Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İnovatif Hareket Platformu

İnovatif Hareket Platformu

Published by erinansudenaz, 2021-03-09 14:19:22

Description: İnovatif Hareket Platformu

Search

Read the Text Version

ŞUBAT 2021 | 2.SAYI İNOVATİF HAREKET PLATFORMU SANAT HEPİNİZ MİLLETVEKİLİ OLABİLİRSİNİZ, Sanatın ortaya çıkışı ve topluma etkisi BAKAN OLABİLİRSİNİZ... Psikoloji ve Sanat HATTA CUMHURBAŞKANI Vincent Van Gogh'un kendi kulağını OLABİLİRSİNİZ FAKAT kesmesi hakkında SANATKAR OLAMAZSINIZ! rivayetler Frida Kahlo'nun hayatı Sanat ve Zanaat arasındaki farklar ve benzerlikler Doğu ve Batı mimarisi arasındaki farklar Celile Hanım'ın hayatı MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

SANAT VE TOPLUM \"Sanat, toplum için midir; sanat için midir?\" Bir çok yerde duyduğumuz bu sorunun cevabı aslında tam olarak ikiside değildir.Sanat, daha çok sanat yapan kişi içindir dolaylı yoldan da olsa sanatı yapan kişiler toplumun içinde olduklarından sanat toplum içindir diyebiliriz fakat sanatın varlık nedeni hiç bir zaman aynı kalmamıştır bunu da unutmamak gerekiyor. Sanat en başından beri her zaman vardır.Yüklenen değer her zaman değişiklik göstermiştir ama her zaman bir değeri vardır çünkü sanat toplumun duygu, düşünce, inanışlarını anlatma şeklidir.Aslında sanat, bir yönden de sanatı yapan kişinin bulunduğu dönemdeki yaşadığı olayları ve toplumun düşüncelerini kendi bakış açısı ile ifade etme şeklidir. Sanat, toplumla ve toplumun kültürüyle iç içedir.Sanatın estetik yönünü toplumsal olaylar ve çok yönlü ilişkiler oluşturur. Bir toplumun sanatsal eserlerini inceleyerek o toplumun kültürü, inanışı ya da düşünce yapısı hakkında bir çok fikir sahibi olabilirsiniz.Toplumun düşünce yapısı, inanışları ve kültürü değiştikçe sanatçıda bu durumdan etkilendiğinden sanat eserlerinin anlattığı şeylerde değişir.Bu anlamda da sanatın toplum için önemini anlayabiliriz fakat bazı toplumlarda sanata ve sanatçıya verilen değer maalesef ki yetersizdir. Bu yetersiz değer toplumun düşünce yapısı değiştiğinde değişecektir.Umarım her toplum sanatın değerini yeterince anlar ve aslında geçmişte ya da bugün toplumlarındaki düşünce yapısını, kültürlerini, inanışlarını yansıtan eserlere gereken değeri gösterirler.Bunu yaptıkları durumda eminim ki daha gelişmeye açık,daha entelektüel bir topluma sahip olurlar. ELİF GENÇAY İNOVATİF HAREKET PLATFORMU BASIN VE MEDYA ÜYESİ

SANAT İnsan, kendi çevresindeki nesneleri VE kavradığı gibi kendi varlığını, psikolojik PSİKOLOJİ yapısını da iç gözlem yolunu kullanarak bir bilinçlenme durumu yaşayabilir. Tarihler, yüzyıllar boyunca; insanın kendisi hakkında bilinçlenmesi, kendisinin bilmediği yanları keşfetmesinde estetik etkilenme ve sanat ya da sanat eserinin etkilerine rastlanmıştır. Çünkü sanat duyumlar ile ilintilidir ve kendini bilmek, duyumlar ile gerçekleşir. Anlamak; ve anlamak için de görmek, duymak, hissetmek gerekir. Bir şey eğer algılarımız vasıtası ile içselleştirdiğimiz bir anlatı, duyu ve heyecanlarımızla uyum içerisindeyse o bir sanatı imgeler. Hissedilen şeyin adı da estetik hazdır aslında. Çünkü güzel olan, bizlerde iyi bir his bırakan şeyler ile bizlerin arasında sanatsal bağlantı vardır. Yine sanat dediğimizde, bir sanat yapıtını izlenilmesi ve oluşturulması arasındaki ilişkilerin ve bunun yanı sıra bu süreçteki bilinçaltı olayların ve bilinçli eylemlerin etkisi, evvela sanat ile psikoloji arasında büyük bir bağlam var dedirtebiliyor bizlere. Sanat, kişiyi gündelik yaşamın sorunlarından, bizimle sürekli var olan bayağılıktan özgürleştirerek yaşadığımız hayata bir anlam verebilmemizi kolaylaştırmaktadır. Ruhlarımızda o estetik ve hoş etkisiyle sanat, aslına bakarsanız çağlar boyunca insanlara “kaçış” olmuştur. Hepimiz günlük hayatlarımızda rutin işlerimizi yapıp belirli bir hayatı sürdüren varlıklarız. Rutin hayattan uzaklaşmamız, yaşadığımız hayatı ve hayat hakkındaki olan sorularımızı neden-sonuç gibi ilişkilere bağlayabilmemiz için sanata ihtiyacımız var. Bazen sadece bir sanat eseriyle bütünleşmek, insana içsel huzur ve memnuniyet verebilir. Hayatımızı olağan durumdan çıkarıp, işi biraz olağandışılık konumuna getirmenin bizlere ruhsal haz vermesi ise, sanatın bizler üzerindeki psikolojik etkisini anlatırken değinmemiz gereken kaçınılmaz bir nokta.

ESRA MELİSA Ayrıca herhangi bir sanat eserini incelerken ya da oluştururken o, henüz tecrübe etmediğimiz şeyleri bize öğretebilir. Farkında olmadığımız şeylere ÖZALP karşı farkındalık kazandırıp göremediğimiz gerçekleri (kendimiz ya da toplum hakkında) gün yüzüne çıkarabilir. İNOVATİF HAREKET PLATFORMU PLANLAMA Hepimiz hayatlarımızda bizleri iyi yahut kötü etkileyen belirli olaylara maruz VE ORGANİZASYON EKİBİ kalıyoruz. Bazen olayların nasıl olduğu veya neden olduğunu ya da ortada bir ÜYESİ problem varsa bunun çözümünün nasıl olacağını bulamıyoruz. Olayları görmemiz için aynı bir geometri sorusu çözemediğimiz zaman o şekli tekrardan daha rahat görüp anlamak için kağıda çizmemiz gibi yaşadığımız iyi veya kötü olayları ya da problemleri bazen görmek ve ruh halimizi anlamak için sanata taşımamız gerekir. Sanat, bazen bizi baktığımız küçük perspektiften çıkarıp olaya büyük pencereden bakmamızı ve daha net kavrayıp, bir şeylerin daha erken, kolayca anlamamızı sağlar. Sanat aynı zamanda, sadece sanatçının ruh hali ile ilgili bilgi vermekle kalmayıp aynı zamanda arınma, boşalma anlamlarına gelen katarsis’e de yol açar. Kathartik etki; trajik bir olay, olgu sonrasında duygusal boşalmayı ifade ederken klasik psikanalizde de baskı altına alınmış rahatsız edici yaşantıların bilinç yüzeyine çıkarılıp çözümlenmesini de sağlar. Böylelikle sanat yapıtı; sanatçının ruh dünyasında ifadesini bulamamış, bastırılmış negatif duygu, düşünce ve yaşantıların kathartik etkiyle dışavurumunu gerçekleştirmesiyle sağaltıcı bir etki gösterir. Freud, sanatçının yaratma isteğini nevrotik bir arzu, gündüz düşlerini ve nesneleri değiştirmeyi içeren çocuksu bir oyun olarak değerlendirir. Gündüz düşleri sağlıklı bir insanın edimleri değil kısmen nevrotik bireylerin başvurdukları rahatlama mekanizmalarıdır. Ayrıca sanat icra ederken içeride bir yerlerde bastırılmış duygulardan kaçınmak çok da olası değildir. Çünkü aslında içimizde sakladığımız şeyler gerçek bizi oluşturur. Kendimizden kaçamayız ki kaçsak bile bunu sanattan esirgeyemeyiz. Sanat var olurken onu yaratan sanatçının ruhuyla bütünleşmesi, o sanat eserini aslına bakarsanız daha da özgün kılar. Sonuç olarak sanatın bizlere ve bizlerin de sanata etkisi vardır. Sanatla aramızda olan bu ilişki; kişinin kendi iç dünyasını keşfetmesinde, kendini anlayabilmesinde, bastırdığı duyguların ortaya çıkabilmesinde önemli bir etkendir. Sanat, kişiyi kendiyle bütünleştirir. Kaybettiği kendini buldurur, kendiyle alakalı derin ve kayıp yerleri buldurur. Ruhunda oluşan iyi veya kötü hissettiklerini bir bakış açısından inceleyip onları kabullenmesine öncülük olur. Dolayısıyla sanat, aslında hepimiz için kaçınılmaz bir sondur. Çünkü hepimizin bu gürültülü dünyada, ufacık bir an bile olsa kendimizi görmeye, anlamaya, bastırılmış olanı açığa çıkarmaya ihtiyacı vardır. Sözlerimi Atatürk’ün sözleri ile birlikte noktalıyorum, “Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Bu yüzden sanatla ve sağlıcakla kalın.

KİM KALDI ESKİ KULAĞI KESİKLERDEN? Gerek sosyal medyada gerek de günlük hayatta, tablosunu gören herkesin belki de istisnasız yaptığı yersiz ve soğuk espri. Ünlü,Yıldızlı Gece, Arles’deki Yatak Odası, Sargılı Kulaklı Otoportre… Ve bunlar gibi 2 bin 00 kadar tablo/çizimin sahibidir bu soruya maruz kalan şahıs. Elbette hepimiz daha adını bile okumadan bu kişinin ünlü ressam ‘Vincent Willem van Gogh’ olduğunu anladık. Peki kim ya bu van Gogh? Kulağını niye kesti? Ölümü kendi elinden mi oldu? Şizofren mi abi bu adam? Gelin bu sorulara birlikte cevap vermeye çalışalım. Yazının devamını okumayı zaman kaybı olarak görenler ya da okumak istemeyenler için biraz ‘spoiler’ vereyim. Evet, silahla kendini göğsünden vurduktan sonra oldu o zamanlar değeri bilinmeyen büyük sanatçının ölümü. Ve yine evet, ruhsal bozuklukları nedeniyle bir dönem akıl hastanesinde devam etti yaşamına.Van Gogh aslında hep duyduğumuz gibi çok da dar gelirli bir ailede gelmedi dünyaya. Gogh, sessiz sakin, kimseye saygısızlık yapmayan, \"Aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın.\" düşüncesi etrafında hayatını devam ettiren,üst/orta gelirli bir ailenin çocuğuydu. Maddi/manevi açıdan en büyük destekçisi olan küçük kardeşi, o dönemdeki sanat camiasıyla tanışmasına da büyük olanaklar sundu. 1881’de başladığı çizimlerinde ortalama 1888 yılında kendi üslubunu oluşturmaya başladı Gogh. Ya tamam hadi bırak bu ‘gereksiz’ bilgileri. Sadede gel artık sadede, niye kesti abi bu adam kulağını?

Sağdan soldan ve asıl olarak resim öğretmenlerimizden öğrendik ki bu adam otoportresini çizmek için oturmuş bir gün tuvalin başına. Çizmiş de çizmiş çizmiş de çizmiş… Bütün detaylarıyla, renkleriyle, gölgelendirmeleriyle uğraşırken bir bakmış ki sağ kulağı istediği gibi olmamış. E kulak olmazsa olur mu? ‘Olmaz lan’ diyip almış eline usturasını kurtulmuş resmedemediği yükünden. Burda bize aşılanmak istenen şey belki de sanat sevgisiydi bilemeyiz. Ama gel gelelim ki, yok abi o işin aslı öyle değil. Dedik ya bu abimizin ruhsal bazı problemleri vardı. Geçirdiği bir sinir krizi sonucu başkasına zarar vermek yerine kendine zarar vermeyi tercih ederek kesti kulağını da. Her şeye rağmen zihinsel sağlığını tamamen kaybetmekten korkan ressam, fiziksel sağlığını hiç de düşünmemiş. Düzgün beslenmemiş hadi düzgün beslenmeyi geç kimi zaman beslenmemiş bile. Aşırı alkol tüketimi de zaten psikolojik buhranın bir getirisi olarak oturmuş hayatının ortasına. Abi tamam bu adam kulağı kesmiş kesmesine de, ne yapmış yemiş mi? Çöpe mi atmış? Sanatçımız van Gogh kestiği kulağını bir fahişeye vermiş. Öyle biliniyor yani, belki de öyle değildir. Her okuduğunuza her duyduğunuza inanmayın bu kadar. Ben araştırdım kaynaklar öyle diyor, yarın birisi gelip de ‘yok abi o öyle değilmiş. Bu adam kestiği kulağını birasının yanında meze yapıp yemiş’ derse de ‘hadi lan ordan’ demek benim haddime değildir. Daha derin araştırmak gerekebilir sonuçta… MEHMET İÇÖZ İNOVATİF HAREKET PLATFORMU BASIN VE MEDYA ÜYESİ

6 Temmuz 1907 Meksika doğumlu ünlü bir ressamdır. Ancak doğum tarihini F modern Meksika’nın doğuşu olan 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmiştir. Henüz 6 yaşındayken geçirdiği çocuk felci R yüzünden bir bacağı engelli kalmıştır. Bu yüzden kendisine “Tahta Bacak Frida” denmiştir. Ulusal Hazırlık İ Okulu’nda sanat, edebiyat ve felsefe alanında eğitim almıştır.17 Eylül 1925 tarihinde 19 yaşında olan Frida okuldan eve dönerken bindiği otobüsün D travmayla çarpışması sonucunda çok ağır yaralanmıştır. Kazadan sonra 32 kez ameliyat olmuştur. Bu süre A içerisinde çocukken geçirdiği rahatsızlık yüzünden felçli olan bacağı kangren olmuş ve 1954 yılında kesilmiştir. Kazadan sonra Aşk,acı ve devrimin kadını! taburcu olan Frida ailesinin desteği ile yatmak zorunda olduğu yatakta resim yapmaya başlamıştır. İlk resmi yattığı K yatağın tavanında bulunan aynaya bakarak yapmış olduğu “Kadife Elbiseli Otoportre”dir.1927 yılında tekrardan yürümeye başlayan Frida sanat ve A politika alanlarında gelişmiştir.Kahlo,1929’da Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu. Resim H yapmaya devam ettiği dönemlerde ünlü ressam Diego Rivera ile tanışmış ve 21 Ağustos 1929 yılında evlenmiştir. Ünlü L ressam Frida sağlık sorunlarından dolayı 1950 yılında hastaneye yatmış ancak resim çizmeyi asla bırakmamıştır. 1954 yılında embolisi O teşhisi konmuş ve hayatını kaybetmiştir. Ünlü ressam Frida Kahlo’nun kendisine ait 143 resmi vardır. Bunlardan 55 tanesi portredir.

THE TWO FRİDAS Frida, fiziksel ve psikolojik yaraların sembolik tasvirlerini içeren kendi portreleriyle ünlü Meksikalı bir sanatçı. Çektiği acılarını otoportreleriyle dile getirdi. Her otoportresinin gerçek bir hikayesi var. İki Frida, Kahlo’nun Diego Rivera’ya boşanması sırasında yaratıldı ve onun kaybını canlandırdığına inanılıyor. Eserde bu görüşü destekleyecek detaylar mevcut. Eserde gözümüze ilk çarpan bu tablonun bir çift otoportre olması, Frida portrede iki farklı kişiliğini göstermekte, çift otoportrede iki Frida da yan yana oturuyor ve el ele tutuşuyorlar, bu iki Frida birbirlerinden oldukça farklı bir görüntü çiziyor. Aslında bu Fridalar bize onun hayatından iki dönemi gösteriyor. Frida’lardan biri Avrupa tarzı beyaz bir Victoria dönemi elbisesi giyerken diğeri ise geleneksel bir Meksika elbisesi giymekte. Her iki Frida da eşyaları kucağında tutuyorlar. \"Hasta değ l m. Sadece Meksikalı Frida’nın elindeki fotoğrafa dikkatli paramparçayım, y ne de baktığımızda fotoğraftakinin büyük aşkı Diego res m yapab ld ğ m sürece Rivera’nın küçük bir portresi olduğunu görüyoruz. hayatta Diğer Frida’nın elinde ise bir makas bulunmakta. olmaktan memnunum.\" Diego’nun resminden başlayan damar beyaz elbiseli Frida tarafından kesiliyor. Bu ayrılıklarını, Frida’nın elbisesine damlayan kanlar ise geçirdiği ameliyatlar ve düşürdüğü çocuklarını simgelemekte. Yanyana oturan Frida’lar damar yoluyla IŞIL SU KESKİN birbirlerine bağlılar. Fakat kalpleri oldukça farklı İNOVATİF HAREKET PLATFORMU PLANLAMA Meksikalı Frida’nın büyük ve bütün kalbinin VE ORGANİZASYON EKİBİ sebebi onun Diego’nun sevdiği Frida olması. ÜYESİ Fakat beyaz elbiseli Frida’nın kalbi daha küçük ve kesiklerle dolu, bu kalp terkedilmiş bir Frida’ya ait Diego’nun terk ettiği Frida’ya… Arka plana baktığımızda ise gökyüzünün oldukça karanlık bulutlar ile dolu olduğunu görüyoruz. Bu fırtınalı gökyüzü Frida’nın iç kargaşasını yansıtıyor.

SANAT VE ZANAAT Sanat ve zanaat…Kulağa birbirine çok yakın HİKMET CAN kavramlar gibi KARADAYI İNOVATİF HAREKET gelseler de aslında bana göre birbirinden gayet PLATFORMU HALKLA uzak kavramlar. İsterseniz İLİŞKİLER EKİBİ ÜYESİ öncelikle sanat ve zanaatin Türk Dil Kurumu’na göre tanımlarını inceleyerek başlayalım. sanat Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık. zanaat İnsanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren iş, sınaat. El ustalığı isteyen işler. Tanımlarından da anlaşılabileceği üzere sanat maneviyata dokunurken,zanaat ise maddiyata dokunur. Sanat ve zanaat kavramlarını benzerlik ve farklılık yönünden maddelere ayırmak gerekirse karşımıza şöyle bir görüntü çıkıyor: benzerlikleri -Sanat ve zanaatin malzemesi ortak olabilir. Bir heykeltıraşla duvar ustası benzer maddelerle uğraşır. -Sanat da zanaat da kendi anlayışlarına göre bir biçim peşindedir ve eserlerini buna göre tasarlarlar. -Sanat da zanaat da kendine göre bir ustalık gerektiren işlerdir. farklılıkları -Zanaat maddi bir beklentiden dolayı doğmuştur fakat sanat maneviyatı doyurmak dışında bir beklentiye sahip değildir. -Sanat özgündür ve yapılan bir sanat eserinin aynısı bir daha üretilemez fakat zanaat için özgünlük gibi bir durum söz konusu değildir. -Sanatçı doğuştan yeteneklidir fakat zanaat için belli başlı eğitimlerin tamamlanması gerekir. -Sanat estetik haz peşindedir fakat zanaat toplumun ihtiyaçlarını karşılamak peşindedir.

Sanat geçmişten günümüze insanlık tarihinin en önemli yapı taşlarından birini oluşturmuştur. İnsanlığın duygularını ortaya koyan en büyük araçtır. İnsanoğlunun hislerinin dışavurumudur. Sanat; resim, müzik, edebiyat, mimari gibi onlarca dala ayrılmıştır. Mimari, tarihin tozlu sayfalarından bu yana toplumları ve kültürleri tanımamıza yardımcı olan sanat dalıdır. Her bir yapı taşına anlamlar yüklenerek oluşturulmuş sanat eserleri kimi zaman dini kimi zaman öğreti için kullanılmış ve geçmişle bağ kurarak medeniyetleri tanımamızı kolaylaştırmıştır. Örneğin günümüzde Türkiye Kara Sınırları içerisinde,Şanlıurfa Örencik Köyü yakınlarında yer alan Göbeklitepe milattan önce 10. Yüzyılda inşa edilmiş ilk dini eser olarak kayıtlara geçmiştir.Mimari alanda MÖ. Yüzyıllara dayanan çok fazla eserin günümüze ulaşmaması ile birlikte geçmişin izleri üzerinde hala araştırmalar yapılarak arkeolojik kazı çalışmaları ile gün yüzüne çıkartılan eserlere rastlanmaktadır DOĞU VE BATI MİMARİSİ ARASINDAKİ FARKLAR DDoğu Mimarisi çok geniş bir coğrafyada incelenmektedir. Bilinen ilk doğu medeniyetleri ve devletleri ile birlikte kalıcı eserler inşa edilmeye başlamış ve bu Oeserlerin bir kısmı günümüze ulaşmıştır. Orta Doğu'da yaşayan ilk uygarlıklar olan ĞÇin ve Türk uygarlıkları aradındaki sürekli gerçekleşen savaşlar mimari alanını da etkilemiştir. Çin Seddi, Beyaz Piramitler, Orhun Abideleri günümüze ulaşmış en çok Udikkat çeken yapıtlardan bazılarıdır. Bu eserler Orta Doğu'da yaşamış uygarlıkların yaşam şekillerden izler barındırmaktadır. İslam Dini'nin ortaya çıkışı ile birlikte dinin etkileri mimari alanında da görülmeye başlanmıştır. İslam'ın doğuşu ve yayılışı yeni Mcami ve medreselerin imarına, kervansaray, bedesten, çarşı gibi eserlerin ortaya çıkmasında öncülük etmiştir. Türk-İslam İKültürü ile birlikte Anadolu ve Avrupa'daki kalıcı eserlere imza atılmıştır. Bu eserlerin Mbaşlıcaları Topkapı Sarayı, Selimiye Cami, Kapalı Çarşı, Mostar Köprüsü ve Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ebedi Auykuda olduğu Anıtkabir'dir. Doğu Mimarisi'nin altın çağını yaşadığı dönem olan Osmanlı döneminde yüzlerce eşi benzeri olmayan eser ortaya çıkmıştır. Lale Devri ile ROsmanlı Devleti'nde başlayan Avrupai tarzda yenilikler mimari alanını derinden İetkilemiş Barok ve Rokoko tarzı eserler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yıldız Sarayı, Dolmabahçe Sarayı bu mimarinin önemli eserleri arasındadır. Verilen bir çok mimari Seserin hayır işlemek için yapılması ve yaptırılması Doğu Mimari'sinin en önemli özelliklerindendir. İ

B İlk kültür ve medeniyetlerden itibaren Batı uygarlıkları denizcilik gibi faaliyetlerle uğramıştır. Bu uygarlıklarda özgür düşünce ortamının doğuşu ile felsefenin ilk adımları A atılmıştır. Felsefenin sistematikleştirilmesi ile birlikte Batı medeniyeti Antik Yunan medeniyeti itibsri ile felsefi eserler ve oluşumlar ortaya koymaya başlamıştır. Sosyal alanlarda T kendini geliştiren batı medeniyeti tiyatro alanında ustalaşmış ve bu durum minari eserlere yansımıştır. Yunan medeniyetinin en eski kalıntılarından biri olan Türkiye Kara I Sınırları içerisinde İzmir Efes Panayır Dağı eteklerinde yer alan Efes Antik Tiyatrosudur. Felsefenin her alana yansıdığı ilkçağda batı medeniyetleri bir çok mimari eser inşa etmiştir. Roma İmparatorluğu döneminde özellikle İstanbul'da bir çok önemli mimari eser ortaya çıkmıştır. Roma M İmparatorluğu'nun imar ettiği mimari eserlerin başlıcaları Ayasofya Müzesi, Aya Elenia Kilisesi, Alahan Manastırı, Ioannes Studios Kilisesi'dir. 1453 yılında Osmanlı Padişahı İ Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilen İstanbul ile Doğu Roma İmparatorluğuna son verilmiş ve ilkçağ M kapanarak ortaçağ başlamıştır. Ortaçağ Avrupası kilise baskısı ile yaşamaya başlamış ve kilisenin izin vermediği hiçbir şeyr müdahale edilememiştir. A Bu dönemde dinin mimari üzerindeki etkisi son derece artmış ve Papalık onlarca önemli kilise inşa ettirmiştir. Martin Luther ile başlayan reform hareketi ile rönesans hareketi de R burjuvazi tarafından desteklenmiş ve yeniden doğuş dönemi başlamıştır. Rönesans ile birlikte burjuva sınıfı sanata çok önem vermiş ve bu dönemde Rönesans mimarlığın ilk İ temsilcisi, yarım kalmış bir Gotik Dönem yapısı olan Floransa Katedrali’nin kubbesini tamamlayan F. Brunellesci S bu dönemin en önrmli mimarlarındandır. Yeni sanat akımlarının doğuşu ile birlikte Barok ve Rokoko tarzı eserler ortaya çıkmaya başlamıştır. Madrid Kraliyet Sarayı, İ Rezidans Würzburg, Versay Sarayı, Trevi Çeşmesi, St Paul Katedrali, Zwinger Sarayı, Karl Kilisesi, Hotel de Matignon, Wies Kilisesi Sunağı, Residenz Sarayı gibi onlarca önemli yapıt inşaa edilmiştir. GİZEM BALIKÇİN İNOVATİF HAREKET PLATFORMU GENEL BAŞKANI

CELİLE HANIM Bir dedesi Konstantin Borzecki, Polonya’nın işgali ile başlayan ayaklanmaya katıldıktan sonra on üç yaşında ülkesinden Osmanlı’ya sığınıp Mustafa Celaleddin ismini alır. Diğer dedesi Ludwig Karl Friedrich Detroit, on iki yaşında Almanya’da büyüdüğü yetim haneden kaçıp Hamburg’dan bir gemi ile İstanbul’a giriş yapar. Gemi, Kız Kulesi yakınlarından geçerken Karl denize atlar ve yakalanarak Osmanlı’nın önde gelen devlet adamlarından Mehmed Ali Paşa’nın yanına götürülür. Mehmed Ali Paşa çocuğu öyle sever ki, Almanların geri istemelerine karşın çocuğu göndermek istemez ve “artık benim oğlumsun” diyerek ona Mehmed Ali ismini verir. Mustafa Celaleddin Paşa’nın oğlu Hasan Enver Paşa ile Mehmed Ali Paşa’nın kızı Leyla Hanım’ın evliliklerinden 1880 yılında doğar Celile Hanım. Evde özel öğrenim görerek yetiştirildi. Babası Sultan Abdülhamit’in yaveri olduğu sırada saray ressamı Fausto Zonaro’dan ders alma fırsatı bulmuştur. Osmanlı’nın ilk nü ressamıdır ve ilk kadın ressamlarımızdandır. Döneminin kadın ressamları gibi portreler üstüne yoğunlaştı, pastel renklerin hakim-olduğu resimler yaptı daha çok dost ve akrabalarını resmetti. Hamamda çıplak en çok kullandığı konulardan birisiydi. Üretken bir kadın olduğundan yaptığı resimleri dağıtmayı severdi.Özellikle hamam resimlerine çok talep vardı. Ancak, hamam resimlerini verirken bir koşul öne sürerdi Celile Hanım:” Bunu yatak odasına değil salona asın lütfen”.

Resimleri kadar güzelliğiyle de İstanbul sosyetesinin gözdesi haline gelir Celile Hanım.1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendi ve Celile Hikmet adını aldı. Bu evlilikten bir kız, iki erkek çocuğu oldu. İlk çocukları Türk şiirinin en önemli isimlerinden biri olacak olan Nazım, 1901 yılında Selanik’te dünyaya gelir. İkinci çocuğu kuş palazından ölür,1905 yılında da Samiye adında bir kız çocuğu dünyaya gelir. Aradan geçen yıllar ilişkilerini yıpratır. Şiddetli geçimsizlik nedeniyle Hikmet Bey’den ayrılmaya karar verir. Hikmet Bey’den ayrılmak üzere olduğu vakitlerdir… Yahya Kemal , dönemin saygın şairlerindendir. Bahriye Mektebi’nde aralarında Nâzım Hikmet ve Necip Fazıl’ın da bulunduğu bir grubun şiir hocalığını yapmaktadır. Celile Hanım’ın evine, Nâzım’a ders vermek üzere gidip gelmeye başlar. Derslerden sonra sanat üzerine uzun konuşmalar yaparlar Celile Hanım’la. Derken, yeni bir aşk başlar. Evli, iki çocuk annesi ressam Celile ve ondan yaşça küçük, şair Yahya Kemal. Celile Hanım gönlünü çoktan kaptırmıştır. Zaten geçimsizlikler yaşadığı evliliğini daha fazla uzatmaz ve boşanma kararı ile bir adım daha atar Yahya Kemal’e. Yahya Kemal ise deliler gibi âşık olmasına rağmen hayatı boyunca evlilikten korkmuş bir adamdır. Bu korkusunun Nâzım’la olan münasebetiyle ilgisi vardır elbette… Annesi ile hocası arasındaki etkileşimin farkına varır Nâzım. Yahya Kemal’i annesinin babasından boşanma sebebi olarak görür. O yaşta bir genç için başka bir adamı kabullenmesi güçtür. Kıskanır ve öfke duyar. Bu aşkın dedikoduları gün geçtikçe artar. Nazım dayanamaz ve hocasının cebine bir not iliştirir:” Hocam olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz.” Yahya Kemal vazgeçemez Celile’den fakat adım da atmaz. Oysa Celile ,Yahya Kemal ile evlenmek ister ve bunu dile de getirir, Yahya Kemal’in dostu Yakup Kadri’ye “bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim, sonra herkes bana ne der.” demiştir Ama içten içe sevmeye devam eder Celile’yi. Celile evlenme teklifi beklerken, Yahya Kemal’den bir veda mektubu gelir.

Yollardakalan gözlerimin nûrunu yordum. Kimdir o,nasıldır diye rüzgârlara sordum, Hulyâmı tutan bir büyü var onda diyordum. Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı. Bunun Üzerine Celile Hanım Paris’e resim eğitimi almaya gider, resme odaklanır. Celile Hanım’ın gemiyle uzaklaşışını izleyen Yahya Kemal, ölüm üzerine şu dizeleri yazar; Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Döndüğünde çeşitli karma sergilere katıldı, kişisel sergiler açtı. Ondan fazla sergi açtığı bilinmektedir. İbrahim Bey adında bir kaymakamla kısa süren bir evlilik yaptığı bilinmektedir. Soyadı Kanunu’ndan sonra “uğurladım” soyadını aldı. Aradan yıllar geçer, Nâzım büyük bir şair olmuştur ve görüşleri sebebiyle tutukludur. Artık yaşlanmıştır Celile Hanım, güzelliğinden geriye artık iyi göremeyen ela gözleri kalmıştır… Oğlu Nâzım açlık grevine başlar ve en büyük desteği Celile Hanım verir. 1950 yılında Nazım genel afla hapisten çıkar. Son yıllarda gözleri iyi görememesine rağmen üst üste gözlük takarak resim yapmaya devam eder. 1956’da Ankara’da vefat eder. \"Kalb m n takat yok, hem ALİHAN AYDOĞDU bu duyuş çok sürecek… İNOVATİF HAREKET Macera başlamadan ben PLATFORMU HALKLA buradan ayrılayım.\" İLİŞKİLER EKİBİ ÜYESİ

TEŞEKKÜR TASARIM: SUDENAZ ERİNAN GAZETE MODERATÖRLÜĞÜ: SILA ÇELENOĞLU


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook