geldiğinde ise saatin geç olduğunu fark edip “hemen kalkmam gerekiyor” diye bağlardın. Sen daha yataktan kalkmadan ben aşağıya koşar sabah işe aç gitmemen için sana kahvaltılık ne hazırlayabileceğime bakıp senden daha çok telaş yapardım. Üzerini giyinip indiğin zaman tek şekerli çayından, az haşlanmış yumurtana kadar her bir şeyini hazır ederdim. Kendime yaptığım kahvenin soğumuş olduğunu sana hiç belli etmeden, yanımda olduğunun verdiği mutlulukla ve zevkle yudumlardım. Sen daha aşağıya inmeden çalıştırdığım araba çoktan sabahın soğukluğunu kaybetmiş, sıcacık olmuş olurdu. Ve sen bunun farkına bile varmadan yolda olurduk. Öğle arasında seni aldığımda ne yapsak diye sorardın sen. “Sahil kenarında simitle çay” dediğim anda “kuşlara da yem alıp gel” diye neşe ile eklerdin. Hepsi bu. Ne olacaktı ki sanki ayrılmasak... Diyelim ki gitmedim. Seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti? - Sevişirdik. - Başka? Sus! Kimseler duymasın! 51 | P a g e
El ele tutuşalım mı peki? Sus ama kimseler duymasın! Sus, çünkü tam da ortalık yerde seveceğim seni bu kez. Konuşmadan, tek kelime bile etmeden, sadece sarılarak seveceğim. En çok seni; “AŞK” herkese yakışmaz çünkü. Gökyüzüne salıncak kurup, kuş seslerini okuyacağım sana. Sen yazılmamış en güzel şiir, bestelenmemiş en güzel şarkı, sen doğmamış bir bebeğin ilk haykırışı gözlerimde... Ay büyürken yaralarıma bastığın sevginle iyileştim. Sağ omzumun üzerinden sol kanadını okşayıp, ellerini evrenin bitimsiz ışıklarıyla aydınlatıp adımla mühürledim. Kaburga kemiğin olmadan, dudaklarım ellerinde yaratıldım! Şimdi biz, buzun üstünde kahkahalar atarak kayarken; yanmaya devam edenlere selam olsun!’ 52 | P a g e
“Özlemek diye bir şey yok. Acıya dair ne varsa; duyguların hayata yaptığı montaj hataları. Hepsi bu.” Ah! Sana bir sarılsam şimdi, öpsem kirpiklerinden... Dudaklarında dans edip, avuçlarında yeniden doğsam. Ah! Uzansan dizlerime şimdi, saç tellerini tek tek saysam... Öpsem kirpiklerinden... Öpsem... Öpsem... Öpsem... 53 | P a g e
Kırılacaksın. Seni kıranlar olacak. Un ufak olduğunu hissedeceksin kalbinin. Sivri uçlu bıçaklar sırtına saplanıp göğsünden çıkacak. Kanayacaksın. Acıların kafanı o kadar iyi yapacak ki; narkotik polisi kapına dayanacak. Kirpik diplerinde sakladığın üç gram gözyaşı ile Ağır Ceza’da yargılanacaksın. Avukatın eski sevgilin olacak. Cips paketlerinin diplerindeki kırıntılar şahidin. Karar verilecek sonra; Müebbet Aşk! Haydi! Boşal boşalabildiğince ve öldür tüm doğmamış çocuklarını. Oksijen tüpsüz bir akvaryumda, çöpçü balıklarına yem edip, köpek öldüren şarabıyla kutla enayiliğinin şerefini! Senden almadığım cesaretle haykırıyorum şimdi... Kork benden Morpheus! Seni Hamlet’in mezarına, tam da Brütüs’ün altına gömeceğim. Ayak başparmağına mavi bir uçurtmayı gemici düğümüyle bağlayıp, dışarıya uzatacağım. Yerin dibine dibine uçurtman için. Toprağın altında her şey terstir çünkü. Dünyanın diğer tarafıdır toprağın altı. Tavanda yürüyen insanlar gibi. Bizim 54 | P a g e
gökyüzümüz onların yeryüzüdür artık. Güneş batıdan doğar, doğudan batar. Öteki dünya denilen yeri çözmek o kadar da zor değil aslında. Tabutun kapısı aşağıdaki ters dünyaya açılıyor. Hepsi bu. Duygulara eylemlere de kendimizin isim verdiğini düşündüğümüz zaman, her şeyi kendimizin yönettiğinin daha çok farkına varmalıyız aslında. “Hüzün” dediğimiz zaman bile özellikle “z” harfini vurguladığımızda içimizde olan titreşimin auramıza hissettirdiği negatif enerjinin farkına varmak o kadar da güç olmasa gerek. Peki mutluluk? “U” harfindeki ağzın aldığı şekil neyin nesi? Her şeyi kolaylaştıran da zorlaştıran da biziz. Enerjimiz yetmezmiş gibi hayatımızda bunu sürekli tekrarlamak için bunlara isimler verip daha da zorlaştırıyoruz. Bu nasıl bir mantık şimdi? Kim açıklayabilir? Oturun, sıfır! Belki de yapmamız gereken en iyi şey; o ters dünyaya gitmeden önce şu anı daha iyi yaşamak için bir şeylere isim vermekle zaman harcamak yerine, “O” hissettiğimiz 55 | P a g e
enerjinin içinde olabilmek. Gerisinin ne önemi var ki? Zaten her an her şey değişebilir. En önemlisi; bu bizim elimizde değil! Dünya bir rubik küpü. Bizler onu oluşturan renkler. Renklerin penceresinden baktığımız için kendi rengimizi göremiyoruz. Hatta renksiz olduğumuzu düşünüp başkalarının renklerine tutuluyoruz. Boynunu zorlayıp kendi rengini görebilen o kadar az ki... Onların çoğu da eklem ağrılarından şikâyet edip duruyor. Nedir bu memnuniyetsizlik? Ortada olduğu için merkezde olduğuna sevinip, köşe kenardan her yere bakabilmenin tadını çıkarmak varken nedir bu pesimistlik? Hele “sözde” geniş bakıp koca bulmacayı çözmeye çalışan, sürtüne sürtüne kendi rengini kaybedenlere ne demeli? Küp, bizim odalarımızdaki doğal hareketlerimizle hareket ediyor. Yatağın üstünde sekmemizin bir anlamı yok. Komşularımız olduğunu unutacak kadar bencilleşecek duruma geliyoruz düşünsenize... Hadi buna “Bilinçsiz Ego” diyelim. Çözdüğünü sanıp, çözmeye çalışırken boka sarma hali de cabası. Henüz daha neye ya da kime göre iyi, neye ya da kime göre kötü olduğunu kafamızda şekillendirmeden. 56 | P a g e
Ah! En çok istediğimizi yapıp öylece uzansak ya yatağa… Ama yok; bizlere, hiçbir şeyin kolay olmadığı öğretildi. Öyleyse yolunda giden her şeyde vardır bir bit yeniği. Hadi, birlikte ışığı kapatıp ağlayalım! Amin. 57 | P a g e
En akıllı benim! Tek elimle bir boğanın boynuzlarını parlatabilir, ön dişlerimle savaşı başlatan ilk siyasiyi öldürebilirim! Üstelik ikisini bir anda yapıp, aynı anda sevgilimin saç tellerini bir saniye içinde sayabilir, kirpik diplerine de kurşun kalemle kırmızı renkli minik kalpler çizebilirim. İşte o kadar mükemmel bir yaratığım ben. Annem hiç doğmadığımı, babam, dünyadaki en büyük problem olduğumu söyleyebilir ve ben yeryüzü ile gökyüzü arasında hiç olmayan bir ipte tek ayağımı bile kullanmadan yürüyebilirim. Kanatlarım olmadan özgür, uçabilecek kadar yüksekteyim. Sıfır noktasında bir tepe, denizin en diplerinde kupkuru bir toprağım. Hem mucize hem de sıradanım. Benim bir adım yok! 58 | P a g e
Ne kadın ne de erkeğim. Savaştan nefret eden, barış istemeyen okumuş cahilin tekiyim. O kadar mükemmelim ki, yeryüzündeki tüm kadınları tek parmağımda savunup, tüm erkekleri kara bir delikte linç edebilirim! Hem varım hem yokum. Şu an sen bunları okurken; nefesini sayıp, aynı zamanda senin burnundan soluyabilirim. Mükemmelim, çünkü kocaman katıksız bir sevgiyim! Güneşle dans edip Ay’ı dudaklarından öpebilirim! Kalbimi kumdan kale yaptılar. 59 | P a g e
Biliyorsun, tenden başka ne varsa hepsi fasa-fiso... Kalbimde sıkışıp kaldık birkaç kişiyle. Işıkları kapatıp uyumalıyız biraz. Korkma! Dokunmayacağım kimseye. Korkar insan. Çünkü biter her şey. Çünkü sonsuza kadar sürmez hiçbir şey. Tıpkı Lorence Alia’nın AZ Hanım’ının sonu gibi. Ne edebi ne de ebedidir yaşanılan ve yaşatılanlar. Ne kadar olumlu bakarsak bakalım hayata, ne kadar sorgulamadan yaşarsak yaşayalım, karışacak nehirleri bulmak zordur. Önemli olan onları arayacak güce sahip olmak olsa da... Kendimizin farkına vardıkça acıyoruz. Kendimizin farkında oldukça şeylerin farksızlığı damarlarımızdaki akışı donduruyor. Üşüyoruz. Üşüdükçe annemize daha çok sarılasımız geliyor. Sarılmalarımız gidiyor sonra. Sonrası yok oluyor. Yok oluyor sonraları sarılmalarımızın. Korkuyoruz. Yok olacağımızdan... Korkularımız bizi sarmalarcasına tanımadığımız renklerle sevişiyoruz olmayan zamanlarda... 60 | P a g e
Israrla kaçtığımız şey, zincirleme isim tamlamaları. Sıyrılmak istediğimiz, ellerimizle omuzlarımızı birleştiren paralel uzantılara beynimizin emrettiği eylemdir oysa. Sarılsak oysa; Her şey uçurtma… İhtiyaç! Hadi, ölü taklidi sonrası suni teneffüs yapalım birbirimize. Bakalım ilk kim tükürecek fazlaca yuttuğu aşkı, kimin gözlerine. İlk kim sırtını öptürecek geniş yakalı balerin kıyafetinin dekoltesinden saç diplerini. 61 | P a g e
bitmedi- 62 | P a g e
1-2-3 TIP! İlk unutan birinci! Unutamayan ebe! Müzik durunca kımıldarsan taş olursun. Kapa gözlerini ve aşktan geriye doğru say şimdi. Seviyor... Sevmiyor... Seviyor... 63 | P a g e
Beş yapraklı yonca falı papatyaya rest çekti. İçini çek ve tükür karanlıkları dolunayın gölgesine. Bulutlara üfleyip lodosla kafa tutacağım. Belki o zaman inanırsın seni sevdiğime. Uçurtmanı sağlam kazığa bağlamazsan onu da uçururum. Hidrojen dolu bir balona koyup oksijen pompalayana kadar yükseklere uçururum seni. Neye uğradığını anlamaz, ne olduğunun farkına bile varmadan yırtık bir yamaç paraşütünden yere çakılırken bulursun kendini. Severken bile hiyerarşi… 64 | P a g e
Bazen çiğnemeden yutuyoruz zamanı... 65 | P a g e
Aklıma düşüyorsun. Tutamıyorum zamanı! Sen aklıma her düştüğünde uçurum kenarlarına tutunamayan hep gözlerin oluyor. Ellerin, gözlerimde, gözbebeklerimi tırnak izleriyle işliyor. Aklıma düşüyorsun. Tutunamıyorum zamana! Sivri uçlu bir kurşun kalemle sevgilerimin üzerini çizip, kötü kokan silgileri dişlerinle parçalıyor, kulaklarıma tıkıştırıyorsun. Nefesin hala çilek kokuyor. Hadi, yine bana çocukluğunda okuduğun o ağır kitaplardan bahset... Aklıma düşüyorsun. Sen aklıma düştükçe aklım sana düşüyor. Soru 1: Kocaman kanatlı ejderhalar yere çakılır mı? UYKUM OL, ZORLA BENİ! 66 | P a g e
Parçalanmış yılları günlere sığdırıyorum. Cilası gelmiş retro bir kalpte, eskitme bir aşk gibiyim. Hatıralarımı silersem manam kalmaz. Manasız olurum. O zaman; Eski Türkçede bile bulamazsınız açıklamasını yüreğimin. Beynimin kıvrımları yüreğime hükmetmek isterken, sağlıksızca nöbetler geçiren loblarıma yenik düşüyorum. İlaç saati… Unutmalı. Düşüncesiz, düşsüz kalmalıyım. Takdirinin aksi olmazsa delireceğim. Ya babam beni kendi doktoruma götürmez de; akıllılar yurduna kapatırsa? Oysa 33 yaşımdayım ben. 33 kere zikret adımı, tekâmüllerini yaşarken şükret bana. Tıpkı anne eli değmiş gibi, vitamin yüklü kurabiyeler tadında. Tesbih. 67 | P a g e
Herkes istedi diye ayrılıp, bazıları istiyor diye birleşelim. Haklı insanları bazıları, haksızları baĞzıları diyerek bitirelim. Nefes. Her şey iyi gelmiyor mide ağrısına. İhtar; Sizi görmek istemiyorum! Antika bir kurşunu alın hizamda duvara asıp, üzerine yürüyeceğim! 68 | P a g e
Çakmak taşlarını dişlerimle kırıp, burun deliklerimden zeytin çekirdekleri çıkarırken söyleyeceğim anneme onu ne kadar özlediğimi. Acı! Nanesiz çiğneme hapı gibi geceler… Yer-gök Huzursuz Bacak Sendromu. Eksik. Görünmez bir çocuktum ben. Hem vardım, hem yoktum… Hem herkes biliyordu hem de hiç kimsenin haberi yoktu. Varla yok arasında bir mana olmadığının farkına vardığım yıllardı yaşadıklarım. Kaybolan anahtarlara benzetiyordum kendimi. Göze çarpmadıkça hiç bulunmasalar da olurdu. (Belki) Hem kapının arkasındaydım mesela, hem de aniden bir silüete dönüşüp orada olmayabiliyordum. İşin garip yanı; o kadar çocuktum ki, kendim bile görünmez olduğumun farkına varamıyordum. Yoktum. 69 | P a g e
İnsanın kendine hâkim olma sanatı diye bir şey var. Genellikle âşık olduğunda ilgini çeken bir sanat dalı. Bir o kadar absürt öğelere bezenmiş. Öyle herkesin ilgisini çekmez yani. Derinliği olacak yaşadıklarının. Dışarıda yaşadıklarının fazlasını içinde yasayabileceksin. Bir amacı, güttüğü bir misyonu yoktur. Aşktan kafası iyi olan insanlar kendilerini beyin loblarının bir odasına kapatırlar ve orada bir şeyler başlar. Ha, bu arada aşklarından bihaberdirler o ayrı... Bu sanat akımı, sanatçı başka bir aşka düşene kadar sürer. Sonra tüm eserler bir kenara atılır. Biter. Yiter, gider. Üç noktası yoktur. Sergi açılışlarında kocaman harflerle notlar düşülür en güzel eserlerin altına; “Sanatçının özel koleksiyonundan…”. Buhran… 70 | P a g e
Uç! Hazerfen’e inat, Memelerini rüzgâra siper alıp uç! Ne Galata’ya ne Haliç’e çık, Taksim’in 5 dakikalık hızlı tünelinden çık semaya… Ay utansın erkekliğinden! Gözlerini kapat ve yarat. Uçmak dilden kolay, aşk ise yoktan var. Varlık son ve son başlangıca gebeyken derin bir nefes al ve yeniden başla her şeye. Sen varsan dünya döner, her gözyaşın göğü deler. Sarıldığın her kimse, izin verme gitmesine. Adı kadın olmalı! Her gün umudu doğurmalı. Döllenmeyen kanatlara inat bulutları sürüklemeli… 71 | P a g e
Ellerinden tuttuğunda, tansiyonun düşer gibi elin ayağın koy verip, dudaklarıyla gidermelisin şeker ihtiyacını. Kadın olmalı adı. Erkek adamı yoktan var eden, bir bakışıyla dünyayı kavurup, tek nefesiyle meydan okumalı tüm balonlara! Adı konmalı aşkın. Her noktadan sonra büyük harf başlayıp, her başlangıcı başka bir anlamlandırmalı. Hem bilindik bir dizeyi karalar gibi hem de hiç söylenmemiş bir şarkı edasıyla sarmalı içini gidiş anı. Kendinde kaybolurken, tam da dibine kalbinin sokarken işaret parmağını, buruk bir gülümsemeyle göz bebeklerinin ardından bakmalı… Hadi! Karşına un ufak olmuş bir ayna al ve kes damarlarının en şahını! Sen bile gitmişsen kendinden, kan pompalamanın ne anlamı kaldı. Çünkü ağlayarak sevişmektir aşk. Göğsünde uyuyup, yalnız uyanmamak… Tek bir ipte iki uçurtma olmaktır mesela. Karışmaması için iplerinin… 72 | P a g e
Sabahları çığlık çığlığa kavgaya tutuşmak, yine de aynı suyun altına birlikte girebilmektir aşk. Hiçbir şeye ve hiç kimseye aldırmadan bir ülke gibi bağlanmaktır birbirine. Aşk, sorumsuzca umursamaktır bir olmayı. Nefesini ensende hissettiğin zaman duyduğun huzur, ellerin saçlarında gezindiğinde dolaştığın bulut, bir insanı olduğu gibi içine sokma isteğidir aşk. Her şeyiyle! AŞK AŞKTIR. Karanlık sularda yüzer gibi hissettiren bakışların ardındaki korkuyu bir an hissettikten sonra, ardıma bile bakmadan çekip gitme isteği içimdeki. O sırada ellerini havaya kaldırıp hiç olmadık bir şarkıya eşlik ederek dalga geçtiğin ben miyim? Oysa daha yeni dizmiştik yaseminleri sivri uçlu keskin bir bıçağa… Amacının kokulu bir ölüm olduğunu bilseydim fantezini daha farklı geliştirebilirdim. Hiç unutmam, derin uykuda olduğumu sandığın günlerden biriydi. Ve ben yine arkadaki gözümle 73 | P a g e
izliyordum dünyayı. Gözlerin avuçlarımda, avuç içlerime sinen yasemin kokularıyla bakışıyordu. Geçmişten gelen koyu kırmızı renkli bir yara acıtıyordu kalbimi. Uzaklarda kaldıkça beni görmeyeceğini düşünüyordum oysa. Ayakkabı bağcıklarımla dikilmiş dudaklarını meğer ben koştukça izi olmayan gölgeler gibiydi peşimde. ZAMANI GÜNDELİK KOSTÜMLERİMİN CEPLERİNDE SAKLAYACAĞIM. O ZAMAN HAYAT GÖREMEZ. 74 | P a g e
Sığıntı olmak zor iş… Zor iş sokak çocuğu olmak... Evsizliği iliklerine kadar hissedip gözlerinle kusmak karanlıklara… Ah! Ne zor! Bir bilseniz! Ya da, hiç bilmeyin en iyisi. Bir yerden bir yere giderken sağa sola bakınıp, sürekli tetikte olurda sokakta kalacak olursam şurada uyuyabilirim diyerek köşe bucak seçmek. Terkedilmiş ya da boş bir ev gördüğünde gülümseyip, büyükçe kartonları kimseye çaktırmadan kuytu köşelere çekmek… Yok, yok siz, her kimseniz. Hiç bilmeyin! Sürekli birilerinin çatısı altında kalıp, her an bavulunuzu hazır tutma tedirginliğini hiç yaşamayın. Hiç hissetmeyin geceleri uyurken ertesi geceyi düşünmemek için yüzünü yastığa bastırıp anlık yaşayacak kadar kısa mutluluklar yaşama. Fena! -,- 75 | P a g e
01.08.15 DIR… DIR… DIR… 76 | P a g e
Ay’ı tuttum dünya duydu göğün çığlıklarını. Bulutlar üstüme kustu öküzgözlerini, bir elde altıparmak vardı artık ve 2 artı 2 5 ediyordu. Yıllardan 1981 ve daha güneş doğmamış, dünya ise 3 yaşındaydı. Çöller ıslak, deniz kuru… İnancımı kırmızı uçlu kibritlerle alevleyip suya bıraktım. Su yanarken bile üşüyordu gözlerim. Adım hala kadındı ve kadınken hala bir adım yoktu. Paradoks ikiz kardeşlerin kayıp üçüzü olduğumu kimse bilmiyordu. Hem herkesin bildiği hem de kimsenin haberi olmayan hayatlar yaşayan çocuk… Peh! İki ucu sakal bıyık... 16.01.16.01.10 77 | P a g e
Kar kokusu… Genzim yanıyor… Kalbime dökülen saç uçların diken gibi batıyor kapakçıklarıma. Oysa ne çok severdim; koklayarak öpmeyi kirpiklerinden. Gözünün bebeklerine dalıp, benim için büyümelerini beklemekten. Ne çok… Çok! Sağlık sigortası reçetelerine yazılan raporlar gibisin şimdi. Her işverenin kabul edip maaşlardan çifte kesilen… Bazen pembe, bazen sarı… Yeşil reçetem olduğun zamanları özlüyorum ben, bağımlılık derecesinde. Kar kokusu… Avuç içlerinde buzları yakandın… Canına masallar okuduğum. Saçlarını örgü yap ve savur eteklerini. Özgürlük bu! 78 | P a g e
Şimdi uçacaksın! Gözümde yaş olup, avuçlarıma tırnaklarını geçirsen bile anacağım adını gecelerimde. Üşümeden ve olabildiğine sakince... Uçurtma sanıp uçurduğum naylon poşetler aşkına, güç bende artık! Sen de gidersen, tekerlekleri kırılır bavulumun, tekerlenemez hayallerim. Şifresi unutulmuş diplomat çantasında babamın. Babam olur musun? Avuç içlerini koklayarak, dizlerinde uyumama izin verirsen eğer, ölebilirim yavru kedilerin azı dişleri arasında. Ufacık bir ekmek kırıntısı nazarında… Kar kokusu… Gel! Bütün prospektüsleri yırtıp, aşırı dozların yan etkilerine meydan okurcasına güzelleştirelim hayatı. Kar kokusu… Bulutlar beyaz, güneş turuncu, gök mavi, yer yeşil, toprak ıslak, ellerin ellerimde, yavrular tok. Daha ne isteriz ki? Havada kar kokusu… Biz ölesiye beyaz… Durma, Öp beni! 79 | P a g e
Hey Armati! Gündüz kayan yıldızları görmek için İtalyan Armati ile özel olarak konuşmak istiyorum! 1280’ler… Şimdi bir de zaman makinesi gerekecek. Pufff! 13/06/2015 80 | P a g e
Sen annene ne söylemek istersin? 81 | P a g e
BİTİŞ Ben anladım ki; annemize söylemek istediklerimiz ve söyleyeceğimiz şeyler asla bitmiyor. Bitmeyecek. Her an üzerine katlanarak çoğalıyor. Ben anladım ki, annemizin de kendisini birinin dinlemesine ihtiyacı oluyor. Ben anladım ki, her ne yaparsa yapsın, annemizi içimize soksak da bize yetmiyor…. Ama; Ben anladım ki, ne kadar anlatmaya çalışsam, ne kadar anlatmayı denesem, ne kadar konuşsam, ne kadar yazsam da, benim anneme anlatamadığım birçok şey olacak. Hikayeme zaman ayırdığınız için teşekkürler. G.C. 11 Haz. 20 82 | P a g e
Bekleme. 83 | P a g e
Erteleme. 84 | P a g e
Unutma; akrep, hayvan olarak da, saatte de ani hareketler yapar. 85 | P a g e
YAPILACAKLAR: 86 | P a g e
Search