10 Kitap Değerlendirme Kitapçığı 1. TANIŞIYOR 48 sayfa 2. DEDEKTİF OLDU 3. TRENDEKİ SIR 4. KORSANLARIN PEŞİNDE 5. SEVİMLİ UZAYLI 6. MASAL KAHRAMANLARI İLE 7. HAZİNE AVI 8. ZAMANDA YOLCULUK 9. KOCAAYAK YETİ 10. FARKLI DÜNYALAR
örnek hikaye
Bu kitabın bütün hakları Mavi Deniz Yayıncılık’a aittir. Yazarın yazılı izni olmaksızın kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright@ YAZAR Onur DÜZGÜN PSİKOLOJİK DANIŞMAN Gizem KOLÇAK RESSAM Nurcan KAYA EDİTÖR Kahraman ÖZKUL DİZGİ Resul KÖSE MAVİ DENİZ YAYINCILIK İLETİŞİM +90 553 382 47 72 - +90 538 944 34 09 [email protected] www.mavidenizyayinlari.com BASIM YERİ NY MATBAACILIK LTD. ŞTİ. - ANKARA SERTİFİKA NO: 50732 ISBN 978-605-80000-0-1
DORUK İLE KUYRUK TANIŞIYOR Ağustos ayının son haftasındayız. Büyük bir ceviz ağacının altında oynuyorum. Ceviz ağacının arkadaşları var. Kiraz, vişne, erik ve dut bunlardan bazıları. Benim arkadaşım olmadığı için yalnızım. Babam ve dedem ağaçlar ile ilgileniyorlar. Bahçe- de yapacak bir şeyler bulduğum için canım sıkılmıyor. Bazen aşırı sıcaktan dolayı boyunlarını bükmüş sebzeleri suluyorum, bazen de tırmanabileceğim ağaçlar bulup üzerine tünüyorum. Ağaçların üzerinde olup doğayı dinlemek çok keyif veriyor bana. 5
Ailemle, Rize’de bir apartman dairesinde yaşıyoruz aslında. Her zaman böyle rahatça dışarıda oynayamıyorum. Bu neden- le buradaki günlerimi özgürce geçirmek istiyorum ve bana ke- yif verecek şeyler yapıyorum. Geziyor, dolaşıyor ve oyunlar oynuyorum. Doğada özgürce dolaşan hayvanları izliyor, neler yaptıklarını ve nasıl beslendiklerini gözlemliyorum. Biraz önce karıncalara yapraktan köprü yaptım mesela, artık tehlike yaşa- madan ve kısa yoldan karşıya geçebilecekler. Hem yükleri de kendilerinden ağır. Ben de biraz yardımcı oldum onlara. Biraz ileride bir ağacın üstündeki ağustos böceğini fark ettim. Ses- sizce yanına giderek nasıl ses çıkardığını anlamaya çalıştım. 6
Yerinde sabit duruyordu, ancak vücudu biraz titriyor gibiydi. Ama nasıl ses çıkardığını anlayamadım tabii ki. Eve gidince araştıracağım bir şey çıktı işte. Şimdi toprağın üstüne uzanmış halde bulutları seyrediyor, onları değişik şekillere benzeterek hayaller kuruyorum. Şuradaki bulut pofuduk bir koyuna benzi- yor sanki. Yanı başındaki bulut ise adeta bir uçurtma. Size kendimi tanıtmadım. Özür dilerim. Ben Ali Doruk. Biraz önce söylediğim gibi, ailemle birlikte Rize’de yaşıyoruz. Yaz ta- tillerinde ise babamın memleketi Keçiborlu’ya geliyoruz. Keçi- borlu, Isparta’nın bir ilçesi. Rize ile Keçiborlu arası çok uzak. Arabamızla uzun uzun yolları aşarak buraya geliyoruz. Birçok farklı ili otomobil camından da olsa görüyor, az da olsa tanımış oluyorum böylece. Dedem ve babaannem burada iki katlı, kü- çük bahçesi olan müstakil bir evde yaşıyorlar. Onları okul za- manında göremediğim için çok özlüyorum. Bu yüzden tatillerde uzun süre burada kalıyoruz. Dedemin birkaç tane meyve bahçesi var. Isparta’da sulama suyu yeterli olmadığı için dedem barajdaki su miktarına göre sebze de dikiyor bazen. Sebzeler susuzluğa ağaçlar kadar dayanamıyor- lar. Oysa Rize’de yağmur her mevsim bolca yağdığı için ağaçları ya da sebzeleri sulamak diye bir sıkıntı yok. Suyun ne kadar kıy- metli olduğunu köyde anladım. Bu öğrendiklerimi arkadaşlarıma anlatıp onların da öğrenmelerini sağlayacağım. Suyun azalması- nın ya da kirlenmesinin tüm hayatımızı olumsuz şekilde etkileyece- ğini söyleyeceğim. Hem birlikte bu konuda neler yapabileceğimizi düşünür hem de alınması gereken bir takım önlemler alırız. 7
Babam ve dedem kiraz mevsiminde, sepetleri alır bahçeye inerler. Biliyor musunuz bahçemizde bir de beyaz kiraz ağacı var, tadı bildiğimiz kirazın aynısı ama rengi açık sarı. Ben ilk gör- düğümde çok şaşırmıştım. Ben kirazı çok seviyorum, dedem de bunu bildiği için evimizin küçük bahçesindeki ağacın kirazlarını toplamaz bana bırakır. Hem de o ağaç tam benim boyuma göre. Rahatlıkla dallarına uzanıp yiyebiliyorum. Yanında da bir dut ağacı var ki yeme de yanında yat. Tatlı mı tatlı, büyük mü büyük meyveli bir dut, bir de hazirandan ağustosa kadar meyve veriyor. Her gün mutlaka yanına uğruyorum annemle birlikte. 8
Dedemin bahçesinde vişne ağaçları da var. Vişnenin reçelini çok seviyorum. Hem meşrubatı da çok lezzetli oluyor. Babaan- nem meşrubatı kışlık da yapıyor, böylece her mevsim sağlıklı viş- ne suyu içebiliyorum. Aslında ben tüm meyveleri çok seviyorum. Vücudumuz için gerekli olan vitaminleri sağlıyorlar. Hem de ne güzel tatları var, öyle değil mi? Dün yeni bir bilmece öğrendim. Dedem sordu “Alçacık tepe, çıngıllı küpe.” Cevabı bilemedim. Düşünürken bu sefer baba- annem sordu “Karşıdan baktım al, ağzıma aldım bal.” İki bilme- cenin de cevabı kirazmış. Hatta daha sonra da annem bir tane tekerleme söyledi: “Rengi al, tadı bal kiraz Oyun oyna yorul biraz Ebelik beni seçti Uyku vakti geçti Oyundan kim çıksın En son gelen dışarı çıksın.” Hepsi çok komik ve eğlenceli. Bunları iyice öğrenip, Rize’ye dö- nünce arkadaşlarıma soracağım. Bakalım onlar bilebilecek mi? Dedem kirazları toplamak için büyük bir ağacın üst dallarına çıktı. Düşecek diye çok korktum. - Dede dikkat et, düşme. - Merak etme Doruk. Ben alışkınım oğlum. Çocukluğumdan beri gala gala gibi daldan dala atlarım. Dedemin dediği kelimeyi ben de sizin gibi anlayamadım. İlk defa duymuştum. 9
“Dede, gala gala da ne?” diye sordum. “Bizim buralarda sincaba, gala gala derler oğlum.” dedi. Dün bahçede bir sincap görmüştüm. Ağacın dalından, aşağıya bakıyordu. Uzun kuyruklu, sivri kulaklı ve uzun dişliydi. Biraz fa- reye biraz da tavşana benziyordu. Çok hoşuma gitmişti. Babam, eskiden evde sincap beslediğini söyledi. Hatta onunla dışarıya bile çıkıyorlarmış. Bir seferinde annem, babam ve babamın sin- cabı sinemaya bile gitmişler. Sincap, babamın kazağının cebin- de uyumuş. Öğrendiğime göre sincaplar da, meyve yemeyi çok severlermiş. Elleriyle yiyecekleri tutuşları ve yiyişleri hayranlık uyandırıyormuş. Ayrıca ceviz, fındık, fıstık gibi kuruyemişleri de 10
çok severlermiş. Ben ise en çok uzun ve tüylü kuyruğunu beğen- dim. Annem kuyruklarının onların denge organı olduğunu söyle- di. Daldan dala atlayışları kuyrukları sayesinde yani. Keşke bir sincap arkadaşım olsaydı diye düşündüm. Evde onunla oyunlar oynar ve hiç sıkılmazdım. Onu Tuytuy’un arkasına bindirip gez- dirirdim. Tuytuy ne mi? O benim bisikletimin adı. Ben daha bebekken bisikletime bu adı vermiştim. Babam ile dedem sabahtan beri kiraz topluyorlar. Buzdo- labımız kiraz dolu. Hatta dün komşulara kiraz dağıttık. Neden hâlâ kiraz topluyorlar anlamıyorum. Merakla babama sordum: - Baba, bitmedi mi kiraz toplamanız? Ev zaten kiraz dolu? Bu kadar kirazı ne yapacağız? Babam yorulmuş bir şekilde yanıma geldi. Eline suyu aldı. Ce- binden çıkardığı mendille alnındaki teri sildi ve: - Bu kirazların fazlasını satacağız oğlum. Kirazı alanlar pa- zarlara ve marketlere götürecekler. Yaşadıkları yerde kiraz yetişmeyenler bu kirazları satın alacak. Bir kısmı yabancı ül- kelere gidecek, bir kısmı reçel ve meyve suyu yapılmak için fabrikalara verilecek. Bir kısmını da kiraz ağacı olmayan kom- şulara, akrabalara ve tanıdıklara dağıtacağız. Kirazları za- manında toplamazsak, kurtlanır ve yere dökülür. Emeklerimi- zin boşa gitmesini istemeyiz değil mi? Kısa bir süre düşündüm. Kiraz ve vişne buradaki insanlar için önemli bir geçim kaynağıydı. Bu işten para kazanmak için ağaç- ları zamanında sulamaları gerekiyordu ve bunun için epeyce 11
vakit harcıyorlardı. Biz burada değilken, dedemle konuştuğum- da hep bahçeye gidiyorum diyordu. Ağaçları sulayarak, zararlı otları koparıyor ve böceklere karşı ilaçlama yapıyordu. Yani sadece kirazları toplamak için bahçeye gitmiyordu. Kirazlar ye- tişene kadar çok fazla emek veriliyordu. Bunca emeğin boşa gitmesini hiç kimse istemezdi. Dedemin bana verdiği küçük ko- vayı alıp, bir ağacın altına gittim. Uzanabildiğim yerdeki kiraz- ları toplamaya başladım. Dedem: - Ne oldu oğlum? Oynasana sen. Biz toplarız kirazları. - Hayır dede. Emeklerimiz boşa gitmesin. Ben de yardım ede- 12
yim, beraber toplayalım. Hem böylece daha çabuk bitiririz. Ağaçların uzak dallarında kalan kirazları sincap gibi tırmana- rak tek tek topladım. Babam düşeceğim diye korktu, ama söyledi- ğine göre ben ağaçlara tırmanmaya çok erken yaşta başlamışım. Tabii havanın güneşli ve sıcak olması da beni epeyce yoruyordu. Biraz dinlenmek için, dedemin bir ağaca kurmuş olduğu salıncağa oturdum. Sallanırken oluşan rüzgâr da beni bir güzel serinletti. Bir yandan da bir ağacın nasıl yetiştiğini düşündüm. Sonuçta bah- çede bazı ağaçlar küçükken bazı ağaçlar büyüktü. Tıpkı insanlar gibi onlar da büyüyorlardı. Babama: - Ağaçlar nasıl yetişir baba? - Ağaçlar tohumdan olur Doruk. Yediğin kirazın çekirdeği as- lında bir ağaç olabilir. Uygun zamanda toprağa bırakılan çe- kirdekler, zamanla filizlenir. İlk zamanlarda zayıf bir fidan olur. Ama zamanla kocaman ağaçlar olabilir. Hatta hayvanlar bile ağaç dikebilir. Kargalar cevizleri daha sonra yemek için top- rağa gömerler. O ceviz filizlenir ve ceviz ağacı olur. Sincaplar da çoğu ağacın tohumunu toprağa gizler. Onlar da daha sonra ağaç olur. - Annem de limon çekirdeği ve kestane gömmüştü toprağa, değil mi baba? İlk önce suda bekletti. Sonra saksıya gömdü. Bir süre sonra tohumlar filiz verdi. İyice uzayınca annem onları köy- de toprağa dikti. - Aynen öyle oğlum. Babamın anlattıkları çok ilgi çekiciydi. Küçücük bir çekirdek 13
zamanla kocaman ağaç olabiliyordu. Biz babamla bunları konu- şurken, yukarıdan bir şey düştü. Ceviz ağacının altında olduğu- muzdan ceviz sandım. Ama bu ceviz ses çıkartıyordu. Böyle bir şey olabilir mi? Heyecanla babama seslendim: - Baba! Ağaçtan bir ceviz düştü ve sanırım canı çok yanıyor. Sesler çıkartıyor. Babam ve dedem kahkaha attılar. Sonra babam yanıma geldi. - Nerede bu ceviz? Göster bakalım. Ceviz ağacının altına bakarken onu gördük. Küçücüktü ve titri- yordu. Babam, ufaklığı eline alıp, bana: 14
- Ali Doruk, bu ceviz değil. Bu bir yavru sincap. Ağaçtan ağa- ca atlarken düşmüş. Yazık, hem korkmuş hem de bacağı incinmiş sanırım. - Baba ne yapacağız şimdi? Soruma dedem cevap verdi: - Üzülme Doruk, baban sincaplarla iyi anlaşır. Onu iyileştirir. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş. Sizin hasta gökten düştü. Gülüşmelerimiz sincabı korkutmuştu. Top gibi olup, kuyruğu ile başını kapattı. Kuyruğunun arkasından da bana bakıyordu. Babam: - Adı ne olsun istersin Ali Doruk? Ne diyelim sincaba? Aklıma bir şey gelmemişti. Dün babama sincabına ne isim tak- tığını sormuştum. Onun adı Napolyon’muş. Bir kiraz cinsi. Benim ise aklıma bir şey gelmiyordu. Dedem: - Kuyruk olsun bence. Doruk ile Kuyruk güzel uydu. Dedemin fikri çok güzeldi. Babam da ben de Kuyruk ismini be- nimsedik. Eminim ki onunla iyi bir ikili olacaktık. Bunu düşündü- ğüm anda sincap: - Kuyruk ismi benim de hoşuma gitti. Demek senin adın da Doruk? İnanamadım. Babam Kuyruk’u küçük bir kutuya bırakmış, ki- raz toplamaya geri dönmüştü. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. - Evet ben konuştum. Ama bunu sadece sen duyabilirsin Doruk. Kendine oyun arkadaşı arıyormuşsun. Ben de oyun oynamayı çok severim. Bu yüzden geldim. 15
Kuyruk cidden konuşuyordu. Rüya mı görüyorum diye bakındım ama uyanıktım. - Çok sevindim. Şu andan itibaren benim sincap kardeşimsin. Emin ol çok iyi anlaşacağız. Babam: - Kiminle konuşuyorsun Doruk? Telefon mu geldi? - Hayır baba. Oyun oynarken kendi kendime konuştum. Babama Kuyruk ile konuştuğumu söylesem inanmazdı. Hatta ben bile inanamıyordum. - Ağaçtan düştün. Bacağın nasıl? Çok acıyor mu? - Fazla değil. Geçer sanırım. Küçük bir kaza oldu. Ama kısa sürede iyileşirim. Salyangozun sıvısına bastım. Çok kayganmış. 16
Bunu söylediğine sevinmiştim. Kuyruk’un canının yanmasını iste- mezdim. Babam ve dedem yanımıza geldi. İkisi de Kuyruk’u okşa- dılar. Dedem, Kuyruk’un önüne ekmek parçası bıraktı. O ekmek parçasını yerken, babam yemek hazırlamaya başladı. Dedem ise çay demlemek için semaveri hazırladı. Üçümüz sanki piknik yapacaktık. Evde hazırlanan kahvaltılık, patates kızartması ve köfte vardı. Domates ise bahçede, dalından koparıldı. Babam ve dedem çok acıkmışlardı. Hiç konuşmadan yemeklerini yediler. Ben ise meyve yediğim için iştahım yoktu. Ama yinede köfte ve patates yedim. Dedem: - Şu çaylarımızı güzelce içelim. Sonra çok az işimiz kaldı. Bitirip gideriz. Babam ve dedem karınlarını doyurup, çaylarını içtiler ve or- talığı topladılar. Etrafta hiç çöp bırakmamıştık. Nasıl ki evimizde yere çöp atmıyorsak, dışarıda da yere çöp atmıyorduk. Kuyruk bizimle eve gelecekti. Artık bizimle yaşayacaktı. Onun yatabile- ceği, istediği zaman su içip, istediği zaman yemek yiyebileceği bir yer olmalı diye düşündüm. - Kuyruk, evde nerede kalacaksın? Benimle beraber, yatakta uyur musun? - Bilmem, aslında olabilir. Ama ağaç kovuğu gibi karanlık yer- ler daha çok hoşuma gider. Ev nasıl bir yer Doruk? Evin içinde ağaç var mı? - Hahaha. Elbette yok. Ama babam bir şeyler hazırlar senin için. Eşyalarımızı toplayıp arabaya bindik. Eve doğru giderken, 17
Kuyruk’un içinde olduğu kutu benim elimdeydi. İlk önce topladı- ğımız kirazları satacaktık. Hava çok sıcak olduğu için kirazlar bo- zulmadan satmamız gerekiyordu. Kiraz alımı yapılan yere gittik. Topladığımız kirazlar sandıklara konuldu. Daha sonra tartılmak için kantara götürüldü. Tartma işi de bi- tince kiraz alıcısı hesap makinesini eline aldı. Hesabını yaptı. “Hocam maşallah. Kirazlar çok güzel. Bu da emeğinizin karşılı- ğı,” diyerek parayı dedeme uzattı. Dedem parayı saydı ve cebine koydu: - Teşekkürler. Kolay gelsin. Arabaya tekrar bindik. Babama: 18
- Baba, Kuyruk nerede kalacak? Hep bu kutuda mı? - Hayır Doruk. Az sonra ona büyük bir kafes alacağız. Kafesin dışına da kovuğa benzeyen yuva alacağız. Kuş yuvasının biraz daha büyüğü. Sincaplar karanlık yerleri sever, karanlıkta uyurlar. Kafesin içine suluk ve yemlik de koyarız, acıktığında ve susadığın- da ihtiyaçlarını kafesinde giderebilsin diye. İstediği zaman kafes- ten çıkar yanımıza gelir. Kuyruk’un bu fikre sevindiği belliydi. - Doruk, baban sincapların neleri sevdiğini çok iyi biliyor. Kuyruk’un çıkardığı sesi tabii ki sadece ben anladım. Ona göz kırparak karşılık verdim. Arabayla hayvan ürünleri satan dük- kana geldik. Kuyruk elimde, dükkanın içine girdik. Babam bü- yükçe bir kafes aldı. Kapılarını, genişliğini, yüksekliğini inceledi. Sonra büyükçe bir kuş yuvası aldı. Sadece yuvarlak bir girişi olan kapalı bir kutuya benziyordu. Babam, satıcıya hamster su- luğu sordu. Satıcı babama silindire benzeyen suluğu verdi. - Baba, Kuyruk hamster değil ki. O Sincap. Neden Hamster suluğu aldık? - Oğlum, hamster suluğu ama sincaplar da kullanabilir. Fare- ler ve sincaplar birbirine benzeyen canlılardır. Babam kafesin içine koymak için talaş istedi. Bu sayede Kuyruk kafes içinde dolaşırken daha rahat olacaktı. Bir paket de çekir- dek aldı. Sincapların çekirdeği çok sevdiğini söyledi. Eve gidince dedemin geçen sonbaharda topladığı cevizlerden de vereceğini söyledi. Bu yıl ki cevizlerin olmasına daha vardı çünkü. Uzunca bir yemlik ile kafes örtüsü de alarak dükkândan ayrıldık. 19
Kuyruk heyecanlanmış, yeni yuvasına bakıyordu. Aldıkları- mızın parasını ödeyip, eve doğru yola çıktık. Bir an önce eve gidip, kafesi hazırlamayı çok istiyordum. Hayal ettiğim arkadaş gelmişti. Artık her şeyimi Kuyruk ile paylaşacaktım. Normalde paylaşmayı pek sevmiyorum. Oyuncaklarım, eşyalarım bana aitti sonuçta. Annem ve babam bu konuda beni sürekli uyarıyorlardı. Belki Kuyruk ile paylaşmaya da alışırım. Annem dışarıda yağlı boyayla resim yapıyordu. Bazen resim yapar, bazen örgü örer, bazen taşlardan tablolar yapar, bazen de eski kumaşları değerlendirerek yeni şeyler üretirdi. Kısacası boş duramazdı. Aslında matematik öğretmeni, ama görsel sanat- 20
lara ilgisi ve yeteneği vardı. Evimizdeki resimleri de annem yap- mıştı. Bazılarında benim fırça darbelerim bile vardır. Küçükken o resim yaparken pek rahat bırakmazmışım da... Annem bizi görünce yanımıza yaklaştı. Kucağımda Kuyruk’u görünce çok şaşırdı. “Nerede buldunuz bu şirini?” diyerek Kuyruk’u sevmeye başladı. - Ağaçtan düştü, biz de bahçede bırakmadık. Ayağı da biraz incinmiş gibi. Doruk da bırakmak istemeyince, biz de ailemize bir üye daha katalım dedik. - Arkadaşının adı ne oğlum? - Arkadaş değil anne. Sincap kardeş. Adı Kuyruk. - Çok güzel isim bulmuşsunuz. Doruk ile Kuyruk oldunuz yani siz. Gördüğüm kadarıyla Kuyruk’un yuvası hazır. Annem, kafesi ve diğer malzemeleri aldı. Ben Kuyruk’u aldım. Babam ve dedem, bahçeden topladığımız meyve ve sebzele- ri aldı. Babam dışarıda Kuyruk’un yuvasını hazırlamaya başla- dı. Kafesin altına talaşı koyarak eliyle düzleştirdi. Çekirdekleri yemliğin içine boşalttı. Suluğu suyla doldurdu ve yemlik ile suluğu kafese yerleştirdi. Tüneği, delik kısmı kafesin açık kapağına denk gelecek şekilde kafesin dışına taktı. Daha sonra bir şey demeden içeriye girdi. - Hadi Kuyruk Bey. Yuvanız hazır. Girebilirsiniz. Kuyruk, incinen ayağına dikkat ederek, yavaşça kafese girdi. Kafesin içinde dolaşmaya başladı. En son tüneğin içine girdi. De- likten sadece kafasını çıkartıp: - Doruk burası mükemmel. Çok beğendim. 21
Babam, elinde bez parçası ile geri geldi. Tüneği, yan kapağın- dan açtı ve bezi içine bıraktı. - Tahta sert olur. Kuyruk bezin üzerinde daha rahat uyur. Hadi şimdi eve girelim. Onun her şeyi hazır artık, yerine alışsın. Kafesi yukarıya, masanın üzerine koyduk. Tıkırtıları duyan babaannem yanımıza geldi. Kuyruk’u görünce çok şaşırdı. Sin- captan korkacağını düşünmüştüm, ama aksine o da çok sevdi Kuyruk’u. Bir süre ona hayranlıkla baktı, inceledi. Nereden bul- duğumuzu sordu, ona da anlattık. Bahçede toprak ile oynayınca üstüm başım kirlenmişti. Banyo 22
yapmam gerekiyordu. Banyoya gitmeden önce: “Kuyruk, sen de banyo yapmak ister misin?” diye sordum. Kuyruk: “Hayır almayayım. Banyo yapmayı pek sevmem Doruk. Hem ben temizim,” dedi. Banyomu yapıp, odaya geri döndüm. Kuyruk’a baktım. Yuva- sında uyuyordu. Aslında öğleden sonraları uyuma alışkanlığım yoktur. Ama bu sefer benim de uykum geldi. Kanepeye uzandım ve gözlerimi kapattım. Uyandığım zaman akşam yemeği hazırlanıyordu. Sadece uyu- yan ben ve Kuyruk değildik. Babam ve dedem de uyumuşlardı. Hatta onlar hâlâ uyuyordu. Babam diğer kanepeye uzanmış, dedem ise balkonda uyuyakalmıştı. İlk önce babamı uyandırmak için yanına gittim. Üzerine çıkıp, zıplamaya başladım. Gözlerini aralayınca bana sarıldı ve öpmeye başladı. Ben de onu öperek karşılık verdim. Kuyruk babamın bıraktığı çekirdekleri yiyordu. Çekirdekleri tutuşu ve yiyişi gerçekten de hayranlık vericiydi. Çok sevimli görünüyordu. Ona afiyet olsun dedim ve balkona geçtim. Dedemin elinden tuttum: - Yemek hazır dede. Hadi kalk. Akşam yemeğinde ne olduğunu merak ettim ve bakmak için mutfağa gittim. Anneme yemekte ne olduğunu sordum. Şeh- riye çorbası, bamya ve bulgur pilavı varmış. Annem bunların yanına bir de salata yapıyordu. Yemek sonrası için de kar- puz kesilmişti. Çorbayı ve bulgur pilavını çok severim. Aslında bamyayı da seviyorum. Ama eskiden bamya yemek istemez- dim. Tadına dahi bakmamıştım. Diğer çocuklar bamya yemiyor 23
diye ben de bamya yemiyordum. Oysa ne kadar da lezzetli ve yararlı bir yemekmiş. Bir seferinde babam: “Bamya çok zor şartlarda yetişir. Toplamasıysa daha da zor- dur. Hem bamya padişah yemeğidir. Türk mutfağında özel bir yeri vardır. Kimi yörelerde düğün yemeği olarak sunulur. Benim en sevdiğim yemeklerden biridir. Bence en azından tadına bak- malısın.” dedi. Tadına bakmayı kabul ettim. Babamın söylediği doğruydu. Çok lezzetli bir yemekti, çok beğenmiştim. Bazen kıymalısını da yapı- yordu annem, onun da ayrı bir lezzeti vardı. Böylece daha önce hiç tadına bakmadığım yemekleri tatmaya karar vermiştim. Pıra- 24
sa ve ıspanak yemeklerini de yemeye başladım. Önceden onları da yemezdim. Masada yemeğimizi yiyorduk. Babaannem marul uzattı: - Doruk, bunu Kuyruk’a ver. Sever bence. Marulu alıp Kuyruk’a götürdüm. - Marul sever misin Kuyruk? Babaannem sevdiğini söyledi. - Teşekkürler. Severim tabi. Ama tavşanlar daha çok sever. Babanın aldığı çekirdek güzelmiş. Onlardan yedim biraz önce. - Afiyet olsun sana. Bana müsaade Kuyruk. Ben de yemeğe devam edeyim. Büyüklerim masadan kalkmadan, benim kalk- mam ayıp olur. Yemeğimi bitirince dönerim. Çorbamı, bamyamı ve bulgur pilavımı bitirdim. Yemekten son- ra karpuz yedik. “İçim çok yanmış. Soğuk karpuz iyi geldi.” dedi dedem. Dedemin içi mi yanmış yoksa ben mi yanlış anladım? Şaşkın şaşkın dedeme: “Dede, için nasıl yanıyor? İçinde ateş mi var?” diye sordum. Masadaki herkes gülmeye başladı. - Tüm gün güneşin altında çalışınca çok terledim. Vücudum sahip olduğu suyu dışarıya attı. Sonuçta vücudum tekrar suya ihtiyaç duydu. İçi yanmak, çok susamak anlamında kullanılır. Karpuz çok sulu bir meyvedir. Karpuzu yiyince içim ferahladı. Dedem çok doğru söylemişti. Tüm gün güneş altında çalışmış- lardı. Ben gölgede oynarken bile terlemiştim. Herkes masadan kalkınca ben de Kuyruk’un yanına gittim. Odada sadece biz vardık. Bu yüzden rahatça konuşabiliyorduk. 25
Ona her şeyi anlattım. Yaşadığım yeri, evdeki oyuncakları, yapa- cağımız yolculuğu. - Demek Rize’ye gideceğiz Doruk. Uzun bir yolculuk yapaca- ğız. Bu sürede değişik çok yer göreceğiz. Çok farklı bilgiler de öğreneceğiz. Farklı yemekler de tadacağız. Çok heyecanlan- dım. Çok güzel. - Aynen öyle Kuyruk. Dediklerinin hepsini yapacağız. Daha sonra oyun oynamaya başladık. Kuyruk kamyonun ka- sasına oturdu. Odanın içinde onu gezdirdim. Sıkılınca topu bir- birimize yuvarlamaya başladık. Sonra yapbozlardan kule yap- tık. Oyuncaklarımı Kuyruk ile paylaşıyor ve bundan rahatsızlık 26
duymuyordum. Bundan sonra oyuncaklarımı arkadaşlarımla da paylaşacağım. Paylaşarak oynamak daha zevkliymiş. Bazı arkadaşlarım benimle oynamak için eve gelmek istemiyormuş. Çünkü oyuncaklarımı onlarla paylaşmıyordum. Şimdi düşününce onlara hak verdim. Nihayetinde benimle oynamaya geliyorlardı ve ben onlarla oyuncaklarımı paylaşmıyordum. Arkadaşlarıma karşı çok yanlış davrandığımı fark ettim. Rize’ye döndüğümde hepsinden özür dileyecek, bütün oyuncaklarımı onlarla payla- şacak birlikte onlarla oyun oynayacağım. Hatta onlara çikolata bile ikram edebilirim. Kuyruk’u alıp balkona çıktım. Balkon serin olduğu için her- kes orada oturuyordu. Babam telefonu ile ilgileniyor, annem örgü örüyordu. Babaannem, anneme bir şeyler tarif ediyor- du. Annem örgü örmeye yeni merak sarmıştı. Rize’de çanta örmek için başlamıştı. Öncesinde hiç sorun yaşamamıştı, ama sonra örgü bozulmaya başladığı için annem de örgü işini er- telemişti. Şimdi öremediği örnekleri babaannemden öğreni- yordu. Çanta bitmeye yakındı. Babam, anneme “Boşuna göz- lerini yoruyorsun.” demişti. Annem, “Beni dinlendiriyor. Hem içinde matematik de var. Bu sene öğrencilere proje ödevi olarak da örgü ödevi vereceğim.” demişti. Babaannem de “Örgü, göz nurudur. Kızlar örgüye çok özenirler. Hepsinde ne emekler var. Emek vererek yapılan şeyler çok daha de- ğerlidir.” dedi. Dedem ise bulmaca çözüyordu. Beni görünce şaşırdılar. Çünkü Kuyruk omzumdaydı. “Kuyruk’u buraya getirmeseydin, kaçabilir. Sincaplar yabani 27
hayvanlardır. Evcilleştirilmesi çok zordur. Onlar, ağaçlarda ya- şamayı severler. Giderse üzülme.” dedi dedem. Evimizin küçük dalları balkona kadar uzayan bir ceviz ağacı vardı. Kuyruk o dallara tırmanarak kaçabilirdi. Dedem bunları söyleyince Kuyruk’a baktım. Sanki sorumu anlamıştı. “Merak etme Doruk. Artık kardeşiz. Hem ben sizinle çok mut- luyum.” dedi. Kuyruk bunları söylerken sesler çıkarmıştı. Kimse anlamadı. Şaka ile: “Kaçmazmış dede. Hem baksana ne kadar güzel duruyor.” diye karşılık verdim. 28
Babam telefondan başını kaldırıp: - Yarın sabah gül bahçesine, oradan da lavanta bahçesine gi- delim mi? Gül ve lavanta bahçeleri çok meşhurdur, çokça turist bu bahçeleri ziyaret eder. Gerçi gülün toplanma zamanı geçti, ama turistlerin fotoğraf çekilmesi için toplanmamış bahçeler de vardır muhakkak. Yoksa da gül bahçesi görmüş oluruz. Lise yıl- larında, sabah erken kalkardım. Okula gitmeden önce bisiklet ile bahçeleri gezerdim. Gül kokusu sanki tüm bahçeyi kaplardı. Zaman ne kadar çabuk geçmiş. Özledim o günleri. “Özlediysen bisikletin aşağıda oğlum. İstediğin zaman binebi- lirsin. Zaten o günlerden sonra bir daha binmedin. Ehliyet aldın ve bisikleti emekliye ayırdın.” dedi dedem. Herkes gülmüştü. Annem, babamın bisikletini tamir ettirmiş, kendisi biniyordu. Ama babam hâlâ binmiyordu. Keçiborlu’da eskiden kükürt madeni ocağı varmış. İnsanların çoğu orada çalışırmış. Babamın dedesi ve iki amcası orada ça- lışıp emekli olmuşlar. Fabrika kapanınca insanlar çalışmak için başka yerlere gitmişler. Kalanlar ise tarıma yönelmiş. Başlarda domates yetiştirmişler. Daha sonra kiraza yönelmişler. Fakat bu kez de su sıkıntısı başlamış. Çok fazla su gerektirmeyecek bir tarım ürünü ne olabilir diye araştırmışlar ve gül dikmişler. Zaten Isparta’nın da gülü meşhurdur. Rize’ye dönerken hediyelik gül lokumu, gül suyu, gül reçeli alırız. Son bir iki senedir de lavan- ta dikilmeye başlandı bir köyde. Köyün ismini herkes “Lavanta Kokulu Köy” olarak biliyor. Lavanta da fazla sulama gerektir- miyormuş. Yurt içi ve yurt dışından çok sayıda turist köyü ziyaret 29
ediyorlarmış. Gül ve lavanta bahçelerinde fotoğraf çekiliyor- larmış. Mor lavanta bahçesi ve pembe gül bahçesi. Bir de Is- parta’nın halısı meşhurdur. Babamın anneannesinin ördüğü iki halı var evimizde. Görenler çok beğenir. “Her bir ilmeğini ayrı özenle dokudum. Ben o halıları dokuyup, satarak para kazan- dım zamanında.” demişti babamın anneannesi. Burada benim en çok hoşuma giden bir başka kültür ise dü- ğünleridir. Düğünlerde yemek dağıtılır. Çorba, haşlama et, bul- gur pilavı ve helva. En çok helvayı severim. Yemekler yapılırken ve dağıtılırken düğün sahibi ailelerin akrabaları ve arkadaşları 30
yardım ederler. Benim gibi küçük çocuklar da su dağıtırlar. Bazı düğünlerde de pide ve ayran dağıtılır. Isparta’nın merkezinde ise “kabune” denen bir yemek dağıtılır. Bir sıra pilav, bir sıra et şeklinde yapılan bir yemektir. Emin olun çok lezzetlidir. Balkonda zaman hızlıca geçmişti. Uyumak için hazırlık yap- maya başladık. Üzerimizi değiştirdik. Dişlerimizi fırçaladık. Ben Kuyruk’u yuvasına koydum. - İyi geceler Kuyruk. Sabah görüşürüz. - İyi geceler Doruk. Tatlı rüyalar. Daha sonra kendi yatağıma gittim. Yarın göreceğim güzel yerleri düşünerek uykuya daldım. Kuyruk da biraz tıkırdadı ve uykuya daldı. Sabah uyandığımda ev mis gibi börek kokuyordu. Beyaz peyniri pek sevmiyor ve yemek istemiyordum. Annem de peynirli börek yapıyordu. Ben fark etmeden bu şekilde peynir yemeye alışmıştım. Börek içinde beyaz peynir de, kaşar peyniri de çok hoşuma gidiyordu. Yataktan kalktım. Kuyruk, yuvasında yoktu. Şaşırdım. Nereye gitti diye merak ettim. Koşarak mutfa- ğa gittim. Kuyruk, mutfak dolabına tırmanmış annemi izliyordu. - Doruk, günaydın. Sabah gözlerimi açtığımda ortalık çok gü- zel kokuyordu. Dayanamadım buraya geldim. - Günaydın Kuyruk. Ben de nereye gittiğini merak etmiştim. Senin gibi güzel kokuları aldım ve kendimi mutfakta buldum. Annem bana bakıp: - Bize günaydın yok mu oğlum? Sadece sincap kardeşe mi gü- naydın diyorsun? - Günaydın anne. Çok güzel kokuyor ellerine sağlık. Sabah 31
Kuyruk’u kafesinde göremeyince merak ettim. Meğer burada seni izliyormuş. - Hahaha. Evet öyle. Çok meraklı. Baksana oturmuş beni izli- yor. Yakında börekleri Kuyruk yapacak. Muzdan bir parça kestim ve Kuyruk’a verdim. Kuyruk ilk önce muzu inceledi. Biraz kokladı ve yemeye başladı. Ben elimi, yüzü- mü yıkamak için lavaboya gittim. Döndüğümde annem mutfakta yoktu. Kuyruk da muzu bitirmişti. - Çok güzel bir şey bu Doruk. Daha önce tatmamıştım. Ne bu? - Muz, hem yaz hem de kış mevsiminde sıcağı çok sever. Bizim 32
burada kışları soğuk oluyormuş. O yüzden bahçemizde hiç muz ağacı yok. Genelde Akdeniz Bölgesi’nde yetişir. Ülkemizde Ana- mur ve Alanya muzu meşhurdur. İstersen bir parça daha verebi- lirim. - Sevinirim. Teşekkürler. Kuyruk’a bir parça daha muz verdim. Büyüklerim kahvaltı için mutfağa geldiler. Ben masada oturmuş, Kuyruk’u izliyor- dum. Hepsi benim gibi onu izlediler. Daha sonra kahvaltımıza başladık. Dedem: - Eline sağlık kızım. Börek lezzetli olmuş. - Afiyet olsun baba. Yaparken Kuyruk da destek verdi. Hep yanımdaydı. Gülüşmeler sürerken Kuyruk bize bakıyordu. Muzu bitmişti. Babam ona bir parça börek uzattı. - O kadar baktıysa canı çekmiştir. Buyurun Kuyruk Bey. Afiyet olsun. Kuyruk, muzu incelediği gibi böreği de incelemeye başladı. Baktı ve sonra kokladı. Sonra yavaş yavaş yedi. Babamın verdiği parçayı bitirdi. Babam, “Anlaşılan hoşuna gitti.” diyerek Kuyruk’un başını okşadı. Kahvaltımızı bitirip, hazırlanmaya başladık. İlk önce gül bah- çesine, oradan lavanta bahçesine gidecektik. Hava güneşli ol- duğu için şapkamı takmıştım. Güneşli havalar biz çocuklar için oldukça önemlidir vücudumuzun gelişmesi ve büyümesi için ge- rekli olan D vitaminini güneş ışınlarından elde etmekteyiz. Ama güneşin sadece yararlı ışınları yok. Güneş aynı zamanda zararlı 33
ışınlar da yaymaktadır. Bu yüzden güneş tepedeyken dışarıya çıkmamamız gerekiyor. Eğer çıkmak zorundaysak kendimizi ko- rumalıyız. Şapka, güneş kremi, güneş gözlüğü gibi eşyalar bizi zararlı güneş ışınlarından koruyabilir. Herkes hazırlanınca ara- baya bindik. Kısa bir yolcuğun ardından gül bahçesine vardık. Ama güllerin büyük çoğunluğu hasat edilmişti. Sadece bir iki bahçede güller toplanmamış, turistler için görsel olarak bırakıl- mıştı. Babamın dediği gibi bahçe gül kokuyordu. Bir iki bahçede gül olmasına rağmen yine de etrafa gül kokusu yayılmıştı. Etrafı meyve ağaçları ile çevrelenmiş bir bahçe ve içinde sıralar ha- 34
linde gül ağaçları dikiliydi. Buraya gelmeden önce her renkte gül olacağını sanmıştım. Ama sadece pembe güller vardı. Babama: - Baba neden sadece pembe güller var? Ben rengarenk bir bahçe hayal etmiştim. Kırmızı, beyaz, sarı güller de olur diye düşünmüştüm. Babam: - Oğlum bu gül ürünleri üretiminde kullanılan bir gül çeşidi. Bu gülün yağı ve suyu çıkarılır. Yaklaşık 4 ton gül yaprağından 1 kg kadar gül yağı çıkar. - Peki baba tüm bahçelerdeki güller toplanmış. Sadece bu iki bahçe kalmış. Diğer bahçedekileri ne zaman toplamışlar? - Gül, sabah ezanı ile toplanmaya başlar. Çünkü çok narindir. Hava ısınmadan önce toplanıp, satılır. Aslında bu bahçedekiler de toplanmıştır. Bu gördüklerin daha sonra açan güller. Annem: - Gül bahçesini görmemiz için daha önce gelmeliydik. Gülün toplanma zamanı yaz mevsiminin ilk günleridir. Bu nedenle bu zamanda gülün az olması gayet doğal oğlum. Her şeyin bir za- manı var. Ama bunlar da gayet güzeller. Hep birlikte bahçede dolaştık. Gül kokusu çok güzeldi. Kuyruk, gül dallarında geziniyordu. Gül dikenli bir bitki oldu- ğundan Kuyruk’un ayağına diken batacak ve canı yanacak diye korkmuştum. Ama babam korkmamamı, onun alışkın olduğunu söyledi. Biraz yürüdüğümüz zaman ileride bir çeşme gördük. Çeşmeden su içtik. Yüzümüzü yıkadık. Kuyruk omzuma geldi. 35
Dedem anlatmaya başladı: - Zamanında bizim de gül bahçemiz vardı. Sabah erkenden kalkar toplardık. Toplamasını bilmeyen için zordur. Dikeni eline batar. Devamlı eğilerek toplandığından toplayanın beli tutulur. Sabah çok erkenden toplanması gerekir, uyanmak istemezsin bazen. Ama sabahın serinliği, havanın ferahlığı bir de gülün kokusu giderir tüm zorlukları. Daha sonra gülleri satar eve dö- nerdik. Ama iş bitmezdi. Kahvaltıyı yapınca bu sefer ya diğer bahçelere ya da odun toplamaya giderdik. Dinlenmek diye bir şey yoktu hayatımızda. Dedem çocukluğundan beri çok çalışmış. Hâlâ evde oturamaz. 36
Bir yerden gelir, başka bir yere gider. Bir bakmışsınız bahçede bir şeylerle uğraşıyor, bir bakmışsınız salonda gazete okuyor. Sonra babamın anneannesine bakmaya gitmiş. Oradan başka bir bah- çeye gitmiş. Ben de çok hareketli bir çocuğum. Bu yönümü dede- me çok benzetirler. Babam “İnsan adını aldığına çekermiş.” der. Ali ismini dedelerim nedeniyle bana vermişler. Babamın babası- nın adı Ali Osman, annemin babasının adı da Ali Paşa... Gül bahçesinde dolanıp güzel kokulara doyduktan sonra la- vanta bahçesine doğru yola çıktık. Dedem, babama: “Oğlum dondurmacının önünde dur. Dondurma alalım. İçimiz yandı.” dedi. Çok sevinmiştim. Sonuçta her çocuk gibi dondurmayı ben de severim. Kuyruk dondurmaya baktı. Külahın alt kısmını kırdım. Ucuna biraz dondurma koyup ona uzattım. Kuyruk çok sevindi. Annem: “Sadece içi yanan biz değiliz. Baksanıza Kuyruk’un da içi yan- mış.” dedi. Kuyruk omzumda duruyordu. Kulağıma: - Evet Doruk. Hava çok sıcakmış. Aslında şimdi yuvada olmak vardı. Mis gibi uyurdum. Ona gülerek karşılık verdim. Lavanta bahçelerine gelmiştik. Mor çiçekleri olan, top top görüntülü çalı gibi bir bitkiydi. Her tarafta lavanta var ve çok hoş görünüyorlardı. Lavanta bahçelerinin aralarında arı kovanları da vardı. Ai- lecek bahçenin birine girdik ve aralarda dolaşmaya başladık. Eskiden dedemin öğrencisi olan bir genç geldi. Babamın arka- 37
daşıymış. Bize lavanta tohumu ve lavanta balı hediye etti. Fotoğ- rafımızı çekti. Lavanta bahçeleri çok güzeldi. Sanki dağın eteği- ni mora boyamışlar gibi. Arılar lavanta kokusuna çok geldiği için bahçeler içinde petekler kurulmuştu. Etrafta bolca arı vardı ve ben arılardan biraz çekiniyordum. Etrafımızda uçuşup duruyor- lardı. Bal arıları günde iki yüz tane çiçeğe konarlarmış. Arılar sayesinde ağaçlar meyve verir, çiçek açarmış. Dünyada arılar yok olsa hayat olmazmış. Babamın izlediği belgeselde böyle söylenmişti. Hem ürettikleri balı çok severim. Çok da sağlıklıdır. Kahvaltıda en çok sevdiğim yiyeceklerden biridir, yanında bir de süt kaymağı varsa değmeyin keyfime. Kışın hasta olduğum 38
Search