Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore akif dut (7)

akif dut (7)

Published by Nilufer Koleri, 2022-05-26 09:06:22

Description: akif dut (7)

Search

Read the Text Version

eflatun Bilim Kültür ve Sanat Dergisi Elbistan Fen Lisesi

İçindekiler 21 TARİFSİZ RÜYAYI YAŞAMAK Ölçümün elbette bir diyagram üzerinde yapılması ama açı cinsinden ifade edilmesi gerekir 27 DENİZİN ÖTESİNDE BİR YER Güneş'in gün doğumu veya gün batımı anında bulunduğu nokta, gün doğumu veya gün batımının yönünü gösterir. 35 KAYBOLMAK ÜZERİNE Ölçümün elbette bir diyagram üzerinde yapılması ama açı cinsinden ifade edilmesi gerekir 38 SINIRI GEÇMEK Gezegenden bakıldığında, gezegenin etrafında yılda bir kez geriye doğru dönüyormuş gibi görünür. 47 İHTİŞAMIN EŞİĞİNDE Güneş'in gökyüzündeki konumu, zaman ve Dünya yüzeyindeki gözlemcinin coğrafi koordinatlarının bir fonksiyonudur.

KAYMAKAM YAZISI hftujth ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

MÜDÜR YAZISI gergf ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

CANLILARIN AV-AVCI ETKİLEŞİMLERİ Avlanma(predasyon) avcının avını öldürerek yediği bir ilişki türüdür. Avlanma deyince aklımıza aslanın antilobu öldürmesi gelse de aslında insanların bitki ve hayvanları besin olarak tüketmesi de gelmelidir. Avcıların geliştirmiş olduğu adaptasyonlar avlarını yakalamada kolaylık sağlar. Besinlerini yakalamak ve kontrol edebilmek için keskin duyular, kesici dişler, pençe, iğne, zehir gibi adaptasyonlar kullanırlar. Av olan türler de avcıdan korunmak için saklanma, uçma, sürüyle dolaşma gibi davranışlarda bulunabilirler. Ayrıca av olan türler farklı savunma adaptasyonları da geliştirmiştir. Kriptik Renklenme(kamuflaj) Avın görünmesini zorlaştırır. Kanyon ağaç kurbağası (Hyla arenicolor) kamufle olmak için doğal habitatlarındaki toprak veya kaya rengiyle uyum gösterirler. Hyla Arenicolor (Kanyon ağaç kurbağası) Mekanik ve kimyasal savunmalar, kirpi ve kokarca gibi türleri korur. Deniz salyangozları (Chromodoris sp.) koruyucu kabukları olmayan yumuşakçalardır ancak hidrozoan avlarından elde ettikleri batıcı nematositlere sahip olmaları ve renk değişimleriyle avcıları için uyarıcı özellik taşırlar. Chromodoris sp. (Deniz salyangozu) Bazı türler toksin(zehir) sentezlerken bazıları da yedikleri bitkilerden aldıkları toksinleri depolar. İpekotu bitkileri toksiktir ve bu toksik kimyasalları vücutlarında toplayabilen kral kelebeği (Danaus plexippus)larvaları, ipekotu böcekleri ve bazı afitler gibi birçok böcek türü bu bitkilerle beslenir. Danaus plexippus (Kral kelebeği larvası) Aposematizm, bazı avların çekici ve parlak renklerle avcıları kaçıracak farklı sinyaller yaymasıdır. Orta ve Güney amerika’nın kırmızı sırtlı zehirli kurbağaları(Dendrobates reticulatus) aposematik renklenme gösteren türlere örnektir. Dendrobates reticulatus (Kırmızı sırtlı zehirli kurba Mimikri bir türün diğer türe benzer özellikler geliştirerek taklit etmesidir. Bates mimikrisinde lezzetli ya da zararsız türler nahoş ya da zararlı türleri taklit ederler. Şahin güvesi(Hemeoplanes ornatus) larvası rahatsız edildiğinde küçük zehirli bir yılanın(Yeşil papağan yılanı) başına benzer şekilde baş ve göğsünü şişirir. Hemeoplanes ornatus (Şahin güvesi larvası) ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Kripsis(kamuflaj) çoğu avın avcıdan korunmak için saklanmak için bulunduğu ortamın renk ve desenine uyumudur.Gri ağaç kurbağası(Hyla versicolor) bulunduğu zemindeki arka plan rengine uyum sağlamak için renk değiştirir. Hyla versicolor (Gri ağaç kurbağası) Homotipi, avcıların avının yenilmeyen bir nesne olduğunu düşünmesini sağlayan bir kamuflajdır. Ölü yaprak kelebekleri(Kallima inachus) ölü yaprakların üzerinde oluşan çürüme kaynaklı lekelere, kırlangıç kuyruk (Papilio machaon) larvaları kuş dışkılarına benzerler. Kallima inachus (Ölü yaprak kelebeği) Papilio machaon(Kırlangıç kuyruk kelebeği larvası) Müller mimikrisinde tadı beğenilmeyen iki ya da daha fazla tür birbirlerine benzerlik gösterir. Ortak bir renk deseninde birleşerek bu desenin avcılara karşı güçlü bir sinyal vermesi özelliğinden faydalanırlar. Zehirli çarkıfelek çiçeği bitkileriyle beslenen ve zehirleri vücutlarında toplayan Neotropik zebra kelebeklerinin çoğu(Heliconius); yaban arısı(Nomada), reçel sineği(Episyrphus balteatus), eşekarısı(Vespula vulgaris) aynı uyarıcı renkler gösteren Müller mimikrisi örnekleridir. Heliconius sp.(Zebra kelebekleri) Nomada(Yaban arısı) Episyrphus balteatus(Reçel sineği) Vespula vulgaris(Eşek arısı) Gamze YALGIN Biyoloji Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

EVRENİMİZ VE BİLİNMEYENLERİ Evrenin nasıl var olduğu bütün insanlık için hala gizemini korusa da bilim insanlarının bu konudaki en geçerli teorisi büyük patlama (big bang) teorisidir. Teoriye göre küçük ve yoğun bir evrede bir patlama ile temel parçacıklar bir çorba halinde oluşmuş bu temel parçacıklar alan kuvvetlerinin etkisinde günümüz galaksileri gezegenleri yıldızları meydana getirmiştir. Tabi ki bu teori içinde birçok bilinmeyeni barındırır. Albert Einstein evrenin oluşumu ile ilgili çalışmalara katkıda bulunmak istemiş, teorik olarak hesaplamalar yapmış, evrenin statik yani durgun olduğunu bir hipotezle var saysa da başarılı olamamıştır. Büyük patlama teorisinin kanıtlanması için veri toplayan WMAP uydusu evren tarihinin çok geçmişinden gelen enerji ışıması olan mikrodalga ışımasını keşfedip, büyük patlama teorisinin kesin biçimde evreni tanımlayan bir teori olduğunu kanıtlamıştır. Kozmik arka plan ışıması evrenin en uzak noktalarından yani büyük patlama anından geldiği düşünülen elektromanyetik ışımalardır. Bu ışımayı birçok astronom ve fizikçi büyük patlamanın en büyük kanıtı olarak kabul etmektedir. Kelebek nebulası Gezegenimsi bulutsu Bu teorilerle birlikte genel kanı evrenin giderek sıcaklığının düştüğü idi. Fakat Ohio Eyalet Üniversitesi'nden Yi-Kun Chiang evrenin genişlemesi sırasında kütleçekim alanının madde ve gazı bir araya getirerek galaksileri ve galaksi kümelerini oluşturmaya devam ettiğini araştırmaları doğrultusunda ortaya koydu. Kütleçekim alanının etkisinde hızlanan maddeler birbirine çekerken aynı zamanda ısınıyorlardı. Bu durum genel kanının aksine evrenin sıcaklığının bir süre daha artacağı idi. Peki bu süreç daha ne kadar devam edecek? Bu gözlemleri yapmak bilim insanları için yıllar alacak olsa da kozmoloji yani evren bilimi hala çok bilinmeyenli bir denklemdir. İlknur KARTAL Fizik Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

BEYNİMİZİN YARISIYLA YAŞAYABİLİR MİYİZ? Tom Stafford BBC Future 18 Aralık 2014 Beyninin bir kısmı olmadığı halde normal yaşamını sürdüren uç örnekler var. Tom Stafford bunun nasıl mümkün olabildiğini açıklıyor. Beynimizin ne kadarına gerçekten ihtiyaç duyuyoruz? Beyninin bir kısmı olmayan ya da hasara uğramış olan insanlarla ilgili haberler son zamanlarda medyada birkaç kez yer aldı. Bu vakalar beynin nasıl çalıştığını tam olarak anlamadığımız gibi onu yanlış ele alıyor olabileceğimizi de gösteriyor. Birkaç ay önce, bir kadının beyninin arka kısmındaki beyincik bölgesinin olmadığına dair bir haber çıktı. Yani bu kısım hasar görmüş değildi, hiç yoktu. Bazı tahminlere göre toplam beyin hücrelerimizin yarısı beyincikte bulunuyor. Ama 24 yaşındaki bu kadın normal bir yaşam sürüyordu. Eğitimini tamamlamış, evlenmiş ve normal bir hamileliğin ardından bir çocuk sahibi olmuştu. Ama bu durumun kadın üzerinde tümüyle etkisi yok denemezdi. Ömrü boyunca tereddütlü, hantal hareket etmişti. Ama asıl şaşırtıcı olanı, beyninin bir kısmı olmayıp da hareket edebilmesiydi. Bu olay beyin konusunda bilimin içinde bulunduğu acıklı durumu gösteriyor. Beyincik gibi bazı önemli bölgelerin işlevi konusunda bile fikir ayrılıkları var hala. Bu tür vakalar ortaya çıktığında beyin hakkındaki cehaletimiz de gün yüzüne çıkıyor. Hastanelerdeki beyin taramaları, beyin yapısının kişiden kişiye farklılık gösterebildiğini ortaya koyuyor. Bu farklılıkların, yakından gözlendiğinde davranışlarımız üzerinde etkili olduğunu görmek de mümkün olabilir.Beyinciği olmayan kadın vakası, beyinle ilgili basit bir şemanın bulunmadığını gösteriyor. Beyni, görme bölgesi, açlık ya da sevgi hissi bölgesi gibi bölümlere ayırarak basitleştirmek cazip gelse de aslında beyinde böyle bölgeler yoktur. Çünkü o, her işlevden sadece bir bölgenin sorumlu olduğu teknolojik bir aygıt değildir. Beyninde şeritle yaşamak Bir başka vaka ise bir süredir beyninde şerit paraziti ile yaşayan bir adamla ilgili. Dört yıldan beri beyne yuvalanmış olan bu şerit, epilepsi krizlerine benzer nöbetlere, hafıza sorunlarına ve ilginç koku duyumlarına yol açmış. Aslında beyinde canlı bir varlığa rağmen az denebilecek yan etkiler bunlar. Beyin gelişmiş bir teknolojik aygıt olsaydı işlemeye devam etmesi mümkün olmazdı. Beynin dayanıklılığının nedenlerinden biri onun ‘esnek’ olması, bulunduğu ortama uyum sağlama özelliği. Bir başka neden ise Nobel Ödülü sahibi nörolog Gerald Edelman tarafından geliştirilen bir konseptle ilgili olabilir. Edelman biyolojik fonksiyonların çok sayıda yapı tarafından desteklendiğini fark etmişti; örneğin bir tek fiziksel özelliğin birçok genin kodlaması sonucu olması gibi. Böylece bir tek genin ortadan kalkması o özelliğin ortaya çıkmasını engelleyemiyor. Bir Fonksiyon, Birçok Bölge Aynı şey beyin için de geçerli. Beynimizin tek tek fonksiyonları belli bölgelerde toplanmış olmayıp birçok bölgenin desteğiyle gerçekleşiyor; bunların işleyişi benzer olsa da küçük farklılıklar da içeriyor. Bir tarafta meydana gelen aksaklık diğer bölgeler tarafından telafi ediliyor. Beynin işleyişini inceleyen bilişsel nörologların beyindeki farklı bölgelerin ne iş yaptığını tespit etmeye çalışırken karşılaştığı sorun da bu işte. Bir bölgeye sadece bir fonksiyonu atfederseniz yanlış sonuçlara varırsınız. Beyincik tek tek özel hareketleri kontrol eden bölge olarak biliniyor. Fakat bazal gangliya ve motor korteksi adı verilen bölümler de vücut hareketlerimizle yakından ilgilidir. Hepsi de aynı şeye katkıda bulunduğunda her bir bölgenin tam olarak işlevini belirlemeye çalışmak yanlış bir yaklaşım olur. Hafıza da çok sayıda beyin sistemlerinin kontrolünde olan temel bir biyolojik fonksiyon. Daha önce bir kez gördüğünüz birine rastladığınızda o kişinin iyi biri olduğunu ya da yaptıkları iyi bir şeyi hatırlıyor olabilir, ya da sizde iyi duygular uyandırdığını düşünebilirsiniz. Bunların tümü o kişiye güvenebileceğinizi farklı şekillerde size hatırlatan hafıza biçimleridir. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

HAFIZANIN SINIRI VAR MI? Adam Hadhazy BBC Future 9 Nisan 2015 Hafıza kartı dolduğunda daha fazla fotoğraf kaydedemeyen dijital fotoğraf makinelerinin tersine insan beyninin kaydetme kapasitesi hiç azalmıyor gibidir. Fakat insan beyninin sınırsız kaydetme yeteneğini algılamak zordur. Nörologlar uzun süre beynin kapasitesini ölçmeye çalıştı. Ancak hafızasıyla inanılmaz şeyler başaran insanların bilişsel becerileri şaşırtıcı sonuçlar sunuyor. Çoğumuz bir telefon numarasını bile ezberlemekte zorluk çekeriz, kaldı ki binlerce rakamlı bir sayıyı hatırlayalım. Fakat 24 yaşındaki üniversite öğrencisi Çinli Çao Lu, 2005’te pi sayısının 67.980 rakamını ezberleyerek dünya rekoru kırmıştı. Bazı dahiler ise isimlerden, tarihlere, en ince detaylı karmaşık görsel bilgilere kadar her şeyi akılda tutabiliyor. Nadiren sağlıklı insanların bir kazadan sonra bu hale gelmesi de söz konusu olabiliyor. 10 yaşındaki Orlando Serrell, beysbol sopasıyla kafasının sol tarafına aldığı darbenin ardından sayısız araba plakası ezberlemeye, onlarca yıl öncesine ait bir tarihin hangi güne denk düştüğünü söylemeye başlamıştı. Peki nasıl oluyor da bu insanlar ortalama bir beynin hafıza kapasitesini bu kadar aşabiliyor? Bu olgular insan beyninin gerçek kapasitesine dair ne anlatıyor? Beyni Eğitmek Hafıza kapasitemiz beynin fizyolojik yapısına bağlıdır. Beyin 100 milyar sinir hücresinden (nöron) oluşur. Bunlardan sadece bir milyarı uzun dönemli hafızada rol oynar; bunlara piramidal hücreler denir. Bir nöronun bir birim hafızaya denk düştüğünü varsayarsak beynimizin tümüyle dolmuş olması gerekirdi. Psikoloji profesörü Paul Reber, nöron sayısı kadar hafızanın büyük bir kapasite olmadığını ve hemen dolacağını ifade ediyor. Bu nedenle araştırmacılar hafızanın nöronlar arasındaki bağlantılarda oluştuğuna inanıyor. Her nörondan çıkan ağ şeklindeki bağlantılar binlerce başka sinir hücresine ulaşıyor. Reber bu şekilde hafıza kapasitesinin büyük bir artış gösterdiğine, “tonlarca alan” açtığına işaret ediyor. O halde olağanüstü hafıza kapasitesi olan insanların beyinleri de mi olağanüstü? Hayır. Pi sayısını ezberleyen Lu gibi insanlar normal olduklarını, sadece seçili bilgileri hatırlama konusunda beyinlerini eğittiklerini ifade ediyor. Hafıza Sarayı ABD Hafıza Şampiyonu Nelson Dellis, bu konuya eğilim göstermeden önce çok kötü bir hafızası olduğunu, ancak pratik yoluyla durumun değiştiğini söylüyor. “Birkaç haftalık eğitimin ardından, normal insana imkansız gelen bir şey yapmaya başlıyorsunuz. Oysa hepimizde var bu yetenek,” diyor. Dellis yıllar önce beyin jimnastiğine başladığında bir deste oyun kağıdının sırasını ezberlemek 20 dakikasını almıştı. Bugünse bu işi 30 saniyede yapıyor. Fakat bunun için günde beş saat hafıza alıştırmaları yapıyor. Dellis’in kullandığı sınanmış yöntemlerden biri “hafıza sarayı” inşa etmek. Bunun için çok iyi bildiği bir yapıyı kafasında canlandırıyor. Hatırlamak istediği şeyleri birer görüntü olarak düşünüp hayalindeki kapının yanındaki masaya diziyor. Sonra mutfak masasına geçiyor vs. “Hayalinizde o yapıya girip oraya bıraktığınız görüntüleri ezberlediğiniz şeyler olarak dile getiriyorsunuz,” diyor. Pi sayısı ezbercileri de “hafıza sarayı” ya da bir sayı dizisini hikayenin bir cümlesine dönüştürme gibi benzer yöntemler kullanıyor. Bağlantılı Düşünme Bu hafıza stratejilerinin yaygın başarı göstermesi, aklına koyarsa herkesin bunu yapabileceği fikrini geliştiriyor. Fakat beyin jimnastiğine bu kadar uzun zaman ayırmadan yapılabilir mi bu? Sydney Üniversitesi’nden Allen Snyder bunu hedefliyor. Doğru teknoloji ile “içimizdeki bilgini” ortaya çıkarmanın mümkün olduğunu söylüyor. Snyder’e göre insan beyni önemsiz küçük ayrıntılarla değil, bağlantılı düşünme yoluyla hareket ediyor. “Bütünü oluşturan parçaların değil, o bütünün farkındayız,” diyor. Örneğin bir deneyde deneklerden otomobil parçalarından oluşan bir alışveriş listesini ezberlemelerini istemiş, onlara otomobil kelimesinden hiç söz etmemiş olmakla birlikte tümü de ona “otomobil” kelimesini zikretmişti. “Parçaları birleştirip bütünü oluşturdular,” diye açıklıyor Snyder bu durumu. Yani duyularımızın beyne ilettiği birçok veri aslında bilince çıkmıyor. Fakat üstün zekalı insanlarda bu üst düzey bağlantılı düşünme yanı devreye girmez; böylece sayısız ayrıntıyı hatırlarlar. Örneğin alışveriş listesini hatırlarken tek tek lambaları, silecekleri, ön camı vs. hatırlarlar; bunlardan yola çıkarak hemen otomobil bağlantısına sarılmazlar. Veri İndirme Hızı Kafasının sol tarafına aldığı sopa darbesiyle değişime uğrayan Serrel örneğinden yola çıkan Snyder, bu şekilde sayısız bilgiyi hatırlamada beynin hangi bölgesinin işlev gördüğünü bulmaya çalıştı. Sol kulağın üzerindeki ön şakak lobu buna adaydı. Otizmde ve üstün zekalılık sendromunda, sonradan ortaya çıkan sanatsal becerilere sahip demans hastalarında bu bölgenin işlevsizleşmesi söz konusuydu. Snyder deneklerin beyninde bu bölgedeki nöral aktiviteyi geçici olarak engellediğinde çizim, sayma ve yanlışları bulma becerilerinde artış görüldüğünü kaydediyor. Bazı araştırmacılar bu verilere kuşkuyla yaklaşsa da beynin stimüle edilmesi konusuna ilgi giderek artıyor. Nortwestern Üniversitesi’nden Reber beyinle ilgili şu benzetmeyi yapıyor: “İnsan hafızasının sınırı bilgisayarın sabit disk kapasitesiyle değil, veri indirme hızıyla ilgilidir. Sorun beynin dolması değildir; ona gelen bilgi hızının hafıza sisteminin kaydetme hızından çok daha fazla olmasındadır.” ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ANTİMON Periyodik tabloda Sb olarak adlandırılan ve atom numarası 51 olan metalik bir elementtir. Eski tarihlerden beri bilindiği üzere, zehirli bir yarı metal olan antimon parlak gümüş beyazı bir renge sahiptir. Bilinen Kullanım Alanları; Antimon çeşitli sektörde, birçok ürünün üretiminde ham madde görevi görür. Bunlardan bazıları; Tıpta balgam söktürücü ve kusturucu ilaçlarda kullanılırken, elementin bazı bileşikleri tropikal rahatsızlıkların tedavisinde kullanılır. Özellikle ateşe dayanaklılığından dolayı tekstil, kimya gibi sanayilerde alev yavaşlatıcı olarak kullanımı yaygındır. Cam ve seramik endüstrisinde renklendirici olarak kullanılırken, teneke ile karışımı ile sürahi ve tabak üretilir. Patlayıcı madde ve silah üretiminde de kullanılır. Peki Geçmişte Neler Olmuş? Gözlere sürme çekmek için kullanılmış! Eskiden beri hem metal hem de sülfür olarak bilinen Antimonu mısırlı kadınlar gözlerini ve kaşlarını güzelleştirmek adına sürme/rastık olarak kullanırlarmış. Eski Ahit'e göre Kraliçe Jezebel'de doğal oluşan antimon sülfitini gözleri güzelleşsin diye kullanırmış. Çin’in Guizhou kentinde 1930'larda antimon bozuk para yapımında kullanılmıştır. Mozart'ın yüksek ateşle baş etmek için Antimon, güçlü bir müshil hapı olarak antimon kullandığı bilinmektedir. kullanılmıştır. Mozart'ı bilenler bilir kendisi bir Laksatif özellikleri dolayısıyla, son hipokondriyaktı (hastalık hastası). derece etkili bir hap olduğunu Bilinene göre yüksek ateşle başa söyleyebiliriz. Bunun yanında çok çıkabilmek için aşırı miktarda aldığı değerli olması ve bağırsakta antimon yüzünden öldüğü çözünememesi sebebiyle, tekrar düşünülmüştür. kullanım için dışkılarını eşelerlermiş. Newton zamanının büyük kısmını antimonla uğraşarak geçirmiş. Simyacılıklarıyla meşhur olan ortaçağ rahipleri antimonu hermafrodit olarak tasavvur etmişlerdir. Hermafrodit, erdişi (hem erkek hem de dişi üreme organlarına sahip canlı) anlamına gelmektedir. Fakat sonradan dişil özellikler baskın olmuş olacak ki, antimonun simyadaki simgesi dişilik sembolü olmuştur. Nurgül ÖZCAN Kimya Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

HAYATIMIZDA BİLİM Hepimiz eğitim hayatında birçok yasa, kanun, ilke, prensip öğrenmişizdir. Birçoğumuz şu soruyu sormuştur:” İyi de hocam şimdi bu bizim ne işimize yarayacak, nerde kullanacağız biz bunu ?” İşte bu yazıda öğrendiğimiz bilimsel ilkelerin aslında hayatla iç içe olduğuna ve günlük hayatta sık sık karşımıza çıktığına el atacağız. Bazı bilimsel ilkelerin günlük hayatta uygulamalarını örneklerle açıklayacağız. Fizik Bilmek Ya Da Bilmemek İşte Bütün Mesela Bu *Fizik dersinden aşina olduğumuz Bernoulli İlkesine bir göz atalım Akışkanlar dinamiğinde Bernoulli prensibi, sürtünmesiz bir akış boyunca, hızda gerçekleşen bir artışın aynı anda ya basınçta ya da akışkanın potansiyel enerjisinde azalmaya neden olduğunu ifade eder. Bernoulli prensibi, adını Hollanda-İsviçre kökenli matematikçi Daniel Bernoulli'den almıştır. Bernoulli bu prensibini 1738 yılında Hydrodynamica adlı kitabında yayınlamıştır. (Sıvının hızı V, sıvının basıncı P, sıvının ince borularda oluşturduğu yükseklik H dır.) Bernoulli bu özelliği, ilk olarak farklı çaplardaki borulardan geçen suyu gözlemleyerek araştırmıştır Belli bir uzunluktaki borudan belli bir süre içinde geçen suyun miktarı borunun daralıp genişlemesiyle değişmez. Sadece, dar yerlerde daha az içsel baskıyla daha hızlı hareket eder. Bu prensip uçaklarda, yelkenlilerde, helikopterlerde, falsolu atışta da karşımıza çıkar. Uçağın ileri doğru olan hareketi, motorun etkisine ve Newton’un her etki için ona eşit ve zıt yönlü bir tepki olduğu yönündeki yasasına bağlıdır. Ama uçak yerden nasıl havalanır ve havada kalır? Bu durum kaldırma kuvvetine bağlıdır ve kanatlar kilit önemdedir. V3 > V2 > V1 P1 > P2 > P3 H1 > H2 > H3 Uçak kanatlarının normal tasarımında üst kısımlar kavisli olur. Bu da havanın yolunu uzatarak hızlı hareket eden bir alçak basınç oluşturur. Alttaki yavaş hareket eden hava, uçağı yukarı iter. Burada Bernoulli’nin ilkesi görev başındadır. Beyzbolda atış yapan kişi bileğinin bir hareketiyle topun uçmasını sağlar. Top önce yükselir sonra da kale işaretine yaklaştığı sırada çarpma noktasına doğru aşağı düşer. Falsolu atış, topun üzerindeki ve altındaki hava basıncı farklıklarıyla açıklanabilir. Hava topun altında daha hızlı hareket ederek, üste kıyasla bir alçak basınç oluşturur. Yüksek basınçlı hava, topu aşağı doğru iter ve Bernoulli ilkesi günü kurtarır. GOOOOOOL ğHidroelektrik santralleri de Bernoulli prensibine ba lıdır. İlk olarak, bir hidroelektrik barajda, bir rezervuardan gelen su, ucunda bir türbine çarpmadan önce cebri boru denilen bazı büyük tüplerden aşağıya doğru hareket eder. Bernoulli denklemi açısından, su borudan aşağı doğru ilerlerken yerçekimi potansiyel enerjisi azalır, ancak birçok tasarımda su aynı hızda çıkar. Denklemde, denklemi dengelemek için basınçta bir değişiklik olması gerektiği açıktır ve aslında bu türbin türü enerjisini sıvının içindeki basınç enerjisinden alır. Bir diğer prensibimiz ise Arşimet Prensibi Suyun kaldırma kuvveti, Arşimet tarafından fark edilen ve ileri sürülen bir ilkeyle, açıklığa kavuşmuştur. Su, kendi yoğunluğundan da az yoğunluğa sahip olan cisimleri, yüzeyine doğru itmektedir. Böylece cisim yüzmeye başlar. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Ünlü bir deneyde Arşimet, aynı kütledeki altın bir taç ile bir altın külçesinin taşıracakları su miktarlarının aynı olması gerektiğini ileri sürmüş ve dediği çıkmayınca tacın altın olup olmadığını anlamıştır. Çok büyük kütleli ve boyutlu gemiler bile suda Arşimet prensibi sayesinde yüzerler. Gemiler taban kısmının oyuk yapıları sayesinde suyun yoğunluğundan daha hafif kalmayı ve dolayısıyla yüzmeyi başarırlar. Gemi yapımında kullanılan metallerin yoğunluğunun sudan fazla olmasına rağmen geminin toplam yoğunluğu sudan azdır. Kaldırma kuvvetini kullanıldığı bir diğer alan ise taşımacılıktır. Her gün binlerce İstanbullu öğrenci Anadolu ve Avrupa yakasına varabilmek, okullarına ulaşabilmek için (köprü olmasına rağmen) ucuz ve rahat olduğu için deniz yolunu tercih etmektedirler. Sonuç olarak; suyun böyle bir özelliğinin farkında olmasaydık hayat bizim için belki de çok zor olacaktı. Unutmayalım ki şu anda yüzüp denizde seyahat ediyorsak, bunlar Arşimet’in sayesinde olmuştur. Biraz da Kimya dersinden aşina olduğumuz Gay-Lussac yasasına göz atalım. Gay-Lussac yasası, bir gazın (belirli bir kütleye sahip ve sabit bir hacimde tutulan) uyguladığı basıncın, gazın mutlak sıcaklığı ile doğrudan değiştiğini belirten bir gaz yasasıdır. Başka bir deyişle, bir gazın uyguladığı basınç, kütle sabit ve hacim sabit olduğunda gazın sıcaklığıyla orantılıdır. Bu yasa, Fransız kimyager Joseph Gay-Lussac tarafından 1808 yılında formüle edilmiştir. P/T=k P paskal olarak basınç k gaz sabiti(8.3145 j/(mol K)) T de Kelvin olarak sıcaklıktır Sıcaklık bir maddenin ortalama kinetik enerjisi olduğu için sıcaklığın attığında kinetik enerjisinin de arttığı söylenebilir. Bu durumda gaz parçacıkları gazın tutulduğu kabın duvarlarıyla daha çok çarpışacağından daha çok basınç uygular. Gay-Lussac Yasasına Örnekler; Basınçlı bir aerosol kutusu (bir deodorant kutusu veya sprey boya kutusu gibi) ısıtıldığında, gazların kap üzerine uyguladığı basınçta ortaya çıkan artış (Gay-Lussac yasasına göre) bir patlamaya neden olabilir. Bu nedenle birçok basınçlı kapta, kabın ateşten uzak tutulması ve serin bir ortamda saklanması gerektiğini belirten uyarı etiketleri bulunmaktadır. Gay-Lussac yasasının bir başka örneği de düdüklü tencerelerde gözlemlenebilir. Tencere ısıtıldığında, kap içindeki buharın uyguladığı basınç artar. Kabın içindeki yüksek sıcaklık ve basınç, yiyeceğin daha hızlı pişmesine neden olur. Sonuç olarak, İster fizik ister kimya olsun bu dersler ve kullandıkları yöntemler aslında hayatımızla iç içe ve tüm bu kanunlar aslında günlük yaşamı kolaylaştırmayı hedefliyor bize düşen ise hayatımızı kolaylaştırmak adına araştırmak, temel kanun ve prensiplerden yararlanmaktır. KAYNAKÇA; https://www.nkfu.com/bernoulli-ilkesinin-gunluk-yasamdaki-uygulama-alanlari-ornekler/ https://www.felsefe.gen.tr/archimedes-arsimet-prensibi-nedir/ https://www.ogunhaber.com/fotohaber/bilim-teknoloji/gemiler-neden-batmaz- https://www.hurriyet.com.tr/egitim/gay-lussac-kanunu-nedir-gay-lussac-yasasi-ve-formulu-konu-anlatimi-41907335 https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%BCtlenin_korunumu_yasas%C4%B1#:~:text=K%C3%BCtlenin%20korunumu%20yasas%C4 %B1%2C%20zaman%20zaman,k%C3%BCtlenin%20sabit%20kalaca%C4%9F%C4%B1n%C4%B1%20belirten%20kanundur. https://tr.wikipedia.org/wiki/Kimya_yasalar%C4%B1#Boyle_yasas%C4%B1 https://tr.wikipedia.org/wiki/Bernoulli_ilkesi HASAN EMRE BOZKURT 10/C https://www.sabah.com.tr/egitim/hidroelektrik-santrali-nedir-3860984 https://slideplayer.biz.tr/amp/6023031/ ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

VATAN İÇİN Korkma! Korkmadık. Söz konusu vatandı. Ya istiklal ya ölüm dedik. Uçtuk nurdan kanatlarımızla Sel olup ş ğSaplandık dü manın ba rına. Hangi can, hani canan? A R A Y I Ş L A RGül bahçesi eyledik cepheyi. Bezedik kan kırmızı güllerle. ğGıcırdayan ka nılar, şÖfkeden ayaklanan süngüler vatan için ko uyordu. Kesilince özgürlük yolumuz şUnuttuk her eyi Çünkü Söz konusu olan vatandı. Gülümseyerek gride kalanlara Al kanlara boyanıp ş ğ şYıldız ve hilalin karde li ine ahit tuttuk geceyi. ğ şDo du yeni afaklar İstiklal olup Bayrak bayrak açtık vatanın dört ucunda. SULE NİHAN DERİNÖZ ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ASIMDAN ÖNCE ASIMLA BİRLİKTE Mehmet Akif vatanın kurtuluşu, milletin istikbali için vaazlarıyla, şiirleriyle milli mücadelede en ön safta yer alan, gönlü vatan ve millet sevgisi ile çarpan, ömrünü bu sevdaya adayan bir şairdir. Mazlum milletin, Bedr’in aslanları olarak gördüğü İslam’ın son ordusunun galip geleceğine inanmaktan bir an olsun vazgeçmemiş, halkı birliğe ve kurtuluşa her daim teşvik etmiştir. Asım’ın nesline bıraktığı en önemli derslerden biri de hiç kuşkusuz Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği vaazdır. Burada Mehmet Akif bir milletin topla tüfekle değil, tefrika ve milletin bölünmesi ile toplumun birlik ve beraberliği yitirerek yalnızca kendi menfaatleri için çalışmaya başladığında yıkılacağını belirtmiştir. Bu anlamda Asım’ın nesli ümmet bilincini kuşanmış ve söz konusu olabilecek tek bir durumda bile birbirinden ayrılmayacak aksine en ufak bir olumsuz durumda dahi birbirine çok daha sıkı kenetlenecek bir nesli ifade etmektedir. “Saldırsa da kırk Ehl-i Salib ordusu kol kol Dört yüz bu kadar milyon esir olmaz emin ol.” Büyük şair hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamış ve gençlerin de bu doğrultuda yaşamalarını istemiştir. Onun hayatına baktığımızda daha genç yaşında pek çok kayıp vermiş, sonrasında bir milletin yıkılışına ve yeniden doğuşuna şahit olmuş, Mehmetçiği en çok seven ve bunu Çanakkale Şehitlerinde dile getiren, yıllarca vatan hasretiyle yanıp tutuşmuş fakat hiçbir zaman ye’se kapılmamış bir dava insanı, bir insan-ı kâmil karşılıyor bizleri. Eşref Edip ile birlikte çıkarttıkları Ankara’da yayınlanan Sebîlürreşad dergisinin ilk sayısının başlığı çokça manidardır: “Ye’se düşen Müslüman değildir.” İslam ordusunun payidar kalmasını sağlayan mücadele ruhu da burada saklıdır. Asım olmak, her ne koşulda olursa olsun ümitvar olmaktır. Karanlıklar ne kadar sonsuz olursa olsun aydınlıklara inanmaktır. Çağımızın Asım’ı olamayışımızın en temel sebebi kendimizi yitirmemize vesile olan, çağa, hakikate ve gerçeklere âmâ olmamızdır. Umutsuz, neden yaşadığını bilmeyen, anlamsızlıklar arasında kaybolan, gözleri dayatılandan başkasını görmeyen ve ne yaparsa yapsın görülmeyen, karanlıklara mahkûm bırakılan bir gençliğe şahit oluyoruz. Lakin Mehmet Akif’ten öğrendiğimiz gibi asla ye’se kapılmayacak ve yüreklerimizi her daim Asın karakterini bütünüyle kuşanmış bir gençlik hayaliyle dinç tutacağız. Biliyoruz ki bu da yeterli olmayacaktır. Mehmet Akif sebebini şu dizler ile ifade ediyor; “Bir ışık gösteren olsaydı eğer, tek bir ışık Biz o zulmetleri bin parça edip çıkmıştık. İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb; Çünkü bîçârenin atisine îmanı harâb. Hissi yok, fikri bozuk, azmini dersen: meflûc... Hani ruhunda o haksızlığa isyan, o hurûc?” Bir ışık gösterenin olamayışı, aydınların ve aydınlatanların her geçen gün birer birer selâlar ardında bu gitgide yaşanılmaz, umulmaz bir hâletiruhiyeye bürünen dünya ile bizi yalnız bırakması da Asım olamayışımızın sebepleri arasındadır. Süregelen bütün olumsuzlukların gençlik yüzünden gerçekleştiğini düşündüklerinden, Asım olmak için çabalamadan Asım’ın neslini beklediklerinden yıkıldı en çok da gençlik hayallerimiz. Her ferdin dilindeki tek bir meşhur namenin var olduğu bir nesil mi Asım’ın nesli; bir ışık gösteren olsaydı… !Bize düşen cümlelerimize “ah gençlik, vah gençlik…” yahut “şimdiki gençler de…” diye başlamak değil, her yeni güne başlayışımızda “bugün kaç gencin yüreğine dokunabilirim, benim üzerime düşen nedir” diyerek her daim mücadele etmektir. Bir ışık göstereni beklemek kolay, ışık olmaya talip olanları aranmaktayız. Hülasası keşke bir Asım’ın nesli olsa demek değil, öncesinde birey olarak Asım karakterini kuşanmaya tabii olmaktır. ir milletin nasıl yıkılacağını, milletin geriliğe nasıl ram olacağını yıllar öncesinden açıklamıştı Mehmet Akif. Maalesef ki şimdilerde ilkin korkarak izlediğimiz ama zamanla bir parçası olduğumuz Mehmet Akif’in uyarılarını topyekûn yok sayan, var olduğunu zanneden fakat çoktan yok olmaya boyun eğmiş bir toplumda yaşam sürüyor olmanın derin kederini yaşıyoruz ekseriyetle. Bunlardan biri uyanık olamama: bütün dünya uyanıkken varlığından bile bir haber olmak. Avrupa karşısında bir acze ve ucu bucağı olmayan bir atalet duygusuna mahkûm olmak. Burada da fazlaca yenilgiye düşüyoruz, her an biraz daha yitiyoruz Asım olmayı. Oysa biliyoruz ki; Asım’ın nesli kendini, geçmişini bilen, Garp’ın dayattıklarıyla değil, hakikat ile yaşayan nesil! Bir diğeri; Mehmet Akif’in “Ediplerin halkı irşad edemeyişi” olarak değindiği durumun da üzerinde düşünmek gereklidir. Akif’in fikir yapısı Kur’an ve sünnettir en başında. “doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı” diyerek Asrın idrakinin Kur’an’dan feyz alınarak anlaşılır, çağın düşünce dünyasına hitap edebilecek bir vaziyette nesle aktarılması gerektiğini savunmuştur. Bu doğrultuda bizlere düşen hakikati Asrın idrakı, ilmi, fazileti çerçevesinde gençliğin ve dahi gençliği yetiştirenlerin fikir inşasına katkı sağlamaktır. Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif’in karakteri şekillendiren ortamı da bize bu şeklide açıklamaktadır: “Kur’an’lı ev, Pehlivanlı mahalle ve rasathaneli mektep” Kur’an’dan, İslam’dan, beraberlikten yoksun bir çağda bulunmaktayız. “Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş... Bu hissiz toprağın üstünde mazlûmîne yer yokmuş.” Asım’ın nesli olmaya ne denli uzağız değil mi? Dünya’yı bir türlü paylaşamadılar. Mazluma yalnızca toprağın altını pay biçtiler. Oysa Asım mazluma yardıma ilk koşan, düşeni ayağa ilk kaldıran değil midir? Biz ne vakit bu denli hissizliğe büründük, ne vakit bunca kimsesizleştik. “Hissi yok, fikri bozuk azmini dersen: meflûc...”Gözlerimizi bu denli hissiz bir dünyaya açmış olmamanın yenilgisini yaşıyoruz. Düşman hep bir olurken karşımızda, biz, İslam’ın, dirilişin, kurtuluşun evlatları birbirimize düşmanımızdan çok daha uzağız. Okumaktan, Hakk’ı savunmaktan ırak, kelamların en güzeli dışında her şeyi okuyup çok şey bilen(!) eşref-i mahlûkâttan ibaret artık çağımızın zihniyeti. Bir gençliğin yıkılışında kaldı umutlarımız. Batı’nın dayattığı gözlerle bakıyoruz üstelik onlara. Asım olmak İstikbalimizin marşını anlamaktan geçmektedir. İstiklal marşı bir milletin azmini, ufkunu, cesaretini kısaca inançlarımız ve değerlerimizi bütünüyle bünyesinde toplamakta Asım kimliğini bizlere açıklamaktadır. Asım olamamamızdaki bir diğer başlıca sebep de budur. Bu çağın insanının büyük hızla kelime ve fikir dünyasını daraltmaya başlaması bizleri bizi anlatan marşı anlamaktan uzak kılmakta, kendimizi yitirmemize ve dahi hiçbir zaman hakiki benliğimizi bulamadan yok olmamıza sebep olmaktadır. Hızlı bir yaşam sürme isteği ve amacı güden, kendine ulaşmaya çalışmak yerine hazıra tabii olmaya çalışan, çabalamaktan uzak bir nesle şahit oluyoruz. Bir gençlik hayali yüklenmişken omuzlarımıza, birçok Asım’ı beklerken gözlerimiz şimdilerde Asım’ın özelliğinden tek birini dahi taşıyan bir genç ile karşılaştığımızda imkânsıza ulaşmış gibi müsterih oluyoruz.İlim dünyası, amaçları, hayalleri giderek küçülen, kelime dağarcığı üç beş kelimeden ibaret olan bir gençlikten söz ediyor, yine de inatla bir Asım bulma ümidimizi yitirmiyoruz. Mehmet Akif’in umutla beklediği Asım’ın nesline kaçımız dâhildik? Oysa değil miydi ki Asım’ın nesli İslam bünyesinde tek yekûn olmuş bir gençlik! Asım’ın nesli bir kurtarıcı olarak doğacak ve dirilişi başlatacak nesil! \"Korkma!..\" Asım olmak korkmamaktır… Asım’ın nesli kuşkuya kapılmayan ve galip geleceğine daimi bir inançla bağlı olan, kendisinden emin bir nesildir. Asım olmak, her şeyden önce bir dava insanı olmaktır. Asım'ın nesli davanın bilincinde olmalı, hayatını bunun üzerine şekillendirmelidir. Hayatı her şey için değil, Bir olan için bir ulaştırıcı olarak görmelidir.\"Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl!\" İstiklâli kazanmanın yolu Hakk’a tapmaktan, iman ve inancı merkeze alan bir yaşam sürmekten geçmektedir. Bize düşen Çanakkale ruhunu kuşanarak İslam meşalesini gururla taşımaktır. Son bir umut ile; ”Demek ki yıkılmayacak kıble-gâh-ı âmâlin Demek ki ölmüyoruz...\" FATIMA HAFIZOĞLU ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ARAYIŞLAR Bir eskici sigarasının söndüğünden habersiz bağırıyor. Etrafta biteviye bir yağmur var ve hava tam da benim sevdiğim gibi. Bacalardan dumanlar tütüyor, ağaçlar son yaprağını da toprağa teslim ediyordu. Bir çocuğun sesi duyuldu uzaktan, durakta servisin gelmesini bekliyordum. Dalgın, yorgun ve suskundum... Kendimi sorgulayıp yargıya varamadığım günlerden birindeydim yine. Acaba diyordum gerçekten sevgi yağmur gibi miydi? Tükenir miydi? Bir gökkuşağı bile bırakmadan çekip gider miydi? Ya da bir çocuk gülümsemesine sığar mıydı sevgi? Gözden ırak olan gönülden de ırak olur demişlerdi. Siyah bir yalan bu. Umursamazlığın, vaz geçmişliğin üzerine atılmış bir toprak. Dedikodunun bilgiye dönüşmesi, ayıbın özgürlük olması, yılanın dik olması kadar sahte. Sadece okuyarak ve dinleyerek yol alan birçok insan var: Yunus Emre, Âşık Veysel, Necip Fazıl... Aslında Rabbin yanındadır, kalbindedir hissedersin ama göremezsin. Bir dua edersin: Sesin göklerde yankılanır yahut ağzının içinde kaybolur. Ama ulaşamaz muhatabına. Hissedersin onun seni duyduğunu. Seven için mesafe yoktur. Dokunamazsın ama hissedersin, göremezsin ama bakarsın, duyamazsın ama anlaşırsın. Ya yanımızda olanlar, onların hepsi kalbimizde midir? Elbette değildir. Onlarla konuşuruz ama iletişime geçemeyiz, hem yanımızda hem de çok uzağımızdadırlar. Dokunuruz ama hissetmeyiz. İşte o sırada uzaktır gönüller birbirine. Bir boşluk yaşanır kalbinde, bir ürperme gelmiştir tenine, göklerdeki uçurtman kayıp gitmiştir elinden, şekerin yere düşmüş, rüzgârla konuşurken şeker tadı yoktur dilinde... Havada asılı kalıyordur söylenenler; dinleyen, duyan yoktur. Bırakma kendini, sıkı tut uçurtmanı: uçsun ama sesin kadar uçsun, senin olmayan yıldızlar kadar değil. Sürsün ama ömrün kadar sürsün, yüzyıllar süren uyku kadar değil. Beyza bir sayfa aç defterinde; yakındaki uzaklar, uzaktaki uzaklara dönüşsün. Vaz geçme konuşmaktan. Kalbine vurduğun kilidi dilindekini çözdüğün gibi çöz. Bir dua et: Masum bir çocuk “ANNE!” diye seslensin, söğüt ağacı baharda emanetini topraktan alsın, hava yeniden aydınlansın, ezanlar okunsun, gönülden ırak olanlar da kıştan nasibini alsın, gözündeki son damla kurumadan düşsün, bülbülle gül kavuşsun... Ve bir selam ver yine: Melekler duaya bürünsün... Bak işte, vaz geçmedin koşmaktan; uzaktaki yakınlıklardan haberdarsın artık. Sözü çürüttün, çocuğunun sesini duydu anne, uçurtman göklerde dalgalanmaya devam ediyor, orucunu açtı ezan sesini duyanlar, duman tüten ocaklara bahar geldi, kalbinin zincirleri kırıldı, taassup bitti teslimiyet başladı. Umarsızca donarak öldü umursamazlık... İşte kalemden dökülenler... Bazı uzaklar asıl yakın, bazı yakınlar ise asıl uzaktır. Kilometreyle sevgiyi ölçmeyi bırakmalıyız, ölçü biriminin aslına sadık kalmalıyız... Yanımızdakiler her adımda, kalbimizdekiler ise her nefeste yaşarlar; her harekette, her hakikatte, her duada, her kelamda ya da bir kalemde... ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

YORGUN ŞEHZADE Koşu bitti. Ayinler yarım. Rüzgâr da yok Tutunacak bir kanat. Gül dermeye alışmış bakışlarıyla Yüreğimizde geziniyor Sağrısı simsiyah titreyen bir yağız at. Bakışları kalbimizi deşen atların Diriliş muştusuna dönüşen soluğu İçimizde mümbit bir yer ararken Dilimizde rüzgârla yarışan heves Kan gölüne dönmüş coğrafyayı tarıyor. Sonra Kırık kanatlarından Kırk kez vurulan atların Kör bir kurşun sesinde titreyen bakışları Ölümü vuslat bilip Gözlerimizi dağlayan karanlığa ağıyor. Gecenin biriktirdiği hüzünden azade Çıplak bir ağaç yalnızlığı Düştüğünde üstümüze Kalbini uzaklara ayarlayıp Kirpiklerinden süzülen damlalarla Gül redifli bir şiiri ayaklandırıp Sustu Yorgun şehzade. Akif DUT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ANILAR SOLMASIN Soğuk ve serin bir kasım sabahı gözlerimi açtığımda yine ve yeniden bir yaşama heyecanı hissettim içimde. Tatlı bir telaşla bir yerlere yetişme hissi. Bir 24 Kasım sabahıydı. Acaba dedim Öğretmenler günü heyecanı mı bu? Sanmıyorum diye düşündüm. Çünkü özel günleri hele de toplu kutlanan özel günleri bir türlü benimseyemedim. Ama öğretmen olma hissi, o çok ayrıydı. Her gün bana özeldi. Öğrencilerimin gönül kapılarından girerek zihinlerine ulaşmayı her zaman sevdim. Gözlerinin içine bakıp ben buradayım, seninleyim, sen benim bir parçamsın deyip yaşama heyecanımı tazelediğim çiçeklerimdi onlar. Yaşamayı hissettiğim ve her nefesimi hak ettiğimi düşündüğüm anlarda sevdim onları. Öğretmenlik bir kaynaktan beslenen, negatif düşüncelerden arındığım, şifalandığım, gökyüzüne bakıp şarkılar söylediğim, yeri gelip acı çektiğim; çektiğim acılardan dolayı yorgunluktan bir tatlı tebessümle kimyamın değiştiği, değişen kimyamla öğrencilerimin de Kimya dersine bakış açılarını değiştirdiğim, özgürleştiğim adeta kanatlandığım bir yaşam şekliydi benim için. İş değil, meslek değil yaşamın kendisiydi. Özenle hazırlanıp öğrencilerimin karşısına her zamankinden daha farklı pırıl pırıl, yeni başlayan bir güne başlar gibi çıkmalıydım. Yıllarımı bu yaşam şekline adayan ben kahvaltı, yolculuk derken okula ulaştım. Okula girişten itibaren kutlamalar eşliğinde öğretmenler odasının yolunu tuttum. Gün kutlamaları ve mutlu bir yürekle programın yapılacağı konferans salonuna gittik. İlçe programı okulumuzun konferans salonunda yapılacaktı. Programa katılacak olan İlçe Milli Eğitim Müdürü de öğrencimdi. Onu da göreceğim diye mutluydum aynı zamanda. Tören başlayıp herkes yerini aldı. Her zaman rutin kutlama etkinlikleri yerine getirilirdi.Ben de arkadaşlarımla hazırlanan programı izliyordum. Derken sahnenin ışıkları karardı projeksiyon çalışmaya başladı. Biz kısa film izleyeceğimizi umarken sahnede çeşitli fotoğraflar güzel bir müzik eşliğinde akmaya başladı. Şaşkınlığımı gizlemeden heyecanla gülümsedim. Ekranda benim fotoğraflarım gösteriliyordu. Hayatımın özetini, öğretmenlik yıllarımı karşımda buldum. Kıymet bilir bir anlayış, güzel sözlerle öyle bir mutlu oldum ki dilim tutuldu, gözlerim doldu, ne yapacağımı bilmez bir haldeyken sahneye davet edildim. İçimin kıpır kıpır heyecanı zirveye çıkmıştı. Bana verilen kocaman bir çiçek demeti emeklerim için yapılan teşekkürler, duygularımın dile getirilişi ve sonunda mutluluktan uçuşum yaşananların her anını aklıma kazıyarak gerçekleşti. Bana bu sürprizi hazırlayan eski öğrencilerimden biri olan ve birlikte çalıştığım edebiyat öğretmenimiz Akif DUT hocamdı. Ne kadar minnet duydum. Vefa bir duygu değil tüm gerçekliği ile karşımdaydı. Saygı sevgiye dönüşerek çevremi kuşatmıştı. Etrafımda mesleğe yeni başlayan öğretmenlerin toplanmasıyla bir sevgi çemberi oluşmuştu. Bana böyle bir mutluluğu yaşatan öğretmen olan öğrencilerime çok teşekkür ediyorum. Dostlarım, meslektaşlarım, iyi ki sizin gibi binlerce, insan yetiştirmişim. İyi ki öğretmen olmuşum… Güler POLAT Kimya Ögretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

BAĞIMSIZLIK MEŞALESİ Anadolu da bir millet, yoksun bırakılmış mukaddes hürriyet Çaresizlik, çile, yoksulluk, işgal altındaki devlet Baştan başa kaplamış maddi, manevi esaret Kimilerinde ihanet kimilerinde tükenmişlik, sessizlik Her işin başı besmeledir diyerek büyütmüş seni annen Vatan sevdasını kalbine işleyen, ruhunda özgürlüğü yeşerten beden Mazlumun karşısında susmayan, imandan yoksun kalplere haykıran Karanlık gecenin içinden doğan güneş gibi aydınlatan sen Sensin yüreklerde bağımsızlık meşalesini yakan Gözlerdeki umudu ruhlardaki maneviyatı yaşatan Kendini Allaha adamış milleti için yaşamış Milletindir, millet için çarpışan hak uğruna koşan Kaleminden dökülendir milletin ulu marşı Gösterdiğin yiğitliktir bu milletin diriliş savaşı Şehit mezarlarından yükselir şehadet sedası Yıllar boyu aktarılmış bu sendeki vatan sevdası Betül DERNEK 10/A ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

KAYBOLAN RUHLAR Küçükken en büyük hayalimizdi Salıncakta en yükseğe çıkmak, Gökyüzüne bütünüyle hâkim olmak, Yaşamı tüm saflığımızla kucaklayıp Bulutların arasında kaybolmak. Bir sabah ağır bir hüzün çöktü Yılların gölgesinde paslanmış salıncak demirlerine. Gökyüzü karanlık, Yıldızlar yaşama sevincimiz kadar sönük Onca yaşanmışlıklardan sonra bedenimizde kuvvet, Ruhumuzda istek kalmamıştı. Hayat bir oyundu Acıların kovalayıp insanın kaçtığı. Yüreklerimizin kuytu köşelerine sinen kaybetme korkusu Heyecan katardı oynadığımız oyunlara. Asıl oyunun hayat olduğunu, yüreğimizde o korkunun silindiğinde anlamıştık. Suskunlaşmıştık. Acı kollarımızı sımsıkı kavramıştı. Yüzümüzdeki gülümsemenin yerini donukluk almıştı. Her hatırladığımızda umutlar yangı yeri Yalanın yüreklerimizi sarhoş etmesiyle kaybettik tüm saflığımızı. Sonra Dünyanın efendisiyken eşyanın kölesi olduk. Zeynep KÖLELİ 10/D ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

BADE’NİN RÜYASI Yollardaki hafif ıslaklık ve havanın o serin hissiyatını bozan güneş bir yanda, sanki hiç sevilmemiş gibi duran üzgün, eski meşe ağacı diğer tarafında, insana ben neden yaşıyorum diye sorgulatan kaldırımdan çıkmış olan sarı bir papatya ve tüm bunların ortasında Bade. O daha tam kendine gelememiş haliyle yolun kenarında onu almaya gelecek olan aracı bekliyor. Bir yandan da her zamanki sabah rutinini gerçekleştiriyor ve hayale dalmaya başlıyor sebepsiz. Her zamanki hayali yeniden geliyor gözünün önüne. Bu hayal bir zehirli ok aslında onun için. Her şeye rağmen duramıyor ve yine başlıyor aynı hayale dalmaya. Tam karşısında babası ve ona tüm insanların sevgisi, şefkati aynı gözde toplanmış gibi bakan gözleri. Birden açıyor gözlerini ve kendini mahrum bırakıyor onu mutlu eden küçük hayalden. Tam o sırada yani gerçekten gözlerini açtığında birden karşısında babası. Onu gerçekten göremeyeceğinin bilincinde olmasına rağmen inanıyor babasının varlığına. Bir gün o aracı beklerken tam karşısında ona karşı beslediği sevgisi asla bitmeyen ve hayatının dönüm noktalarında dahi yanında olmayan babasının, yanı başında biteceğine hep inanmış gibi ona bakıyor. Ne zaman kendini kötü hissetse ya da çok mutlu olsa sebebini onda bulan, değersizlik duygusunu hayatına katan, insanlarla konuşurken yargılanmaktan korkmasına yardım eden babası şimdi tam karşısında. Bade inanamayan gözlerle süzüyor hala karşısındaki adamı. Ve birden yolun ortadan ayrıldığı kendini adeta bir girdapta bulduğunu hissediyor. Bu iğrenç ve iç bulandırıcı his geçene kadar gözlerini de kapatmayı ihmal etmiyor. Aniden kendini bir zemine inmiş gibi hisseden Bade, birden açıyor korkak, titrek gözlerini. Kendini hakikaten bir odada bulan Bade, burayı evi gibi hissederken bir yandan da odayı inceliyor. Her bir tuğlası farklı renge sahip olan bu oda aynı zamanda gayet nizami bir yapı. Kendine has bir zemini bir de tam karşısındaki duvarın ortasındaki ürpertici bir delikle beraber epey kasvetli bir oda aynı zamanda. Ve sebebi belli olmasa da Bade’ yi kendine eksik hissettiren bir delik bu. Gözlemi biten ve hala etrafına pür dikkat bakan Bade önce korku ile çöktü olduğu yere. Bilemedi ne hissetmeli ne yapmalı. Sonra aniden bir ses geldi ” Ben senim korkma benden.” Bu sesle çöktüğü yerden irkilen Bade, bilemedi ne yapması gerektiğini. Korku ve titremeyi o anda tüm hücrelerine kadar hissedip içindeki boşluğun sızladığını hisseden Bade, aklını kaçırmış olduğuna kanaat getirdi. Sonuçta garip bir odada tekti ve bir ses ona kendi olduğunu söylüyor hatta bununla yetinmeyerek hissettiriyordu da. Bu garip hisle daha fazla başa çıkamadı ve şu kelimeler ağzından çıkıverdi en kısık sesiyle: ”Ben sen olamam ne ben renkliyim bu duvarlar gibi ne de hayatım bu kadar kusursuz.” Hala olanlara anlam veremediği ve buna rağmen yadsımadığı sesiyle söylemişti bu kelimeleri. Nasıl ağzından döküldü bunlar o da anlamadı. Geri cevap gelmesin diye diz çöktüğü yerde beklerken birden geldi yine aynı bir o kadar tanıdık ve yürek sızlatan ses: “ Ayağa kalkıp her biri bir renk olan tuğlaları okuyunca anlayacaksın.” Hemen ayağa kalktı sanki bu anı bir ömür beklemişçesine ve okumaya başladı tuğlanın üstündeki yazıları. Adeta şaşkınlıktan dilini yutan Bade ne bunları okuyan zihnine ne bunları gören gözlerine ne de şu an burada ne olduğuna inanamayarak devam etti okumaya. Bunların onun günlüğünün sayfalarıydı. Öfkesini, kinini, kustuğu sayfalar. Hem ağlayarak hem de o anın büyüsüyle sesli okumaya başladı bir tuğlayı “Sanki ben ağlıyorum ama insanlar beni ağlarken görmüyor ya da ben ağlıyorum karşımdaki duvar, elimdeki defter, üstümdeki yorgan, hafif hafif üşüyen ellerim, zihnimi yıpratan yoran hoyrat gereksiz düşünceler onlarda bana bakıp ağlıyor. Ne ben söylüyorum neden ağladığımı ne onlar soruyor. Bir değişik hissediyorum sanki dünya durmalı gibi ama üzgün olduğum için değil üzgün olduğum kadar sinirliyim de hem de nasıl. Sanki bir çığlık atsam önce ev sonra cadde sonra mahalle sonra da bu ülke ortadan ikiye bölünecek gibi.” Devam eden Bade, neredeyse her renk tuğlayı okuyana kadar pes etmedi ve bitirdi yazıları. Bunların hepsi olup bittiğinde üstünden bir tır geçmiş gibi hayata karşı hezimete uğramıştı. Kendini öyle boşluğa düşmüş ve öyle yetersiz hissemişti ki... Tam bu hislerle başa çıkmaya çalışırken yine o iç sıkan, kasvetli ve adeta büyülü olan ses şunları söyledi “ Yıprandığını hissettiğin an sığındığın sayfalar şimdi birleşmiş seni yıpratıyor, işte tam olarak böyle hislerini bağladığın baban seni hiçe sayıyor.” O kadar haklı buldu ki o sesin söylediklerini ama yine de ne yapacağına akıl sır erdiremedi. Birden kendini o kadar yakın hissetti ki o sese nasılsa bağlandı . Açıklama gereği duydu kendini. Hiç beklemediği bir anda anlatmaya başlayarak şöyle girdi cümleye: ”Ben Bade ismimin anlamı gibi sarhoş eden bir güzelliğin değil de beni ağlamaktan sarhoş eden bir hayatı sürdürüyorum. Zihnimde kurduğum hayallerin basitliği ile yıpranıyor, bunların diğer insanlarda olan normalliği ile kahroluyorum. Her gün ailesini, babasını gören bir kızın günaydın diyememesiyle sarsılıyorum. Çoğu insan bir günaydın kelimesini hiç önemsemezken, ben o günaydın için bin türlü hayaller kurup, bozuyorum. Düz yolda yürürken bile kurduğum bu fikir ve hayal karmaşası içinde bir o yana bir bu yana savruluyorum. Hayatımın boşluklarını tamamlamak için çok çaba sarf ediyor ama yine de bulamıyorum. Demek istediğim ben bu oda gibiyim renkli tuğlalar içinde kaybolmuş, her birinde yazan satırlar gibi pörsümüş, işte şu tam karşımdaki delik gibi eksikliklerle doluyum. Hayatımın şu dönemine kadar ben o tuğlayı bekledim babamdan, ailemden, arkadaşlarımdan ama gelmedi o tuğla ve ben eksiklerimin içinde kayboldum. O tuğla gelmedikçe ben daha eksik hissettim, hissettirildim. O tuğla bana ulaşmadıkça ben daha çok bölündüm. Şimdi anlıyorum ben o tuğlanın kendisiyim beni tamamlayan benim ve beni bütünleştiren de benim. Benim içimdeki o garip boşluğu dolduran da benim yaratan da. Kendimi yeterli hissetmeme yardım edip, beni sarıp sarmalayacak olan o eksik tuğla benim aslında.” Bu sözlerin hemen ardından birden bir gürültü koptu odanın içinde. Sanki yer yerinden oynadı, tuğlalar birbirine bağrışmaya başladı ve birden o renkli tuğlaların arasındaki koca boşluk dolmaya başladı. Bade’nin çocukluğundaki anılarla dolmaya başlamıştı duvardaki delik ama öyle abartı anılarla değil. Ona günaydın denen, ona nasıl hissettiği sorulan, ona verilen hatta biçilen değerin gün yüzüne çıktığı anılarla. En acısı ona mutlu olmanın onun da hakkı olduğunu hatırlatan tüm anılarla. Bade öyle hissetti ki hayal alemi ile gerçeği fark edemeyecek kadar kaptırmış kendini. Babasının ona vermediği değerin ağırlığı ile sarsılan ve onu hayatından çıkaran Bade, bu yükün ağırlığı ile ezilmiş ve kendini o odaya kendi kapatmıştı. Hem zihnen hem bedenen kendini bu odaya kapatan kendisi olmuştu. Tüm değer gördüğü anları gözünün önünde görmek hem onu mutlu etmiş hem de değersizlik yargısının kendine yarattığı bir pranga hatta büyük bir engel olduğunu algılamıştı. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Bu sözlerin hemen ardından birden bir gürültü koptu odanın içinde. Sanki yer yerinden oynadı, tuğlalar birbirine bağrışmaya başladı ve birden o renkli tuğlaların arasındaki koca boşluk dolmaya başladı. Bade’nin çocukluğundaki anılarla dolmaya başlamıştı duvardaki delik ama öyle abartı anılarla değil. Ona günaydın denen, ona nasıl hissettiği sorulan, ona verilen hatta biçilen değerin gün yüzüne çıktığı anılarla. En acısı ona mutlu olmanın onun da hakkı olduğunu hatırlatan tüm anılarla. Bade öyle hissetti ki hayal alemi ile gerçeği fark edemeyecek kadar kaptırmış kendini. Babasının ona vermediği değerin ağırlığı ile sarsılan ve onu hayatından çıkaran Bade, bu yükün ağırlığı ile ezilmiş ve kendini o odaya kendi kapatmıştı. Hem zihnen hem bedenen kendini bu odaya kapatan kendisi olmuştu. Tüm değer gördüğü anları gözünün önünde görmek hem onu mutlu etmiş hem de değersizlik yargısının kendine yarattığı bir pranga hatta büyük bir engel olduğunu algılamıştı. Hayali olan ama bir o kadar da varlığına kendini inandıran adeta şefkat değerlerini gözünde birleştirip baktığı sanılan babası geri geldi karşısına. Ve şu sözler ile belirtti sitemini Bade, ona kırgınlığının acısını hayatının her yerinde hissetmesinde payı olan babasına karşı ”Hayatımın merkezine oturttuğum düşüncelerin sebebi oldun, bunca sene ve kendimi ne zaman sevilmemiş hissetsem babam haklıydı; ben sevilmeye layık değilim, dedirttin bana. Bunu bir çırpıda söylemiş olsam da hala yaşıyorum bana kaybettirdiğin her şeyin acısını. Ben şimdi anladım bunu akıl sağlığımdan olmamı sağlayan onca seneden sonra. Ben bu duvarım sense benim tuğlalarımın arasındaki harçları birbirinden ayıran balyoz. Şimdi anlıyorum ki ben balyozu artık senden alabilme yetkisine sahibim hatta aldım bile. Çık artık zihnimden ve beni gerçek mi hayal mi olduğunu anlayamadığım hayatımla bırak.” Bunları deyip gözlerini açan Bade, etrafına bakındığında aslında babasının orda olmadığını ve hala evinin önünde onu alması gereken aracı beklediğini fark etti. Bade artık anlamıştı ne gerçekti bunlar ne de hayaldi. Bunlar engelleriydi onun. Öyle engeller ki onu kendine ait hissetmekten alıkoyan, onu kendine yabancılaştıran, onu bir yere ait hissetmesine el vermeyen hatta gerçek ile hayali birbirine katan engeller. Bu engeller çok ağır sonuçlar doğurmuştu onun hayatına. En basitinden bir hastalık katmış ve onun zihnini adeta zehirlemişti. Ona kattığı sanrılar, halüsinasyonlar, obsesif kompülsif bozukluklar, anksiyete bozuklukları ve bunların yanında birçok olumsuz düşünceler. Bunlar ona kalan miraslardı adeta. Kurtulmak için kendini toplumdan soyutladığı, anti-anksiyete ilaçlar kullanması gerektiği hatta bazı ağır dönemlerde psikososyal terapi almak durumunda kalması da cabası. Bade birden çocukluğunu geçirdiği, kendini bildiği zamanlarda yaşadığı hem odalarında güldüğü hem de odalarında üzüntüyle boğulduğu, çoğu zaman krize girdiği, çocukluğunda dışarı çıkmaktan mahrum kalarak oyun oynayan çocuklara baktığı evine döndü yüzünü. Hayatını ona adayan ve tedavisi için her şeyi yapan annesinin sesiyle oturma odasının penceresine baktı. Bu ses, onun her anında yanında olmak için hayatını neredeyse feda eden ve onun ilgisiyle bazen gerçeğe döndüğü sesti. Şöyle dedi kendini güvende hissetmesine hep yardım eden ses “Badem yarım saattir araba bekliyor seni. Hadi ama zorluk çıkarma da bin şu arabaya.” Bu sözcüklerle hayata dönen Bade, hemen annesine bir öpücük atarak arabaya bindi. Yol boyunca babasının hayali gözünün önünde canlandı durdu sanki ona inat yaparmış gibi. Ama Bade öğrenmişti bir nebze zihninin oyununa düşmemeyi. Araba yavaşlayarak durduğunda gelmişlerdi varış durağına. Burası yaklaşık yedi yıldır Bade’nin şizofreni tedavisini aldığı klinikti. Ve Bade buraya son birkaç tedavisini almak üzere yeniden gelmişti. Berra Nur Bozdoğan 10/A ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Kafesli evlerde ağlar çocuklar, Odalarda akşam olurken henüz O zaman gözümün önünde parlar, Buruşuk buruşuk, ağlayan bir yüz ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME ÜZERİNE Kendini gerçekleştirme, yaşamın özünü oluşturur. Kişinin kendisine ait potansiyelini ortaya çıkarması ve kendini geliştirmesini esas almaktadır. Bu sebeple hemen her bireyin hayalinde kendini gerçekleştirme dürtüsü yatmaktadır. Freud kendini gerçekleştirmeyi bütün bir insan olma süreci olarak ele almıştır. Ona göre kendini gerçekleştirme insanın zıt kutuplarını bütünleştirme sürecidir. Buradan yola çıkarsak, hep dediğimiz bir şey var ya; her şeyini, olumsuz değerlendirdiğin kendine, düşüncelerine veya olmak istediğin kişiye zıt olarak gördüğün yanlarını da bütün olarak kabul edip sevmek. Bunlarla yola çıkarsın kendini gerçekleştirme yolculuğuna. Freud’un en yakın arkadaşlarından psikanalist ve filozof Rank’a göre de birey; kendini koruyup yaşamını kolaylaştıran çevresinden koparak içten içe bağımsızlığını kazanmak ister. Çünkü bağımsız olmanın sağladığı bir haz vardır fakat bunun yaratacağı güçlükleri göze almak gerekir, birey ancak bu yolla kimliğini kazanır. Bu da ancak yaratıcı irade ile mümkün olur. Vasat insan bu iradesini ortaya koymada başarısız kimsedir. Topluma boyun eğer, kendi iradesini ortaya koymak ister, fakat hayat korkusu yüzünden bunu başaramaz. Sağlıklı insan bu çatışan kuvvetleri birleştirip bütünleştirebilmiş kimsedir. Bir birey olabilmeye muktedirdir. Çevresi ile ahenk halindedir. Bunu başarabilen insan kendini gerçekleştiren insandır. Jung fizyolojik ihtiyaçların genç yaşlarda önemli olmasına rağmen, yerlerini zamanla manevi doyum sağlayan, yüksek düzeyde amaçlara bıraktığını iddia eder. Bu yine hep dediğimiz hayatın ilk yarısı nefsani arzular peşinde koşmakla, ikinci yarısı manevi doyum peşinde geçmektedir. İnsanın yaradılışı buna eğilimli dediğimiz nokta, fark edelim bunu. Ayırımı doğru yapmak için bu gereklidir. Bireysel psikoloji ekolünün kutucusu Adler ise insanı kendisi için gerekli olan her şeyi yapabilecek bir varlık olarak tanımlıyor yani doğuştan sahip olduğumuz donanımla her şeyi yapabileceğimizi söylüyor Adler e göre insan yeterli, başarılı ya da üstün olma duygularıyla doğar bu kısımda bazı insanların neden gösterişi çok sevdiğini anlatır. Bu duygu ve getirdiği çaba hayatını kuşatır. Ölüme kadar hayatın her safhasına şekil verir ancak bu üstünlük duygusu sadece ayrıcalıklı veya makam sahibi olma çabasını değil kendini gerçekleştirme çabasını da ifade eder peki nasıl bileceğiz kendimizi gerçekleştirdiğimizi? Bu tahlili nasıl yapabileceğimizi Maslow söylüyor; Kendini gerçekleştirenlerin genellikle insanlarla ilgili yaptığı değerlendirmeler çok doğru ve isabetlidir gözlemlediklerine dayanarak ortaya koydukları gelecekle ilgili tahminleri genelde isabetlidir çünkü bu tahminlerinde sahip oldukları arzularının, heyecanlarının, korkularının, kişisel iyimserlik ve kötümserliklerinin daha az etkisi altında kalırlar. Kendini gerçekleştiren bireyler daha gerçekçi olur. Rasyonel entelektüel araştırıcı veya bilim insanı oluyorlar temel etken bu kişilerin zihinsel güçleri bilinmeyen olarak onları korkutmaz. Onlar toplumun yaygın kullandığı kavramlar metaforlar beklentiler veya basmakalıp ifadelerle uğraşmak yerine gerçekle ilgilenirler, kendi isteklerini beklentilerini korkularını algılamaktan çok gerçek ne ise onu olduğu gibi kabul ederler. Kendilerini ve doğalarını şikâyet etmeden hatta bunun hakkında fazla düşünmeden kabul etmenin bir yolunu bulur. Yaşamlarının diğer bütün gerçeklerini kabul ettikleri gibi manevi zaafları, günahları, dayanıksızlıkları ve insan doğasındaki diğer aksaklıkları da kabul ederler. Kendilerini savunma ya da başkalarınca suçlanma ve eleştirilme endişesi yaşamazlar. Kendilerini mükemmel ve hatasız göstermek için bahaneler üretmek gibi eğilimleri de yoktur. Kendilerini kabul şekilleri istek ve ilgileri samimi olup pişmanlık, utanma, sıkılma olmaksızın kendileri ile eğlenebilirler. Kendini gerçekleştiren insan doğal, sade olduğu gibi davranan insandır. Yapay zoraki ve sahte davranışlar tavırlar göstermezler. Yalan söylemenin ikiyüzlü davranmanın normal görüldüğü bir toplumda onların davranışı yadırganır Kendini gerçekleştiren insan yalnız kalmaktan dış dünya ile teması kesmekten hoşlanır insanlarda karışıklık yaratan uzakta kalmak araya mesafe koymak soğukkanlılığını korumak onlar için kolay bir şeydir. Kendini gerçekleştiren insan başkalarının onu idare etmesine gereksinim duymaz onun adına kararları başkası vermez. Ne yapacağına, ne olacağına, neyi seçeceğine hangi hedefe yöneleceğine ebeveynleri herhangi bir otorite veya sosyal medya değil kendileri karar verir. Sosyal çevreden bağımsız olurlar. Yani sürü şeklinde güçlü değil kendi kendileri ile bir güç timsalleri etrafa kendilerini beğendirme hep en iyi olma hep kazanma peşinde değiller ne olura olsun başkalarını ezip silip geçme onlara haz vermez aksine bu durumu görmek tuhaflarına gider. Kendilerinde veya hayatlarındaki eksiklikleri tamamlamaya çalışmaktan çok büyüme motivasyonuna sahip olduklarından kendilerini gerçekleştiren bireylerin temel tatmin edicileri dünyaya çevreye diğer insanlara kendi kültür guruplarına bağlı değildir. Kendi gelişimleri, büyümeleri, güçleri ve yetenekleri manevi öz kaynakları asıl dayandıklarıdır. Özgürlüğe fazla önem verirler, zihinlerinde kalıplar değil her zaman değişebilen esnek bir yapı olur bu yüzden zaman zaman çelişkili insanlar olarak görülebilir bu esneklikleri ve değişime açık olmaları ile ilgili, başkalarına bağımlı ve bağlı olmak gibi bir özellikleri yoktur. Kendini gerçekleştiren insanlar derin samimi ve içten kişisel ilişkilere sahip oluyor insanlarla bütünleşebilme ve onları karşılıksız sevebilme kapasitesine sahipler ilişkilerinde seçici olur ve arkadaş çevreleri dar olur insanlara karşı ayrımcı tavırları yoktur fakat tepkileri gerçekçi olur yani hak edene hak ettiği gibi davranırlar. Bu insanların mizah anlayışı da sıra dışı oluyor geneli komik bulduğu şeyleri onlar komik bulmuyor birilerini kırarak inciterek insanları güldürmeye çalışan müstehcen birilerini alçaltan küçük düşüren mizaha gülmezler kendilerini gerçekleştiren insanların mizahında da felsefe olur. Güldürürken düşündürmeyi ve ders vermeyi de amaçlayan felsefi nükteler yaparlar esprilerinde bir mesaj, güldürmekten ziyade bir işlev bir amaçtır. Bu insanlar savunucu tutuma girmezler feminizm, veganlık, siyaset, iyi insan olma vs. gibi konularda savunma yapmıyorlar yani inançları katı değildir bireyin şu anının farkında olmasının- ve deneyimlerini yeni ve değişik yolara açık tutabilmesini ifade ederler. Bu bahsedilen kendini gerçekleştirme hadisesinde idealize edilmiş bireyden çok, bireyin varoluşsal ihtiyacından bahsedilir aslında. Varoluşsal en temel ihtiyacımız olan mutlu olma isteğine nasıl kavuşuruz diye incelendiğinde ancak kendimizi gerçekleştirerek var olabileceğimiz sonuca varmışlardır ve kendini gerçekleştirmek gördüğünüz gibi her alanda ve anlamda özgürleşmeyle sağlanabilir. Yani kişi özgürleşecek potansiyelini ortaya çıkarabilir, yaşamdan verim alabilir ve mutlu olabilir. Bunu formül haline getirmişler ve adına kendini gerçekleştirme demişler. Bu bilgiler bizi nereye götürüyor. Bu bilgiyi ne yapacağız şimdi değil mi? Bilgi bizi hiçbir yere vardırmaz. Ama kapıları açtırır. Hayat yolunda yeni kapılar açarak, yeni yollar keşfederek, kendimize kata kata gideriz. Zaten maksat varmak değil yolda olmaktır. Kapı açmadan yürüdüğümüzde ise yerimizde sayarız. Gelişme bilgi ile gelir. ,İster akademik ister ananeden kaynaklı olsun fark etmez ama gelişme ancak bilgi ile olur. Yolun niteliği ise kişinin niteliğini belirler. Yolunuz açık kapılarınız bol olsun… Güler POLAT Kimya Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

SERİNLİĞİN TİRANLIĞI Her yerde 'serinliğin tiranlığı'. Serinlik, yani cool olmak. Her şey eşit derecede anlamlı, dolayısıyla da herşey anlamsız. Kayıtsızlığın, değdiği her şeyi cansız bir taş yığınına çeviren o soğuk dili. Hiçbir şeye şükran duymamanın, her şeyi zaten hak ettiğini düşünmenin nobran meydan okuyuşu. Herşeyi hak ediyorum o halde hiçbir şey için teşekkür etmem gerekmiyor. Hayatlarımızdan aşkınlığın izlerini sileli beri, nasıl da sığlaştık. Aldous Huxley, kanserden yatağında can verirken, 'Evet bu acı verici' demiş, 'Ama şu kâinatın mükemmelliğine bir bakın'. İnsan olmanın hayreti. İnsan olmanın dehşeti. Vecd halleri bie gayretle elde edilmiyor artık, iç temrinlerle ulaşılacak bir şey değildir vecd, daya kimyasal ilacı ve al sana, suni vecd. Her yerde serinliğin tiranlığı. Gençler kendilerini video oyunlarının fantezi dünyasında serinletiyor. Her kişi bir başkası olmak telaşında. Hepimiz yenilmez savaşçılar, göz kamaştıran şöhretler olmayı diliyoruz. 'Başkası olma arzusu' demişti Kierkegaard, 'ümitsizliğin dibidir'. Gerçeklik o kadar hayal kırıklığı uyandırıcı ki düşlere sığınmaktan başka çare yok. Bir ilticagah olarak düş yeri. Yaşantının cılızlaşması. Ekran her yeri kaplıyor. Ekran hayatının tiranlığı. Ekran giderek daha fazla kamusal alanı sömürgeleştiriyor ve bizde giderek daha fazla şüphe uyandırıyor, 'başka bir yerde buradakinden daha güzel bir hayat olmalı' dedirtiyor. Ekrandaki gerçeklik daha gerçek. Ekran büyüyor ve parlaklaşıyor, izleyiciler küçülüyor ve aptallaşıyor. Eflatun'un mağarasında yaşıyor izleyici, daimi kasvet halinde bir gölge varlık olarak, ancak gün ışığına, yani ekrana çıktığında gerçek parlaklığına kavuşuyor. Hakikat sıkıcı ve durağan, imge dinamik ve hareketli. Gerçekten gerçek olmak istiyorsan bir imge olmalısın, çünkü sadece ekranda görünenler gerçektir. Serinliğin krallığı her yerde kendisini gösteriyor. Aşk, içi boşaltılmış bir kelime olarak bundan nasipleniyor. Aşk için de bir sorumluluk altına girmeniz gerekmiyor, o dışarıdan gelip omzunuza konacak, doğru kişiyi buluvermenizle birlikte, birden içinizdeki bütün kırılganlığı, emniyetsizliği ve yalnızlığı iyileştirecektir. Aşkı sağlamak ötekinin görevidir o halde bir şeyler yolunda gitmiyorsa bu diğerinin suçu olsa gerektir. Günümüz dünyasında 'ilişki'ye o kadar yük bindiriliyor ki. Çift ilişkisi; bağ kurma, anlam bulma ve coşkunun yegâne kaynağı oluveriyor modern şehir hayatında. Issızlığın ortasında bir birine umutsuzca yapışmış iki insan. Zavallı ilişki, geçmişin anlam ağları arkasında olmaksızın, hayatın bütün zorluklarına tek başına karşı koymak zorunda. O da, bir darbede çözülüveriyor. Yeri gelmişken, ben bu öyküleri pek severim, bir 'döşeğimde ölürken' öyküsü de fizikçi Heisenberg'den. Üstat öte dünyada Tanrı'ya bir sorusu olduğunu söylemiş ölüm yatağında, 'Neden türbülans var?' Herşey birden bir ilişikide de tersine dönebilir, bir aşk türbülansa girebilir, aşk nefrete, nezaket zalimliğe, memnun etme arzusu yaralama arzusuna, sevgilinin yüzüne ebediyen bakma arzusu o kahrolası yüzü bir daha hiç görmeme isteğine dönüşebilir. Evlilik, bir roman kahramanının söylediği gibi, 'bir yıllık ateş ve ardından otuz yıllık küle dönüşebilir. Oysa araştırmalar gösteriyor ki ayrılıklar 'biz' duygusunun kaybedilmesiyle başlıyor, kişiler 'biz' duygusundan yararsız ve kendilerini korumaya dönük 'ben' duygusuna döndükçe, evlilik içinde iki yalnız insan ortaya çıkıyor. Cool'uz artık, seriniz. Soğukkanlıyız. Sorumlu değiliz. Bir şeyi bilmek için onu yaşamamıza gerek yok. Her şeyi doğuştan hak ediyoruz. Ekranlarda yaşıyor, daima kaçmak istiyoruz. Bizden bene kaçmak, gerçekten düşe kaçmak, benden başkasına kaçmak. Ama bu bizim hakkımız. Dışarıda serin bir rüzgar esiyor. https://kemalsayar.com/deneme/serinligin-tiranligi Kemal Sayar ARZU BÖLÜKBAŞI BİBER Rehber Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ŞAVAŞIN İZLERİ Savaşın kelime anlamı: Devletlerin, aralarındaki ekonomik ve siyasal anlaşmazlıklar vb. nedeniyle, siyasal ilişkilerini keserek birbirlerine karşı ordularıyla giriştikleri silahlı eylem. Çok fazla şeyin sebep olduğu ve sonuçlarının olağanüstü yıkıcı olduğu eylem. Dünya savaşları insanları, toplumları çok derinden etkilemiştir. Devletler karşılıklı olarak üstünlük elde etmeye çalışırken kendi içlerinde birçok -masum ya da suçlu farketmeksizin - insanın ölümüne sebep olmuştur. Savaşın nedeni ne olursa olsun sonuç hep aynı kalmıştır, tarih boyunca değişmemiştir. İkinci Dünya Savaşı bütün dünyayı katılmayan devletleri bile olumsuz etkilemiştir. Bu savaşta her ne kadar kazanan kaybeden diye isimler belirlense de en sonunda yarasız kurtulan olmamıştır. Tüm dünyada birçok insan hayatını kaybetmiş, birçok insan kendini diğer insanlardan üstün sayıp onlara zulmetmeye mecbur bırakılmıştır. Birçok insan sadece itaat etmiş söz sahibi olamamıştır. İnsanın insana yapmış olduğu bu zulüm yüzyıllar boyu devam etmiş belki azalıp artsa da hiç bir zaman bitmemiştir. Toplumla, tarihle iç içe olan sanat dünya savaşlarını her zaman konu olarak işlemiştir. İnsanlar üzerindeki yıkıcı etkileri bütün yönleriyle yansıtılmıştır. Romanlarda, hikayelerde ve beyaz perdede işlenerek yıllar sonra bile bizlerin evinde o atmosferi yaşatmıştır. İşte tam olarak bu konulara değinen, o zamanları yaşamış görmüş olan insanlarla empati yapabilmemiz için uzun yıllar çok iyi eserler verilmiş. Bunlardan bazıları; THE BOY IN THE STRIPED 2006 yılında Johne Boyne’ un yazmış olduğu PYJAMAS (ÇİZGİLİ PİJAMALI bahsi geçen bu kitap konuyu empati yaparak anlamak için yazılmış muhteşem bir ÇOCUK) eser. Görünen o ki böyle düşünen tek kişi ben değilim, kitap yayımlandıktan 2 yıl sonra aynı isimle sinemaya uyarlanmış. Anlatılan olay uzun soluklu bir olay değil, kitap da film de çok uzun değil fakat konu o kadar derin ki okuduktan ya da izledikten bir süre sonra belki de okumak/izlemek için geçen zamandan çok daha fazlasını o dönemi düşünmek için harcayacaksınız. Olayın ikiküçük çocuğun dostluğu üzerinden anlatılmış olması ise durumu daha da trajik bir hale getirmiş. İlk defa bir kitabı okumakla o kitabın filmini izlemek arasında bir fark göremedim, bunun sebebi belki de ele alınan konunun yorumdan uzak, gerçek bir olay olmasındandır. İster filmini izleyelim ister kitabını okuyalım anlattığı şey ve anlatmak için seçtiği olay her iki durumda da sizi içine alıyor ve empati yolu ile durumu acımasız bir şekilde kavramanızı sağlıyor. Kesinlikle insanın insana yapmış olduğu bu zulmü görüp, anlamlandırıp empati yapabilmek için bence okunması/izlenmesi gereken eserlerin başında olmayı hakkediyor. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

SERENAD Amerikalı 87 yaşında bir profesör ile 35 yaşında öğretim görevlisi Maya’nın tanışması üzerinden anlatılan bu romanda insanın insana yaptığı bu zulmün ne denli derin yaralar açabileceği ve hiçbir zaman unutulamayacağı anlatılmıştır. Yapılan zulmün sadece fiziksel olmayacağını ruhsal olarak da birçok yaraya sebep olacağını aynı zamanda kişiye yapılan zulmün sadece o kişiye değil, kişinin sevdiklerine de intikal edeceği çok güzel işlenmiş romanda. İki aşığın sırf aynı inançlara, millete ait olmadığı için birbirinden ayrı kaldığı ve bambaşka muamelelere maruz kaldığı bir olayın anlatıldığı bu romanda yazarımız Zülfü Livaneli kullandığı dili ve üslubu ile bizi romanın içine çekmeyi başarmış. Öyle ki romanı okurken kendinizi bir anda profesörün serenadını dinlerken bulabilirsiniz. Tabii bu gerçeklik romanı yaşamınızı ve kahramanlarımız ile birlikte acı duymanıza, yaşanan travmalara ortak olmanıza sebep oluyor. Bu durum da yapılan zulmü anlamanızı sağlıyor. Sonuç olarak Serenad romanı insanın insana yaptığı zulmün sonuçlarını anlamak için okunması gereken eserlerin başında olmayı hakedenlerden. LA VİTA E BELLA (HAYAT 1997 yapımı bu film Yahudi olan Guido ile zengin GÜZELDİR) ve aristokrat bir aileden gelen Dora’nın birbirine aşık olması ile başlar. Konu yine aşk, sevgi üzerinden anlatılmaktadır. Bu filmde bir insanın sevdiği uğruna neler yapabileceğini, nelere katlanabileceğini ve ne fedakarlıklara göğüs gerebileceğini görmekteyiz. Bu eser için ilk olarak insanın sevdiği uğruna yapabileceğinin sınırları olmadığının kanıtı niteliğinde olduğu söylenebilir. Tabii her eserde görebileceğimiz, bunun tam aksi olan birçok duyguya yer verilmiş filmde. Bir insanın ne kadar bencil ve umursamaz olabileceği de çok derin bir şekilde aktarılmış bizlere. Birbirinden bu denli uzak duygu ve kavramların bir arada olması ise filmi daha da çekici yapmış. Filmi çekici kılan bir diğer özellik ise çok fazla fedakarlık yapan bir insan ile bencil, acımasız insanların tıpkı karakterleri gibi yaşadığı hayatların da çok farklı olması. Masallarda hep iyi insanların daima kazanacağı, gün sonunda mutlu olacağı öğretildi bize, ama bu eser mutluluğa giden o yolda neler kaybedilebileceğini anlatmış bizlere. İnternette arattığımızda birçok listenin başında yer alan bu eser kesinlikle izlenmesi, izlerken ders çıkarılması gereken bir eser. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

THE PİANİST(PİYANİST) Son olarak bahsedeceğim bu eser tamamen gerçek olaylar ele alınarak yazılmış. Diğerlerinde gerçek olaylardan esinlenilmişti yaşanan şeyler baz alınarak yazılmıştı. Bu defa gerçekten var olan yaşamış insanların bizzat yaşadıkları aktarılmış bizlere, çok ünlü bir piyanistin diğerleri gibi kampa gitmesi ile başlıyor hikâyemiz. Karakterin gerçekten yaşamış, var olmuş olması insanın içini ürpertiyor, inanmak istemiyoruz belki de yaşanan şeylere. Bu eser bizlere tek bir lokma ekmeğin bile bazen hayal olabileceğini insanın yaşamının ne kadar değerli ve özel olduğunu göstermekte. Öyle ki kahramanımızın yaşadığı zorluklara bakınca ister istemez film arasında etrafımıza bakıp içimizden iyi ki diyoruz. Bunun yanında yaşanan şeyler için üzüldüğümüzü söylemeye gerek yok bence. Film biraz durağan ve yavaş olsa da filmin en sessiz sahnesi bile çığlıklarıyla bir şeyler anlatmakta hep bizlere. Bahsettiğim diğer eserlerden farklı olarak bu film de bir nebze de olsa hem zulme maruz kalanın hem de zulmetmeye mecbur bırakılanın gözünden bakabiliyoruz olaya. Her iki tarafın da yaşadığı zorlukları görüp kızsak da üzülsek de anlamaya çalışıyoruz onları. Piyanist belki bu bahsettiklerimin arasında en gerçekçi ve sade olanıydı belki ama kesinlikle diğerleri gibi bu film de listelerde yer almayı oldukça hak etmekte. Hayatın bir parçası olan sanat insanları, toplumları ve yaşananları işlemiştir. Her dönem bizlere ışık tutmuştur. Savaşlar, darbeler ve daha birçok olay sanatın konusu olmuştur. Tarihin tozlu ve kirli sayfalarında yerini alan her şey şimdi karşımıza çıkıyor. Ders almamız içinse alıyor muyuz gerçekten? Yoksa biraz daha mı kirletiyoruz o sayfaları. Savaş sanırım hep var olacak sadece yöntem değişiyor. Bu konuda yazılan eserler uzar gider. Çöküş, Empire Of The Sun, Soysuzlar Çetesi, Devlet Aklı ve 1915, Ölüm Korkusunu Yenmek uzayıp giden bu listeye ekleyebileceklerimizden. Tüm bu eserleri izlemek ya da izlememek tabi ki size kalmış ama eğer izleyecekseniz bilmelisiniz ki hepsinde konu aynı ve bazen bu konu sizi ekran başında ağlatmak için oldukça yeterli. Temennimiz bundan asırlar sonra da aynı konunun işlenmesi yeni savaşların ve zulümlerin olmamasıdır. BEGÜM AYTAÇ 10/A ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

EXLIBRIS (BOOKPLATE) / KİTAPLARIMIZIN KİMLİĞİ Kitaplarımıza ismimizi yazmanın sanatsal yoludur exlibris. Bir mülkiyet işaretidir. Yer aldığı kitabın değil sahibinin bir göstergesi olarak kullanılan exlibrisler üzerlerinde sahiplerinin adlarını değişik konulardaki resimlerle birlikte bulundururlar. ``…’nın kitaplığından’’,``…’nın kütüphanesine ait’’ anlamlarına gelir. Tarihi çoook eskilere dayanır. Öyle ki 1400’lü yılların Mısır krallarının kütüphanelerinde bile bulunur. 16. Yüzyıl sonrasında Avrupa’da yaygınlaşmış ve dönemin ünlü sanatçıları tarafından da yapılmıştır. Osmanlı döneminde kullanılan ‘’ tuğralar’’ da birer exlibris örneğidir. Bir zaman sonra kitaba özgü bir işaret olmaktan çıkan exlibris özgün bir grafik çalışma olarak bağımsızlaşmıştır. Bugüne kadar 3.000.000’dan fazla örneği ve 2000’den fazla koleksiyonu olduğu tahmin edilen , günümüzde yarışmalara ve sergilere konu olan exlibris ; insanların sürekli istediği mülkiyet kavramını devreye soktuğu için tarih boyunca yoğun ilgi görmüştür. AYŞE NİDA AYAZ 10-E ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

İçimden Geçen Hüzün Yağmuru Gürültüler ince bir tül gibi dağlara çekildiğinde Hep aklıma gelirsin. Gözlerin gelir aklıma. Bir bakışına yıldızları döktüğüm, İçimi bahara çeviren, Kuşların cıvıltısında rengini aradığım gözlerin. Güneş saçlarını her taradığında Gülüşlerin gelir aklıma. Güzelliğiyle bulutları ağlatan, Her zerresini ezbere bildiğim gülüşlerin. Sen ki yokluğun derin bir sızı, Sen ki bulutların yoldaşı Sanki tüm güzellikleri senmişsin bu dünyanın. Sen söyledin diye güzelmiş kelimeler. Sen gülüyorsun diye varmış şiirler. Sanki, Toplamışlar her güzeli Senin yollarına koymuşlar. Sanki, Bir senmişsin güzel. Yağmur Binbuğa 11D ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Merhaba Meursault, Ben Burcu. Kendimi tanıtarak vakit kaybetmek istemiyorum. Bugün hayatının bitişine satır satır tanıklık ettim. Ve gördüğüm bu hazin son, beni sana bu mektubu yazmaya itti. Duygularını diğer insanlara yansıtamayışını, nasıl bizlerden bu kadar farklı olduğunu düşündüm biraz. Kendinle dış dünya arasına uçsuz bucaksız bir sınır çekmişsin ve o sınırın arkasında can verdin. Dış dünyadan bu kadar soyutlanman ne kadar doğruydu, bilemiyorum. Dünya üstünde akıp giden insan selinden, kendini nasıl bu şekilde ayrı tutabildin? Ölümüne pek üzülmedim doğrusu. Nasıl açıklasam bilmiyorum. Annen bu dünyadan göçüp gittiğinde, onun ölüme bu kadar sıradan yaklaşmanı oldukça yadırgadım. Senin bakış açından bakmayı da denedim. Annenle kötü bir geçmişin olduğunu varsaydım. Belki kendi anneme karşı duyduğum vefa duygusundan, belki de dünya görüşümüzün bir olmamasından dolayı seni anlamayı beceremedim. Seni dünyaya getiren bedenin yok oluşu, sende hiç mi hiç değişiklik yaratmamıştı. Herkesin, sevdiklerinin ölmesini biraz bile olsun istediğini bu kadar açık bir şekilde dile getirmen oldukça yaralayıcıydı. Çünkü bu bizlerin söylemekten ve duymaktan kaçtığı bir gerçek. Ölümün beraberinde getirdiği, sorumluluklardan kurtuluş hissi hepimizin istediği bir şey sanırım. O mahkeme salonunda seni annenin ölümüne üzülmediğin gerekçesiyle suçlamaları haksızlıktı. İnsanların üzüntülerini dışa vurmak şekilleri farklıdır. Kimileri haykırmayı seçerken, kimisi de sesini susarak duyurmaya çalışır. İnsanların iç dünyalarında kopan fırtınalara şahit olamayız, insanı gizemli kılan yönü de budur zaten. Kimseyi gerçekten tanıyamayız. Dış dünyasına yansıttığı kadarını biliriz sadece. Demem o ki; seni onların istediği gibi üzülmediğin, ağlamadığın, yas tutmadığın için yargılamaları haksızlıktı. Hiç üzülmediğini bilsem de bu sana yapılanları değiştirmedi. Diğer insanlar gibi olmaman seni ölüme biraz daha yakınlaştırdı. Biz insanlar böyleyiz; olaylara bizim gibi yaklaşmayan, bizim gibi hissetmeyen, bizim gibi tepki vermeyen insanları ötekileştiririz. Annenin ölümüne olan yaklaşımın her ne kadar bana ters olsa da; yapmacık bir üzüntüye, sahte birkaç damla gözyaşına göre gerçekten daha anlamlıydı. En nihayetinde birinin canına kast etmen benim için oldukça şaşırtıcıydı. Senin tekdüze bir hayat yaşayıp, basit bir şekilde ölüp gideceğini düşünmüştüm. Bir anda kendini kaybettiğin için bu suçu işlediğini söyledin. Ama sonra bu cinayetten hiç mi hiç pişmanlık duymadığını da söyledin. Kendi içinde tezatları barındırıyorsun. Anlamıyorum doğrusu, bir insanın hayallerini, geleceğini, umutlarını çalmış olmaktan hiç mi pişmanlık duymuyorsun? Şimdi ölmek veya 20 sene sonra ölmek arasında bir fark görmediğini biliyorum. Oysa 20 sene koca bir yaşanmışlık demek. İnsan 20 senede dünyaya hiç unutulmayacak bir iz bırakabilir. Unutulmaz olmayı başarabilen çok az var insan var doğrusu. Onların arasına katılmayı istemez miydin? Anılar; sevinçler, hüzünler, kahkahalar biriktirebilir bir insan 20 senede. Ah, tüm bunların senin için anlamsız olduğunu unutmuşum. Gerçekten ölümün kıyısında olduğunu anladığın anda yaşamak istediğini fark ettin. İnsanoğlu hep böyle değil mi zaten? Elimizdekilerin kıymetini ancak parmaklarımızın arasından kayıp gittiğinde fark ediyoruz. Bence yaşasaydın bomboş seneler geçirmiş olacaktın. İçinde hiç aşk, mutluluk, ayrılık barındırmayan senelere ömür diyemem ben. Ve sen bu hislerin tümünden kaçıyordun, garip bir şekilde alışkanlıklarının arasında kaybolmuş gibiydin. En sonunda idam ipini kendi boynuna kendin geçirmiş oldun. Umarım Maria, senin ardından pek fazlaca yas tutmamıştır. Huzurla uyu Meursault. Bana hislerin, nefes almanın ve en önemlisi özgürlüğün önemini hatırlattığın için teşekkür ederim. \"İnsan ne de olsa daima biraz kabahatlidir.\" Burcu UYKUN 10-A ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ALTI ÇİZİLEN SATIRLAR İnsan bazen yazılmış bir şiirin dizesinde, bazen bir roman karakterinde, bazen notada kendini bulur. Sanat da zaten bu değil midir bizi bize anlatan. Okuruz, dinleriz, hissederiz ve kendimizi buluruz. Bir kelime ya da bir satır insana öyle kendini hissettirir öyle ben gibi gelir ki… Kendimizi, duygularımızı, hislerimizi, çelişkilerimizi, kavgalarımız, hayal kırıklıklarımızı hayallerimizi satırlarda ararız . Sonra bir satırda kendimize ait bir şeyler buluruz ve işte o an sanki kendimize yakın bizimle aynı şeyleri hisseden düşünen kişilerin var olması bizi mutlu eder. O da bunu yaşamış. Tanımadığımız belki de hiç var olmamış karakterlerle yakınlık duyarız. Okurken bazen kalem elimizden düşmez, altı çizilecek o kadar çok satır buluruz ki… Kelime ve yalnızlık… “Kelimeden önce de yalnızlık vardı ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık…” diyerek her satırda insana bir şeyler katan Oğuz Atay ile başlayalım. ”Tutunamayanlar” Türk edebiyatının en çok satan, en çok yarım bırakılan ve alınıp kenarda bekletilen eserlerinden birisidir. Roman kahramanı Selim Işık herkesten bir şeyler taşıyor. Selim’in iç dünyasına girdikçe, bu dünyada nasıl kaybolduğunu, kaybolmak istediğini görüyor ve onun her cümlesine ben de ben de diye yazmak istiyor insan. Selim’i okurken insan kendinden çok şey buluyor. Selim ile okuru bu kadar birleştiren ne? Tutunamamak mı? Tutunmak için verilen savaşlarda yenik düşmek mi? Oğuz Atay karamsar ama bir o kadar da gerçekçi, duygusal, hayata tutunamamış kaybolmuş insanların sancılarını, çelişkilerini postmodern bir yaklaşımla ele alıyor. Selim Işık hayata o kadar yabancı, o kadar yalnız ki… Yalnızlığını kelimelerle besliyor. Kelimelerin anlamını bilmeden tanıdığı, İçinde çırpındığı yalnızlığı kelimelerin içine yerleştiriyor. Selim’in yalnızlığı, var olmak için verdiği savaş, sadece normal biri gibi hissetmek için yaşadığı çelişkiler o kadar yorar ki onu. Kendi yalnızlığı içinde kaybolup gider. Oğuz Atay daha sonra “Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor.” der “Tehlikeli Oyunlar” eserinde. Önce kelimelere bütün yalnızlığını yüklüyor ve sonra onları anlamsızlaştırıyor. Biz kaybolan hayatları okuyup kayıp satırların altını çiziyoruz. Her satırında yalnızlık, iç çelişkiler, varoluş mücadelesi, ümit, ümitsizlik, kayboluş, modern dünyanın arka perdesi… Sanat insana tutulan aynadır aslında. Her sanat eserinde farklı dünyalara yolculuk ederiz. Bu yolculuğumuz bazen iç dünyamıza bazen de toplumun kendisinedir. Toplumsal yapının ele alındığı aynı zamanda aşk, psikoloji, felsefe gibi birçok konuyu içinde barındıran eserlerimiz vardır. Her karakterde her olayda bambaşka mesajlar olan eserler... İçimizdeki kötü ve iyi yanlar arasındaki çatışmanın sesini duyarız bazen okurken. İç monologlara kulak kabartınca konuşanın kendimiz olduğunu düşünürüz, kitabın içine gireriz, kitaptaki karakterlerden biri oluruz. Bazen o karakterleri yargılarken yanılırız, öfkemizi kendimize yöneltiriz sonra kendimizi yargılamaya başlarız. “ Ben de böyle düşünmüş olabilir miyim? “Yazar, yeri geldiğinde bu yargılamayı karakterlerine yaptırır ve biz de o kendimizden bir şeyler bulduğumuz satırların altını çizer dururuz. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

“Ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde alıyoruz.”… (içimizdeki Şeytan-Sabahattin Ali ) “Sabahattin Ali ne kadar haklı değil mi? İnsanın acizliğini, bencilliğini ve kendi hatalarından kaçışını kendisiyle yüzleşemeyişini satırlara ne kadar ustaca dökmüş. Karakterlerin iç dünyaları, belki de bizim iç dünyamız, söyledikleri gerçekler nasıl da yüzümüze yüzümüze çarpıyor. Sabahattin Ali’nin karakterleri bizden içimizden birileri, her okuyanda yeniden hayat buluyor. İşte bu benim diyoruz. Her kesimden insanı ele alıyor yazarımız bu eserinde. Toplumların, aydınların, sıradan insanların iç dünyalarını eleştirel bir anlatımla okura sunuyor. Herkesin içinde olan kendine bile itiraf edemediği gerçekleri ele alıyor. Güçlü yanlarımızı, çürük ve hastalıklı yanlarımızı bize anlatmaktan çekinmiyor. Toplumları çürüten şeyleri, bizi içten içe yok eden hastalıkları, içimizdeki şeytanı bize anlatıyor. “Konuşan insan öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü sonu felakettir.” Edebiyatımızın çınarı Yaşar Kemal’in buram buram Anadolu, buram buram Çukurova kokan başyapıtından bir cümle. ( İnce Memed- Yaşar Kemal) Yaşar Kemal, 32 yıllık bir zaman diliminde yazmıştır bu eseri. Eserde toplumsal yaralara, sorunlara o kadar başarılı bir şekilde değinmiştir ki yazar, eser boyunca roman kahramanlarıyla nefes alır onlarla ağlar onlarla güleriz. Küçük Mehmed Abdi Ağa’nın zulmünden kaçar ve halkın kahramanı İnce Memed olur. Biz okurlar da bu mücadeleye tanıklık ederiz. Bir doğa aşığı olan Yaşar Kemal adeta okuru da doğayla bütünleştirir. Toros Dağları’nı, Çukurova’yı, Değirmenoluk köyünü, Değirmenoluk köyünün kayalıklarını, Değirmenoluk suyunun gözünü, pınarın başındaki devasa çınar ağacını en ince detayına kadar anlatır Yaşar Kemal. Doğayı nasıl en ince ayrıntısına kadar anlatıyorsa insanın doğasını da en ince detayına kadar anlatır. Kahramanlar ağlarken, onların gözyaşlarını silerken bulursunuz kendinizi. Onlar neşelenirken yüzünüzdeki tebessümü hissedersiniz. Uğradıkları zulmün seyircisi olmak sinirlendirir sizi sonra İnce Mehmed ile birlikte dağlarda mücadele ederken bulursunuz kendinizi, Abdi Ağa’dan ve onların düzeninden nefret edersiniz. Hatçe’nin duyduğu hasret içinizi yaralar onun saçlarını okşarsınız. Kısacası onlarla ağlar onlarla gülersiniz. Bazen detaylarda kaybolsanız da kendinizi uçsuz bucaksız bir çiçek bahçesinde ya da bir su kenarında hissedersiniz ve bu kayboluş hiç bitsin istemezsiniz. Bu eserle ilgili ne söylesek az kalacaktır. “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim asla kaçırmazdım o mutluluğu.” (Masumiyet Müzesi-Orhan Pamuk ) Kemal hikâyesini Orhan Pamuk’a anlatmaya başlarken tam bu cümleyi kurar. Hangimiz kurmadık ki bu cümleyi geçmiş bir daha yaşanmayan ve yaşanmayacak an’larla dolu. Kimse yaşadığı anın aslında hayatının en mutlu anı olduğunu bilemez. Kemal “en mutlu an” ifadesini yolun sonunda kurmuştur. Aşkı, acıyı, tutkuyu, bağlılığı, bağımlılığı en iyi ifade eden eserlerden biridir Masumiyet Müzesi. Kemal ile Füsun’un yaşadığı aşk hikâyesini sözcüklerle ince ince işlemiştir yazar. Bazen karakterlere kızarız bazen anlamaya çalışırız, onların iç dünyalarına yolculuk ederiz ve bu bağımlılık derecesindeki aşk yorar okuyucuyu. Tam evet deyip derin bir nefes alırız sonra yine başa döner Kemal. Aşkı, acıyı her şeye işlemiştir yazar. Sadece kişilere değil nesnelere olan aşk da ön plana çıkmış. Masumiyet Müzesi, adının da verdiği etkiyle sadece bir roman değil aynı zamanda yaşayan bir müze. Müze kitapla eş zamanlı olarak tasarlanmış. Yazar romanın yaşandığı dönemi ve İstanbul’u o kadar güzel anlatmıştır ki bu eserin etkileyici başka bir yönü olmuştur. İstanbul’un 1970 ve 1980’li yılları sosyolojik taraflarını da etkileyici bir şekilde kaleme almıştır. “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.” Diyerek bitiriyor sözlerini Kemal. Yıllarca Füsun’a duyduğu aşkla kendini harap etmiş yaşadığı onca acıya rağmen mutlu olduğunu belirtmiştir. Aşkın acısının da aşka dahil olduğu ve ruhsal acının bedende yaşanabileceğini, zamanla bu acıyı bile hayatının bir parçası olarak gördüğünü acı çekmediği zamanlarda utanıp kendine kızdığı anları değerlendirirken son cümlesinde ne demek istediğini daha iyi anlatıyor. Altı çizilen satırlar, altı çizilen hayatlar, altı çizilen acılar, altı çizilen kayboluşlar, altı çizilen hesaplar, altı çizilen ölümler, altı çizilen aşklar, altı çizilen azaplar, altı çizilen haykırışlar, altı çizilen sessizlikler… Gülizar CANAN Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ÖĞRETME SANAT MI, ZANAAT MI? Eğitim uzmanları, öğretmenler ve birçok araştırmacı öğretme eyleminin bir “Sanat mı, yoksa zanaat mı?” olduğu konusunda çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Araştırmacı ve eğitim uzmanları, öğretmeyi tamamen bir sanat, öğretmeni de bir sanatçı olarak düşünmüşlerdir. Öğretmeyi bir bilim olarak değil de bir sanat olarak görenler, bu bakış açısının ne kadar doğru, ne kadar doğru olmadığı konusunda bir sonuca varmış değillerdir. Eğitimciler, araştırmacılar bir sonuca ulaşamasalar da kendi bakış açımızı ortaya koyacak olursak eğer; sanatın kökenine indiğimizde zanaatla başladığını hem teoride hem de uygulamada hep iç içe olduklarını ve birbirlerini etkilediklerini görürüz. Buradan yola çıktığımızda öğretme eyleminin çok boyutlu olduğunu hem sanattan hem de zanaattan yararlandığını düşünebiliriz. Başarılı bir öğretme’’nin gerçekleşmesi için elbette ki kişinin yapısında var olan çeşitli yaratıcı yönleri, sanatsal becerileri, karizması, ses tonu ve konuşma biçimi, anlatımındaki becerileri ve çeşitli kişilik özellikleri devreye girerek öğretme eylemini daha da verimli hale getirecektir. Fakat öğretmeyi bir sanat olarak düşünecek olursak sadece doğuştan getirilen bu özelliklerin yeterli olmayacağını bu yeteneklerin öğrenilecek yeni bilgi, yöntem ve teknikle geliştirilmesi gerektiği muhakkaktır. Bu yönüyle öğretmen zanaatkârdır. O zaman bir öğretmenin öğrendiği yöntem ve teknikleri öğrencilere uygulaması onları değiştirmesi, yeniden yoğurması, ortaya yeni bir bakış açısı ve öğrenmiş ve gelişmiş yeni beyinler ortaya çıkarması onu zanaatkâr yapmaktadır. Bu durumda, zanaat ve sanat, ikisi de birbirini besleyen; gelişmek ve mükemmelleşmek için birbirine ihtiyaç duyan ve birbirlerini tamamlayan iki ayrılmaz olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer, sanat beynin zanaat da ellerin ürünü ise ne eller beyinsiz ne de beyin ellersiz işlevsiz kalacaktır. Öğretmen, gerek bir sanatçı gibi hayalleri ve yaratıcılığı ile gerekse bir usta gibi becerileri ve titiz çalışması ile mesleğini daha ileriye götürmelidir. Mesleğinde başarılı olabilmek için öğretmenin bir sanatçı gibi çözüm bulma yeteneğini, bir usta gibi de öğrenme ve öğretme becerilerini geliştirmesi gerekir. ”ÖĞRETMEN HEM BİR SANATÇI HEM DE ZANAATKÂRDIR” Salih SUNGUR Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

SHARENTİNG Sharenting anne babaların çocuklarının fotoğraflarını sosyal PEKİ ÇOCUKLARI NE BEKLİYOR medyada paylaşmadan duramamalarını ifade etmektedir. Başlangıçta masum olarak görülen bu paylaşımlar zamanla Çocukların fotoğraflarının sıklıkla paylaşımı da çocukları kötü niyetli çocukları birçok yönden etkileyebilen bir durum haline gelmiştir. kişilere ve davranışlara karşı savunmasız hale getirmektedir. Ebeveynlerin çocuklarının resim, video gibi görsellerini sosyal Sosyal medyada paylaşılan çocuk fotoğraflarına yapılan yorumlar her medyada kullanmaları yaygınlaşmaya başlamıştır. Süreç içerisinde zaman iyi niyetli olmamaktadır. isminde anne/baba olan hesaplar da yaygınlaşmaya başlamıştır. Pedofili bireyler için açık bir fotoğraf pazarı haline gelen sosyal medya, Ayrıca Amerika’da yürütülen bir araştırma çocukların 2 yaşına çocuk istismarcılığının rahat olarak yapıldığı bir yer haline gelmiştir. gelmeden sosyal medyada %92 oranla ebeveynleri tarafından Çocuk teşhirciliği yapan pedofili sitelerinde kullanılan fotoğrafların fotoğraflarının paylaşıldığı yönündedir. Türkiye’de yürütülen bir çoğunluğu sosyal paylaşım sitelerinden izinsiz olarak alınan ve araştırmaya göre ise ebeveynlerin %68’inin çocuklarının kullanılan fotoğraflardır. Bununla beraber çocukların fotoğrafları çeşitli fotoğraflarını sosyal medyada paylaştığı saptanmıştır. Ayrıca bu eşyaların üstüne izinsiz olarak kopyalanıp basılarak satılabilmektedir. fotoğraflar herkese açık şekilde de paylaşılabilmektedir. Ebeveynlerin paylaştıkları fotoğraflar başka bireyler tarafından kopyalanarak çocuk kendi çocuklarıymış gibi davranmaları ile de PEKİ BU FOTOĞRAFLAR sonuçlanabilmektedir. Bu duruma da “dijital çocuk kaçırma” NEDEN PAYLAŞILIYOR? denilmektedir. Sanal bebek evlat edindirme hesapları var. Bu hesaplarda bebek bebek arşivleyip satıyorlar. İnsanlar da bu resimleri Sosyal medya aracılığı ile sosyal destek almak alıp kendi çocukları gibi paylaşıyorlar. Çocuk büyütme sürecinde yalnızlaşan annenin kendi gibi Çocukların fotoğraflarının paylaşılması dışarıdan gelecek tehlikelere diğer annelerle kurduğu iletişim ile yalnızlığını gidermeye çocuğu savunmasız bırakmasının dışında, çocuğun kendi benliği için çalışması de zararlı olabilmektedir. Nitekim çocuğun dijital ayak izleri ebeveynler Sosyal medyanın öğretici özelliği nedeniyle sık sık tarafından oluşturulduğu için bu durum çocuğun özel hayatı ve kimliği çocuklarının fotoğraflarını paylaşmakta, iyi ebeveynlik yapma açısından çelişkiler yaşamasına neden olabilmektedir. Örneğin; ile ilgili bilgileri diğer ebeveynlerden elde etmeye çalışması çocukta bedeni hakkındaki kararların ve sorumlulukların kendisine mi Ebeveynler kendilerinin iyi bir ebeveyn olduklarını kanıtlamak, yoksa ebeveynlerine mi ait olduğu ikilemi kafa karışıklığı yaratabilir. Bu toplumsal onay almak için de çocuklarının fotoğraflarını durumun uzun vadede farklı ruhsal sorunlara yol açabileceği paylaşabilmektedirler. düşünülmektedir. Kimi ebeveynler ise kendi ebeveynliklerinin en iyisi olduğunu düşünmekte, hatta kendi çocuklarının da en iyi çocuk olduğuna yönelik düşünceler geliştirmekte bu durumu herkese gösterme ihtiyacı hissetmektedir. Ebeveynler çocuklarının fotoğraflarını maddi kazanç elde etme amacıyla da paylaşabilmektedirler. EĞER KÖTÜ NİYETLİ BİR KİŞİ OLUNSAYDI VE BİR ÇOCUĞA ZARAR VERMEK İSTENSEYDİ EBEVEYNLERİN PAYLAŞIMLARI İNCELENEREK ÇOCUK HAKKINDA HANGİ BİLGİLERE ULAŞILABİLİRDİ DİYE DÜŞÜNMEK GEREKMEZ Mİ? Nilüfer Koleri DEDELER Bilgisayar Ögretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

FELSEFE İŞE YARAR MI? Delphoi’deki Apollan Tapınağının girişinde “ Kendini Bil” yazar. (Bu söz Spartalı Khilon’a aittir. Bununla birlikte bu söz Thales, Sokrates, Pisagor ve Solon’a atfedilir.) Platon’ a göre bu sözün anlamı ise: “Sadece bir insan olduğunu bil.” dir. İnsan olmak nedir? Kendini bilmek nedir?( Burada kastedilenkişinin kendini fiziksel olarak bilmesi ve tanımlaması değildir.) İnsan olduğunu bilmek ne anlama gelir? Sorulması kolay fakat cevaplanması zor olan bu tür sorularainsan ömrü boyunca cevaplar aramaktadır. Bu soruları cevaplamaya çalışırken felsefeden yardım alabilir miyiz? Ya da insanın kendini ve içinde yaşadığı dünyayı bilme yolculuğunda felsefe bir işe yarar mı? Bireyler yaşamlarını sürdürürken bir takım sorunlarla karşılaşır ve bu sorunlarla mücadele ederler. Karşılaştığımız zorlukları aşmaya ve sorunları çözmeye çalışırız. Farkında olsak da olmasak da felsefenin ışığında bu sorunların üstesinden geliriz. Başka bir deyişle bir gölge bir felsefe sürekli bizimledir. Felsefenin yardımıyla karşılaştığımız sorunlarınkökenine, kaynağına ineriz. Bununla birlikte felsefe, bireyi başkalarınınamacının aracı olmaktan kurtarır. Bireye kendi olma yolunu açar. İnsanın kendisini felsefe ile bilmesi onu doğmalardan ,otorite olarak kabul edilmiş düşüncelerden ve alışkanlıklardan uzaklaştırır. Sorgulayıcı, eleştirel ,nesnel ve bütünleyicidüşünme ile bireyin kendisinibilmesi ve bulmasına olanak sağlar. Bireyin, kendisini ve özerkliğini bulmasıdır. Burada anlatılmak istenen bireysel bencilliğin keşfi değildir. Toplumsal bir varlık olan insanın bütünün bir parçası olarak , bütün içerisinde kendi özerkliğini keşfetmesidir. Bu dünyadaki yerim nedir? Hayatımın anlamı nedir? Hayattaki amacım nedir? Ne yapmalıyım? türünden varoluşsal sorular felsefi düşünmeyi harekete geçirir. İnsan, felsefenin yardımıyla derinlemesine düşünerek bu sorulara cevap bulmaya çalışır. Görünenin arkasındaki görünmeyeni görmeyeve onu açığa çıkartmaya çalışır. O halde denilebilir ki insanın kendisini bilme ve içinde yaşadığı dünyayı bilme ve anlama çabasında felsefe olmazsa olmazdır. İnsanınkendisini ve içinde yaşadığı dünyayı bilmesi onu mutlueder. Felsefe insanın ulaşmak istediği mutluluğu elde etmesini sağlar. “mutluluk bir amaçtır , felsefe ise ona giden yol. Bu yolda herkese iyi yolculuklar.” Selver YETİK DOĞAN Felsefe Grubu Öğretmeni Nilüfer Koleri DEDELER Bilgisayar Ögretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

KERBELA Hz. Peygamber’in torunlarından olan Hz. Hüseyin ehl-i beytin gözbebeğidir. Hz. Hüseyin, uğradığı muamele sonucunda, İslâm tarihinde ve coğrafyasında en çok tanınanlardan birisi olmuştur. İslam tarihinin en hazin ve trajik olaylarından biri olan Kerbelâ katliamında şehit edilmesi sonucu o, günümüze kadar yaşayan bir efsane kahraman haline dönüştürülmüştür. İncelemekte olduğumuz bu kitap hayatını İslam tarihi çalışmalarına adamış olan Prof. Dr. Adnan Demircan tarafından kaleme alınmıştır. Beyan yayınları tarafından 2014 yılında okuyucuların teveccühüne sunulmuştur. Yazar, bu olayı ideolojik yaklaşımlardan uzak olarak ele alıp, olabildiğince mutedil bir şekilde yazmaya çalışmıştır. Yazar’ın önsözünde belirttiği gibi, Hz. Hüseyin’i bir insan olarak anlamak, onun da arzu ve isteklerini dikkate almak, beklentileri, zaafları ve hedeflerinin olduğunu bilmek, maruz kaldığı sonu isabetli bir şekilde değerlendirmek için gereklidir. Yine yazarın önsözünde söylediği gibi Kerbelâ bir kez yaşanmış ama olayın etkileri, yorumu ve tahlili günümüze kadar binlerce kez yapılmıştır. Bizde bu minvalde, Adnan Demircan’ın Kerbelâ –Keder ve Belâ- adlı eserini değerlendirmeye çalışacağız. Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin, İslâm kültür ve medeniyetinde çok önemli bir yere sahiptir. Yazarın da belirttiği gibi, aile efradından ve taraftarlarından küçük bir grup insanla birlikte 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) Kûfe yakınlarındaki Kerbelâ’da öldürülmesinin etkileri günümüze kadar devam etmiştir. Onun hunharca katledilmesi, tüm Müslümanlarca şiddetli bir şekilde kınanmıştır. Hz Hüseyin’in katledilmesi olayı, Şiî ve Alevi kültüründe canlı bir şekilde yaşatılmış ve vukuundan günümüze kadar bir siyasî mücadele aracı olarak sahiplenilerek, kullanılmıştır. Kerbelâ vakasının, günümüze kadar farklı şekillerde ve çoğu zaman sübjektif ve duygusal bir yaklaşımla ele alınmış olması, tüm dünyadaki Müslümanlar arasında çatışmalara ve ihtilaflara sebep olmuştur. Günümüzde bu olayın daha mutedil ve objektif hatta soğukkanlı bir şekilde değerlendirilmesine ihtiyaç olduğu aşikârdır. Kerbelâ vakası ile ilgili Şia tarafından birçok efsanevi ve abartılı, realiteye ters rivayetler uydurulmuştur. Bu kitapta gerek Şia, gerekse Sünni kesim tarafından uydurulmuş efsanevî abartılı rivayetler tetkik edilmiş ve birçoğunun yalan oldukları ortaya konulmuştur. Şia tarafından ortaya atılan bu uydurmaların, zamanla Sünnî kaynaklarda da yer bulduğu açıklanmıştır (s.15-20). Kerbelâ olayı ele alınırken en büyük sıkıntıların başında ideolojik ve siyasi yaklaşımlar gelmektedir. Demircan, Kerbelâ vakasının nasıl tetkik edilmesi gerektiğini maddeler halinde vererek objektif bir yaklaşımın mecburi olduğunu göstermektedir. (s.24-25). Yazar, Hz. Hüseyin’in Kûfe’ye gitmemesi hakkında birçok yorumların yapıldığını, fakat bu noktada niçin gitmemesi gerektiği hakkında tatminkâr ifadelerin ortaya konulamadığından bahseder. Demircan, Hz. Hüseyin’in Küfe’yi tercih etmesindeki en büyük sebebin babasının bu şehri zamanında başkent yapmasına bağlar. Babasının döneminde Kûfelilerin çok büyük zenginliklere sahip olmasına ve sonrasında ise Emeviler döneminde bu zenginliklerini kaybetmelerine yani ekonomik sebeplere bağlar. Ayrıca Kûfe şehrinin Fustat ve Basra şehirleri gibi sonradan inşa edildiğini burada birçok kabilenin bulunduğunu, bunların da ayrı ayrı mahallelere konuşlandırıldığını, ayrıca, Kûfe’de yaşayan insanların aşırı derecede politize olduklarını tercihlerinin sürekli farklılık arz ettiklerini söyler. Yazar, Kûfelilerin Emevilere muhalif olduklarını ve Hz. Ali taraftarlarının bu şehirde çok olduklarından dolayı Hz. Hüseyin’in bu şehri tercih ettiğini anlatır. Ayrıca Hz. Hüseyin’in Kûfe’yi tercih etmesinin diğer bir nedeni de o dönemdeki Ehl-i Beyt taraftarlarının orada çokluğu ve şehrin siyasi güç bakımından yetkin olduğuna inanmasına bağlar. (Sayfa 45-46). Demircan, Hz. Hüseyin’in savaşa giderken kendisine yetecek hazırlıkları yapmadığını ve kötü durumlara karşı önlem almadığını bildirir. Kendi akrabalarının eş ve dostlarının ikazlarına aldırış etmeden hareket ettiğinden bahseder. Kûfe’ye giderken meydana gelen olayları ve gelişmeleri yönetme noktasında zayıf kaldığını belirtir. (Sayfa 61). İdeolojik olarak Kerbelâ vakasını değerlendirme adına Ehl-i Sünnet ekolünün içinde üç farklı şekilde bakış açısının olduğunu bu kitapta görmekteyiz. Bazı ehl-i sünnet âlimlerin, Hz. Hüseyin’i haklı görüp Yezîd’i eleştirdikleri hatta lanetledikleri, Diğer bazı âlimlerinse, Kerbelâ vakasında, Hz. Hüseyin’i sorumlu olarak gördükleri, 3. gurup âlimlerinse Hz. Hüseyin’i haklı görmekle beraber ihtiyatlı yorumlar yaptıklarını görmekteyiz. Yazar’a göre, Yezid’in, Emevi devletinin başına geçtikten sonra, hiçbir şekilde kendi aleyhine bir muhalif hareketin oluşmasını kabul etmesi mümkün değildi. Böyle bir muhalif durumu bir devlet başkanının da kabul etmesi de mümkün gözükmemektedir. Yazar, bu çıkarımı ve çıkarımın devamındaki analizleriyle, Kerbelâ vakasına ihtiyatlı ve mutedil yaklaşan ehlisünnet âlimlerinin üçüncü gurubuna girenlerin görüş ve yorumlarını kabul etmiş gözükmektedir. (s. 69- 89). Kitapta adı geçen bazı yerlerin ve kişilerin bilgilerinin dipnotlarda verilmesi, verilen dipnotların da olaya yakın zamanlarda yazılmış kaynaklardan alınması doğru bilgiye ulaşılması bakımından çok önemlidir. Genel itibarıyla birkaç makalenin bir araya getirilmesi ile oluşturulan kitapta, Kerbelâ olayı ile ilgili ideolojik olarak birçok görüş ele alınmıştır. Fakat bu görüşler etrafında objektif bir bakış açısından Kerbelâ olayının nasıl ele alınması gerektiği de kritik edilerek yazar tarafından dile getirilmiştir. Bu açıdan elimizdeki eser Kerbelâ olayına farklı bir bakış açısı edinmemiz noktasında bizlere yerinde tespitler sunmaktadır. Yazar, bu çalışmasında Kerbelâ vakasının, günümüze kadar gelen tartışmalarından dolayı kafa karıştırıcı ve merak edilen sorulara zamanın şartlarına göre tahkikatlar yaparak cevaplar bulmaya çalışmıştır. Ayrıca meselelere gayet mutedil ve olabildiğince tarafsız yaklaşmaya gayret edinmiştir. Yazar, dönem itibarıyla olaylar hakkındaki rivayetleri verirken olumlu, olumsuz olanları sırasıyla vermiş ve olaylar hakkındaki şahsi kanaatini bildirmekten geri kalmamıştır. Abdullah METİN Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ögr. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

DULKADİROĞULLARINA DAİR ARAŞTIRMA İNCELEME ş ğ ğHalep’ten ba layarak Amanoslar’ın do usun-dan Tohma vadisine kadar uzunan bölgede yurt tutan Dulkadir Türkmenleri, O uzların Bozok koluna mensuptular. Dulkadirli ş ğ ş halkını te kil eden cemaatler ise ço unlukla Bayat, Av ar ve Beydili boylarından idiler. Ancak Dulkadir beylerinin buboylardan hangisine mensup oldukları bilinmemektedir ş ğ ş ğElbistan ve Mara merkez olmak üzere do uda Harput’tan batıda Kır ehir’e, kuzeyde Bozok (Yozgat) ile Sivas’ın güneyinde Gemerek ve Gürün’den Hatay’a ba lı Hassa’ya ğ ş şkadar yayılan bölgede hüküm süren Dulkadir Türkmenleri, O uzlar’ın Bozok koluna mensuptur. Kaynaklarda çe itli ekillerde yazılan Dulkadir adının, Abdülkadir veya ş ş ğbenzeri bir ismin Türkmen telaffuzuna uydurulmu ekli oldu u tahmin edilmektedir. KARACA BEY SİYASÎ TARİH ğ ş ğ ğ şBeyli in temelleri, Mara ve Elbistan arasında Bozok ve A açeri Türkmenleri’ni etrafına toplayan Dulkadiro lu Karaca Bey tarafından atılmı tır. Karaca Bey 1335 Mayısında Çukurova’daki Ermeniler üzerine bir akın yaparak zengin ganimetle Elbistan’a döndükten ve bir süre Türkmen reislerinden Taraklı Halil’le mücadele ettikten sonra 1337 yılında, Ş ş şam Valisi Tengiz’in delâletiyle Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed tarafından Elbistan yöresindeki Türkmenler’in ba ına getirilmi , böylece Memlükler’in himayesinde ş ğ ğ ş ş İ ş şyakla ık iki asır kadar devam edecek olan Dulkadiro ulları Beyli i te ekkül etmi tir. 1338’de lhanlı ehzadeleri arasında ba layan kanlı mücadeleler sonucunda Anadolu’da ğ ğ ş şMo ol hâkimiyetinin çökmesinden faydalanan Karaca Bey, bir baskınla Eretnao ulları’nın elinde bulunan Dârende’yi i gal etti. Bu arada kendisine kar ı çıkan ve Dulkadirli ş ğ ş ş ğ şoymaklarını tâciz eden Ta gun ile u ra tı ve onu saf dı ı bıraktı. Mısır’da Kosun’un katli üzerine ordu kumandanlı ına getirilen Ta timur’la birlikte Kahire’ye gitti. Fakat ş ğ ŞTa timur’un kısa süre sonra tutuklanması üzerine Memlük Devleti’ne itaatten vazgeçerek Halep’e do ru akınlarda bulundu. 1343 yılında Alâeddin Eretna’nın Çobanlı eyh ğ şHasan’ı Karambük’te yenerek ele geçirdi i ganimetleri Halep’e ta ıyan kervanın yolda Dulkadirliler tarafından soyulması, Karaca Bey’in Memlükler’le arasını büsbütün açtı. ğ ğ şHalep Valisi Yelbo a büyük bir kuvvetle Dulkadirliler üzerine yürüdü. Düldül da ı eteklerinde yapılan sava ta Halep kuvvetleri yenildi. Karaca Bey 1345’te Ermeniler’den Geben ğ ş ğKalesi’ni aldıysa da ertesi yıl iade etmek zorunda kaldı. 1351 yılında Kahire’deki saltanat de i ikli i üzerine, ertesi yıl Suriye valilerinin ayaklanmalarını destekleyen ve onların ğ ş ğ şülkesine iltica etmelerini sa layan Karaca Bey’in yerine Dulkadirliler ’in ba ına Ramazan Bey getirilmek istenince, gelece inden endi eye kapılan Karaca Bey yanındaki âsi ğ ŞSuriye valilerini Memlükler’e teslim etti. Buna ra men Mısır’da iktidara hâkim olan Emîr Taz ve Emîr eyhu, Karaca Bey’i cezalandırmak için Dulkadirliler üzerine sefer açtılar. ğ ş ğ1353 yazında Düldül da ı eteklerinde yapılan sava ta büyük zayiat veren Karaca Bey Kayseri taraflarına kaçtıysa da Eretna o lu Mehmed tarafından yakalanarak Memlükler’e ğteslim edildi. Kahire’ye götürülerek 11 Aralık 1353 tarihinde öldürüldü ve yerine o ullarından Halil Bey getirildi. HALİL BEY ş ğHalil Bey, Eretna’nın ölümünden sonra çıkan karı ıklıktan faydalanarak babasını Memlükler’e teslim eden Eretna o lu Mehmed’den intikam almak istedi. 1360’ta Türkmen şreislerinden Ömer Bey Eretnalılar’dan Malatya’yı alırken Halil Bey de ülkesinin sınırlarını Zamantı’ya kadar geni letti. Bir süre sonra Harput’u zaptederek Malatya’yı tehdit ş şetmeye ba ladı. Ancak Mısır hükümetinin harekete geçmesi üzerine Harput’u Memlükler’e teslim etmek zorunda kaldı. Bununla beraber Halil Bey on yıl sonra bu ehri tekrar ele Ş Ş şgeçirdi. Bu olay üzerine Memlük orduları kumandanı Berkuk, 1378’de Mübârek ah emrindeki Halep kuvvetlerini Dulkadirliler üzerine sevketti. Mübârek ah sava meydanında ğ ğ ş ğ şkatledildi i gibi, daha sonra gönderilen Malatya Valisi Hattat Yelbo a da Halil Bey’in kuvvetleri kar ısında ma lûp oldu. 1379 yılı ba larında Halep Valisi Timurbay ğkumandasında sevkedilen Memlük kuvvetleri ise Ayas’ta (Yumurtalık) Ramazano ulları’nın da yardımıyla hemen tamamen imha edildi. Aynı yılın sonlarında Büyük Hâcib Çögen ş şkumandasında gönderilen daha büyük bir orduyu Mara önlerinde kar ılayan Halil Bey büyük bir zafer daha kazandı. Dulkadirliler bu zaferden sonra Amik ovasına ve Tizin’e ğ ş şkadar inerek Halep civarını ya malamaya ba ladılar. Bu yenilgiler üzerine Memlükler, Dulkadirliler’e kar ı daha büyük bir sefer düzenlediler. Kalabalık bir Memlük ordusu 1381 ş ş ş ş ş ş ğyılı yazında Antep’ten geçerek Mara ’a ula tı. Dü manı ehrin önlerinde kar ılayan Halil Bey ve karde i Sevli Bey bu defa yenilgiye u radılar ve Harput’a çekildiler. Memlükler ş ş ş İkar ısındaki bu ba arısızlık Halil Bey’in karde leriyle arasının açılmasına sebep oldu. brâhim, Osman ve Îsâ beyler Memlükler’e iltica ederken Sevli Bey de Halep valisinin ğ ğ İyanına gitti. Halil Bey, Memlük Sultanı Berkuk’un tâlimatı üzerine Ya mur o lu brâhim ve maiyeti tarafından hançerlenerek öldürüldü (1386). SEVLİ BEY ş ğ şHalil Bey’in yerine karde i Sevli Bey geçti. Di er karde leri Kahire’de tutuklu bulunuyordu. Sultan Berkuk, Sevli Bey’i de ele geçirerek Dulkadirli ülkesini tamamen hâkimiyeti ş şaltına almak istiyordu. Bu amaçla üzerine bir ordu gönderdi. Memlük kuvvetlerini Göksun’da kar ılayan Sevli Bey galip gelerek dü mana büyük zayiat verdirdi. Bunun üzerine ş İ ş ş ğMemlük sultanı, Sevli Bey’e rakip olmak üzere karde leri brâhim ve Osman’ı serbest bıraktı. Fakat karde leri Sevli Bey’e kar ı çıkmadılar. Sultan Berkuk’un destekledi i ğ ğ İ ş ş ğ ğYa mur o lu brâhim ise 1387 yılı ilkbaharında Mara önlerinde Sevli Bey kar ısında büyük bir yenilgiye u radı. Sonunda Sultan Berkuk Sevli’nin beyli ini tanımak zorunda ş ğ ş ğkaldı. Ancak bir süre sonra Sevli Bey’e kar ı Halil Bey’in o lu Nasreddin Mehmed’i desteklemeye ba ladı. Nasreddin Mehmed, Memlükler’in Kozan valisinden aldı ı yardımla ğ ş ş ş1389 yazında amcası Sevli Bey’i büyük bir yenilgiye u rattı. Sevli Bey Develi’ye kaçtı. Dönü ünde Sultan Berkuk’a kar ı ayaklanan Malatya Valisi Minta ve Halep Valisi ğ ş ş ş ş ğYelbo a Nâsırî ile ittifak yaptı. 1390 yazında karde i Osman ile Memlükler’in elinde bulunan Antep ehrini ku attı. Fakat ehrin kalesini ele geçiremedi inden Elbistan’a ş şdönerek Sultan Berkuk’un tâbiiyetini kabul etti. Anadolu’ya gelen Timur’un te vikiyle Suriye’yi fethe giri en Sevli Bey’den intikam almak için Berkuk Dulkadirliler üzerine yeni bir ğsefer düzenledi. Halep Valisi Çolpan kumandasında hareket eden bir ordu 1395 Martında Dulkadirliler ’i büyük bir yenilgiye u rattı. ğ ğSevli Bey’in Sultan Berkuk tarafından öldürülmesi üzerine yerine Memlük sultanının tasvibiyle o lu Sadaka geçti. Ancak amcasının o lu Nasreddin Mehmed Bey taht için ş ş ğ şkendisiyle amansız bir mücadeleye giri ti. Nihayet Osmanlı Padi ahı Yıldırım Bayezid duruma müdahale ederek 1399 yazında Sadaka’yı Elbistan’dan sürüp beyli in ba ına Nasreddin Mehmed Bey’i getirdi. NASRETTİN MEHMET BEY ğ ğ ş ş şYıldırım Bayezid’in yardımı ile Dulkadiro ulları Beyli i’nin ba ına geçen Mehmed Bey, amcası Sevli Bey’in aksine 1400 yılında Sivas’ı ku atan Timur kuvvetlerine kar ı tavır ş ğ Ş ğ ştakındı. Sivas’ın dü mesinden sonra Timur, o lu âhruh Mirza’yı Mehmed Bey’den intikam almak için Elbistan’a yolladı ı gibi ertesi yıl Suriye seferinden dönü te Halep ş ş Şcivarında Tedmür yakınlarında kı layan Dulkadir Türkmenleri üzerine baskın yaptırdı. Timur’un uzakla masından sonra Suriye’de ayaklanan Halep ve am valilerinin tenkiline ş ğ şyardımcı olan Mehmed Bey’in karde i Alâeddin Ali Bey, Memlükler tarafından 1402’de Antep valili ine tayin edildi. Antep’i terkederek Mara ’a çekilmek zorunda kalan Ş ŞMehmed Bey, bir süre sonra Halep Valisi eyh’in teklifiyle Antep’i zaptetti. Ardından eyh’in Ferec’den sonra Mısır’da iktidarı ele geçirmesinde rol oynadı. Kızlarından birini ş ğ şOsmanlı ehzadesi Çelebi Mehmed’e veren Nasreddin Mehmed Bey, ayrıca o lu Süleyman’ı Çelebi Mehmed’in yardımına göndererek onun tek ba ına tahtı ele geçirmesine ş ş Şyardımcı oldu. Dulkadirliler’in Osmanlılar’la dostluk münasebetleri Memlükler’i endi elendirmeye ba ladı. Sultan eyh 1414 yılında sefere çıkarak daha önce kendi rızası ile ğ ş ğ ğverdi i Antep ehriyle Dârende’yi Dulkadirliler’dan geri aldı. Fakat Mehmed Bey 1418’de Dârende’yi tekrar aldı ı gibi Besni’yi de ülkesine kattı. O sırada Karamano ulları ile ş şbozu mu olan Memlük sultanı, Mehmed Bey’i Karaman seferine katılmaya davet etti. 1419 yılı ilkbaharında sefere çıkan Memlük kuvvetleri Kayseri’yi Karamanlılar’dan alarak ğ ğ ş şDulkadirliler’e teslim etti. Memlük kuvvetlerinin çekilmesinden sonra Karamano lu Mehmed Bey, Dulkadirliler’e kaptırdı ı Kayseri’yi geri almak için ehri ku attıysa da yenilerek ş Ş ş ğ İ ğ ğesir dü tü ve Kahire’ye gönderildi. 1421’de Memlük Sultanı eyh’in ölümü üzerine Suriye’de çıkan karı ıklıktan faydalanan Nasreddin Bey’in ye eni brâhim o lu Tu rak ğ ğ ş ş ğ İMalatya’yı zaptetti. 1435 yılında Nasreddin Mehmed Bey’in o lu Feyyaz ile ye eni Hamza’nın Mara ’ta çatı malarından faydalanan Karamano lu brâhim Bey Kayseri’yi geri ş ş ğaldı. Dulkadirliler Kayseri’den ba ka Ürgüp, Karacahisar, Develi ve Uçhisar’ı da Karamanlılar’a terketmek zorunda kaldılar. Osmanlılar’a kar ı Karamano ulları’nın güçlenmesini ğisteyen Memlükler olaya müdahale etmediler. Memlükler’in suskunlu una kızan Nasreddin Mehmed Bey, uzun zamandan beri Osmanlılar’ın himayesinde bulunan ve Sultan ş şBarsbay’ın can dü manı olan Canı Beg Sûfî’ye arka çıktı. Canı Beg’i ele geçirmek isteyen Sultan Barsbay, Halep Valisi Tanrıbirmi kumandasında büyük bir orduyu Dulkadırlılar ğ ğüzerine sevketti. 1436 ilkbaharında Elbistan’ı ya malayan Memlük ordusu Antep’te Dulkadirliler’i ma lûp etti. Memlük ve Karamanlı kuvvetleri tarafından takip edilen Nasreddin ğ ğ ğMehmed Bey ve Canı Beg Akda ’a kaçarak Osmanlılar’a sı ındılar. Nasreddin Mehmed Bey, o lu Süleyman’ı o sırada Gelibolu’da bulunan II. Murad’a göndererek ş ğ ş ş ş şKaramanlılar’a kar ı yardım istedi. Osmanlılar’ın deste iyle 1437’de Kayseri’ye yürüyerek kısa bir ku atmadan sonra ehri ele geçirdi. Ku atma sırasında Mara ’ta bulunan Canı ğ ğ ğ ğBeg ise Memlük kuvvetlerinin baskınına u radı ından kaçıp Akkoyunlular’a sı ındı, fakat çok geçmeden Karayülük’ün o ulları tarafından katledildi. Canı Beg yüzünden ş ğbozulan Dulkadirli - Memlük münasebetleri Barsbay’ın ölümünden sonra düzelmeye ba ladı. Barsbay’ın o lu Yûsuf’u kısa zamanda devirerek Memlük tahtına çıkan el-Melikü’z- Zâhir Çakmak, Canı Beg’den dul kalan Nasreddin Mehmed’in kızı ile evlendi (1440). Bu evlilik sayesinde Dulkadirliler 1429’da Akkoyunlular’a kaptırdıkları Harput’u geri aldılar. ş ş ğNasreddin Mehmed Bey 1442 yılında seksenini a kın bir ya ta öldü ve yerine o lu Süleyman geçti. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

SÜLEYMAN BEY ğ ş ş ğSüleyman Bey’in hükümdarlı ı barı ve sükûn içinde geçti. Kızlarından birini, 1449’da ölen kız karde inin yerine Sultan Çakmak’a veren Süleyman Bey, ertesi yıl di er kızı Sitti ğ Ş ğHatun’u II. Murad’ın o lu ehzade Mehmed’e verdi. Böylece kurulan iki taraflı akrabalıkla Dulkadırlılar batıda Karamanlılar’dan, do uda ise Akkoyunlu ve Karakoyunlular’dan ş ş ş ş şgelebilecek tehlikeyi önlemek istemi lerdi. Zevk ve safaya dü kün olan ve a ırı i manlıktan ata dahi binemeyen Süleyman Bey 1454 yılında öldü. ğ ş şSüleyman Bey’in yerine geçen o lu Melik Arslan, babası gibi Osmanlılar ve Memlükler’le dostluk ili kilerini devam ettirmeye çalı tıysa da Karamanlılar ve Akkoyunlular kendisini ş ğ İ ş ğrahat bırakmadılar. Karamanlılar Kayseri ehrini zaptettiler. Karamano lu brâhim Bey’in 1464 yılında ölümünden sonra Karaman ülkesinde çıkan karı ıklı ı fırsat bilen Melik ş şArslan ehri geri almaya çalı tıysa da Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Karamanlılar’a yardım etmesi yüzünden geri çekildi ve Harput’u Uzun Hasan’a terketmek zorunda şkaldı. Melik Arslan, Memlük Sultanı Ho kadem’in tâlimatıyla Elbistan’da Ulu camide ibadet ederken bıçaklanarak öldürüldü. ğ ğ ş ğ Ş ş ğ ğMelik Arslan’dan sonra Dulkadiro ulları Beyli i’nin ba ına Memlükler’in destekledi i ahbudak Bey geçti. Fakat Türkmen ileri gelenleri, karde inin katlinde parma ı oldu u Ş ğ ş ş Ş Şgerekçesiyle ahbudak’ın beyli ini kabul etmediler. Fâtih’e ba vurarak Melik Arslan’ın öteki karde i ehsuvar Bey’in gönderilmesini istediler. ehsuvar Bey daha önce ğ ş ğ ş ğ şOsmanlılar’a sı ınmı ve Çirmen sancak beyli ine getirilmi ti. Dulkadirliler ’in müracaatı üzerine bu beyli i Memlükler’e kar ı himayesine almak isteyen Fâtih Sultan Mehmed Ş şbir fermanla ehsuvar Bey’i Bozok ve Dulkadir Türkmenleri’nin ba ına bey tayin etti. ŞAHSUVAR BEY ş ğ ğ ş Ş şOsmanlı padi ahı tarafından Dulkadiro ulları Beyli i’nin ba ına getirilen ehsuvar Bey, Memlük Sultanı Ho kadem’in tâbiiyet teklifini reddetti. Bunun üzerine Memlükler Ş ş Ş ğ şehsuvar’ın kar ısına amcası Rüstem’i çıkardılar. ehsuvar Bey amcasını bertaraf etti i gibi Memlükler’in elindeki Besni, Gerger, Birecik ve Rumkale ehirlerini de zaptetti. ş Ş Ş ğSultan Ho kadem Dulkadir beyini cezalandırmak için am Valisi Berdi Bey kumandasında bir orduyu Elbistan’a gönderdi. ahbudak Bey’in kılavuzluk etti i Memlük ordusu önce ğ Ş ş1467 yılı sonbaharında Turna da ı eteklerinde, ertesi yılın ilkbaharında ise Antep yakınlarında Dulkadirli kuvvetlerine yenildi. ehsuvar Bey Sultan Kayıtbay’a barı teklifinde Şbulunduysa da Kayıtbay bunu reddetti ve Dulkadirliler üzerine yeni kuvvetler sevketti. ehsuvar Bey Kadirli’ye çekilerek Memlük kuvvetlerine baskın yapıp zayiat verdirince Ş ğ şMemlükler geri dönmek zorunda kaldı. ehsuvar Bey’in Memlükler’e yardım eden Ramazano ulları’na ait Çukurova’ya inmesi ve oralara hâkim olması Sultan Kayıtbay’ı telâ a ş ş Ş Ş şdü ürdü. Emîr Ye bek kumandasındaki Memlük kuvvetleri 1471 yılı ilkbaharında ehsuvar Bey’i Savron deresinde yendiler. ehsuvar Bey kuzeye çekildi. Ye bek, Kadirli ve ş ŞKozan’dan Dulkadirliler’i çıkardıktan sonra Halep’e döndü. Ertesi yıl ilkbaharda yeniden sefere çıkan Ye bek, ehsuvar Bey’i Zamantı Kalesi’ne kadar takip etti. Memlük Sultanı Ş ş ğ ŞKayıtbay daha önce Fâtih Sultan Mehmed’e bir elçi göndererek ehsuvar Bey’e yardım etmemesini rica etmi ti. Karaman seferine katılmadı ı için ehsuvar Bey’e kızgın olan Ş ğ ğ şFâtih’in himayesinden mahrum kalan ehsuvar Bey, sı ındı ı Zamantı Kalesi’nde Memlük kuvvetleri tarafından ku atılarak yakalandı ve Kahire’de idam edildi (1472). Ş ğ ğ ş ğahbudak Bey Memlükler tarafından ikinci defa Dulkadıro ulları Beyli i’nin ba ına getirildi. Uzun Hasan’ın himayesindeki Melik Arslan’ın o lu Kılıçarslan tahtı ele geçirmeye ş ğ Ş ş şçalı tıysa da hâmisinin 1473’te Otlukbeli’nde Fâtih tarafından ma lûp edilmesi üzerine ümidini kaybetti. Fakat ahbudak Bey’in kar ısına bu defa güçlü bir rakip olarak karde i ğ ŞAlâüddevle çıktı. Fâtih’in destekledi i Alâüddevle Bey 1480’de ahbudak’ı yenerek Dulkadirli tahtını ele geçirdi. ALÂÜDDEVLE BEY şSultan II. Bayezid Alâüddevle’nin kızıyla evliydi. Alâüddevle Bey, damadına kar ı mücadele eden Cem Sultan’ın takibine çıktı. Cem’in Mısır’a kaçmasından sonra Memlükler’in ş ş şelinde bulunan Malatya’yı ku attı. Sultan Kayıtbay derhal Dulkadirliler’e kar ı bir sefer açtıysa da Alâüddevle Bey, Yâkub Pa a kumandasında yardıma gönderilen Osmanlı ş ğkuvvetleriyle birle erek 1484’te Memlük ordusunu büyük bir yenilgiye u rattı. Bundan sonra Alâüddevle Bey yüzünden Osmanlılar’la Memlükler’in arası iyice bozuldu. Her iki ş ş ğ ğ ğdevlet arasında Çukurova’da ba layan sava altı yıl sürdü ve genellikle Osmanlılar’ın ma lûbiyetiyle sonuçlandı. Alâüddevle Bey, Osmanlılar’ın yardım ça rılarına ra men her ş ş şdefasında bir bahane bularak sefere katılmadı. Zira her iki devletin çatı masını menfaatine uygun bulmu tu. 1491 yılında Osmanlı-Memlük sava ının sona ermesinden sonra ş ş ğDulkadir beyi her iki devletle dost geçinmeye çalı tı. 1498’de Suriye’de ayaklanan Memlük emîrlerinden Akbirdi’ye yardım eden Alâüddevle Bey, Akbirdi’nin ba arısızlı ı üzerine ş İMemlükler’le uzla ma yoluna gitti. Öte yandan II. Bayezid’in Modon seferine yardımcı kuvvet göndererek dostluk münasebetlerini sürdürürken 1501 yılında ran’da kurulan ve Ş İ ğ şülkesini tehdit eden Safevîler’le mücadele etmek zorunda kaldı. ah smâil’e vermeyi reddetti i kızı Benli Hatun’u Akkoyunlu ehzadesi Murad ile evlendirerek onu, yanına ğ ş ğ şverdi i kuvvetlerle Safevîler’in eline geçmi olan Ba dat üzerine sevketti. Bir yandan da Akkoyunlu ehzadesi Zeynel’e yardım eden Dulkadir kuvvetleri Diyarbekir, Mardin ve ş Ş İ ğ ğUrfa ehirlerini ele geçirdiler (1505). ah smâil intikam almak için bizzat sefere çıkarak 1507 yılında Alâüddevle üzerine yürüdü. Dulkadir beyi Turna da ına kaçtı ından Safevî Ş İ ş şhükümdarı Elbistan’ı yakıp yıkarak geri döndü. ah smâil’in uzakla ması üzerine Alâüddevle Bey, Diyarbekir ve Urfa’da Safevîler’e kar ı direnen taraftarlarına yardım için ş ğ İ ğkuvvet gönderdi. Ancak Dulkadirliler 1509 ve 1510 yıllarında Safevîler’in Diyarbekir Valisi Ustaclu Muhammed Han ile yaptıkları sava larda yenilgiye u radılar. ki o lunu şkaybeden Alâüddevle Bey Diyarbekir’in fethinden vazgeçerek Safevîler’le anla tı. Ş İ ş ş ş ğYavuz Sultan Selim 1514 yılında ah smâil’e kar ı yürürken Alâüddevle Bey’i sefere davet etti. Fakat Alâüddevle ilerlemi ya ını bahane ederek sefere katılmadı ı gibi şOsmanlı kuvvetlerine güçlük çıkardı. Bunun üzerine Yavuz Selim Çaldıran Zaferi ve Kemah’ın fethinden sonra Sinan Pa a emrindeki Osmanlı ordusunu Alâüddevle üzerine Ş ğ ğ şgönderdi. ehsuvaro lu Ali Bey’in öncülük etti i Osmanlı ordusunu Göksun ile Andırın arasında Ördekli mevkiinde kar ılayan Alâüddevle yenildi ve öldürüldü (13 Haziran 1515). (MezarıElbistan Ulu Cami Yanındadır) ŞEHSUVAROĞLU ALİ BEY ğ ğ ş Ş ğ ş ŞAlâüddevle Bey’den sonra Dulkadiro ulları Beyli i’nin ba ına Yavuz Sultan Selim tarafından ehsuvaro lu Ali Bey getirildi. Ali Bey, kendisine kar ı çıkan âhruh Bey’in ğ ş ğ şo ullarını bertaraf ettikten sonra ülkesinde dirlik ve düzeni kurmakta ba arılı oldu. Yavuz Sultan Selim’e sadakatle ba lı olan Ali Bey, Bıyıklı Mehmed Pa a kumandasındaki ğ ğ ş şOsmanlı kuvvetlerinin Diyarbekir’i fethine yardımcı oldu. Dulkadiro ulları Beyli i’nin Osmanlı nüfuzu altına girmesini ho kar ılamayan Memlük Sultanı Kansu Gavri, Ali Bey’in ş ş şkar ısına Alâüddevle Bey’in karde i Abdürrezzak’ı çıkardı. Ancak çok geçmeden Yavuz Mısır seferine çıkmı tı. Osmanlı ordusuna öncülük eden Ali Bey, 1516’da Mercidâbık, ş Ş1517’de Ridâniye sava larına bizzat katıldı. Memlük Sultanı Tomanbay’ı Kahire’de eliyle asarak babası ehsuvar Bey’in intikamını aldı. Ali Bey 1519’da Anadolu’da Celâlî Ş Ş ğ şisyanlarına adını veren Celâl ve 1521’de am Valisi Canbirdi Gazâlî ayaklanmalarının bastırılmasında da büyük rol oynadı. Ancak ehsuvaro lu Ali Bey’in bu ba arıları isyanları ş ğ ş İbastırmakla görevli Ferhad Pa a’nın kıskançlı ına yol açtı. Onun öldürülmesi için Kanûnî Sultan Süleyman’dan ferman çıkartan Ferhad Pa a ran’a sefer bahanesiyle onu Tokat’a davet etti ve Artukova’da çocuklarıyla birlikte katlettirdi (1522). ş ğ ğAli Bey’in öldürülmesinden sonra Dulkadırlı ülkesi Osmanlı topraklarına katılarak Mara merkez olmak üzere bir eyalet haline getirildi. Dulkadiro ulları Beyli i içinde Bozok ğbölgesi ise ayrı bir sancak olarak Osmanlı idaresine ba landı. Gökhan KIZILKAYA Tarih Ögretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

DİL EĞİTİMİNDE İYİ UYGULAMALAR KONFERANSI: EYLEM ARAŞTIRMASI Proje Tabanlı Dil Öğrenimi Çoklu Zekâ Kuramı ve Proje Tabanlı Dil Öğrenme Yaklaşımı temeline dayanan bu çalışmada, dilin işlevleri ve dört becerisi bütünleşik olarak ele alınarak öğrencilerin iletişimsel becerileri geliştirilmektedir. Ayrıca, öğrencilerin özgüvenlerini, özerkliklerini ve dil becerilerini artırarak onları güçlendirecek proje tabanlı dil etkinliklerine dayanmaktadır. Çalışma, kalıcı öğrenmeyi teşvik etmek için farklı birimlerde ve farklı sınıf seviyelerinde kullanılabilir. Ünite, sözlük, oyun, drama, müzik ve video oynatma olmak üzere 5 alana bölünmüştür ve Çoklu Zekâ Kuramına dayalıdır. Öğrenciler 4 ila 6 kişiden oluşan kendi gruplarını oluştururlar ve bu beş alandan ilgi ve ihtiyaçlarına göre birini seçerler. Sözcük grubunda ünitedeki olası bilinmeyen kelimeleri listeler, kelime listesini arkadaşlarıyla paylaşır ve ünite genelinde kelime ile ilgili etkinlikler oluştururlar. Oyun grubunda öğrenciler ünitenin dil edinimini içeren ve sınıftaki tüm öğrencilerin katılabileceği interaktif bir oyun düzenlerler. Drama grubunda ünite kazanımı ile ilgili özgün bir drama oyunu yazar ve süreç sonunda sınıfta canlandırırlar. Müzik grubunda ünite kazanımlarını müzik eşliğinde sunarlar. Kendi yaratıcılıklarını kullanarak bir şarkı yazıp söyleyebilir ya da bir şarkıyı kendi sözleriyle yorumlayabilirler. Video grubunda ünite çıktılarına bağlı olarak hayal güçlerini kullanarak etkili bir video oluştururlar. Videoda rol yapma ve röportajlar kullanılabilirler. Tüm gruplarda projeler öğrencilerin kendileri tarafından özgün bir şekilde oluşturulur. Ünite kazanımlarına uygun ise grup alanlarıyla ilgili farklı ve ilgi çekici etkinlikler oluşturabilirler. Çalışmalarını bitirmek için yaklaşık bir ayları vardır ve ayın sonunda hedef dili etkili bir şekilde kullanarak arkadaşlarına sunarlar. Süreç boyunca öğrenciler birbirleriyle yoğun iletişim kurdukça akran öğrenmesi de gerçekleşir ve bu da kalıcı öğrenmeyi sağlar. Proje hazırlarken öğretmenlerinden, akranlarından, öğrenme materyallerinden ve öğrenme görevlerinden destek ve rehberlik almaları amaçlanır. Grup sunumu bitirdikten sonra, İngilizce Müfredatından ünitenin dil kazanımlarını içeren kontrol listesine göre performansları ölçülür ve değerlendirilir. Sunumun sonunda bir kontrol listesi bulunur ve buna göre akran değerlendirmesi yapılır. Öğrenciler, arkadaşlarının proje performanslarını İngilizce Müfredatında belirtilen kriterlere göre değerlendirirler. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Kaybolmuş Hayaller PROJE GRUBU: VİDEO ÜNİTE: SCHOOL LİFE İngilizce dersinin sıradanlaşmış derslerin dışına çıktığında nasıl eğlenceli hale geleceğini anlatacağım şimdi sizlere.Üniteleri işlerken yaptığımız projelerden biri olan School Life ünitesinin Video projesini 4 kişi üstlendik. Bu üniteyle alakalı yapılan diğer projelerden farklı, daha anlamlı bir proje hazırlamak istiyorduk. Bu yüzden grup arkadaşlarımızdan birinin önerisiyle her gün içinde bulunduğumuz okul hayatının videolarını çekmek yerine çeşitli sebeplerden dolayı okula gidememiş, bugün neredeyse hepimizin dersler yüzünden sevmese de arkadaş ortamı sayesinde zevkli vakit geçirdiği okul ortamını tadamamış ve kendi geleceğiyle ilgili hayallerini gerçekleştirememiş insanlarla röportaj yapmaya karar verdik. Bunun için çok uzaklara bakmamıza da gerek kalmadı. Etrafımızdaki insanlar içinde okula gitmemiş ve yarım kalan hayalleri olan bir sürü kişi vardı çünkü. Elimize geçen fırsatlarda okulumuzun çalışanlarıyla ve çevremizden tanıdığımız insanlarla röportaj yaptık. Anılarını ve hayallerini dinledik. Röportajlarımızı yaptıktan sonra videomuzu okulda yarattığımız eğlenceli bir anın fotoğraflarıyla bitirmek istedik. O sıralar moda olan gözlük akımıyla hem biz hem öğretmenlerimiz eğlenceli ve komik anlar geçirdik. Tüm bu anları fotoğrafladıktan sonra videomuzu düzenleyip bitirdik. Proje sonunda hem hayata dair dersler çıkardık hem de eğlenerek İngilizce öğrenmenin keyfine vardık. Ayşe Nida AYAZ 10-E PROJE GRUBU: GAME ÜNİTE: FOOD AND FESTİVALS Kutudan sayı çekerek o sayının altındaki yemeğin veya tatlının belli bir zaman diliminde gruba anlatıldığı bu oyun, hem bilinen yemekleri ve tatlıları İngilizce anlatarak İngilizceyi geliştirmek için hem de grup arkadaşlarımızla iyi düzeyde iletişim kurmak için ideal bir oyun. Gruplar arasında tatlı bir rekabet sağlayan oyun, sınıf ortamında oldukça eğlenceli dakikalar yaşanmasını sağladı. Oyunun hem Türk geleneksel yemeklerini hem de dünyada bilinen yemekleri ve tatlıları içermesi, yemeği veya tatlıyı anlatan öğrenciler için anlatımı oldukça kolay hale getirdi. Bu durum grupların da anlatılan yemeği veya tatlıyı doğru bir şekilde tahmin etmesini kolaylaştırdı. Akıcı İngilizce ile yapılan sunum ve oyunun renkli dekore edilmesi görsel açıdan oldukça cezbediciydi. Bu nedenle öğrencilerin oyunu zevk alarak oynamasını sağladı. Sonuç olarak oluşan bu tatlı rekabet grupların eşitliğiyle son buldu. Takım arkadaşlarımın görevlerini eksiksiz yerine getirmesi ile yapılan proje amacına ulaştı. Takım arkadaşlarıma ve sınıfıma teşekkür ediyorum. Kader ÖZTÜRK 10- E ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Grup Konusu: Game Ünite: School Life Öğrenciler tarafından yapılan projeler her geçen gün artıyor. Bugün Elbistan Fen Lisesinde yapılmış olan proje hakkında bir öğrencimiz ile röportaj yapacağız. Röportör (Birsel): Merhabalar, hoş geldiniz! Öğrenci (Merve): Merhaba, hoş buldum. Röportör (Birsel): Bugün sizinle okulunuzda yaptığınız bir proje hakkında röportaj yapacağız. Öncelikle, bize ne tür bir proje hazırladığınızdan bahseder misiniz? Öğrenci (Merve): Tabii. Okulumuzda işlediğimiz İngilizce dersinde 1. ünitemiz olan ''School Life'' ile ilgili kelimelerden oluşan bir oyun hazırladık. Röportör (Birsel): Neden böyle bir oyun tasarladınız? Öğrenci (Merve): Burada temel amacımız oyunu oynayan insanların yabancı kelime dağarcığını geliştirmekti. Bunu oyun şeklinde tasarlayarak daha eğlenceli hale getirmeye çalıştık. Röportör (Birsel): Bize oyunun içeriğinden bahseder misiniz? Öğrenci (Merve): Ünite ile alakalı kelimeler ve ipuçları hazırladık. Daha sonra bu kelimeleri hazırladığımız bardakların içine yerleştirdik ve belirli bir alana dizdik. Oyunculara bir top verdik ve onlar da bu topu bardakların içine atmayı denediler. Attıkları topların içine girdiği bardaklarda bulunan ipuçlarını kullanarak doğru kelimeyi bulmaya çalıştılar. Doğru cevabı bulanlara puan vererek bunu bir rekabete dönüştürdük. Röportör (Birsel): Kaç kişi ile beraber çalışarak hazırladınız? Öğrenci (Merve): 6 kişi. Röportör (Birsel): Peki bunları hazırlamanız ne kadar sürdü? Öğrenci (Merve): 2 hafta içinde her şeyi tamamladık. Röportör (Birsel): Sizce yaptığınız bu proje etkili olacak mı? Öğrenci (Merve): Elbette. Dediğim gibi hedefimiz yabancı dile biraz daha hakim olmak. Bu amaçla tasarladığımız bir oyun bu. Oyun şeklinde hazırlayarak daha ilgi çekici olmasını sağladık. İnsanlar bundan zevk alacağı için öğrenilmesi daha kolay olacak. Röportör (Birsel): Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz! Öğrenci (Merve): Rica ederim! Birsel Bozkurt- Merve Şakalar 10- E ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

DON’T PANIC, GIVE FIRST AID (PANIK YAPMA, İLK YARDIM YAP) Projemiz,10 Türk 6 yabancı ortaklıdır. 2021 yılı Eylül ayında başladı. 2022 Nisan ayında bitti. Çalıştığım yaş grubu 15- 17’dir.Ev kazaları, yaralanma, sakatlık hatta ölüme neden olabileceğinden dolayı önemli bir sorundur. Projemize başlama amacımız öğrenci, öğretmen, veli ve özellikle ev hanımlarının ilkyardım bilgi düzeylerini artırarak toplumda ilkyardım bilinci oluşturmaktır. Öğrenci ve velilerin katılımı sağlanarak, ev kazaları, kanama, zehirlenme, boğulma yanık kırık çıkık hayvan ısırmasında ilkyardım ve temel yaşam desteği ile ilgili bilgilendirme toplantıları ve uygulamalar yapıldı. Birlikte çalışarak slogan, oyun, kelime bulutu, anketler hazırlandı. Ortak ürün olarak akrostiş şiir, takvim ve dünya sağlık günü mesajı yapıldı. Proje sonunda e -dergi ve e-sergi hazırlandı. Proje hedefleri Milli Eğitim Bakanlığı 2023 Vizyonu ve 21.yüzyıl becerileri ile örtüşmektedir. Projemiz Yenilik ve Girişimcilik Kategorisi özel ödülüne başvuracaktır. Projemizle öğrencilerimizin yabancı dil kullanarak işbirlikçi, karışık ülke grup çalışmaları, yapılan etkinlikler hakkında bilgilendirme toplantıları, projenin etkinliklerini yaparak uygulayarak öğrenmeleri sağlandı. Her ay bilgilendirme toplantılarına veli öğrenci ve öğretmenlerin aktif katılımı çok yönlü kazanım sağladı. Logo seçiminin, demokratik ortamda anketlerle belirlenmesi proje çalışmalarıyla ilgili forum üzerinden fikir alışverişinde bulunularak öğrencilerin projenin parçası olma duygusunun gelişmesi sağlandı. İşbirlikçi ve grup çalışmaları ilkyardım gereken durumlarda daha güvenli müdahale etme duygusunu geliştirdi. Karışık ülke takımlarının oluşturulması, yarışmalar ve oyunlar teknolojiye dayalı öğrenmeyi geliştirdi. Yabancı dilin kullanımı kültürlerarası iletişimi kolaylaştırıp işbirliğinin gelişmesini sağladı. Öğrenciler kendilerine verilen görevleri eksiksiz tamamladı. Örneğin, dünya ilkyardım günüyle ilgili bireysel slagon, afiş, logo hazırladı. Vücudumuzu tanıyalım etkinliği oyuna dayalı öğrenme yöntemiyle yapıldı. Her ayın toplantısında zehirlenme, kanamalar, boğulma, yanıklar, kırık çıkıklar ve ev kazalarında ilkyardım bilgilendirmesi yapıldı çeşitli videolar veli ve öğrencilerle izlendi. Öğrencilerin öğrenmelerini değerlendirmeleri için yarışma türünde oyunlar oynandı. Yapılan etkinliklerin tamamı yaparak yaşayarak öğrenmeyi içermektedir. Öğrencilerin fikirleri alınarak yapılan yeni yıl takvimi ev kazalarında ilkyardım görselleri ile toplumsal mesaj verdi. İnternet gününde işbirlikçi takımlar oluşturularak ve oyunlar düzenlenerek öğrencilerine güvenlik konusunda bilinçlenmeleri sağlandı. İnsan hakları gününde ortak akrostiş şiir hazırlandı. Kelime bulutu oyunuyla beyin fırtınası yapıldı. Ortak ürün olarak her okul dünya sağlık günüyle ilgili video mesajı oluşturdu. Projemizde akademik altyapıya da önem verilerek bilimsel makaleler incelendi. Öğrencilerin hazırladığı ev hanımlarının ilkyardım bilgi düzeylerini ölçen proje sonu araştırma anketi ve sonuçları SPSS yöntemiyle değerlendirilerek bu etkinliklerin toplumlar için ve gerekli olduğu sonucuna varıldı. E dergi, e-sergi hazırlandı. Projemizin sonunda Ulusal Kalite Etiketine başvurumuzu yapmış olduk. Projemize katılan öğrencilerime, proje süresince desteğini esirgemeyen okul idarecilerime teşekkür ederim. EKREM ERDEM İngilizce Ögretmeni ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Sınır Tanımayan Çözümler Limitless Makers'ta ! Gençlik ve Spor Bakanlığının düzenlediği projeye katılmayı hak kazanan Elbistan Borsa İstanbul Fen Lisesi ilçemizi ulusal bir projede temsil edecektir. Limitless Makers Programı öğrencilere akademik girişimcilik alanında eğitim vermeyi amaçlayan ve insanlık yararına teknoloji üretim basamaklarını öğrencilerin kavramasını sağlamak adına tasarlanmış dört haftalık bir programdır. Gençlerin kendileri hakkında daha fazla bilgi edilmesi ve gerçek tutkularını, yeteneklerini ve amaçlarını keşfetmesi için içsel bir yolculuğa çıkmalarını hedefleyen bir programdır. Öğrencilerin güçlü yanlarından nasıl faydalanacağını ve yeteneklerini geleceğin teknolojik yol haritasıyla nasıl kullanacağı konusunda derinlemesine bilgi vererek gençlerimizin gelecekteki başarılarını en üst düzeye çıkarmalarına yardımcı olacak programa 30 öğrencimiz aktif olarak katılmaktadır. Elbistan Fen Lisesi Gençlerinden Teknoloji Takımı ! Elbistan Fen Lisesi Gençlerinden Teknoloji Takımı, büyüyecek gelişecek... “2022 Teknofest Liseler Arası Efficiency Challenge Elektrikli Araç Yarışları” kategorisinde yapmayı planladığımız projede amacımız düşük maliyetli, temiz enerji kaynaklı , yerli ve milli kaynaklardan yararlanan elektrikli araç üretmeyi hedefleyerek 2022 yılında Teknofest'e başvuruda bulunduk ve bu alanda daha iyisi için çalışmaya devam edeceğiz. ·Rahat yol tutuşu ·Az enerji tüketimi ·Düşük maaliyet ·Araç içinde alan tasarrufu ·Güvenli sürüş ·Elektriksel tasarım şemasının aracın fiziki alan yerleşimini bozmaması ·Elektrik şemasında ani sıcaklık artışından rakiplerine göre daha güvenli olarak düşürülmesi gibi nedenlere bağlı olarak tasarladığımız aracımız için çalışmaya devam edeceğiz. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Elbistan Şehit Emanetleri Müzesine ve Şehit Mezarlarımıza Elbistan Fen Lisesi olarak ziyarette bulunduk. 14-20 Nisan Şehitler haftası münasebetiyle Üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yapan tüm şehitlerimizi saygıyla, rahmetle, minnetle yâd etmek için Elbistan Şehit Emanetleri müzesine ve Şehit Mezarlarımıza Elbistan Fen Lisesi olarak ziyarette bulunduk. Okulumuzda uygulanan değerler eğitimi kapsamında “en büyük değerim şehadettir” anlayışı gereği öğrencilerimizle böyle anlamlı bir ziyaret gerçekleştirdik. Elbistan Fen Lisesinde Sürekli Olarak Yapılan Ödüllü Deneme Sınavları Bütün yıl boyunca aylık yaptığımız deneme sınavı sonuçlarına göre 9, 10, 11 ve 12.sınıflarda birinci olan öğrencilerimizle pasta keserek öğrencilerimizi tebrik ettik, öğrencilerimize alışveriş çeklerini hediye ettik. Ayrıca deneme sonuçlarına göre her sınıftan birinci olan öğrencilerimizle kahvaltı etkinliği düzenledik. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Elbistan Fen Lisesi'nden Ücretsiz ve Ödüllü Deneme Sınavı Elbistan Fen Lisesi olarak 8.sınıf öğrencilerimize destek amacıyla Elbistan Kaymakamlığımızın onayı ve Elbistan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüz ile işbirliği halinde planlayıp duyurduğumuz ödüllü ve ücretsiz genel LGS deneme sınavımız 15 Mayıs Pazar günü eş zamanlı olarak iki oturum halinde sayısal ve sözel bölüm şeklinde uygulandı. Elbistan Kaymakamımız Sayın Özkan Demir ve Elbistan İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Kürşat Beyazıt’a ve şube müdürlerimize destekleri ve işbirliği için çok teşekkür ediyoruz. Daha önce duyurusu yapılan ve üç ilçe geneline yaydığımız Elbistan Fen Lisesi tarafından 8. Sınıflara yönelik yapılacak olan yapılacak olan ödüllü LGS sınavı 15 Mayıs Pazar günü Elbistan, Ekinözü ve Nurhak ilçelerinde birebir LGS sınavı formatında iki oturum halinde uygulandı. Ortaokul 8.sınıf öğrencilerinin yoğun ilgi gösterdiği sınav yağmurlu hava şartlarına rağmen yoğun bir ilgi ve katılımla gerçekleştirildi. Elbistan Fen Lisesi, Elbistan Ortaokulu, Şehit Teğmen Harun Kılınç Ortaokulu ve Esentepe Ortaokulu, Şeker Ortaokulu ve Ali Tekinsoy Ortaokulu’nun sınav merkezi binası olarak kullanıldığı Elbistan Fen Lisesi LGS sınavına 1800’e yakın 8.sınıf öğrencisi katıldı. Sınav bakanlığın yönergeleri ile eşdeğer bir LGS sınavı şeklinde iki oturum olmak üzere uygulanan sınavda birinci oturum sözel bölüm olarak 9:30’da başlatıldı ve 75 dakika sürdü. Ardından verilen 45 dakikalık aradan sonra ikinci oturum sayısal bölüm olarak 11:30’da başlatıldı ve 80dakika sürdü. Sınava katılan öğrenciler ve velileri gerçek LGS sınavı heyecanı yaşadılar. Ekinözü ve Nurhak ilçelerinde de ilçe geneli uygulanan Elbistan Fen Lisesi LGS sınavı Elbistan’da 6 sınav merkezinde sınav merkezinde yapıldı. Sınav merkezlerinde görevli okul müdürleri, okul yöneticileri ve sınav merkezi okulların gözetmen olarak görev alan öğretmenleri her hangi bir görevli ücreti olmamasına rağmen fahri olarak görev yaptılar, tatillerinden ve pazarlarından fedakârlık yaparak görev aldılar ve sınavı uyguladılar. Ayrıca yine okulumuz yönetici ve öğretmenleri fedakârca görev alarak hiçbir beklenti olmaksızın 8.sınıf öğrencilerinin kaliteli ve güzel bir sınav yaşamaları için görev yaptılar ve sınav üç ilçe genelinde sorunsuz bir şekilde uygulandı. Tüm görevli meslektaşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Üç ilçe genelinde çok güzel bir organizasyonla 8.sınıf öğrencileri Elbistan Fen Lisesi kalitesinde çok güzel bir sınav tecrübesi ve heyecanı yaşadılar. Tüm 8.sınıf öğrencilerine gerçek LGS sınavında da başarılar diliyoruz. Elbistan Fen Lisesi olarak sınavın uygulanmasında görev alan tüm yönetici ve öğretmenlerimize teşekkür ediyor ve şükranlarımızı sunuyoruz. Ayrıca bölgemizin öğrencilerine, 8.sınıf öğrencilerine destek olan ve sınavda sponsorluk desteği veren ve bizleri destekleyen Elbistan Sayit A Teras Cafe işletmemize de çok teşekkür ediyoruz. Böyle büyük bir organizasyonda, eşzamanlı uygulanan bu güzel sınav sürecinde planlama ve uygulama aşamasından sonuçlandırma aşamasına kadar büyük bir özveri ile çaba harcayan Müdür Başyardımcım Mustafa Buğday, Müdür yardımcılarımız Önder Uçar ve Mehmet Akif Ünsal ile sınav koordinatörlerimiz Matematik Öğretmeni Hüseyin Akdoğan, Kimya Öğretmenimiz Uğur Öksüz ile Elbistan Fen Lisemizin fedakâr tüm öğretmenleri ve yardımcı personellerine çok teşekkür ediyoruz. Ayrıca Nurhak ve Ekinözü ilçelerimizde sınavın ilçe genelinde organizasyonu ve sorunsuz olarak uygulanmasında çok olumlu yaklaşım sergileyen ve destekleriyle yanımızda olan başta Ekinözü İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Hüseyin Turaç ile Nurhak İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Kazım bozkurt olmak üzere okullarda sınav uygulamasını yapan yönetici ve öğretmenlerimize çok teşekkür ediyoruz. Aslolan öğrencilerimizin kaliteli bir eğitimle, fedakârca emek veren yönetici ve öğretmenlerimizle daha nitelikli bir yükseköğretime adım atmalarıdır. Çok önemli ulusal projelerle, bilimsel faaliyetlerle, bilim olimpiyatları ile ulusal yarışmalar ile marka ve patent çalışmaları ile ülke çapında Limitless Makers programı ile ilçemizde ilk TÜBİTAK Bilim söyleşileri Ev Sahibi Kurum olmamız ve TÜBİTAK projeleri ile Teknofest Başvurularımız ile Online e- dergi ve yine e-faaliyet bültenimiz ile başarılarımızı yıl yıl internet sitemizde şeffaf bir şekilde yayınlamamız ile ve daha sayamadığımız çok kapsamlı ve ciddi etkinlik, proje ve faaliyetlerimiz ile her zaman daha kurumsal, daha ileriye dönük ve yol açan, öncü bir kurum olarak öğrencilerimizin hedeflerine ulaşmada nitelikli bireyler olarak yetişmelerinde tüm Elbistan Fen Lisesi ailesi olarak mesai ve görev gözetmeksizin çalışıyoruz. Bunların hepsi dediğimiz gibi yan çalışmalarımız ve aslolan Akademik başarılarımız ve öğrencilerimizin daha nitelikli yükseköğretime yerleşmeleridir. Önceki yıl YKS Türkiye 346.lığı, geçen yıl YKS Türkiye 70.liği ve ilk bin içerisinde 5 öğrenci 7 derece ile yer almamız emeklerin göstergesidir. Yine MSÜ sınavında Türkiye 37.liği, 66.lığı ve yine bu yıl MSÜ Türkiye 279.luğu, 339.luğu ve daha birçok derece ile Elbistan Fen Lisemiz ülkemizde ismiyle ün yapmış çok önemli fen liseleri arasına girmek için emin adımlarla ilerlemektedir. LGS sınavına katılacak olan tüm 8.sınıf öğrencilerine başarılar diliyoruz ve öğrencilerimizin Elbistan Fen Lisesi ailesine katılmalarını öneriyoruz, bekliyoruz. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

Elbistan Fen Lisesi, Marka Tescilli Okul Oldu! Ulusal anlamda kabul gören projeler üreten Elbistan Fen Lisesi kentin ilk marka tescilli okulu unvanını kazandı. Okul olarak kapımızı her zaman yeniliklere açık tutarak öğrencilerimizin her anlamda gelişmesi için çalışmaya devam edeceğiz. Öğrencilerimizin tüm bu akademik başarılarının yanında çok yönlü olarak yetişmeleri için bir taraftan da ülkelerine değer üreten gençler olmaları için bilimsel çalışmalar, marka, patent, faydalı model çalışmaları yürütüyoruz. Tubitak Bilim Söyleşileri ve sahibi kurum sıfatıyla bilim söyleşileri yaparken Tubitak projeleri yürütüyor ve yine bu yıl Tubitak ulusal bilim olimpiyatlarına yüksek öğrenci katılımı ile öğrencilerimizi bilime daha fazla yöneltiyoruz. Ayrıca marka, faydalı model ve patent çalışmaları kapsamında yapılan öğrencilerimizin başvurularında başvuru ücretleri okulumuz tarafından karşılanmaktadır. Elbistan Borsa İstanbul Fen Lisesi marka tescillenmekle kalmamış bunun yanında Türk Patent Kurumuna faydalı model olarak; Çevre dostu buz çözücü, ışıklı anahtar kılıfı, içe gömmeli üçlü priz, su arıtma devrilmeyen bardak, Birlikte Oynayalım; patent olarak da serumlu bitki sulama sistemi ve tasarımların tescil süreçleri devam etmektedir. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ELBİSTAN FEN LİSESİ'NDE BAŞARI BİR GELENEKTİR ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ELBİSTAN FEN LİSESİ SATRANÇ DERECELERİ Okulumuz Osmaniye ilinde yapılan Satranç Genç Kızlar Akdeniz Bölge Finallerinde grup 4. sü olmuştur. Okulumuz Kahramanmaraş İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü tarafından düzenlenen satranç turnuvasında Kızlar kategorisinde tüm maçları kazanarak Kahramanmaraş İl Birinciliğini göğüslemiştir. Ayrıca erkeklerde öğrencilerimiz Kahramanmaraş dördüncülüğü elde etmişlerdir. Öğrencilerimizi tebrik ediyor ve bölge finallerine Kahramanmaraş’ı temsil edecek olan öğrencilerimize başarılar diliyoruz... Elbistan Gençlik Hizmetleri ve Spor Müdürlüğü tarafından düzenlenen, Okul Sporları Satranç turnuvası Gençler kategorisinde Elbistan Fen Lisesi hem Ferdi olarak hem de Takım Halinde Birinci olmuştur. Öğrencilerimizi kutluyor, emeği geçen öğretmenlerimize teşekkür ediyoruz ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

ELBİSTAN FEN LİSESİNDEN ÜNİVERSİTE GEZİLERİ 2021 yılında okulumuz Gezi Kulübü tarafından öğrencilerin üniversiteleri bizzat görmeleri ve tanımaları ile Başkent Ankara’nın Tarihi ve Kültürel Mekânlarını görmelerinin yanı sıra yapılan etkileşimler sayesinde ufuklarının genişlemesi ve bakış açılarının artması amacıyla akademik ve kültürel geziler kapsamında planlanan Ankara Gezisi verimli bir şekilde tamamlandı. Önceden yapılan planlamalar ve alınan randevular doğrultusunda Ortadoğu Teknik Üniversitesi(ODTÜ), Ankara Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi ziyaret edildi. 2022 yılında düzenlenen gezide, Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi’ni görme imkanı bulan öğrenciler, Anıtkabir başta olmak üzere başkentin birçok yerini de dolaşarak moral depoladı. Ankara gezimiz Atamızın ebedi istinatgâhı olan Anıtkabir ziyaretiyle başladı. Anıtkabirde bulunan kurtuluş müzesi öğrencilerimiz tarafından gezilerek milletimizin destansı bağımsızlık mücadelesine bilgi ve belgelerle şahitlik edildi. Ayrıca okulumuzda devam eden “Değerler Eğitimi” “Manevi Kazanım Etkinlikleri” çerçevesinde, planlanan Ankara’nın manevi mimarı Hacı Bayram’ı Veli’nin türbesi ile camii ve o bölgede bulunan tarihi mekânlar ziyaret edilerek öğrencilerimizde manevi şuurun oluşmasına katkı sunuldu. Akabinde Ankara kalesi ziyaret edilerek tarihi ve turistik yerler hakkında bilgiler alındı. Bu gezinin rehberliği, daha önceden okulumuzdan mezun olan ve üniversite hayatını Ankara’da devam ettiren eski öğrencilerimiz tarafından yapıldı. Önceki mezunlarımız olan ve şuan Hacettepe Tıp fakültesinde eğitimlerini sürdüren öğrencilerimizle buluşarak Hacettepe Tıp Fakültesinde Elbistan Fen Lisesi öğrencilerimize üniversiteyi tanıtıcı sunum ve kampüs gezisi yapıldı. Bu öğrencilerimiz, Ankara’daki üniversiteler hakkında geniş bilgiler vererek geziye katılanların bilinçlenmelerine ve şuurlu hareket etmelerine katkı sundular. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022

TÜBİTAK BİLİM SÖYLEŞİLERİ Elbistan Fen Lisesi’nin TÜBİTAK Bilim Söyleşilerine ev sahibi kurum olarak başvurusu onaylanmış olup bu kapsamda bilim söyleşilerinin ilki 5 Aralık 2019 Perşembe günü Fen Lisesi konferans salonunda gerçekleştirildi. Marmara Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Öğretim Görevlisi ve aynı zamanda Nanoteknoloji ve Biomalzemeler Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Doç Dr. Muhammet Uzun’un “Bir Mühendis olarak Tasarımı Tasarlamak” konulu bilim söyleşisi öğrenciler tarafından ilgiyle izlendi. Yurt dışında bir çok ülke ve üniversitede öğretim görevlisi olarak görev yapan, akademik çalışmalar ve araştırma projeleri yapan Uzun; özellikle kendi çalışmaları başta olmak üzere yapay damar, yanmaz iplik, radyasyon önleyici iplik, çörekotu tortusundan izolasyon malzemesi, yapışmayan yara örtüleri, doğal baldan iyileştirici yara bandı, hammaddesi kumaş olan araç kaportası tasarımı gibi bir çok nanoteknoloji ürününü de canlı olarak göstererek öğrencilere canlı deneme yapma fırsatı verdi. ELBİSTAN FEN LİSESİ 2022


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook