Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore GEÇİM DÜNYASI-E KİTAP

GEÇİM DÜNYASI-E KİTAP

Published by AHMET TÜRKAN, 2022-08-21 21:41:52

Description: Günümüz evliliklerinin aile değil ticari işletme mantığı ile kurulduğu, anlaşamaz isek boşanırız fikri ile kirlendiği, kırgınlıkların tamir edilmeyip direk geri dönüşüm kutusuna bile gerek görülmeden çöpe süpürüldüğü laçka hayatların laçka dünyasına güzellikleri sermek gerekir diye düşünerek örnek yaşamlardan kesitler sunacağız.

Keywords: evlilik,aile,hayat,çocuklar,nikah,boşanma,islam,mahremiyet,tesettür

Search

Read the Text Version

1

İÇİNDEKİLER Takdim Sedef Çiçeği Doğru Gülü Bulmak Gençlik İksiri İmam Gazali Hazretlerinden Eş Seçimi Konusunda Öğütler Bir Garip Aşk Hikayesi Evlendi Lakin İlk Gece Ne Oldu Sabredenler… Şükredenler… Kördüğüm Gibi Kahvenin Hatırası Karı Kocanın Birbiri Üzerindeki Hakları Öküzün Karısı Kadınların İktidar Kazançları Evliliklere Ne Oluyor Evlilikte Yapıcı Tartışma Tesettürün Anlamı Kur’an Aileyi Koruyor (Nur Suresi30-31)- (A’raf/26)- (İsra-32) Dini Kadınlarla Bozmak Aile Bağları Gençlere Tavsiyeler Ölen Hayvan İmiş; Aşıklar Ölmez Mevlana’nın Eşine Muhteşem Cevabı Çatlayan Ar Damarı Zina, Kürtaj, Fuhşiyat Tesettür Nasıl Olmalı Başörtüsü mü?... Kariyer mi? Netice-i Kelam 2

YAZAR HAKKINDA Ahmet TÜRKAN, 1959 yılında Bolu’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bolu’da, lise öğrenimini İstanbul’da Deniz Astsubay Hazırlama Okulu’nda tamamladı. 1 yıllık sınıf okulu eğitiminden sonra 1979 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı deniz birliklerinde deniz astsubayı olarak göreve başladı. 1983 yılında 6 ay süren DSH Uçak Uçuş Operatörü Kursu’nu başarı ile tamamlayarak uçak uçuş operatörü unvanı ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı hava unsurlarında görev aldı. 1989 yılında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İktisat Programı’nı tamamladı. 1997 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki görevinden ayrıldı. 2009 yılında Maltepe Üniversitesi İşletme Yüksek Lisansını tamamladı. Yaklaşık 23 yıl özel şirketlerde yönetici olarak görev yaptıktan sonra 2019 yılında iş hayatından emekli olmuş ve yayın hayatına bu süreçte de devam etmiştir. Evli ve 3 çocuk babasıdır www.ahmetturkan.com.tr www.ahmetturkan.gen.tr YAYINLANAN KİTAPLARI Alaturka Laiklik Aralık-2021 KDY KDY İletişimin Aşk Hali Mart – 2022 3

TAKDİM Günümüz evliliklerinin aile değil ticari işletme mantığı ile kurulduğu, anlaşamaz isek boşanırız fikri ile kirlendiği, kırgınlıkların tamir edilmeyip direk geri dönüşüm kutusuna bile gerek görülmeden çöpe süpürüldüğü laçka hayatların laçka dünyasına güzellikleri sermek gerekir diye düşünerek örnek yaşamlardan kesitler sunacağız. Evlilik cüzdanlarının mal paylaşım sayfalarının aileleri ne hale düşürdüğünün anlatacağız. Evliliklerin ticaret ya da parsa kapmak yerine aile olma bilinci ile yapılması gerektiğini gerçek hikayeler anlatarak sunacağız. Umarız bozulan aile yaşantısına bir katkımız olur. Umarız evliliklerin ayaklar altına alınmasındaki gereksiz sebepleri bir yana bırakıp önce ebeveyn olma bilincini sonra aile olma bilincini aktarmaya çalışacağız. Aileyi derinden sarsan sebeplere göz atacağız. Umarız derde deva olur. Umarız anlaşılırız. Umarız gaye hedefine ulaşır. 4

SEDEF ÇİÇEĞİ Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını... Ve hâkimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hâkim... \"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?\" Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı: \"Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan...\" Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından... Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti… Herkes onu dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu... Ve devam etti... \"Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi… O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm... Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş dedilerdi... Ta ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş… Uyuyakalmışım... 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi... Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim... Ondan hiçbir şey göremedim… Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim\" Hâkim, yaşlı adama dönerek; \"Diyeceğin bir şey var mı baba\" dedi. Yaşlı adam bastonla zor yürüdü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hâkime yöneldi. \"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadime’mi de orada tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim... O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna bayıldığım, perişan eder yüreğimi... İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek dinlemedi bizim hatun... lafım geçmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek ben oldum sanki... \" dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle... 5

\"Her gece o yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım... Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım… Sesimi çıkartamadım...\" O an Mahkeme salonunda her şey sustu... Ertesi sabah gazeteler \"Sedef susuz kaldı\" diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar... 6

DOĞRU GÜLÜ BULMAK Bir kasabada çok güzel bir kız yaşarmış. Her yerden isteyenleri gelirmiş ama kız hiç kimseyi beğenmezmiş ve kimsenin teklifini kabul etmezmiş. Kızla aynı kasabada yaşayan birde genç varmış oda kızı çok severmiş ve kıza görücü göndermiş, kız bu gencin teklifini de kabul etmemiş. Bunun üzerine genç çok üzülmüş ve o kasabayı terk etmiş başka şehre gitmiş. Aradan yıllar geçmiş ve delikanlı doğduğu toprakları özlemiş. Yıllar sonra doğduğu kasabaya dönmüş. Sabah uyandığında aklına yıllar önce evlenmek istediği, kasabanın güzel kızı gelmiş. Otelden çıkmış ve gördüğü yaşlı bir adama kızı sormuş. Yaşlı adam az ilerde güzel bahçe içinde bir ev göstermiş, kızın orada oturduğunu söylemiş. Delikanlı kızın nasıl biriyle evlendiğini merak etmiş. Bir köşede beklemeye başlamış, bir müddet sonra kızı yaşlıca pekte hoş görünmeyen bir adamı yolcu ederken görmüş. Üstelik zengin bir adam da değilmiş. Adam gittikten sonra delikanlı kapıyı çalmış, kendini tanıtmış. Sonra niye bu adamla evlendiğini kıza sormuş Kız söylerim ama bir koşulla demiş. 7

Delikanlıyı evin arkasında büyük bir gül bahçesine götürmüş. Bu bahçenin en güzel gülünü bana getirirsen sana niye bu adamla evlendiğimi söyleyeceğim demiş. Ama asla geri yürümek yok bahçede, arkana bakmak yok en güzel gülü istiyorum sadece demiş. Delikanlı memnuniyetle demiş ve girmiş bahçeye. Çok güzel sarı bir gül görmüş karşısında tam elini güle uzatmışken, az ötede pembe bir gonca görmüş. Ona uzanırken gözüne kadife kırmızı bir gül ilişmiş. Derken birde bakar ki bahçenin sonuna gelmiş. Kıza verdiği söz aklına gelmiş ve geri dönememiş. Mecburen bulduğu alelade, hatta solmaya yüz tutmuş bir gülü mahcup bir şekilde kıza götürmüş. Kız gülü görünce gülümsemiş. Delikanlıya bilmem aldın mı cevabını demiş. Her zaman daha iyisini bulmak isterken omur geçer ve sen en son bulduğuna razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir... 8

GENÇLİK İKSİRİ Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış? Çevresinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış. \"bu gençliğin sırrı nedir\" diye. İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.... Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki. Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine. \"Bu davette size sırrımı açıklayacağım\" demiş. Herkes merakla davete gelmiş. Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş. Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş. Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş. \"Hatun, şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!..\" Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş. Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da: \" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet\" demiş. Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş. \"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin\" demiş. Başka istemiş. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış. Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş. \"Eeeee!. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??\" Herkes birbirinin yüzüne bakmış. Kimse bir şey anlamamış… \"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!\" Dedecik gülmüş. \"Efendiler\" demiş \"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum.\" \"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız.\" demiş. Hayatınız seçtiğiniz kadındır… Zevkli bir kadına rastlarsanız, ZEVKİNİZ, bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ, zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir. Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. 9

Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır. Hayatınız seçtiğiniz kadındır. 10

İMAM GAZALİ HAZRETLERİNDEN EŞ SEÇİMİM KONUSUNDA ÖĞÜTLER Ey oğul! İnsanın hanımı huzur ve sükûnet kaynağıdır. Bir kızla evlenmek istediğinde ailesini iyice araştır ve öğren. Çünkü temiz ve asil bir aile tatlı meyveler yetiştirir. Bilmiş ol ki kadınlar parmaklarımız kadar birbirinden farklıdırlar. Şu kadınla hayatını kur!.. Ey oğul! Kadınların bir kısmı da sevimli ve merhametlidir. Bereketli ve feyizlidir. Soylu çocuk doğurur. Kendisine her zaman güvenilir. Komşuları arasında itibarlıdır. Aile sırlarını korur, kimsenin yanında açmaz. Cömerttir, eli açıktır. Bağırıp çağırmaz, alçak sesle konuşur. Evi tertemizdir. Çocukları çiçek gibi, gönül alıcıdır. Hayrı süreklidir. Kocası da o nisbette yumuşak huyludur. Namus onun şiarı, terbiye değişmez vasfıdır. Evlenmek istediğin kızı iyi seç. Ey oğul! Huysuz ve karaktersiz kadından sakın. Çünkü böylesinin dili kocası üzerinde çirkin ve ağırdır. Böylelerinin gizli hali olmaz. Aile sırrını sokağa dökerler. İyilik ve hayrı çoktan yere gömmüşlerdir. Asık suratlı olarak sabahlar, akşam nerede olduğu bilinmez. Kocası evet dese, o hayır der. Böylesi kadınlardan uzak dur. Kadınların bir kısmı da ağırcanlı ve kıt anlayışlıdır. Kocasını sever, kazancına razı olur; fakat güneş doğup yükseldiği halde hâlâ sesi duyulmaz. Yemekleri bayat, kapları kirli ve paslıdır. Şirret ve karaktersiz kadından sakın. Onların dış görünüşlerine aldanma, böyleleri kocasına karşı kaba ve hırçındır. Kocası kendisine saygılı olduğu zaman bunu bir üstünlük sanar. Hiçbir iyiliğe karşı teşekkür etmesini bilmez. Az şeye de hiç kanaat etmez. (İmâm Gazâlî, Ey Oğul Risalesi) 11

BİR GARİP AŞK HİKAYESİ Annesi… Bir de kendisi... O kadardı bütün hayatı... Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa... Bir yığın vitrinin önünden geçti... Tam bir CD satan dükkanını da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar… Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte… İçeri girdi.. Kız gülümseyerek koştu ona… \"Size nasıl yardım edebilirim\" diye... Nasıl bir gülümsemeydi o… Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı... Kekeledi, geveledi, sonra \"Evet\" diyebildi... Rast gele bir plağı işaret ederek... \"Evet... Su CD'yi bana sarar mısınız?\" Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paketlenmiş CD ile geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı... Ertesi sabah gene gitti aynı dükkâna... Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan… Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti... Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda… Annesi \"Git konuş oğlum, ne var bunda\" dedi... Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkâna gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye. Kız içerdeyken bir kağıda \"Sizinle bir gece çıkabilir miyiz\" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice... Sonra paketini alıp kaçtı yine dükkandan. İki gün sonra evin telefonu çaldı… Anne açtı telefonu... CD dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan... Delikanlıyı istedi... Notunu yeni bulmuştu da... Anne ağlıyordu... \"Duymadınız mı?\" dedi... \"Dün kaybettik oğlumu...\" Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda... Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı... Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü... Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı... İçinde bir CD vardı, bir de minik not… \"Merhaba… Sizi öyle tatlı buldum ki... Daha yakından tanımak istiyorum... Bir akşam birlikte çıkalım mı?.. Sevgiler... Jacelyn!.\" Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı... \"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık... Sevgiler... Jacelyn!..\" * * * Unutmayın... Düşündüğünüz şeyi mutlaka söyleyin... Birini seviyorsanız, söyleyin ona. İçinizdekini söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona... Ve hemen söyleyin... Hemen... Beklemeden... Çünkü, doğru zamanı bekler ve \"İşte şimdi tam zamanı\" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş... Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Hepsinden önemlisi, dostlarınıza, sevdiklerinize, ailenize hep yakın olun… Çünkü bugünkü haliyle bir şahıs olmanızı onlar sağladı, sizi onlar şekillendirdiler... \"Seni seviyorum\" demekten sakın, ama sakın çekinmeyin, utanmayın, korkmayın!... 12

Hayatı yaşanmaya değer yapan şeylerden birinin de sevgi olduğunu unutmayın... Helal dairesinde elbette… 13

EVLENDİ; LAKİN İLK GECE NE OLDU? Evlendi ve ilk gece eşinin yüzünü açtı ve tekrar indirdi bir rivayete göre rengi siyahi idi, güzel de değildi veya başka sebeplerle Zifaf Gecesi eşini terk etti.. Eşi bunu anlayınca birkaç gün sonra adamın yanına gitti ve dedi ki ''HAYIR BELKİ ŞERRİN İÇİNDE SAKLIDIR'' dedi ve ikna etti, zifafını tamamladı… Ama kalbinde yine sıkıntı vardı.. Eşinin şeklinden dolayı... İkinci bir kez eşini ve şehri terk etti… Bu sefer aradan 20 yıl geçti eşinin ondan hamile kaldığını bilmeden geçen 20 yıl.. Evet şehre geri döner namaz için camiye girer bakar ki genç bir vaiz ama çok muhteşem vaaz ediyor. Dehşete kapılır ve hoşuna gider.. Oradakilere sorar kim bu Alim delikanlı? diye… Derler ki \"adı ENES\" Babası kim? der. Derler ki \"20 yıl önce buralardan göçtü adı MALİK\" Gencin yanına gider ve der ki \"seninle evinize kadar geleceğim, kapıda bekliyeceğim annene dersin ki; HAYIR BELKİ ŞERRİN İÇİNDE SAKLIDIR..'' Giderler... annesine bunu der demez \"koş koş evlat, o senin baban\" der, \"kapıda bekletme.\" Evet öyle bir sıcak karşılama olur ki. 14

Zira annesi oğluna; \"Oğlum baban bizi terk etti yalnız bıraktı gitti,\" dememiştir… O yüzden baba sevgisi tazedir… Evet işte o anneden ENES İBN-İ MALİK olmuştur… Efendimizden (sav) birçok hadisi rivayet etmiştir… Efendimizin (sav) hizmetkarı olmuştur. Allah senden razı olsun ey Enes'in annesi, bize böyle güzel evlat yetiştirdin ve bize güzel bir ders öğrettin… Evet bazen HAYIR ŞERDE GİZLİDİR... Bazen bazı işlerden ve kişilerden uzak dururuz, içimiz kabullenmez ve birçok hayrı kaçırırız… Şu sözleri göz ardı etmeyelim: Allah belki bu durumda sana hayır dilemiştir... Allah bazı işleri ancak hayır için erteler… Seni birçok şeyden mahrum eder yine sana hayır vardır... Bugün ki ağlaman, yarınki hayır içindir… Başına gelen musibetin sonu illa ki hayırdır, Bunun için üzülme kötü görülen işlerin sonu hayırdır inşaallah… Hamdolsun ki tüm hayırlar O'nun elindedir, O her şeye kadirdir. Vesselâm! Alıntıdır. 15

SABREDENLER…ŞÜKREDENLER… Hifa Hatun (radıyallahü anha) Ensar'dandır.. Malum, Medineli hanımlar hem güler yüzlü, hem de güzeldirler. Fakat Hifa Hatun bir başka güzeldir. Oğlu, abisi, erkek kardeşi olanlar akraba olmak için yarışır, hatta bazıları kendi beylerine ister. Hifa Hatun'un methi hızla yayılır ve çok uzaklara gider. Bırakın hekimleri, tüccarları; vezirler, sultanlar sıraya girer. Ancak o Necaşi gibi bir İmparatoru bile reddeder, sadece ve sadece Allah'ın rızasını diler. Hifa Hatun, bir gün Efendimizin huzuruna çıkıp “Ey Allah'ın Resulü” der: “Bana Cennete götürecek bir şeyler öğretsene” der. Server-i Kâinat “Önce evlenmen lâzım” buyururlar: Hifa Hatun büyük bir teslimiyetle boynunu büker ve “Siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım” der. Resulullah Efendimiz her zamanki gibi adil bir çare bulur; “Yarın sabah mescide ilk gelenle evlen” buyururlar. Bu teklif herkesin hoşuna gider, talipler erken kalkmak için tedbirler düşünür, kendilerince hazırlık yaparlar. FAKİR VE KİMSESİZ Bu haberi elbette Hazret-i Süheyb de duyar ama dikkate almaz. Zira o fakir ve kimsesiz biridir. Ama bakın şu işe ki o gece Allahü teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku verir, Hifa Hatun'un talipleri gözlerine çöken ağırlığa yenilir. Resulullah Efendimiz her zamanki gibi imsak sökerken mescide gelir ve büyük bir merakla talihli sahabeyi beklemeye başlar. Nitekim mescidin eşiğinde bir gölge uzar ve Süheyb (radıyallahü anh) bir şeyden habersiz içeri girer. Resulullah Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi bildirir. Hazret-i Hifa büyük bir teslimiyetle “kabul” eder, zerre kadar acabası olmaz. Hazret-i Süheyb o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru utana sıkıla konağa sokulur. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir, ya iki hurma alır ve “Ya Hifa” der: “Biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen sabretsen gerek. İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim zira Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 'Cennette yüksek bir çardak vardır' buyurdular: Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar.” Ve öyle de yaparlar. Cebrail aleyhisselam olup biteni Resulullah Efendimize duyurur, Cennetle müjdelendiklerini anlatırlar... Ertesi sabah Efendimiz Süheyb'e “ne mutlu size” gibilerinden bakar, “İkiniz de Cennetliksiniz” der. Süheyb derhal secdeye kapanır ve “Ya Rabbi!” diye yalvarır: “O ki beni mağfiret ettin, günahlara bulaşmadan canımı al!” Allahü teâlâ bu yanık duayı kabul eder, Süheyb “radıyallahü anh” o secdeden kalkamaz... Mescidde bulunanlar ağlamaklı olurlar. Resulullah Efendimiz; “Size daha şaşılacak bir şey söyleyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da ruhunu Hakka teslim etti” buyururlar... Cenaze namazlarını o yüce Server kıldırır, ikisini yan yana toprağa bırakırlar. Başuçlarına bir tahta çakar. Birine “şükredenlerden Süheyb” öbürüne “sabredenlerden Hifa” yazarlar. Ruhlarına El-Fatiha... 16

KÖRDÜĞÜM GİBİ Kirletildi tüm değerler. Yapmacık baharlarla, Suni lalezarlarla süslenmeye çalışılır oldu birliktelikler. Bu kirliliklerden aşk ve sevgi de nasibini aldı günümüzde.\" Sevmek dokunmaktır \" diye bir felsefe ya da daha doğrusu bir safsata koydular ortaya. Böylece, yüreklerde değil bedenlerde gezinip duran şeyin adı Sevgi oldu. Flört adı altında, özgürlük namına, iffet ayaklar altına alındı günümüzde. Adeta bekârlara has bir değer olarak sunulur oldu adı aşk ve Sevgi olan kutsal değer. Evliler arasında ise eşler birbirine güzel sözlerle hitap etmeyi ayıp sayar oldular. Ya da \" yahu bizden geçmiş artık \" diyerek, aşkın Ve sevginin gün olup sönmesi gereken bir olgu olduğuna inandırdılar kendilerini. Nişanlılık dönemi ya da evlilikler, denemek için yapılır oldu.\" Yürütemez isek ayrılırız\" diyerek, adeta ayrılmak için evlenilir oldu. Gerçek aşkın ve sevginin var olduğu yuvalarda hiç ayrılık olur mu? Ya da aşktan ve Sevgiden kaynaklanan huzursuzluk olur mu hiç ?? Bugün tüm edebiyatçıları susturacak, Tüm \"sözde aşıkları\" kıskandıracak Resulümüz, eşleriyle Şakalaşır ve onları sevdiklerini, Nasıl bir aşk ile bağlandıklarını söylemekten hiç çekinmezdi. Hz. Aişe sordular:\" Ey Allah’ın Resulü beni seviyor musun? \" Resulullah :\" Evet ya Aişe, tabii Seviyorum \" Hz. Aişe bununla da yetinmiyordu ve hemen soruyor :\" Beni nasıl seviyorsun ? \" Peygamberimiz sevgi tanımlamasını yapıyordu sevgili eşine. İçten, samimi ve hayran kalınan bir ifadeyle:\" Kördüğüm gibi. \"Sevgiye bakın aşka bakın. Açılmayan, çözülmeyen, kördüğüm gibi sevgi. Hz. Aişe Peygamberimize sık sık sorardı: \"Ey Allahın Resulü, Kördüğüm ne alemde? \" O yüce resul cevap veriyordu:\" İlk günkü gibi!! \" 17

KAHVENİN HATIRASI Bir baba evlenmek üzere olan oğluna \"Sana son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum\" demiş. Mutfak işlerini ve yemek yapmayı pek bilmeyen delikanlı \"Olur\" demiş çekine çekine. Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup altını yakmış. Oğlundan sırasıyla iki havuç, iki yumurta ve iki kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş... her birini ayrı ayrı kaplara yerleştirip yirmi dakika süreyle kaynatmış. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaynattığı havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: \"Ne görüyorsun?\" Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış. \"Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış. Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler... \" Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: \"Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar. Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler. Oğlu aldığı bu dersten tam çok etkilenmişken..... \"Asıl ders bu değil!\" demiş baba. Oğlunun elinden tutup, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları göstermiş. \"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok \" Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşaltmış. Mis gibi taze kahve kokmuş ortalık. Fincanı oğluna uzatıp. \"İçmek istersin herhalde\" demiş. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürmüş. \"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.\" Kahve taneleri gibi olabileceğimiz bir yaşam geçirmemiz dileğiyle 18

KARI KOCANIN BİRBİRİ ÜZERİNDEKİ HAKLARI Kocanın karısı üzerindeki haklarından başlanırsa hadîs-i şerîfde: «Kadının cihâdı, kocasıyla iyi geçinmektir» buyuruldu. Kadın kocasının gayretine sabr eder ve bunun sevabını, Allâhü Te’âlâ (c.c.)’den bekler. İşte bunlar, kadının cihâdıdır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) zamanında bir kadın, kocasını karşılardı. Kocası eve girince, hanımı, hoş geldin, efendim, merhaba evimin efendisi der, paltosunu sırtından almağa koyulur. Ayakkablarını çözerdi. Beyini üzüntülü, kederli görse, neye üzülüyorsun? Âhiretin için ise, Allâh bu konudaki üzüntünü arttırsın, dünyân için ise, Allâhü Te’âlâ gidersin derdi. Resûlullâh (s.a.v.) kocasına, ey fülân, «Hanımına benden selâm söyle! ve kendisine yarı şehid sevabına kavuştuğunu haber ver» buyurdu. Enes b. Mâlik, Resûlullâh (s.a.v.)’tan şöyle anlattı: — “Bir kadın, beş vakit namazını kılarsa, bir aylık Ramazan orucunu tutarsa, namusunu korur ve kocasına itaat ederse, cennetin hangi kapısından isterse girebilir.” Kadının kocası üzerindeki haklara gelince Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle anlattı: Resûlullâh’a (s.a.v.) dediler ki: — En olgun imanlı mü’min kimdir? Şöyle buyurdu: — Kadını ile en iyi geçinendir.” Kadınını sadece kendi işlerinde hizmet ettirmeli. Ona yabancı kimselerin huzuruna çıkmaya izin vermemelidir. Çünkü o korunup gözetilmeye muhtaçtır. Dışarıda, Islâmî kıyafetler dışında dolaşması günâhtır. Ona örtünmeyi terkettirmek bir mürüvvetsizliktir. Kadınına lâzım olan bilgileri öğretmek gerekir. Bilhassa abdest, namaz, oruç vb. hükümleri... ‘Kadınına helâl yedirmeli. Zira, haramdan olan et, cehennemde yanacaktır, eriyecektir. Kadınına haksızlık etmemeli. Çünkü o, yanında Allâh’ın bir emanetidir. Şayet kendisine karşı bir üstünlük taslamaya kalkarsa, bir daha öyle hatalı bir işe düşmemesi için, kendisine nasihat etmelidir. (Ebu’l-leys Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilîn, s.600-605) 19

ÖKÜZÜN KARISI Bazı kadınların eşlerine kullandıkları hitap sözcükleri, terbiye ve muhabbet sınırlarını ciddi anlamda zorluyor. Hanımlar arasında bir konuşmada kulak misafiri olduğumda duyduğum şu cümleler şok etkisi yapalı çok uzun zaman oldu. “Anacım adam anlamıyor bildiğin öküz!” Bu konuşmaya dahil olup “İnsan eşine bu sözü hiç söyler mi?” dediğimde uyarıma gelen cevap manidardı! “Sadece öküz demiyorum, ayısın ayısın diyorum.” Duyup da unutulur cinsten değil! Çünkü çoğunlukla duyduğum bu ve benzeri sözler ciddi ciddi toplumda yaygınlaşıp normale geçiş aşamasına geldi bile. En yakın çevremiz, belki bizler zaman zaman şirazemizden çıkıp aklımızın bizden uzaklaştığı vakitlerde aynı hataya düştüğümüz olmuyor mu? Çoğunlukla oluyor diye düşünüyorum. Gözlemlediğim kadarıyla çok sık şahit oluyorum. Hatta daha fazlası ve beterin beterleri var. 20

Eşine ” LAN” sözünü kullanmak en hafifi gibi görünüyor. En ağırı, sevgi bağlarının kökünü dinamitleyen şu sözler olmalı: “Sen adam mısın? Sen erkek misin?” Tabii bir de şu sözler var: “Odun geldin odun gideceksin.” Bu ve benzeri can yakıcı kelimeler kadınların dilinde, hem de hiç rahatsızlık duymadan gayet normalmiş gibi. Hatırlıyorum da büyüklerimizin bir kız evlenmeden önce verdiği hayati öğütlerin arasında eşine nasıl hitap etmesi gerektiğine dikkat çeker ve eşine seslendiği o unvanının beyin kulağına sevgi tınısı olarak ulaştığını ifade ederlerdi. Sevginin güçlenmesi ve artması için ne kadar önemli olduğuna vurgu yaparlardı. Tüm mahremini seve seve sahiplenen, biz olabilme mertebesine ulaştığı eşine nasıl layık görür insan bu sözleri. Olsa olsa bunun şöyle bir açıklaması olabilir, belki sizlerin de dikkatini çekmiştir. Televizyon programları, diziler, verilen gizli mesajlar çoğunlukla aile reisini itibarsızlaştırma projesinin bir parçası aslında. Yıllardır ekranlarda verilmek istenenin topluma yansımasından başka bir şey olmasa gerek. İslam tarihinde gördüğümüz kadınların hitap şekilleri ile günümüzdekiler arasında ciddi bir fark, fena bir tahribat var. Sevgili kadınlar; ne oldu eşe değer katan o güzel sevgi yüklü sözlere! “Gözümün nuru, evimin direği, gönlümün neşesi…” Sevginin gücü ile hitap şekilleri üreten yüreği sevgi dolu güzel kadınlara ne oldu? Kıymetli büyüğümüz Prof. Mahmut Esad Coşan rahmetullahi aleyh, ne güzel ifade etmiş; “Refika-i hayat ne güzel bir tabir, ne kadar güzel bir terim; hayat yoldaşı, hayatta, hayat yolculuğunda insana refakat eden, can yoldaşı demek. Refikam demek, bu manaya geliyor yani.” Yetiştirdiğimiz kızlarımıza uygulamadığımız davranışları nasıl aktarabiliriz? Gelin hayvan hitaplarını bir tarafa bırakalım. Zira öküzün karısı da insan değildir. Hem eşimize hem kendimize hakaret etmeyelim. Gönül eşlerimize insan gibi seslenelim. Nagehan İpek - http://www.cocukaile.net/okuzun-karisi/ 21

KADINLARIN İKTİDAR KAZANÇLARI “Cinsiyetler arasındaki savaşın kazananı olamaz. Herkes düşmanla fazla haşır neşir.” (Henry Kissinger) KADINLARIN İKTİDAR KAZANÇLARI (“Huzur Bulalım Diye” kitabından) Kadınların iktidar kazançları: Bolca fıtık, kalp rahatsızlığı, baş ağrısı, kas ve sinir hastalığı… İktidar, kadın fıtratına asla uygun olmayan, kadının nazik omuzlarına ağır bir yüktür. Fakat kadınlar erkeğin karşısında mücadele etmeyi, kaliteli bir hareket zannedip; itaat etmeyi eziklik olarak algıladıkları için iktidara talip oluyorlar. Erkek ile mücadele etmeyi, hakkını aramak olarak görüp, güç savaşına bile isteye atlıyor kadınların çoğu. Zira kadınlar erkeğin onun hakkını yiyeceği ön yargısı ile yaşıyorlar. Sonuçta huzursuz, yorgun, gergin, kavgacı bir kadın ortaya çıkıyor. Oysa kocalarına yumuşaklıkla davransalar kocaları onların hakkını daha iyi korur. İktidar ile kadın çok şey kaybeder: Kadın, kadınlığını kaybeder: Otorite kadınlığın latif yönlerini yok eder; kadın, kötü bir erkek taklitçisi olur. “İyi bir erkek gibi” bile olamaz. Anneliğin şefkatli yönlerini kaybeder: Çocuklarına hem annelik hem babalık yapmaya uğraşırken çocuklarına yeterince sevgi ve şefkat veremez. Anne otoritesinde büyüyen çocuklar, anneden yeterince sevgi almadıklarını söylüyorlar. Kocasını kaybeder: Boşanma ile kaybetmemişse evin içinde her yönü ile kocasını kaybeder. Koca sorumsuz bir adam olur: Erkekler kendilerine ihtiyaç duyulduğu kadar harekete geçerler. Muktedir bir kadın erkekte “sana ihtiyacım var” hissi uyandırmaz. O zaman erkek, kadının; sevilme, ilgi görme, korunup kollanma gibi ihtiyaçlarını da görmezden gelir. Erkek muktedir olan kadının bunlara gerçekten ihtiyacı olduğuna da inanmaz. Evinde reis olmayan erkek, suçluluk psikolojisine girer ve karakter yapısına göre ya içine kapanır, karısı ile arasına görünmez bir duvar örer ve onu sevgiden mahrum eder ya da ince ince kadını sinir eder, böylece öç alır. Bazıları da evde misafir sanatçı gibi yaşar. Karısı istediğinde üzerine düşen bir görev olursa yapar, yoksa hiçbir şeye karışmaz, bir köşede yer, içer, yatar. Bu erkeklerin sonları genellikle depresyondur. Kocası ile muhabbeti kaybeder: Erkekler kırgınlık duyduklarında hiçbir şey yokmuş gibi davranabilirler. “Tatsızlık olup konu uzamasın” diye fakat karısıyla bir muhabbete girmek de istemezler. Zaten duygusal anlamda baskı altında olduklarında suskunlaşırlar. Erkekler pek göstermezler fakat aslında çabuk incinen cinsiyet onlardır. “Erkek acı çeker fakat kadının ruhu duymaz.” atasözünde ifade edildiği gibi. Erkekler kadınlar gibi 22

duygularını, incinmişliklerini pek dile getirmezler. Kadınlar rahat rahat ağlayıp sızlarlar, birbirlerini teselli ederler. Oysa erkekler zayıf görünmemek için incinmişliklerini kendi içlerinde yaşar, söylemezler. Cinsî hayatları biter: Kadın-erkek arasındaki cazibeyi sağlayan şey iki cinsin kendine has meziyetleridir. Kadın kadınlık vasıflarını kaybettiğinde -çok güzel bir kadın dahi olsa- kocası onu erkek gibi algılamaya başlar. Karısı cinsî olarak ona çekici gelmez olur. Kadın, iktidarı eline alarak, kocası ile yaşayacağı cinsî hayatın da sonunu getirir. Erkekler baskı altında kaldıklarında dokunmaktan kaçınırlar. Zira cinsellik erkek için sevgisini göstermenin bir yoludur. Karısına kırgınlık ve kızgınlık duyan erkek dokunarak onu sevmiş olmak istemez. Cinsî beraberlik yaşadıkları az zamanlarda da erkek karısına kırgınlıkla dokunduğu için kadın bu dokunuşlardan zevk alamaz. Karı-kocayı rahatlatması, kaynaştırması sükûna erdirmesi gereken cinsî beraberlik, iki taraf için de kırgınlıkların artmasına, aralarının daha da soğumasına sebep olur. İşin içinde bir de isteksizliğe sebep olan erkeğin “iktidar hormonu testosteron”un etkisi de var. Erkek oturma odasında iktidar sahibi değilse yatakta da iktidarını kaybediyor. Bu konu ile ilgili daha geniş bilgi “Cinsi İktidarsızlık” bölümünde. Koca mutsuz bir adam olur: Erkeklerin cinsiyet hormonu olan bilinen testosteronun az bilinen bir yönü de erkeğe neşe ve keyif vermesidir. Kadın erkeği baskı altında tuttuğunda erkeğin testosteronu düşer; keyifsiz ve neşesiz bir adam olur. Adamın evde bir tek varlığı kalır. O da çoğunlukla kadına sıkıntı verir. Sema Maraşlı 14 Haziran 2016 http://www.cocukaile.net/kadinlarin-iktidar-kazanclari/ 23

EVLİLİKLERE NE OLUYOR Son yıllarda evliliklerde geçimsizlikler ve boşanmalar artıyor, mal kavgalarına daha sık rastlanıyor. Bir yandan da evlenenlerin sayısında düşüş dikkati çekiyor. Kısacası Türk toplum yapısında artık “bizde aile kurumu sağlam” diyemiyoruz. Bu konuda çıkarılan yasalar evlilikleri kolaylaştırıyor mu yoksa boşanmaları mı ve geçimsizlikleri mi artıyor? Ünlü Avukat Ali Cahit Polat aşağıda ilk kısmını yayınladığımız metni bize göndermiş. Önemine binaen aynen alıntılıyoruz: BOŞANMA Evliliklerin azaldığını boşanmaların arttığını istatistik verileri teyit etmektedir. Boşanmanın telafisi imkânsız sonucu aile koruması ve disiplininden mahrum kalan çocuklardır. Dağılan aile ortamında çocuk; sağlık ve eğitimi başta olmak üzere sosyal gelişimini tamamlayamamaktadır. Suça ve suç örgütlerine katılma, uyuşturucuya bağımlılık ile her türlü istismara uğrama ihtimalini artırmaktadır. Kadınlar lehine yapılan yeni devrim yasaları boşanmayı kadınlar adına cazip hale getirmiştir. Anayasanın 10. maddesinde yapılan değişiklikle kadınlar lehine P0ZİTİF AYRIMCILIK ilkesi kabul edilmiştir. Böylece yasalarda yapılan düzenlemeler karşısında eşitlik ilkesine aykırılık iddiasında bulunma hakkı da ortadan kalkmaktadır. Medeni Kanun’da edinilmiş mallara ortaklık rejimi, maddi-manevi tazminat kararları, velayet, nafaka, aile konutu uygulaması ile 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına şiddetin önlenmesine dair kanun kapsamında erkeği/babayı evden (aileden) uzaklaştırma hakları boşanmayı kadınlara cazip hale getirmiştir. Yeni yasaların verdiği haklarla boşanma davası açan bir kadın; ayrı yaşama hakkını kazanırken eşini evden uzaklaştırarak (6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına şiddetin önlenmesine dair kanun kapsamında 2014 verilerine göre sadece İstanbul’da 54.000 baba/erkek hakkında evden uzaklaştırma kararı verilmiştir), tüm malların yarısını almakta, çocukların (isterse) velayetini de alarak, maddi ve manevi tazminat, nafaka kararları ile aile birliği içerisinde ulaşamadığı özgürlük ve zenginliğe kavuşmaktadır. Boşanma davalarında elde edilen sonuçlar yazılı/ sözlü medyada parlatılarak sunulduğundan cazibesi karşısında kadınlar potansiyel olarak boşanmaya meyilli olmakta, kocasına karşı tehdit unsuru olarak kullanmaktadırlar. Sonuçları halen tespit edilmemekle beraber dul/bekar zengin bir kadın sınıfı doğmaktadır. VELAYET Medeni Kanun’da “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer. 24

Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.” (m. 28) açıklanmaktadır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunun 3. maddesinde ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 6/b maddesinde 18 yaşını doldurmamış kişiyi çocuk olarak tanımlar. Boşanma davasının açılması ve karar ile birlikte çocuğun velayeti bedeni, fikri ve ahlaki gelişmesine engel olacağı yönünde ciddi ve inandırıcı deliller bulunmuyorsa, ana şefkatine muhtaç olan küçük çocuğun velayeti anneye verilir. Çocuğun velayetinin babaya verilmesi istisnadır. Ancak annenin çocuğun sağlığına zarar vermesi, çocuğa bakmaktan aciz olması, haysiyetsiz hayat sürmesi, sağlığının kötü durumda olması gibi sebepler halinde çocuğun velayeti anneden alınarak babaya verilebilir. Mahkeme annelik veya babalık duygularının tatmininden öte çocuğun menfaatini dikkate alarak velayeti belirler. Zira çocuğun menfaati ve geleceği bu duyguların tatmininden çok daha önemlidir.” Sefa Saygılı 25

EVLİLİKTE YAPICI TARTIŞMA Değerli okuyucular, sorunsuz evlilik olmaz, önemli olan ortaya çıkan sorunları karşılıklı iyi niyet ve saygı çerçevesinde, birbirimizi kırmadan, sağlıklı bir şekilde tartışarak çözebilmek.... Hiç tartışmayan bir çift için iki olasılıktan bahsedebiliriz; ya geçmiş süreçte tartışmış ve sorunlarını çözmüşlerdir. Yani bugüne dair ilişkilerini etkileyen ve etkileyecek problemlerde fikir birliğine varmışlardır. Ya da, tartışmamak adına problemlerin üzerini kapatıyorlardır, ki bu çok tehlikeli. Sorunları görmezden gelmek, tartışmamak adına üzerini kapatmak, bir gün büyük bir patlama yaşanacağına delalettir. Öncelikle tartışma ve kavgayı birbirinden doğru ayırmak gerek. Tartışmanın enerjisi kötü olsa bile, tartışmak son derece sağlıklıdır. İki insanın fikir ayrılığı yaşamaması, her daim aynı kararda olması ne mümkün. Zaman zaman kendimizle bile tartışıp, yaptığımız şeylerden ya da söylediklerimizden pişmanlık duymuyor muyuz? Ancak tartışma ve kavga etmenin ayırımını, doğru yapmak gerekir. Elbette fikir ayrılıkları olacak. Hatta bu fikir ayrılıkları tartışılırken, heyecanlanılacak, sinirlenilecek ve sonuçta çözüme ulaşmanın iç huzuru yaşanacak. Fakat tartışma kontrolden çıktığında, taraflar artık öfkesini kontrol edemez olduğunda ve incitici sözler filtresiz telaffuz edilmeye başlandığında, artık tartışmaktan bahsedemeyiz. Kavga başlamış demektir ve hiçbir mesele, böyle kontrolsüz bir ortamda çözüme ulaşamaz. Her sağlıklı ilişkinin temeli, doğru iletişimle başlar. Kavgadan kaçınmak ve doğru bir iletişimle sağlıklı tartışabilmek için, dikkat edilmesi ve ilişkide prensip kabul edilmesi gereken bazı kuralları benimsemek önemli; 1. aşama: Öncelikle sizi kızdıran, üzen konunun ne olduğu konusunda açık bir tanımlama yapın. 2. aşama: Eşinizle tartışma zamanınızı iyi saptayın. Eşlerden birisi karışık bir ruhsal durum içinde bulunabilir. Bazen yorgunluk ya da başka kişisel bir sorunla kafası meşgul olan eş, karşısındakini tam anlamıyla dinleyebilecek durumda olmayabilir. Bu nedenle tartışma zamanınızı belirlerken eşinize “Beni rahatsız eden önemli bir konu var, bana ayırabileceğin uygun bir zamanın var mı?” demelisiniz. 3. aşama: Sorununuzu karşı tarafa ifade edin. Bunu yaparken “Ben dilini” kullanın ve sizi rahatsız eden davranışın tanımını ve bu davranışın sizde uyandırdığı en belirgin duyguyu paylaşın. Örnek “Beni rahatsız eden şey, ben konuşurken, bana bakmamandır ve sen bunu yapınca sana kırıldığımı hissediyorum” gibi bir ifade tarzı kullanılmalı. 4. aşama: Eşinizin sizi anlayıp anlamadığını denetleyin. Bunu bir örnekle açıklamakta yarar var: Sizi işiten eşiniz, söylediğinizi şöyle tekrar edebilir: 26

- Ben konuşurken, bana bakmıyorsun, dikkatini vermiyorsun, bu davranışın beni rahatsız ediyor. - Sen konuşurken ben sana dikkatimi vermiyorum, bu durum seni üzüyor. Tekrar işleminden sonra, karşınızdaki sizin sorununu kendi anladığı biçimde yeniden söyleyecektir. Burada görüldüğü gibi yorum, suçlama yoktur. - Yani sen konuşurken, seninle göz teması bulmamam, sende beni dinlemiyor izlenimi uyandırıyor ve bu davranışımdan rahatsız oluyor, üzülüyorsun. 5. aşama: Eşinize, ondan ne istediğinizi ifade edin. Bunu yaparken bu isteğinizin, eşinizin yaşamında nasıl bir değişikliğe sebep olacağını da düşünün. Daha önce verilen örneğe devam edersek; - Ben konuşurken, benimle göz teması kurmanı ve dikkatini bana vermeni istiyorum. 6. aşama: Eşinize, isteğinizi yapıp yapamayacağını sorun. 7. aşama: Bu aşamada, her ikinizin kabul edebileceği ve rahatsız olmayacağı bir çözüm bulun. 8. aşama: Belli bir anlaşmaya varmışsanız, bu ortak kararınızı uyguladıktan sonra, ne hissettiğinizi paylaşmak için tekrar biraraya gelin. Tartışılan konunun bir noktasında gerilim arttığında, öfkenin mantığın üzerine çıktığı hissedildiğinde, konuşmaya mutlaka ara verilmeli. O noktada tartışmayı sürdürmek çözüme ulaşmayacağı gibi, muhtemelen kavgayla sonuçlanacaktır. Konuşmayı ertelemek, sakinleştikten sonra meseleyi daha dikkatli ve çözümcül bir dille tekrar ele almak, fayda getirecektir. Her ne kadar üzülseniz veya sinirlenseniz de, karşınızdaki kişinin rakibiniz değil, sevdiğiniz insan olduğunu aklınızdan çıkartmamalısınız. Şu anda kızgın olabilirsiniz ama o bir çok yönüyle beğendiğiniz ve sevdiğiniz insan... Eşinizle birbirinizi kırmadan sağlıklı şekilde tartışabilmeniz duasıyla Allah’a emanet olunuz. Psikoterapist Kıvanç Tığlı BULUT 27

TESETTÜRÜN ANLAMI Haber 7.com yazarı Meryem Aybike SİNAN Hanımefendi \"Kadınları Çıplaklığa Sevk Edenler Siz Erkeklersiniz\" diyor. Çok doğru söylüyor. Bediüzzaman hazretleri bu knuda \" Lemalar\" adlı eserinin \"TESETTÜR RİSALESİ \"bölümünde bunu çok önce yazmış ve hanımlara rehber haline getirmişti. Tesettürün hanımların kalesi olduğunu belirtiyordu. Ama maalesef muhteris, şehvetli erkekler kadınların açılması için ellerinden geleni yaptılar. Sözü çok uzatmadan Meryem Hanımın yazısını alıntılamak istiyorum. ********************** İç votkayı, şarabı; sokaklarda nâra at. Medeniyet sizlerle yükselmektedir kat kat(!) Çeşni ruha gıdadır, her gün bir yatakta yat… Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma bu devrin modasıdır! (Abdürrahim Karakoç) Yukarıdaki dizeleri Üstad Abdürrahim Karakoç upuzun yıllar önce yazmış. Belli ki Karakoç Ustanın da o demlerde Prof. Dr. Orhan Çeker Hoca gibi kaygıları varmış. Belli ki Türk toplumunda kadının kıyafeti üzerinde polemikler upuzun yıllardır yapılıyor ve upuzun yıllar da yapılmaya devam edecek! Kılık kıyafetin beri tarafı veya öteki tarafı sarıp sarmadığı meselesi nerede durduğunuza ve nereden olaya baktığınıza göre değişiyor bu ülkede, bu açık. Mesela bendeniz durduğum noktada gördüklerimi anlatayım size! Bir kere bu sözü edilen hatunlar kim? Kim olacak yakınımızdaki birileri işte… Benim kız kardeşim, arkadaşım, senin dayının kızı, onun kuzeni, ötekinin yeğeni, birilerinin komşusu, kimilerinin uzaktan veya yakından akrabası, Ahmet Amcanın torunu, Zekiye Teyzenin gelini veya Genel Müdür Mehmet Beyin göz zevkini tatmin etmesi için devlet tarafından bizzat emrine verilmiş sekreteri, kısa atlamalarla kısa devir yapmak isteyen, Patronun gözüne girmek isteyen elemanı, yakınındaki kız arkadaşını ekarte etmek isteyen ama bilgisiyle baş edemeyince kadının en büyük silahı dişiliğini kullanan kıskanç çalışanı, vs. Uzayıp gider. Her kendini açan kötü niyetli midir? Elbette hayır. Ancak istisnalar kaideyi bozmaz! Özellikle cinselliği çağrıştıran bir kılık kıyafet, saç baş, buz gibi havada mininin altına incecik tül çoraplar giyip ayaza çıkmayı kimse bana masum diye gösteremez! Sokaklarda böyle kadınları görünce mantoma biraz daha sarılıyor hatta gidip “yahu üşümüyor musunuz” diye sorasım geliyor ne yalan söyleyeyim! Yani bu ülkede de dünyada da dişiliğini kullanarak kendini ifade etmeye çalışan kadınlar var! Kimse boşuna nefes tüketmesin. Yani bir yere kadar Orhan Hocaya katılıyorum. Hocaya göre kadın böyle giyinince erkek tahrik oluyormuş. Zaten bu tip kadınların da istediği de tam olarak bu! Ama tecavüz,taciz başka, bambaşka hastalıklı ruh halleriyle ilintili bir durum, müsebbibi sadece açıklık, dekolte olamaz! Öyle olsaydı yirmi yaşındaki sapık delikanlı seksen yaşındaki nineye tecavüz eder miydi? Dekolte giyim meselesinde sadece kadın mı suçludur? 28

Bu dekolteyi kim veya kimler için giyiyor bu kadınlar? Tabii ki siz erkekler için. Sekreter seçiminde bile en genç ve en güzel olanı alıp kapının önüne oturtmuyor musunuz? Çevrenizde orası burası gözüken kadınlar olmasından hoşlanmıyor musunuz? Hoşlanıyorsunuz hiç inkar etmeyin! Kadını erkeklerin kölesi yapan akla ve zihniyete bakmalı önce... Kadın güzelse, gençse, dişiyse, bir parça şuhsa, edepsizse öncelikli işe kabul eden aklı, zihniyeti ve anlayışı ahlakın, merhametin ve dahi vicdanın süzgecinden geçirmeli! Bir kere ortada bir arz talep meselesi vardır. Ekranlarımıza bir bakınız Allah aşkına. Yirmi yıllık bir kadın ana haber bülteni spikeri gösterin. Çabuk! Gösteremezseniz! Ama yaşı çoktan yetmişleri bulmuş yığınla erkek spiker var. Neden? Yaşlı kadın haber sunamaz mı? Bırakın yaşlı kadını, yaşı otuz beşi deviren kadınları bile ekrandan alıyorlar! Bunun örneklerini herkes biliyor. Kadın edepliyse, kadın edep ve irfanını öncelikli kimliği yapmışsa onu nerelerden sürdü,itti ve yalnız bıraktı bu zihniyet, ona bakmalı bir de! Kadın soyundukça, etrafına şuh nazarlar fırlatarak, kırıta kırıta, sırıta sırıta kendine yer ediniyorsa bunun suçu kimde Hocam? Bu şımarık kadınları baş tacı yapan kimler? Siz erkekler değil misiniz? İşte bu çıplaklığı, soyundukça başaran, başardıkça soyunan kadın tipolojisini siz erkekler yarattınız! Başı kapalı kadınları, dininde diyanetindeki tesettürlü kızları bile dandik tesettüre meylettiren sizlersiniz! Yani erkeklerdir, sizin hemcinslerinizdir. Aşkı, sevgiyi, dışta arayan, ruh güzelliğini, erdemi, vefayı yok sayan, fazileti es geçen, bütün kalbinizi dış güzelliğe tahvil eden, ete sevdalı siz erkeklersiniz! Her gün biraz daha beli aşağı çekilen pantolonları, biraz daha daralan ceketleri, göğüs dekoltesini ortaya saçan kıyafetleri üreten o sözde İslamcı tekstilcinin hiç mi suçu yok? İş yerine güzel ve alımlı kızları alarak onlara açılıp saçılmalarını öğütleyen iş yeri sahipleri kadın olmasa gerek! Hele para babaları bankacıların çalıştırdıkları kadınlara verdikleri paraları yine üstlerine başlarına harcatarak güzel ve bakımlı kadın imajı üzerinde müşteri çekmeye çalışmalarını bana birileri nasıl izah eder acaba? Kadın niye güzel görünmek zorunda? Gazetesine ya da televizyonuna fikri hiçbir tarafını temsil etmeyen, entelektüel anlamda hiçbir birikimi olmayan mini etekli kızları dolduran İslamcı gazete patronuna da soracaksın bu çıplaklığı niye tercih ettiğini, belki sana anlatır. Kimbilir? Çünkü ben anlamış değilim!!! Bir de lafta İslamcı, ama icraatta en değme laikleri bile gölgede bırakan kadın delisi İslamcı çapkınlara soracaksın bunu! Sonra, en sonra bir suç bulursan orta yerde kalan, o zaman dönüp kadını suçlayacaksın! Sözün özü kadını çıplaklığa teşvik eden siz erkeklersiniz! Dolasıyla günahın büyüğü sizin be Hocam! Amma ve lakin; sözü Karakoç Üstad ile bitirmek lazım: Hayır, kızım inanma! Bunlar hep istihzadır. Namus, insanlar için en mukaddes meyvadır. Gençlikte hissiyatın belki seni aldatır. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Haddinden çok açılmak soysuzun modasıdır! Meryem Aybike Sinan/ Haber 7 [email protected] 29

KUR’AN AİLEYİ KORUYOR (Nur Suresi 30-31) Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır. (Nur/30) Aile yalnızca insanların içinde doğup büyüdükleri bir mekân olmayıp aynı zamanda önemli bir sosyal birim ve eğitim ocağı olduğu için İslâm ona çok önem vermiş, korunup gelişmesi, vazifesini hakkıyla yerine getirmesi için birçok tavsiyede bulunmuş, kurallar koymuştur. Ailenin korunabilmesi için vazgeçilmez şart eşlerin gözlerinin dışarıda olmaması, karşılıklı sadakat, güven ve iffettir. İnsanoğlunun en güçlü güdülerinden ve duygularından biri, İslâmî kaynaklarda şehvet diye ifade edilen kavram kapsamına giren cinsel güç ve arzudur. Bu arzunun meşrû yoldan yani evlilik birliği içinde tatmin edilmesine izin verilmiş, meşrû olmayan yollardan tatmin ise ayıp ve günah sayılarak yasaklanmıştır. Cinsel hayat yalnızca cinsel ilişki değildir; cinsel ilişki dışında kalan “şehvetle bakma, koklama, dokunma, düşünme ve hayal etme” gibi davranış ve ilişki çeşitlerinin, cinselliği kışkırtan etkileri vardır. Aileyi korumak için iffet ve sadakati öngören Kur’an, bunları sağlamak ve korumak için yalnızca zinayı değil, insanı zinaya götüren adımları da yasaklamıştır. Sûrenin buraya kadar geçen âyetlerinde zikredilen zina ve iffete iftira cezası, lânetleşme tedbiri, namusla ilgili konularda dedikodu yapmanın, ahlâksızlığa karşı umursamazlık kazandıracak davranışların kınanması, başkalarının evlerine izinsiz girip çıkmanın yasaklanması hep iffetin ve ailenin korunmasına yönelik tedbirlerdir. Bu cümleden olarak 30 ve 31. âyetlerde de cinsel arzuyu uyandıran ve kamçılayan ısrarla veya şehvetle bakma, bedenin cinsiyet duygularını tahrik eden kısımlarını açıkta bırakma, sergileme gibi davranışlar ele alınmakta ve bu konulara dair sınırlamalara yer verilmektedir. Buradaki emir ve yasakların “tavsiye niteliğinde mi, yoksa kesin ve bağlayıcı mı?” olduğu sorusuna cevap aranırken göz önünde tutulması gereken önemli husus, zina ile yasaklanan davranış arasındaki sebep-sonuç veya etkileşim ilişkisidir. “Gözlerini haramdan sakınsınlar” şeklinde çevrilen kısmın tercümeye tam olarak yansıtılması mümkün bulunmayan, aslında “mutlak veya genel olarak bakmayı değil, insanı harama götürebilecek bakışları” meneden bir mâna, bir nüans vardır. Nitekim sevgili Peygamberimiz Hz. Ali’ye hitaben, “Bir baktığında arkadan bir daha bakma, birinci bakış hoş görülür ama ikinci bakışa hakkın yoktur” (Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 43) buyurarak bu mânaya açıklık getirmiştir. “İffetlerini korusunlar” cümlesindeki iffet kelimesinin âyetteki karşılığı “ferc”dir. Ferc kelimesi hakikat olarak cinsel organlar, mecaz olarak da iffet ve namus demektir. Zemahşerî’nin benimseyerek bazı tefsircilerden naklettiğine göre, “Kur’an’da fercin korunması istendiğinde bundan maksat zinadan korunmasıdır, sadece bu âyette maksat nâmahrem kişilerin bakışlarından korunmak ve bunun için mahrem yerleri örtmektir. Tabiatıyla gözden koruma emri, evleviyetle bunları zinadan korumayı da içermektedir” (III, 180). Uygulama ve yorumlara dayalı açıklamalara göre erkeklerin gözlerden korumaları gereken organları (fercleri) yalnızca cinsel organları değil, bunlarla birlikte diğer avret yerleridir, yani göbekleriyle diz kapakları arasında kalan bölgedir. Sınırlarda ictihad farklılıkları vardır: Göbeği ve diz kapaklarını (baldırlar dahil) avret saymayan müctehidler de bulunmaktadır. Ebû Hanîfe’ye göre göbek değil de dizler avrettir. İmam Mâlik gibi 30

erkeklerin baldırlarını kapatılması gereken yer (avret) saymayan müctehidler, Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadırlar (“Salât”, 12). Bu sınırlar erkekler arasında riayet edilmesi gereken sınırlardır. Erkeğin yabancı (nikâh düşen) kadından sakınması gereken yerleri farklıdır. Burada yasak sınırı, normal şartlarda karşı tarafı tahrik edebilecek, ona karşı cinsel cazibeyi arttıracak takılar, kokular, vücut teşhiri gibi nesneler ve davranışları da içine almaktadır (Râzî, XXIII, 205). Zina fiili iki taraflı olduğundan, korunmak ve kaçınmak için gayret göstermek, tedbir almak da iki taraflı olmak durumundadır. Bu sebeple âyetlerde önce erkeklere, sonra da kadınlara ayrı ayrı hitap edilmiş, böylece her bir cinsin korunmak için üzerine düşeni yapması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 68-70 Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz! ( Nur-31) Kadınların da iffetlerini korumaları, bunun için avret yerlerini örtmeleri ve zina etmemeleri emredildikten sonra ek olarak onlara, istisna edilen kimselerden başkasına ziynetlerini göstermemeleri ve başörtülerini yakaları üzerinden bağlamaları yükümlülüğü getirilmiştir. Bu hükmün iyi anlaşılabilmesi için dört hususun açılması gerekmektedir: Süs, açıkta kalan süs, başörtüsünün yaka üzerinden bağlanması ve istisnalar. Ziynet kelimesi Kur’an’da “elbise, takı, hoşa giden, güzel bulunan nesneler, insanı maddî veya mânevî olarak güzelleştiren şeyler” mânasında kullanılmıştır. Burada kadınların göstermemeleri, örtmeleri istenen ziynetin elbise olması mümkün değildir; çünkü örtünme onunla yapılacaktır. Bazı tefsirciler böyle yorumlamış olsalar bile takılarının kastedilmiş olması da mümkün değildir; çünkü burada kadının üzerinde olmayan takısının söz konusu edilemeyeceği açıktır. Geriye kalan ihtimal onun vücududur. Bu mânanın kastedilmiş olmasının maddî / aklî delili genellikle kadın vücudunun güzel ve çekici bulunmasıdır. Naklî delili ise “Ziynetlerini göstermesinler” cümlesinin hemen ardından “Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” buyurulmasıdır. Buradaki mantık bağından zorunlu olarak, kadın vücudunun (nassa göre boyun, gerdan ve göğsü) ziynet, yani süs ve avret olduğu sonucu çıkmaktadır. Kur’an kadının vücuduna ziynet diyerek örtülmesini emrettiğine göre, eğer âyette istisnalar gelmeseydi vücudun tamamının herkese karşı örtülmesi gerekecekti. İstisnalar iki ruhsat ve imkân getirmektedir: 1. Dışarıda kalan yerler örtülmeyecektir. 2. Örtünün içinde kalan kısımlar da bazı kimselerin yanında açılabilecektir. “Dışarıda kalan ziynet”in neyi ifade ettiğini belirleyebilmek için tefsirciler nakil (hadis) ve akıl (örf, âdet ve ihtiyaç) delillerine başvurmuşlardır. Rivayet edilen hadisler içinde konumuz bakımından en belirleyici olanı, Hz. Peygamber’in, içini gösteren ince bir elbise giymiş olan baldızı Esmâ’ya hitaben, “Esmâ, bir kız ergenlik çağına gelince onun –ellerini ve 31

yüzünü göstererek– şuralarından başka yerlerinin görülmesi câiz değildir” buyurmasıdır (Ebû Dâvûd, “Libâs”, 31). Ancak bu hadis sened ve metin bakımlarından tenkit edilmiş, sağlam bulunmamıştır (Azîmâbâdî, XI, 162). Bir başka hadis Buhârî’nin, başörtüsüyle ilgili âyeti tefsir ederken rivayet ettiği ve meâli aşağıda gelecek olan hadistir. Bunun râvileri sağlam olmakla beraber “dışarıda kalan yerler” konusunda belirleyici bir yanı yoktur. Bize göre de sağlam olan yol örfe, uygulamaya, ihtiyaca ve amaca birlikte bakılarak istisnanın tanımlanmasıdır. Râzî bu konuda Kaffâl’den şunları nakletmektedir: “Açıkta ve dışarıda kalan demek, insanın yaşayan yaygın âdete göre örtmediği, örtünün dışında bıraktığı yerler demektir; bu da kadınlarda yüz ve eller, erkeklerde ise yüz, kollar, ayaklar gibi organlardır. Buna göre insanlar, açılmasına ihtiyaç ve zorunluluk bulunmayan yerlerini örtme emrini almışlardır, açılması âdet haline gelmiş ve bunda zorunluluk bulunan yerlerini açmalarına da izin verilmiştir. Çünkü İslâm’ın yüklediği ödevler insan tabiatına uygundur, kolaydır ve müsamahalıdır” (XXIII, 205). Muhammed Esed, Kaffâl’in sözlerini, “açılması için ihtiyaç ve zaruret bulunan” kısmını atlayarak, “kişinin hâkim örfe uyarak açık tutabileceği” şeklinde naklettikten sonra şöyle bir yorum getirmektedir: “... kullanılan ifadedeki kasdî belirsizlik (yahut çok anlamlılık) bu hususta, insanın ahlâkî ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir... Mesajın özü onların (erkek ve kadın) haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffetlerini korumaları noktasında düğümlenmektedir; kişinin yaşadığı çağda, Kur’an’ın toplumsal ahlâk konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutarak, dış görünüşünde, giyim kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sınırlarını da bu ölçü belirlemektedir” (II, 713). Bize göre Kaffâl’in ifadesinden böyle bir yoruma ulaşılamaz. Esed’in kendi düşüncesi olarak kabul etmemiz gereken yoruma da katılmamız mümkün değildir; çünkü hâkim örfün İslâmî değer ve sınırlardan bağımsız olarak oluşması ve değişmesi mümkündür. İffeti koruma ilkesi, bu şekilde oluşan bir örfe (daha doğrusu âdete, modaya) karşı tavır almayı, direnmeyi gerektirebilir. Bugün birçok ülkede ve toplumda ahlâk, estetik anlayışa tâbi olmuştur, sanat için soyunmak ahlâka aykırı sayılmamaktadır. Başkalarının soyunması müslümanların da biraz açılmalarını gerektirmez. Çoğulcu bir toplum yapısında kendi değerlerini yaşamak durumunda olan müslümanlar, iffetlerini korumak için modanın değil, ihtiyacın gerektirdiğinden ve bu sebeple topluluğun âdet haline getirdiğinden daha fazla açılmazlar. Çünkü karşı cinse ilgi duymak ve bu duygunun görme, dokunma, baş başa kalma gibi durumlarda daha etkili hale gelmesi insan tabiatının gereğidir; bunun değişmesi ise fıtratın bozulması demektir. Kaffâl’in yorumuna göre ziyneti örtü dışında bırakmanın, birbirine bağlı iki sebebi vardır: a) Buna ihtiyaç bulunmaktadır, b) Bu ihtiyaç sebebiyle örtülmemesi âdet haline gelmiştir. İleride örneklerini göreceğimiz başka açma izinlerinde de eski fıkıhçılar hep bu “ihtiyaç” sebebine atıfta bulunmuşlardır. Örtünme emrinin gerekçesi olan “iffeti koruma” ilkesini de devreye soktuğumuzda şöyle bir genel (âdet ve modanın değişmesine bağlı olarak zaman içinde değişmeyen) kural ortaya çıkmaktadır: “Erkek ve kadın, karşı tarafa cinsel cazibesi olan yerlerini göstermemelidir; iffeti korumak için bu tedbir gereklidir. Cazibeli olmasına rağmen açılabilecek yerler, buna ihtiyaç bulunduğu için açılması âdet haline gelmiş bulunan yerlerdir.” Bu anlayışımızın Kur’an’dan delili, İslâm öncesinde kadınların “baş, boyun, gerdan ve kısmen göğüsü” açık bırakmaları âdet olduğu halde bu yerlerin kapatılmasının emredilmiş bulunmasıdır; yani hâkim örf, iffeti korumak bakımından uygun bulunmamış ve değiştirilmiştir. 32

“İhtiyaç sebebiyle açıkta kalan, örtme mecburiyeti bulunmayan yerler” belirlenirken yüz ve ellerde ittifaka yakın bir ortak yorum oluşmuştur. İhtiyacın takdirinde ise farklı görüşler vardır (bk. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, XII, 372; İbnü’l-Hümâm, I, 181, 183; VIII, 97; İbn Âbidîn, I, 297, 298; Azîmâbâdi, XI, 152, 177). Câriyelerin nerelerini örtü dışında bırakacakları konusunda bir nas (âyet, hadis) yoktur. Tefsirciler ve fıkıhçılar, sahâbe uygulaması, o dönemin sosyolojik gerçekleri vb. faktörleri dikkate alarak değişik belirlemeler yapmışlardır (bk. İbnü’l-Hümâm, VIII, 107). “Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” emri, bir Câhiliye âdetini değiştirmekte, kadınların uygun bir örtüyle başlarını, boyun ve göğüslerini örtmelerini gerekli kılmaktadır. Bu emirden önce kadınların çoğu, eski âdetlerine uyarak başlarına aldıkları örtünün uçlarını omuzlarının arkasına atarlar ve ön tarafı açık bırakırlardı. Hz. Âişe’nin anlattığına göre bu âyet tebliğ edildiğinde camide bulunan kadınlar hemen alt giysilerinden (izar) birer parça yırtarak bunu başörtüsü yapmışlar ve istenen yerleri kapatmışlardı (Buhârî, “Tefsîr”, 24/12; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 30-32). Bundan sonra, “kocaları, babaları... dışında...” denilerek yabancılara gösterilmesi câiz olmayan süsleri görmelerinde sakınca bulunmayan hızsım akrabanın (bu mânada istisna edilenlerin) açıklanmasına geçilmiştir: a) Karı koca arasında şehvetli şehvetsiz bakma, görme ve dokunma bakımından bir sınır yoktur. Koca dışında kalan ve kadına hayat boyu evlenmesi haram olan erkek akraba, bakma ve dokunma bakımından koca ile yabancılar arasında üçüncü bir konumda bulunmaktadır. Bunların cinsel organlara bakmalarının câiz olmadığında ittifak vardır. Göbek diz arası bölge dışında kalan yerler konusunda ise fıkıhçılar tarafından uygulama, ihtiyaç, ziynet ve şehvet ihtimali (iffeti koruma amacı) farklı değerlendirildiği için farklı sınırlamalar yapılmıştır. b) “... kadınları” ifadesi iki şekilde anlaşılmıştır: 1. Bundan maksat müslüman kadınlar demektir, müslüman olmayan kadınlar yabancı erkek gibidirler. Bu görüş Hanefî mezhebinde de tercih edilen görüştür. 2. Burada “kadınları” ifadesi sözün gelişi ve uyumu bakımından böyledir, maksat “kadınlar” demektir, mümin kadının, diğer kadınlara açılma sınırı bakımından kadınlar arasında, dine dayalı bir fark yoktur. Bizim de katıldığımız bu görüşü tercih edenler arasında Gazzâlî, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî gibi âlimler vardır (Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1372; İbn Âşûr, XVIII, 211). c) “Cinsel arzusu bulunmayan erkekler” şeklinde tercüme edilen kısmın âyette iki belirleyici niteliği bulunmaktadır: Cinsel arzuyla (irbe) alışverişi olmamak ve ev ile, aile ile yoğun bir ilişki içinde bulunmak (tâbi). Tefsirlerde bu âyet açıklanırken iktidarsızlar, erkeklik veya kadınlıkları belli (yani belirgin, işlevli) olmayanlar, şehvetten kesilmiş yaşlılar, aileye her gün uğrayıp karnını doyuran yoksullar, evin bazı işlerini gören hizmetçiler örnek olarak zikredilmiştir. Bunlara karşı ev hanımının –yabancılara olduğu gibi– kapanmasında güçlük bulunduğu için Allah Teâlâ bir kolaylık lutfetmiş olmaktadır. Câhiliye devrinde kadınlar ayak bileklerine halhal gibi ziynetler takarlar, sokakta yürürken ses çıkarsın da dikkat çeksin diye ayaklarını yere vururlardı. Bunun menedilmesi, örtünmenin amacı bakımından çok önemli ve anlamlıdır; çünkü meselenin özü karşı tarafın dikkatini cinselliğe çekmemektir. Bir kadın örtündüğü halde sesi, kokusu, tavrı vb. ile kasıtlı olarak karşı cinsin dikkatini üzerine çekmeye yönelirse o, hadiste geçen “örtülü çıplak”lardan olur. 33

30 ve 31. âyetlerde geçen buyrukların bağlayıcı olup olmadığı, burada söylenenlerin bir tavsiye mi, yoksa emir mi, dolayısıyla ilâhî tâlimata göre kapanmanın farz mı, edep mi olduğu konusu son zamanlarda bazı çevrelerce tartışmaya açılmıştır. Yalnızca âyetlerde kullanılan emir kipi değil, açıklanan gerekçe, verilen detay ve 31. âyetin “Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin...” uyarısıyla bitirilmesi, asırlar boyu ittifakla benimsenmiş bulunan yorumun; yani emrin bağlayıcı, örtünmenin farz olduğu anlayışının isabetli olduğunu açıkça göstermektedir. Dinî emirlerin uygulanması için yükümlülük şartlarının gerçekleşmesi ve engellerin bulunmaması gerekir. Bu sebeple zorunlu hallerde ruhsatlar devreye girebilir, ancak genel hüküm değişmez, engel ve zaruret ortadan kalkınca uygulama da normale döner. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 70-75 Ey Âdem oğulları! Size hem edep yerlerinizi örtecek bir elbise, hem de giyinip süsleneceğiniz bir elbise indirdik. Takvâ elbisesine gelince, en güzel ve en hayırlı elbise işte odur. Bunlar, insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye Allah’ın indirdiği âyetlerdendir.(A’raf- 26) Âyet-i kerîme bütün insanlara hitap ederek, insanoğluna elbise nimetinin ihsan edilme sebep ve hikmetini açıklamaktadır. Bunlar; avret yerlerini örtmek, giyinip süslenmek ve giyinmeyi takvâ yani hem bedeni hem de ruhu korumak niyetiyle yapmaktır. Gerçekten de “takvâ elbisesi” yani takvâ hissiyâtı, utanma duygusu ve Allah korkusuyla giyilen ve Allah’ın izniyle maddî manevî her türlü ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan “korunma elbisesi”, mutlak mânada iyilik ve faydadan ibarettir. Elbise nimetinden istifade, ancak bununla mümkün olabilecektir. Ayrıca elbisenin var edilmesi, Allah Teâlâ’nın insanlığa olan ikram ve ihsanını, yardım ve rahmetini gösteren delil ve alametlerdendir. İnsanların bunun sebep ve hikmetlerini inceden inceye düşünmeleri, Allah’ın nimetlerinin kıymetini bilip çirkinliklerden sakınmaları beklenir. Diğer yönden “takvâ elbisesi” ifadesine “iman, sâlih amel, iffet ve haya” gibi mecazi bir mâna vermek de mümkündür. Buna göre giyilen maddi elbise bedenimizi örttüğü, koruduğu ve süslediği gibi, takvâ da ruhumuzu kötü duygu ve düşüncelerden korur ve onu süsler. Bu mecazi mânadan hareketle âyet-i kerîmeden şu incelikleri anlamak da mümkündür: İnsanın her bir azasından sadır olabilecek kötülükleri, hem dıştan hem de içten örten birer elbise vardır. “Şeriat elbisesi”, koyduğu hükümlerle açıktan açığa meydana gelebilecek kötü fiillerin çirkinliklerini örter. “Tarîkat elbisesi”, belirlediği adâp ve erkanla nefsânî ve hayvânî kötü sıfatların çirkinliğini örtmeye çalışır. “Takvâ elbisesi” ise kalbin, ruhun, sırrın ve hafînin elbisesidir. Kalbin takvâ elbisesi, doğruluk ve samimiyetle Mevlâ’yı talep etmektir. Bu, kişinin dünyaya tamah etmesini önler. Ruhun takvâ elbisesi, Hak Teâlâ’yı gönülden sevmektir. Bununla Hak’tan başkasına bağlanmanın çirkinlikleri gizlenir. Sırrın takvâ elbisesi, Allah’a ulaşma yollarını görüp anlamaktır. Onunla Allah’tan başkalarını görme çirkinliği örtülür. Hafînin takvâ elbisesi ise Hakk’ın zatı ile bâkî 34

olmaktır. Bu da, yaratılmış olmanın getirdiği bir takım çirkinlikleri örter. (Bursevî, Ruhu’l- Beyân, III, 191-192) Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur. (İsra-32) Âyette “Zina etmeyin” denilmeyip “Zinaya yaklaşmayın” denilmesi, zinaya götürme tehlikesi bulunan tutum ve davranışlardan da uzak durmayı ifade eder. Burada zina yasağının ardından “Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur” denilmesi, zinanın insanın temiz fıtratına ve akl-ı selime aykırı olduğuna işaret etmektedir. Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 480 35

DİNİ KADINLARLA BOZMAK Bozuk derin düzenciler İslam'ı sinsice mihraptan yıkmayı planlamışlardı. Bu maksatla reformcu, dinde yenilikçi, dinde değişimci, mezhepsiz, telfik-i mezahibçi, Fazlurrahmancı (Tâtiliye mezhebi), Sünnet inkarcısı, Afganîci, BOP'çu, ılımlı İslamcı, üç ibrahimî dinci İslamcılar ve ilahiyatçılar yetiştirdiler. Bunlar hayli tahribat yaptı, nice Müslümanın ayağını kaydırdı ama güçleri yeni bir İslam çıkartmaya yetmedi. Derin düzenciler, münzel (Allah katından indirilmiş) ilahî İslam'ın yerine, uydurulmuş bir hümanizma ve ideoloji İslam'ı çıkartmak için devreye kadınları soktular. D.İ. Başkanlığında resmen hizmet veren öyle kadın ilahiyatçılar gördük ki, Buharî'de geçen bir hadîs için \"Peygamber'e söyletmişler\" diyecek kadar ileriye gitti. Neymiş efendim, bu hadîs feminizme uygun değilmiş. Esasları ve hükümleri Allah tarafından konulmuş, ayrıntıları Resulullah (Salat ve selâm olsun ona) belirtilmiş Yüce İslam dininin yanında Feminizm gibi sapık bir ideolojinin sözü mü olur? 28 Şubat post-modern darbesinden sonra Diyanet İşleri Başkanlığı'na birtakım Ergenekoncular sokuldu. Başkanlığın yan kuruluşu olan Diyanet Vakfında da birtakım Ergenekoncular kadrolaştırıldı. Rivayete göre bunların içinde ateist olanları bile varmış. 28 Şubat baskısı azalınca birtakım tasfiyeler yapıldı, bazı Ergenekoncu kadınlar tasfiye edildi. Bunun üzerine bütün çağdaş çevreler feryadı bastı. Diyanet İşleri Başkanlığına son yıllarda 13 bin Kur'an kursu hocası, vâize, müftü yardımcısı kadın personel alınmıştır. Bunların hepsini suçlamak gibi bir aşırılık aklımın köşesinden geçmez ama bunlar içinde bozuk itikatlı, Feminist, reformcu olanlar mutlaka tasfiye edilmelidir. Buharî'de geçen bir hadîs için \"Peygambere söyletmişler\" diyen kadın bir müftü yardımcısı için Başkanlık tahkikat yapmış mıdır? Büyük bir vilayetimizde Müftülük dairesi genç vaizelerden ve kadın Kur'ân hocalarından bir musikî heyeti kurarak erkeklere ilahî konserleri verdirtti. Genç kadınların namahrem erkeklere konser vermesini İslam fıkhı, İslam Şeriatı, İslam ahlakı kabul etmez. Böyle bir şey kadınların haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine de asla aykırı değildir. Diyanet İşleri Başkanı da olsa, büyük vilayet müftüsü de olsa, ünlü İlahiyat profesörü de olsa hiç kimsenin Kur'anın ve Sünnetin, fıkhın ve Şeriatın kesin hükümlerini zorlamaya, sınırları aşmaya hakkı yoktur. Kadından erkeklere imam olmaz diyorsa Şeriat, bunun aksine hiçbir ictihad ve fetva kabul edilemez. 36

Kadınlar camilerde erkeklerden ayrı olarak, kendilerine ayrılmış yerlerde namaz kılarlar diyorsa Şeriat ona da itiraz edilmez. Çünkü doğru olan hüküm odur. Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, fıkha, Şeriata, İslam ahlakının ilkelerine bağlı olan sahih itikatlı hanım vazifelileri tenzih ederek söylüyorum: Diyanet kadrosundaki Feminist, reformcu, dinde yenilik ve değişiklik taraftarı, mezhepsiz, telfik-i mezahibçi, Fazlurrahmancı, BOP'çu elemanlar tasfiye edilmelidir. \"Sen bunların ekmeği ile mi oynuyorsun?..\" Hayır, ben dinimi korumak istiyorum. O hanımlara devletin başka dairelerinde vazifeler verilebilir. Bu zihniyete sahip olanların Diyanet'te yeri yoktur. Diyanet'te vazife görecek ve Buharî'de geçen bir hadîs için \"Peygambere söyletmişler\" diyecek... Böyle bir şey hizmet değil, hezimettir. Diyanet'te hizmet görecek hanımlar Fatimatüzzehra, Ümmülmü'minîn Hazret-i Aişe, Hazret-i Râbiatüladeviyye meşrebinde olmalıdır. Mehmet Şevket EYGİ-MİLLİ GAZETE 37

AİLE BAĞLARI Bir hoca efendi'nin evini terk eden hanımını ikna için yazdığı mektup; Cevriyem... Sebeb-i Med'den hemzem, neden muttasıl iken munfasıl olduk? Arızaya bağlama ne olur.. lazım-i sükun ol, evine dön. Söz, bir daha ğunne yapar gibi kafanı ütülemiyeceğim! kelimelerimi seçerken özellikle muhaffef olanları tercih edeceğim… Sen konuşurken hep dinleyeceğim… Arız-i olur durur isen kaç vecih olur isen ol kabulümsün… İşmamına kurban olduğum, yalvartma gayrı… mahrecim sıfatım kalmadı.. avam kıraatı gibi dağıldım... sekte sonrası nefesi kesilen, acemi imama döndüm.. Gel, dön evine eskisi gibi iklab olalım.. Daha olmadı kendine uydur, te'ye uğramış dal gibi mütecaniseyn et beni... İsteklerim olur ise nacizane i'male yapmadan kısa yollu kasr edecem... sana karşı makabli kesreli ra gibi ince olacam… Ne olur sende birşeyler söyle.. Huruf-i mukattaa gibisin, anlamıyom seni... biraz muhkem ol, canımı yee... söylediklerimi tahaddi olarak algılama... beni dirayet tefsiri gibi, kafana göre yorumlama... söylediklerimin siyakına-sibakına da bak… hatta sebeb-i nüzulune de bak... her dediğime inanasın diye illa mekki sure gibi yemin mi edeyim... her konuda zahirime bakma benim... müteşabih yönlerimi hep menfii yorumlama.. anlayasın diye tertil üzere konuşuyorum... sende derdini böyle anlat... kelam-ı hadr'ın kulak kepçemden geri dönüyor… Koyduğun kurallar kalıcı olsun… bir gün kural koyuyorsun, ertesi gün nesh ediyorsun.. her yaptığını, her söylediğini tefsir etmek için sülalenden en az 10 kişinin rivayetine başvuruyorum.. Sana yalvardığım kadar kıraatimi düzeltmeye uğraşsaydım, Ahmet Hoca'dan Yasin'i geçerdim... Geleceksen gel gelmeyeceksen diğer 3 hakkımı kullanıp talak-ı selaseyi kafana geçireceğim... GÖNDEREN : Selam -İslam Grubu 38

GENÇLERE TAVSİYELER Vasıflı insan vasıflı Müslüman olmak isteyen idealist, azimli, sabırlı, (iyi manada) hırslı gence: İyi bir mürekkepli dolmakalem edin ve çok güzel el yazısına sahip olmak için çalışmalara başla. (İnternette kaligrafi, güzel yazı siteleri var…) En büyük düşmanının nefs-i emmâren olduğunu iyi bil ve onunla büyük cihad yap. İtikadını tashih et. Ya Mâturidî, ya Eş’arî ol, üçüncüsü olma. Bütün dinî konularda Fırka-i Nâciye Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanı ol; bid’atçi, reformcu, dinde yenilikçi, değişimci, light ve ılımlı İslamcı, şucu bucu ocu mucu olma. Dinî konularda cahilce tartışma, böyle seviyesiz tartışmalar yapılıyorsa, oradan ayrıl. Özet de olsa ilmihalini doğru öğren. Akranına imamlık yapacak kadar itikad, fıkıh, kıraat bilgisi edin. Takkesiz namaz kılma, başında mutlaka İslami bir serpuş bulunsun. Cebimde takkeye yer yok şeytanî bahanesini bırak, akrep cep telefonuna nasıl yer buluyorsan, takkeye de bul. Edebiyat ve lisan dersleri al, yazılı zengin Türkçeyi öğren; Fuzulî divanını, manasını anlayacak ve bu kıraatten haz ve zevk alacak derecede okumaya çalış. Branşın ne olursa olsun, mükemmel Osmanlıca öğren. Nasibin varsa icazetli gerçek bir şeyhe, kamil bir mürşide bağlan. Aman aman aman, sakın sahte bir şeyhe bağlanma, dininden imanından olursun. Başta dinî konular olmak üzere hiçbir konuda holiganlık, militanlık yapma, fanatizm sergileme. Tarikata girersen şeyhini uçurma. Muhib ile derviş arasındaki farkı bil. Lisan afetlerinden korun; yalan söyleme, gıybet ve iftira etme, fitne ve fesat çıkartma. Kafirlerin, müşriklerin, münafıkların, fasıkların, müfsidlerin (fitne fesat çıkartanların) necasetli kitaplarını, yazıları okuma, onların tv kanallarını, internet sitelerini takip etme. Cep telefonu fetişisti, hastası, bağımlısı, delisi olma. Ziyarete gittiğinde telefonunu kapıda kapat, sessize almak yeterli değildir. Zaruret ve büyük lüzum olmadıkça kimseden bir şey isteme. Randevularına TAM vaktinde git, usanç vermeden ayrıl. Deliler gibi çılgınca yemek yeme. Sofrada sakin, efendi ve görgülü ol. Allah ile olan bütün işlerinde (ibadetler, hayır hasenat, ilim öğrenmek, cihad vs.) ihlaslı ol. Yaratıklara karşı adaletli ve insaflı ol. Müslüman büyüklere hürmet et, küçüklere şefkatli ve merhametli ol. Kimsenin gizli ayıp ve günahlarını merak etme, onları araştırma, kazara öğrenirsen gizle, ört. Gurur ve kibre kapılma, büyüklük taslama. Kendi nefsini kötülemekte ölçün şu olsun: “Bütün dünya halkı beni kötülemekte birleşseler, benim kendimi kötülediğim kadar kötüleyemezler.” (Süleyman Daranî) Evcil ve yabanî hayvanlara eziyet etme, onlara merhamet et. Zevk için avcılık yapma, olta ile balık tutma. Bitkilere, tabiata, sulara zarar verme, onları sev ve koru. Yerde yürüyen minik karıncalar bile koruman altında olsun. 39

Mâlik/sahip olma zihniyetli olma. İmana, İslama, Kur’ana, Sünnete, Şeriata, Ümmete hizmet eden ol, onları istihdam eden olma. Olursan belanı bulursun. Yaratan için yaptığın ibadetlerin, hizmetlerin ödül ve ücretini yaratıklardan bekleme, isteme, teklif ederlerse alma. Riyasete, bir makam ve mevkie (ehliyetli olsan bile) talip olma. Matlub (istenen) olursan, ehliyetin yoksa kabul etme. Mütevazı ve alçakgönüllü ol, mütekebbir olma. İsraftan ve lüksten kaçın, kanaatli ol. Paran varsa, bütçen müsaitse yemeğe giderken, bir fakir bul, beraberinde onu da götür. Cimri olma. Cimrilik küfre yakındır. Başkalarının analarına, eşlerine, kızlarına, bacılarına kötü gözle bakarak göz zinası yapma. Allah’ı ve Resulünü (Salat ve selam olsun ona) seven mü’minlere düşmanlık etme. Ümmet şuuruna sahip ol, Ümmete zarar verme, birliği bozma. Zamanın Halifesine biat ve itaat et. Biatsiz, itaatsiz serseri mayın gibi olma. Muhtelefün (ihtilaflı, tartışmalı) meseleleri tartışma. Müteşabih ayet ve hadisleri tartışma. Kitab-ı Kebir-i Kainattaki ilahî eserleri, ayetleri, tecellileri gör. Bir örümcek, bir kelebek, bir karınca, bir kar tanesi, bir arı kuşu seni Hakk’a götürebilsin. Katı kalpli olma, gönül yıkma. Yiyecek, içecek artırıp israf etme. Her gün planlı programlı faydalı kitap, makale, yazı oku. Kendini cümleden edna bil. Fütüvvet ahlakına sahip ol. Sakın tarikatçi olma, kısmetin ve nasibin varsa tarikatli ol. Lâdini yazı taraftarı olma, Kur’an ve İslam yazısı taraftarı ol. Şeriatlı Müslüman ol. Bozuk sahte şeyhlere kızıp tarikata ve tasavvufa karşı olma, papaza kızıp oruç bozma. Gerçek Ehl-i Beyte sevgi ve saygı besle. Osmanlı hanedanına saygısızlık etme. Ehl-i Beytten sonra, hiçbir aile onlar kadar İmana, İslam’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata hizmet etmemiştir. Başta Abdülkadir Geylanî Efendimiz olmak üzere evliyaurrahmana, pîran hazeratına, geçmiş gavslara, kutuplara, büdelaya, nücebaya, Ricalullaha hürmet et, onları sev. Kesin fetva ve ilam bulunmadıkça kimseyi şirk ve küfr ile suçlama. Savcılık, hakimlik, cellatlık taslama. Hüsn-i hatime meselesine çok önem ver, tir tir titre. İbadetlerin seni ucba götürmesin, mahv olur, yanarsın. İnce ruhlu Müslüman ol, kaba saba yobaz olma, kışırda (yüzeyde) kalma. Yakışıklı, güzel, sempatik de olsalar, dış görünüşlerine bakarak kafirleri sevme. Mü’minleri kardeş bil, bu kardeşliği sakın bozma. Nafile ibadetlerini kimseye gösterme, söyleme. Farz namazları cemaatle kılmaya çalış. İçkili ve fuhuşlu otellerde konaklama, lokantalarda yemek yeme. Hamd ve şükür dairesinden dışarıya çıkma. Aklı dinin kaynağı olarak kabul etme. 40

Dini iyi anlayabilmek için aklını alabildiğine geliştir, ilim ve irfanla techiz et, akl-ı selim sahibi ol. İcazetli ulema ve fukahaya tabi ol, icazetsizlere tabi olma, onlardan fetva isteme. Kur’an-ı kerimi heva ve re’y ile tefsir etme, kendi yetersiz kafana göre ondan ahkam çıkartmaya yeltenme. Men fessere’l-Kur’ane bireyihi fekad kefer buyurulmuştur. Ümmet içinde tartışma çıkarsa sen Sevad-ı Âzam dairesi içinde bulun. Dinî konularda (ilimleri olsa bile) aşırılara, gulüvve sapanlara, uçlara, şaz fetva ehline, yoldan çıkmışlara tabi olma. Dinî konularda, ilimleri kadar akılları olmayanlara tabi olma. İhtilaflı meselelerde, Ehl-i Sünnetin yüzde yüz haklı olduğunu, ehl-i bid’atin haksız olduğunu kabul et. Mezhepsizliği en tehlikeli ve yıkıcı bidat olarak kabul et. Mezhepsizliğin küfre köprü olduğunu bil. Selefîliğin, Selef-i Sâlihînin mezhebi olmadığını, İbn Teymiyenin ve ibn Abdilvehhabın mezhebi olduğu bil. İbn Abdilvehhabın kardeşi Süleyman ibn Abdilvehhabın, Es-savaik el-İlahiyye kitabını yazarak Vehhabiliği reddettiğini, çürüttüğünü bil. Âhir zamanda Mehdinin zuhur ve İsa aleyhisselamın nüzul edeceğini bil. Ehl-i Sünnet büyükleri bu hususta icma etmişlerdir. Dört mezhebin hükümlerini karışık olarak uygulamanın (Telfik-i mezahib) caiz olmadığını bil. Deccalları, kezzabları, Süfyanları sevme. Allahın Afüv Kerim olduğunu, afvetmeyi sevdiğini iyi bil ve O’na iltica et, O’ndan bağışlanma dile. Seni O’ndan başkası kurtaramaz. Resulullahın Ashabını sev, onlara büyük sevgi besle. İki günün birbirine eşit olmasın. Her gün, ilimde irfanda, hikmette hayır hasenatta salih amellerde daha ileriye git. İbadet ettikten sonra, Ya Rabbi, Sana layık ibadet edemedim diye üzül ve bağışlanma dile, sakın ucb beyinsizliğine kapılma Velhasıl: Kur’an, Sünnet, Şeriat Müslümanı ol. İyi Müslüman ol. Vasıflı Müslüman ol. Mehmet Şevket Eygi 41

ÖLEN HAYVAN İMİŞ; AŞIKLAR ÖLMEZ Mesnevî’de şöyle bir hikaye anlatılır: Bir gün bir âşık sevgilisinin kapısına gidip kapıyı çalınca, sevgilisi içerden seslendi: “Kapıyı kim çalıyor? Kim o?” Âşık cevap verdi: “Ey yüce sevgili! Kapına gelen benim, ben zavallı kölen.” Sevgili öfkeyle bağırdı: “Çekil git kapımdan. Sen daha olgunlaşmamışsın. Bu sofrada hamlara yer yok. Bu ev küçük, iki kişi sığmaz.” Zavallı adam çaresiz ayrıldı. Tam bir yıl o sevgilinin ayrılığına dayanıp dolaştı durdu, kavrulup pişti. Bir sene sonra sevgilisinin kapısına geldi. Heyecanla kapıyı çaldı. Sevgili içerden seslendi: “Kimdir o? Kim çalıyor kapımı?” Çaresiz âşık perîşan bir halde cevap verdi: “Ey cana can katan sevgili! Ey bir bakışıyla binlerce âşığı perişan eden gönül avcısı! Kapını çalan “SENSİN! SEN!” Sevgili gönül okşayan bir sesle, “Mademki Sen bensin. Ey Ben! Gel içeriye, gönül evi burasıdır. Oraya iki kişi sığmaz!” dedi. Âşık maşukunun kulu, kölesidir. Aşıkın sahip olduğu her şey sevgilisine aittir. Gerçek aşık Mevlası karşısında hiçbir şeye malik olmadığını idrak edendir. Kul kendi varlığının gerçek sahibinin de Mevlası olduğu şuuruna varınca yokluk mertebesine ulaşır. Yokluğa eriştiğinde ise geriye sadece Mevlâsı kalmıştır. Böyle bir yokluğun fânisi Ahmedî, cümle varını dosta veren yoksullardandır: Vârımı ol dosta verdim hânumânım kalmadı Cümlesinden el yudum pes dü cihânım kalmadı Yani sahip olduğum her ne var ise o dosta, sevgiliye verdim. Evim, barkım kalmadı. Tamamından elimi eteğimi çektim. Sonra öyle bir hale geldim ki; her iki âlemden de (dünya ve ahiret) uzağım artık. Bu dünya pazarında sermaye altın, gümüş ve paradır. Bir kimsenin bunlar olmadan bir şey almaya gücü yetmez. Hakikat pazarında ise sermaye aşk, muhabbet ve bunun neticesinde elde edilen yokluktur. Bunlar olmaksızın da hakikat pazarından bir meta almak mümkün değildir. Bu meydanda altın, gümüş ve ipek elbiselere kul olanların, hakikat pazarında yeri yoktur. Çünkü aşıklık menzilinde varlık, yolculuğa en büyük engeldir. “Bütün alem bu sebepten yolu şaşırdı.” buyuruyor Hz. Mevlana ve devam ediyor. “Çünkü yok olmaktan, varlıklarını yok etmekten korktular. Halbuki o yokluk onlara felâh getirdi. Saadetle dirilmek isteyen kimseye iradesiyle ölmek lazım geldi.” Mustafa Sâfî Hz.leri “Sen çık aradan, Kalsın seni Yaradan” diye terennüm ederek mahv-u perişan olmaya mahkum bulunan bu suret aleminde ölmeden evvel öl, yani bütün beşeri hallerinden ve emellerinden soyun “yaradan kalsın” demek istiyordu. Nitekim “Ete kemiğe büründüm, Yunus oldum göründüm” diyen zat-ı şerif de koca kitapların özünü iki cümlede tamamlamıştı. 42

Gönüllerde aşk dalgalanmalı kabarmalı. Varlık şehirleri yıkılıp yağmalanmalı. Yokluktan aşkla yola çıkan yolcunun gecesi her vakit vuslat lambasıyla aydınlanır. Ahmed Gazâli, şu sözlerle hakikat yolcusuna yol gösteriyor: “Bizim binitimiz yokluktan aşkla yürüdü. Gecemiz her zaman vuslat lambasıyla aydınlıktır.” Gecesini vuslat lambasıyla aydınlatanların kalbi, o parlayan sonsuz ışık karşısında tıpkı altının civada erimesi gibi erimiş, benliğini yok etmiştir. “Yoldaki engel sensin Hafız, kalk ortadan!” diyen şair Hafız da içindeki varlık duygusunu kovmak ve yoluna devam edebilmek için kendine seslenmektedir. Hakikat yolcuları kendileri ile uğraşmaktan ve iç alemlerine yönelmekten dolayı etraflarında olup bitenlerden dahi habersizdirler. Maşuktan başkasıyla ilgilenmekten haya ederler. Yâre giden yolda yolculuğu aksatacak, vuslatı geciktirecek her ne var ise ondan uzak durmaya çalışırlar. O kimseler, Allah’ın bütün hareket ve davranışlarını izlediğini bildikleri için Allah’tan utanır, tevazu ile boyun eğerler. Allah’tan utandıkları için bir kez olsun başlarını gökyüzüne doğru kaldırıp bakamazlar. İmam-ı Hasan bir meclis kurmuş. Bir mesele üzerinde Hz. Ali’nin haklı hareketini haksız bulanlara karşı müdafaaya geçmiş. Nihayet karar verilmiş “En bîtaraf hakem dağlarda gezen Mecnun’dur. Çağırıp onun hakemliğine müracaat edelim” demişler. Çağırmışlar, derinden derine meseleyi ona açmışlar. Anlatmışlar karar bekliyorlar. Mecnun etrafına bakınmış. “Vallahi demiş bu meselede Leylâ haklıdır.” Neden böyle söylemiş Mecnun çünkü o hep Leyla’sı ile meşgulmüş de ondan. Hep alışverişi Leyla’sı ile. Aşıklar böyledir işte.. Bir meclise bir zatı davet etmişler, bakmışlar ki gömleği kirli. Birisi demiş ki “yahu şu gömleğini bir yıkasana.” Cevap vermiş “yıkıyorum yine kirleniyor.” Öteki “yine yıka” demiş. O zat da “yine kirlenecek” demiş. Öteki “yine yıka” deyince, “e birader biz bu âleme boyuna gömlek yıkamaya gelmedik ya yapacak başka işlerimiz de var” demiş. Hakikaten bu aleme boyuna gezmeye gelmedik, yiyip içmeye, yatıp kalkmaya gelmedik. Bu âlem de bir de huzur ve aşk neşesi var onu tatmadıktan, ona devam edip sevmeyi, sevilmeyi öğrenmedikten sonra dünyanın ne kıymeti var değil mi? Hz. Mevlana’ya bir talebesi “aşk nedir?” diye soruyor. O da ayağa kalkıyor., sağ avucunu semaya sol avucunu yere baktıracak şekilde uzatıyor, boynunu sola büküp sağa bakıyor ve dönmeye başlıyor. Kendisi mihverde dönerken talebeleri de hem kendi etraflarında, hem de Hz. Mevlana’nın etrafında dönüyorlar. Güneş manzumesini tanzir ediyorlar. Ve o kişiye cevâben aşkın tarifinde “Ben ol da gör” buyuruyor. Yani aşk, ancak yaşanılarak anlaşılabilen bir mefhum. Aşk öyle ağır, öyle ağır kurşundan bir yüktür ki, dağlara yüklesen dağlar kaldıramaz. 43

Aşk tarif edilmez. Ancak âşık olmakla onun hakikati anlaşılır. Harfler ve kelimeler onu tarifte acizdir. Malum ya sözleri tanzim eden akıldır. O aciz kalınca sözün zuhuruna meydan kalır mı? Yine Mevlana aşk aleminde “Akl-ı maaş yani yemek içmek gibi maddi şeyleri düşünen akıl, çamura batmış eşeğe benzer” diyorlar. Diğer taraftan Fahr-i âlem Efendimiz: “Akıl, ubudiyyeti eda içindir. Rububiyyeti idrâk edemez.” buyuruyor. Osman Kemâlî Efendi aşk hakkında neler söylüyor: Aşksız âlemde âdem olmanın imkânı yok Dert devâdır âşıka bîdertlerin dermânı yok Aşktır her müşkülün miftâhı, fethi fâtihi Aşk sergerdânının bil müşkülü, âsânı yok Nârı unsur nûr-ı aşk ile olur gülzar-ı tâm Server-i hûbân-ı aşkın nûru var nirânı yok Sen seni bilmek dilersen aşka terk et sen seni Anda mahvol kim Kemâlî şanü âdı, sânı yok. Zorlu bir maceradır; sarp kayalar, derin uçurumlar, acı, gözyaşı demektir bir bakıma. Çünkü aşıklar, ateşe koşan pervanelerdir. Çünkü, aşıkların ülkesi çöllerdir. Çünkü, ikiyi bir kılar aşk. Ne güzel! Derin bir “âh” ile yâd etmek seni Yine, \"Biz aşkın çocuğuyuz, aşk bizim annemizdir\" diyen Mevlana, bakın aşk acısı hakkında neler söylüyor: \"Allah'ın aşkı beni acılarla viran etmiş, yakmış yıkmış ne çıkar, nice sultan sarayı harabeleri altında, padişah hazineleri gömülü değil midir?\" Aşk acısı öyle ki, insanı olgunlaştırıyor, sabır gücünü arttırıyor, şükretmeyi ve tamah etmeyi sağlıyor. En önemlisi de gönlü genişletiyor. Öyle genişliyor ki gönül, aşkın gücü acıyı yeniyor. Bu mevzuda temsili bir hikaye anlatılır; \"Akıl\" adlı ihtiyar, \"Fikir\" adlı çocuğunu, \"Aşk\" denilen bir mektebe yazdırır. Çocuk orada bir harf bile öğrenemez. Fakat bu mektebe bir gün fikir olarak değil, gönül olarak gitme lüzumunu hissedince, kitap çantasını elinden atar. Artık aşkın yolunu bulmuştur. \"Akıl ve zeka taslamak İblis'ten, aşk ise Adem'den\" der Mevlana.Yanlış anlamayın, akıl bir kenara itilmiş veya önemini yitirmiş değil burada. Anlatılmak istenen; din için akıl ne denli önemliyse, aşkın da en az onun kadar, hatta ondan daha fazla önemli olması. Nasıl mı? Çünkü aşk imana, ibadete tat verendir. Akıl, kapının eşiğine kadar getirir, ama içeri koymaz. Eşikten içeriye aşkla girilir der sufiler; aşk potasında erimeyen, nefisten gelen iyiliğin iyilik, ibadetin ibadet, imanın iman olmadığını, hatta aklın bile akıl olmadığını anlatırlar. Dahası aşkın, bir üst akıl, merkezi kalp olan bir akıl olduğuna inanırlar. Fahr-i âlem Efendimiz bir çok ibâdetlerden sonra kendi akıllarıyla arkadaş olarak, yani mücadeleye son vererek gönül huzurunu elde ettikten sonra hakikat alemine miraç etmişler, kul olarak Rabbin huzuruna gitmişler. Fakat akıl, her şeyi görmek isteyen akıl, madde aleminden başka bir şey bilmeyen akıl, aczini itiraf edince halkımızın da refref 44

diye tanıdıkları aşk kızağına binmişler ve sonsuz bir aleme seyrana çıkmışlardır. Dönüşte Kur'ân-ı Kerîm dediğimiz Hakk’ın kelâmını bizlere hediye olarak getirmiştir. İçinde Cenâb-ı Hakk’ın azametini gösteren ayetler, bizim iyiliğimiz için yapılmaması lazım gelen işler, doğru yola gidenlere vaad olunan mükafatlar, kabahat yapanlara cezalar, ibretli kıssalar yazılıdır. Kur'ân-ı Kerîm bir bakımdan aşıkların mâşûku olan Hz. Allah’tan kullara gönderilmiştir. Yani maşuktan âşığa emir ve nasihatlerle oludur. Bir başka açıdan baktığımızda Kur'ân-ı Kerîm âşıktan mâşuka gönderilmiştir. Çünkü ana bana çocuklarının üzerine titrerler ve iyi olmasını isterler. Ressam, heykeltıraş, mimar gibi herhangi bir sanatkar, eserinin hatasız olmasını ister. Cenâb-ı Allah da sevdiği, övdüğü, âşık olduğu insanların gayet tabiî ki çok çok iyi olmalarını ister. “Kişi sevdiğinin üzerine pervâne gerek” derler. İşte sevgili dostlar, biz mâşuk idik, sevgi ve muhabbet dolu olarak yaratıldık. Allah ile kul arasında pek kuvvetli bağlar vardır. Hepsi aşkla düğümlenir. Aşıklık, maşukun yaralı halidir. İştiyakın tahammül edilmez olduğu bir zamanda gurbetin ve hasretin son demleridir. İnsan da kendini yaratana, kendini ve alemleri yaratan ve bir nizam tahtında cereyan eden bu kainat manzumesin bir tek sahibine aşık olmalıdır. Vefakarlık, sadakat ve olgunluk nişanesidir. Aşık olmayanlar, olamayanlar tam devrini yapamayan varlıklardır. Aşık olanın da başkalarına aşk aşılamaları gayet normaldir. Ve kutsî bir arzudur bu. Aşk bütün vücudu istila ederse Allah’ın ve Peygamberinin rengine boyanmış olur. O vücudun uzuvlarından işleyen Cenab-ı Hak’tır. O vücut sahibine konuşan Kur’an derler. Çünkü sözü Kur’an’dan hariç değildir. Söylenebilecek en güzel şeyleri yine de aşıklar söylüyor. Mesela Yunus Emre. \"Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez\" diyerek, aşkın insanı nasıl diri tuttuğunu, aşka sarılan ruhun nasıl ölümsüz olduğunu anlatıyor. İsterseniz tekrar Mevlana'ya kulak verelim ve aşkın gücünü anlayalım, \"Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır; aşk, dağı kum gibi ezer, dağıtır; gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar; aşk sebepsiz yere yeryüzünü bitirir.\" Aşıklar kendilerinden geçerek maşukta fani oldukları için onlar Hak’tan başka varlık bilmezler. Yüzünü gözünü maşuktan ayırmayanlar başkasını görmezler ki; suretin güzelliğini, çirkinliğini, ayıbını, kusurunu görsünler. İlahi aşk kelimelerle, cümlelerle anlatılmaz ve anlaşılmaz. Bu keyfiyet mektep ve medreselerdeki akıl yolu ile tahsil ile elde edilmez. Yolunda bulunmak lazımdır. Hem de uzun yıllar gayret göstermeli ki aşk sultanı sizde de tecelli etsin. Bahaeddin Karakoç’tan bir şiirle bitiriyoruz. Andolsun bütün örtülere, andolsun bütün örtünenlere ki, Kar altında terleyerek uyanmaktır aşk. Yanmış iki cesedin kına gibi külleri arasından Fışkın sürerce dirilip yeniden yanmaktır aşk. 45

Cümle ağaç kapıları, cümle demir kapıları aşıp, Bir gönül kapısına dayanmaktır aşk. Sevgilinin otağını gökkuşağına boyayıp gece-gündüz, Hüznün safran sarısıyla boyanmaktır aşk. Yaratmaktır ya da sevgilinin toprağından yaratılmak, Her nefes alıp verişte yanmaktır aşk. İsmaili bir gönülle teslim olmaktır bıçağa, Birini kandırmak değil, bilerek kanmaktır aşk. Diline arılar konar, koynunda karıncalar gezer, Sevgilinin ölçeğiyle her zaman sınanmaktır aşk. (Alıntıdır) 46

MEVLANA’NIN EŞİNE MUHTEŞEM CEVABI Bir gün Mevlâna eve girer, hanımı sorar, - Bu kadar aşıksın Mevla’ya… Şükürler olsun bu aşkı yaşayıp yaşatana. Peki bana ne kadar aşıksın? Der… Mevlâna hanımına şöyle der. - Sen benim Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevişim, - Bir adım gelene, on adım gidişim ve herkesi kabul edişimsin. - Sen benim bu günüme şükür ve yarınıma dua edişim, azla yetinip, çoğa göz dikmeyişimsin… - Veee Kapanmayan avuç içimsin… 47

ÇATLAYAN AR DAMARI Güneş üç yüz altmış beş gün doğar, kimse yüzüne bakmaz ama yarım saatliğine güneş tutulması olsa herkes kafasını ona çevirir ve hayretle bakar. Kırk yıl beraber olduğu eşinin yirmi dört saat içinde her halinin güzelliğini görmez ama en küçük hatasını gözünün önünden hiç gidermez. Yeryüzünde çiçekler dikenlerden fazladır. Ama bir tek diken elimize ayağımıza batsa onun acısını unutamayız. Denizlerde hamsi sayısı köpek balığı sayısından fazla ama derin yerlerde köpek balığı endişesi taşırız. Tabiatta temiz hava, pis havadan fazladır. Ama biz pis havanın farkına varırız. Temiz havayı görmezlikten geliriz. Serçeler akbabalardan fazladır. Faydalı yiyecekler, zehirli maddelerden, iyi insanlar zarar veren insanlardan fazladır. Ama iyi insanları tanımaz veya tanıtmayız. Televizyonların birinci haberi, Gazetelerin manşeti, mafya, çete, fuhuş ticareti, organ ticareti yapanlar, köşe dönenler ve bunların gerisinde siyasiler, sanatçılar, hukukçular ve güvenlik güçlerinden bir kısım insanların işbirliği halinde çalıştıkları üzerinedir.. İnsan bunları görüp, dinleyip, okuyunca karamsarlığa düşüyor. İçini korkunun karabulutları kaplıyor. Ama Allah’ın kitabı Kur’anı açınca korku ve ümitsizliğin yerini, ümit, azim ve gayret alıyor. Rabbimiz, Meryem süresinde iyi insanların ardında kötülükler yapan bir nesil geldiğinde onların da yaptıklarına pişman olmaları gerektiğini, pişman olurlarsa afvedileceklerini bildirirken: “Onlardan sonra yerlerine öyle kötü bir nesil geldi ki, onlar na¬mazı terk ettiler, nefsin isteklerine uydular. Onlar yakında (ce¬haletten kaynakla¬nan cehennemin) Ğayyasına uğrayacaklar. Ancak tevbe edip imana gelen ve salih amel işleyenler müstesna. Onlar cennete girecekler ve hiçbir şekilde haksızlık yapılmayacak. (Mereym süresi ayet 59-60) Bu ayetin tefsirinde İbn-i Kesir, “et-taibü minezzenbi ke men lâ zenbe leh” yani “Günahına pişman olan kişi günah işlememiş gibidir” hadisini nakleder. Süyuti, bu hadisi Bakara süresinin 253 ncü ayetinin tefsirinde nakleder. Günümüzde herhangi bir sebeple adam öldürenler “Ben öldürmedim.” diyor. Fuhuş, uyuşturucu ticareti yapanlar en ünlü avukatlarla çalışarak kendilerini kurtarmaya 48

çalışıyorlar. Sapık ilişki içinde olanlar bu işi gizli yapmaya çalışıyorlar. Bütün bunlar gösteriyor ki bu kötü işleri yapanların ar damarları çatlamış ama tamamen yok olmamış. Çatlamış binalar tamir edildiği gibi, yırtılan elbise dikildiği gibi, patlayan apandisit ameliyat edildiği gibi çatlayan ar damarları da pişmanlık iğnesiyle yeniden dikilebilir. Onun için ilk başta gerekli olan şey İbrahim Aleyhisselâmın sahip olduğu yanık yürek, yumuşak huy ve kendini Allaha verme. Rabbimiz : “Şüphesiz İbrahim yumuşak huylu, yanık yürekli, kendini Allah’ a verendir.” buyuruyor.(Hud 75) Haberleri seyrederken veya okurken bir dinsiz, imansız, katil, terörist, fahişe erkek veya kadın, sarhoş, kumarbaz, rüşvetçi, yalaka, dalkavuk, başörtüsü nedeniyle okuyamayan, sırtına profesör cübbesi giydirildikten sonra eğitimi engelleme bekçisi olarak görevlendirilen birini gördüğünüzde yavrusunu kaybeden bir ananın yanan yüreği gibi içimiz yanarsa bu toplumun yarasına bizim yanan yüreğimiz merhem olur. Mahmut TOPTAŞ 49

ZİNA, KÜRTAJ, FUHŞİYAT Yeni Ceza Kanunu'nun Meclis'e sunulan ilk metninde zina suç olarak gösteriliyor ve ceza veriliyordu. Araya Avrupa Birliği ve bizdeki Avrupa taraftarları girdi ve bu madde kaldırıldı. Durumu biliyorsunuz, artık zina suç değil. AB ve Avrupa hayranları şimdi kürtaj konusunda diretiyorlar. Kürtaj dinen suç, ahlaken kötü bir şey, bir cinayet... Avrupa kafalılar diretiyor. Bazı kadınlar sokaklarda taşkınlık yapıyor, bedenimiz bizimdir, istediğimiz gibi gebe de kalırız, kürtaj da yaptırırız mealinde laflar ediyor. Bu gibi konular halka sorulmuyor. Yapsınlar bir referandum bakalım netice ne çıkacak? Eminim ki, halkın ezici çoğunluğu kürtajı suç ve ahlaksızlık olarak kabul edecektir. Şapka giymeyi medeniyet sayan, şapka devrimini tenkit edenleri asan. Bin yıllık millî yazımızı yasaklayıp Latin alfabesini Türk alfabesi yapan. İsviçre Medenî Kanunu'nu tercüme edip üzerine Türk Medenî Kanunu yazan, aile yapımızı çökerten. Faşist İtalyan Ceza Kanunu'nu tercüme edip Türk Ceza Kanunu yapan. Ezan-ı Muhammedî okumayı yasaklayıp yıllar boyunca minarelerden Tanrı uludur Tanrı uludur diye bağırtan, Allahu Ekber diye gerçek Ezan ve Kamet okuyanları caniler gibi yakalayıp hapse tıkan... ve daha bunlara benzer işler yapan zihniyete mensup bazıları şimdi kürtajın serbest kalmasını istiyor. Hem de şiddetle ve hiddetle. Niçin? İşin çeşitli tarafları var. Bir kere kürtaj yağlı bir sektör. Bunda büyük para var. Karılar kürtaj yaptırsınlar ki, kürtajcılar para kazansın. Tecavüze uğrayıp da gebe kalan kadınlar ne yapsınmış... Onların durumu tartışılabilir ama keyf için yapılan kürtaja izin verilemez. Ülkemizde maddî kalkınma ve zenginlik arttıkça ahlak da o nispette geriliyor. Zina, fuhuş, ahlaksızlık korkunç boyutlara ulaştı. Perşembe akşamı Galata Mevlevîhanesi'nde merhum Nezih Uzel bey için yapılan toplantıya katılmıştım. Dönüşte Yüksekkaldırım'dan inip Karaköy'de tramvaya bindim. Yokuşun ortasındayken yatsı ezanı okunmaya başladı... Galata kulesi civarında etekleri kasıklarında genç ve aşırı boyalı o biçim yabancı kadınlar gördüm. O saatte orada ne iş yapıyorlardı? Uçan kuşu değil, uçan sineği dijital kameralarla tespit eden ilgili, sorumlu, vazifeli makamlarımız elbette o kadınları biliyor ve görüyorlardı ama... Ama dedim, cümleyi bitirmedim... Yaaa ama ama ama... Hükümet yeni bir karar almış. Bundan böyle, içinde birtakım kadınların TC başlıklı resmî belgelerle satıldığı legal, KDV'li, gelir vergili genelevlerin kapılarında devletin polisleri beklemeyecekmiş, özel güvenlik memurları bekleyecekmiş. Aman ne terakki... Aman ne özelleştirme... 50


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook