Selamihoca “Kimimiz için bu bir emniyet sorunu, korkuyoruz ÜLKEMİN onlardan. Oysa bizim sadece bir an hissettiğimiz SÜPER o korkuyu, güvenlik endişesini o çocuklar hayatlarının her anında hissediyorlar.” KAHRAMANLARI SUNUŞ: “Ülkemin Süper “Suriyeli” ismiyle de adlandırıldıkları oluyor. Kahramanları”nın hepsinin Eğlenmeye, kendimizi ortak kimi özellikleri var. unutmaya çıktığımız o Diğerkamlık bunların caddelerde o çocuklara başında geliyor. Hiçbiri rastlamak tüm tadımızı “Benden sonra tufan.” kaçırıyor. Kimimiz için demiyor örneğin. Ellerini, bu bir emniyet sorunu, hatta tüm bedenlerini taşın korkuyoruz onlardan. altına koymaktan çekin- Oysa bizim sadece bir an meyen insanlar onlar. Sad- hissettiğimiz o korkuyu, ece kendi hayatlarını değil güvenlik endişesini o başkalarının da hayatını çocuklar hayatlarının anlamlı ve güzel kılmak her anında hissediyorlar. Sokak onlar için bize için düşünmeye, çalışmaya, üretmeye devam edi- olduğundan çok daha büyük tehlikelerle dolu. yorlar. Dergimizin üçüncü sayısında onlardan Soğukla, açlıkla, kendilerinden yararlanmak istey- birini anlatmaya çalıştım size. Dilerim bu yazılar en insanlarla mücadele etmek zorundalar. Hapse okuruna, onları daha iyi tanımak, haklarında daha girmek de var, çok genç yaşta ölüp gitmek de bu derin araştırmalar yapmak için gerekli motivasy- hayatın içinde. onu sağlar. Olmuyorsa bu yazarın beceriksizliğidir. Çünkü onlar bu ilgiyi, tanınırlığı hak ediyorlar. Ferhat Tıpkı zarafet ve sabırla kozasını ören ipekböceği Şahin onların gibi... bu hayatını en yakından bilen Ferhat ŞAHİN: insanlardan biri. Çünkü o Özellikle büyükşehirlerin ana caddeler- da bir zaman- inde geceleri daha belirgin hale gelen insanlar lar o sokaklardaydı. Hırsızlık da yaptı, madde de yaşıyor. Gündüzleri de oradalar aslında, ama kullandı, hapse de girdi. Sonra hayatını değiştiren şehir kalabalığı ve gürültüsüyle onları görmemizi bir olay yaşadı. Bir televizyoncu onu dönemin önlüyor o saatlerde. Zaten görmek de istemi- efsane açık oturumu “Siyaset Meydanı”na çıkardı yor olmamız işimizi kolaylaştırıyor. Ancak gece ve orada sokak çocuklarının sorunlarını birinci indiğinde eğlenmeye koştuğumuz o ışıltılı caddel- ağızdan anlatmasını sağladı. Bu sayede şimdiki adı erdeki varlıklarını görmezden gelemiyoruz. Çünkü “Umut Çocukları Derneği” olan “Sokak Çocukları yanımıza kadar sokuluyorlar, bazıları elindeki bir Gönüllüleri Derneği” ve o derneğin yine geçmişte torbaya eğilip içinden derin derin bir şeyler soluy- bir sokak çocuğu olan başkanı Yusuf Ahmet Kulca or. Para istiyorlar, uzaklaşmak istesek de bazen ile tanıştı. Ardından neler yaşadığını derneğin peşimize takılıyorlar. Üstleri başları kir içinde, internet sitesinde şöyle anlatıyor Ferhat Şahin: elbiseleri dökülüyor. Çeşitli isimlerle anıyoruz, “Umut Çocukları Derneği’nde kalmaya başladım ve “Sokak çocuğu” en masum isimlendirmelerden akran ağabeylik yaptım. Fotoğrafçılığı çok sev- biri. Sonra “tinerci”, “balici” diyoruz. Son yıllarda dim, türlü kurum ve kuruluşlarda foto muhabirliği nereli olduklarından tamamen bağımsız olarak yaptım. Askerliğimi yaptım ve sokak yaşayanlarına 1
Selamihoca “Biz o çocukları görmezden gelsek fayda sağlamak amacıyla Sokak Kedi- de, başımızı öbür si Dergisi’ni kurdum. Dergide yazdım, yana çevirsek de fotoğraf çektim, sokağın tüm yü- dernek ve Ferhat zlerini insanlara tanıtmaya çalıştım. Şahin onlar için 2009 yılında Umut Çocukları Derneği mücadeleye devam Yönetim Kurulu Başkanı oldum. ediyor, devam ede- Kendim gibi sokakta olan ve sokağa cek.” giden yolda çaresizlik içinde olan ailelere yardım etmek için yüzlerce 2 proje gerçekleştirdim. Yurt dışında ve Türkiye’deki üniversiteler ve kurum- larda madde bağımlılığı ve sokak ile ilgili seminerler gerçekleştirdim.” Dernekteki çalışmaları sırasında hayat arkadaşını da buluyor Ferhat Şahin. O da kendisi gibi bir süper kahraman. Bir hayvan hakları gönüllüsü. Sokaktaki hayvanlara zarar verdiği söylenen çocuklar hakkında yardım iste- mek için derneğe gittiğinde tanışıyorlar. Bugün iki çocukları var. Tabi onlarca da sokak çocuğuna ağabeylik yapmaya devam ediyor Ferhat Şahin. Umut Çocukları Derneği ülkemizde on sekiz yaş üstü sokak çocuklarına sıcak bir yuva, temiz bir yatak ve mesleki kurslar sağlayan, onları suçtan ve madde bağımlılığından korumaya çalışan çok değerli bir sivil toplum kuruluşu. Sadece gönüllü bağışlarıyla yürüyen bir oluşum bu. Biz o çocukları görmezden gelsek de, başımızı öbür yana çevirsek de dernek ve Ferhat Şahin onlar için mücadeleye devam ediyor, devam edecek. Derneğin sayfasını incelemeye ve elinizi taşın altına koymaya ne dersi- niz?
Burak Özaydıner Geçtiğimiz on yılda hayatımıza yeni bir kavram mobillerin en BİR DELİ azından yakın KUYUYA girdi. Üstelik öyle böyle girmek değil, sosyal ortamların geleceğimiz bile konusu olacak seviyede, ilgili ilgisiz kimsenin olmadığını anlat- ağzından düşürmediği bir konu haline geldi. “Neymiş?” maya çalışacağım dediğinizi duyar gibiyim, sabrınızı tüketmeden bu ay bu yazımda. değinmek istediğim konuyu söyleyeyim: “Elektrikli Otomobiller!” Başlıktan da anlayacağınız üzere elek- TAŞ ATTI trikli otomobillerle ilgili görüşlerimin temeli “bir de- linin kuyuya taş atması” şeklinde. Geçtiğimiz on yılda “Yaşadığımız dünyayı yaşanmaz aslında 2003 yılında kurulmuş olan Tesla Motor bir hale getirmekten korktuğumuz Company firması Elon Musk’ın kontrolüne geçti ve kuruluş amacı elektrikli otomobil üretmek olan firma için de alternatif enerji kaynaklarını adeta şahlanıp günümüzde altın çağını yaşamaya deniyoruz.” başladı. İlk elektrikli otomobil aslında tahminlerim- izden çok daha eskiye dayanıyor ve 1835 yılında Ameri- Günlük hayatımızda kullandığımız, fosil ka Thomas Davenport tarafından icat edildi. Otomotiv yakıtların yanması sonucu enerji üreten otomobillerim- tarihi boyunca da çok az sayıda elektrikli otomobil izdeki motor teknolojisine “içten yanmalı motor” deme- üretimlerine veya konsept araçlara sıkça rastladık. kteyiz. Adından da anladığımız üzere bir yanma tepki- Ancak 2000’li yıllara geldiğimizde firmalar ufak ufak mesi sonucu CO2 salınımı gerçekleştiren bir teknoloji. konsept araç üretiminden çok, üretmekte oldukları Yaşadığımız dünyayı yaşanmaz bir hale getirmekten modelleri elektrikli hale getirip bugünün sinyallerini korktuğumuz için de alternatif enerji kaynaklarını bize yıllar öncesinden verdiler. Bugüne baktığımızda deniyoruz. Çünkü en büyük problemlerimizden birisi ise sektörü başlatan olmasa da başı çekenin Elon Musk küresel ısınma ve bunun en büyük sebeplerinden biri olduğunu görmekteyiz. Onun başlattığı bu kıvılcımla de karbon salınımı. “Sıfır karbon salınımı” özelliğiyle tüm otomobil üreticileri kolları sıvayıp, elektrikli oto- de elektrikli otomobiller bu durum için güzel bir çözüm mobil üretimlerini hızlandırdılar. Elon Musk’a dünyayı olarak gözüküyor. Ancak elektrikli otomobiller değiştirme yolundaki başarılı adımları için teşekkürü düşündüğümüz kadar masum değiller. Kullanım borç biliriz. Ancak elektrikli otomobiller gerçekten esnasında karbon salınımı yapmadıkları doğru ama ya geleceğimiz mi? Bir otomotiv mühendisi ve otomobil karbon ayak izi ne durumda? sevdalısı olarak bazı elektrikli otomobiller dışında genelinden nefret etmekteyim. Kendi fikirlerimden uzak, başarılı olduğunu düşündüğüm bir araştırmadan yola çıkarak sizlere dilim döndüğünce elektrikli oto- 3
Burak Özaydıner Alman Ifo Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nün hazırladığı rapora göre elektrikli otomo- biller karbon salınımı sorununa çözüm taşımıyorlar. Enstitünün yaptığı araştırmaya göre elektrikli otomo- biller, konvansiyonel dizel otomobillere göre yaşam döngüsü karbon ayak izine bakıldığında %10 ila %25 arasında daha fazla CO2 salınımı gerçekleştiriyor. Enstitü yaptığı araştırmada Tesla Model 3’ün CO2 ayak izini Mercedes 220d dizel otomobil ve benzin- den sıvılaştırılmış doğal gaza (LNG) dönüştürülmüş bir Mercedes C Sınıfı modelle karşılaştırdı. Otomo- billerin yaşam döngüsü “otomobilin ilk civatasının sıkılmasından son yaptığı kilometreye kadar geçen süre” olarak belirlendi ve yakıt tüketimi kısmında New European Driving Cycle (NEDC) kullanılıyor. 2017 yılından beri NEDC’nin yerini WLTP’ye bırakmaya başladığını da belirtelim. Araştırma sonucuna göre CO2 salınımlarında Tesla Model 3 156-181 gr/km ile 1.sırada yer alırken, Mercedes 220d dizel motorlu otomobil 141 gr/km ile 2.sırada, LNG teknolojisi kullanılan Mercedes C Sınıfı otomobil de yaklaşık 100 gr/km ile 3.sırada yer aldı. “Sıfır karbon salınımı” özelliğiyle öne çıkarılan elektrikli otomobilin bu kadar yüksek bir orana sahip olmasına batarya ve elektrik enerjisi üretimindeki karbon salınımlarının sebep olduğu görüldü. Sonuç olarak bu araştırmanın gösterdiği üzere aslında elektrikli otomobiller en azından yakın gelecekte -elektriği tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edene kadar- bizim kurtarıcımız olmayacak. Elektrikli otomobil teknolojileri şu aşamada ancak rotası önceden belirlenmiş olan toplu taşıma araçlarında kullanımı fayda sağlayabilecek düzeye sahip. Bu nedenle kuyuya atılan bir taşla uğraşmaktansa olaya farklı bir pencereden bakıp, içten yanmalı motor teknolojisini hemen rafa kaldırmak yerine daha verimli hale getirmeyi denemeliyiz. Toyota’nın kullanıcılarına yaptığı anket sonucu elde ettiği verilere göre özellikle asya pazarındaki tüketiciler otomobil seçerken karbon salınımı veya aracın kullandığı enerji kaynağından çok aracın yakıt tüketi- minin daha çok önemsendiği bilgisine ulaştılar. Bu yüzden Toyota’nın son yıllarda elektrikli otomobiller yerine hibrit otomobiller yani; içten yanmalı motor ve elektrik teknolojilerini birlikte kullanarak yakıt tüketimini azaltan otomobiller ürettiğini görmekteyiz. Toyota’nın izlediği politikayı diğer otomobil üreticiler- inin de benimsemesi en büyük dileğim, daha güzel bir gelecekte görüşmek üzere... 4
Serdar Kocaefe DÜŞÜNCENİN DİYALEKTİĞİ ÜZERİNE D iyalektik mantık, her ne kadar Antik Yunan Peki şimdi bu malze- filozoflarında nüveleri görülse de Hegel tarafından meyle ne sistematize edilmiş ve modern felsefenin temel yapacağız? tartışma konularından biri haline gelmiştir. Kısaca birbirine zıt iki kuvvetin varoluş mücadelesi olarak tanımlanabilecek diyalektiği bir halat çekme yarışına benzetebiliriz. Tez-antitez-sentez olarak formüle edilen diyalektik aslında yalnızca düşüncenin değil enerjinin, maddenin kısaca tüm evrenin hareketini kavramak için kullanılan ve doğa yasası işlevi gören bir araçtır. Diyalektik formül, temelde tez ve antitezin Düşünme eylemi; henüz başını ve sonunu ters istikamette hareket etme ve varoluş çabasıdır. kestiremediğimiz, hep bir yokluktan varlığa geçiş Yani doğrusal, iki boyutlu bir mücadele söz konusu- çabası içinde, sonsuzluğa uzanan bir evrende hep dur. Diyalektik bir 18. yüzyıl fiziği mahsulüdür ve bir var etme uğraşıdır. Bu düşün evrenini içinde incelediğimiz meseleye en yakın metin olan Engels’in yaşadığımız maddi evrenle eşliyorum. Tıpkı maddi Doğanın Diyalektiği kitabında gezegenler arası di- evrenimizdeki gök cisimleri gibi düşün evrenimizde de yalektik ilişkiyi Kant ve Laplace’ın hipotezine kadar inanç, kanaat, tecrübe, eğitim ve yerleşik düşünceler dayandırdığını görebiliriz (kendisi reddetse de temelde “kütlelerine” göre tekil düşüncelerimize bir çekim Newton’un Kütleçekim Yasası’na dayanır). Burada kuvveti uygularlar. Somutlaştırmak gerekirse; din, Engels, gezegenlerin merkezini baz alarak iki cisim siyasi ideoloji, bilim gibi büyük kütleli fikir sistem- arasında doğrusal bir itme-çekme ilişkisi kurar. Ancak lerinin yanında küçük yıldız ve gezegenler gibi çeşitli modern fizikte Albert Einstein’ın İzafiyet Kuramı’nın tecrübeler, travmalar, alışkanlıklar da daha az etkiye açtığı yol bize dördüncü bir boyut olarak zamanı sahip cisimler de mevcuttur bu evrende. Yalnızca tekil gösteriyor. Evrenin ve gök cisimlerinin hareketi de iki düşüncelerimize değil kendi aralarında da bu cisimler boyutlu bir itme-çekme ilişkisinden çok, Einstein’ın bir etkileşim içindedirler. Birbirlerine karşı da çekim Genel Görelilik Kuramıyla kavradığımız bir çekim yasası işler çünkü. Çok aktörlü böyle bir sahnede bir ilişkisine dayanıyor. Kısaca, uzay üçten fazla boy- diyalektik ilişkinin koca evreni açıklama kabiliyeti utlu bir boşluktur ve tıpkı her yerinden sıkıca gerilen takdir edersiniz ki oldukça azdır. Kendi zihnimizde tabi bir çarşafın üzerine bırakılan top gibi gök cisimleri olduğumuz karşıtlıklar olduğuna inansak bile insan uzayda çöküntü yaratır. Bu çöküntü neticesinde kendi bilinci sayısız içeriği içinde barındırır ve çoğu zaman kütlesinden küçük cisimler de iki boyutlu, doğrusal fikirlerimizin doğuşu, değişimi, devinimi bizim kon- bir çekime değil eğri bir çekime uğrarlar. Yani uzay trolümüzün dışındadır. Bu sebeple, düşüncelerimiz büküldüğünden, iki cisim arasında kütle çekimi çok elemanlı bir denklemin mahsulüdür. Diğer yan- doğrusal gerçekleşememektedir. Ek olarak, bükülme dan, zihnimizde ontolojik karşıtlık olarak kurduğumuz hali uzayın bir üç boyutlu boşluk olduğunu da yanlışlar ilişkiler çoğu zaman tekil aykırılıklardan ibarettir yani niteliktedir. Anlıyoruz ki uzay-zaman bükülmesi, bir diyalektik ilişki ortaya çıkarmaz. evrensel diyalektik ilişkiyi maddi anlamda imkansız kılar. 5
Serdar Kocaefe Düşünce değişecektir. Çünkü öğretiyle karşılaştığında felsefi akıma bağlanma evreninde cisimler arası cisimler arası kütle çekim vereceği tepki veya zih- kabiliyeti kişinin dogma- etkileşim, daha önce ilişkisini etkileyen tekil- nindeki aile imajında lara karşı hassasiyetine bahsettiğim üzere, üç likler farklılaşır. Örneğin yaşanacak değişim kendi göre değişecektir. Sonuç boyutlu bir gerçeklik çocukluğunda bir köpek özgüllüğünü koruyacaktır. olarak, zihin evrenimizi içinde gerçekleşmez tarafından ısırılan bir inşa ederken, en azından zaten bu evren herhangi kişinin yetişkinliğinde Kişilerin düşünce bilinçli olduğumuz bir doğa yasasına da tabi köpeklere karşı korkuyla evrenlerindeki özgül- hallerde, mümkün kılınamaz ve bir çoklu karışık nefret duyması, lükler, fikir sistem- mertebe eleştirel akla görelilik söz konusudur. kişinin rasyonel, bilim- lerinin evrenselliğine sarılmak ve sonsuz Ayrıca, üçten fazla boy- sel bir kararıyla değil karşı bir imkan da bir eleştiri zinciri kur- utlu evren tasarımıyla geçmişte yaşadığı trav- bırakmamaktadır. Bu mak zaten var olmayan söyleyebiliriz ki cisimler madan kaynaklanır. Bu imkansızlık her halükarda doğrulara bizi en azından de evrensel tanımlarından durum dışarıdan bir bir anaakım düşünce çer- yaklaştıracak yegane farklı konumlanır. Kişiye gözlemciye tuhaf gelecek- çevesi yaratacak ve takip- araçtır. göre kutuplar veya tir. Böyle bir örnekte, çilerin dünya görüşünü bu merkezler değişiklik rasyonel-irrasyonel çerçeve içine sıkıştırmaya 6 gösterir. Bu sebeple, karşıtlığı üzerinden meyilli kılacaktır. Bu fikir sistemleri arasında açıklanamaz. Yine aynı sebeple, düşünce sis- benzerlik farklılık veya gözlemcinin aldığı yüksek temlerine bağlanma aykırılıklar kişiden kişiye öğrenim, ailede kazandığı kaçınılmaz olarak dogma- yani evrenden evrene herhangi bir muhafazakâr tiktir. Bir ideoloji, din veya
Alp Bartu Hızal SÜRDÜREBİLİR MİYDİK? B ir yılı aşkın süredir süreci küçük bir anlığına bile tüm dünyadaki canlılar yaşıyor. duraksamıyor. Dönem dönem yaşam şeklimizi değiştiren bir yaşanan savaş, kıtlık, salgın hastalık “Biz insanlar olarak salgınla mücadele halindeyiz. gibi olaylar yeni şartlara uyum çok uzun zamandır Bu süreçte neredeyse tüm sağlama sürecini hızlandırıyor, yaşadığımız dünyayı alışkanlıklarımızı değiştirmek çünkü bu olaylar yaşanırken uyum kötü kullanıyoruz. zorunda kaldık, hem de bunu çok sağlayamayan canlıların nesli Yarın yokmuş gibi kısa bir zaman içerisinde yaptık. tükeniyor. kaynakları tüketip, Bu durum aslında bizlerin ne kadar sanki başka bir ye- uyum sağlamaya meyilli olduğunu Genelde aklımıza yapay rde yaşıyormuş gösterdi. Elbette ki herkes için aynı dönüşümlerin bu uyum sürecinden gibi içtiğimiz suyu, kolaylıkta bir süreç olmadı ve ol- uzakta veya bununla ilgisiz olduğu soluduğumuz havayı muyor da. Değişimi reddeden insan- gelebilir, ancak doğal yaşamın zehirliyoruz.” lar için psikolojik olarak mücadele bir parçası olan her canlının etmesi çok daha zor bir dönemden faaliyeti de bu uyum sürecinin geçiyoruz. Gelişen teknolojinin bir parçasıdır. Biz insanlar olarak de yardımıyla neredeyse hepimiz çok uzun zamandır yaşadığımız sanal ortamdan işimizi yürütebilir, dünyayı kötü kullanıyoruz. Yarın sosyalleşebilir ve eğitim görebilir yokmuş gibi kaynakları tüketip, hale geldik. İki hafta boyunca nasıl sanki başka bir yerde yaşıyormuş evde otururuz derken aylarca bunu gibi içtiğimiz suyu, soluduğumuz yapabilir hale geldik. Kısacası havayı zehirliyoruz. Sonuçta son bir yılda çok değiştik, kendi yaptıklarımız da bize dönüyor. sınırlarımızı zorladık. Bugün dünyada milyonlarca in- san hava kirliliğine bağlı gelişen Peki bunun bu şekilde hastalıklardan, kimyasal ürünlerle olması mı gerekiyordu? Bu kirlenmiş su tüketiminden ve hayati değişimler zaten pandemiden besinlere erişememekten hayatını önceki dönemlerde başlamıştı. kaybetmektedir. Görüldüğü üzere Bu sayede de pek çok ülke ilk yaptıklarımızın sonuçlarını yine biz vakalarını açıklar açıklamaz, yaşıyoruz ve elbette bizimle beraber uzaktan eğitim ve iş gibi yollara başvurabildi. Buna karşılık insanlık değişime olan direnci yüzünden, pandemi olmasaydı bu uygulamaları belki onlarca yıl sonra kabul ede- cekti. Pandemi burada hızlandırıcı bir görev üstlenmiş oldu. Açıkçası aradan tam bir yıl geçmiş olmasına rağmen hala daha bu dönüşümün içerisindeyiz. Bu sürecin ise hiçbir zaman sona ermeyeceğini söyle- mek mümkün. Canlılığın devamı için zorunlu olan uyum sağlama 7
Alp Bartu Hızal Bu yarınlar geçen yıllara baktığımızda İşte bu sayede insanların oylarıyla yöne- yokmuşçasına yaşama planlananın çok gerisinde kayda değer bir değişim time gelirler, toplumun eğilimi o kadar uzun kaldığımız görülüyor. Bu- yaşandı. Pandemiden çoğunluğunun uygun zamandır devam ediyordu nun sebebi ise insanların önceki hayatlarımızda gördüğü uygulamaları ki artık geri dönülemez ve insanların yönettiği açık bir şekilde değer yapabilirler. noktaya varmak üzerey- şirketlerin değişime satın almıyorduk. dik, ki hala o noktaya esasen son derece kapalı Yaptıklarımızın Hızla çok yakınız. Bununla olmalarıdır. Çevreci bir sonuçlarının olmayacağını tükettiğimiz dünyada, ilgili dünya devletleri yatırım yapıldığı zaman düşünerek yaşıyorduk sürdürülebilirliğin te- belli başlı adımlar at- firmalara fazladan bir kâr çünkü dünya bir şekilde mel taşı aslında bunca maya başladılar. Avrupa gelmiyordu ve bu da bu dönmeye devam edi- zamandır gözlerimizin Birliği’nin Horizon2020 yatırımların yapılmaması yordu. Ortaya çıkan bir önündeydi. Bunu bugün hedefleri, Birleşmiş için son derece yeterli bir virüsün nasıl da kolay daha net bir şekilde Milletler’in Sürdürül- neden gibi duruyordu. Son bir şekilde hayatlarımızı görebiliyoruz. Değişim ebilir Kalkınma Amaçları, yıllarda tüketicilerin yavaş tehdit ettiğini görmek, gerçekten de bireylerden, Paris İklim Anlaşması yavaş bilinçlendirilmesi aslında ne kadar da toplumlardan başlıyor. ve Kyoto Protokolü bu yoluyla aslında firmaların ölmeye müsait canlılar Geri kalan herkes ise buna amaç uğruna uluslararası bu yatırımları yapmaları olduğumuzu gösterdi. ayak uydurmakla yüküm- düzeyde atılan adımlardan sağlanmaya başlandı. Geçmiş deneyimlerden lü. Eski hayatlarımızı sadece bazıları. Bununla Günümüzde insanlar yola çıkarak şunu söyleye- sürdürmemiz hiçbir za- birlikte ülkelerin kendi yalnızca bir tüketim biliriz ki, önemli olan man mümkün değildi, o içlerinde geliştirdiği ürünü değil bir değer satın şirket sahiplerinin, devlet yüzden eskiye dönmeyi projeler, yatırımlar da almaya başladılar. Bu yöneticilerinin fikirleri ve istemek intihar etmek- bulunmaktadır. Tüm bu değer, üreticinin çevr- uygulamaları değil. Firma- ten farksızdır. Değişimin anlaşmalar dahilinde eye ve insanlığa verdiği lar tüketiciye göre üretim kendisi olarak yeniyi önceden belirlenmiş önemdir. Tüketicilerin yaparlar, yapmayan yani yaratma gücü bizlerin birtakım hedeflerin belli satın alma eğilimleri değişmeyen firmalar iflas elinde. Biz kendimizi yıllara kadar sağlanması değer odaklı değişmeye ederler ki pandemi süre- değiştirmedikçe daha nice gerekiyordu. Anlaşmalar başlayınca firmalar da cinde de internete ayak pandemiler, savaşlar ve ilk imzalandığı dönemde satış yapabilmek için uyduramayan firmalar kıtlıklar yaşanacaktır. bu yönde bir atılım insanlara bu değerleri bunu yaşadı. Hükümetler yapılmış olsa bile, aradan sağlamaya başladılar. 8
Taylan Kırcı C hristopher ‘’The Notori- için premium üyelik gerekiyor fa- siyah müzikte kökleri olduğunu lan… Şakam bitti yazıya devam… biliyoruz. Ama benim için ilginç ous B.I.G.’’ Wallace gelmiş geçmiş olan, Big’in amcasının Jamaika’da en yetenekli, ilham dolu rapçi I Got A Story To Tell, bu müzik yarattığını, sahip olduğu bu olmasının yanı sıra yarattığı imaj ve ay Netflix’te yayınlandı. Biggie doğrudan kökleri görmekti. tarzla da ölümsüz bir simge olmayı üzerine üretilen görsel ve işitsel perçinlemiş birisi. 1997 yılında materyallerin dibine ekmek ba- “Biggie’nin Brooklyn caddeler- henüz 24 yaşındayken dramatik bir nan birisi olarak benim de büyük inde “köşe tutarak’’ başlattığı şekilde hayatını kaybetmesinin üz- bir heyecanla beklediğim bir bel- hayatını Michael Jackson’ı erinden yıllar geçti ve onun mirası geseldi. Bu beklentimin asıl sebebi geçen dinlemelere sahip bir büyümeye devam ediyor. Onlarca ise zaten ezbere bildiğim şeyleri hiphop sanatçısı noktasına film, kitap ve posthumous kayıtla tekrar görmekten çok, daha önce getirmesine olan hayranlığımı efsanenin anlamsız ölümüne üzül- herhangi bir yerde paylaşılmayan sizinle de paylaşmak isterim.” meye devam ederken onun mirası kişisel kayıtların da belgeselde artık ondan bağımsız bir şekilde bulunmasıydı. Biggie’nin Brook- büyüyor. Kendisini HİÇ dinlemey- lyn caddelerinde ‘’köşe tu- enleri (ben inanmıyorum böyle tarak’’ başlattığı hayatını Michael birinin var olabileceğine) veya bu Jackson’ı geçen dinlemelere sahip ayki harika yazıma göz gezdirirken bir hiphop sanatçısı noktasına Brooklyn’in sokaklarında aklında getirmesine olan hayranlığımı müzik cebinde nevale peşinde polis sizinle de paylaşmak isterim. Bel- olan bir NOTORIOUS gibi hisset- geselinde bu yolculuğu kronolojik mek isteyenleri This is Big Poppa ve düz bir şekilde sunmak yerine listesine bekliyorum. Benim için Biggie’nin daimi dostu Damion en özel sanatçının filminden bah- ‘’D-Roc’’ Butler, kariyeri boyunca sedecek olmanın heyecanının yanı omuz omuza olduğu Sean ‘’Diddy’’ sıra bendeki değerini anlatırken Combs ve annesi başta olmak üzere zorlandığım için bu ayki yazımda Biggie’nin ‘’inner circle’’ındaki size daha çok kendisinin anısına kişilerle birlikte, Jamaika’daki Netflix’te yayınlanan “I Got A atalarına kadar çeşitli isimlerin per- Story To Tell”den bahsedeceğim. spektiflerinin paylaşılması eserin ‘’Biggie’yi ne kadar çok seviyorum’’ anlatımını kuvvetlendiriyor. Hepi- başlıklı 92347238746 sayfalık yazım miz hip hop’un diasporadaki diğer 9
Taylan Kırcı Yapımın muadillerine kıyasla sıyrıldığı nok- Biggie daha önce hiçbir zaman çevresinin bir ürünü talardan biri de hala çözülemeyen faili meçhul cinay- olarak gösterilmemişti ve zorlu bir bölgeden geldiği etine odaklanmak yerine film Biggie'nin kariyerinin için toplumsal beklentilerin dışında hareketler ser- başında çok kırılgan ve endişe yüklü biriyken bunların gileyen herkes gibi Biggie Smalls da hayatının tüm üzerinden gelme sürecini anlatıyor. Görsel kullanımını deneyimlerinin özetiydi. Ancak rapçilerin hikayeleri da tebrik etmek istediğim yapım, Biggie'nin ''semt''i anlatıldığında, hayatlarının tabu kısımları önce- Bed Stuy, Brooklyn'in eski görüntüleri, karakteristik likli olduğu için nadiren tam bir muameleye maruz bir ürkütücülüğe sahip. Serserilerin arasında, devasa kalıyorlar: Silahlar, uyuşturucular, suç, seks. Bu un- kalıbının içerisinde adeta bir sokak şövalyesi olması, surlar, hem gerçek hem de kurgusal birçok büyük köşede övünen genç bir Biggie'nin analog görüntül- Amerikan masalının yapı taşlarıdır ancak hip-hop erinin altında sessizce gizleniyor. Film, bu adamların büyüklerinin hikayesini anlatmaya gelince, genellikle yürüdükleri bloklara, işgal ettikleri dünyaya bağlam bunlar tek unsur gibi görünebilir. Bu şekilde devam et- kazandırmak için grafikleri iyi kullanıyor. mek haksızlık olur çünkü en önemli sanatçılarımızdan Her hikaye biter ama her hikaye kötü bitmez. bazılarının tüm insanlığını yok sayıyor ve kompleks Biggie'nin hikayesinden bahsedildiğinde akla ilk gelen karakterleri en kötü ihtimalle tek boyutlu karikatürlere yaşama trajik vedası olsa da bazı hikayeler mutlu son- de dönüştürebiliyor. Kanaatimce, tek yüzeylilikten ola- ludur. Filmin vermekte ısrar ettiği bu mesaj, standart bilecek en uzak mesafede duran hiphop kültürünü be- Netflix tüketicilerine yavan gelebilir fakat vefatının lirli bağlamlarda sınırlandırmak bu kültüre ve kültürün ardından kitlelere olan etkisinden bir şey kaybet- mihenk taşlarından biri olan rap müzik sanatçılarına meyen ve kendi evinde şenliklerle son yolculuğuna yapılabilecek en büyük haksızlık. Her hikaye biter ama uğurlanan birisinden bahsettiğimizi unutmamak her hikaye kötü bitmez. Biggie Smalls'un hikayesi bitse lazım. \"I Got A Story To Tell\" den sonra, hip-hop de etkilediği ve etkileyeceği hikayeler uçsuz bucaksız kültürünün düşmüş tanrılarını nasıl hatırlamamız ufuklara kadar uzanmaya devam edecektir. Benim gerektiğine dair alabileceğimiz çeşitli dersler mevcut. hikayeme olan etkilerin için ne kadar teşekkür etsem az kalır Big Poppa! 10
Hasan Başkurt B u popülizm nereden çıktı, nereye Popülizm kavramının hangi kelimenin kökünden geldiğini heybemizden çıkarmadan gidiyor derken şimdi ise “nerede” olduğunu tartışmalara devam etmemiz çok doğru bir hareket konuşmak istiyorum. İlk yazımızda popülizm olacaktır: mefhumunun nerede doğduğunu, hangi sac ayakları üzerinde yükseldiğini anlatmıştık. HALK! Ardından geçen ay, popülizmin nereye gittiği ve Müslüman karşıtlığı üzerine bir şeyler Halk dediğimiz zaman herkesin kafasında karalamıştık. Konuyu birçok farklı yerinden farklı bir tanım canlandığına eminim. Halk kavramını tutabileceğimizi söylemeye gerek dahi duy- tanımlamak da popülizmi tanımlamak kadar zordur muyorum. Hal böyle olunca popülizm şu an kesinlikle. “Halk kimdir?”, “Halkı oluşturan değerler nerede diye sorarak –çok kronolojik olmamakla nedir?”, “Halk diye bir şey var mıdır?” gibi onlarca birlikte- bu sayımızda popülizm hakkında son soru ile karşı karşıyayız. Bu sorulara bir cevabım yazımızı yazmaya gayret göstereceğim. olmadığı gibi, bu soruların dört başı mamur bir cevabı Sorularımızı iyi analiz edip anladığımızdan olmadığına da inanmaktayım. emin olmamız gerekiyor; Konu farklı yerlere gitmeden konuyu topar- Popülizm şu an nerede derken neyi kastediyoruz? lama konusunda bir şeyler yapmam gerektiğinin Popülizmi bir söylem tarzı olarak kabul ettiğimizi farkındayım. Gelelim popülizm kavramının bugününe. varsayarak günümüzde hangi söylemleri Avrupa’da neredeyse her ülkede hem sağdan hem kullandığını biliyoruz? soldan birçok örnek olduğunu biliyoruz. Aşırı sağ Bu söylemler, hangi ülkelerde hangi liderler partilerin bunu düstur edindiğini bilmekle beraber sol tarafından kullanılıyor ve etkinlik alanları neler- partilerin de sıkça kullandığını biliyoruz. Ayrıca tam dir? bu noktada şunu tekrar hatırlmamız gerekiyor: Popül- Bu ve buna benzer birçok sorunun cevabını 11 ararken hem Avrupa’da hem Latin Amerika’da hem de Afrika’dayız. Bakmayın bu üç coğrafyayı saydığımıza, aslında her yerde olmamız gerekiyor. Aşırı sağ partiler popülisttir; sol partilerin popül- izmi yoktur gibi bir yanılgıya düşmek de kesinlikle çok yanlıştır. Kimi yazarlar popülizmi, sağ partilere içkin bir şekilde yansıtmaktadır fakat unutmamalıyız ki “SOL POPÜLİZM” de en az sağ popülizm kadar tartışılmakta ve çeşitli teorisyenlerce –Ernesto Laclau, Chantal Mouffe- temellendirilip birçok parti tarafından uygulanmaktadır. Başarılı sonuçlar verdiğini de kabul etmemiz gerekiyor. Arjantin ve İspanya bu örneklerin başında gelmektedir.
Hasan Başkurt izm, ne sağdır ne de sol. Bir partiye veya bir harekete Günümüzde popülizmin üzerinde durduğu tam anlamıyla “popülist” demek de çok doğru değildir. temel noktaları değerlendirmemiz gerekiyor. Düşman Popülizm, bir söylem tarzı olduğu için her partinin yaratma, elit düşmanlığı-halkçılık diye kullanan veya her hareketin bu söylemleri kullanabileceğini ve yazarlar da mevcut-, refah devleti şovenizmi ve tabi kullandığını unutmamalıyız. ki olmazsa olmaz göç karşıtlığı. Yolumuz bu konuya varmışken, bu konu üzerinde değerli görüşleri olan Sol popülizm üzerine çalışan ve keskin bir hocamın görüşlerini özetlemek istiyorum: yetkinliğe sahip olduğunu düşündüğüm arkadaşım ile Popülizm konusu günümüz dünya siyasetinde üslup ve popülizm üzerine yaptığımız sohbetten minik bir kesit siyaset tarzı olarak, makro ve mikro anlamda yapısal, aktarmak istiyorum: kurumsal, kültürel ve hatta bireysel hayatlarımıza POPÜLİZM, sirayet ediyor ve bunu çok hızlı GELECEĞİN bir şekilde, fark ettirmeden İDEOLOJİSİ! yapıyor. Her sirayet ettiği objeyi dönülmez bir şekilde değiştiriyor Bu ve çoğunlukla da insanlığın çıkışa kesinlikle mücadele ederek kazandıklarını katılmakla birlikte, kaybederek. Bu yorumun ne denli sol popülizmin sağ popülizm üzerine olduğunu sağ popülizmi söylemeye gerek yoktur herhalde. çözmeye çalıştığını Benim de katıldığım görüşler da atlamamak olduğunu söylemem gerekiyor. gerekiyor diye Her ne kadar sol popülizmin de düşünüyorum. olduğunu söylesek sağ popülizmin Merkez partilerin insan hayatını derinden ve olumsuz neredeyse her etkilediğinin altını çizmeli ve buna ülkede çeşitli çözümler getirmeliyiz. krizler yaşadığını Sol popülizm, sağ popülizmi –çözülmeye başladığını- biliyoruz, birçok ülkede çözmek adına bir panzehir midir? popülist diyebileceğimiz veya popülist söylemleri Bu soruyu da buraya bırakarak yazımızın sonlarını olan partilerin iktidar ortağı olduğuna da şahitlik getiriyoruz. Üç sayıdır tartışmış olduğumuz ancak her ediyoruz. Tüm bunlardan mütevellit bunca krizin ve gün tartışsak ve okusak bile içinden tam anlamıyla çözülmenin arasında popülizmin hem sağ hem de solda çıkamayacağımızı bildiğim popülizm konusunu ciddi bir yükseliş yaşayacağını şiddetli bir şekilde noktalamış olacağız. savunabilirim. Bu dergi çatısı altında ilerleyen zamanlarda çok daha geniş ve kapsamlı yazılar, yayınlar yapılacağını da belirtmek istiyorum. 12
Çağatay Taşkın İ lk iki yazımda Brooklyn ve Lakers hakkında Bu listeye ilk sırası için kapışacak iki isimden birisi Ron Artest. Kendisini ne kadar sıkıntılı bir ele- sizlerle düşüncelerimi paylaşmıştım. Bu sayıda ele man olduğunu isim değiştirmesiyle anlayabiliriz. Metta alacağım takımları izlerken Westbrook ile denk World-Peace ismini alıp dünya barışına katkı sağlamak geldik “Ne garip adam bu!” diye içimden söylendim. istiyorum demesi gibi garip hareketleri var kendisinin. Bu yazımda NBA tarihindeki bazı “sıradan olmayan” Ligdeki ilk yıllarında para kazanmaya başlayınca ben adamları size tanıtmak istiyorum. çok partilerim diye düşünüp boş zamanlarında elek- tronik eşya dükkanında çalışıyor. Son olarak maçlarda Girişi gözümü tırmalayan ve aktif olarak bas- sakin kalabilmek için kendisi devre aralarında yarım ketbol oynayan Westbrook ile yapalım. Gazeteci Sam Anderson 2017’de New York Times için yazdığı bir makalede Westbrook için “Yanlış Anlaşılmış Bir Deha” terimini kullanır. “Deha” burada kullanılması doğru bir tabir midir, tam emin olamadım. Bilmeyenler için: Westbrook basketbolu sağ el temelli oynarken, normal hayatta solak bir insan. Westbrook’u belge imzalarken gören Anderson kendisine solak mısın diye sorduğunda “Bunu sakın makalende yazma!” cümlesinin ve küfür- lerin muhatabı olmuştur. Westbrook’un maç öncesi ısınma ritüeli de bir hayli garip. Oynadığı takımlar maç öncesi ısınmalarına her zaman turnike atarak başlar ve bu antrenman maçtan tam 6 dakika 17 saniye önce başlamak zorunda. Kendisiyle takım arkadaşı olmayı istemezdim… Aklıma gelen bir diğer bela ve özellikle NBA şişe Fransız konyak içiyordu… Bizim de var bir hayal- Live 05 oyununda akıl almaz iyi bir oyuncu olan Gilbert imiz diyelim. Arenas. Kendisini kart oyununda kaybettiği için altı Ligin en iyi şutörlerinden biri olarak bildiğimiz silahlı bir çatışma haberiyle hatırlarım. Ağzına kadar J.J Redick bence bu ekibe dahil olan en saçma isim ola- havai fişek dolu tırla makas atarak hız yapması gibi bilir. Öğrendiğimde ben de “Ne alaka?” demiştim ama absürt olayları da var kendisinin. kendisi düzen delisi olması ve takıntılı yaşamıyla benim listeme giriş yaptı. Redick gün içerisinde kestireceği aralıkları, giyeceği çorap çiftlerini ve öğünlerinde ne yiyeceğini günler öncesinden ajandasına kaydeden bir düzen bağımlısı. Her maç öncesi değişmeyen menüsünde rosto tavuk, bir adet fırın patates, brokoli ve bir bardak sade kahve mevcut. New York Times ile 2018’de yaptığı söyleşide ise “22 Mart 2013’te nor- malden yirmi dakika sonra yemek zorunda bırakıldığı öğünü yüzünden gününün berbat olduğunu, on birde 13
Çağatay Taşkın bir şut isabetiyle oynadığını ve “Maçı yirmi dört sayı farkla kaybettiklerini” söyler. Maçtan önce hep aynı marka kuru meyve gofretini yemek “zorunda olan” Redick için bunlar çok normal şeyler mi peki? İlginçtir, bu deliliğin kendisi için çok yorucu olduğunu söylüyor Redick. Gelelim final vuruşuna, bu ekibin demirbaşına Dennis Rodman abimize. Kendisi ABD-Kuzey Kore sorunlarını çözmesi için iyi niyet-neye niyet neye kısmet elçisi oldu. 1996 yazında bir açıklama yaparak “ismini vermek istemediği biriyle” evleneceğini duy- urur. Herkes gelini merak eder ve düğün günü gelir. New York sokaklarında muhteşem bir gelinliğin içer- isindeki isim Dennis Rodman’dır. Beyefendi kendisiyle evlenmeye karar vermiş. Hayatı boyunca farklı farklı renklere boyadığı saçla ve birbirinden ünlü isimlerle hatırlanmıştır. Beraber olduğu bu isimler arasındaki en dikkat çekici isim bence Madonna olur. Kendisi de mac- era sevdiğini Rodman abimizle beraber olarak gösterdi. Bu yazımda aklıma gelen sıradanlığın dışına çıkan bazı isimler hakkında bilgiler vermek istedim. Si- zin de “Ne garip insandı!” dediğiniz kişiler varsa hemen gözünüzün önünden geçirin ve düşünün. Siz sıradan mısınız yoksa sıradan olmayanlar ekibinden misiniz? 14
Arda Şendinç haklı çıkarmayı sevmeyen inadım koşturuyor işte. N’aparsın? Benim Elif’imi de bu inat kaybettirtti işte, babasına çekmiş. Bugün onsuz geçen 14. yılım, her geçen yıl da birbirinden anlamsızlaşmaya başlamış gibi hissediyorum. Sen yukarıdan bakan dinlemeyi kes artık burada, bir şey kalmadı. Bırakmadın ki olsun. Aa, yıllardır ilk defa bir yabancı. Tanımıyorum bu kadını, hâlbuki tüm dilencileri bile bilirim buradaki. Ne kadar da çirkin bir kadın öyle ama genç, tam da Eli- fimin elimden kayıp gittiği yaşlarda. Yaşlı moron, hem hakaret ediyorsun hem de hüzünleniyorsun. Gideyim yanına, evet evet doğrusu bu gibi geldi. Yine her zamanki yol, yol sıkıcı. Hep monoton, -Al bakalım küçük hanım, ihtiyacın olur belki. -İstemiyorum paranı, git yeter. asla değiştirilmeyen ve ayak tabanını acıtan aptal gri -Bu meblağı 20 gün çalışsa- kaldırımlar işte. Her yer renksiz, hiçbir canlılığı yok. -GİTSENE, DEFOL! İnsanlar da öyle sonuçta, çevre insana insan çevr- eye... Sıkılmışım galiba aynı yolu yürümekten, birkez Babalık korktu herhalde, komedi filmlerindeki gibi daha fark ettim bunu istemsizce. İnsanın yanında topukladı vallahi. Kim bilir hangi günahını düşünüp yürüdükleri bile değişmez mi kardeş? Şu 50’lerinde benle örtbas etmeye çalıştı. Sırf fakirim diye insanların olan kadın bir türlü peşimi bırakmadı kaç yıldır sapık bana günah çıkarma işlemi gibi davranması kadar mide gibi. Normalde günaydın derim nezaketen, bugün bulandırıcı bir olay göremedim. Heh, sanki hepsihayat nazik de kalamayacak kadar sinirlerim bozuk sanırım. hakkında en iyisini biliyormuş da senin hiçbir fikrin Tamam, tamamitiraf et işte koca moron biraz falan yokmuş gibi gelip ardından da acıma duygusuyla değil; gayet de melankoliksin. İstanbul’un sonbaharı da yoğuruyorlar ya hareketlerini. Asıl onların hiçbir fikri kesinlikle sana yardım etmiyor. Her yerde çocukken yok, yaşadıklarımın herhangi birini para çözebilseydi sırf eğlencesine ezdiğin o yapraklar sanki hayatından zaten ben de kazanırdım. çalınmış tüm her şeyin temsili gibi, biriciğim de dahil olmak üzere. Sokakta ağlamayalı yıllar oldu, bunu “Ben sevgisinden dolayı aşağılanan, utandırılan bir in- yinelemeye de hiç hevesim yok. İştekiler bile kaç yıl san topluluğunun temsilcisiyim aynı zamanda.” Kendi- olmuş, diyor “İstersen izin al Hüseyin abi.” Size mi ni daha iyi hissedesin diye tutunuyorsun buna, saf Gül soracağım izni be, herkes kendi derdine. Tabii, şimdi seni. Kimsenin umurunda değilsin ki; seni evden atan yürürken de hiç gitmek istemiyorum işe ama insanları ailen de, âşık olduğun insan yüzünden seni işinden atan da, en sonunda daralttığını iddia ederek seni terk eden 15
Arda Şendinç de umursamadı seni. Ruhum fakirleşti, maddiyatım da Demişlerdi ki eğitimine devam etmen bir işe yaramaya- fakir artık. Sanki umurundaydı? Tutunmak istemedin cak, evlen en azından bir kapın olur. Şu 80 milyonda bir işte, kendime bakamayacak durumda mıydın? Sen hay- ben mi mutlu olamadım bu yapıda, anlayamadım. allere kaptırdın kendini kızım. Mahvettin her şeyi. O güzeller güzeli prensesini bile mahvettin. Mavi gözleri -Tamam ilerliyorum işte be, ne bağırıyon? sen katlettin. Bugün ikinci yaş günü olacaktı, olamadı işte. Yukarıdaki anca beni bıraktı geride işte. N’olacaktı Aptal insanlar, bağırmayı ve arzularını dile getirmeye kalsaydı ben- bayılırlar. Muazzez de farklı değildi artık. Pardon, adı Su oldu; Muazzez demode ve kültüre hitap etmeyen Ne kadar da güzel bir çocuk öyle. Neredeyse bem- bir isim haline gelmiş. Önceden değer verdiği halıları beyaz olacak sarılıkta bir saç kitlesi var. Ayaklarım ve ev yemekleri de öyle olsa gerek, diğer türlü sevdiği durmuyor ama umurumda değil. Sadece biraz daha her şeyi yavaş ama sıklıkla bırakıp neden modanın yakından bakmak istiyorum. bir oyuncağı haline gelsin ki? Eh, bir eşe sahip olmak da popüler bir ideoloji değil sonuçta, o yüzden neden Bir ruhu ve bilinci olduğunun farkında olmamasına Samet’i de neden bir anda bırakmasın ki? Hayat işte rağmen duyguları vardı, hissederdi. Bir anlığına bile yaşarken öğre- olsa ona yaklaşan kadını görünce ürperdi. Ağlama dürtüsü yükseldi yine, yabancı biri sonuçta. Kadının -Amca dikkat etsene, çarpacaktım az daha sana! gözlerine baktı; koşulsuz sevgiyi tanırdı, yaklaşan misafirin de ışıltısında bundan başka bir şey yoktu. Transa geçmiş gibi gördündü yaşlı adam. Sayıklıyor Gülmeye başladı, neden mutlu olmasın ki? Merhamet gibiydi. Geç kalmıştım işe, patrona hesap vermekten herkeste olan bir şey değil sonuçta, 6 aylık ömründe bıktım artık. Çok konuşuyor. Başladım kornaya bas- bunu bile fark etmeyi başarmıştı. Kendisine benzeyen maya. şey ona vurduğunda anlamıştı, dikkat etmeli. Annesi ne yapıyordu öyle? -YÜRÜSENE BE ADAM! -Hanımefendi geri çekilebilir misiniz? Elifim, benim güzel kızım. Neden burada değilsin -Bir şey yapmayacaktım ki, oğlunuz çok güzelmiş. ki? Kurtarsın biri beni bu eziyetten.Aslında kadının -Evet, biliyorum;teşekkürler. Yine de gidebilir misiniz, yumrukları sertmiş, bunu fark ettim ama olsun en Yamaç çok çabuk korkar. Lütfen. azından bebek ağlarken bile güzel görünüyor.Korku, -Demek adı bu, Yamaç. Tınısı akılda kalıyor ciddi an- üzgün, kırgınlık, gözyaşı ve sümük, çığlıklar.Ben bu lamda. kadına ne anlatacağım şimdi?Meleğim. Rahatım artık. Ağlama koması. Yeter artık.Pişmanlık. Çaresizlik. Tam bu sırada bizim kadın öne atıldı süratle, anne Saflık. Ego. de kendini bırakıverdi kadının üstüne. Bebekse ne yapacağını bilemez halde bu iki sevgi dolu insanın birbirinin saçını çekiştirmesini izleyince acımasızlıktan bıktı, başladı ağlamaya. Ne yapabilirdi ki başka? Kadınlar işte, hepsinin dürtüsü aynı. Bir türlü geçine- mezler, hâlbuki koy iki erkeği şuraya böyle bir şey olur mu? En fazla dövüşürler, sonra tokalaşır ayrılırlar işte. Kadın varsa sıkıntı var, çok basit. Tüm o kafayı yiyen erkekler neden o durumda, insanlar biraz düşünse olmaz mı? Dişilikten, kimyamızı bozmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Hep bir şey isterler, ne istediklerini bilmezler. Sonra da bu durumu kaldıramadığımızı söy- leyip bunun üstüne bir de azar kayarlar. Ya çocuklar, onlar daha da beter. Bak işte ağlıyor, anca çığlık çığlığa. Tüm bunları arkamda bırakabilirim, gayet de zekiyim ama işte altın tepsiyle bir şey sunulmadı bize.Ne varsa zor yoldan öğrendik, hem kadınları hem de çocukları. 16
Emre Bilgili Latince ‘Confoederatio Helvetica’ kavramı Helva- gibi alınıp satılıyorlar. Satılan sadece çocukluk yılları olmuyor. Çocukluklarıyla birlikte ergenlik dönemleri, tika Konfederasyonu anlamına geliyor ve ‘doğrudan yetişkinlikleri, yaşlılıkları hepsi bu süreçte yaşanacak demokrasi’ anlayışının olduğu tek ülke olan İsviçre olan eziyetlerin, yok sayılmaların ve bunların her için kullanılıyor. İsviçre siyasi olarak da pasif ve sakin zaman kişiye yaşatacağı travmaların kurbanı oluyor. imajını veren bir Batı Avrupa Ülkesi. Alplerin ihtişamı, Çalıştıkları süre boyunca fiziksel ve psikolojik istismara barışçıl ortam, istikrarlı bir ekonomiyle birlikte bir maruz kalıyorlar; eğitim, sağlık gibi temel hakları el- hayli yüksek maaşlar, refah düzeyi yüksek yaşamlar, lerinden alınıyor. Çocukken hayatın tüm zorluklarını birçok icadın ve bilimin merkezi olması insanların bu deneyimledikleri için büyüyemeden yaşlanıyorlar. ülkeyi düşlemesinin veya o ortamda bir şekilde bu- Hatta bir kısmı da zor koşullara dayanamayıp dünyaya lunmak istemesinin sebeplerinden sadece bazıları. veda ediyor. Direnişin herhangi türlüsünün olmadığı gökyüzüne her bakabilenin dışarıdan özgür gibi göründüğü cazip bir yer. Bu yazımda İsviçrenin sessizliğinin ardındaki sesleri birazcık da olsa duymaya çalışacağız. İsviçre’nin alpleriyle özdeşleşmiş olan çizgi dizi ‘Heidi’yi hepiniz duymuş veya denk gelmişsinizdir. Ailesini kaybettiği için dedesiyle Alp’lerde yaşayan se- vimli küçük bir kız çocuğunun yaşamını daha doğrusu çocukluk yaşamını ele alıyor bu çizgi dizinin öyküsü. Bu öykü ile İsviçre’nin Alpler’inde yaşama sevinciyle dolu bir kız çocuğu profili yaratan yazar aynı zamanda öteki çocuklardan farklı olarak Heidi’nin çıplak ayakları üzerinden 20. yüzyıl İsviçresinin karanlıklığını, çiğnenen onlarca temel hakları ve yitirilmiş çocuklukları görebilmemiz için kapı aralıyor. Bizim bildiğimiz İsviçre ile 1800’lerin sonundaki Devlet bu karanlık olaylar yaşandıktan yıllar sonra bir İsviçre arasında dağlar kadar fark var. Bir zamanlar kısmı hayatta kalan bu çocukların ve ailelerinin mü- fakir olan bu ülkede emek de çok ucuz. O yıllarda cadelelerine yanıt veriyor ve yaşananlar için özür dili- yasaya göre 14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda yor, 2016 senesinde de tazminat parası ödenmesi konu- çalıştırılması yasak. Devletin ise tarım ekonomisini sunda karar kılıyor. Tazminat denmesi biraz üzücü ve canlandırmak için ucuz iş gücüne ihtiyacı var. Bu düşündürücü. Zamanında hiçe sayılmış hayatın parasal sebeple 1960’lara kadar sürecek olan uygulamayı karşılığı olur mu? Bu karar çıkana kadar geçen onlarca başlatıp yoksullardan, boşanmışlardan, suç işlemiş yıl mağdurlar tarafından verilen mücadeleyi yok sayan ailelerden, azınlıklardan, toplumun ezilen kesimler- devlet ‘doğrudan demokrasi’ ile yönetilmiyor mu? inden topladığı çocukları üretim tesisi, çiftlik, ma- likane gibi yerlere ucuz işçi adı altında köle olarak Bahsettiğimiz demokratik İsviçre’nin Anayasa’sının yerleştiriyor. Devlet, durumu meşrulaştırmak amacıyla 1948 senesinde 100. yılını kutlama sloganı da “İsviçre, bu uygulamayla ilgilenmesi için din adamlarını yet- erkek kardeşlerden oluşan bir halk” idi. Yine aynı kilendiriyor ve ayaklarında ayakkabı bile olmayan bu İsviçre’de kadınların seçme ve seçilmede yer alması çocuklara sözleşmeli çocuk anlamına gelen ‘Verding- 1971 yılında ataerkil bir parlamentonun verdiği bir ekinder’ diyorlar. Ama yaptıkları sözleşme çocuklarla karar sonucunda başladı ve 1991 senesine kadar da değil tabi ki, çiftlik sahipleriyle. Çocuklar sadece eşya parlamentoda tek bir kadın yer almadı. Günümüzde de 17
Emre Bilgili “Dünyanın her yerinden çok sayıda insanın ve kadınlar hala cinsiyet ayrımından ötürü ortaya çıkan toplumların haklarını maaş eşitsizliklerini protesto etmek için Bern, Sion, gerçekleştirmeleri veya Lozan başta olmak üzere İsviçre’nin birçok şehrinde bu yolda mücadele et- seslerini çıkartmaya devam ediyorlar. meleri engellenen, dev- letlerin birçok konuda Bilimsel gelişmelerin ve dolayısıyla da aydın unutturma ve hak ihlal- düşüncenin olduğu barışçıl bir ülke olması nedeniyle lerini normalleştirme İsviçre bu konuda epey kafa karışıklığı yaşatıyor bende. politikalarını empoze İsviçre gibi demokrasinin uygulandığı birçok yerde bu ettikleri bir dünyada bir yaşam biçimi olarak gösteriliyor ama toplumun yaşıyoruz.” her kesiminin dahil edilmediği, temel hakların ihlal edildiği demokrasiyi tanımına uydurmak çok zor. Eğer uygulanırsa demokrasi ve insan hakları birbirini ayakta tutan kavramlardır ve sadece referandum kararlarına indirgenemezler. Devletin var olmasının nedeni de insanların haklarının olduğunu tescil etmek değil doğuştan ve evrensel olarak var olan haklarını daha iyi kullanabileceği sürdürülebilir düzenler yaratmaktır. Yani insanlara bu hakkı veren devlet olamaz. Devlet ve yasalar bunu sadece topluma yansıtabilir. Dünyanın her yerinden çok sayıda insanın ve toplumların haklarını gerçekleştirmeleri veya bu yolda mücadele etmeleri engellenen, devletlerin birçok konuda unutturma ve hak ihlallerini normalleştirme politikalarını empoze ettikleri bir dünyada yaşıyoruz. ‘Verdingkinder’lerin, İsviçreli kadınların, ve pes etmeyen ezilmiş toplumların hak arayış mücadeleleri, bu karanlık dünyayı aydınlatacak toplumsal ve öz farkındalığı kazandırmak için herkese örnek olmalıdır. 18
Hülya Üngör Bu ay sizlere çok severek takip ettiğim, her gün geçtiğimiz yıl bu zamanlar koleksiyonunu da üyelerine açtı. Bu demek oluyor ki telif hakları 30 günden uzun hadi saat 00.00 olsun da yeni filmin ne olduğuna süre için satın alınmış filmler daha uzun süre kalıyor bakayım diye heyecanla beklediğim çevrimiçi platform ve biz de buna ulaşabiliyoruz. Yani çeşitlilik oldukça MUBI’den bahsetmek istiyorum. MUBI 2007 yılında yüksek diyebiliriz. Ayrıca filmler kaldırılmadan 10 gün Efe Çakarel tarafından kurulan; televizyon, tablet, tele- önce de geri sayım yapılıyor, yani çok istediğiniz filmi fon ya da bilgisayardan ulaşabileceğiniz film yayınlayan izlemek için girdikten sonra bir anda kaldırıldığını bir platform. Güncel olarak da dünyada 200’den fazla görüp şok olmuyorsunuz :). ülkede yayın yapıyor. Öğrenci olanlar ve olmayan için aylık/yıllık olarak farklı ödeme seçenekleri bulunmak- Peki ne tarzda filmler yayınlanıyor? Filmler neye göre ta. Ancak diğer platformlardan ayrılan bazı özellikleri seçiliyor? Ben kendi adıma hemen hemen herkesin ne var. tarzda film ararlarsa arasın MUBI’de bulabileceğini, birini beğenmese de başka birine ilgi duyacağını İlk olarak MUBI sadece film yayınlıyor, bünyesinde düşünüyorum. Her ne kadar “Popüler demek her za- dizi bulundurmuyor. Hatta sistemi de diğer platform- man iyi demek değildir.” noktasıyla çıkış yapmış olsalar lardan biraz farklı. Her gün yeni bir film yayınlıyor ve o da kısmen popüler diyebileceğimiz filmleri de, adını hiç film 30 gün bünyesinde kalıyor, daha sonra kaldırılıyor. duymadığımız filmleri de, bayıldığımız yönetmenlerin Böylece 30 gün 30 farklı film 30 farklı izleme planı internette bulamadığımız ya da çok düşük kaliteyle diyebiliriz. Uzun zaman bu şekilde devam eden MUBI, izleyebileceğimiz filmleri de mevcut. Ayrıca birçok 19
Hülya Üngör seçki ve liste de bulunuyor. Böylece film seçiminde çok 4-Dogtooth(2009): Yorgos Lanthimos’un yine distopik fazla vakit kaybetmeden kendimize uygun filmi seçe- bir filmi olan Köpek Dişi; çocuklarını dünyadan izole biliyoruz. Güncel seçkileri içinde Eric Rohmer, Charlie etmiş, asla evden çıkarmayan hastalıklı bir ailenin hi- Chaplin, Agnes Varda, Nuri Bilge Ceylan gibi yönetmen/ kayesini anlatıyor. Öyle ki zaman zaman hakaret ya da oyuncuların seçkileri de; Cannes Film Festivali’nde cinsel içerikli kelimelerin anlamlarını bambaşka şeyler ödül almış filmler, 1960/70/90’lı yılların başyapıtları, olarak anlatıyorlar ya da dünyayla ilgili ‘gerçek’ bilgiye Amerikan bağımsızları, Öğrencilere yol haritası ve Kısa ulaşabilecekleri her şeyi saklıyorlar. karşılaşmalar gibi birçok farklı konseptte seçkileri de Imdb puanı: 7.3/10 Letterboxd puanı: 3.8/5 MUBI bulundurmakta. Hatta bu noktada MUBI vizyonunda puanı: 8/10 şöyle diyor: “MUBI yalnızca günümüz sinemasını veya klasik şahaserleri keşfetmekten ibaret değil. Aynı 5-Fantastic Mr. Fox(2009): Ne zaman pozitif bir şeyler zamanda tüm bu keşifleri tartıştığın ve başkalarıyla izleme ihtiyacı duysam bir Wes Anderson filmi tercih paylaştığın küçük bir kafe gibi. Alternatif sonlar, yönet- ediyorum. Fantastic Mr. Fox da bunlardan biri. Ani- men kurguları ve Magnolia ‘daki kurbağaların anlamı masyon olan bu film bir tilki ailesinin hikayesine bizi üzerine konuşabileceğin... Hararetli tartışmalar ve konuk ediyor. tutkulu münakaşalar her daim başımızın tacı.” Imdb puanı: 7.9/10 Letterboxd puanı: 4.1/5 MUBI puanı: 8.5/10 Bünyesinde bulunan filmlerden benim naçizane öner- ilerim ise sırasız olarak şu şekilde: 6- Victoria(2015): Bir gecede insanın hayatı nasıl değişebilir? Hiç tanımadığımız insanlarla neleri 1-Wild Strawberries(1957) : Rüyalar üzerin- paylaşabiliriz? Gerilimin ve heyecanın hadsafhada den bir profesörün kendisiyle hesaplaşmasını ve olduğu bu film bizi Victoria’nın sadece bir gününe şahit ölümle yüzleşmesini anlatan Ingmar Bergman’ın ediyor. yönetmenliğini yaptığı film. 91 dakika olan film birçok Imdb puanı: 7.6/10 Letterboxd puanı: 3.9/5 MUBI sinemasever tarafından yüzyılın en iyi filmlerinden biri puanı: 8.2/10 olarak adlandırılıyor. Imdb puanı: 8.2/10 Letterboxd puanı: 4.2/5 MUBI puanı: 8.7/10 2-A Short Film About Killing(1988): Usta yönetmen Krzysztof Kieślowski’nin 10 Emir’i anlatan mini dizisi Dekalog’tan bir bölüm olarak çekilmiş fakat daha sonra bunu filme dönüştürme kararı üzerine bir de film hali çekilmiş olan Öldürmek üzerine Kısa Bir Film, bizlere bir cinayetin hikayesini anlatıyor. Imdb puanı: 8.1/10 Letterboxd puanı: 4/5 MUBI puanı: 8.6/10 3-Pan’s Labyrinth(2006): Oscar dahil birçok alanda ödüllü filmimiz, 1944 yılında geçiyor ve İspanya İç Savaşı’ndan sonraki yıllardaki İspanya’yı hem epik hem fantastik şekilde anlatıyor. 10 yaşındaki Ofelia’nın gözünden filmi takip ediyoruz. Yönetmeni Guillermo del Toro’nun büyülü gerçekçilik türünde harika bir iş ortaya çıkarttığını düşünüyorum. Imdb puanı: 8.2/10 Letterboxd puanı: 4.2/5 MUBI puanı: 8/10 20
Çağla Çavdar adını “buradayım” koydum tüm kavgalarımın günde tek seferi olan bir trendi yolculuğum kompartımanda hep aynı radyo çalıyordu neresi burası? sırtımda pelerinle doktor doktor dolaştım görünmezliğime kambur diyor tüm hekimler halbuki kemiklerim yüreğimden daha eğri değiller dalgın bir ömrün önünde boyuna el salladım yine de kendisine aynalarda bile rastlamadım kimin avuçlarında kuruttum içine aktığım nehri hangi gökyüzünde karardı bulutlarım hangi yağmur binlerce damlasından biri yaptı beni hatırlayamadım hatırlayamadım katlime ferman hangi tükenmezin mürekkebinden çıktı cenazemdeki tek kişilik cemaat imama aykırı kimsesizler mezarlığına gömdü gamsız imam tekilliğin ustası bedenimi kalabalık ve güneşli bir öğle arası insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık diyor ya şair, işin aslı: yalnızlık ayrılıktan binlerce asır daha yaşlı şairler hekimler imamlar gerçeği bilmiyor doğduğum gün benimle doğdu kamburum ben demiyorum, kamburum diyor ben de ona inanıyorum 21
Semra Keleş Gözlerini açmadan önce yüzüne bir sıcaklık vurdu. için. Bol paçalı pantolonunu dizlerinin üstüne kadar sıyırdı annesi. Bu kez bacaklarına sürüldü o soğuk, Uykuyla uyanıklık arasındaki o tatlı uyuşukluğu his- acı kokulu krem. Bacaklarımdaki kasları rahatlatmak sediyordu hala. Kollarını kaldırıp yatağın içinde geri- için yaptığı baskı, kollarıma uyguladığından daha nerek kaslarını esnetmenin hayalini kurdu zihninde. fazla olmalı, diye düşünürdü hep. Annesi ne zaman Gözlerini açtıktan birkaç saniye sonra odanın kapısı bacaklarına masaj yapmaya başlasa nefes nefese açıldı, annesi elinde küçük bir saksı ile gülümseyerek kaldığını görür, kendi işini göremediği için, ona bu içeri girdi. kadar zahmet verdiği için, bir yük olduğu için utanırdı elinde olmadan. Bir de artık kelebek kovalayamamak- “Kalk artık uykucu! Bak, cam kenarındaki çiçekler tan. sürgün vermiş.” Televizyondaki görüntüye daldı gözü. Yaşıtı oldukları İlkbaharın son sürat yaza doğru koştuğu bu hafif belli birkaç çocuk yıkık dökük binaların arasındaki esintili günlerde daha mutluydu. Çok küçükken, şimdi betonu parçalanmış zeminli, filesi sökülmüş potalı bir başka bir aileye ait olan o küçük yazlık evin bahçes- basket sahasında, tere karışmış bir halde sağa sola inde, beraber kelebek kovaladığı iki arkadaşı kapıya gelip onu dışarı çağıracakmış gibi geliyordu. Usulca “Su…” derken başını doğrultmaya çalıştı. Annesi hızlıca yatağın yanındaki dolabın üzerinde daima hazır tuttuğu sürahi ve bardağa uzandı. Oda sıcaklığında saatlerce bekleyen su ılıktı ama gırtlağından aşağı süzülürken ferahlamasını sağlamış, onu tam anlamıyla uyandırmıştı. Bardağı geri uzattı. Annesi önce uzanıp saçlarını okşadı, ardından bardağı alıp dolabın üzer- indeki yerine koydu. Ayaklarının altında dokunan geniş ellerin ağrılarını tek bir dokunuşta dindirmesini çok isterdi. Her sa- bah yataktan kalkmak için o ellerin kasılana kadar çalışmasına ihtiyaç duymamayı da. Keşke elinde olsaydı da zıplayıp kalkabilseydi. Adım atarken bile acı çeken biri için çok büyük istekti bu. Saatler sonra salondaki koltukta ayaklarını uzatmış yarı oturur vaziyette, karşısında sürekli konuşan an- nesini dinlerken o da gülümsüyordu. Çok eskiden gittiği bir komedi filminden bahsediyordu. Anlatırken saate baktı. Yapması gereken bir şeyleri unutmuş gibi telaşla ayağa kalkan annesinin hızlı hareketlerini izledi bir süre. Kremi arıyor olmalıydı. Her gün bu saatlerde kollarına ve bacaklarına masaj yapmak için kullandığı kremi. Acı kokardı krem, hiç sevmezdi. Annesi o renk- siz, kaygan maddeyi itinayla kollarına sürüp nazikçe yayarken yüzünü buruşturdu. Önce sağ kolunu kaldırdı yavaşça, sonra sol kolunu. Sıra bacaklarına geldiğinde kadın hafifçe gülümseyerek baktı yüzüne, izin ister gibi. Göz kapaklarını hafifçe kapatıp açtı onay vermek 22
Semra Keleş “Ne zordu evladının der- dine derman olamamanın utancını yaşamak.” koşturup duruyordu. “Allah’ım çok şükür!” dedi annesi elini kalbinin üstüne Annesi de baktı ekrana, gülümsedi. Kremin kokusu koyarak. Bir iki dakika evvel ağlamamak için kendini tutan, şimdi tuttuğu gözyaşlarının yanaklarından ellerinde kalırdı hep. Kokudan değil, o kreme muhtaç akmasına izin veren evladına sarıldı. olmaktan nefret ederdi. Evladına göstermemeye çalışarak sızlayan kollarını esnetti. Seslerini duyurmak Ne zordu evladının derdine derman olamamanın için bakanlığın önünde toplandıkları o günden beri tüm utancını yaşamak. Nasırlı ellerini pantolonuna sürttü bedeni sızlıyordu sanki, geçmiyordu bir türlü. Aylardır babası. Aylardır uyku nedir bilmiyordu. Bedeni yor- yağmur, çamur, rüzgar demeden her hafta toplanıyor, gunken uyurdu insan ama hem bedeni hem kalbi neredeyse yalvarıyorlardı. Bir sürü çocuk, bir sürü hem de aklı yorgun olunca uyunmuyordu bir türlü. evlat, bir sürü ana, bir sürü baba… Onları görüntül- Omuzlarının düşüklüğü askıya gelişigüzel astığı eyen birkaç televizyon kanalı, birkaç bağımsız medya ceketlerinin bozulan şeklinden bile belli olmaya kuruluşu, sosyal medya hesabından canlı yayına geçen başlamıştı. Yaşı henüz kırk beşe varmamışsa da ve o yirmi dört saat dolmadan onları unutan onlarca yaşlanmış hissediyordu kendini. On beş sene önce insan. Kimse evlerine gittiklerinde ne yaşadıklarını evladını kucağına ilk aldığında çektirdiği fotoğraf bilemezdi. Evlatları yataktan kalkmak, adım atmak, en duruyordu duvarda, küçük bir çerçevenin içinde. Nasıl ufak ihtiyacını karşılamak için onlara muhtaçken yorul- da gençti o zamanlar. Sonra… Sonra üzüntü, yetersiz maya ne hakları ne de fırsatları vardı. olmanın ağırlığı çökmüştü tüm bedenine. Sağ bacağından sol bacağına geçen beyaz ellere baktı Biricik evlatlarına teşhis ilk konduğunda henüz üç çocuk. Toplasan on dakikaydı masajın süresi, annesi yaşındaydı. O zamanlar bir çocuk daha düşünüyor, öyle diyordu. “Sana uzun geliyor yavrum.” derdi onu evin içinde koşup duran iki kardeşin hayali ile rahatlatmak için; kendi kaslarını, eklemlerini ne kadar gülümsüyorlardı. Büyükler bir “Altın top” hikayesi yorduğundan habersiz olduğunu zannederek. Ne güzel anlatırdı hani, o hikayedeki mutlu evdi onlarınki. kadındı annesi. Her sabah yüzünde kocaman bir gül- Ailesinin tek çocuğu olarak büyümüştü adam, Allah ümsemeyle girerdi odasına, derli toplu görünmediği bir verirse daha fazlası da olurdu ama iki çocuk istiyordu. gün bile olmamıştı. Annesini her gün karşısında böyle Daha sözlendikleri gün kimseyi umursamadan pat diye güzel, böyle özenli görmeyi severdi çocuk. Bazen neşesi söyleyivermişti en az iki çocuk istediğini. Büyüklerden bulaşıcı diye düşünürdü, kendini gülerken buluverirdi bazıları başlarını çevirip yarım bir gülüşle cıkcıklamış, birden. En çok yukarı kıvrılan dudaklarını severdi. O bazıları bıyık altından gülüp omzuna vurmuştu. Önce dudaklar gergindi şimdi. Annesi farkında olmadığını al al olan yanakları ile gözlerini kocaman açan karısı düşünüyor olmalıydı ama masaj yaparken takındığı sonra nazlı bir edayla başını sallamış, onay vermişti ifade çocuğun içinde ağlama isteği uyandırırdı. ona. Ne güzeldi o akşam. Hep uzaktan gördüğü komşu Bakışları buğulandı ama ağlamadı çocuk. Kapıda kızı hayat ortağı, en iyi arkadaşı, yoldaşı oluvermişti bir dönen anahtarın sesiyle ikisi de başını o yöne çevirdi. anda. Ama o sözlendikleri akşam başkaydı. Önceden İçeri giren adama, babasına baktı annesi ile birlikte. sadece iyi kız, güzel kız diye evlendiğini düşündüğü Yüzü gülüyordu adamın. Birkaç adımda yanına geldi, kadına aşık olduğunu o gece anlamıştı. Evlatlarına saçlarını karıştırıp alnından öptü. Eşine döndü sonra, teşhis konduğunda kendisi çöküverirken o dimdik ayak- sarıldı. ta kaldığını gördüğünde talihine ona bu kadını getirdiği için şükretmişti. “Bakanlıktan onay çıkmış, nihayet ilacı alabileceğiz. Hafta başından itibaren dağıtıma başlayacaklar.” dedi. 23
Semra Keleş Adam kadına baktı. Bakışlarla anlaşırlardı öteden beri. İkisi de açıkça söylemezdi lakin bilirdi. O da ba- zen umutsuzluğa düşmekten, elinden daha fazlasının gelmemesinden utanır, dertlenirdi buna. Kadın gö- zlerini kaçırdı. Bin tane soru vardı aklında. Neye göre dağıtılacaktı ilaç, onlara gelmesi ne kadar sürerdi. Du- rumu çok daha acil olan birçok çocuk olduğunu, aileler- inin her nefesi onlar için aldığını biliyordu ya, yine de insan ister istemez önce kendinden yana çıkıyordu. Aynı soruları adam da sormuştu bakanlığın müjdesini duyduğunda. Birkaç güne belli olur demişlerdi. O da yeterliydi. Bu kadar bekledikten sonra birkaç gün daha beklerdi. Elinde olmadan daraldı adam, onlar beklerdi de bir saniyesi bile değerli olanlar nasıl bekleyecekti? Diğer çocukları her hafta görüyordu, onlar da kendi çocuğu gibiydi artık. Ne zaman birinin kötüleştiği haberi gelse bir el kalplerini sıkardı sanki. Bakışlarını onlardan ayırmayan evladı ile göz göze geldi bu kez. Neşeli tavrını sürdürmeye çalışarak tekli koltuğa oturdu, diğer koltukta birbirine sarılmış eşini ve evladını izlemeye devam etti. Birkaç saniye sonra kadın “Aç mısın?” diye sordu boğuk bir sesle. “Değilim.” dedi adam gülümsey- erek, “Ama bir keyif kahvesi yapar- san afiyetle içerim.” 24
Bartu Mert Jeopolitik konum ve toplumsal yapı Rus ve Ortodoks olmak Rusya’daki sosyal yapıyı şekillendirirken, Osmanlı İmparatorluğu’nda toplumu açısından Avrupa veya Uzakdoğu ül- din temelli sınıflandıran “millet” sistemi öne çıkmıştır. kelerinden çok farklı olan Rus Çarlığı ve “Millet” sistemi gayrimüslimlere belli ölçüde din ve Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyıldan vicdan özgürlüğü tanımıştır. Özellikle III. Aleksandr sonra birbiriyle rekabet etmeye başladı. döneminde Rusya’da Ortodoks olmayan gruplara Bu süreçte Rusya Avrupa kurumlarını, uygulanan baskıları dikkate alırsak iki imparatorluğun sanayileşmeyi, ordu ve toprak azınlıklara bakışı noktasında önemli bir ayrımı fark reformlarını uyarlamada Osmanlı'dan ederiz. Aralarında mezhepsel farklılıklar olmasına daha erken davrandı ve daha başarılı rağmen Ruslar ve Avrupalılar en nihayetinde aynı dine oldu. Böylece, 19. yüzyılda güç dengesi mensuptu. Bu nedenle, modernizasyon sürecinde Rusya lehine değişmeye başladı. Bu kültürel geçişlilik çok daha erişilebilir oldu. Ruslar, yazıda odaklanacağımız nokta, Rusya evlilik yoluyla birçok Alman soylu aile ile akrabalık ile Osmanlılar arasındaki güç asimetrisi bağları kurdu ve böylece Doğu Avrupa ile doğrudan bir kavramıdır. Başka bir deyişle, 1700- bağlantı kurdu. Bu evlilikler stratejik bir hamleydi ve 1900 yılları arasında iki imparatorluk- Rusların modernleşmesinde çok önemli bir rol oynadı. tan biri yükselirken, diğerinin gücü ve nüfuzu önemli Öte tarafta “millet” sistemi, dünyada yükselişte olan ölçüde azaldı. milliyetçilik akımı ile bağdaşmadığı için Osmanlı modernleşmesinin önünde bir engel haline geldi. Ni- Rusya ve Osmanlı’nın imparatorluk vizyonları, hayetinde, Rusya çok uluslu bir devlet olmasına karşın farklı din ve etnik kökenlere ait olmalarına rağmen milli kimliği ön plana çıkarmış, ancak Osmanlılar hemen hemen aynıydı. Ana hedef belli ki Bizans klasik anlayışını koruyarak toplumsal dönüşümünü İmparatorluğu’nun varisi olmaktı. II. Mehmet, bu gerçekleştirememiş ve azınlıkların imparatorluktan vizyonu Roma İmparatoru (Kayser-i Rum) unvanını kopuşlarını da önleyememiştir. kullanarak ve 1453’teki fetih sonrası İstanbul’u başkent ilan ederek açıkça ifade etmiştir. Öte yandan, Korkunç 25 İvan 1460’larda Bizans hanedanından soylu bir kadınla evlenerek kendisini Bizans’ın varisi ilan etti. Kuşkusuz bu evliliğin yanı sıra hem Rusların hem de Bizans’ın Hıristiyan Ortodoks geleneğine ait olduğuna dikkat etmeliyiz. Ruslar, Bizans’ın siyasi ve dini geleneğini iddia etmek için sikkelerin üzerinde Bizans kartalı sem- bolünü kullandılar. Osmanlı ve Rusya’nın belirli konu- larda kader ortağı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle iki devletin benzer tarihsel süreçlerden geçmesi tesadüf değildir. Yukarıda bahsettiğimiz güç asimetrisi kavramı bu noktada daha da kritik hale geliyor çünkü aynı he- defi paylaşan paydaşların çıkarları çatışıyor ve birinin yükselişi diğerinin düşüşüne işaret ediyor. Karadeniz ve Balkanlar üzerinde asırlarca devam eden hakimiyet mücadelesi bunun en somut örneklerden biridir.
Bartu Mert Osmanlılar, batılılaşmada Rusya'nın gerisinde kalsa da batılı fikirlere sahip seçkin bürokratik kadrolar hazırladılar. 19. yüzyılda gerileyen çok uluslu impara- torluklardan olan Rusya ve Osmanlı, bu problemi otokratik rejimi güçlendirerek çözm- eye çalıştılar, ancak başarılı olamadılar. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nda reaya (yönetilen) ve Rusya'daki serf- lik kavramı seçkinlerle halk arasına mesafe koymuş ve sivil toplum oluşumunu engellemiştir. Bu nedenle, Batılılaşma hareketi tamamen toplumsal taban üzer- inde konumlanamadı ve geniş bir yanıt bulamadı. Sonuç olarak, her iki imparatorlukta da artan otokrasi ve siyasi baskı, modernleşme çabalarını gölgede bıraktı. Güçlü merkezi otorite, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan meşruiyet krizini iki ülke için de çözemedi ve 20. yüzyılın ilk çeyreği iki ülkede de devrimlere sahne oldu. Bu nok- tada, iki imparatorluk yine benzer kaderi paylaşıyor. Örneğin, Rusya'daki ilk devrim 1905'te daha yumuşak ta- leplerle ortaya çıktı, 1917 Devrimi ise çok daha radikaldi. Aynı şekilde, Osmanlı İmparatorluğu'nda 1908 Devrimi sadece anayasal taleplerde bulunurken, 1919 Devrimi cumhuriyetin ilanıyla sonuçlandı. Pek çok araştırmacıya göre Çarlık, batılılaşma ve modernleşme konusunda Osmanlı'dan çok daha başarılıydı. Ancak, madalyonun diğer yüzü farklı. Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi olan Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir devletti ve özel- likle 1945'ten sonra Batı ile bütünleşmişti. Öte yandan Rusya'nın halefi olan Sovyetler Birliği, Batı'dan tamamen kopmuş ve an- tidemokratik bir re- jimdi. Bu da 1900’lü yılların başına kadar benzer tarihsel süreçten geçen iki ulusun kaderlerinin ayrıştığı bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. 26
Tamu Karaağaç ARA SOKAK B ayanlar ve baylar, bu öyküde herkesin en az RUHLARI bir kere duyduğu veya gördüğü o karanlık sokakların 27 içinde yaşamını sürdürmüş Çaça lakaplı birinin hayatı ve son macerası anlatılmaktadır. Lafı uzatmadan anlat- maya başlayayım. Güneşin batmasıyla karanlığa gömülen ara sokakları, günahlarına aşık olmuş ruhlar aydınlatıyordu. Defalarca tekrarlanan ihanetlerin bedeli kanla ödenmiş, kalplerini kibirle dans ettiren hislerin hüküm sürdüğü kanunlar uygulanmış, ni- yetlerini apaçık belli eden, kötülük parfümleri sıkılmış olan sokakların birinde Çaça’nın ”Kelebek” adında yasadışı striptiz kulübü vardı. Sokağın en işlek günah çemberinde yerini almıştı. Türlü kılıkta insanlar, kendi şehvet iltihabını nereye akıtmak istiyorsa o sokağa doğru kıvrılıyordu. Kısasından uzununa, geçmişin bedeli olarak cezalandırılan topalından sağlıklısına, küfürlü dudaklardan, iç dünyasında sapkınlık sarayı kuranlara kadar herkes gecenin tadını çıkartıyordu. Kelebek, cuma ve cumartesi geceleri bir ile üç saatleri arasında açıktı. “Şehir Merkezi” yazan tabelayı geç- tikten hemen sonra uzakta gözüken benzinlikten sağa dönüş vardı. Virajı aldıktan sonra girilen sokaklar araba girmeyecek kadar dardı. Bundan dolayı yürümek zo- runda kalınıyordu. Sokağın adaleti burada başlıyordu. Herkes eşitti. Kendinden geçmiş, yüzleri ve elleri siyah adamlar karşılıyordu müşterileri. Sokaklar her on adımda bir ikiye ayrılıyordu. Kimisi aşağıya hızlı nefesler alarak iniyor, kimisi sıkılan silah seslerinin merakıyla sağa sola bakıyordu. Bugüne kadar görm- eye aşina olduğumuz, iyilik aramaktan yorgun düşen ihtiyarlardan farklıydı bellerinin bükük olma sebe- pleri. Yerlerde alkol şişeleri, yanmış ayran kapakları, bükülmüş şişeler, prezervatif atıkları, topuğu kırılmış kadın ayakkabıları vardı. Çingeneler bir köşe kapmış orada ateş yakarak sohbet ediyorlardı. Eğer yol yordam bilmeyen müşteriler varsa onlara iş atarak ellerindekini çözüyorlardı. Tüm bu yolları aştıktan sonra karşılarına çıkan dik yokuşun başındaki iki katlı, dışarıdan harabe gözüken, duvarında kelebek resmi olan yer Çaça’nın kulübü Kelebek’ti. Mekânın açık olduğunu giriş kapısının önündeki taş sedirin üstünde yanan mum- dan anlayan müşteriler, içeri girmeden önce mumu söndürüyorlardı. İçerideki eğlence bittiğinde boşalan odalardan çıkan müşteriler sokakta bir gölge gibi ilerlerken Çaça’nın sadık itlerinden biri mumu tekrar yakıyordu. Bu içerisi tekrardan müsait demekti. Kulüp iki kattan oluşuyordu. Kapıdan içeri girdikten sonra kırılmış tuğlalarla, gazetelerle ve yer yer su birikintisi ile birleşmiş bir zeminden gidiliyordu.
Tamu Karaağaç Bu yolda bir süre yürüdükten sonra karşıda -Efendim ağabey? dedi kulağını yanaştırarak. müşterilerin üstlerini arayan ve giriş ücretini alan iki -Patron diyorum. ÇAÇA! içeride mi? tane tuhaf huyları olan adam vardı. Her birinin av- -Evet ağabey yukarıda, dedi yere bakarak. Dişlerini cunda ‘’Ç‘’ harfi olan dövmeleri vardı. Salon kısmına sıkıp dik dik bakarak içeri girdi. Duman ve mum gelindiğinde her yerde mumlar yanıyordu. Ortamı ışığının anlamlı birleşimi salonu kaplamıştı. Kadınların iyice gizemli, kaliteli ve şehvetli hale getiren bu durum, birkaçı masadan inmiş müşterilerle konuşuyordu. tamamen yasadışı olmasaydı. Yakalanma içgüdüsü ile Yelken ortamı inceledikten sonra adamlarından birini içten içe kuruntular yaparken bir yandan arzularına çağırdı. yenik düşmek en büyük gayesiydi müşterilerin. -Sinan, dışarı çık yokuştan aşağıya in. Bir bakın sokağın Giriş kısmıyla birleşik olan birinci kat, salondan durumuna. Yanına birini daha al. O kapıdakilere de oluşuyordu. Mumların aydınlattığı kadarı ile yukarı söyle akıllı olsunlar. kata çıkan bir merdiven vardı. Orada üç kişi bekliyor -Bir sıkıntı mı var ağabey? dedi telaşla. Yelken gene ve sigara içiyorlardı. Birinci kat toplam beş masadan kaşlarını oynatarak: oluşuyordu. Kurulu yuvarlak masaların üzerinde dans -Sinan soru sorma. Denileni yap! eden kadınların etrafına daire oluşturan müşteriler -Tamam ağabey, diyerek dumanların içinde kayboldu onları seyrediyorlardı. Ritimleri ile müşterileri çileden Sinan. Ardından Yelken merdivenlerin oraya geldi, çıkartan müzik kutuları yuvarlak masaların altına oradakiler yolu açtı. İkinci katta üç oda vardı. Biri konulmuştu. İki saatlik bu organizasyonun parçası Çaça’nın odası, diğer ikisi loca olarak geçiyordu. To- olanlar kalbi kelebek gibi pırpır atmasını sağlayan plam sekiz kadın çalışıyordu. Çaça’nın odası, kadınların cephaneler almışlardı. Alkolle birleşen duygular esir hazırlanmaları için de kullanılıyordu. Yelken elindeki alırken herkesin ruhunu, Çaça yukarı kattaki büyük siyah poşette duran pastayı Çaça’ya uzattı. Dev cüssesi balıkların yanında vakit geçiriyordu. Birinci kat kulüp ve yüzüne kadar inmiş saçlarıyla biraz yamuk duran şeklindeydi. Asıl hadiseler üst katta yaşananlardı. Çaça dişlerini göstererek gülümsedi ve hiç konuşmadan Saat bir buçuğu geçiyordu. Mekânın önüne pastayı alıp büyük bir zevkle yemeye başladı. Yelken Çaça’nın en güvendiği adamı Yelken geldi. Elinde siyah cebinden altı bin lira çıkararak masaya koydu. Çaça poşette vanilyalı pasta vardı. Patronun pasta yeme pastasını yerken, Yelken konuştu; vakti gelmişti. Taş sedire baktı, mum yanmıyordu. -Çaça, istediğin parayı getirdim. Geri kalanı haftaya Anlamıştı mekânın dolu olduğunu. Çatık kaşlarıyla vereceklerini söylediler. Çaça kafasını onay verirces- içeri girdi. Daha önce defalarca geçtiği o bunaltıcı yolu ine salladı ve pastasını masaya koydu. Konuşmaksızın, zorlanmadan aştı. Yelken’in “Ç” dövmesi sol göğsünün paranın içinden birkaç yüzlük çıkartıp Yelken’in önüne üstündeydi. İçeride üst araması yapanlar onu görünce koydu. Yelken parayı alıp geri geri odadan çıkınca Çaça cin çarpmışa döndüler. Yelken çatık kaşlarının birini yüzünü kapatan uzun saçlarıyla derin sessizlik içinde havaya kaldırıyor, hemen sonra diğerini kaldırarak masadaki pastaya bakıyordu. Son dilimini ağzına onlara bakıyordu. götürürken gözleri doldu ve annesini hatırladı. Kolu ile -Patron yukarıda mı? ağzındaki kırıntıları sildi 28
Tamu Karaağaç Bir anda localardan birisinin kapısı açılınca toparlandı. olacaksınız. Siz ikiniz, dedi sağ tarafında başlarını öne Kadınlardan biri olan Kiraz, Çaça’yı gazetelerle kaplı eğmiş iki adama dönerek; camın önünde öyle görünce korkarak ona baktı. -Bugün kimseden ücret alınmayacak. Hadi uzayın. Çaça da ona baktı ve gelmesini söyledi. Kiraz korkak Aldıkları emiri sorgulamaksızın hafızalarına kazıyan iki bakışlarla; adam salondan çıktı. Geride yüzlerindeki ifadesizliğin -Çaça içerideki adamın süresi bitti ama hala gitmiyor. anısı vardı. Bir de biraz sarhoş, beni anlamıyor. İki kere uyardım \"Sen!\" dedi yüz ifadesini kaybetmiş diğer bir adama; ama beni dinlemedi hala diretiyor, dedi. -Sen de merdivenin başına adamları koy, dedi ve toplantıyı bitirdi. Bunun üzerine Çaça sinirli adımlarla locaya girdi. Koltuğa yığılmış adamın üst gömlek düğmelerinden Sigara yaktı ve hızla yokuştan indi. Arabaya atladı ve birkaç tanesi açılmış, sağ elindeki sigara sönmüş, kadınları otelden aldı. Tekrar kulübe doğru giderlerken sol tarafına doğru baygın duruyordu. Çaça, koltuğun kadınlardan biri olan Cilve; arkasına sertçe tekme attı. Adamda hareket yoktu. Bir -Ağabey, Çaça’ya mı yine pasta? tane daha tekme atınca öne düştü. Çaça yine kafasını -Evet, dedi kaşlarını oynatarak. öne indirdi. Saçları gözlerini kapatıyordu ve yamuk Ağabey Çaça neden sürekli pasta yiyor, çok mu sevi- bir şekilde durarak Kiraz’a gidip Yelken’i çağırmasını yor? dedi ve Kiraz söze karıştı; söyledi. O sırada Yelken, sokağı kontrol etmek için -Seni ne ilgilendirir, bak sen işine şekerim, diyerek pan- gönderdiği Sinan’la konuşuyordu. tolonun kemerini sıktı. Yelken; -Pasta ile bir takıntısı var güzelim, diyerek cevap ver- -Sinan ne yaptınız? Var mı gelen giden? ince Kiraz da meraklı gözlerle; -Yok ağabey sokak sakin. Yokuşun orada bir iki sarhoş -Nasıl yani, ne takıntısı? diyerek Cilve'nin saçları ile kavga ediyordu o kadar. oynadı. -Bana bak, ayık olun, salondaki lavukları iyice uyandır. -Bildiğin takıntı, dedi ve arabadaki diğer kadın Nazlı Etrafı iyi kollasınlar. Kızlara sarkıntılık eden olursa konuştu; biliyorsun. Çaça çok kızgın! Bir hata olursa hepimize -Ben biliyorum ya galiba, isterseniz anlatırım, dedi kan kusturur. sakız çiğneyerek. Yelken bir anda frene bastı ve -Tamam ağabey, dedi ve salona gitti. Yelken kapının kaşlarını çok hızlı oynatarak; önünde bir sigara yaktı, Kiraz yanına telaşla geldi. -Neyi biliyorsun? Anlat çabuk, dedi. -Yelken, Çaça seni bekliyor yukarıda. -Tam emin değilim ki, doğru mu bilmiyorum ya -Ne oldu mesele mi var? Yelken, offf... Tamam anlatıyorum tamam mı? -Adamın teki sorun çıkar… cümlesini bitirmeden Yelken Bakın kızlar Çaça’nın babası aynı Çaça gibi yasadışı yukarıya fırladı. işler yapıyormuş. Baya güçlenmiş, herkes ondan korkuyormuş. Çok parası varmış. Bir gün en güvendiği Çaça adamın başında yere bakarak duruyordu. adam onu satınca anlayacağınız hapı yutmuş kızlar. Eli ile adamı gösterdi ve elini dışarı çıkartın der gibi -Nasıl ya? Nasıl hapı yutmuş? oynattı. Yelken kafasını salladı ve hemen merdivenin -Offf bir sus da devam edeyim. Evli ve çocuğu olduğunu başındaki adamlardan ikisini çağırdı. Adamı kaldırdılar. kimse bilmiyormuş. En yakın adamı da bu sırrı para İkinci katta acil çıkış vardı. Koridorun sonundaki için düşmanlarına anlatmış. Onlarda gidip evini yerde direk tarlaya açılan kısa bir duvar vardı. Adamı basmışlar. O günde Çaça’nın doğum günüymüş. Annesi oradan çıkartıp yokuşun biraz aşağısındaki otluk alana de tam pastayla Çaça’ya sürpriz yapacakken adamlar bıraktılar. içeri girmiş ve kadını öldürmüşler. İşte o günden beri Çaça sürekli pasta yermiş, deyince arabanın içinde Tarihler 23 Eylül Cumartesi’yi gösteriyordu. Bugün derin bir sessizlik olmuştu. kulüp normal müşterilere kapılıydı. Salon ve üst kat için özel müşteriler gelecekti. Saat on birdi. Çaça Yelken kaşlarını durduramıyordu, çünkü bunu sadece üst katta oturuyordu. Yelken salonda yedi adamı ile kendisi biliyordu. Bir tek Sinan’a anlatmıştı. toplantı yapıyordu. Kaşlarını oynatarak herkesi açıkça -Şii! Susun. Yerin kulağı var. Kapatın bu konuyu. tehdit ediyordu. Açmayın bu konuyu. Canınızı seviyorsanız. Sana bu hikayeyi kim anlattı lan? -Bana bakın lan. Bugün sıkıntılı, haberiniz olsun. -Sinannnnnnnn... Çok yakışıklı çocuk, dedi. Yukarıya kimse çıkmayacak. Buraya hep mukayet Yelken benzinliğin oradan döndü ve arabayı park etmek 29
Tamu Karaağaç için kadınları indirdi. Kadınlar kulübe yürürken yolda sarkıntılık edenler olunca avuçlarındaki “Ç” dövmes- ini gösteriyorlardı. Neyse Yelken yetişmişti. Beraber kulübe girmişlerdi. Sinan’a girerken ters ters bakmıştı Yelken. Elindeki siyah poşette olan pastayı Çaça’ya götürdü direk. Sonra kadınlar peşinden geldi. Çaça çok sarhoş ve kızgındı. Yine saçları önüne düşmüş, yere bakıyordu. Annesinin ölüm yıldönümüydü. Yirmi beş sene geçmişti. Kadınlar ona selam verdikten sonra yerlerini almıştı. Saat gece ikiye çeyrek vardı. Salondaki herkes eğleniyor, içki içiyor ve dans ediyordu. Üst kattaki localarda duvar kenarında bir yatak ve tekli koltuk vardı. Orada fantazilerini yaşayan müşteriler vardı. Çaça acil çıkışın oradaki duvarın dibinde sessizce annesinin ölümünü hatırlayıp, sinir krizi geçiriyordu. Yelken arabadaki muhabbeti Sinan’a sormak için kapıya gelmişti. Gelir gelmez Sinan’a bir tokat attı. Ardından bir tane yumruk ve tekme derken saldırdı. Sinan anlamıştı Nazlı’nın bir şeyler öttüğünü. Üst kat- taki müşterilerden biri çok sarhoş olarak locadan çıktı. Tuvaletini yapacaktı. Çaça’nın odasına gitti ve oradaki pastayı görünce dayanamadı ve yemeye başladı. Çaça bunu gördü ve kulüpten dört el silah sesi duyuldu. Herkes donmuştu. Yelken içeri koştu. Herkes yukarıya bakıyordu. Yelkenin kalp atışları hızlanmıştı. Yukarıdan çığlık ve ağlama sesleri geliyordu. Çaça odanın girişinde arkası dönük, saçları yüzünü kapatmış, kafası öne eğik ve yamuk bir şekilde duruyordu. Yelken yanına kadar gidince müşterilerden birinin kafası pastanın içine gömülmüş olduğunu gördü. Çaça konuştu: -Kimse pastama dokunamaz! -SON- 30
kaynakça Photo by Tersius van Rhyn Unsplash Photo by Andre Iv Unsplash Photo by Robin Wersich Unsplash Photo by Jeremy Bishop UnsplashPhoto by Daniel Olah Unsplash Photo by Mykyta Martynenko Unsplash Photo by Daiga Ellaby Unsplash Photo by Sander Weeteling Unsplash http://www.umutcocuklari.org.tr/ http://www.atakoygazete.com.tr/hb140713.html
Search
Read the Text Version
- 1 - 35
Pages: