ide 12ta gidini eğer yav- kim anun içinde şahmı-ı hantal kaynamış ola lak büyügise yara kurbağayı çıkara ya dahı sirke içinde mersin yaprağı ve kekiz (?) ağacı kabın ve iki diş sarımsak kaynada ağzına (II0a) Dişler Dibi Şişdüğü ve Genlik Düş- duta issi issi. diginü Tedbirin ve Dermânın Bildürür Dütsü ve Bahur Tedbiri :Eğer agrısı katı Sebebi ve Nişanı: Dişler dibi şişmek ya yaş- olursa ol dişte dütsü eyleye şol emziklü kaba gı kara ban tohmı yaş sığıla birle döğe karışdura lıkdan olu, anun nişanı diş dibi aklığıdır ya dahi nohud kadar hablar eyleye beraber dütüze ta kandan ve safrada olur anun nişanı diş dibin- ki nafi ola. den kan sızmakdur Asân Dermanı: Fülfili yumşak döge bal bir- Diş Eti Sovukda Şişse: On dirhem mersin le yoğura ol diş dib dişine dürte ve deşile kusa ve yağın ala onun içinde on üç dirhem mezdeki eneğine kızmış daruyı bez bağlaya. (IIIb) Kaçan Dişler Yinse ve Deprenür Olsa Anun Dermanı ve Tedbiri Anı Bildürür Sebebi ve Nişanı: Diş yidüğünün sebebi şol yavuz ve tiz buhardur kim dimağdan aşağa iner hayatsağlık 59

yama’ıdeden yokaru ağar dişlerin gıdasına karı- lıklarının tedavisiyle ilgili bilgiler yer alır. (Re- şur dişün ceherin fesada virür inmiş dişün der- sim:5) manı: fülfüli döge katrana karışdur anı ol dişun Dişler Dibi Kanadıgunun İlâcın Bildürür. kovuguna doldura diş kovuğuna toldura ağrısın gidere dişi pare pare eyleye Her ne vakt kim diş dibi kanarsa anı bilesiz Alasın mazu vü summak şebb ü cülnar iy aziz Diş Çıkarma Dermanı: Kaçan diş tiz çek- mek dileseler kebere kökün kabın ve tut kökin Dahı mersinün yimişi yâhû yaprağı fetâ kabın ve saruca agaç ve akırkarha ve saru zırnıh, Zırr-ı verd dahı bile bunları divşürüp kata hantal otınun köki ve südlegen südi her kangısı olursa birezin sirkeye ıslada dişe ura Her birinden artuk eksük olmaya kaynadalar Virüp ağzına alilün mazmaza eyledeler Diş Berkimek Dermanı: Nar çiçeği,gül ,to- palak her birisinden iki dirhem şab bir dirhem Dişler Ağrisunun Eshabın kamusın döge dişleri dibine ura. Dahı geyik te- ve Alayimin ve İlâcın Bildürür kesi boynuzun döge dişleri dibine dürte ve sağ tuzı göyündür, birer cüz gülnar ,buçuk cüz, saru Dişün ağrısı harâretden olursa şöyle bil helile, kızıl gül birer cüz. Hoş gelür şovuk şu alıcak ağıza anlagıl b. Muhyiddin Mehî’nin “Nazmü’t- İssi şu alıcak agza ağrı artar bilesiz Kan almakdur ilâcı ol kifâlden iy aziz Teshil”=”Müfîd” Manzum Eseri Tıp eğitimini kolaylaştırmak ve bilgilerin Hem hıcamet idiben şafrayı ishal ideler Dürteler cülnarı mersin yaprağıyla nideler bellekte kalmasını sağlamak için 15. yüzyıldan itibaren şiir tarzında Türkçe tıp kitapları da Dahı zırr-ı verdile summak bile dürteler yazılmıştır. Bunlardan önemli bir örnek olan Bu devâdur her dişe irse harâretden zarar ‘Müfid’ aynı zamanda Şerefeddin Sabuncuoğlu (1385-1470?) gibi devrinin ünlü entellektüel Ger burudetden olursa dişe ağrı iy emin hekiminin bilinen dört otografından birisidir. Agzına issi su alsa ağrısı gider hemin Eserin yazarı ise onun öğrencisi olan Muhyid- din Mehî (? - ?)dir. Ağrısı artar şovuk su alıcak budur nişan İşit iş bu illetün nedür ilacı iy cüvân Eser Hacı Paşa (1334-1423) nın Teshi- lü’ş-Şifâ’sının manzum şeklidir. ‘Osmanlı Türk- Balgamı galib ise ishal ideler anı tiz lerinde İlim’ eserinde Adnan Adıvar, nazma Tuzlu zeytun kaynadıp mazmaza ide iy aziz çevrilirken pek az kısmının atlandığını bildir- miştir.9 Kütüphane kayıtlarında Nazmü’t-Tes- Diş dibinde tuta hem tiryak-ı faruk dahı hil olarak geçmekteyse de 4b.sayfasında adının İssi etmek issi yumurda sarusı iy ahi ‘Müfîd’ olduğu açıkça okunmaktadır. Bu tek nüsha eser önceleri Cebeci İl Hak Kütüphane- Agzına alup ısırmak gerek anları iy cân sinde iken halen Ankara Milli Kütüphane’de Fâyidesi bunların olmış durur tıbda ayân saklanmaktadır. Erken dönem Türkçe tıp litera- türü için çok önemli olan Müfid üzerinde Emel Şol burudetden olan diş ağrısan fâyide Kaya (Gözlü) tarafından doktora tezi hazırlan- Eyleyen mazmazıyı dinle diyeyim iy dede mış ve metin ve sözlük verilmiştir.10 Üç dirhem ola anison bir buçuk ızhır dahı Sayfa (77b-78a) da ağız-diş ve dişeti hasta- Ya’ni mekke ayrugıdur anla ıdhır iy ahi 9 Adıvar, Adnan: Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, Akırıkarha buçuk dirhem dahı tohm-i hilâl İstanbul, 1982,s.52. İki dirhem ola dimişdür tabib iy hoş-hısal 10 Kaya,Emel:Muhyiddin Mehî’nin Müfid(Nazmü’t-Teshil) Hem dahı ola mevizec zırrı-ı verd ü zencebil Adlı Eseri ve Bu Eserin XV.Yüzyıl Türk Tıp Dilinin Her birinden bir dirhem almak gerek budur sebîl Oluşmasındaki Yeri,Selçuk Üniv.Yayınlanmamış Doktora Tezi,Konya,2008 On iki dirhem balun üstine süzeler hümâm 60 hayatsağlık

Isıcakla mazmaza eyleyeler dir ve’s-selâm Hem tabi’at lin olına neyiledür gözün aç İki nev’inde dahı diş ağrısınun anlagil Hukne-i haddeyile telyin idün dimiş tabîb Et yimeklikden sakınup yimeye etden alîl Şol burûdetden olan diş ağrısına iy habîb Ger hararetden ola rişte müzevveresini Didügümüz nesne’i mazmaza ide hem dahı Bademün yagıy-ıla yidüreler işid beni İssi ma’cunlar düzüp yimek gerek durur ahı Key hazer itmek gerek ma’lûl olan kişi habîb Çünkü sevdadan olur illet dilün rengi iy yapar Ma’desinde fasid olmakdan ta’amı dir tabîb Kapkara olup derisi kuru olur aşikar Hem dahı fasid yemeklerden yoğurt kavun gibi Ağzı yarı dahı az olur ilâcın anla pes Hem balıkdan dahı kuşmakdan işitgil iy abî Cehd idüp sevdayı ishal eylegil iy hoş-nefes Hem dahı dişe yapışur nesnelerden iy piser 5. TIP YAZMALARINDAKİ DİŞ Encir ü hurmâ gibi anladısan budur haber HEKİMLİĞİ DROGLARI (*) Hem dahı şol nesnelerden kim kamaşdurur dişi (*) Bu listede taranan yaklaşık 25 kadar yaz- İssi yiyüp şovuk şu içmekden kişi madaki diş hekimliği drogları yer almıştır.11 Hem şovuk içüp dahı issi yimekden üstine İctinâb it diyüben pend itmek olur dostına Sonuç Diş hekimliği tarihsel süreçte önce tıp bü- Dişi katı kurdarmakdan hem dahı iy ser-firaz tünü içinde gelişmiş ve ağız-diş hastalıkları ile Katı nesneler sımakdan eyleyeler ihtiraz bunların tedavileri genel tıp literatürü bünye- sinde yer almıştır.Giderek bilim ve teknolo- Dil Şişmegün Esbabın ve Alayimin ve jideki gelişmelerle ağız ve diş hastalıklarının İlâcın Bidürür tedavisinde koruyucu hekimlik, onarımlar (diş Bir maraz budur ki dil şişer nedendür bileler protezleri) ve diğer tıbbi tedaviler uygulan- Kan(ı) galib olduğundan olurısa iy peder maya başlayınca, diş hekimliği de yavaş yavaş genel tıptan ayrılmaya ve bağımsız bir meslek Dil çekili gelip olur rengi kızıl olmaya başlayıp genel tıptan ayrı kendi litera- Ağzı yarı az akar dinle ilâcın anlagıl türünü oluşturmuştur. Yukarıda verdiğimiz erken dönem Türkçe Kan alıban tab’ını telyin idün dimiş tabîb tıp literatürüne ait üç örnek bu gelişmenin ge- Orta hukneyle ideler anı telyin iy habîb rek Anadolu öncesi Uygur-Türk tıp literatürün- de, gerekse ilk Türkçe tıp kitaplarında da aynen Tut şarabı ekşi alma ekşi nar şuyı dahı geçerli olduğunu göstermektedir. Vir sumakun şuyını bunlarunıla iy ahı Daha önceki çalışmalarımızda yaptığımız kar- şılaştırmalar verilen bilgilerin kendi çağdaşlarıyla Marul u kasni suyıyla mazmaza itmek gerek benzerlik gösterdiğini ortaya koymuştur.Bu bil- Bu sularda fayide çokdur idersen yigirek gilerin Anadolu halkının ana dili olan Türkçede yazılmış olması ise önemli bir üstünlük arzeder. Safradan olurısa rengi dilün olur şaru Çünkü o dönemde Batıda tıp kitapları halâ ço- Olup ıssısı vü ağrısı katı olur amû ğunlukla Batı kültürünün ortak dili olan Latince ile yazılıyordu. On altıncı yüzyıla kadar Batıda Safrayı ishal itmekdür ilâcı bilesiz ulusların kendi ana dillerinde yazılmış tıp kitapla- Tab’ını lin eyle orta hukneyile iy aziz rı parmakla gösterilecek kadar azdır. Demeviye didüğümüz nesneleri anlagil 11 Uzel, İlter: İlk Türkçe Tıp Yazmalarının Ağız ve Diş Mazmaza itmek gerek ağıza alıp şöyle bil Hastalıkları Yönünden İncelenmesi,İst.Üniv.İst.Tıp Fak. Doktora Tezi,1979. Çünki balgamdan da illet dilün rengi iy cân Boz olur hem dahı çok olur ağız yarı ayân Balgamı ishal ideler bu durur ana ilâc hayatsağlık 61

5. TIP YAZMALARINDAKİ DİŞ HEKİMLİĞİ DROGLARI(*) Drogun Adı Diğer Adları Latince Adı Aftimon 62 hayatsağlık Afyon Eftimon, küçük kuşuta Opium papaveracae Akakya Aynı Succus acacia Habb-ı kakya, Mısır sent ağacı meyvesinin özsuyu Akdarı Zurah, karaca darı,cavers Gummi olibanum Akgünlük Günlük Agathe Akik Aynı Santalum album Aksandal Cinden ağacı, beyaz sandal Anacylus pyrethum Akırkarha Nezle otu, udülkahir, tarhun-ı rumi Anisi vulgaris Anason Anison Scilla maritima Ansel Iskil, ada soğanı Fructus juniperi Ardıç yemişi Aynı Centaurea centaurium Arkutab Sabr-ı arkutab Carthamus tinctorius Asfur Esfur, usfur, kartam, kuş yemi Mel Asel Bal Fructus cydonia At sütü Aynı Flores camomillae Ayva Aynı Prunus amygdaleus Babunec Cera flava apidea Badem Papatya Hyoscyamus niger Balmumu Aynı Hyoscyamus albus Banotu Aynı Moringa aperta Banc el-ebyaz Banc, siyah banotu Allium celpa Ban Beyaz banotu Quercus ilex Basal Ban ağacı, sorgun ağacı Viola odorata Bayam Soğan Macis Bellut Buyan, meyan kökü ? Benefse Palamut, pelit, meşe Semen foeni Besbase Menekşe Vicia ervilia Bezr-i katuna ? Myristica fragrans Boy tohumu Bağa otu tohumu ? Burçak Çemen, hulbe Eruca sativa Cevz buva Aynı Diplotaxis teniofola Cevz serv Küçk hindistan cevizi Chamoelin silvestrisx Circir Servi kozalağı Balaustrium Circir ül-berri Cercer, kekeş Carbonas cupricus Circir ül-berri Yabani roka salatası Pistachia terebinthus Cülnar Chamoelina Indigofera tintoria Çengar Yaban nar çiçeği Gypsophila strutium Çetlemik Bakır çalığı, çengar Semen nigella Çivit Menegiç Beta vulgaris Çugan Lahur çivit, yenecek çivit Cynamomum ceylanicum Çörekotu tohumu Çöğen otu, voynik otu Piper longum Çükündür Aynı Laurus nobilis Darçini Pancar Sanguis draconis Dar fulful Kunfa ağacı, Seylan tarçını Tribulus terrestris Defne ağacı Uzun biber Ossa sepia Dem el-ahveyn Habb ül-gar, tefne ağacı Malva silvestris Demir diken İki kardeş kanı Citrullum colocynthus Deniz köpüğü Demir dikeni, çoban çökerten Phylanthus emblica Ebe gümeci Mürekkep balığı kabuğu Ass milk Ebucehil karpuzu Aynı Arece nut palmae Emlec Aynı Alpinia officanalum Eşek südü Amlac ? Ferfiyun Aynı Eletteria cardomum Galanga Ferfelek Flos althaea Gülab Havlican Radix althaea Halile-i zerd Gülsuyu Berberis vulgaris Hamama Sarı helile Terminalia chebula Hatmi çiçeği Kakukle, hamame Cassia fistula Hatmi kökü Aynı Artemisia cina Hatun tuzluğu Aynı Portulacca oleracaa Helilec kabuli Zırışk Andropogan schoarnaenthis Hıyarsenher Kabuli helile Tamarix articulata Horasani Hıyarsenbe ? Hurfah Aynı Amomum melegueta Idhir Semizotu Melilotus Ilgun ağacı Mekke ayrığı Solanum nigrum Itırcık biberi Tarfaya ağacı Itrifil-i sagir Aynı Iklül ül-melik Itrıfil, idrifil İneb üs-saleb Koç boynuzu İt üzümü, tilki üzümü

Hatmi kökü Aynı Radix althaea hayatsağlık 63 Hatun tuzluğu Zırışk Berberis vulgaris Helilec kabuli Kabuli helile Terminalia chebula Hıyarsenher Hıyarsenbe Cassia fistula Horasani Aynı Artemisia cina Hurfah Semizotu Portulacca oleracaa Idhir Mekke ayrığı Andropogan schoarnaenthis Ilgun ağacı Tarfaya ağacı Tamarix articulata Itırcık biberi Aynı ? Itrifil-i sagir Itrıfil, idrifil Amomum melegueta Iklül ül-melik Koç boynuzu Melilotus İneb üs-saleb İt üzümü, tilki üzümü Solanum nigrum İsfidaç Üstübeç İt burnu Aynı Rosa canina Kabikac Ranunculus asiaticus Kurbaga otu, mastaya çiçeği,düğün otu, kebikec Kafur Kafuru Camphora Kantaryon Mavi peygamber çiçeği Centaure oyanus Kara halile Aynı Termalia chebula Kara harbak Kara çöpleme Helleborus niger Karanfil Aynı Caryophillus Kardamana Yabani karaviya, yabani kimyon Lagoecia euminodes Kasni Yaban marulu, hindiba, güneyik Cichorium intibus Katran Aynı Kebabe Hint biberi, kuyruklu biber kebabiye Piper cubeba Keber Gebre otu Capparis Kendene Küçük pırasa, kurat Allium roseum Kendir tohumu Kenevir tohumu Semen cannabis Kereviz tohumu Kerfes tohumu Semen apii Keten tohumu Zeyrek Semen cannabis Kına Hinna Lawsonia inermis Kesira Kitre zamkı Traghacanthae Kıssa el-Hımar Esel-i hoşbu, eşek hıyarı, karga düleği Evbellium elatierium Kırmızı firenk gülü Kızıl gül Erkek eğrelti otu, serhas, kızıl ot Rosa gallae Kildaru Sakız toprağı, tin el mastika Dryopteris filixmas Kil hiya Aynı Tarra chiota Kimyon Kişniş Fructus cymni Kişnic Coriandrum sativum Lisan el- hamal Büyük sinirli otu Plantago major Marul Marul Lactuca sativa Mastika Sakız,damla sakızı Resina lentisci Mazı Aynı Gallae Mencu Mercimek Lens esculenta Mersin yemişi Habb el-as Myrthus communis Merzenguş Bit otu, dağ üzümü Delphinium staphisagria Mevzec Bit otu, dağ üzümü Delphinium staphisagria Mia Abhar, sığala yağı Strax officinale Milh-i enderani Hacı Bektaş tuzu Natrium chloridum Milh-i hindi Hint küherçilesi ? Misk Aynı Moscus Misvak Erak Salvadore persica Mukl Mürdasenk, kurşun-2-oksit Plombi dioxidum Mumrugan Mumyağı Mürrisafi ? Balsomendron myrrha Nana Adi nane Menta sativa Nanavah Emmus, Mısır anasonu Carum copticum Nar kabı Enar kabı, nar kabuğu Cortex granati Nardenk Nar pekmezi ? Nardenk marulu Deniz hıyarı Ulva lactuca Nişadır Aynı Amonii chloridum Panbuk Pamuk, penbe, pembe, penbak Gossypum Ravend Ravend Rheum officinale Rişte müzevveresi Tel şehriye ? Sabar Kaynana dili, hint inciri Opinthia ficus indica Sabır Sokutrı ödud, sarı sabır Aloe Sadec hindi ? Malastoma burm Sadec hindi ? Cinnamomum nitidum Sarıca ağaç Saruca ağaç, duman ağacı Cotinus coggyria Sater Yabani kekik otu, zatren Thymus serpillus Sebestan Mısır nabkı, sebestan ağacı Cardia myxa Sekencebin Sekbeni, sakbinec Oxymel scillae Sey Şap, şabb-ı yemani Alun Sezab Sazab, sedef otu Ruta graveolens Sezab ül-berri Yabani sedef otu Ruta montana Sığır dili Kauzban, lisan-ı sevr Anchusa officinale Sinameki Aynı Sinirli yaprak otu Sinirli ot Herba plantago

Sabır Sokutrı ödud, sarı sabır Aloe Sadec hindi ? Malastoma burm Sadec hindi ? Cinnamomum nitidum Sarıca ağaç Saruca ağaç, duman ağacı Cotinus coggyria Sater Yabani kekik otu, zatren Thymus serpillus Sebestan Mısır nabkı, sebestan ağacı Cardia myxa Sekencebin Sekbeni, sakbinec Oxymel scillae Sey Şap, şabb-ı yemani Alun Sezab Sazab, sedef otu Ruta graveolens Sezab ül-berri Yabani sedef otu Ruta montana Sığır dili Kauzban, lisan-ı sevr Anchusa officinale Sinameki Aynı Sinirli yaprak otu Sinirli ot Herba plantago Sirke Aynı Sumpara Zımpara Suruncan Mahmut, surincan, çiğdem Colchicum automnale Süci Şarap Sünbül(1) Sümbül, zünbül Hyacinthus Sünbül(2) Lale çiçeği Tulipa Süsen Süsen Nymphea alba Sütleğen Aynı Euphorbia resinifera Şah-ı hanzal Hantal, hanzal Fructuscitrullus, colocynthus Şahtere Beg börki, horoz ibiği Fumaria officinalis Şeftali Aynı Şibit Turak otu tohumu, fena kokulu rezene Anethum graveolens Susamyağı Şırlugan Cırcır, yabani eruka, horoscuk, bahçe teresi, enli Oleum sesamum Şitarac yapraklı, tere, cercer Lepidium latifolium Tarhun Artemisia dracunculus Tin matnun Tuzla otu Terra scillata limni Tebaşir Limni toprağı Cyperus rotundus Körne Hint kamışının borusunda olur (7) Semen raphanus saviva Topalak Sad el-himar Manna oleaceq Turb tohumu Aynı Ipomea turpethum Turuncibin Kudret helvası Türbit Türbüt Udr-ı hindi Ünnab Hint öd ağacı, yalan öd ağacı Aleoxylon agallochum Yarpuz Ünnab ağacı, hünnap Ziziyphus jujuba Pudine, filisgin, el futenc Menta pulegium Zaç Sülfat tuzları Crocus sativus Zağferan Zafran, safran Zingiber officinale Zencebil Zencefil Hydrargyrum sulfuratum Zencefre Civa sülfür rubrum Zeravend-i müdahraç Dişi zeravend, lohusa otu Aristolochia longa Zeravend tavil Dülcik dibi, boru elması. Prunus armenica Zerdali Aynı Curcuma longa Zerdecube Zerdeçöp, kurkum Curcuma longa Zirruverd Zerrüverd Spaeranthus indicus Zırnıc Zırnık Sodii sulpur Zurah Akdarı, karaca darı, cavers Panicum miliaceum (*)Bu listede taranan yaklaşık 25 kadar yazmadaki diş hekimliği drogları yer almıştır. Biz bu yazımızda bir başlangıç mahiyetinde mayan ‘Tarih sever’ diş hekimlerince, yani ala- üç tıbbi eserin ağız-diş hastalıklarıyla ilgili bö- nın asıl sahiplerince yapılmasını öneririz. Çün- lümlerini o günün Türkçesi ile vermeye çalıştık. kü bu eserlerin gerçek değeri ancak o alanın asıl Bilim tarihi açısından değerlendirmelerin ise sahiplerinin yapacakları metotlu karşılaştırma- ‘Dil sever’ (=Türkofil) olan ve ‘Historiofob’ ol- lar ve saptamalarla açığa çıkacaktır. 64 hayatsağlık

Kaynakça sinde Bulunan Türkçe Yazmalar Üzerine Çalışma- 1. Ünver S. Uygurlarda Tababet. İstanbul, 1936. lar-I,Türkiyat Mec.C.16,s.133-147,İstanbul,1971. 2. Rachmatı, GR. Zur Heilkunde der Uiguren, Akad. 8. Hekim Bereket:Tûhfe-i Mübarizî (Metin-Sözlük), (Haz.:Binnur Erdağı Doğuer),TDK Yay.,Anka- Berlin: Der Wissenschaften, 1930. ra,2013. 3. Sertkaya OF. Uygur Tıp Metinlerine Toplu bir Bakış. 9. Adıvar, Adnan: Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1982,s.52. Uluslararası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü Sem- 10. Kaya,Emel:Muhyiddin Mehî’nin Müfid(Naz- pozyumu, 4-7 Eylül 1989, İstanbul. [Ayrı baskı]. mü’t-Teshil ) Adlı Eseri ve Bu Eserin XV.Yüzyıl Türk 4. Bkz.Ünver, Süheyl: a.e.,s.32-37 ve Rachmatı, G.R.: Tıp Dilinin Oluşmasındaki Yeri,Selçuk Üniv.Yayın- Zur Heilkunde der Uiguren-II, Akad.Der Wissens- lanmamış Doktora Tezi,Konya,2008. chaften Berlin, 1932,, s.401-448.. 11. Uzel, İlter: İlk Türkçe Tıp Yazmalarının Ağız ve Diş 5. Ünver, Süheyl:a.e.,s.47-48. Hastalıkları Yönünden İncelenmesi,İst.Üniv.İst.Tıp 6. Koman M. Tûhfe-i Mübārizî, İstanbul: Bilgi Bası- Fak.Doktora Tezi,1979. mevi, 1955. 7. Tekindağ, Şahabettin: İzzet Koyunoğlu Kütüphane- hayatsağlık 65

Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati (Hatıratı) Üzerine Şaziye Dinçer Bahadır Geçmişten günümüze, tedavi yöntemleri Fuad Carım’ın İspanya elçisiyken kütüphanede değişmiş olsa da; insanın sağlıkla imtiha- rastlayıp dilimize kazandırdığı bu kitap, Kanunî nı değişmemiştir. Hastalanan her insan şifanın Sultan Süleyman dönemine ait çok değerli bilgi- peşinde koşarken sağlıklı olanlar da hastalıkla- leri muhafaza etmektedir. ra yakalanmamak için çaba sarf etmişlerdir. Bu nedenle tabiplik insanlık tarihi kadar eskidir. Fuat Carım, kitapla ilgili olarak şu açıklama- ‘Bizden önce nasıldı?’ sorusunu sorduğumuzda yı yapmıştır: “Eser 1557 yılında kaleme alınmış, geçmişin ayrıntılarını aramaya koyuluruz. Bu arayışta bize çoğunlukla tıp kitapları yardımcı iki suretlik nüsha asırlarca Madrid Üniversite- olur. Osman Şevki Uludağ da özellikle ilk de- virlerde yazılan ve bir kısmı devrimize intikal si’nin arşivleri arasında uyuyakalmış, tam 348 etmiş olan tıp kitaplarını birer birer ele alarak zamanın hekimliğini bunlardan anlamaya uğ- yıl geçtikten sonra, Zaragoza Üniversitesi’nin raşmanın noksan da olsa tek bir çare olduğunu ve tutulacak başka yolun bulunmadığını belir- ünlü profesörlerinden Dr. Manuel Serranoy Sanz tir.1 Örneğin kadın ve çocuk hastalıkları ile ilgili bilgi almak istediğimizde Şaban Şifâî2 ve Gev- tarafından keşfedilerek yayınlanmıştır. Dört yüz rekzâde Hâfız Hasan’ın3 eserlerinden istifade ederiz. yıl önce tutsak düşen, bilgili ve açık düşünceli bir Tıp kitapları (el yazması) dışında hatıralar- yabancının İstanbul’da geçirdiklerini ve gördük- da geçen kimi bilgiler de son derece önemlidir; Lady Montagu’nun4 hatıralarından çiçek aşısı lerini anlatan bu eser, Türkiye Tarihi bakımın- ile ilgili bilgileri, şair Leyla Saz’ın5 hatıraların- dan haremde tedavi ile ilgili kimi ayrıntıları dan, çok kıymetlidir. Kitap, güzel sahneler, tatlı öğrenebiliriz. Çalışmamıza konu olan kitap da böyle bir deneyim sonucu oluşturulmuştur. anlatışlar, yerinde tahliller, ince alaylar, ilgilendi- rici ve aydınlatıcı bilgilerle doludur. Yazılanların arasında, en meşhur seyahatnamelerde bile eksik olmayan oransızlıklardan hiç birine rastlanmaz. Esasen, seyahatnameden ziyade, kitaba hatırat demek, daha uygun düşer”. Fuat Carım tara- fından önce Fransızcaya çevirtilen kitap, 1964 yılında Türkçeye çevrilmiştir. İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde Pedro’nun tutsaklıktan kurtuluşu ve başından geçen olay- lar yer alırken ikinci bölümde ise o dönemdeki 66 hayatsağlık

teşkilat ve İstanbul halkının âdetleri anlatılmış- şen hekimler, üçüncüsü ise Avrupa’da yetişerek tır. Daha sonraki yıllarda ikinci kez ‘Türkiye’nin ülkeye gelen Hristiyan ve Yahudi hekimlerdir.9 Dört Yılı: 1552-1556’ adıyla A. Kurutoğlu tara- Pedro’nun, anlatmış olduğu hatıratı boyunca fından seçmeler halinde kısmen çevrilerek ya- Yahudi hekimlerle bir çekişme içerisinde oluşu yınlanmıştır.6 Kitap, Yeliz Demirören tarafından dikkat çeken bir özelliktir. da ‘Türkiye Seyahati Kanuni Sultan Süleyman Devrinde İstanbul (1557 yılında bir el yazması)’ Bütün dünyada olduğu gibi, İslam dünya- adıyla 2011 yılında yayınlanmıştır.7 sında ve sonuç olarak yurdumuzda da cerrahi ve onun dayanağı olan temel bilim dalı anatomi Kitap üç kişi (Pedro de Urdemalas, Juan de tıptan çok sonra gelişmiştir. Çünkü bütün din- Voto a Dios ve Matalas Callando) arasında ge- lerde olduğu gibi İslam dininde de insan bedeni çen diyaloglardan kuruludur. Pedro adı verilen kutsal bilinir, ölümden sonra bile ona dokunul- kişi Kanunî döneminde Sinan Paşa komutasın- mazdı. Yurdumuzda cerrahlık 19. yüzyıla kadar daki donanmaya esir düşüp İstanbul’a getirilmiş hekimlikten ayrı olarak gelişmiştir. Uzun yıllar ve burada şahit olduğu olayları diyaloglarda tıp gibi, cerrahlar da bir başka cerrahın yanın- nakletmiştir. Diyalogların yazarı, bunları bire- da usta-çırak ilişkisi şeklinde yetişirlerdi. Asker bir yaşamış yahut yaşayan birilerinden duymuş veya sivil olsun serbest olarak çalışan cerrahlar olmalıdır aksi halde dönemi ile ilgili bilgilerin (berber cerrahlar), genelde bir hekimin kont- bu derece tutarlı olması beklenemez. Pedro’nun rolünde çalışırdı. Yalnız başına çalışanlar da sağlık ile ilgili uygulamalarla söyledikleri tarihî bulunmaktaydı. 16. yüzyılın sonunda cerrah ve kaynakların doğruladığı bilgilerdir. kehhallerin (göz hekimi) saraydaki sayısı 113’e ulaştı.10 Hekime Verilen Değer ve Cerrahlık: He- kimlik, Osmanlı yönetimi için üzerinde önemle “Kürek kısmına ayrılmaktan kurtulmak için, durulmuş bir alandır. Hekimlikle ilgili, resmi Müslüman olmuş yaşlı bir tutsağın verdiği öğüde evraklarda birçok ayrıntılı bilgilere rastlamak uyarak, hekimim, dedim. Bunu, biraz mürekkep mümkündür. Saray hekimliğine atananların yalamış olmaklığıma güvenerek söyledim. Cer- birçoğu darüşşifa hekimlerinden ve Süleyma- rah mısın, diye, sordular. Hayır deyince, az kal- niye Medresesi’nden mezun olanlar arasın- sın partiyi kaybediyordum. Bereket versin lafa, dan seçilir; atamalarda liyakate dikkat edilirdi. sözü geçen kaptanlardan Durmuş Reis karıştı, Darüşşifalara hekim tayininde iyi ve tecrübeli Cenevizli dönme Durmuş Reis. “İdrar ve nabız hekimden beklenen özelliklerden bazıları şun- lardı: Teşhis ve tedavi sırasında dört humor (unsur) teorisini uygulamakta tecrübeli olmalı, hasta mizacını belirleme ve ona göre ilaçlarını vermede ustalaşmış, teoriyi pratiğe, pratikten öğrendiklerini tecrübesine katan, diğer bilim- lere de hakim vb.8 Hastaya inanç vermek, va- kar ile hareket etmek, teşhis koymak için acele etmemek, hekimin bilmesi lazım gelen vazife- lerdendi. 1 Pedro, her ne kadar bir tıp eğitimin- den geçmeden sadece edinmiş olduğu bir tıp kitabını okuyarak Sinan Paşa’nın hekimi olmuş olsa da bir istisna olarak değerlendirilmelidir. Nitekim Şehsuvaroğlu, hekimlik temini konu- sunda üç yol olduğunu belirtmiştir. Bunlardan ilki, ülke içinde yetişen hekimler, ikincisi Mısır, Suriye, İran, Irak gibi Doğu merkezlerinde yeti- hayatsağlık 67

hekimidir, cerrahtan daha faydalıdır”, dedi. Kü- tan sonra, o da, hasta ile görmeden meşgul olup rekten işte bu suretle kurtuldum.”11 olamayacağımı öğrenmek istedi. Ben diretince, “Daha yolda iken, gemide elime bir tıp kitabı Sultan’a haber salarak, kardeşinin kölesi tarafın- geçti. Bu kitapta öğrendiklerimin dışında hiçbir dan muayene olunmağa müsaade eder mi diye şeyi tatbike girişmedim. Başlangıçta, yanı başım- sordurdu.” 11 da hasta düşen tutsakları tedaviye koyuldum. “Bir gün mutfağa girip (Yahudi) hekimlerin Bu denemelerimden, memnunluk verici sonuçlar aşçıya Paşa’ya yemek olarak, bir pilicin yarısını elde ettim. Bunu görünce, kuvvetli olan hafıza- yarım kase suda haşlamasını ve tuzu piliç piştik- mın yardımıyla, kitabı baştan aşağı ezberledim. ten sonra atmasını tembih ettiklerini öğrendim. Sonraları, karşılaştığım hekimlere aklımda tut- Derhal, kahpe oğulları, alçak herifler, deyip ağ- tuklarımı tekrarladığım zaman, çok şeyler bil- zıma geleni veriştirerek ateşe dört tencere sürdür- diğimi sanarlardı. Ve anlattığım gibi, hekimlik düm. Tencerelere ikişer tavuk koydurarak birine sanatını üç ay içinde öğrenmiş oldum.” 11 nohut, birine maydanoz ve kereviz, birine soğan Hekime Güvenme: Osmanlı yönetimi açı- sından hekimlik, yalnızca günümüzde anladı- ve mercimek, birine de türlü zerzevat attırdım. ğımız anlamdaki tıbbi tanı ve tedaviyi sağla- yan kişi anlamına gelmiyordu. ‘Hekime güven’ Kızartmadan hoşlananlar için de ayrıca iki ta- kavramı padişah ve diğer devlet ileri gelenleri açısından aynı zamanda ‘hayati güven’ anlamı- vuk kızarttırdım. Olayı öğrenen Paşa nezdinde, na geliyordu. Çünkü, hayatlarını teslim ettikleri itibarım arttı.” 11 hekimlere güven duymaları ve onlardan ken- dilerine herhangi bir tehlike gelmemesi gere- Teşhiste Nabız ve Berberler: Muayene ba- kiyordu.8 Görüldüğü gibi saraya alınacak olan sitti. Hastanın yüzüne bir bakış ve bir kaç so- hekimlerin hem bilgili hem de güvenilir olma- rudan sonra nabzın kontrolü muayenenin ları gerekiyordu ki saraydakilerin can güvenliği esasını teşkil ediyordu. Nabız bilmek tabipler tehlikeye atılmasın. Kitaptaki kahramanımız için mutlaka gerekli idi. Dünya tababeti de bu Pedro, efendisi Sinan Paşa’nın güvenini öylesi- devirlerde ‘nabız devrini’ yaşıyordu. Nabzın ne kazanmıştır ki hekimliğin yanı sıra tıpkı bir hali dört unsura göre değişirdi. Birçok hastalı- çaşnigîr12 gibi mutfağa inip efendisinin yiyeceği ğın teşhisinde yalnız nabza bakmakla, hastalık yemeklerin kontrolünü bile yapmıştır. hakkında yeterli bir kanaate varılıyordu. Nabzın hızlı atışı hararete, yavaş atışı soğukluğa, vüsati “Sinan Paşa’nın on iki yıldan beri çektiği ne- (genişliği) rutubete ve vücutta cerahat çokluğu- na, normal atışı yubuset (kuruluğa) ve vücutta fes darlığı artmıştı. Göstermediği hekim kalma- cerahat yokluğuna, münfahas (içyüzünü araş- tırma) bulunması, hararet azlığına, parmaklara mıştı. Sonunda beni de çağırdılar. Paşa’ya elimle tok tok dokunması nabzı ölçülenin bedeninin kuvvetine delalet ederdi.13 18. yüzyılda hekim- bir şurup hazırladım. Nasıl alınacağını sorunca başı olan Gevrekzâde Hâfız Hasan Efendi’nin kadın ve çocuk hastalıklarını konu alan eserin- işi çaktım ve bir kaşık isteyerek gözü önünde üç de de nabızdan muayene sayesinde hamileliği teşhis etmenin mümkün olabileceği söylenmiş- kere doldurup içtikten sonra “alsana senyor” di- tir. Tabi ki bu, her hekimin harcı olmayıp sadece usta hekimlerin koyabileceği bir teşhistir.14 Ped- yerek kendisine de içirdim. Paşa pek memnun ro’nun hastalık teşhisinde en çok başvurduğu yol, hastanın nabzına bakmaktır. kaldı. Şurup tükenince Paşa’ya öksürük hapları Ordu sefere çıktığında berberler, cerrah, hazırladım ve beş hap gerekirken altı tane yap- peştemalcı, hamamcı, tellak ve usturacı esnafı ile birlikte sefere katılırlardı. Çadırlarını yanla- tım. Altısını da kendisine verdikten sonra bir ta- rında götüren berberler askerleri tıraş eder ve tedavi yaparlardı. Kanunî Sultan Süleyman dö- nesini isteyip yuttum. Paşa’nın bu da pek hoşuna gitti. Verdiğim ilaçlar iyi geldi ve Paşa düzelmeğe yüz tuttu.” 11 “Anlayışlı bir kimse ve bütün Türkler gibi, kıskanç bir koca olan Rüstem Paşa, bilgilerimi denemek için benimle bir konuşmada bulunduk- 68 hayatsağlık

nemine (1520-1566) kadar İstanbul’da müsta- ra, tenkiye, kan alma, muâlecât-ı külliye (tam kil dükkanlarda faaliyet gösteren berberler, 16. ilaç kullanma) kapsamına giriyordu. Bunlar yüzyılın ikinci yarısından itibaren 1554’te açılan arasında kan alma, çoğu hastalıklarda baş vu- ve III. Murat döneminde (1574-1595) çoğalan rulan bir tedbirdi ve bir tabibin mutlaka kan kahvehanelerde de faaliyet göstermeye başladı- almayı bilmesi şarttı.13 Kan aldırma, bir çok tıp lar.15 Berberler sünnet, şişe çekme, hacamatla ve metninde tedavi yöntemi olarak kullanılmıştır. sülük koyarak kan alma, kerpetenle diş çekme Hatta Leyla Saz’ın anılarının toplandığı kitapta, gibi işlerin yanında cilt hastalıkları için çeşit- o dönemde bile özellikle mayıs ayının damarları li merhemler hazırlarlardı.16 Bilge, berberlerin boşaltmak için en uygun ay olarak seçildiğini, onların kullandıkları malzemelerin Osmanlı hacamât, nişter ve sülük vasıtasıyla bu işlemin divan ve halk edebiyatının mecazlar dünyasın- gerçekleştiğini öğrenebiliriz.5 Leyla Saz, hekim da yer aldığını belirtmiş, divan şiirinde Bosnalı olan babası sayesinde bu uygulamaları yerinde Sabit’in yazdığı Berber-nâme’yi, halk şiirinde izleme imkanı bulmuştur. Pedro’nun hatıratın- ise Berber Destanı’nı örnek olarak vermiştir.15 da da mayıs ayında kan aldırma geleneğinin Mehmet Akif Ersoy’un Mahalle Kahvesi adlı uygulanmış olduğunu görürüz. Günümüzde de şiiri de berberlerin 19. yüzyılda edebiyatımıza bu tedavi yönteminin uygulandığını görebiliriz. yansıyan yönünü örneklendirmesi bakımından dikkate değerdir. “Sinan Paşa, dev yapılı, cidden yakışıklı ve “Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk, İçinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok! Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz; Onun yanında kan almak için beş on boynuz. İkinci katta bütün kerpetenler, usturalar... Demek ki kahveci hem diş tabibi, he pe- rukâr!”17 “Bir gün bana hasta bir Türk’ü getirdiler. Hâ- line bakıp nabzını yoklayınca “geceyi geçirmez”, dedim. “Bu hayvanın bir şeyden çaktığı yok, ça- ğırın berberi”, dediler. Geminin Hristiyan olan Portekizli berberi geldi. Önce benim ne söyledi- ğimi öğrenmek istedi. Geceyi geçiremez, diye, tek- rarladım ve bilgiçlik satmak için de “nabzı nasıl attığını duymuyor musun, vücudu buz kesilmiş, kımıldamaya bile gücü yok, dili pas içinde, betbe- niz kalmamış, ölüye dönmüş”, gibi hikmetler sa- vurdum. Berber, “Allah’ın izniyle, ben iyi ederim”, demesin mi?” “Sabahları kuleden çıkıp Sinan Paşa’yı ziya- rete giderken her çağrıldığım yere uğramaya kal- kışsaydım konağa ancak gecenin geç saatlerinde varabilirdim. Kuledeki hastaları berberlere hava- le ediyor ve sıyrılıyordum.” 11 Kan Aldırma (Hacâmat) : Hastalıkların te- davisi için alınması gereken önlemler ve ilaçlar tıp kitaplarında yazılıdır. Her hastalık hemen tedaviyi gerektirir. Tedavi vasıtalarından istif- hayatsağlık 69

pek yiğit bir adamdı; çok da kanlıydı. Bir gün bulunur. Haremağaları, tabibi oda kapısına ka- dar getirir. Kendileri çekilirler. Hekim, hastayı kollarından, iki defada iki libre kan aldıydım; gereği gibi muayene eder, reçetesini diğer oda- da yazar ve geldiği gibi gider. Kalfalardan hasta pek memnun kalmıştı. Ertesi gün, bunu duyan olanlara nöbetçi tabip çağırılır.5 Görüldüğü gibi seçkin kesimin hekimi olmak oldukça zordur, ve Paşa’yı tırtıklamağa alışmış bulunan Yahudi dönemler farklı olsa da uygulamalar benzer şe- kildedir. bir hekim konağa koştu. Yahudi hekimler, kan “Hastanın kocası Rüstem Paşa, efendim olan almaktan çekinirler. Paşa, kan aldırmak ve her Sinan Paşa’nın kardeşiydi. Bir kere görelim gere- gün bal şerbeti içmek sayesinde, iyileşti ve iki yıl kadar artık kendisini öksürük tutmadı.” ğini yaparız, dedim. Görmek olamaz deyince ben “İşler anlattığım gibi yürürken, tutsakların de idrar ve nabız yoklamasına girişmeksizin hiç bir şey yapamayacağımı kesin olarak anlattım.” 11 arasında yumurcak patlak verdi. Hastalık, kay- “Hastanın döşeğine yaklaştığım vakit, bir gısızlık yüzünden yayılarak, pek çok kişiyi serdi. elinden başka her tarafının sırma işlemeli bir Ben de tutuldum ve döşek olarak bir koyun pos- çarşafla örtülü bulunduğunu gördüm. Uzatı- tunun üzerinde eli gün yattıktan sonra kan aldı- lan bir havluya ellerimi sildikten sonra nabzını rıp Tanrı’nın izniyle iyileştim.” “Hıdrellez günü Sinan Paşa’nın konağındaki yokladım. Kocasının bu kadarla yetinmemi is- kadınların kan aldırmak için bana hediye ettik- tediğini sezdimse de aldırmadım ve tercümanın leri gömlek ve mendiller bir yıllık ihtiyacımı kar- yardımına başvurmadan becerebildiğim kadar şılardı. O gün, yanıma iki berber alarak konağa Türkçe geveleyerek “öbür elini de ver Sultan”, de- gider; kadınlar örtülü olarak ikişer ikişer yanıma dim. Açık bulunan eli çekip öbür eli çıkarırken gelir ve yerlere veya bir tekneye bol bol kan akar- beni gözetlemek için örtüyü biraz açtığını gören dı. Kıpırdamasınlar diye kollarını ben tutup ova- kocası, ben elli yoklar yoklamaz ayağa kalkarak lar ve berberler hacamat ederdi.” 11 “gidelim artık, oldu tek bir el bile yeterdi”, dedi.”11 Sultanı ve Haremdekileri Tedavi: 17. yüz- “(Haremağası) kadınları kapattıktan son- yılın başında Venedik balyosu olarak iki buçuk yıl İstanbul’da bulunan Otaviano Bon, sarayın ra gelip beni hastanın odasına götürürdü. Sağa sakinlerine sunulan tıbbi hizmetlerin özüne ba- rındırdığı karmaşayı tasvir etmiştir. Haremdeki sola göz gezdirmeden papazlar gibi ayaklarımın kadınlardan bir hastalandığında, tedavisi için bir hekim gönderiliyordu fakat bu, ancak evvela ucuna bakarak girerdim. Bir süre böyle gitti. So- padişahın izni alındıktan sonra gerçekleşiyordu. Padişah hareme girmesine izin verince, hekim nunda Paşa’ya şikayet ettim ve “Benden ne denli siyahi hadım ağalardan biri tarafından hasta- nın yanına götürülüyordu ancak bu sırada diğer emin olabileceklerini Efendimiz bilir, o kötü zenci hizmetçiler hekim tarafından görülmemek için odasına çekiliyorlardı. Hasta, hekimin nabzını bana etmediğini bırakmıyor ve hastanın yüzünü ölçebilmesi için açıkta bıraktığı bir kolu dışında başından ayağına kadar örtünüyordu. Bununla göstermiyor, görmeyince de gereken tedaviye gi- birlikte, valide sultan ya da padişahın hanım- larından veya cariyelerinden biri hastalanacak rişemiyorum” dedim. Paşa baktıklarım benden olursa, nabzı kontrol etmesi için hekime uzatı- lan kol ipekle örtülüyordu. Bir erkeğin bu ka- gizlenmesin ve bakarken başka kimse bulunma- dınların çıplak tenine dokunması ve konuşması yasaktı.18 Sultan hastalanırsa, başından ayağına sın diye emir verdi. O günden sonra ve zenciye kadar kıymetli ince bir top şal ile örtülür. Bü- yük kalfası ve hususi hizmetindeki cariyelerden rağmen hastanın nabzını dilediğim gibi yoklar ve biri de şala bürünüp sultanın huzurunda ayakta kan almak gerekirse hangi damarın daha elverişli olduğunu anlamak için kollarının ikisini de açtı- rırdım.” 11 İnancın Etkisi: “Türkler (özellikle hastalık konusunda) her şeyin Allah’tan geldiğine ina- nırlar” deyişi, tipik bir oryantalist batılı bakış açısıdır diyebiliriz. Çünkü geçmişten günümü- ze hekimlerin şikayet edildiğine dair pek çok belge mevcuttur. Örneğin Sadık Müfit Bilge, ha- 70 hayatsağlık

camâtçı, dişçi ve sünnetçilere açılan davalarla il- kartabilirsiniz. Anlattıklarımı yabana atmayın, gili kayıtlara 16. yüzyıldan itibaren rastlandığını belirtmiştir.15 Yine kadı sicillerinde cerrahlar ile Türk olsun Hristiyan olsun bunları gözleriyle ameliyat olacak hasta arasında veya bazı haller- de hekim ile tehlikeli bir tedaviyi gerektiren bir görüp anlatacak bir kimse henüz buralara ayak hastalığa tutulmuş hastalar arasında, tedaviden atmamıştır.” 11 önce kadı ve şahitler huzurunda, sonucun kötü olması hâlinde hekimin sorumlu olmayacağını Peki Pedro’nun hatıraları bize neler anlat- bildiren kayıtlar yer almaktadır.19 maktadır? Yukarıda bunların hekimlik ile ilgili kısmına değinmeye çalıştım. Tabi hatıraların “Hasta o gece vücudunu denize ve canını da kendisi hekimlik dışında başka bir yığın husus- ta da değerli bilgiler veriyor. Söz gelimi yeme şeytana teslim etti. Bu olay dolayısı ile tanıştığım içme âdet ve alışkanlığının zaman içerisinde değiştiğini gözlemleyebiliyoruz, Pedro’nun ha- berber, bana, “Bundan sonra hastalara, hep şifa tılarından. Onun verdiği bilgiye göre bir büyük devlet adamı olan Sinan Paşa’nın konağında vaat et, Türkler Hristiyanlara benzemez, ölümü sofraya oturuluyor, hızlı biçimde yemek yenip kalkılıp sofra, bekleyenlere bırakılıyor. İnsan hiçbir vakit hekime yüklemezler, saati gelmiş göç- bunu okuyunca hayret ediyor: Oysa Sinan Paşa tü, derler”, dedi.” gibi birinin konağında daha debdebeli sofralar kurulmalı, her öğün şölen atmosferinde geçme- “Türkler, hastalıklara karşı kendilerini ko- li...Halbuki durum Pedro’nun anlattığı gibidir, peki o zaman ziyafet sofraları ne vakit ortaya rumazlar. Allah’tan gelen şeylerden kaçınılmaz çıkıyorlar? Bunun cevabını Osmanlı’nıın kla- derler.” sik devrinden sonra yani dağılma, çökme dö- neminde arayabiliriz. Öyleyse şöyle bir sonuca “Paşa mahkeme ilamı biçiminde dürülü ve ulaşılabilir, çöküntü arttıkça debdebe fazlalaş- maktadır. Bir hatırat kitabından ve yemek gibi mühürlü azad kağıdımı uzattı. Ayağını öpmek gündelik bir ayrıntıdan yola çıkarak önem- li saptamalarda bulunulabilir. İşte Pedro’nun için diz çökünce kolumdan tutup kaldırarak al- hatıralarının bize tam olarak öğrettiği budur. Çünkü hatıralarını nakleden kişi hikaye anla- nımdan öptü ve “Allah’tan başka hiç kimseye tıyordur, hikaye ise ayrıntı demektir. Bu ayrın- tılar, resmi biraz daha büyütmemiz için şahane teşekküre borçlu değilsin, olup biten hep O’nun olanaklar sunar bizlere. diledikleridir.” 11 Genellikle tıbbın yalnız hekim ile hastayı Tanıklık etme: Fuat Carım’ın ‘dört asır ya- ilgilendirdiğini düşünürüz. Onun bir sosyal yınlanmadan köşede kalmış bir eser’ olarak hadise olduğu gerçeğini çoğu zaman gözden nitelediği Türkiye Seyahati, kimindir? Belli de- kaçırırız. Hastalık, hastalık ile mücadelede be- ğil. Her ne kadar üslup benzerliğinden ötürü, nimsenen yöntemler, tedaviler, uygulamalar o devrin tanınmış yazarlarından Cristobal de toplumsal hayatımıza dair ciddi ipuçları taşırlar. Villanon’a isnat edenler varsa da gene belli değil Zira tıbbın kendisi uzun süre insanların birbir- demek gerekir. Neden? Çünkü okumak ve işit- lerine tecrübelerini aktarmaları ile var olmuş- mekle öğrenilen bilgilere dayanarak yazılabile- tur. Tabi ki bu tecrübeler kimi inanışları, doğru cek eserlerden değildir. Ancak ve ancak anlatı- bilinen yanlışları da yüz yıllarca taşıyabilmiştir. lan olayları bizzat görüp yaşamış bir kimsenin Öyleyse hekimlik de, tedavi de, sosyal uğraş- eseri olabilir.11 lardır. Onlardan yola çıkarak toplumsal haya- tımıza dair kelam edebilmemiz mümkündür. “Başından gelip geçenleri dinledik. Şimdi Dedelerimiz ve ninelerimiz geçen yüzyıllarda Türkiye’nin kuruluşunu ve Türklerin yaşayışları- nı, âdetlerini, huylarını ve giyimlerini de anlat- manı bekliyoruz.” “Size gördüklerimi ve bildiklerimi anlatı- yorum. Ben, sizin gördüğünüz koyun sayısınca deve gördüm. Efendim Sinan Paşa’nın ağırlığını taşımak için iki bin devesi vardı ve yetmiyordu bile.” “Efendim Sinan Paşa’ya dair bu dediklerim- den, öbür senyörlerin nasıl yaşadıklarını da çı- hayatsağlık 71

ultrason çektirip, endoskopi yaptırmıyorlardı. 8. Nil Sarı’dan aktaran Aydın E. Dünya ve Türk Tıp Ta- Ancak yaşıyorlardı ve kaçınılmaz biçimde hasta rihi. Ankara: Güneş Kitabevi, 2006. oluyorlar, tedavi olmanın yollarını arıyorlardı. Pedro, bize dedelerimizin ve ninelerimizin nasıl 9. Şehsuvaroğlu B. Demirhan AE Güreşsever GC. tedavi olduklarına dair pek hoş hikayeler anla- Türk Tıp Tarihi. Bursa: Taş Kitapçılık, 1984. tıyor. Bu hikayelerdeki kimi ayrıntılar birleşti- rildiğinde ise ortaya toplumsal hayatımızın bir 10. Ceylan İ. Türklerde Cerrahinin Gelişimi. Ankara: parçası olan tıp tarihimizin resmi çıkıyor. Türk Cerrahi Derneği Yayınları, 2012. Kaynaklar 11. Carım F. Kanunî Devrinde İstanbul, İstanbul, 1964. 1. Uludağ OŞ. Osmanlılar Devrinde Türk Hekimliği. 12. “‘Ekâbir-i hâs’ denilen saray büyükleri arasında yer Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2010. alan çaşnigîrin esas görevi, maiyetindekilerle birlik- 2. Şaban Şifâî’nin XVII. yüzyılda kaleme aldığı tıp ta- te sultanın sofrasını hazırlamak ve sofraya konulan yemekleri sultandan önce tatmak suretiyle onun rihinde kadın ve çocuk hastalıklarını konu edinen zehirlenme ihtimalini önlemekti. Büyük Selçuklu- ilk önemli eser, Tedbîrü’l-Mevlûd’dur. lardan itibaren çeşitli İslam devletlerinde rastlanan 3. Gevrekzâde Hâfız Hasan Efendi’nin XVIII. yüzyıl- çaşnigîr hükümdarın en güvenilir emirleri arasın- da kaleme aldığı tıp tarihinde kadın ve çocuk has- dan seçilirdi.” Taneri A. “Çaşnigîr”, Türkiye Diyanet talıklarını konu edinen ikinci önemli eser, Netîce- Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. VIII, İstanbul: 1993. tü’l-Fikriyye fî Tedbîr-i Velâdeti’l-Bikriyye’dir. Söz 13. Uludağ OŞ. Beş Buçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi konusu eser, Şaziye Dinçer Bahadır tarafından dok- Uzel İ. (Haz.). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, tora tezi olarak çalışılmıştır. Dinçer ŞB. Gevrekzâde 1991. Hâfız Hasan Efendi’nin Netîcetü’l-Fikriyye fî Ted- 14. Gevrekzâde Hâfız Hasan, Netîcetü’l-Fikriyye fî Ted- bîr-i Velâdeti’l-Bikriyye Adlı Eseri (İnceleme-Me- bîr-i Velâdeti’l-Bikriyye, İstanbul Üniversitesi Kü- tin-Dizin). Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal tüphanesi, Türkçe Yazmalar, No:7092, vr. 23a(5-6). Bilimler Enstitüsü, 2016 (Yayımlanmamış Doktora 15. Bilge SM. Osmanlı İstanbulu’nda berber esnafı, Os- Tezi). manlı İstanbulu; II: 187-206. 4. A Refik. Lady Montagu Şark Mektupları. D. Gürlek 16. Koçu RE. Tarihte İstanbul Esnafı. İstanbul: Doğan (Yay. Haz.) İstanbul: Timaş Yayınları, 1998. Kitapçılık, 2002. 5. Borak S. Harem’in İç Yüzü: Leyla Saz’ın Anıları. İs- 17. Ersoy MA. Safahat. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı tanbul: Kırmızı Beyaz Yayınları, 2004. Yayınları, 2013. 6. Önalp E. Bir İspanyol esiri gözüyle 1552-1556 yıl- 18. Mossensohn MS. Osmanlı Tıbbı Tedavi ve Tıbbi ları arasında İstanbul, Ankara Üniversitesi Osman- Kurumlar 1500-1700 (Çev.Bülent Üçpunar). İstan- lı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi bul: Kitap Yayınevi, 2014. 1990; 313-20. 19. Ali Haydar Bayat’tan aktaran: Tok Ö. Osmanlı dö- 7. Demirören Y. Türkiye Seyahati Kanuni Sultan Sü- nemi hekim-hasta ilişkileri (kadı sicillerine göre leyman Devrinde İstanbul (1557 yılında bir el yaz- XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Kayseri örneği), Turkish ması). İstanbul: Erko-Tarihi Araştırma Dizisi, 2011. Studies-International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 2008; 3-4: 788-805. 72 hayatsağlık

hayatsağlık 73

Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Müzesi Arsen Yarman Yardımseverlik ve genel olarak topluma hiz- kurulmuş başka hastanelerin ele varlığına işaret met eden faaliyetleri desteklemek Ermeni etmektedir. Bunlar Narlıkapı ve Beyoğlu Has- Cemaati’nin en köklü geleneklerinden biridir. taneleri’dir. Geçmişi M.S. 4. yüzyıla dek uzanan Ermenice yazılı kaynaklar, bu geleneğin hem doğu hem de batı Ermenileri arasında son derece yaygın olduğunu göstermektedir. Söz konusu kaynak- lar, Surp Pırgiç Hastanesi’nden evvel İstan- bul’da, Ermeni Cemaati tarafından 18. yüzyılda 18. yüzyılda İstanbul Narlıkapı Hastanesi servisleri, temsili çi- Şarl Garabed Âtâmian’nın (1872-1947) zimi. Sultan II. Mahmud Portresi. İstanbul’da doğan ressam Ata- mian’ın yurtdışında eğitimini aldıktan sonra 1894 - 96 yılları arasında saraya bağlı Yıldız Porselen Fabrikası’nda çalışırken resimlemiş olduğu tabaktan alınan portre. 74 hayatsağlık

Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde her iki has- tane de cemaatinin gereksinimini karşılaya- bilmekten uzak kalmıştır. Zamanın mütevelli heyetleri, toplu ulaşım araçları ve köprülerin olmadığı, yalnızca özel izinle at binilebilen bu dönemde birbirinden böylesine uzak iki ku- ruma idari ve maddi yönden gereken yardımı yapmakta zorlanmaktadır. Sıııp Pırgiç Hastanesi Vakfı’nın binaları ve bahçesinden görü- Apraham Sakayan’ın (1821-1876), Kazaz Artin Amira Bezciyan nüm (1860-1865)■ (1771-1834) portresi. O dönemde Ermeni Cemaati’nin reisliği- ciyan ağır hastadır. Surp Pırgiç Kilisesi’ni de ni, aynı zamanda Osmanlı sarayının Hazine-i içine alan hastane binasının tamamı, çok hızlı Hassa Nazırı ve Sultan II. Mahmut’un yakın bir şekilde ahşap olarak inşa edilir. Yapının mi- danışmanı olan Haratyun Amira Bezciyan marları Garabed Amira Balyan (1800-1866) ve üstlenmektedir (1825-1834). Cemaatinin en Hovhannes Amira Serveryan’dır. (1768-1858). büyük hayırseverlerinden biri olarak tanınan Ne yazık ki Bezciyan 3 Ocak 1834 tarihinde Bezciyan, 1831’de Narlıkapı Hastanesi’nde dü- hastanenin açılışını göremeden hayata gözleri- zenlenen bir anma gününde, zamanın Patriğini ni yumar. Ancak ölümünden birkaç gün önce ve diğer Amiraları toplayarak daha büyük ve hastanenin yapımından sorumlu olan iki kişi, geniş çaplı bir hastanenin kurulması gerekli- Hagop Çelebi Dtizyan (1793-1847) ve yazıcı liğini gündeme getirir. Büyük kabul gören bu Boğos Ağa Odyan (1795-1862) Bezciyan’ı ziya- öneriden sonra hastanenin kurulacağı yer tartı- ret ederek hastanenin anahtarını kendisine tes- şılır. Amiralardan biri, hastanenin Prens Adala- lim etmeyi başarırlar. Halkın ileri gelenleri ve rından Kınalıada’da kurulmasını önerir. Ancak Bezciyan Amira’nın dostları yarım kalan işleri Garabed Amira Arzumanyan ulaşım nedeniyle tamamlamaya çalışırlar. Bezciyan Amira’nın büyük güçlükler yaşanabileceğini ve bu nedenle yakınlarından Mikael Amira Pişmişyan (1778- kurumun amacına ulaşamayacağını ifade eder. 1842) hastanenin sorumluluğunu devralır, iç 5 Ocak 1832’de Harutyun Amira Bezciyan’ın düzenlemeler ve ilave bölümlerle Bezciyan’ın evinde yapılan bir başka toplantı sonucunda, hastanenin Yedikule Kazlıçeşme arasında bu- Tren hattından hastane görünüşü, 1875. lunan ve Leblebicioğlu Bostanı olarak anılan sebze bahçesinde inşa edilmesine karar verilir. Patrik Stepannos II. Ağavni eliyle hastanenin kuruluş kararı takdis edilir. Sultan II. Mahmut, Ermeni Patriği’nin ricasını kırmaz ve inşaata izin verir. Bundan sonra hastanenin bir an önce ta- mamlanabilmesi için büyük bir gayret sarfe- dilmeye başlanır, çünkü hastaneye en büyük yardımı yapabilecek olan Harutyun Amira Bez- hayatsağlık 75

Eski yetimhane binası, 1865. istifası üzerine yöneticilik görevini bir müd- det Hazar Ağa (1839-1842) yürütür. Ardından büyük düşü yavaş yavaş hayata geçer. Bütün Misakyan (1842-1844) görevi devralır. Aynı bu işlerle uğraşılırken İstanbul’da veba salgını tarihlerde Sultan II. Mahmut’un ölümünün yayılmaya başlar. Hastanenin onayının alın- ardından Abdülmecit 18 yaşında tahta geçmiş- masından beş ay sonra, bu kez vebahane için tir. Mısır Kral Naibi Mehmet Ali Paşa Osman- resmi makamlardan onay alınır. Boğos Bey lı Ordusuna saldırır. Kaptan Paşa’nın ihaneti Dadyan’ın katkılarıyla, ana binaya yürüyerek 5 ile Osmanlı donanması Mehmet Ali Paşa’nm dakika uzaklıktaki İskender Çelebi denen yerde komutasına geçer. Yine aynı dönemde, Gül- vebahane inşa edilmeye başlanır. Vebahane ah- hane Hatt-ı Hümayun’u ile gelen Tanzimat’ın şaptır ve kilisenin mihrabı Surp (Aziz) Hagop kişisel hak ve özgürlükler açısından toplumsal Mdzpma Hayrabet adına vebalı hastaların şifası yaşama büyük katkıları görülür. O güne kadar için kutsanır. azınlıklar her türlü siyasi haktan mahrumdur. Harutyun Amira Bezciyan ve diğerlerinin, ör- Surp Pırgiç Hastanesi’nin resmi açılışı, 31 neğin Düzyan, Dadyan ve Balyan ailelerinin Mayıs 1834’te Hampartsum günü (Hz. İsa’nın Saray’daki ünvanları siyasi değil daha çok idari- göğe yükseliş yortusu) gerçekleşir. Açılışı Pat- dir. Osmanlı Sarayı, yalnızca mimari ve sanatsal rik Stepannos II. Ağavni yapar. Narlıkapı ve kurumlarının değil, Darphane gibi İmparator- Beyoğlu Hastaneleri’nde korunan tüm hastalar luğun ekonomik yaşantısının temel kummla- ve yaşlılar bu binaya taşınır. Hastane ilk açıldı- rının idareciliğini de Ermenilere ve diğer gay- ğında toplam hasta sayısı 350’yi bulmaktadır. rimüslimlere emanet etmekten çekinmemekte, ancak bu şahıslara resmi bir sıfat vermemekte- Hastanenin ilk Mütevelli Heyeti Başka- dir. Tanzimat Fermanı’nın ardından 1839’da nı (Yönetim Kurulu Başkanı) Mikael Amira gayrimüslimlere Sarayla ilgili görevlerde çalış- Pişmişyan olur. Onun gayretleri ve Sultan’ın ma izni verilir. Ermeniler ise Osmanlı diline ve fermanı ile hastane bünyesinde bir mum ima- yaşantısına en vakıf millet olarak bu izinlerden lathanesi kurulur. Kudüs de dahil olmak üzere fazlasıyla yararlanırlar. bütün Ermeni Doğu Ortodoks Apostolik Kili- Hagop Egoyan’ın (1950-...), Mikayel Amira Pişmişyan (1785- seleri’nin mumları buradan gönderilir. 1849). portresi. Eser 75x65 cm. ebcıdındadvr. Zamanla mumhane hastanenin en büyük gelir kaynağına dönüşür. Mikael Amira’nın 76 hayatsağlık

Mumhanede çalışan hastane sakinleri, 1900. macılığı, hayvancılık, ayakkabıcılık, marangoz- luk, iskemlecilik, tenekecilik, terzilik, tamircilik Tanzimatın gayrimüslimlere sağladığı bir- öğrenen ve geleceklerini kazanan yetimler bir takım haklardan geniş biçimde yararlanmak yandan da vakfın ihtiyaçlarına katkıda bulun- isteyen İstanbul Ermenileri düzenli bir yönetim muş olurlar. Ermeni cemaati için uygulamaya arayışına girerler. Bunlar eski kafalı Amiralara konan anayasaya göre, 1847’den 1860’a ka- karşı gelen genç neslin üyeleridir. dar mütevelliler, halkın temsilcileri olarak bir grup içerisinden seçildiler. Boğos Bey Dadyan, Patrik Mateos zamanında, Barutçubaşı Bo- 1847- 1855 döneminde Yüksek Divan Heyeti ğos Bey Dadyan, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’nın mütevelli heyeti başkanı olur (1844- Boğos Bey Dadyan (1801-1863). 1848). Sultan Abdülmecit’e yakınlığı ile bilinen Dadyan, zamanın en etkili kişilerinden biridir. üyesi ve bir dönem de hastane yöneticisi olur. Dadyan Efendi’ nin başkanlığı süresince hasta- Vakıfları kimin yöneteceği belli değildir. Boğos ne vakfı parlak bir dönem yaşar. Üsküdar Ce- Bey Dadyan’ın ısrarları üzerine amcası, İznik maran’ı Surp Pırgiç Yetimhane Okulu ile bir- Çulha Fabrikası kurucularından, Sultan Abdül- leşir. Samatya’daki 600 ev ve 760 işyerini küle mecit’in dostu, Barutçubaşı Hovhannes Amira döndüren büyük yangından sonra (1845), Surp Dadyan, Sultan’dan tahsisat ricasında bulunur Pırgiç’in yoksul ve yetimlerinin sayısı çoğalır. (1845). Abdtilmecit âli-cenap davranır, Erme- Suıp Pırgiç, Türkiye Ermenilerine sadece hastane olmaktan öte pek çok hizmet sağlamış, aynı zamanda ihtiyarhane, asabiye, tımarhane, kız ve erkek yetimhanesi, okul, ruhani eğitim gibi mesleki ve sanatsal işlevler üstlenmiştir. Yetimhanedeki öğrencilere vakfın mumhane- sinde, basımevinde, bostan ve ahırlarda teorik ve pratik çeşitli eğitimler verilir. Bir yandan ta- rımcılık, bağ ve bahçecilik, ipekçilik, ipek doku- Kadın ihtiyarhanesi sakinleri, 1900. Hastane yetimhanesi sandalye yapım atölyesi, 1901. hayatsağlık 77

Boğos Bey Dadyan (1801-1863). 1904) hastaneyi ve ilave bölümleri yenilemek ister. Toplumun ilgisini kuruma yönlendirmek ni Hastanesi’ne günlük 15 okka et ve 37 okka ve kamuoyu yaratmak için Arevelk Gazete- ekmek verilmesini emreder. Bu miktar 1869’da si’nin başyazarı Püzant Keçyan ile ortaklaşa günlük 30 okka et ve 200 okka ekmeğe çıkar- “Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Tarihi” kitabı- tılır. Tahsisat Abdiilaziz ve Sultan Abdülhamit nı yayımlar (1887). Toplam 287 sayfa olan bu zamanında da zaman zaman azalıp çoğalarak kitap yalnızca hastanenin geçmişini değil çeşitli devam eder. I. Dünya Savaşında ise tamamen cemaat işlerini de irdelemektedir. Hagopyan kesilir. grubunun üyelerinden Sarkis Sıvacıyan ise, hastaneyi yenilemek yerine Pangaltı’da şimdiki Ermeni cemaati için uygulamaya konan Divan Oteli ile Hilton Oteli arasındaki araziye anayasanın ilanından sonra, çok yönlü bir tüc- yeni bir hastane yapmayı teklif eder. Sıvacı- car olan Asbed Astvadzadur Çunt (1825-1897) yan’m teklifi çoğunluk tarafından reddedilir. başkanlığında yeni bir mütevelli heyeti oluştu- Böylece Mikael Hagopyan hastanenin yenilen- rulur. Bu dönemde ilk kez kadınlar kolu kuru- mesi kararını uygulamaya koyar. lur (1860), yine ilk kez mütevelli heyeti raporu yayımlanır ve 1861’de Surp Pırgiç’in matbaa- Surp Pırgiç’in mimari yönden daha sağ- sında basılır. lam ve büyük olan yeni binaları Mimar Bedros Nemtse (1830-1913) önderliğinde inşa edilir. Çunt başkanlığındaki mütevelli heyetinden Binalar 1889-1891 yılları arasında tamamlanır. sonra Mikael Hagopyan’ın başkanlığına kadar Bu arada hastanenin karşısında bulunan araziye 10 ayrı kurul görev yapar. Mikael Hagopyan yeni bir yetimhane yapma fikri ortaya atılır. He- başkanlığındaki kurul 1878-1895 arası, birbiri- men ardından ise hastanenin yeni bir yere nakil ni takip eden dönemlerde, birkaç kez hastane konusu yeniden gündeme gelir, çünkü yeni ya- yönetimini üstlenir. Hagopyan 1892de istifa pılar da yetersiz kalmakta, bu ihtiyacın er ya da eder, ancak istifası kabul edilmez ve arkadaşları geç giderilmesi gerektiği düşünülmektedir. An- göreve devam eder. Hagopyan’ın başkanlığın- daki yönetim kurulu göreve başladıktan sonra Hariciye bölümü erkek kısmı, 1900. kendilerinden önceki Senekerim Manukyan dönemine göre (1874-1878) daha esnek ve açık cak dönemin politik ortamının elverişsizliğin- davranırlar. Bu tarihe kadar hastane yönetim- den dolayı bu düşünce askıya alınır. 28 Haziran leri ve Ermeni Cemaati, Surp Pırgiç kurumunu 1894’te meydana gelen ve tüm İstanbul’u sarsan daha çok yoksul ve acizlerin sığmağı olarak gör- depremden Surp Pırgiç de payını alır. Yine de mektedir. güçlü yapısı sayesinde deprem felaketini di- ğerlerine göre daha az zararla atlatır. Mütevelli Tamamı ahşap olan ve zamanla yaşlanan Heyeti bu aşamada, bütçeyi denkleştirmek için Surp Pırgiç binası, sürekli tamirata ihtiyaç duy- cemaatin varlıklı kişilerine başvurarak maddi makta bu açıdan hastane yönetimlerine maddi ve manevi yardım alır. Bu yardımlar hastanenin külfet getirmektedir. Mikael Hagopyan (1831- yeniden yapılanmasında yararlı olur. Gülbenk- yan’m yardımı ise tüm yardımlar içerisinde ayrı 78 hayatsağlık

bir yere sahiptir. Uzun senelerden beri yapılan run-boğaz, 1906’da eczane, 1913’te biyoloji, bu yardımlar sayesinde hastanenin teknolojik 1919’da deri hastalıkları, 1923’te röntgen ve ka- yapısı güçlendirilmiş, tıptaki yeni gelişmelere dın hastalıkları bölümleri kurulmuştur. uygun modern aletlerle donatılmıştır. Badrik Gülbenkyan’ın mütevelli heyeti başkanlığı za- Surp Pırgiç’in hemşirelik bölümü 1896 ‘da Manug Arzuyan zamanında kurulmuştur. İlk Badrik Efendi Gülbenkyan (1858-1930) Başhemşire ve hemşireler, 1928. manında ise bu yardımlar balolar ve ziyafetler hemşireler Dr. Harutyun Tırnakyan’ın talebele- yoluyla devam etmiştir. 1893’te hastaneye yapı- ri olmuştur. 1894’te vakıf bünyesinde ilk hukuk lan yardımlar için özel bir tüzük hazırlanmıştır. okulu kurulmuş, hemen ardından kira ve gelir komisyonu eklenmiştir. Ardından hastane- 1891’de hastane hekimleri üç ayrı gruba ye yardım kuruluşları oluşturulmuş ve bunlar bölünmüştür; iç hastalıkları, hariciye ve asabi- yurt dışında da yankı bulmuştur: Surp Pırgiç ye başhekimlikleri kurulmuştur. Daha sonra Hastanesi’ne yurtdışından ilk yardım kurulu- 1904’te genel cenahi, 1905’te göz ve kulak-bu- şu 1920’de Boston’da, daha sonra Los Angeles, Detroit, San Francisco, Oakland, Lolans, Cle- veland, Ohio, Kahire ve İskenderiye’de hayat bulmuş. Yuıt dışından en büyük yardımı top- layan New York, hastanenin kuruluşunun 150. yıl dönümünde 64 sayfalık bir kitapçıkla kuru- mun tarihçesini özetlemiştir. Mikael Hagopyan 1895’te istifa ettiği halde verdiği sözü tutmuş Hastanenin ameliyathanesinde bir operasyon, 1900. hayatsağlık 79

05 Aralık 2004 tarihinde, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Bed- rinden biri olmuştur. Bu dönemde Suıp Pırgiç ros Şirinoğlu Müzesi’nin T. C. Başbakanı Sayın Recep Tayyip batı standartlarını yakalamış, günün gereksi- Erdoğan’ın riyasetinde ve Türkiye Ermenileri Patriği Kadasetli nimlerini karşılayacak konuma gelmiştir. Pat- Mesrop II Hazretleri mevcudiyetinde yapılan açılış töreninden rik Mağakya Ormanyan’ın da (1896-1908) yar- görüntüler. dımlarıyla, Gülbenkyan yönetimi Surp Hagop Kilisesi’ni yenilemiş, yetimhanenin koşullarını ve binanın depremden zarar gören büyük bir’ iyileştirmiş ve buraya gelir getirecek dükkanlar kısmını yenileyerek 1900 yılında yeni yönetime ilave etmiştir. Akliye yenilenmiş, bir su kuyusu teslim etmiştir. açılmış ve sıcak - soğuk su tesisatı tamamlan- mış, hastaneye telefon getirilmiştir. Surp Pırgiç Badrik Gülbenkyan’ın başkanlık dönemi kompleksinin en önemli kısmı olan hastane, (1898-1907), hastanenin en parlak dönemle- Mimar Kevork Aslanyan’m projesiyle üç bö- lümden oluşan bir yapı olarak 1906’da yenilen- miştir. Bu üç bölüm Hovhannes ve Mikael Ha- gopyan, Serovpe ve Sarkis Gülbenkyan, Apik ve Matus Unciyan adlarıyla anılmakta ve kendi özgün yapı stilleri ile, daha eski diğer iki yapı- dan ayırt edilmektedir. BEDROS ŞİRİNOĞLU MÜZESİ Bedros Şirinoğlu Müzesi, Surp Pırgiç Erme- ni Hastanesi Vakfı’nı kültürel yönden tamam- layan son halkadır. Müzenin hayırseverliğini üstlenen Sayın Bedros Şirinoğlu 1952 yılında İstanbul’ doğ- muştur. Askerlik görevini tamamladıktan son- ra babası merhum Hagop Şirinoğlu’nun alü- minyum fabrikasında çalışmıştır. 1976 yılında evlenmiş, bu evlilikten iki oğlu olmuştur. Ticari platformda kendini çok yönlü geliştirmiş olan Bedros Şirinoğlu başta finans olmak üzere bir- çok değişik sektörde faaliyet göstermiştir. İş dünyasındaki üstün başarılarına paralel olarak; sosyal faaliyetlerine zaman ayırabilmiş çevre ile çok sıkı dostluk ve arkadaşlık bağlan kurma- ya; özen göstermiştir. Cemaate yapmış paralel olarak katkıları ile takdir edilmiş, başkanlığını hayırseverliğini yürüttüğü faaliyetlerden dolayı sayısız altın liyakat madalyaları ile ödüllendiril- miştir. Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi, bünyesinde] farklı birimleri ile yaşayan dünyanın renkli bir portresini yansıtmaktadır. Köklü bir geçmişe sahip ve sağlık, yaşam, inanç ile kültürün içi- çe geçtiği Surp Pırgiç kompleksi aynı zamanda bünyesine eklediği yeni birimleri ve hızlı gelişi- miyle dinamizmini sürdürmektedir. 80 hayatsağlık

İnsanları farklı yönleri ile cezbeden bu yapı- varları, deri koltuk takımı, antika eşyaları ve ki- ya 5 Aralık 2004 tarihinde eklenen “Bedros Şi- taplığıyla dikkat çekiyor. Bu kitaplıkta 1750 ta- rinoğl Müzesi”, Türkiye’nin ilk Ermeni müzesi rihinden kalan Ermenice, Fransızca, Osmanlı- olm özelliğini taşımaktadır. ca, Almanca ve Türkçe yazılı tıp kitapları, Surp Pırgiç Hastanesi’nin salnameleri ve eski kutsal Müzeyi gezdiğinizde Ermeni toplumunun beğeni ve zevklerini yansıtan eserleri karşılaşa- Müzeye giriş salonu. caksınız. Elişi günlük kullanım eşyaları inançla- rı simgeleyen dini objeler, hastanemizi Padişah kitaplar yer alıyor. Ayrıca hastanenin antikaları ve üst rütbeli din görevlileri tarafından verilen arasında yer alan ilk kasası da bu odaya ayrı bir fermanlar ve yazılar, salnameler, vakfiye defter- güzellik katıyor. Misafir bekleme odasında ise leri, hüccetler (vasiyetnameler), tıbbi objeler, -ahşap oymalı bir dolap, koltuk takımı, antika çiniler, göz kamaştıran yağlıboya tablolar... vb bir ayna ve müzenin açılış fotoğraflarının yanı birçok eser göreceksiniz. sıra yağlıboya iki manzara resmi ve belgeler yer alıyor. Bu eserleri incelediğinizde Osmanlı döne- minden günümüze kadar Ermeni toplumunun BİRİNCİ KISIM gelişim şemasını takip edebilir, günlük yaşayış- Bu kısımda hastanenin 1832 tarihli açılışın- larına girebilir, farklı dönemlerde hangi statü- dan başlamak üzere, zaman içinde hastanenin lere sahip olduklarını ve nasıl bir kültürle yoğ- ihtiyaçlarını karşılayan kurucular ve hayırse- rulduklarını anlayabilirsiniz. verlerin karakalem portreleri sergilenmektedir. Bu ilk kurucular ve hayırseverlerin en büyük MÜZEYE GİRİŞ SALONU özellikleri , Osmanlı devlet teşkilatının önemli Bu bölümde müzemiz kurucusu Sn. Bedros katlarında, üst makamlarda görev almaları ve Şirinoğlu ile kardeşleri Nazar ve Berç Şirinoğ- hastaneye hizmet ettikleri gibi Osmanlı İmpa- lu’nun bir arada resmedildikleri yağlıboya bir ratorluğu’na hizmet etmiş olmalarıdır. Ayrıca tablo bulunuyor. yakın dönem hayırseverlerinin fotoğrafları ile Nadide Kütahya çinileri ve antik eşyalarla çeşitli mobilya ve ilgi çekici objeler yer almak- dekore edilen giriş katının sağ tarafında misa- tadır. firler için bir’ bekleme salonu sol tarafında ise başkanlık odası yer alıyor. Başkanlık odası komple ahşap giydirme du- Başkanlık Odası. hayatsağlık 81

Mikael Amira Pişmişyan (1785-1849) Kazaz Artın Amira Bezciyan’la hem şahsi işlerinde hem de dev- let katındaki görevlerinde birlikte hizmet etmiştir. Hastanede genel gidişatın vekili olarak hastaneye büyük mali kaynaklar aktarmaktan çok, farklı kanallardan kaynaklar sağlanmasını ve elde edilen kaynakların koordineli bir şekilde kullanılmasını or- ganize etmiştir. Hovhannes Bey Dadyan (1789- 1869) Dr. Servicen (1815-1897) Garabed Amira Balyan (1800-1866) Hovhannes Bey Dadyan Osmanlı döne- Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane bo- Abdülmecid’in mimarlarındandır. minde Baruthane yönetiminin başında cası, Gazette Medicale d’Orient yazan, En önemli eserlerinden biri oğlu Nigoğos olmasının yanı sıra düzene soktuğu İzmit Hilal-i Ahmer Cemiyeti yönetim kunı- Balyan ile yaptıkları Dolmabahçe Sarayı- Çuha Fabrikası’na yaptığı katkıyla Sultan lu üyesi ve saray doktorudur. Ayrıca bir dır. Hastanemizin başmimarıdır. Abdülmecid’in hastaneye önemli jestler dönem hastanemizin yönetim kurulu Eklektik bir mimari tarzları vardır, klasik yapmasını sağlamıştır. Ayrıca Dadyan başkanlığını yapmıştır. Saray tarafından Osmanlı mimarisi ile Batı mimarisinin Ailesi yönettikleri saray fabrikalarında, İftihar, Mecidi, Osmani vb. çeşitli nişan- çeşitli öğelerini harmanlamışlardır. Bal- özellikle Zeytinbumıı ve Hereke Fabrika- lara layık görülen Dr. Serviçen Rus Çan yan ailesi yedi nesil boyunca OsmanlI’nın ları ’nda hastanede barınan - yetimlere iş tarafından da “Saint Stanislauı” nişanına en önemli ve başarılı mimarları arasında imkanı sağlamışlardır. layık görülmüştür. olmuştur. • Vasiyetname: 1859 yılında Garabed Amira Balyanın kendi el yazısıyla kaleme aldığı vasiyetidir. (Bedros Şirinoğlu hediyesidir). 82 hayatsağlık

İKİNCİ KISIM diploma, Vakıf yönetim kurulu defterleri, sal- nameler türünden resmi belge ve objeler bu bö- BİRİNCİ BÖLÜM lümde sergilenmektedir. Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı kuruluş dönemlerinden intikal eden vakfiye, tezkire, ferman, Osmanlı arması, berat, hüccet, tapu, hayatsağlık 83

Onarım Fermanı: 1888 tarihlidir. Sultan II. Abdülhamid Han Hazretleri zamanında verilen, ahşap olarak hizmete sunulmuş olan hastane binaları ve kilisenin yeniden ve kagir olarak inşasına izin veren fermandır. 84 hayatsağlık

Vakfiye: Sultan II. Mahmut Han Hazretlerinin fermanı ile kurulan hastanenin mıklepli iki cilt ve otuzbeş adet ilaveli, Galata Kadısı kazasker mühürlü, 17x10 cm. ölçülerindeki altın cetveller arasında güzel bir sık’a yazı ile yazılan 1832 tarihli vakfiye hastanenin en önemli eseridir. Kumbara: 1925 yılında, hastanede yardım Künye: Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Etiket: Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı toplama amaçlı kullanılan metal kutudur. personelinin resmi kıyafetleri üzerine yararına muhtelif semtlerdeki kiliselere konan Pul: 1913 yılında hastane yararına satılan taktığı metal künyedir. (Arsen Yarman’ın yardım sandığı (kumbara) üzerine konulurdu. sigara kağıtlarının üzerine yapıştırılan ve hediyesidir). Ayakkabı Atölyesi: Surp Pırgiç Ermeni üzerinde Kazaz Artin Amira’nın resmi yer Klişe: Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’nın Hastanesi yetim çocukları için açılan ayakkabı alan puldur. (Arman Ankan’m hediyesidir). 1860 yılında, ilk ahşap inşasını gösteren atölyesinde bir fotoğraf ve çocukların yapmış klişedir. olduğu ayakkabılardan minyatür bir numune (1901), (Eliz Zaruki’nin hediyesidir). hayatsağlık 85

Portre: 1834’de vefat eden Kazaz Artin Amira Bezciyan’ın Samatyalı Simkeş Hosrov Tophaneliyan tarafından çııha üzerine gümüş ve altın tel çekme tekniği ile işlenmiş portresidir. Portre 1840 yılında yapılmış ve 100x61 cm. ebadındadır. (H.Tophaneliyan’m torununu torunu Aram Çağlı’nın hediyesidir.) İplik makarası ambalajı: Hastanenin ticaretini yaptığı 1911 tarihli sigara kağıdı ambalajı: Hüccet (Vasiyetname): 1835 yılından 1880 yılına kadar, şer-i mahkeme tarafından verilen ve hastaneye bağışlanan emlaklara sahip olma hakkını tasdik eden resmi belgelerdir. 86 hayatsağlık

İKİNCİ BÖLÜM kolleksiyon parçalarını oluşturan berat, resim, Kuruluşundan itibaren hastane kilisesinde dini obje ve ayin kıyafetleri Ermeni sanat, tekstil yapılan ayinlerde kullanılan ve bu bölümün ve gümüş işçiliğinin zerafetini yansıtmaktadır. Gontag (Berat) 1834 tarihinde Ermeni Patriği Stepannos II. Armenag Yusufyan (1875-?) Ağavni, tarafından Vakfa verilen Hastanenin açılış beratı. Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’ne bağlı Surp Hagop kilisesi için 9 Ağustos 1889 ‘da Armenag Yusufyan tarafından tuval üzerine çalışılan yağlıboya tablo ressamın kardeşi Zareh Yusufyan anısına hediye ve ithaf edilmiştir. (Tablo 75x55 cm. ebadındadır.) Khuyr (Episkopos tacı) Sağavard (Rahip tacı) S. Müroni Ağavni (Kutsal müron güvercini) Avedaran (Kutsal İncil) Sıgih (Kupa) hayatsağlık 87

Şurçar (Pelerin): Atlas kumaş üzerine Şurçar (Pelerin): 1750 yılında yapılan altın işlemelidir. bu pelerin kadife kumaş üzerine sırma Vcinabedagan Kavazan (Üst rahip asası) işlemelidir. Khuyr, Vagas, Ardakhurag (Episkopos tacı,yakalığı, taç uçları) ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ilaçlar ve aletler orijinal kutu ve ambalajlarında 19. ve 20. yüzyıllar arasında Hastane ve ec- sergilenmektedirler. Ayrıca ilaç kutuları, şişele- zane bölümlerinde kullanılan çeşitli tıbbi ilaçlar ri ve kavanozları üzerinde yer alan etiketler de ve aletlerin sergilendiği bölümdür. orijinaldir. Artık kullanım süresi tamamlanmış olan bu Mikael Horasanciyan (1835 -15 Eylül 1903) Eğinli sarraf Bedros Amira’nın oğlu Mikael Horasanciyan Hasköy’de doğmuş- tur. Horasanciyan eğitimini özel hocalardan almıştır. Ardından Paris’e gitmiştir. 1859 yılında Paris’teki tıbbiyeden çok iyi bir derece ile mezun olmuştur. 1860 yılında “Tair-i Bahri” harp gemisine binbaşı rütbesiyle hekim tayin edilir. 1866’da hekimler cemiyetine üye seçilir, iki yıl sonra da aynı cemiyete müdür ta- yin edilir. 1870’te Meclis-i Maarif Umumiye Daire-i İlmiye’si üyeliğine getirilir. 1873’ten 1902 yılına kadar Mekteb-i Tıbbiye’de (tıp fakültesi) iç hastalıkları ho- cası olarak ders verir. 1866 yılında Sultan tarafından “Ula Evveli’’payesine layık görülmüş ve kendisine Paşalık rütbesi verilmiştir. Dr. Horasanciyan II. Abdülha- mit zamanında saray doktorluğu yapmıştır. Belediye Sağlık Meclisinde, Hamidi- ye Etfal Hastanesinde, Eyüp Askeri Hastanesinde hizmet vermiştir. Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nde bir süre başhekimlik yapmış olup aynı zaman- da hastanemiz eczanesinin kurucusu ve hayırseveridir. 88 hayatsağlık

Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi mühürlü staj belgesi örneği hayatsağlık 89

1918 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olan asker ve sivil Ermeni doktorların toplu fotoğrafında (47 kişi) bulunmaktadır. Tıp Diploması: 1874 yılı Abdiilaziz Han döneminde Dr. Marko Dr. Dikran Peştemalciyan’a 12 Şubat 1869’da verilen Cemiyet-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane belgesi, Paşa tarafından onaylanmış İstanbul Tıp Fakültesi diplomasıdır. (Tomas Çerme’nin hediyesidir). Diploma Dr. Mihran Vartazatyan’a aittir. 90 hayatsağlık

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İznik ve Kütahya Çinileri: Çiniler 18.yy’dan 20. yy’a kadar uzanan bir dönemin zevklerini yansıtmaktadır. Çini Soba: 1850 yılında Fran- sa’dan ithal edilmiştir. 100 cm çapında, 360 cm yüksek- liğindedir. Soba idare binasında kullanıldığı dönemde yaklaşık 350 metrekarelik bir alanı ısıt- makta idi. hayatsağlık 91

BEŞİNCİ BÖLÜM Bu bölüm müzenin genelinde sergilenen, farklı sanatçıların yağlıboya eserlerini kapsamaktadır. İVAN K. AYVAZOVSKİ (1817-1900) Ermeni asıllı Rus ressam Ayvazovski 16 yaşında Petersburgh Akademi- si’ne girmiş ve M. Vorobyov’lln öğrencisi olmuştur. Klasik Rus resmi- nin temel öğelerini almış, “Romantik’’ tarzı benimsemiştir. İstanbul’a ilk gelişinde Saray’ın dikkatini çekmiş ve 4. derece “Mecidi Nişanı” ile ödüllendirilmiştir. İstanbul’da bazı padişahların portrelerini yapmış olan sanatçı daha çok deniz manzaras ı çalışmalarıyla ön plana çıkmış ve ünlenmiştir. Dünyanın birçok önemli müzesinde tabloları bulun- maktadır. (Tablo 40x25 cm. ebadındadır.) SİMON YAZICIYAN (1851-1912) İstanbul’da doğmuş olan Yazıcıyan ressamlığa karikatürist olarak baş- lamıştır. İleriki yıllarındaki tablolarında dini konulu çalışmaların yanı sıra günlük yaşamdan sahneler ve portreler resmetmiştir. Resimdeki kadın ihtiyarhane bölümünde kalan bir hastane sakininin büyükanne- sidir. İsmi tespit edilememiştir. Göğsündeki broşta “S.K.” harfleri gö- rülmektedir. (Tablo 80x65 cm. ebadındadır.) VİÇEN ARSLANYAN (1866-1942) İstanbul’da doğmuş olan Arslanyan 1887’de Sanay-i Nefise Mek- tebi’nder mezun olmuştur. 1915-39yılları arasında Galatasaray Lisesi ve birçok Ermeni okulunda resim hocalığı yapmıştır. (Tablo 25x35 cm. ebadındadır.) VARTAN MAHOKYAN (1869-1937) Trabzon’da doğmuş olan Mahokyan 12 yaşında İstanbul’a gelmiş daha sonra da Nice’e giderek hayatını burada devam ettirmiştir. Dalgalı ve fırtınalı doğa manzaralarını kendine tema olarak seçmiştir. Tabloları Photo L’Aigle tarafı kartpostal olarak bastırılmıştır. Mahokyan’ın Av- rupa sanat çevrelerinde özel bir şöhreti vardır. (Tablo 60x75 cm. eba- dındadır.) 92 hayatsağlık

FIMA YOUTH FIMAyouth SUMMER CAMP’17 İSTANBUL TÜRKİYE 16-23JULY2017 www.fimayouthsummercamp.istanbul

söyleşi Prof. Dr. Nil Sarı ile “Tıp Tarihinin Tarihi ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Tarihi Müzesi” Üzerine.. Söyleşi: Hakan Ertin - Murat D. Çekin - M. İnanç Özekmekçi Prof. Dr. Nil Sarı İstanbul’da doğdu (1951). New York P.S. 206 İlkokulu (1963) ve Üsküdar Amerikan Kız Lisesi mezunudur (1968). 1968-1973 yılları arasında umumi ve deneysel psikoloji, çocuk psikolojisi, sistematik felsefe, sos- yal antropoloji ve etnoloji, pedagoji ve psikiyatri öğrenimi görerek İstanbul Üniversitesi’nden mezun oldu. 1973 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı’nda asistan oldu. 1978’de Tıp Bilimleri Doktoru diploması aldı. 1983’te Doçentliğe; 1988’de Profesörlüğe yükseltildi. 1983 - 2013 yılları arasında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik / Deontoloji Ana Bilim Dalı başkanı olarak görev yaptı. İstanbul Üniversitesi’nin ilk resmi müzesi olan, Türkiye’nin ilk resmi Tıp Tarihi Müzesi’nin kurucusu olup, başkanlığını yürütmektedir. 1988 yılında International Society History of Paediatric Surgery Madalyası ile ödüllendirildi. İstanbul Üniversitesi’nin ilk ilaç patenti sahibi olup, “Bioactive Components of Anticancer Traditional Medicines from Turkey” bildirisi 1996’da ödül aldı. 1999-2003 yılları arasında Türk Tıp Tarihi Kurumu delegesi olarak Uluslararası Tıp Tarihi Cemiyeti’nde (ISHM) Türkiye’yi temsil etti ve Cemiyet’in Başkan Yardımcısı oldu. 2000-2005 tarihleri arasında Türk Tıp Tarihi Kurumu Başkanı olarak görev yaptı. Uluslararası İslam Tıp Tarihi Kurumu (ISHIM) kurucu üyelerinden olup 2000 yılından bu yana Başkan Yar- dımcılığını yürütmektedir.1988’den itibaren ulusal ve uluslararası Tıp Tarihi Kongrelerini düzenledi; 2002’de International Society for History of Medicine kongresini ilk kez Türkiye’ye alarak, başkanlığını yürüttü. 1986- 1993 yılları arasında Tıp Tarihi Araştırmaları ve 1995-2008 yılları arasında da Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları adlı süreli yayının editörlüğünü yaptı. Minyatür ve tezhip sergileri düzenledi ve sergi katalogları yayınladı. 2008’de kurduğu İ.Ü. Klasik Türk Bezeme Sanatları Atölyesi’nin sorumlu öğretim üyesi olarak görev yap- maktadır. 2014’ten itibaren “Sağlık Tarihi ve Müzeciliği” Derneği’nin kurucu başkanlığını yürütmektedir. Tıp tarihi, tıp etiği ve sanat konularında 500 civarında yayın yapmıştır. Evli ve 2 çocuk annesidir. 94 hayatsağlık

söyleşi Hocam sizin müzecilik faaliyetleriniz üzerine ko- çalışırdık. Bu masalar halen İstanbul Tıp Fakültesi’nin Tıp nuşacağız ama siz de uygun görürseniz ilk ola- Tarihi Anabilim Dalında duruyor sanırım. rak sizin Tıp Tarihi Kürsüsü’ne girişinizle başlayalım. Bir hobi olarak başladınız aslında yani sonuçta lisans Aslında lisans eğitimim bitmeden önce ben Tıp Tarihi Kürsüsündeydim. Babam Sabri Akdeniz; İstanbul Üniver- öğrenciliğiniz devam ediyor.. sitesi’nde öğretim görevlisiydi, derslere giderken arada bir Evet. Fakat okulda dersler o kadar sık kesintiye uğruyor beni de yanına alırdı. Ben psikoloji okuyordum. Fakat res- me karşı büyük merakım var. Çocukluğumda, ‘ne olmak ki ben her seferinde Tıp Tarihi Kürsüsüne kaçıyorum. Ho- istiyorsun’ diye sorduklarında ‘ressam olmak istiyorum’ calar ve çalışanlar birbirimizi çok sevdik. Azade Akar Ha- derdim. Bir gün yine babamla Edebiyat Fakültesi’ndeyken nım’ın tezhip derslerine kürsünün doçenti Doç. Dr. Emine Yabancı Diller Okulu memuru Sevim Hanım’ın masasında Atabek de geliyor, çalışılanlara göz atıyordu. Hiç unutmam ahşap bir vazo gördüm. Vazonun üstüne birtakım desenler bir gün çalışırken masamın yanı başında durdu. Azade Ha- yapılmış. ‘Nereden aldınız, ne kadar güzel dedim’. ‘Tıp Fa- nım, ‘on binde bir çıkar böylesi’ dedi. Beni çok yetenekli kültesi’nde bir hoca var, Cuma günleri tezhip ve minyatür bulmuş. Kendi aralarında konuşurken, Emine Hanım, dersi veriyor’ dedi. Ben de, “beni de götürür müsünüz ora- ‘bana da bir şey yaptır, hediye etsin’ diye mırıldandı. O dö- ya diye rica ettim.” Çok tuhaf aslında, bulunduğunuz bir nemde atölyeyi ziyarete gelen birisi minyatür ya da tezhip yer ve oradaki fiziki ortam sizin hayatınızı değiştirebiliyor. ısmarladığında Süheyl Hoca’nın kızı Gülbin Hanım benim Bir Cuma günü beni gerçekten oraya götürdü. yapmamı isterdi. O tarihlerde rahmetli annem Mukbile Akdeniz Edebiyat öğretmeniydi, ben bir eseri onun aldığı Orası dediğiniz yer neresi? bir aylık maaştan fazlasına yapıyordum. Bütün kazancımı Orası İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin Tıp Tarihi da kitaplara, boyaya, fırçaya harcıyordum. ve Deontoloji Kürsüsüydü. Okuduğum dönemde bizim psikoloji dalının hocaları yetersizdi. Biz Üsküdar Amerikan O zaman tıp fakültesi ikiye ayrılmış mıydı? Lisesi’ni tenkit ederdik. Meğer okuduğum lisenin eğitimi Tıp Tarihi Kürsüsüne gelip giderken Tıp Fakültesinin üniversite eğitiminden üstünmüş. Üniversite hocalarımız ikiye ayrılması ve taşınması hadisesi gündemdeydi. 1967 defterlerindeki notlardan satır satır okuyarak ders verirdi, tarihinde fakülte kanunen ayrılmış olsa da kürsülerin ta- talebeleri azarlarlardı, zaten bölümün başındaki hanım da şınması gerçekleşmemişti. O zaman 18 yaşındayım, ama İngiliz Edebiyatı mezunuymuş, bölüme hasbelkader gelmiş. Bedii Bey ile Süheyl Bey’in aralarının pek de iyi olmadığını Bir de bizim öğrenim dönemimiz karmaşa dönemi, sağ-sol ve bu taşınma işinde bir gariplik olduğunu hissedebiliyo- kavgası feci bir durumda, devamlı boykot var, iki günde bir rum. Süheyl Hoca Türk Tarih Kurumu adına çok sayıda okul kapanıyor, birileri öldürülüyor dersler yapılamıyor. kalın dosyalar yaptırmıştı. Sürekli eserlerini dosyalıyor, Okul kapanınca öğrenciler ya kahvehaneye kaçıyor ya da paketliyor ve Ankara’ya gönderiyordu. En nadide eserlerini sinemaya gidiyor. Bunların hiç biri bana göre değil. Ben de Türk Tarih Kurumu’na yolladı. Kürsüde çok zengin bir ar- Tıp Tarihi Kürsüsüne gittim, Süheyl Hoca kürsü başkanıy- şiv olduğunu iyi hatırlıyorum. Hastanelere ve hekimlere ait dı, kendisiyle tanıştım. Süheyl Hoca beni sanki önemli bir arşiv malzemesini ihtiva eden yüzlerce dosya vardı, hiç biri şahsiyet içeriye giriyormuş gibi karşıladı. ‘Hocam ben min- şimdi yok, ne oldu, neredeler bilemiyorum. 1970’li yılla- yatür öğrenmeye geldim’ dedim. ‘Tabii, minyatür de öğ- rın başında Cerrahpaşa’ya taşınma mevzuu gündemdeydi. renirsin ama gel önce geçme örnekleriyle başlayalım’ dedi. Emine Hanım da sık sık Paris’te yaşayan oğlunu ziyarete Sonradan öğrendim ki minyatür sanatı tezhip sanatında giderdi. Yine bir Paris seyahatinden önce Süheyl Hocaya beceri kazananlara öğretilirmiş. iki ricada bulunmuş. Birincisi, ‘lütfen siz buradan ayrılıp Cerrahpaşa’ya gitmeyin’, demiş. Çünkü aslında kıdemli ho- Mekan neresi hocam? calar düzenlerini bozup Cerrahpaşa’ya gitmiyor, genelde Mekan, bugünkü İstanbul Üniversitesi rektörlük bi- daha genç yaştaki doçentler ayrılıyordu. Bir de Kürsünün nası. Binaya girdiğinizde soldaki ilk koridor değil, ikinci hiç güvenilmez bir fotoğrafçısı vardı; Emine Hanım ikinci koridora bakan odalar. Hatta o koridorda küçük bir teşhir olarak da ‘giderseniz fotoğrafçıyı yanınıza almayın’ demiş. dolabı da vardı. Kürsünün büyük bir seminer salonundaki Hoca her ikisini de yaptı; hem Cerrahpaşa’ya gitti, hem de yuvarlak masaların etrafında oturur, tezhip-çini-minyatür güvenilmez fotoğrafçıyı yanına aldı. Nihayetinde taşınma- sına taşınıldı ama geç taşınıldı. hayatsağlık 95

söyleşi 1970 tarihinde henüz üniversitenin ikinci sınıfında- etiği diye bir konu yoktu. Fakat tıp tarihi ile ilgilenen tıp yım. Bir gün Emine Hanım beni koridorda durdurdu. ‘Nil doktorları vardı. Mesela, Prof. Dr. Hikmet Altuğ ve Prof. buraya asistan olur musun?’ dedi. Çok şaşırmıştım, daha Dr. Fikri Şenocak, ikisi de kulak burun boğaz hocasıydı, tıp mezun olmamışım. Yıllar sonra öğrendim ki Süheyl Hoca tarihi jürilerine girerlerdi. Cerrahiden Prof. Dr. Selçuk Ay- Emine Hanıma söylemiş ‘git, sor’ diye. Süheyl Hoca ile bar ve kadın doğum kliniğinden Prof. Dr. Aykut Kazancıgil Emine Hanım beni niye asistan istediler diye merak etmiş- aynı zamanda tıp tarihçilikleriyle tanınırlardı. tim. Meğer beni araştırmışlar. Annem Mukbile Akdeniz’in dayısı, antropoloji kürsüsü kurucusu Profesör Dr. Şevket Asistan oldunuz.. Aziz Kansu ile Süheyl Hoca öğrencilik yıllarında Paris’te 1973 yılının Temmuz ayında asistan oldum. O tarihte birlikteymişler. Dahiliye uzmanı rahmetli teyzem Dr. Neza- profesörler kurulu tam yetkiliydi. Her Cumartesi öğretim hat Özver ve radyoloji uzmanı eniştem Dr. Ertuğrul Özver üyeleri toplanır, Fakülteyle ilgili konular tartışılır, kararlar de Emine Hanım’ın Tıbbiyeden sınıf arkadaşıymış. Süheyl alınırdı. YÖK profesörler kurulunun yetkilerini kaldırdı. Hoca’nın ve Emine Hanım’ın beni çok sevdiklerini hatır- Profesörler kurulu kararıyla Tıp Tarihi Kürsüsüne tayin lıyorum, ben de onlara çok şımarırdım. Allah ikisine de edildiğim gün aynı toplantıda Süheyl Hoca da emekliliğe rahmet eylesin. Sonra aradan zaman geçti, benim için bir ayrıldı. Herkes Süheyl Hoca gibi büyük bir hocadan tıp asistan kadrosu açtılar, epeyi çalıştım, sınava girdim. Dil sı- tarihi dersi aldığımı zanneder ama aslında ben geldiğim- navında tıp terimlerinin Türkçe karşılıklarını kullanmışım. de o emekli olmuştu. Fakat Süheyl Hoca’nın sohbetlerine O zaman farkına vardım ki tıp eğitiminde yabancı termino- katıldım. Üslubu medrese ile Üniversite eğitimi arasında loji esas alınıyor. Dil ve bilim sınavlarının her ikisinden tam bir yerdeydi. Süheyl Hoca sohbet ederken anlatılanları sor- not aldım. Cerrahpaşa’nın ilk tıp tarihi asistanı olmuştum. gulamak, eleştiri yapmak, kanıta dayalı bilgi aramak söz konusu değildi. Hoca konuşurken biz başımızı sallayarak Bilim sınavını jürisini hatırlıyor musunuz hocam dinlerdik. Zaman ve mekân dışında tarihin dedikodusunu yapardı. Üslubuyla tarihi konuları herkese sevdirirdi. Tefer- kimler vardı? ruat üstünde duruyordu. Hatta ‘kitap okunmaz; karıştırılır’ O tarihlerde tıp tarihi uzmanı pek azdı. Derslerde tıp derdi. Kütüphanelerde el yazmalarına düşülen haşiyeleri ve tarihinin yanı sıra meslek deontolojisi anlatılırdı, ama tıp 96 hayatsağlık

söyleşi şerhleri arardı. Makalelerinde eski metinlerden alıntılar ye- sını yeğenleri aldı. Demek ki soya çekim iki taraflı olacak, rine daha çok bu gibi farklı ek bilgilere yer verirdi. bizde hem annem hem de babam değerlerin koruyucusuy- du. Toplama ve saklama eğilimi kürsüde müze kurmama Süheyl Hoca’dan sonra kim oldu kürsü başkanı ? sebep olan özel nedenlerden biri. Zaten muhafazakârlığı da Doç. Dr. Emine Atabek kürsü başkanı oldu. Babası İs- bu bağlamda tanımlıyorum; iyiyi ve güzeli korumak, geri- tanbul’un tanınmış hekimlerindenmiş. Fransız mürebbiye cilik olarak algılanmasın, iyiyi koruyabilmek zordur. ile yetiştiğinden Fransızlar kadar güzel bir lisanla Fransız- ca konuşur ve yazardı. Hatta ‘Süheyl Hoca’nın uluslararası Peki sizin müze kurma süreciniz nasıl gelişti? camiada tanınmasına vesile oldum, Türkçe makalelerini İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Anabilim Dalının bü- Fransızcaya çevirirken metinleri yeniden kaleme alırdım’ yük salonunda sergilenen ve ‘müze’ adı verilen tıp tarihi derdi. koleksiyonunu gördüğümde, bizim niye bir müzemiz yok diye kendi kendime sordum. Süheyl Hoca emekli olmuştu Müzeciliğe nasıl başladınız ? ve Prof. Dr. Bedii Şehsuvaroğlu ile aralarındaki kırgınlık Birçok olayın beni etkilemesinin yanı sıra kişilik özel- sebebiyle arşivini ve defterlerini başka başka kurumlarda liklerimin dürtüsüyle başladım. İnanıyorum ki ailesinin koruma altına almaya kararlıydı. Cerrahpaşa’ya taşındıktan maddi ve manevi anılarını koruma arzusu olmayanlar sonra Süheyl Hoca ilk önce defterlerini ve arşivinin önemli müzeci olamaz ya da yapay müzeci olur, benim fikrim bu. bir kısmını Süleymaniye’ye bağışladı. Bu arada ben, ‘Hoca Çünkü müzeci olabilmek için ilk olarak maddi ve manevi kürsüde bir şey bırakmıyor’ diye üzülüp dururken, Emine hatıralara saygı duyan biri olmak gerekir. Bu eğilim bizim Hanım en doğrusunu yaptığını söyleyerek beni teskin edi- ailede çok güçlüdür. Mesela annem sakla samanı gelir za- yordu. Süheyl Hoca Beyazıt’taki tıp tarihi arşivini ve nadir manı zihniyetine sahipti. Evimizde hem israf yoktu hem de baskıları Cerrahpaşa’ya getirememişti. Süheyl Hoca’nın insanın emeğine değer verilirdi. beraberinde getirdiği bir salon dolusu Akil Muhtar Özden kitapları, arşiv belgeleri ve sanat eserleri ise 10 sene sonra Yaşanmışlığa değer veriliyordu yani.. geri gönderilecekti. Prof. Dr. Akil Muhtar’ın kızı rahmetli Evet, ama bu gibi değerler insanın özünden doğu- Aliye Serhan Hanım, ‘babamın koleksiyonunu Çapa’ya ba- yor. Niye benim çalışma odam durmadan dolup taşıyor ğışladım, sizden alıp oraya geri vereceğim’ diye ısrarlıydı. da meslektaşlarımın odaları tertemiz, çünkü onlar evrakı O sırada Anabilim Dalı başkanı olan Emine Hanım Aliye atıyor. Mesela asistanlığımdan bu yana bana gönderilen Hanım’ın isteğini kabul etti. Çok zengin bir koleksiyondu. toplantı davetiyelerinin hepsini sakladım. Bir gün Cer- Aliye Hanım üzücü bir şey daha yaptı. Ben henüz asistan- rahpaşa Tıp Fakültesinin tarihi yeniden yazılacak olsa, dım ve çok gençtim; bugün olsaydı belki ona engel olabi- benim görev yaptığım dönemin belgeleri korunmuş oldu. lirdim. Aliye Hanım aylarca kürsümüze gelerek babasının Elbette mekânlarımızı çöplüğe döndürmemeliyiz; arşivler arşivini tek tek gözden geçirdi ve arşivin dörtte üçünü yır- tasnif edilmelidir. Bu noktada yer bulmak büyük bir sı- tıp çöpe attı, kimse okumasın diye. İçim parçalanarak sey- kıntı. Nereden bakarsanız bakın biriktirme süreci bir ba- rettim. Akil Muhtar önemli mevkilerde bulunmuştu, aynı kıma maddi imkânlara sahip olmayla devam edebiliyor. zamanda siyasi bir şahsiyetti ve tarihteki pek çok olayın Zaten yeriniz yoksa biriktiremezsiniz. Benim en üzüldü- perde arkasında yer almıştı. Mesela, Sultan II. Abdülhamit’e ğüm konu Türkiye’de biriktirebilme imkânına sahip olan- karşı olmasıyla bilinir; kızların üniversiteye girmesine izin ların biriktirmemesi. Geçmişe, hatıralara değer vermeyi vermemiştir. O günlerde bugünkü bilince sahip olsaydım uzun nesiller boyu şehirli olmaya bağlıyorum. Şehirlilik, atılanları belki çöp kutularından toplardım. Tarihi kanıtları müzeciliğin Avrupa’da çok eski tarihlerden beri gelişmiş ol- muhafaza edememe kaygısına yol açan bu gibi olaylar beni masının sebeplerinden birisidir. Mesela, tanıştığım pek çok müze kurmaya iten etkenlerdendir. Avrupalının ailesine ait giysileri ve eşyaları yeni nesillerine aktardığına şahit oldum. Türkiye’de kültür değerleri koru- Arşivi Çapa’ya verdim derken nereye aldı? namadı, kentliliği içselleştirmedikçe de korunamayacaktır. Aliye Hanım bağışını bizden alıp İstanbul Tıp Fakülte- si’nin Tıp Tarihi Kürsüsü’ne geri verirken özellikle zararlı Başka ailelerde de var mıydı bu merak, bunu muka- gördüğü mektupları yok etmişti. Büyüklerime saygı göster- mek üzere yetişmiş biri olarak ona karşı gelemedim, başka- yese edebiliyor musunuz kendi döneminizle? Mesela iki teyzem de koruyucuydu. Ama küçük teyzem rahmetli olduğunda çocukları her şeyini attılar. Bazı eşya- hayatsağlık 97

söyleşi larının arkasından iş çeviremem, bugünkü tecrübem o gün len albaya götürüyorlarmış. Meğer resmi kurumlara birer olsaydı tarihimizi koruma dürtümü öne çıkarabilirdim. O subay tayin edilmiş. Dekanlığa da bir albay gelmiş. Kürsü kadar çok etkilendim ki anlatamam size. Tarihimizin bir başkanı Emine Hanım’a koştum, yalvarıyorum ‘Emine Ha- kesiti yok edilmişti. nım ne olur bir şeyler yapalım’. ‘Ne yapabiliriz ki, aldılar, gittiler’ dedi. Kürsünün diğer asistanı olan Ayten Altıntaş’a Tarihimize ait kanıtların yok oluşuyla tekrar tekrar kar- gittim, ‘hadi ne olur gel benimle’ dedim. Dekanlığa gittik, şılaştım. Tıp Tarihi Kürsüsündeki değerli bir takım evrakın albayı bulduk, ağlamaklı bir durumdayım, korkuyorum ve kitapların ziyan olmasına da şahit oldum. Tıp Fakültesi da albaydan, sonuçta asker. ‘Bu kitaplar bizim ana kaynak- iki ayrı fakülte olarak ayrıldığında bir kural getirilmiş; Cer- larımız, bunlar olmadan bizim bilim dalı olamaz’ dedim. rahpaşa’ya geçecek olan öğretim üyeleri demirbaşı, arşivi, Sert görünüşlü bir albaydı. Belli ki alınanların hepsini geri malzemeyi beraberlerinde götürmeyecek, kürsüler yeniden vermeyecek, o anda bir karar verdim, ‘Matbular kalsın, el donatılacaktı. Fakat Tıp Tarihi Kürsüsünün kurucusu olan yazmalarını bağışlayın lütfen’ dedim. Aralarında tek nüsha Süheyl Hoca yanında çalışan akrabası Süreyya Hanımın da olabilirdi. Ve el yazmalarını aldım. O gün bir kez daha anla- yardımıyla saat beşten sonra el yazmalarının bir kısmını dım ki tarihi eserler şahısların odalarında tutulmamalı. Bu ve Akil Muhtar koleksiyonunu paketleyip Cerrahpaşa’ya gibi olaylarla karşılaşmaya devam ettim. götürmüştü. Fakat Bedii Beyle birlikte oluşturdukları tıp tarihi arşivi, müze ve binlerce nadir kitap Çapa’da kalmıştı. Emine Hanım’ın kürsü başkanlığı ne kadar sürdü? 1973-1983 yılları arasında 10 sene Prof. Dr. Emine Ata- Bir gün Süheyl Hoca’nın çok kızmış olduğunu gördüm. bek anabilim dalı başkanıydı. Emine Hanım tıp tarihini ‘Ne oldu hocam?’ dedim. Öğrencisi Bedii Bey, Cerrahpa- öğrenmem için bana Robinson’un Tıp Tarihi kitabını ver- şa’ya getirdiği el yazmaları için kendisini mahkemeye ver- di. 1945 senesinde yayınlanmış. Robinson’u okuyorum ve miş, kısacası hırsızlıkla itham etmiş. Süheyl Hoca bu dava konu başlıkları açarak kartlara yazıyorum, ama o günlerde sebebiyle tüm yazmaları tek tek listeleyip damgalattı. Tabii bana öyle geldi ki kitap sanki okuyucusunu tıp tarihinden davadan bir sonuç alınmadı, zaten el yazmaları aynı üni- soğutmak için kaleme alınmıştı. İki yıl boyunca alana ısına- versitenin malı. Fakat o günü hiç unutamıyorum. Tarihi madım. İlk sene hiç hazırlanmadan üniversite sınavına gir- değer taşıyan eserlerin bir üniversitenin anabilim dalında dim. Biyolojiyi seviyorum, kazandım, kayıt da yaptırdım. korunamayacağını o gün bir kez daha idrak ettim. Tarihi FKB derslerine giriyorum; Allah’ım binlerce kişi amfiyi eserlerin yeri müzeler olmalıdır. İşte bu düşüncem yüzün- doldurmuş, kilometre ötede de sahnede fizik deneyi yapı- den de başıma neler geldi bir anlatsam. lıyor. Ben buradan mı öğreneceğim dedim, derslere devam etmedim. Ertesi sene, sanatı seviyorum ya, bir daha sınava Anlatın Hocam.. girdim, sanat tarihini de kazandım. Sonra düşündüm ki sa- Tarihi eserleri koruma kaygımı besleyen bir olayı daha nat tarihini tek başıma da yapabilirim, resmi eğitime gerek anlatayım. 1980 darbesi olduğunda ben kıdemli asistan- yok dedim. Yani asistanlığımın ilk iki yılında okuduğum dım. Bir gün kürsünün kapısı gürültüyle açıldı, süngülü iki tıp tarihi kitaplarından hiç tat alamadım. Bu arada Emine asker içeri girdi. Neler oluyor diye bakakalmıştım. Sırayla Hanım bizim beş yıl boyunca, yani doktoralarımız bitene odalarda arama yapmaya başladılar. Kürsü asistanlarından kadar yayın yapmamızı yasakladı. Yanlış yaparsınız, kötü Rengin Dramur’un odasında Kiril alfabesi ile yazılı dergi- yaparsınız diyordu. Asistanlık dönemimde, yani ilk beş leri vardı, önce bunları komünist yayın diye topladılar. sene benim yayınım yoktur. Ben de sonradan öğrencile- Askerin ikisi de er, subay değiller, ellerinde de çuval var. rime şunu söyledim, ‘yayınlarınızı tek başınıza yapmayın, Rengin Hanım Osmanlıca matbu ve el yazması eserleri ça- ama hocalarınızla ortak yayın yapın.’ Öğrencilerimle, asis- lışıyorum diye odasına getirip dolabına koymuş. Askerler tanlarımla ortak yayınlar yaptım, ama aslında çok yorucu Arap harfleriyle yazılı bu kitapları görünce hemen ‘yasaklı’ oluyor, çünkü hocanın çok çalışması gerekiyor. diyerek çuvala doldurmaya başladılar. Ben askere diyorum Ben doktora yaparken Sağlık Bilimleri Enstitüsü henüz ki ‘hayır, bunlar bizim çalışma alanımızın malzemesi. Bun- kurulmamıştı. Anabilim Dalımızın resmi bir doktora müf- lar eski Türkçe tıp kitaplarıdır, kaldı ki Kuran da yasak de- redatı, dolayısıyla eğitimi de yoktu. Anabilim dalımızda ğil.’ Kitaplarımızı dini propaganda aracı sayarak çuvala at- doktora programı ve eğitimi benim başkanlığım dönemin- maya devam ettiler. Giderken peşlerinden koştum, ‘nereye götürüyorsunuz bunları?’ dedim. Dekanlıkta görevlendiri- 98 hayatsağlık

söyleşi de başladı. Ders veren olmadığı gibi, araştırma ve uygula- ve aynı yazarın ismi değişik değişik kaydedilmiş. Ben de ma yöntemini öğreten de yoktu. Ana kaynaklardan yarar- aynı kitabı tekrar tekrar okumuşum. Tıp ahlakını ilgilendi- lanmayı sağlayacak eski dili öğreten de yoktu. Osmanlıca ren konular genellikle tıp yazmalarının ya mukaddime ya bilmiyordum. Emine Hanım ise Batı tıbbına meraklıydı. hatime bölümünde yer alıyor, lisanı çok ağır. O tarihlerde Bir elifba satın alıp kendi kendime Osmanlıca öğrenmeye kürsüde, biri Arap diğeri Fars dili ve edebiyatı mezunu iki başladım. Odamın kapısı çalındığında kitabımı hemen ma- görevli var, fakat ikisi de doğru dürüst okuyamıyor. Bana sanın altına saklıyordum. destek verenler, o tarihte İslam Enstitüsü olarak bilinen İla- hiyat Fakültesi’nin hocaları oldu, babam bu okulda da derse Her ne kadar üniversitede fizyoloji, istatistik, fare de- gidiyordu. Bir de Kıbrıslı Hasan Amcamız vardı, tarikattan neylerinin sonuçları, klinik psikoloji ve psikiyatri gibi ko- bir şahıstı. O da benimle kütüphanelere gelmeye başladı, nuları okumuş olsam da doktora konusu olarak tıp ahla- yazmaları okumama yardımcı oluyordu. Fakat bir zaman kına merak salmıştım. Emekli olsa da haftada bir kürsüye sonra gelemez oldu, kansere yakalanmıştı. Bu sırada bir gelen Süheyl Hoca’ya başvurdum, dedim ki ‘Osmanlılar’da başka çözüm buldum; fotoğraf, fotokopi, tarama gibi tek- Tıp Ahlakı konusunda tez yapmak istiyorum, bana yardım- niklerden yararlanmam söz konusu değildi. Okuyamadık- cı olur musunuz.’ Süheyl Hoca, ‘Ben her şeyi yaptım, benim larımı defterime elimle aynen kaydediyor, sonra hocalara yazdıklarımı oku yeter’ dedi. Cehalet çok kötü bir şey, ‘ca- gösteriyordum. Nihayet tezimi tamamlayarak 1978 yılı ba- hil cesurdur’ der ya eskiler, gençken fazlaca cesaret oluyor. şında teslim ettim. Tezden sonra kendime şu sözü verdim, Doğru dürüst Osmanlıcam yok, alanda yeniyim, seçtiğim ‘doktora öğrencilerimin önce yöntem dersi görmelerini konu ise neredeyse hiç çalışılmamış. Bu nasıl bir cesaret- sağlayacağım.’ Bir tarih araştırması nasıl yapılır, tarih tezi tir! Tıp yazmalarını taramak için kütüphanelere gidiyorum. nasıl yazılır, bana öğretilmedi. Tırnaklarınızla kazıyarak Tıp yazmalarını katalogdan arıyorum, fakat kimi elle kimisi öğrendiğinizde büyük zaman ve emek kaybı oluyor. daktiloyla yazılı kataloglar sağlıklı değil. Mesela, aynı kitap hayatsağlık 99

söyleşi 1983 yılında yardımcı doçent oldum. Müze fikriyle be- faturasını tahsil edersiniz, bütçenin tamamını kullanmaz- nim kürsü başkanı olmam arasında da bağlantı var. Ancak sanız sene sonunda iade edersiniz. Kürsünün kadrosu da bir ay süreyle dekanlık yapabilen Prof. Dr. Nurettin Sö- belirlenmişti, hiç kimse kadronuzu alamazdı. YÖK’le bir- zen Emine Hanım’ın yakın dostuydu. Emine Hanım tam likte gelen yeni yönetmelikle işler özel ilişkilerle yürütül- emekli olacağında fakülte dekanı Nurettin Bey bir istek- meye başlandı. Rektörle ya da dekanla aranız iyiyse istedi- te bulundu. Dekanın odasına gittik, Emine Hanım ‘ben ğinizi satın alabiliyorsunuz, istediğiniz kadar kadro temin emekli oluyorum, benim yerime kim geçecek ?’ diye sordu. edebiliyorsunuz. Dolayısıyla çok zor durumdayım, param Benden başka öğretim üyesi yok, ‘acaba kürsünün başına yok, elemanım yok. Kürsüde bir okutman, bir kütüphaneci, yabancı birini mi getirecekler’ diye tedirgin oldum. O gö- bir sekreter, bir odacı var. Hiçbirimiz müzeci değiliz. Müze rüşmede Nurettin Sözen, Cerrahpaşa’da yeni olarak bir top- malzemesi de yok, yani yine bildiğiniz bir cahil cesareti. lum sağlığı dalının kurulduğunu, fakat oturacakları bir yer- lerinin olmadığını söyledi. Nurettin Bey Emine Hanım’a, Bir parantez çarsak hocam o zaman İstanbul da sağ- ‘Sizin kürsünüzde büyük bir salon var’ - bugün seminer yaptığımız salonu kastediyor - ‘orası boş, toplum sağlığına lık ile ilgili ya da tıp ile ilgili bir müze bulunuyor muydu? verir misiniz’ diye sordu. Emine Hanım da salonu verdi ve Süheyl Hoca ve Bedii Bey bir tıp tarihi koleksiyonu emekli olup ayrıldı. Benden başka öğretim üyesi yok, her- halde yerime de kimseyi bulamadılar, kürsü başkanı olarak oluşturmuşlar. Eserler İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Tarihi tayin edildim. Kürsümüzde toplum sağlığına tahsis edilen ve Etik Anabilim Dalı bünyesinde korunuyor. Aslında en salona masalar taşındı, çok sayıda ve tanımadığım insanlar eskisi Sultanahmet’te kurulmuş olan Sağlık Müzesi, fakat gelip gidiyor. Bir gün ben yokken toplum sağlıkçılar kür- sonradan binayı Sağlık Bakanlığının çeşitli daireleri iskân süyü gezmişler, ‘burada şu duvarı yıkarız, şuraya bir böl- ettiğinden eserlerin çoğu dağılmış ve müze niteliğini yitir- me yaparız’ diye aralarında konuşmuşlar. Bütün kürsüyü mişti. Bizim sürece dönersek, teşhir dolapları yaptıracağım işgal etmeye hazırlandıklarını anladım. Kadroları ise çok ama bütçem yok. Babamın ders verdiği ticaret okulundan kalabalık, alan çalışmaları yapıyorlar, eğitim veriyorlar. mezun öğrencileri iş adamı olmuş, onlardan maddi destek Henüz çok gencim, herhalde ‘bu da kim oluyor, üstelik bir aldım. Dolapları yaptıracağım tamam ama bir müzecinin de hanım’ dediklerini duyar gibiydim. Öğrendim ki Prof. yol göstermesine ihtiyacım var. Topkapı Sarayı’nın uzman- Dr. Bülent Berkarda toplum sağlığının kurulmasına vesile larına başvurdum, ‘ben teşhir dolapları yaptırmak istiyo- olmuş. Bülent Hoca güçlü biri isim, toplum sağlığının ba- rum, çizimine yardımcı olur musunuz?’ dedim. Dolap tasa- şına getirilen doktorun sınıf arkadaşıymış. Çok üzgün bir rımı için fahiş bir fiyat istediler ki benim beş aylık maaşıma şekilde Bülent Hocaya gittim. O kadar üzülmüşüm ki onun denk. Madem öyle, ‘yapacak bir şey yok dolapların şeklini yanında gözyaşlarımı tutamadım, ‘tamam, fakültede bir yer de ben çizerim’ dedim. Öyle de oldu. bul, ben onları çıkartırım’ dedi. Aylarca binaları dolaşıp yer aradım, Allah yardım etti buldum. Ve o zaman kendime Koleksiyonu oluşturmaya önce Cerrahpaşa’nın içinden söz verdim, bu salonun elimizden bir daha alınmaması için başladım. Bizim eczanede tarihi ecza kaplarının olduğuna bir şeyler yapacaktım. Böylelikle büyük salonu müze yap- dair bir duyum aldım. Sonradan öğrendim ki Sultan II. maya karar verdim. Karar verdim de, para da yok müzelik Abdülhamid tahttan indirilince Yıldız Sarayı Eczanesi’nin eşya da yok. bir bölümü açık artırma ile satılmış, bir kısmı da belediye hastanelerine dağıtılmış. Bizim eczaneden çok güzel ecza Emine Hanım emekli olduktan sonra haftada bir-iki kapları aldım. Ondan sonra çevremdeki herkesin elindeki- gün kürsüye geliyordu. Emine Hanım’a müze kurma fikri- leri araştırmaya başladım; diş hekimime gidiyorum, ondan mi açtım, ‘hiçbir şey yok ki ne ile müze kuracaksın’ dedi. bir şeyler alıyorum. Arkadaşım, dayımın tarihi eczanesi var Ben kuracağım diye cevap verdim. En büyük sıkıntım pa- diyor, gidiyoruz Eyüp eczanesinden bağış alıyoruz. Mesela rasızlık. Süheyl Hoca ve Emine Hanım zamanında YÖK Histoloji hocası Prof. Dr. Güngör Şatıroğlu babamın öğ- yoktu. YÖK ile birlikte üniversitenin parası havuza atıldı. rencisiydi, değerli bir takım bağışların müzeye kazandırıl- Daha öncesinde her kürsünün bir bütçesi vardı; diyelim ki masında aracı oldu. Nihayet müzeyi kurduk açacağız, ama size bin liralık bütçe ayrılır, dilediğiniz ihtiyacınızı giderir, duvar badanası dökülmüş, fakat paramız yok. Rahmetli Dr. İlhami Faydagör badana için üç aylık emekli maaşını bağış- ladı. Birçok ihtiyacımız böyle dostların desteğiyle gideril- di. 20 Mayıs 1985 tarihinde açılışı yaptık, ama koleksiyona 100 hayatsağlık


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook