Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore PARADOKS - GOUL CHAKIR KATSAPOULOS

PARADOKS - GOUL CHAKIR KATSAPOULOS

Published by Goul Chakir, 2020-09-30 07:35:06

Description: PARADOKS - GOUL CHAKIR KATSAPOULOS

Kitabın içeriği ve her hakkı Goul Chakir'a aittir. Telif hakları saklıdır.
İletişim: [email protected]

Keywords: goul chakir,goul chakir katsapoulos,pradoks,gul cakir,alexandra dmitrou,kitap,book,son durak,rüstem kitabevi,d&r,ışık kitabevi,gül çakır,kıbrıslı yazar,cyrpriot writer,writer,woman writer,paradoks,otobiyografi

Search

Read the Text Version

Kıbrıs e-posta: [email protected] Felsefe Yayınları Paradox Goul Chakir 2020 İlk Basım : 2017 Kapak ve Grafik Tasarım : GC ISBN: 978 -9944- 957-39-6 Copyright: Goul Chakir 1|Page

Goul Chakir Paradox 2020 2|Page

O kimdir? Goul Chakir Kıbrıs’ta doğdu. Yakın Doğu Üniversitesi, Müjdat Gezen Sanat Merkezi, Ayla Algan Ekol Drama Sanat Merkezi, Londra Learning Direct’de öğrenim gördü. BRTK, Hoxton Studio, Angel Collage gibi çeşitli yerlerin yayın kuruluşlarında çizer ve web designer olarak çalıştı, yazı ve medya işleri ile uğraştı. Rüstem Kitabevi’nden Düşümden ve Liman Yayınları’ndan Alexandra Dmitrou adı altında çıkarmış olduğu Son Durak adında ki tane yayımlanmış kitabı ve EPİDER (Epilepsi ile Yaşam Derneği adında epilepsi hastalarına yardım derneği, güncel haberlere yer verilen web siteleri ve süreli yayımlanan magazin dergileri vardır. Paradoks, yazarın üçüncü kitabı olup Son Durak’ın devamı tarzında bir otobiyografik güncedir. 3|Page

Annem’e… 4|Page

G: Merak ediyorum, herkesin annesine söylemek istediği şeyler var mı? Hepiniz O muhteşem güzellikteki kadını karşınıza alıp konuşabiliyor musunuz yoksa? Peki, diyelim ki konuştunuz; O size karşılık veriyor mu? Herhangi bir şey… Onaylıyor mu sizi mesela? Ya da, O’nun da size söylemek istediği şeyler olabiliyor mu? Ben, en yakın dostumla bakışarak hatta ses tonumla bile anlaşabiliyorum. Bunu annesiyle yapabilenler varmış mesela. Beni mi kandırıyorlar söylesenize! Keşke sevgisini gösterebilen anneler olsa dünyada… Düşünsenize, bir arkadaşımın annesi kızına “kuzum” diye sesleniyor. Ne kadar da garip geliyor kulağıma. Hadi söyleyin; çok merak ediyorum! Sabahları sırf onunla okula gidebilmek için, geç kaldım numarası yaptınız mı? Ben yaptım. 5|Page

ÖNSÖZ Kişinin yaşadıkları – kişinin yazdıkları: bu, kendimiz için (“Yaşamadığım hiçbir şeyi yazmadım- bütün yazdıklarım, yaşadıklarımdır”) övünme konusu; başkaları için ise (“yaşamadan yazmış - yazdıklarını, yaşamamış.”) yerme konusu edindiğimiz bağlantının, daha da garip yanları vardır: kişinin yaşadıklarında uç gelen konular, yazdıklarında –düşünerek – boy gösterir; ama yazdıklarında belirtileri, geliverir, giriverir – kişi kendi de, hayretle görür, yaşadıklarının yazdıklarının “yineleme”si haline geldiğini. Yaşamamışken düşündüğü şeylerin, nasıl yaşadıklarına dönüştüğünü… Yazımsal bir yaşam öngörüsünden mi söz etmeli? Hayır: yazar ‘ermiş’ değilse, yazılmışın gücü, bir insanlık durumu olarak anlaşılmalıdır – yazardan da, ‘vahiy’ benzeri bir yetenek beklenmemelidir: belki o da, yazdıklarının derinde duran anlamını, ancak, sonradan, yaşayınca kavrayacaktır – nasıl, yaşadıklarının anlamını kavrayarak yazdığı da bir ‘vehim- olabilmiş idiyse… Fark yok: yaşamın her yanı, nasıl, öteki her yanına şu ya da bu ‘uzak’lık ya da ‘yakın’lıkta olabilirse,, yazılmış bir şey de; hele, yaşamı konu edinmişse, yaşanmışlarla aynı ‘kader’i paylaşır: şu ölçüde ‘uzak’, şu ölçüde ‘yakın’- hiçbir zaman, tamamıyla ‘dışarıda’ ve ‘ilgisiz’ değil… 6|Page

Yaşam ile, felsefenin temelinde yatan anlamıyla, düşünce arasındaki ilişki de gariptir. ‘Hız’ eğretilmesiyle, kimi zaman biri daha ‘hızlı’dır, kimi zaman öbürü; aynı ‘tempo’da yürüdükleri enderdir – o zamanlardadır oysa, düşüncenin belirginleştiği, ‘okutulup ‘önünde’ gidiyorsa, düşünce tık-nefes; düşünce yaşamın ‘önüne’ geçerse de, dilegelme (olabilse bile) yetersiz kalır: ya eksik, ya fazla… “Kapsam” eğretilmesiyle, kimi zaman yaşam düşünceden daha ‘geniş’tir, kimi zaman da düşünce yaşamdan daha ‘kapsamlı’ – aynı ‘yayılım’a sahip oldukları enderdir – o zamanlardır oysa, düşüncenin yaşam içinde belirginleştiği; yaşamın içinde ‘yerleştirilip’ dilegetirilebildiği zamanlar; yoksa, birinin ‘sınırları’ öbürünün ‘öte’sinde kaldıkça, birbirleri açısından ya düşünce çok ‘yeğin’, ya da yaşam çok ‘yoğun’ olur – her iki durumda da, dilegelme (olabilse de) yetersiz kalır: ya çok hafif, ya çok ağır… Belki, sonunda, önemli olan, boyuna ‘uzak’ olandan daha da uzaklaşmağa, ‘yakın’ olana daha da yakınlaşmağa çalışmak yerine, tersini de – evet, yalnızca ‘denemiş’- olmak için de olsa - , bütün eksikliği ve fazlalığıyla, bütün hafifliği ve ağırlığıyla, denemek… Burada, bu, deneniyor… Oruç Auroba Karamürsel 7|Page

Düşlerimle... 8|Page

Diyorum ki; Her hikâyenin bir başlangıcı vardır. Hafızaysa çok garip bir olay. Çoğu zaman, hatta belki de hiçbir zaman sandığımız gibi işlemiyor. Zamana ise o kadar çok bağlıyız ki; ne geçmişimizden ne de geleceğimizden vazgeçemiyoruz. Bazen geçmişimize saplanıyor, geleceğimizi erteliyoruz. Bazen geleceğimiz için kaygılara kapılıp, anılarımızı kaçırıyoruz. Zamanımızın düzenini tutturabilmek için hayatımız boyunca sürekli bir savaş, sürekli bir devinim içindeyiz. Bu saplantılar ve kaygılardan her pişman olduğumuzda, çocukluğumuza dönüp; “bana geri dön” diyoruz. O halde korku kasabamızın şerifi kim? Zamanı kovalayıp durmamızın sebebi ne? Bu soruları kaç kez daha sorabileceğiz kendimize? Hayatımızın ortalarından anılar seçmektense, onların yenilerini yaşamak daha mantıklı değil mi? Bu kısacık ömürde? “Senden nefret ediyorum” demek yerine, “seni seviyorum” demek… En azından seçim şansı hala bizimken. Bir an sonra son anımız olabilecekken pozitif olup güzel şeyler yaşamak değil mi daha iyi olan? O halde çocukluğumuza “bana geri dön” demek yerine her an 9|Page

onunla olmalıyız! Başlangıçlara ve sonlara inanmadığımız anlar olacak, hikâyemizin ötesine gitmek istemediğimiz anlar olacak… Her şeyin üstümüze üstümüze geldiği günler… Pes mi edeceğiz? Bugüne kadar aştığımız zorlukları görmezden gelip, gelecekte bizi nelerin beklediğini öğrenemeden… Yarın yepyeni bir sabaha “günaydın” diyebileceğimizi bilemeden. Hepsi bu olmamalı! Les Brown der ki; “yere düştüğünde sırt üstü dön! Çünkü, yukarıyı görürsen yeniden kalkabilirsin.” Kalk ve şunu söyle; “Peki, başlayalım o halde!” Çünkü hepimiz buna değeriz. Nice krallıklar geçti, imparatorluklar, savaşlar, barışlar başladı ve bitti. Çağlar yenilendi, evrimler, devrimler, ne dersen de, neye inanırsan inan. Ve sıra sana geldi! Yarım bırakırsan ayıp olmaz mı? Kendi devrimini yap! Kendin için! Belki de ardından daha büyükleri gelecek. Unutma ki hak ettiğin ve olman gerektiği için buradasın. Kendini ifade edebileceğin her şeye sahipken, kalk ve devam et! Daha ileriye gidebilmen için tek engel sensin! 27/01/2017 10 | P a g e

Dünyanın sizin için ne anlama geldiğini düşünün. Çünkü sizin dünyanız dışında da başka bir Dünya var. Dünya sizin için ne anlama geliyor? Çoğu zaman istemesek de biraz katılımcı olmalıyız. Evimizden, sokağımızdan ileriye gitmemiz ne yazık ki “gerek”li. Başkaları değil kendimiz için. Global düşünmek istemek istemeyenlerin nedeni 11 | P a g e

çevrenizde olan negatif olaylar olabilir. Ama globaliteyi bu şekilde sınırlayıp kendimizi olaylardan alıkoymayı ne derece engelleyebiliriz ki? Dünya senden ne bekliyor? Belki de Dünya sizin için büyük bir hayal kırıklığıdır. Belki de Dünyanın kuyruğunu tutup ters çevirip, kıçının üstüne oturtma gücü sadece sizin elinizdedir. Bu sayfayı bir ödev olarak düşünün. Dünya için neler yaptığınızı bir deftere not alın ve bu sırada gücünüzün ne kadarını kullandığınızı yazın. Saçma, zor, çılgınca… Hangisi? Mümkün. Çünkü, bu olasılıklar Dünyası. Dünya için neler yaptın? 12 | P a g e

Sadece tek bir şeyi unutmayın; İnsanlar bencildir. Sadece oğlu olan anneler bencil değildir. Çünkü oğlu olan annelerin Dünyası oğullarıdır. O halde anneler insan değildir. Tümden gelim. Ortaokul Fen Bilgisi. Sonuç; Dünya annelerin cenneti altında bir erkek çocuktur. 13 | P a g e

Neler neler...? Bir şeylerin artık değişmesi gerekiyordu. Ruhum olumlu gelişmeler hissetmek, gözlerim uzaklara dalmak yerine gülümsemek istiyordu... Metroda şebeke hatası veren telefonlar gibi eğreti durmamalıydım artık hayatta. Başarmak için geldiğim bu yabancı ülkede, bunca çabalama bir iyi sonuç vermeliydi kanaatimce. Bir insan ne kadar şansız olabilirdi ki? Ya da; ne kadar saf? Gelmiştim, görmüştüm, yapmalıydım... “Son Durak”tan sonra yepyeni bir ben olarak başladım hikâyeme. 30 yıla yakın bir süreyi kendimden bihaber geçirmenin verdiği acıyı zaman zaman haksız bir dağlama gibi ruhumda hissettiğim oluyor hala. Az buz değil çalınan ömür. Yeni bir çizgi çizdim. Sevdiklerime daha çok zaman ayırdım. Gelecek dahi planladım. Âşık oldum, yara aldım, ayrıldım. Sarhoş oldum, dans ettim, seviştim. Kardeşimle hız yaptım, babamı gördüm, anneme sarıldım... Sana anlatacak çok şeyim var anne. 14 | P a g e

SEN KİMSİN? BANA BİR ŞEYLER OLUYOR… 15 | P a g e

Zamanlarım kopuyor... Hatıralarımı tutamıyorum. İşin kötüsü; yeniden hatırlamam bir daha mümkün olmuyor yaşadıklarımı. Hayatımın kayıp zamanları birikiyor. Yaşanmış anlarımda, ne yaşadığımı bilmiyorum. Nasıl görünüyorum, neler yapıyorum, ne konuşuyorum öyle çok merak ediyorum ki oysa... Üstüne işemek istediğim adamlar var. Ağzına, yüzüne, kulağına... Bu sidik maratonunda zaman zaman kadın katılımcılar da yer alacak tabi. Cinsiyet ayrımı yapmak kesinlikle bana göre değil. Eiffel Kulesi’ne, Londra Köprüsü’ne işemekse kesinlikle orgazmdan öte bir duygu olacaktır; orası kesin. Louvre Müzesi gizli kapılarına, Avustralya Opera Binası’nın en gösterişli kavislerine, İstanbul’un tüm viyadüklerine... Elbette ki, Amsterdam’da hatıra fotoğrafı çekmeyi de unutmayacağım. Mezarına Tüküreceğim isimli filmden sonra “Mezarına işeyeceğim” isimli konusuz bir film de ben yapmalıyım. Hem de ayakta! 16 | P a g e

Kadınların da ayakta işeyebildiğini ispatlayacağım herkese. Canımın istediği her yerde dimdik durup, ayakta işeyebilirim. Üstelik kahve de iyi geldi. Eski sevgili anımsamaları ile geçen dumanlı kafalar yaşıyorum. Uçurum kenarlarında dur benimle anne. Kayalara doğru yüzmeyi yeni öğrenen sperm kılıklı balıklara küflü ekmek parçaları atalım. Bir elimizde mango, diğerinde pamelo ile ayaklarımız çıplak burjuvacılık oynayalım. Topuklarımızın dibinde çıngıraklı yılan yuvaları... Komposto olmuş tüm ölü kuşlar aşkına! Ayaklarımızı kesip yılanlara vermezsek, ayakkabılarımızı giyemeyecekler. Zaten ayakkabılarımızı onlara vereceğimiz için ayaklarımıza ihtiyacımız yok. Kadınız biz! Unuttun mu? Bizim kanatlarımız var! BANA BİR ŞEYLER OLDU. 17 | P a g e

Rüzgar; Düşüncelerimi ceplerime doldurdum. Gün batımlarında yanmaya başlayan sokak lambalarının arkasında durup don lastiğinden sapanımla lambaları patlatacağım. Kirpik diplerine doğru koşturacağım sonra. Zippo çakmaklarımı bırakacağım zifirlere... Haydi, gül! Halime! Bir ateistin “hayırlı cumalar” demesinden daha abesti oysa, Adem’in memelerinden süt gelmesini beklemek. Hayır, çocuk da doğurmayacağım ben. Hem koşarken boşalamaz ki insan. 18 | P a g e

Özlediğim her şey üzerine yemin ederim ki; en çok seni özledim. 19 | P a g e

Suç; Olduğum yerde durdum. Neysem oydum. Sadece hayata biraz daha tepkisizdim. Hatta bu tepkisizlik kendini öyle aştı ki artık, insanların ilgisini çekiyorum. Kaybettirmeyen tek nokta ise, enerjinin negatif olmaması... Avuçlarımı gökyüzüne açıp gırtlaktan gelen bir sesle, alabildiğine bağırsam, herhangi bir dinin elçisi kabul edilebilecek kadar davetkârım. Kimin gözlerine baksam, birlikte susabildiğim gözbebeklerini armağan alıyorum. Ne beyazım, ne siyah. Her renkten, her dili konuşabilenim. İşte tam böyle açsam kollarımı! Tam da böyle! Olduğum yerde durdum. Neysem oydum. Upuzun bir caddede, midemde iğrenç bir ekşime ile yürüyorum. Rüzgârın uğultusunu duydukça cebimde hışırdayan sarılmamış tütün kokusu burnumun direğini sızlatıyor. Saramam ki şimdi. Hele bir de reflü... Gözlerimdeki uyku kalıntıları gökyüzüne uçmama engel oluyor. Bulutların arasında sürpriz yumurtadan çıkan oyuncaklarımla oynamak vardı şimdi oysa. Herkes gitsin istedim! Çünkü çırılçıplak yürüdüğüm hayatımda, ayaklarımın altına batıp duran ruh 20 | P a g e

parçalarını süpürüp, eğreti konakladığım gündelik kalpleri boşaltacaktım. Ölesiye geceden kalmayım. Bütün uyarı sinyalleri beynimde yanıp sönüyor. Yataktan düşecek gibi olduğum bir boşluğu bile epileptik sanacak kadar uyuşuğum. Akrebe takılmış bir analog saati turluyor zihnim. Ben aslında yokum. Hemde çok! Kimseye açıklama yapacak halim yok. Her suçu kabul edip, her cezaya boyun eğebilirim. Hem hiçbir şey, hem de her şeyim... 21 | P a g e

-Benimle kavga etmekten vazgeçmeli Dünya. Dünyadaki bütün hokkabazları Royal Albert sahnesinde yan yana dizip, çocukları kandırdıkları tüm işe yaramaz sihirsiz değnekleri tek hamlede götlerine sokacağım! Tüm koltuklar boş olacak ve herkes izleyebilecek. Onları kurtarmaya gelen atlıkarıncalar, atlarını sahnede terk edip balkabağına dönüşecekler. Yayın yapmayan tüm kanallar o günü Periler Günü ilan edecekler. Gösteri, Külkedisi ve Pamuk Prenses’in gece yarısı tacizci prensin kanını sonuna kadar içip Oz Büyücüsü’ne sunduklarında sona erecek. Sahnedeki balkabakları ise gösteriye katılmayanlar arasında paylaştırılmayacak. 22 | P a g e

Yıllar önce yazmaya çalıştığım kitabın yanık sayfalarını tavan arasında buldum. Kartondan yaptığım evde yaşıyorum. Kocaman bir bahçem ve bahçemde tavşanlarım var. Havuç yetiştiriyorum. Hayatımda hiç havuç yemedim ben. Büyümeden kayboluyorlar. İklimle ilgili olmalı. Oh! Saat 62 olmuş! Kapıları sulamalıyım. 23 | P a g e

BUGÜN YAPILACAKLAR LİSTESİ 1- Bikiniyle camide şarkı söyle 2- Uçağın acil çıkış kapısından atla 3- Çıplak ayakla, yanan buzda yürü 4- Gözlerin kapalı televizyon izle (Gece!) 5- Sevgilin uyurken saç tellerini say 6- Bu gece sabah uyu. 24 | P a g e

Minicik bir kareden gülümsedi suretin. Gülen gözlerin magma etkisi yaratırken ruhumun eşiğinde, unutulmuş mağara kuytularından bir tomurcuk, katil kömürler arasından umut yeşertiyordu... Her tarafı saran ot kokuları, “No Woman No Cry” şarkısı ile bütünleşiyor, hiç yokluktan bir ses, ıssız su kuyularına “Midas’ın Kulakları Yok” diye yankı yapıyordu. Her şey koca bir yalanmış aslında. Hiçbir eşeğin kulağı yokmuş. Gözleri ile duyabilen, gözleri ile aşk yapabilen yaratıklarız hepimiz. Hepimiz sağırız aslında... Her birimiz. Gelmeni diledim. Geldin. 25 | P a g e

Aydınlanmanın merdivenlerinin başında uzun süre duruyoruz ve sadece umut ederek en yüksek basamağa doğru bakıyoruz. Kimimiz, ara sıra arkasındaki karanlığa bakarak kendi ruhunun içini karartıyor. İleri tek bir adım atan yok. Tagore dememiş miydi; “Okyanusları bakarak aşamazsın” diye. Kimse dinlememiş anlaşılan. Çizginin ötesinden bağırıyorum sana. En bas bariton sesimle. Sınırları oluşturan incecik bir ip var. Ne altından geçmeyi deneyen ne de makasla kesmeye çalışan yok. İpin üzerinden ipin ayırdığı sevdiklerinin ellerini tutmaya çalışıp ağlıyorlar. Birbirlerinden uzaklaşmaktan ve bu şekilde görüşmekten gayet de mutlular aslında. Vicdan denen küçük bir adam sanki kalplerini ufak ufak çimdikler atıyordu. Gerek de yoktu zaten. Tam da uykunun en tatlı yerinde, pencereden gelen mükemmel temiz bahar havası seni adeta dışarıya çağırır. Rüyandaki sevgilini öylece sahilde mi bırakacaksın? Amaaan, sanki gerçek! Bugün ilk iş günü... Panikle uyanıp hazırlandım. Otobüs durağına gittiğimde işe gideceğim otobüsün gelmesine sadece iki dakika kalmıştı. Gerçekten çok şanslıydım. 26 | P a g e

O kadar sanatsal epilepsi nöbetleri yaşıyorum ki. Hepsini insanlarla paylaşmak istiyorum. Kendime gelir gelmez yazmaya başlıyorum. Ama sadece yazmaya başlayabiliyorum. Bir illüzyonu, bir hayali, bir yanılsamayı kelimelerle tasvir etmek ne kadar zor olabilir ki? Üstelik de hayatı boyunca durmadan yazıp duran benim için. Ah! Olmuyor işte. İnsanların kafasında krizleri yaşatmak ne kadar da güzel olurdu oysa. Görebildiğim muhteşem kısa filmi onların da görebilmesini ne kadar isterdim. Bu kadar istediğim bir şeyi de başarabilmeliyim. Herkes epilepsi olan birisinin ne kadar şanslı olduğunu bilmeli. Bir Picasso bir Einstain canlanmalı kafalarında. Bitir beni! 27 | P a g e

Bitirmezsen özgürleşemeyiz. Eğer böyle giderse tüm güzel anıları katlederiz. Haydi, yok et! Çek kalbini, pimi kopardığım yerden ve hızla kaçmaya başla. Yoksa ikimiz de bin parçaya bölüneceğiz. Duymuyor musun?! Söylememem gereken şeyleri bile itiraf etmiştim sana oysa. Sense hiç inanmadın bana. Avazım çıktığı kadar bağırabilirim şimdi, “sevgilimi ben öldürdüm!” Hadi ama, artık patlat kalbimi! 28 | P a g e

Ayrışan doğrular. Paralel yanlışlar. X:2+1x0=? karekökün yarısı = kök 29 | P a g e

Kadehimi, çerez ve içkimi hazırlayıp saatimi sekiz çeyreğe kurdum. Her gece bu saatte içmeye başlıyorum. Seni düşünmemeye çalıştığım günün orucunu küflenmiş bir ceviz parçasıyla açacağım bu akşam. Sonra da acı bir biber sürteceğim küçük dilime. Hadi bakalım, olmayan şerefine! Bu geceki içkimiz köpek öldüren şarabı. Sirkemsi kokusunu alsın diye içine bir sap tarçın ezdim. Keskin, ekşi bir tadı var. Hiç seninkine benzemiyor. İdare edeceğim artık. Pahalısına değmezsin. Ne olur ne olmaz diye tüm kalemleri kırıp, ne kadar boş kâğıt varsa hepsini yaktım. Ben biliyorum kendimi, sarhoş olursam her boş bulduğum yere gözlerini çizip, geçmişine küfredeceğim. Böylesi daha iyi. Hatta dur! Kelebekli bir yara bandıyla ağzımı da banlayayım. Malum, konu sen olunca alkol kanıma fena giriyor. Müzik... Ne iyi yakışıyor keman sesi alkole. Zehir olsa içersin. Sanki senin saçlarını koparıp germişler yaya. Daha bir tılsımlı çalıyor notalar her yudumda. Yok, çakırkeyif bile değilim daha. Henüz şarkımızı dinlemeye hazır değilim. 30 | P a g e

Dur! Dur ellerim dur! Ciğerim tepetaklak oldu. Çantamın dibinde bir yerlerde göz kalemim olacaktı. Lanet olsun! Hiç boş yer kalmamış. Çorabımın tabanına yazacağım seni bu gece. Sabahleyin pamuklularla yıkayıp çabucak temizleyebileyim diye. Eğer izin kalırsa duvara bir çizik atıp totem yapacağım. Çoraplar yazı yazmak için iyi olmayabilir. İçelim. Saatin alarmı şimdi çalıyor. Yine erken başlamışım. Eskiden de dayanamazdım sana. Orucumu bile erken bozdurup günaha sokuyorsun beni. Sonra da, bir gün boyunca seni düşünme cezası vermek zorunda kalıyorum 31 | P a g e

kendime. 33 kere adını tekrarlayıp kaza tespihimle uykuya dalarken, gözlerim bir yerde yuvaları bir yerde yanıyor. Ben küçülüyorum... Beynim avucumun içinde… ... Sızmak üzereyim. Pencereden uzanıp, dolma gibi abuk sabuk sardığım tütünden birkaç nefes çekeceğim. Bulut yoksa birkaç yıldızla dalaşıp sana da rüzgârla küfürlerimi ileteceğim. Kibritim nerede benim? Her şey senin yüzünden! Üstelik hepsi benim hatam. Kış gelmeseydi, ne güzel çiçekler açardın şimdi. Ah! Benim güzel sardunyam. 32 | P a g e

‘Ne hissettiğimi bilmiyorum. Tek bildiğim hissettiğim şeyin ne olduğunu bilemediğim.’ Karınca yuvalarına hafifçe pipetlerle üfleyerek karıncayiyenleri çıkaracak kadar kötüydün. 33 | P a g e

Orada; Çoğaldıkça çoğalan insan, içindeki sonsuzluğun farkına var! Kaç kişiyi sevdin bugüne kadar? Kaç tane fotoğraf çektin, kaç tane ismi hatırlamakta güçlük çekmedin? O kadar kocamansın ki... Sen bile kendi içine, sonsuz kere sığarsın. Burada olmayı kendi enerjinle istiyor ve yaratıyorsun. Gözlerini kapattığın anda kendi yarattığın öbür dünyalarda, yaratmanın ehliyetsizlik acemiliğiyle ve bir o kadar da ayak uyduramamanın şaşkınlığı ile uyanıyorsun sabahlara. Al işte! Her an, her şekilde, her ve hep olabileceğinin yine farkına varamayan biri. Ne yazık ki hala insan... Gözlerini gökyüzüne kaldır ve hızla yüksel dünyadan. Her şeyden uzaklaştığını izle. Küçük ateş parçalarının yanından süzülerek karanlığın içinde ilerliyorsun. Gece lambası içinde minik dairemsi şekiller, uydular çarpıyor gözüne. Çok sürmüyor. Güneşin gözüne girdiği masmavi bir gökyüzü açılıyor önüne. Bembeyaz bulutların üzerinde boşlukta yürüdüğün hissi ile süzülüyorsun. Sadece ışık. Vücudunun 34 | P a g e

kaybolduğunu fark ettiğinde, kendine dokunmaya çalışan ellerin yoktur artık. Sadece gözlerin varmış gibi hissedersin sonra. Neler olduğunu anlayamadığın için seni büyük bir korku ve panik sarar. Diğer yandan bu kocaman boşluğa hızla alışmaya başladığını fark edersin. Sorgulamadığın bir şekilde olmalı, oysa buradasın. Buradasın işte! An. Bembeyaz boşlukta yürürken etrafına bakın. Ara sıra küçük monitörlerden istediğin şeyi görüp büyük bir huzur ve mutluluk içinde ilerle. Hafif bir gülümsemeyle... Sıkılmaya başlıyorum bu sakinlik ve huzurdan. Ya hep böyle giderse. Patlarım. Sıkıldım. Evdeyim yine. Gidip gelmek bu olmalı. Çok uzun boylu ağaçlar var. Aynı dili bile konuşmadan yıllarca yan yana yaşayabilen farklı ülkelerden çiçekler. Belki de yaşlandığı için kışın romatizmaları sızlayanlar bile vardır. Yağmur yağdığında toprak grip olsaydı! Neyse ki düzenli aşılayıp hastalanmasını engelleyenler var. Aşıların yan 35 | P a g e

etkileri ile idare etmeye çalışıyor ağaçlar. Bir de işlerini iyi yapmaları için dua ediyoruz. Bu görevi üstlenenler patlamış yanardağlarda yaşadıkları için çok rahatlar. Golf oynarken deldikleri ozonun kara deliğine çekilen bizleriz. Arabamı gölden çıkarmalıyım. Hemen dönerim… 36 | P a g e

Düzen; Artık savaşlar olmadığı için çok şanslıyız. Yığınla konut yapıp herkesi istedikleri gibi yerleştirip, ülkeleri istedikleri gibi yönetenler olsa bile, artık herkesin bir evi var ve savaştaki kadar çok insan ölmüyor. Her evde tek bir kişinin çalışması yeterli... Çoğu kadın çalışmıyor. Erkekler mevki sahibi olduğu için herkes çok mesafeli ve kılık kıyafetlerine de önem veriyorlar. Kadınlar hiç açık saçık giyinmiyor mesela ve bu yıl şal modası var. Bu işte bir iş var, var da ne? Birisi öldürüldü. Eylem yapmalıyız! Şal modasını sonra çözeriz. 37 | P a g e

‘çips paketlerinin dibinde kalan kırıntıları paketin köşesinden ağzıma dökmeye bayılıyorum.’ 38 | P a g e

Bir saatte merdivenleri indim. Markette öylece dolaşıp saçma sapan şeyler aldım. Başımı yemekten kaldırdığımda ise masanın öteki tarafında oturuyordum. Düşüncelerimi değiştirdiğim anda, dünyalar arası kısa yolculuklar yapıyorum. Film şeritleri arasında ara sıra çıkan yarı yanık kareler gibi. Sonra kaldığı yerden devam ediyor hayat. Karanlıklar prensi kendini gece lambasının kablosuyla boğmuş, 9/11 olayı uçağının kara kutusu kraliyet odasında bulundu. Hayal gücünün sınırlarını zorlamayın diyordu kadın. Sivri uçlu bir dağ eteğinde, kendi kurduğu salıncakta ve kırmızı askılı saten geceliğiyle sallanırken… Ayakları çıplaktı ve göğüslerine kadar inen mavi saçları vardı. Yavaşça salınırken ayakları altındaki toprağı itiyordu. Duyulan ses sadece tahta salıncağın gıcırtısıydı. Gerisi sonsuz bir boşluk... 39 | P a g e

Kadın yavaşça aşağıya baktı. Aşağısı yoktu! Maviden başlayan bir boşluk rengi giderek beyaz bir ışığa dönüşüyordu. Yukarıya baktı. Boynuna kadar gökyüzü… Başı ise dümdüz bir zemin görüyordu. Sanki birisi başını o zeminde unutmuştu. Tek bir pürüz olmayan deniz mavisi cam bir zemin. Sonsuz. Hepsi buydu. Aşağısı ve yukarısı yok. Önüne döndü ve usulca sallanmanın keyfini çıkardı... Midesini kumla yıkadılar. 40 | P a g e

Çocukluğumla doktorculuk oynuyorum. Ben hastayım o da doktor. Burnuma pipet sokup nefes almamı sağlarken anestezi uzmanı bir hemşire babasının gömleğiyle yanıma yaklaşıp elindeki kibriti kolumun herhangi bir yerine saplamaya çalışıyor. Ateşimi kontrol etmek için başımda durmadan alnımı çamurlu ıpıslak, cıvık bir bezle ıslatan başka bir hemşire vardı. Boynunda sallanan zincirli nine gözlükleri de steskop olmalıydı. Öksürdüğüm zaman en çok o duyardı. Kalbimin atamayışını da... Aniden tüm oda kalbimin atış sesleri ile doldu. Giderek yükselip hızlanan kalp atışı sesleri. Daha yüksek. Daha yüksek... Daha... Artık hiçbir şey duymuyorum. Etrafımdaki çocuklar patlayan bir balon gibi sırayla kayboluyorlar. Kalbim patlıyor. Her şey kayboluyordu. Bembeyaz bir ışık… Sonsuz. Ben bu sonsuz, ben bu bembeyaz ışık boşluğuna nasıl bakabiliyorum? Ben! 41 | P a g e

Kübizmi kendi gözlerimi daha küçük çizebildiğim için sevdiğimi kimse bilmemeli! 42 | P a g e

Doğduğum zaman annemin kucağına küçük, sümüksü bir kurbağa olarak vermişler beni. O zamandan beri kocaman gözlerim var. 5-6 yaşıma geldiğimde gözlerim yüzüme sığmamış. Komşular çirkinliğime dayanamayıp beni mahallenin kedisine öptürmüşler. O zamandan beridir her sabah kapımda bekleyen beyaz atlı kırmızı kedi hayaliyle uyanırım. Elbet bir gün gelecek. Ona boy boy civcivler doğuracağım. Ah! Aşk ne güzel bir şey! 43 | P a g e

“Asfalttan çıkan duman”. 5 litrelik şişeyi kafama diktim. Su içtikçe küçülüp havada duran şişenin içine düştüm. Şişe yere düştü. İğrenç bir vızıltıyla şişenin içinde yeşil götlü bir sineğim şimdi. İçimde oynayan kurtlar acayip bir his veriyor. Uçma isteğim bu değildi. Hayır! Mermere yüzüstü çakıldım. Yerde, yanımda duran bidondan yere su dökülüyor. Suyun içinde yeşil, iğrenç bir kurt sineği var. Ölü. Dilek dilerken, çok dikkatli seçmelisin kelimeleri… 44 | P a g e

Temiz; Banyoyu ağzına kadar suyla doldurdum. Meyveli tarçınlı tüm poşet çaylarını içine attım. Kıyafetlerimle küvette olmak çok zevkli… Çayların iplerinden tutup bir küvet dolusu suya batırıp çıkardıkça renkleri yayılıyor. Kokuları odaya... Pizzadan arta kalan mayonez ve ketçapları neden yanıma aldımsa... Çok uykum var. Ya uyurken uyanıp uykumda bütün bu çayı içersem! Uyumamalı, direnmeliyim. Banyonun tıpasını çektim. Küçülüp bir çay poşetinin içinde döne döne kaybolduk. Deliğine takılan minicik elbiselerimi koca bir el cımbızla çekiyor. Çimdik! Uyumamalıyım. Neyse ki giysilerimi kimse almamış. 45 | P a g e

İnat; Her yandıktan sonra özellikle “anı yaşamak” mesajının gözüme gözüme sokulduğunun giderek daha çok farkına varıyorum. Her ne kadar mazoşist, sadist yan göz önünde olsa da, aslında içimizde kalması gereken duyguları kusmakla ilgili yüklemlerle dolu cümleler saklanıyor, halüsinasyonların yüzdüğü boşluklarda. Ayıkken –sözde- tamamlanamayan yapbozun eksik Parçalarını ve hayal gücünün sınırlarını bir don lastiği gibi tezat yönde zorluyoruz. Cevapları aksi yöne milyonlarca toplu iğne olarak fırlatmak gibi… İşin kötü yanı, bazen buna rağmen anlamlandırma ya da algı yok ve geçici bir “karıncalanma” olarak da duyumsayamıyoruz yaşamayı. 46 | P a g e

At gözlüklerinin vidaları yalama olalı çok oldu. Azıcık aradan bakabilsek kıçımızda uçuşan sinekleri bile görme şansımız olabilir. Bunun da ilerisine gittiğimizi düşünsenize. Kuyruğumuzu ısırıyoruz. DEVRİM! 47 | P a g e

O’na “Gökyüzü” demiştim ve artık gece olmuştu. Şimdi; yeni doğan güne yeni bir isim bulmalı. “İlkbahar” mesela... Aşık; Kendinle ilgili ne varsa bağır! 48 | P a g e

Ne şiirler okuyorum gözlerinden bir bilse... Başka uzak ülkelerden avuç içlerinin kokusunu alıyorum. Daha tenine bile dokunmadan O’na sarılabiliyorum. Hem de öyle laf olsun diye değil; var gücümle. Göğsüme bastıra bastıra! Göz kapaklarımın ardına yüzünü saklayıp, kirpiklerini her kırpışında adını haykırdığımı bir bilse... Bir bilse onsuz nefes alamadığımı... Aslında yaşamadığımı. Onsuz yaşamayı bile beceremediğimi bir bilse... Dünyadaki bütün güzel kelimeleri O’na yakıştırdığım için başka kimseye bir türlü seslenemediğimi bir bilse. Bugünlerde böyleyim ben. Kuşlar O’nun için uçup, yaseminler onun kokusunu getiriyor. 49 | P a g e

“SENİ SEVMEK BİR DEVRİMDİ. SENSE; KARŞI KONULMAZ BİR KONTRGERİLLA” Aşk-2; “Diyelim ki gitmedim. Seninle beraber olmaya devam ettik. Ne değişecekti? - Sevişirdik. - Başka?” Ertesi gün kuş cıvıltıları ile uyandığımızda sen gözlerini açar açmaz rüyanı anlatmaya başlardın. Sonuna 50 | P a g e


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook