Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore 25_Paydos_Kasım'19

25_Paydos_Kasım'19

Published by bimesele TV, 2022-07-21 20:47:33

Description: 25_Paydos_Kasım'19

Search

Read the Text Version

Âşık Nesîmî ve Rainer Maria Rilke. Onlar benim eski defterimi tekrar açtılar. İki kitap. Her ikisinden de birer şiir. Dert yükü. Kitapların kalan sayfaları boş basılsaydı da bu şiirler beni afallaştırdığında saf saf onlara baksay- dım demiştim. Rilke-Duino Ağıtları Nesîmî-Divan Kalan konuları zamanla silindi. Örnek satırlarını vereceğim şiirleri saye- sinde onlar benim için “sınır ötesine geçen kitaplar” oldu. Tersten başla- yalım ki sonda çözülsün her şey. Nesîmî şöyle bağırmıştı bana: Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam Okumayı bitirdiğimde sesli sesli söylediğim şuydu: Gerçekten mi? Ben bu sığlıkla senin sığmamanı nasıl anlayabilirim? Ben kaybolurken sen nasıl bu kadar büyüyüp taşabilirsin? Sonsuzluk Dışarıdan Geldi Sonra anladım ki sonsuzluğu Nesîmî icat etmemiş, keşfetmiş. Başkaları da var: - Hristiyanlıkta İncil’e inanan cennete gider, sonsuz yaşar. - Yahudilikte Tevrat’a inanan cennete gider ve sonsuz yaşar. - Müslümanlıkta Kur’an’a inanan cennete gider ve sonsuz yaşar. - Budizmde üç Pitaka’ya inanan nirvanaya ulaşır ve sonsuz yaşar. - Hinduizmde Vedalar’a inanan karmadan kurtulur ve sonsuz yaşar. 49

- Taoizmde Tao te-King’e inanan reenkarnasyondan kurtulur ve son- suz yaşar. Bab Aziz filmini izlemedim ama meşhur repliği beni vurdu. “İnsan kadar Allah’a ulaşma yolu var.” Yol farklı ama ulaşılmaya çalışılan ve aslında dünya gözüyle hiç ulaşılamayacak olan nokta aynı, oklar farklı hedef aynı. Her kim Tanrı’yı aradığını söylerse aradığı aslında yok olmaya, boşa gitmeye çözümdür. Çünkü sonsuzluk da Tanrı’dan bir parça. Çünkü yalnızca Tanrı ikna edebilir insanı görmediğine koşmaya. O vadedebilir. Sonsuzluk dışardan geldi diyorum. İnsanı dünyaya indiren, o hevesi de insanın kucağına salıverdi. Sonlarla çevrili bir dünyada insanın ölmeme- yi hiç yoktan icat etmesi mümkün mü diğer türlü? İnsan sadece bunu düşünerek bir yaratıcı arayamaz mı? Yoksa balinaların haberleşmek için nota dalgaları kullandığını bulmak mı lazım illaki? Tanrı’yı Arayan Şair “Ölüm, bizden öteye dönük olan, bizim aydınlatmadığımız yüzüdür yaşamın Gerçek yaşam biçimi her iki bölgeye uzanır, en büyük kan dolaşımı her ikisi boyunca... Yapılması gereken, burada bakılmış, dokunulmuş olanı o daha geniş, o en geniş çemberin içine almak. Gölgesiyle yeryüzünü karartan bir öbür dünyaya değil, bir bütüne, b ütünün kendisine... Evet, bizim ödevimiz bu gidici, dayanıksız yeryüzünü öyle derin, öyle acıyla, tutkuyla kavramak ki onun özü ‘görünmez olarak’ bizde yeniden dirilsin. Bizler, görünmez’in anlarıyız. “ Duino Ağıtları’ndan. Ağıt; aramaktan gelirmiş. İnsan neyi arıyorsa ona yakarır, ağıt yakarmış. Yakıp yıkarmış. Şiir üzerine bir şey söylemeyece- ğim. Bunun yerine andımızı okuyacağım: “Batı, Doğu’nun bulduğunu aramakta” Ne gurur! Belki bu varyemezlik yüzünden tadımız kalmadı. Aramanın lezzetini kaçırdık. Amerikalı zencilerin yaptığı gibi elimizdeki altın tozu- nu incik boncuğa değişelim ve Doğu’nun insanı olarak kendi gerçeğimi- ze el sallayalım. Sonra da dönüp dolaşıp… Kaymayacağım. Şiir üzerine bir şeyler söyleyeceğim. Sadece şiir olsun diye böyle büyük cümleler kurulur mu? Evet. Rilke böyle mi yapmıştı? Hayır. Onun hakkında birkaç 50

uyduruk blog yazısı okuyan bile bunu bilir çünkü hayatı boyunca kendi kafasına vurup durduğu iki ölçek var: Açıklık, hissetmek. “Bu şey bana yeterince açık mı?” “Bu şeyi ben gerçekten hissediyor muyum?” Yıldızları ne kadar hissettiğimizi sorar bir yazısında. Ve günler süren sancılardan sonra Prenses Marie’ye şunu söylediğini okudum: “Varlığımın bütün örgüsü lif lif olmuş, çözülmüştü. Yemeyi içmeyi düşün- düğüm yoktu. Tanrı bilir kim besledi beni. Ama artık var o! Var! Âmin.” Tanrı, aranarak bulunur mu? Tanrı nerede aranır? Hiç yemeden içme- den kesilecek kadar aradık mı onu? Aramadıksa neyin var olduğunu iddia ediyoruz? Tanrı bulunmaz da O’nun ipuçları mı bulunur? Sonsuz- luk bilinmez de sonludan mı çıkılır? Doğu-Batı yok. İpin ucunu tutan bulacak. İşi ciddiye alan bulacak: Aramayı. Rilke’nin son şiirlerinden. Bu kez doyumluk olsun: MUHAMMED’İN YALVARMASI Gerçi saklandığı o pek yüce olan yere Girince o bir bakışta tanınan Melek Dimdik ve görkemli parıltılar salan Yalvardı bütün iddialardan vazgeçerek İzin verilsin diye gezgin kalmasına Eskisi gibi dalgın bir tacir olarak yani Okumuşluğu yoktu fazla gelirdi O’na Bilginlere de görmek sözün böylesini Melekse buyururcasına gösteriyordu Levhasına yazılmış olanı yalvarana Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku Okudu O da Öyleki Melek hayrandı Çoktan okumuş denirdi artık O’na Yapabilendi O Kulak veren ve yapandı. Dünyayı ikiye ayırmıyorum. Yalnızca döndüğünü gerçekten hissediyo- rum. Çünkü ben Rilke’yi okumadan Nesîmî’nin sığmamasını anlayamı- yorum. Farklı yerlerden yürüyenler hep aynı noktaya çıkıyor. Ruhunu nasıl tutacağını bilenler Leyla’ya değiyor. Leyla bunu istiyor. 51

ÇİZİ-YORUM Nefise ERDEM [email protected] 52

Kapının tıklanmasıyla açıyorum gözlerimi. Oturduğum yerde uyuyakalmı- şım. “Müsait mi?” diyerek içeri giriyor görevli ve akşam yemeğinden kalan boş tabakları alıp çıkıyor odadan. Arkadaşım uyuyor hâlâ. Onun karşısında ve benim solumda olan, sesi sonuna kadar kısık televizyon dikkatimi çe- kiyor. Kim açtı, ne zaman açtı..? diye düşünürken arkadaşım da uyanıyor. Yataktan hafif doğrularak önce pencereye, sonra bana bakıyor ve havanın kararmış olduğunu söylüyor. Bu farkındalıkla gidip ışığı açıyorum. Artık pen- cereden bahçeyi değil, kendi yansımamızı görüyoruz. Koltuğa geri döner- ken heyecanla, onun sıkılmış yüzüne bakıp “Kitaba ne dersin?” diyorum. Kafasını ufak bir tebessümle sallayıp “Olur.” diyor. Çantadan kitabı çıkarıp sabahki kaldığım yerden okumaya devam ediyorum -3 gündür arkadaşım burada, hastanede. Ben de refakatçisi olarak yanındayım. Canımız sıkıldıkça kitap okuyorum ikimize- Bugün kitap bitiyor ve son sayfasını, son cümleleri- ni okuduktan sonra kapatıyorum kapağını. “Bitti” diyorum. “Artık yeni kitabı evde kendin okursun.” diye takılıyorum. Gülüyor. “Işığı kapatalım mı?” diyor birden. “Pencere görevini yapsın da dışarıyı göstersin.” Hemen kapatıyorum ışığı, karanlığa dalıp gidiyoruz birlikte. Yıllardır ne zaman bir akşam yürüyüşüne çıksak gökyüzüne bakar, ona bir soru sorarım. Hep sessiz kalır. Cevabını bilip bilmediğini, bir fikri olup ol- madığını da hiç anlayamamışımdır böylece. Bugün yine sordum, yine sessiz kaldı. Durumu bozmadım ve uykumuz gelene kadar susmaya devam ettik. Uyumadan önce bir bardak su istedi benden, odaya bakındım ve hiç su kal- madığını görünce kantine indim. Suyu aldıktan sonra koridorda ilerlerken, bir doktor hızla yanımdan geçti ve başka bir doktora bizim odanın numara- sını söyledikten sonra birlikte koşmaya başladılar. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Arkalarından ben de koştum. Sesim çıkmıyordu, seslenemedim. Nefes nefese kalmış bir hâlde odanın kapısındayım. Yatağın etrafında dok- torlar ve hemşireler telaşla bir şeyler yapıyor, konuşuyor, uğraşıyorlar... An- layamıyorum. Arkadaşımın yüzünü görebilmek için birkaç adım atınca mo- nitörü görüyorum. Kalbinin son atışından sonra bir çizgi... Uzadıkça uzuyor. “Dıııt” sesiyle doluyor kulaklarım. İçim bomboş oluyor. Sonra kararıyor her şey. Gece gibi. .......... — Sonsuzluk, yokluk mudur karanlık gibi? — ... — Bak yine susuyorsun, cevabını vererek bu kez. Anlıyorum, o “an”ın sonsuzluk getirdiğini. Anlayacağım o “an” gelince, sonsuzluğun “yokluk” olmadığını. 53

KAMUS Ayşe ACAR [email protected] DERİN(LİK) Dalgaları, çarptıkça hem sularının derinliklerinden karaya izler bırakan, hem de kumsaldan derinliklerine izler götüren bir deniz veya okyanus... Elinizi suyun en derinine daldırıp, avucunuza gelen ne varsa kavrayıp, elinizi çıkardınız. Ne bulursunuz elinizde? Suların kirliliğini, plastik atık- ları gündem edip de, niyetimizi bozmayalım şimdi. Normal şartlarda de- nizler, okyanuslar en derininde en kıymetlisini saklar, öyle değil mi? Ve dünya küresinin kısm-ı azamisini oluşturan sular karaları kuşatmış vaziyetteler. Ve konumuz kelime; kelimemiz, kâmûs. Bugün kâmûs deyince hepimiz, sözlük, kelime bilgisi içeren kitap, diyebi- liyoruz. Ancak bu kelime, 1400’lü yıllara kadar sözlük diye anlaşılmamış. Tâ ki bir dil âlimi onu eserine isim yapana dek.* Kelime aslında, deniz, okyanus, denizin ortası, denizin en derin yeri anlamlarına geliyor. Ne var ki, o âlim kelimeleri konu edindiği kitabına okyanuslar gibi gizemlidir, derindir demekten kendini alamamış. Demek ki dilin kuşatıcılığını, kıymetini, derinliğini, okyanuslarla ölçecek kadar büyük düşünebilen adamlar varmış bir ara. Ve aynı malzemeye sözlük diyebilecek kadar küçük düşünebiliyor, muhayyilesi dar olabili- yormuş insan. Dil, insanın kimliğini ortaya koymada büyük bir ölçek aslında. Dünyanın ne halde olduğunu, suların kirliliğine bakarak anlayabilmemiz gibi birşey bu. 54

Dil mevzusu derindir. Ama okyanusların nasıl bir kıyısı varsa bu konuda son bulabilir pekâla. Cemil Meriç, insanın kelimelerle âdeta kavga ediyor gibi oluşundan muz- dariptir. Der ki: “Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali tek mukaddese do- kunmamış; kâmûs. Kâmûs, bir milletin hafızası yani kendisi heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla kâmûs bir milletin namusudur. Kâmûsa uzanan el namusa uzanmıştır.”** * Ya‘kūb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ **Bu Ülke, 52.Baskı, s. 88. 55

“O” AN M. Furkan DOĞAN [email protected] Zordur puslu havada fotoğraf çekmek. Renklerin canlılığı için güneşe ih- tiyaç duyar, bulutlar dağılsın istersiniz. Bu fotoğraf tam da öyle, güneşin bulutlar arasından göz bile kırpamadığı bir günde çekildi. Balat’ın renkli sokaklarında adımlayıp güzel kareler yakalamak için gezintiye çıktığım bir günde. Tam da gün ışığından ümidimi kestiğim bir esnada, fotoğraf makinemi çantama yerleştirirken “Abi bizi de çeker misiiin?” diyerek yaklaştılar ya- nıma. O mahallenin tüm haylazlıklarının bu ikisinden sorulduğu belliydi hâllerinden. Bisikleti düşürdüler, ben daha iyi poz veriyorum kavgası bile ettiler iki saniye içerisinde. Ardından gülüşerek uzaklaştılar. Gittiler ama bana şunu da söylettiler içimden, “Keşke dönebilsem yaramazlıklarıma ses çıkarılmayan yaşlarıma.” 56



Bir gün, sana sormuştum: “Yarın ne kadar sürecek? Cevap verdin bana; – Sonsuzluk ve bir gün kadar… – Duyamadım? Ne dedin? – Sonsuzluk ve bir gün kadar…“ Bizi Sosyal Medyadan Takip Edebilirsiniz... Öncü Gençlik Öğrenci Platformu @oncugenclik42 Öncü_Gençlik_Öğrenci_Platformu


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook