Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Araştırma 3

Araştırma 3

Published by Dulkadiroğlu RAM, 2021-11-08 07:27:25

Description: Araştırma 3

Search

Read the Text Version

Örneğin; “Ders saatleri yetersiz, çocuğum sadece temel dersleri görüyor diğer çocuğuma derslerin de öğretilesini istiyorum.” diyen velilerin yanında, “Ders saatinin yeterli ve ideal olduğunu düşünüyorum, zaten benim çocuğum bundan fazlasını alacak durumda değil.” diyen velilerin de olduğunu söyleyebiliriz. 4.6.Evde eğitim gören çocuğun velisi olarak karşılaştığınız güçlükler nelerdir? Sorusuna ait bulgular KOD FREKANS Herhangi bir güçlükle karşılaşmadıklarını 16 dile getirenler 10 Öğrenci ve velinin sosyal yaşamının kısıtlanması Diğer insanların olumsuz bakış açıları 3 Öğrencinin olumsuz bakış açısı 2 Evin fiziki şartlarından kaynaklı sorunlar 2 Velilerin dış tehlikelere karşı çocuklarını 1 koruyamama endişesi Evin kalabalık olmasından kaynaklı 1 yaşanan sorunlar Sağlık raporu alınması veya herhangi bir 1 iş ve işlem esnasında yaşanan güçlükler Öğretmen bulma konusunda yaşanılan 1 sorunlar Tablo 4.6. İncelendiğinde evde eğitim gören çocuğun velisi olarak karşılaştığınız güçlükler nelerdir? Sorusunda en fazla frekansa sahip olan kodun (16/37) herhangi bir güçlükle karşılaşmadıklarını dile getirenler olduğunu söyleyebiliriz. Velilerin büyük bir kısmı “Herhangi bir güçlükle karşılaşmadıklarını” dile getirmişlerdir. Tabloyu incelediğimizde İkinci en yüksek frekansa sahip olan kodun (10/37) ise öğrenci ve velinin sosyal yaşamının kısıtlanması olduğunu görüyoruz. Bununla ilgili V1 “Öğrencinin sağlık problemlerinden dolayı (hidrosefali) eve her zaman misafir alamıyoruz, çocuğu da taşıyıp götürmek zor oluyor diye misafirliğe de gidemiyoruz” ifadelerini kullanmıştır. 47

4.7. Evde eğitim uygulamasının öğrencilere yararları konusundaki görüşleriniz nelerdir? Sorusuna ait bulgular KOD FREKANS Eğitimden geri kalmaması 22 Psikolojik rahatlama 21 Özgüven kazanma 15 Öğrencinin derslerinin daha iyiye gitmesi 7 Tablo 4.7. İncelendiğinde evde eğitim uygulamasının öğrencilere yararları konusundaki görüşleriniz nelerdir? Sorusuna en yüksek frekansa sahip olan kodun (22/65) eğitimden geri kalmaması olduğu görülüyor. İkinci en yüksek frekansa sahip olan kodun (21/65) psikolojik rahatlama kodunun olduğunu görüyoruz. Evde eğitim uygulamasının öğrencilere yararları konusundaki velilerin görüşlerine baktığımızda evde eğitim gören öğrencinin eğitimden geri kalmamasından kaynaklı olarak hem velilerin hem de öğrencilerin psikolojik olarak rahatlamalarını sağladığını söyleyebiliriz. 4.8. Evde eğitim uygulamasına ilişkin öğretmenlerin yaklaşımları nasıldır? KOD FREKANS Evde eğitim görmenin öğrencinin yararına 19 olduğu düşünülüyor 12 Öğrenci ile olumlu bir tutum içerisindeler 10 Öğretmenlerin olumlu bakış açısına sahip 7 olmaları Öğrencinin okul hayatından 1 uzaklaşmasının sağlığı açısından gerekli 1 olduğu düşünülüyor Öğretmenin öğrenciden beklentisinin yüksek olması Öğretmenlerin önyargılı ve olumsuz bakış açılarına sahip olması 48

Evde eğitim uygulamalarının 1 öğretmenlerin mesleki doyuma ulaşmalarında ve öğretmeni mesleki yönden geliştirdiğinin düşünülmesi Öğrencinin birebir eğitim almasının 1 öğrenme kalitesini arttırdığı düşüncesi Branş öğretmeni yetersizliği 1 Evde eğitim veren öğretmenin hizmet içi 1 eğitimden geçmesi gerektiği düşüncesi Öğretmen öğrenci ilişkisinin zayıf olması 1 Tablo 4.8. İncelendiğinde Evde eğitim uygulamasına ilişkin öğretmenlerin yaklaşımları nasıldır? Sorusunda en fazla frekansa sahip olan kodun (19/55) evde eğitim görmenin öğrencinin yararına olduğu düşünülüyor olduğunu söyleyebiliriz. Bu tablo gösteriyor ki evde eğitim uygulamasına ilişkin öğretmenlerin yaklaşımlarına baktığımızda öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu “evde eğitim görmenin öğrencinin yararına olduğunu” düşünüyor. Bu duruma baktığımızda öğretmenlerin “olumlu bakış açısına sahip olmaları” ve buna paralel olarak “öğrenci ile olumlu bir tutum içerisinde” olduklarını da söyleyebiliriz 4.9. Evde eğitim ile ilgili RAM’da yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama süreçlerine ilişkin görüşleriniz nelerdir? Sorusuna ait bulgular KOD FREKANS Herhangi bir sorun yaşanmadı 27 Bekleme süresinin yeterli olması 3 RAM’a ulaşımda zorluk çekilmesi 2 Eğitsel değerlendirme ve tanılama 2 sürecinin gerçek yaşamı yansıtmaması Bekleme salonlarının yeterli ısı ve 1 serinlikte olmaması RAM’daki yapılan bilgilendirmenin 1 yeterli olması Tablo 4.9. İncelendiğinde evde eğitim ile ilgili RAM’da yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama süreçlerine ilişkin görüşleriniz nelerdir? Sorusunda en fazla frekansa sahip olan kod (27/36) herhangi bir sorun yaşanmadı olduğunu görüyoruz. Evde eğitim ile ilgili 49

RAM’da yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama süreçlerine ilişkin görüşler incelendiğinde Herhangi bir sorun yaşanmadı memnuniyet düzeylerinin yüksek çıktığını söyleyebiliriz. Bununla ilgili V5; “RAM’ daki yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama sürecinde herhangi olumsuz bir durum ile karşılaşmadık, düzenli ilerledi, sorunsuz bir şekilde işimiz halledildi.” görüşlerini dile getirmiştir 5.SONUÇ Bu çalışmada; Sağlık durumları nedeniyle evde eğitim alan öğrencilerin velilerinin evde eğitim hakkındaki görüşleri alınarak bu alanda yaşanılan sorunları saptamak ve çözüm önerilerinin getirilmesine çalışılmıştır. Çalışmada 30 anne, 3 baba ve 1 anneanne ile toplam 34 veli ile görüşülmüştür. Görüşülen velilerin yoğunluklu olarak ilkokul mezunu olduğu görülmüştür. Bir araştırmada; özel gereksinimli çocuğa bakım veren kişilerin birinci derece yakınları olduğunu, özellikle de annelerin çocuğun bakımının büyük çoğunluğunu üstlendiğini bu durumun da annelerde anksiyete ve tükenmişlik duygusu oluşturduğunu göstermektedir. (Gökcan 2011, Sarı 2007, Er 2006, Işıkhan 2005; Uğuz ve ark. 2004) Görüşülen velilerin çoğunluklu olarak ilkokul mezunu olduğu görülmüştür. Ailelerin zorluklarla baş etmelerini olumlu yönden etkileyen en önemli faktörlerden biri de eğitimdir. Eğitim bireylerin zorluklarla baş etmesi için gerekli olan en önemli destek sistemlerinden biridir. Eğitim ailelerin içinde bulundukları duruma uyum sağlamaları, kendilerine ve çocuklarına ilişkin duygu ve düşüncelerini anlamalarını ve çocuklarını yetersiz yönleri ile kabul etmelerine yardımcı olabilir, anne babaların çocuklarının gereksinimlerine yanıt verebilme yeteneğini artırarak, endişelerinin ve suçluluk duygularının azalmasını sağlayabilir. (Ayyıldız, T., Konuk Şener, D., Kulakçı, H., & Veren, F. 2012). Bu çalışmada Evde eğitim uygulamasına ilişkin velilerin genel görüşlerine baktığımızda Evde eğitim uygulamalarının faydalı olduğu düşüncesinin diğerlerine oranla daha fazla olduğu görülüyor. Diğer bir görüş ise öğretmenlerin işbirlikçi olması düşüncesidir diyebiliriz. Bu en fazla tekrar eden iki görüşe baktığımızda aslında birbirleri ile bağlantılı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü öğretmenlerin evde eğitim gören öğrenci ve veli ile işbirlikçi olması velilerin evde eğitim uygulamalarının faydalı olduğunu düşünmelerini sağlamıştır diyebiliriz. Evde eğitim uygulamasında görevli olan öğretmenlerin işbirlikçi yapıya sahip olması evde eğitimin faydalı olmasını sağlamıştır sonucunu çıkarabiliriz. 50

Evde eğitim uygulamasının eksik ya da geliştirilmesi gereken yönleri var mıdır? Sorusuna verilen cevaplara bakıldığında özellikle ders saatlerinin yetersizliği hakkında düşünceler çoğunluktadır. Evde eğitim gören çocuğun velisinin karşılaştığı güçlüklere bakıldığında; velilerin büyük bir kısmı “Herhangi bir güçlükle karşılaşmadıklarını” dile getirmişlerdir. Evde eğitim uygulamasının öğrencilere yararları konusundaki velilerin görüşlerine baktığımızda evde eğitim gören öğrencinin eğitimden geri kalmamasından kaynaklı olarak hem velilerin hem de öğrencilerin psikolojik olarak rahatlamalarını sağladığını söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra “Özgüven kazanma, Öğrencinin derslerinin daha iyiye gittiği” gibi sonuçları da çıkarabiliriz Evde eğitim uygulamasına ilişkin öğretmenlerin yaklaşımlarına baktığımızda öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu “evde eğitim görmenin öğrencinin yararına olduğunu” düşünüyor. Bu duruma baktığımızda öğretmenlerin “olumlu bakış açısına sahip olmaları” ve buna paralel olarak “öğrenci ile olumlu bir tutum içerisinde” olduklarını söyleyebiliriz. Evde eğitim ile ilgili RAM’da yapılan eğitsel değerlendirme ve tanılama süreçlerine ilişkin görüşler incelendiğinde Herhangi bir sorun yaşanmadı memnuniyet düzeylerinin yüksek çıktığını söyleyebiliriz. 51

6. KAYNAKLAR Aldıkaçtı, O.( 1997). Sosyal devlet. Anayasa Yargısı Dergisi. 14. Ataman, A. (2011). Özel gereksinimli çocuklar ve özel eğitime giriş. Ankara: Gündüz Eğitim. Ayyıldız, T., Konuk Şener, D., Kulakçı, H., & Veren, F. (2012). Zihinsel engelli çocuğa sahip annelerin stresle baş etme yöntemlerinin değerlendirilmesi, Ankara Sağlık Hizmetleri Dergisi, 11(2), 1-12. Birkan, B. (2002). Erken özel eğitim hizmetleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Dergisi. (3) 2, 99-109 Gökcan K. (2011). Özürlü Çocuğa Sahip Ailelerin Beklentileri Görgü E. (2005). 3-7 Yaş arası otistik çoçuğa sahip olan annelerin algıladıkları sosyal destek düzeyleri ile depresyon düzeyleri arasındaki ilişki. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul Isenberg, J. (2007). What have we learned about home schooling?,PeabodyJournal Of Educatıon, 82(2-3), 387– 409 MEB (2018). Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği. Ankara: Resmi Gazete, Sayı:30471, 07 Temmuz Milli Eğitim Bakanlığı, (2010). http://mevzuat.meb.gov.tr/html/2629_0.html adresinden 20.05.2015 tarihinde ulaşılmıştır. Orgm.meb.gov.tr Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü Evde Eğitim Hizmetleri Özbesler C. (2008). Farklı Gelişimsel Özellikleri Olan Çocuğa Sahip Ailelerin Sorunları. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi Cilt 8 Sayı 1- 2, Mayıs-Kasım 2008, ss. 25-36 Özyürek, M. (1983). Özel eğitime muhtaç çocuklar ve eğitimleri, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 16/1. Wayman. K.I., & Lynch. E.W. (1991). Home-based early childhood services: Cultural sensitivity in a family syslems approach. Topics in Early Childhood Special Education. 10 (4). 56-70. YILDIRIM A, ŞİMŞEK H.2011, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin, Ankara, 366s. 52

T.C KAHRAMANMARAŞ VALİLİĞİ DULKADİROĞLU REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ ÇOCUĞU ZİHİNSEL TANI ALMIŞ EBEVEYNLERİN YAŞADIĞI SORUNLAR ARAŞTIRMA ÇALIŞMASI MERVE ERKÜÇÜK ALİ İMALI 2020 KAHRAMANMARAŞ 53

ÖZET Bu çalışmanın amacı; çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin görüşleri alınarak bu alanda yaşanılan sorunları saptamak ve çözüm önerileri getirmeye çalışmaktır. Bu çalışma nitel bir araştırmadır. Araştırmanın çalışma grubunu; 20/01/2020 – 28/02/2020 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili Dulkadiroğlu Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ ne başvuran çocuğu zihinsel tanı almış 79 gönüllü anne ya da baba oluşturmaktadır. Araştırmada veriler; alan taraması yapılarak araştırmacı tarafından oluşturulmuş açık uçlu soruların olduğu bir formla toplanmıştır. Ayrıca formda açık uçlu soruların yanında ailelerin sosyo-demografik özelliklerini belirlemeye yönelik sorular da bulunmaktadır. Veriler; eğitsel tanılama ve değerlendirme için Dulkadiroğlu Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ ne gelen velilerle görüşme yapılarak toplanmıştır. Bilgilere ulaşmak ve daha açıklayıcı bir sonuç elde etmek için katılımcı görüşlerinde doğrudan alıntılara da yer verilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; 66 anne, 13 baba ile görüşülmüştür. Görüşülen velilerin yoğunluklu olarak ilkokul mezunu olduğu görülmüştür. Ailelerin ekonomik olarak gelirlerine bakıldığında ağırlıklı olarak asgari ücret olduğu saptanmış olup bunu asgari ücretin altında gelire sahip aileler takip etmektedir. Ebeveynler arasındaki akrabalık ilişkilerine bakıldığında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Görüşülen ebeveynlerin;birlikte olma oranlarının yüksek olduğu görülmüştür. Çocuğun durumunu ilk fark etme durumlarına bakıldığında 0-1 yaş dönemi göze çarpmaktadır. Çocuk tanı aldıktan sonra ebeveynin durumu kabullenme süreçlerine bakıldığında; ebeveynler ilk duyduklarında durumu kabul etmekte zorlandıklarını ifade etmişlerdir. Çocuk tanı aldıktan sonra eşler arasındaki duruma bakıldığında ise; ebeveynler yoğunlukla bu durumun ilişkilerini etkilemediğini belirtmişlerdir. “Birbirimize daha çok destek olduk, birbirimize daha çok bağlandık” şeklinde görüş bildiren ebeveynler de olmuştur. Ebeveynlerin bir kısmı ise bu durumun ilişkilerini olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Çocuk tanı aldıktan sonra çevrenin çocuğa ve ebeveyne karşı yaklaşımına bakıldığında “destek oldular, normal kabul ettiler” şeklinde ebeveyn beyanı yoğun olmakla birlikte, “kabul etmediler, acıdılar, dışladılar” gibi ebeveyn beyanları da bulunmaktadır. Çocuk tanı aldıktan sonra ebeveynin yaşam şeklinde ve hayata bakış açısındaki değişiklik durumuna bakıldığında; ebeveynler daha karamsar olduğunu, gelecek kaygısı yaşadığını, kendini yok saydığını, duygusallaştığını belirtirken bazıları ise olumlu anlamda daha çok güçlendiğini, sosyalleştiğini, araştırmaya başladığını, olgunlaştığını belirtmiştir. Okul sürecinde yaşanan zorluklara bakıldığında; çocuğun arkadaşları arasında dışlanması ebeveynlerin yoğun olarak verdiği cevap olmuştur. Görüşülen ebeveynin psikolojik destek alma durumları ise; genel olarak ebeveynler herhangi bir destek almadıklarını belirtmişlerdir. 54

1.GİRİŞ Zeka “zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneği “ olarak tanımlanabilir. Zihinsel yetersizlik; ise standart zeka ölçeklerinin uygulanması ile bireyin zeka seviyesinin %70'in altındaki bir düzeyde olmasıdır (Lafçı D., Öztunç G., Alparslan N. 2014). Zihinsel yetersizlik kendi içinde 4 gruba ayrılır. Bunlar; Hafif düzeyde zihinsel engelli birey: Zihinsel işlevler ile kavramsal, sosyal ve pratik uyum becerilerinde hafif düzeydeki yetersizliği nedeniyle özel eğitim ve destek eğitim hizmetine sınırlı düzeyde ihtiyacı olan bireyi, Orta düzeyde zihinsel engelli birey: Zihinsel işlevler ile kavramsal, sosyal ve pratik uyum becerilerindeki sınırlılık nedeniyle temel akademik, günlük yaşam ve iş becerilerinin kazanılmasında özel eğitim ile destek eğitim hizmetine yoğun şekilde ihtiyacı olan bireyi, Ağır düzeyde zihinsel engelli birey: Zihinsel işlevler ile kavramsal, sosyal, pratik uyum ve öz bakım becerilerindeki eksiklikleri nedeniyle yaşam boyu süren, yoğun özel eğitim ve destek eğitim hizmetine ihtiyacı olan bireyi, Çok ağır düzeyde zihinsel engelli birey: Zihinsel yetersizliği yanında öz bakım, günlük yaşam ve temel akademik becerileri kazanamayan, yaşam boyu bakım ve gözetime ihtiyacı olan bireyi, ifade etmektedir. (ÖEHY, 2018) Türk Milli Eğitiminin genel amaç ve temel ilkeleri esas alınarak; özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin eğitim ihtiyaçları, yeterlilikleri, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda kapasitelerini en üst düzeyde kullanmaları, üst öğrenime, meslek hayatına ve toplumsal yaşama hazırlanmaları için bu bireylere özel eğitim ve destek eğitim hizmetleri sunulur. (ÖEHY, 2018) Zihinsel yetersizlik, kişide yaşam boyu devam eden, kalıcı yetersizlikler bırakan, gözlem, kontrol, bakım, tedavi ve rehabilitasyon gerektiren, aynı zamanda aile üyelerinin tümünü, aile yaşamını ekonomik, sosyal, duygusal, davranışsal ve bilişsel yönlerden etkileyen kalıcı bir sağlık sorunudur. (Yıldırım &Conk, 2005) Hafif ve orta derecede zihinsel yetersizliği olan bireyler kendi bakımlarını kısmen de olsa yapabilmekteyken, ağır derecede zihinsel yetersizliği olan bireyler genelde annelerine bağımlı bir hayat sürdürmektedirler. (Şengül & Baykan, 2013)Son dönemde özel gereksinimli bireye yönelik hizmetlerin, sadecebu bireylerle sınırlı olmadığı, ailenin bir sistem olduğu ve öncelikli olarak aile bireylerinin sorunlarının 55

saptanması, gereksinimlerinin belirlenmesi ve bu gereksinimler doğrultusunda hizmet verilmesinin gerekliliği savunulmaktadır. (Görgü 2005) Bir toplumun en küçük yapı taşı ailedir. Aileye yeni katılan her birey aile ortamında değişikliğe sebep olur ve aile bireylerinin bu değişen ortama uyum sağlaması beklenir. (Arıcığolu A., Gültekin F. ,2017) Her ailenin bir uyum ve gelişim aşaması vardır. Aileye yeni katılan birey ile ailenin gelişim aşamaları paralel gittiğinde bu uyum süreci sağlıklı bir şekilde devam eder ancak bu birey özel gereksinimli bir birey ise aile ve çocuğun uyum aşamaları sağlıklı ilerlemez. (Akkök, 2011)Ebeveynler sağlıklı bir çocuğa sahip olmayı beklerler ancak sahip oldukları çocuk normal akranlarına göre farklı gelişim gösteren bir çocuk olabilir.Çocuğun farklı gelişimsel özellikleri, onun fiziksel, duygusal, sosyal, zihinsel, ruhsal alanlarda normal gelişim gösteren çocuklara göre gelişiminin daha yavaş olması ya da bu gelişim alanlarında akranlarına göre bariz geriliklerin ve farklılıkların olması durumu olarak açıklanabilir. (Özbesler,2008) Sağlıklı bir çocuğa sahip olmayı beklerken özel gereksinimli bir çocuğa sahip olan aileler, tipik yas tepkileri vermekte ve yas aşamalarından (inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme) geçmektedirler. (Gören, 2016) Bu süreçte anne babaların birbirlerini suçlamaları, ne yapacaklarını bilememeleri, yeni duruma uyumda güçlüklerle karşılaşma, aile düzeninin değişmesi, aile içi ilişkilerin etkilenmesi, toplumun zihinsel yetersizlik yaşayan çocuğa ve ailesine olumsuz bakışı gibi durumları da gündeme getirmektedir. (Özbesler 2008) Zihinsel yetersizliği olan çocuğa sahip ailelerde eşler birbirlerini suçlayabilmektedir. (Dönmez, Bayhan ve Artan: 41)Bu karşılıklı suçlamalar, aile içi ilişkilerde gerginlik ve bazı uyum sorunları yaratabilmektedir. Çocuğun bakımı, eğitimi ve özel ilgiye olan gereksiniminin getirdiği ek yük, ailenin günlük yaşamının güçlüklerini daha da arttırabilmektedir. Zamanla çocuğun yetersizliklerinin ortaya çıkması ve farklı gelişim özelliklerinin daha belirgin bir şekilde fark edilir olması ile anne babaların hem kendi duygularıyla, hem de dış dünyanın olumsuz tutumları ile baş etmede zorlandıkları saptanmıştır. (Eripek 1996; Sucuoğlu 1997)Eşlerde boşanma, alkol kullanımında artma, gibi durumlar da söz konusu olabilmektedir. (Eripek 1996) Yapılan bir çalışmada zihinsel yetersiz çocuğu olan ebeveynlerin yaşadıkları stresten dolayı evlilik ilişkilerinin olumsuz yönde etkilendiği, eşlerin birbirlerine yeterince zaman ayıramadıkları ve eşler arasında birbirlerini suçlama gibi sorunların görüldüğü belirtilmiştir. Baş etme tarzları aynı olmayan eşler birbirlerinden destek göremediklerini hissedip öfke, küskünlük, çaresizlik ve umutsuzluk duygularına kapılabilmektedir. Özellikle de annenin 56

bakım vermede öncelikli rolü üstlenmesi annenin daha çok öfkelenmesine ve aile ortamına yansıtmasına neden olmaktadır. (GürhopurF. , Dalgıç A. 2017) Yetersizliği olan çocuk, anne- babanın ilgi odağı durumuna geldiğinde ise, kardeşler genellikle anne-babanın ilgisinden yoksun kalmaktadırlar. Bu da anne-baba alt-sistemi ile kardeşleri içine alan alt-sistem arasında gerginlikler yaşanmasına yol açmaktadır. Ailede kardeşler arasında küskünlük, kıskançlık, rekabet ortaya çıkabilmekte; eşlerin evlilik ilişkisi olumsuz etkilenebilmektedir. Oysaki eşlerin birlikte hastalığa uyumunun evlilik ilişkilerini sağlamlaştırdığı, ilişkinin niteliğini arttırdığı ve aile üyelerini birbirine yakınlaştırdığı yönünde anne-baba bildirimleri de bulunmaktadır. (GürhopurF. , Dalgıç A. 2017) Özel gereksinimli bir çocuğa sahip anne-babaların zorluklarla nasıl ve ne ölçüde başa çıktıkları sosyal destek mekanizmalarıyla yakından ilgilidir. (Üstüner Top, F. 2009) Ebeveynlerin yeterli sosyal destek sistemlerine sahip olmaları onları stresin olumsuz etkilerine karşı daha güçlü hale getirecektir. (Bircan GA. 2004) Bu çalışmada, çocuğu zihinsel yetersizliğe sahip ailelerin yaşadığı sorunlar saptanmaya çalışılmıştır. 1.1.Problem Durumu Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin yaşadığı sorunları saptamaya çalışmaktır. 1.2.Araştırmanın Amacı Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin görüşleri alınarak bu alanda yaşanılan sorunları saptamak ve çözüm önerileri getirmeye çalışmaktır. 1.3.Araştırmanın Önemi Ebeveynler sağlıklı bir çocuğa sahip olmayı beklerler ancak sahip oldukları çocuk normal akranlarına göre farklı gelişim gösteren bir çocuk olabilir. Çocuğun farklı gelişimsel özellikleri, onun fiziksel, duygusal, sosyal, zihinsel, ruhsal alanlarda normal gelişim gösteren çocuklara göre gelişiminin daha yavaş olması ya da bu gelişim alanlarında akranlarına göre bariz geriliklerin ve farklılıkların olması durumu olarak açıklanabilir (Özbesler,2008). Bu noktada ebeveynlerin yaşadığı zorlukların, sorunların belirlenmesi ve bunlara yönelik ebeveynlerin desteklenmesi gerekmektedir. Bu çalışmayla; çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin yaşadığı sorunlar saptanmaya çalışılarak, yapılan çalışmanın bu ebeveynlere yönelik alınacak tedbirlere kaynaklık etmesi düşünülmektedir. 1.4.Varsayımlar 1.4.1. Araştırmada kullanılacak olan görüşme formundaki soruları araştırmaya katılan ebeveynlerin samimi ve içten cevapladıkları varsayılmaktadır. 57

1.4.2. Veri toplama aracının konuya ilişkin görüşleri ortaya çıkaracak nitelikte olduğu varsayılmaktadır. 1.5.Araştırmanın Sınırlılıkları Bu araştırma; 20/01/2020 – 28/02/2020 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili Dulkadiroğlu Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ ne gelen çocuğu zihinsel tanı almış 79 velinin görüşleriyle sınırlıdır. 2.YÖNTEM 2.1. Araştırmanın Modeli Bu çalışma nitel bir araştırmadır. Nitel araştırma; “gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama tekniklerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma” olarak tanımlanabilir. (Yıldırım ve Şimşek, 2008, s. 39) 2.2. Evren ve Örneklem Araştırmanın çalışma grubunu; 20/01/2020 – 28/02/2020 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili Dulkadiroğlu Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ ne başvuran çocuğu zihinsel tanı almış 79 gönüllü anne ya da baba oluşturmaktadır. 2.3. Veri Toplama Araçları Araştırmada veriler; alan taraması yapılarak araştırmacı tarafından oluşturulmuş açık uçlu soruların olduğu bir formla toplanmıştır. Ayrıca formda açık uçlu soruların yanında ailelerin sosyo-demografik özelliklerini belirlemeye yönelik sorular da bulunmaktadır. Formda açık uçlu sorular kullanılarak araştırmaya katılanlara daha fazla kendilerini ifade etmeleri sağlanmıştır. Bu şekilde objektif olarak sorunların kaynağı saptanmaya çalışılmıştır. Formda şu sorular yer almaktadır; 1. Çocuğun durumunu ilk ne zaman / nasıl fark ettiniz? 2. Çocuğunuz tanı aldıktan sonra bu durumu kabullenme süreciniz nasıldı? 3. Çocuğunuz tanı aldıktan sonra bu durum eşinizle ilişkinizi nasıl etkiledi? 4. Çocuğunuzun bu tanıyı alması çevrenizin size ve çocuğunuza olan yaklaşımlarını etkiledi mi? Nasıl? 5. Çocuğunuzun bu durumu yaşam şeklinizi ve hayata bakış açınızı nasıl etkiledi? 6. Okul sürecinde yaşadığınız zorluklar var mı? Varsa Nelerdir? 7. Varsa yaşadığınız sorunlarla ilgili herhangi bir psikolojik destek aldınız mı? 8. Bunların dışında eklemek istediğiniz bir şey var mı? 58

Ailelerin sosyo-demografik özelliklerini saptamaya yönelik ise; görüşülen ebeveynin cinsiyeti, eğitim düzeyi, ailenin gelir durumu, eşlerin akrabalık ilişkisi, eşlerin birliktelik durumu gibi sorulara yer verilmiş ayrıca çocuğun zihinsel yetersizlik türü hakkında da bilgi alınmıştır. 2.4. Verilerin Analizi ve Yorumu Veriler içerik analizi yoluyla çözümlenip yorumlanmaya çalışılmıştır. Veriler; eğitsel tanılama ve değerlendirme için Dulkadiroğlu Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ ne gelen velilerle görüşme yapılarak toplanmıştır. Veriler görüşme sırasında yazıya geçirilmiştir. Veriler, sorular boyutunda ele alınmış ve her soruya ilişkin elde edilen veriler kodlanmıştır. Bilgilere ulaşmak ve daha açıklayıcı bir sonuç elde etmek için katılımcı görüşlerinde doğrudan alıntılara da yer verilmiştir. Çalışmada yer alan velilere V1, V2… şeklinde kod kullanılmıştır. 3.BULGULAR Araştırmanın bu bölümünde; elde edilen veriler içerik analizine tabi tutularak yorumlanmaya çalışılmıştır. Soruna ilişkin bazı kavramlar doğrudan alıntılarla desteklenmiştir. Araştırmaya katılan ebeveynlerin sosyo-demografik bilgilerine ilişkin bulgular şu şekildedir; 3.1. Görüşülen Kişi Kodlar Frekans Anne 66 Baba 13 Tablo 3.1 incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (66) ile Anne olduğu görülmektedir. 3.2. Eğitim Düzeyi Kodlar Frekans Okuryazar Değil 14 İlkokul 38 Ortaokul 17 Lise 4 Üniversite 2 59

Tablo 3.2 incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (38) ile ilkokul olduğu görülmektedir. Burada, çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin eğitim düzeylerinin genellikle düşük olduğu yorumu yapılabilir. 3.3. Ailenin Gelir Durumu Kodlar Frekans Asgari Ücretten Düşük 26 Asgari Ücret 46 Asgari Ücret Üstü 7 Tablo 3.3 incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (46) Asgari Ücret olduğu görülmektedir. Bu veriler ışığında; çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin gelir durumlarının ağırlıklı olarak asgari ücret ve altı olduğu yorumu yapılabilir. 3.4. Eşlerin Akrabalık İlişkisi Kodlar Frekans Var 37 Yok 42 Tablo 3.4 incelendiğinde akrabalık ilişkisi ile zihinsel tanı alma durumları arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. 3.5. Eşlerin Birliktelik Durumu Kodlar Frekans Birlikte 71 Ayrı 6 Koruyucu Aile - Vefat 2 Tablo 3.5 incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (71) ile Birlikte olduğu görülmektedir. 60

3.6. Bireyin Zihinsel Yetersizlik Türü Kodlar Frekans Hafif Düzeyde Zihinsel Yetersizlik 55 Orta Düzeyde Zihinsel Yetersizlik 16 Ağır/ Çok Ağır Düzeyde Zihinsel 8 Yetersizlik Tablo 3.6 incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (55) ile Hafif Düzeyde Zihinsel Yetersizlik olduğu görülmektedir. 3.7. Çocuğun Durumunu İlk Ne Zaman / Nasıl Fark Etme Durumu Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Çocuğun durumunu ilk ne zaman / nasıl fark ettiniz?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. Tablo 3.7. Çocuğun Durumunu İlk Ne Zaman / Nasıl Fark Etme Durumu Kodlar Frekans 0-1 Yaş Döneminde 35 1-5 Yaş Döneminde 20 Okul Döneminde 19 Hastalık ( Epilepsi, Sarılık, Havale) 11 Konuşması Gecikince 10 Hamilelik Döneminde 2 Kaza Yaptıktan Sonra 1 Tablo 3.7. incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (35/98) ile 0-1 Yaş Dönemi olduğu görülmektedir. Bunun hemen ardından (20/98) ile 1-5 Yaş Dönemi gelmektedir. Bu sonuçlara göre çocuklar erken dönemde tanılanmaktadır. Bunun çocukların özel eğitimden faydalanması açısından olumlu bir durum olduğu söylenebilir. Ayrıca bazı ebeveynler okulda akademik başarısızlık yaşayınca bu durumu fark ettini, konuşması gecikince ya da geçirdiği bir hastalık sonucu fark ettiğini belirtmiştir. 3.8. Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Ebeveynin Durumu Kabullenme Süreci Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Çocuğunuz tanı aldıktan sonra bu durumu kabullenme süreciniz nasıldı?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. 61

Tablo 3.8. Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Ebeveynin Bu Durumu Kabullenme Süreci Kodlar Frekans Kabul Etmekte Zorlandım 48 Kabul etmekte zorlanmadım 23 Çok Üzüldüm/ Yıkıldım 21 Sınav/ Allah Verdi 17 İnkar Ettim 14 Kendimi Suçladım 3 Tablo 3.8 incelendiğinde en fazla frekansa sahip kodun (48/126) ile Kabul Etmekte Zorlandım olduğu görülmektedir. Kabul Etmekte Zorlandım koduyla ilgili; V46 “Zor gelişti kolay değildi.”, V18 “Zor oldu ama atamayız kabullenmeye çalıştık” demiştir. Burada dikkat çeken kodlardan biri ise Sınav/Allah Verdi kodudur. Bunula ilgili V49 “Çok üzüldüm, Allah’ tan gelene şükür, elden bir şey gelmiyor” demiştir. Bu veriler ışığında ebeveynlerin bir kısmı da kaderine, inancına atıfta bulunarak süreci kabul etmeye çalıştığı düşünülebilir. Ebeveynlerin bir kısmı kabul etmekte zorlanmadıklarını belirtirken bazı ebeveynler kendini suçladığını ve durumu inkar ettiğini, üzüldüğünü belirtmiştir. 3.9. Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Eşler Arasındaki Durum Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Çocuğunuz tanı aldıktan sonra bu durum eşinizle ilişkinizi nasıl etkiledi?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. Tablo 3.9. Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Eşler Arasındaki Durum Kodlar Frekans İlişkimizi Etkilemedi 36 Birbirimize Destek Olduk/ Daha Çok 29 Bağlandık İlişkimizi Olumsuz Etkiledi 10 Birbirimizi Suçladık 7 Ayrıldık 2 Tablo 3.9 incelendiğinde en fazla frekansa sahip kodun (36/84) ile İlişkimizi Etkilemedi olduğu görülmektedir. Bununla ilgili V3 “Çocuğumuz için ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık, ilişkimizi etkilemedi.” demiştir. Hemen ardından Birbirimize Destek Olduk/ Daha Çok 62

Bağlandık(29/84) kodu gelmektedir. Bu soruyla ilgili V43 “birbirimize kenetlendik, birlikte zorluklarla baş ettik”, V2 “ Eşim çok üzülüyor ben de onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Çocuk bizi birbirimize bağladı.” demiştir. İlişkimizi Olumsuz Etkiledi(10/84) kodundaise V8 “Tahammülüm azaldı, sinirli bir insan oldum bu da ilişkimizi olumsuz etkiledi.” demiştir. 3.10. Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Çevrenin Çocuğa ve Ebeveyne Karşı Yaklaşımı Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Çocuğunuzun bu tanıyı alması çevrenizin size ve çocuğunuza olan yaklaşımlarını etkiledi mi? Nasıl?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. Tablo 3.10.Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Çevrenin Çocuğa ve Ebeveyne Karşı Yaklaşımı Kodlar Frekans Destek Oldular 28 Çocuğumu Normal Kabul Ettiler 25 Çocuğumu Kabul Etmediler/ Dışladılar 19 Bizim İçin Endişelendiler/ Acıdılar 9 Çevreyle Görüşmeyi Azalttık 3 Çocuğumu Yaşıtlarıyla Kıyasladılar 1 Tablo 3.10. incelendiğinde en fazla frekansa sahip kodun (28/85) ile Destek Oldular kodudur. Bu kodla ilgili V71 “daha çok ilgilendiler, yardımcı oldular, Allah razı olsun”, V40 “ çevremden daha çok destek aldım , hoşgörüyle yaklaştılar” demiştir. Hemen ardından Çocuğumu normal kabul ettiler kodu gelmektedir. Ancak bazı ebeveynler çevresinin çocuğunu kabul etmediğini, çocuğunu dışladıklarını, yaşıtlarıyla kıyasladıklarını, kendilerine ise çevrenin acıdığını , azıları ise çevreyle görüşmeyi azalttığını belirtmiştir. Tüm bu veriler ışığında toplum tarafından kabul edilip, desteklenen hatta daha çok sevilen çocuklarımız varken aynı zamanda da çevresi tarafından dışlanan çocuklar da vardır. Bununla ilgili V74” çevre ilgi gösteriyor, seviyor, çok sevilen bir çocuk” derken V19 “çevrem çocuğumu kabul etmek istemedi bu sebeple ilişkilerimizin koptuğu oldu” demiştir. 3.11. Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Ebeveynin Yaşam Şeklinde ve Hayata Bakış Açısındaki Değişiklik Durumu Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Çocuğunuzun bu durumu yaşam şeklinizi ve hayata bakış açınızı nasıl etkiledi?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. 63

Tablo 3.11.Çocuk Tanı Aldıktan Sonra Ebeveynin Yaşam Şeklinde ve Hayata Bakış Açısındaki Değişiklik Durumu Kodlar Frekans Olumsuz Etkiledi 14 Değişim Olmadı 13 Sosyal Hayatımı Olumsuz Etkiledi 12 Olgunlaştım/Sabrı Öğrendim 7 Karamsarım/ Gelecek Kaygısı 7 Yaşıyorum Daha Duyarlı Oldum (Hoşgörü, Empati ) 6 Çocuğum İçin Yaşıyorum 4 Zorluklarla Yaşamayı Öğrendim 3 Hayata Daha Çok Sarıldım/ Güçlendim 3 Yaşadığım Sorunları Araştırmaya 2 Başladım Daha Duygusallaştım 1 Daha Sosyalleştim 1 Tablo 3.11 incelendiğinde en çok tekrarlanan kod (14/73) ile Olumsuz Etkiledi olmuştur. Tablo incelendiğinde tekrar eden kodların (Olumsuz Etkiledi, Değişim Olmadı, Sosyal Hayatımı Olumsuz Etkiledi) frekansları birbirlerine yakındır. Bu soruda ebeveynler çeşitli cevaplar vermişlerdir. Bazıları daha karamsar olduğunu, gelecek kaygısı yaşadığını, kendini yok saydığını, duygusallaştığını belirtirken bazıları ise olumlu anlamda daha çok güçlendiğini, sosyalleştiğini, araştırmaya başladığını, olgunlaştığını belirtmiştir. V79” acı insanı olgunlaştırıyor, sabrı öğretiyor, neşeli olamıyorum, ona göre yaşıyorum kendi yaşamım yok”, V8 “çocuğum böyle olduktan sonra ben büyüğümü anladım, hayat toz pembeymiş önceden ama acı tarafını çocuktan sonra anladım”, V30 “hayata daha olgun olarak devam ettiğimi hissediyorum”, V13 “hiç etkilemedi daha çok sosyalleştim” demiştir. 64

3.12. Okul Sürecinde Yaşanan Zorluklar Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Okul sürecinde yaşadığınız zorluklar var mı? Varsa Nelerdir?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. Tablo 3.12. Okul Sürecinde Yaşanan Zorluklar Kodlar Frekans Çocuğun Arkadaşları Arasında 17 Dışlanması Sorun Yaşamadık 14 Akademik Başarısızlık 8 Okula Uyum 7 Okul Çağında Değil 7 Özbakım Becerileri 6 Okula Gitmiyor 6 Öğretmenlerle Sorun Yaşandı 5 Kayıt Aşamasında 2 Velilerle Sorun Yaşandı 1 Okula Ulaşım 1 Tablo 3.12 incelendiğinde en fazla tekrar eden kodun (17/75) frekansı ile Çocuğun Arkadaşları Arasında Dışlanması olmuştur. V30 “çocuğum arkadaşları tarafından dışlanıyor, öğretmeni yeterince ilgilenmiyor” demiştir. Hemen ardından sorun yaşamadık diyenler gelmektedir. Sorun yaşamadık diyen ebeveynlerin çocukları hafif düzeyde zihinsel yetersizliğe sahip çocuklardır. Bu sebeple diğer (orta, ağır, çok ağır düzeyde zihinsel yetersizlik) yetersizlik alanlarındaki çocuklara göre bu çocuklar okulda daha az sorun yaşamaktadırlar denebilir. Aynı zamanda; okul sürecinde özbakım becerilerini gerçekleştirmede, okula ulaşımda, akademik başarısızlık, öğretmen ve velilerle sorun yaşama gibi durumlarda belirtilmiştir. 3.13.Görüşülen Ebeveynin Psikolojik Destek Alma Durumu Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Varsa yaşadığınız sorunlarla ilgili herhangi bir psikolojik destek aldınız mı?” sorusuna ilişkin alınan yanıtların kod ve frekansları aşağıda verilmiştir. 65

Tablo 3.13.Görüşülen Ebeveynin Psikolojik Destek Alma Durumu Kodlar Frekans Herhangi Bir Destek Almadım 52 İlaç Tedavisi 16 Terapi 9 İhtiyaç Duymadım 5 Akrabalarımdan Destek Aldım 1 Kişisel Gelişim Kitapları Okudum 1 Kendi Kendime Atlatmaya Çalıştım 1 Tablo 3.13 incelendiğinde en fazla frekansa sahip olan kodun (52/85) ile herhangi bir destek almadım kodu olduğu görülmektedir. Bu noktada ebeveynler, yaşadıkları psikolojik sorunları kendi kendilerine atlatamaya çalışıyor, destek almayı reddediyor ya da nereden böyle bir destek alması gerektiğini bilmediği yorumu getirilebilir. Ayrıca herhangi bir psikolojik destek alması konusunda yönlendirme eksikliği de yaşıyor olabilir. Aynı zamanda tabloda ilaçla tedavi ve bireysel terapi alan ebeveynlerin de olduğu görülüyor. 3.14. Farklı Bir Görüş Belirtme Durumu Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Bunların dışında eklemek istediğiniz bir şey var mı?” sorusuna ilişkin ebeveynler ağırlıklı olarak cevap belirtmemişlerdir. 4. SONUÇ Bu çalışmada; çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlerin yaşadığı sorunlar saptanmaya çalışılmış ve bu saptanan sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştirmeye çalışılmıştır. Çalışmada 79 ebeveyn ile görüşülmüştür. Bunlardan 66 anne, 13 baba ile görüşülmüştür. Bir araştırmada; özel gereksinimli çocuğa bakım veren kişilerin birinci derece yakınları olduğunu, özellikle de annelerin çocuğun bakımının büyük çoğunluğunu üstlendiğini bu durumun da annelerde anksiyete ve tükenmişlik duygusu oluşturduğunu göstermektedir. (Gökcan 2011, Sarı 2007, Er 2006, Işıkhan 2005; Uğuz ve ark. 2004) Görüşülen velilerin yoğunluklu olarak ilkokul mezunu olduğu görülmüştür. Ailelerin zorluklarla baş etmelerini olumlu yönden etkileyen en önemli faktörlerden biri de eğitimdir. Eğitim bireylerin zorluklarla baş etmesi için gerekli olan en önemli destek sistemlerinden biridir. Eğitim ailelerin içinde bulundukları duruma uyum sağlamaları, kendilerine ve çocuklarına ilişkin duygu ve düşüncelerini anlamalarını ve çocuklarını yetersiz yönleri ile kabul 66

etmelerine yardımcı olabilir, anne babaların çocuklarının gereksinimlerine yanıt verebilme yeteneğini artırarak, endişelerinin ve suçluluk duygularının azalmasını sağlayabilir. (Ayyıldız, T., Konuk Şener, D., Kulakçı, H., & Veren, F. 2012). Ailelerin ekonomik olarak gelirlerine bakıldığında ağırlıklı olarak asgari ücret olduğu bunu asgari ücretin altında gelire sahip aileler takip etmektedir. Yoksulluk ve engellilik arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Engellilik, yoksulluğun hem gerekçesi hem de sonucudur. Kötü beslenme, bağışıklama programlarına ve sağlık hizmetlerine erişememe, doğum-öncesi ve sonrası bakım yetersizliği, sağlıklı olmayan ortamlarda yaşam, kalabalık evlerde yaşanan kazalar engellilik riskini artırmaktadır.(Özmen D, Çetinkaya A. 2012) Ebeveynler arasındaki akrabalık ilişkilerine bakıldığında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Görüşülen ebeveynlerin; birlikte olma oranlarının yüksek olduğu görülmüştür. Zihinsel yetersizlik durumlarına bakıldığında; görüşülen ebeveynlerin çocukları , yoğunlukla “Hafif Düzeyde Zihinsel Yetersizlik” oranına sahip çocuklardır. Çocuğun durumunu ilk fark etme durumlarına bakıldığında 0-1 yaş dönemi göze çarpmaktadır. Bunu, 1-5 yaş dönemi takip etmektedir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki; aileler çocuklarının özel gereksinimli olduğunu en geç bir yaşına kadar fark ettiklerini ve fark ettikten hemen sonra doktora ilk başvurularını yaptıkları saptanmıştır. Araştırmalarda ailelerin zihinsel engel hakkında bilgi sahibi oldukları ve bu bilgilerinin büyük bir kısmının doktor tarafından verildiği dikkat çekmiştir. Aynı zamanda çocukların çoğunun rehabilitasyon merkezine gittiği belirtilmiştir. (Altuğ-Özsoy, S., Özkahraman, Ş., & Çallı, F. 2006) Çocuk tanı aldıktan sonra ebeveynin durumu kabullenme süreçlerine bakıldığında; ebeveynler ilk duyduklarında durumu kabul etmekte zorlandıklarını ifade etmişlerdir. Ebeveynlerin bir kısmı ise durumun Allah’ tan geldiğini, bunun kader olduğu ifade etmiştir. Daha önce yapılan araştırmalardaki bulgular da bu ifadeyi destekler niteliktedir. Bir araştırmada dini inançları kuvvetli olan ailelerin çocuklarının durumunu daha kolay kabullendiklerini ortaya koymuştur. Bunun yanında, dini inancın yaşadıkları durumla baş etmede etkili bir yol olduğu belirtilmiştir. (Özbay ve Aydoğan, 2013) Çocuk tanı aldıktan sonra eşler arasındaki duruma bakıldığında ise; ebeveynler yoğunlukla bu durumun ilişkilerini etkilemediğini belirtmişlerdir. Bununla ilgili V3 “Çocuğumuz için ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık, ilişkimizi etkilemedi.” demiştir. “Birbirimize daha çok destek olduk, birbirimize daha çok bağlandık” şeklinde görüş bildiren ebeveynler de olmuştur. Bununla ilgili V43 “birbirimize kenetlendik, birlikte zorluklarla baş ettik”, V2 “ Eşim çok üzülüyor ben de onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Çocuk bizi birbirimize bağladı.” demiştir. Bir çalışmada; özel gereksinime muhtaç çocuğa sahip eşlerin birlikte 67

duruma uyumunun evlilik ilişkilerini sağlamlaştırdığı, ilişkinin niteliğini arttırdığı ve aile üyelerini birbirine yakınlaştırdığı yönünde anne-baba bildirimleri de bulunmaktadır. (GürhopurF. , Dalgıç A. 2017) Ebeveynlerin bir kısmı ise bu durumun ilişkilerini olumsuz etkilediğini belirtmiştir. V8 “Tahammülüm azaldı, sinirli bir insan oldum bu da ilişkimizi olumsuz etkiledi.” demiştir. Çocuk tanı aldıktan sonra çevrenin çocuğa ve ebeveyne karşı yaklaşımına bakıldığında “destek oldular, normal kabul ettiler” şeklinde ebeveyn beyanı yoğun olmakla birlikte, “kabul etmediler, acıdılar, dışladılar” gibi ebeveyn beyanları da bulunmaktadır. Bazı ebeveynler ise çevreyle görüşmeyi azalttıklarını ifade etmiştir. Konuya ilişkin yapılan bir araştırmada; özel gereksinime muhtaç bireylerin bakım yükünü taşıyan bireylere yakın çevrelerinin destek sağlanmasının yanı sıra, özel gereksinime muhtaç bireylerin gereksinimlerini karşılayacak sayı ve nitelikteki gündüz bakımevlerinde günün belli saatlerinde çocukların bakımlarının sağlanmasının aile yükünü azaltması açısından önemli olduğu düşünülmektedir.(Özmen D, Çetinkaya A. 2012) Farklı bir araştırmada ise; özel gereksinime muhtaç çocuğa sahip annelerin genelde çevrelerinden sosyal destek almadıklarını, gelecek kaygısı yaşadıklarını (Altuğ-Özsoy, Özkahraman & Çallı, 2006; Karadağ, 2009; Kurt ve Diğ. 2013) bu durumun da onların umutsuzluk ve kaygı düzeylerini (Coşkun & Akkaş, 2009; Karadağ, 2009) olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Çocuk tanı aldıktan sonra ebeveynin yaşam şeklinde ve hayata bakış açısındaki değişiklik durumuna bakıldığında; ebeveynlerin bir kısmı bu durumun yaşam şeklini ve hayata bakış açısını olumsuz etkilediğini söylemiştir. Bir kısmı; herhangi bir değişim olmadığını ifade etmiştir. Bir kısmı ise sosyal hayatını olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Ebeveynler çeşitli cevaplar vermişlerdir. Bazıları daha karamsar olduğunu, gelecek kaygısı yaşadığını, kendini yok saydığını, duygusallaştığını belirtirken bazıları ise olumlu anlamda daha çok güçlendiğini, sosyalleştiğini, araştırmaya başladığını, olgunlaştığını belirtmiştir. V79” acı insanı olgunlaştırıyor, sabrı öğretiyor, neşeli olamıyorum, ona göre yaşıyorum kendi yaşamım yok”, V8 “çocuğum böyle olduktan sonra ben büyüğümü anladım, hayat toz pembeymiş önceden ama acı tarafını çocuktan sonra anladım”, V30 “hayata daha olgun olarak devam ettiğimi hissediyorum”, V13 “hiç etkilemedi daha çok sosyalleştim” demiştir. Okul sürecinde yaşanan zorluklara bakıldığında; çocuğun arkadaşları arasında dışlanması ebeveynlerin yoğun olarak verdiği cevap olmuştur. V30 “çocuğum arkadaşları tarafından dışlanıyor, öğretmeni yeterince ilgilenmiyor” demiştir. Hemen ardından sorun yaşamadık diyenler gelmektedir. Sorun yaşamadık diyen ebeveynlerin çocukları hafif düzeyde zihinsel yetersizliğe sahip çocuklardır. Bu sebeple diğer (orta, ağır, çok ağır düzeyde zihinsel 68

yetersizlik) yetersizlik alanlarındaki çocuklara göre bu çocuklar okulda daha az sorun yaşamaktadırlar denebilir. Aynı zamanda; okul sürecinde özbakım becerilerini gerçekleştirmede, okula ulaşımda, akademik başarısızlık, öğretmen ve velilerle sorun yaşama gibi durumlarda belirtilmiştir. Görüşülen ebeveynin psikolojik destek alma durumları ise; genel olarak ebeveynler herhangi bir destek almadıklarını belirtmişlerdir. Bu noktada ebeveynler, yaşadıkları psikolojik sorunları kendi kendilerine atlatamaya çalışıyor, destek almayı reddediyor ya da nereden böyle bir destek alması gerektiğini bilmediği yorumu getirilebilir. Ayrıca herhangi bir psikolojik destek alması konusunda yönlendirme eksikliği de yaşıyor olabilir. Aynı zamanda ilaçla tedavi ve bireysel terapi aldığını ifade eden ebeveynler de olmuştur. Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere sorulan; “Bunların dışında eklemek istediğiniz bir şey var mı?” sorusuna ilişkin ebeveynler ağırlıklı olarak cevap belirtmemişlerdir. Aile kurumu özel gereksinime muhtaç, hasta ve sağlıklı üyeleri ile bir bütündür. Bu bütünü oluşturan üyeler ve işlevler sürekli birbiriyle ilişki halinde olup, birindeki herhangi bir aksama bütünde ve diğer üyelerin işlevlerinde de bozukluğa yol açmaktadır. İşleyişin tekrar normal sınırlara çekilebilmesi için sosyal destek sistemlerinin çok iyi işleyerek gerektiğinde devreye girmesi gerekir. Bunun için gerekli tüm tedbirler alınarak aile kurumunun ve işlevselliğinin sürdürülmesi sağlanmalıdır. İçmeli, C., Ataoğlu, A., Canan, F., & Özçetin, A. (2008) Çocuğu zihinsel tanı almış ebeveynlere hemşire, psikolog, sosyal hizmet uzmanı tarafından psikolojik destek sağlanması uygun olacaktır. Ayrıca toplumun özel gereksinimli bireyler hakkındaki bilgi düzeylerinin arttırılmasına yönelik eğitim programları düzenlenebilir. Bu ebeveynlerin yaşadıkları sorunlara yönelik araştırmaların da arttırılması gerektiği düşünülmektedir. 69

5. KAYNAKLAR Akkök F (2005). Farklı Özelliğe Sahip Çocuk Aileleri ve Ailelerle Yapılan Çalışmalar: Özel Gereksinimli Çocuklar ve Özel Eğitime Giriş, A Ataman (Ed), Gündüz E0itim ve Yayıncılık, Ankara. Altuğ-Özsoy, S., Özkahraman, Ş., & Çallı, F. (2006). Zihinsel engelli çocuk sahibi ailelerin yaşadıkları güçlüklerin incelenmesi. Aile ve Toplum, 8(3), 69-77. Arıcığolu A., Gültekin F. (2017). Zihinsel Engelli Çocuk Annelerinin Sosyal Destek ve Gelecek Algıları: Psikolojik Danışmanların Rolleri. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi ISSN:1302-8944 Yıl: 2017 Sayı: 42 Sayfa: 1-26 Ayyıldız, T., Konuk Şener, D., Kulakçı, H., & Veren, F. (2012). Zihinsel engelli çocuğa sahip annelerin stresle baş etme yöntemlerinin değerlendirilmesi, Ankara Sağlık Hizmetleri Dergisi, 11(2), 1-12. Bahar A, Bahar G, Savaş HA, Parlar S. (2009). Engelli çocukların annelerinin depresyon ve anksiyete düzeyleri ile stresle başa çıkma tarzların belirlenmesi. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi;497–112. Bircan GA. (2004). Otistik çocuğa sahip ailelerin aile işlevlerinin incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi; Hacettepe Üniversitesi.Sosyal Bilimler Enstitüsü. Cavkaytar A, Melekoğlu M, Yıldız G. (2016). Geçmişten günümüze özel gereksinimli olma ve zihin yetersizliği: Dünya’da ve Türkiye’de kavramların evrimi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Eğitim Özel Sayısı. s.111–22. Coşkun, Y. & Akkaş, G. (2009). Engelli çocuğu olan annelerin sürekli kaygı düzeyleri ile sosyal destek algıları arasındaki ilişki. Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD), 10(1), 213-227. Dereli, F. & Okur, S. (2008). Engelli çocuğa sahip olan ailelerin depresyon durumunun belirlenmesi. Yeni Tıp Dergisi, 25, 164-168. Dönmez Baykoç, Necate, P. Bayhan, İsmihan Artan (2001). Engelli Çocuğu Olan Ailelerin Yaşam Döngüsü İçinde Karşılaştıkları Sorunların İncelenmesi. Toplum ve Sosyal Hizmet. Cilt 12, Sayı 2, Nisan. 31-43. Duygun T. (2001). Zihinsel Engelli ve Sağlıklı Çocuk Annelerinde Stres Belirtileri, Stresle Başa Çıkma Tarzları ve Algılanan Sosyal Desteğin Tükenmişlik Düzeyine Olan Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Er M. Çocuk, hastalık, anne-babalar ve kardeşler. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 2006; 49: 155-168. 70

Eripek. S. (1996). Zihinsel Engelli Çocuklar. Anadolu Üniversitesi Yayınları Yayın No:900. A.Ü. Basımevi, Eskişehir. Gökcan K. (2011). Özürlü Çocuğa Sahip Ailelerin Beklentileri Gören, A.B. (2016). Engelli çocuğa sahip annelerde yas süreci. Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, 20(1), 225-244. Görgü E. (2005). 3-7 Yaş arası otistik çoçuğa sahip olan annelerin algıladıkları sosyal destek düzeyleri ile depresyon düzeyleri arasındaki ilişki. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. GürhopurF. , Dalgıç A. (2017). “Zihinsel Yetersiz Çocuğu Olan Ebeveynlerde Aile Yükü” Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2017;8(1):9–16 Isıkhan V. (2005). Engelli çocuğa sahip anne ve babalarda depresyon. Ankara: Şefkat Matbaacılık. İçmeli, C., Ataoğlu, A., Canan, F., & Özçetin, A. (2008). Zihinsel özürlü çocukları olan ebeveynler ile sağlıklı çocuklara sahip ebeveynlerin çocuk yetiştirme tutumlarının karşılaştırılması. Düzce Tıp Fakültesi Dergisi, 3, 21-28. Karadağ, G. (2009). Engelli çocuğa sahip annelerin yaşadıkları güçlükler ile aileden algıladıkları sosyal destek ve umutsuzluk düzeyleri. TAF PreventiveMedicineBulletin, 8(4):315-322. Kurt, A.S., Tekin, A., Koçak, V., Kaya, Y., Özpulat, Ö., &Önat, H. (2013). Zihinsel engelli çocuğa sahip anne babaların karşılaştıkları güçlükler. Turkiye Klinikleri Journal of Pediatrics, 17(3):158-63 Lafçı D., Öztunç G., Alparslan N. (2014) “ Zihinsel Engelli Çocukların (MentalRetardasyonlu Çocukların) Anne Ve Babalarının Yaşadığı Güçlüklerin Belirlenmesi” Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi:3(2) MEB (2018). Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği. Ankara: Resmi Gazete, Sayı:30471, 07 Temmuz Özbay, P. D. Y., & Aydoğan, A. G. D. (2013). Aile yılmazlığı: Bir engele rağmen birlikte güçlenen aı̇ le. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 7(31), 129-146. Özbesler C. (2008). Farklı Gelişimsel Özellikleri Olan Çocuğa Sahip Ailelerin Sorunları. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi Cilt 8 Sayı 1- 2, Mayıs-Kasım 2008, ss. 25-36 Özmen D, Çetinkaya A.(2012). Engelli çocuğa sahip ailelerin yaşadığı sorunlar. Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi;28:35–49. Sarı H. (2007). Zihinsel engelli çocuğu olan ailelerde aile yüklenmesi. Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 11:33–40. 71

Sarı H. (2007). Zihinsel engelli çocuğu olan ailelerde aile yüklenmesi, Cumhuriyet ÜniversitesiHemşirelik Yüksek Dergisi, 11(2), 1-7. Söhmen T, Türkbay T. (2003). Engelli Çocuklar. Ankara, GATA Basımevi, ss:12-15. Sucuoğlu B. (1997). Özürlü Çocukların Aileleri İle Yapılan Çalışmalar. Farklılıkla Yaşamak, Aile Ve Toplumun Farklı Gereksinimleri Olan Bireylerle Birlikteliği. Editör: A. Nuray Karancı. Türk Psikologlar Derneği Yayını. 1. Basım. 35-57. Ankara. Sucuoğlu B. (1995). Özürlü Çocuğu Olan Anne Babaların Gereksinimlerinin Belirlenmesi. Çocuk ve Gençlik Ruh sağlığı Dergisi. 2 (1). 10-18. Şengül, S. & Baykan, H. (2013). Zihinsel engelli çocukların annelerinde depresyon, anksiyete ve stresle başaçıkma tutumları. Kocatepe Tıp Dergisi, 14, 30-39. Uğuz Ş, Toros F, İnanç BY ve ark. (2004). Zihinsel ve/veya bedensel engelli çocukların annelerinin anksiyete, depresyon ve stres düzeylerinin belirlenmesi, Klinik Psikiyatri;7:42-47. Üstüner Top, F. (2009). Otistik çocuğa sahip ailelerin yaşadıkları sorunlar ile ruhsal durumlarının değerlendirilmesi: Niteliksel Araştırma. Çocuk Dergisi, 9(1), 34-42. Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2008). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (6. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık. Yıldırım, F., Conk, Z. (2005). Zihinsel yetersizliği olan çocuğa sahip anne-babaların stresle başa çıkma tarzlarına ve depresyon düzeylerine planlı eğitim etkisi. C. Ü. HYO Derg., 9: 1-10. https://www.e-psikiyatri.com/zekanin-tanimi-ve-gelisimi (09.01.2020 Saat:15:01) 72

T.C KAHRAMANMARAŞ VALİLİĞİ DULKADİROĞLU REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ MESLEKİ TÜKENMİŞLİK VE KULVAR DEĞİŞİMİ (REHBERLIK ÖĞRETMENLERİ ÜZERİNE) ARAŞTIRMA ÇALIŞMASI İbrahim DAŞKIRAN Esra AKCA 2020 KAHRAMANMARAŞ 73

1.GİRİŞ 1.1.Tükenmişlik Tanımları Tükenmişlik, ilk başlarda hizmet sektöründe çalışan insanlar arasında görülen duygusal tükenme halini tanımlayan günlük konuşma diline ait bir terimken, Psikoloji literatürüne 1974’de Herbert Freudenberger’in “Journal of Social Issues”de yayınladığı bir makaleyle girmiştir. Freudenberger, tükenmişliği “başarısızlık, yıpranma, enerji ve güç kaybı veya insanın iç kaynakları üzerinde, karşılanamayan istekler sonucunda ortaya çıkan bir tükenme durumu” olarak tanımlamıştır. Maslach’a göre tükenmişlik, işyerindeki stres artırıcı unsurlara karşı bir tepki olarak uzun sürede ortaya çıkan psikolojik bir sendromdur. Tükenmişlik kavramı; duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarıda düşme hissi olarak üç alt boyuttan oluşmaktadır. Freudenberger (1974) tükenmişliğin sadece duygusal tükenmişlik boyutunu tanımlarken, Maslach ve Jackson (1981) literatürde tükenmişlik ile ilgili adı geçen üç boyutu ortaya koyan teorisyenler olarak yer almaktadırlar. Uzun dönemli iş stresinin, tükenmişliğe yol açtığını söyleyen Maslach, tükenmişliği “profesyonel bir kişinin mesleğinin özgün anlamı ve amacından kopması, hizmet verdiği insanlar ile artık gerçekten ilgilenemiyor olması” biçiminde tanımlamıştır. Tükenmişliğin majör özellikleri enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı negatif tutum ve aktif olarak diğerlerinden geri çekilmeyi içerir. Cherniss (1980) tükenmişliği, “insanın aşırı stres ya da doyumsuzluğa yaptığı işten soğuma biçiminde gösterdiği bir tepki” diye tanımlar ve aşırı bağlılığın sonucu olarak ortaya çıkan bir rahatsızlık olarak görür. Edelwich (1980) tükenmişliği; “Başkalarına yardım sağlayan mesleklerde çalışan bireylerde çalışma koşullarının bir sonucu olarak görülen; idealizm, enerji ve amaçta sürekli olarak artan bir kayıp” şeklinde tanımlamıştır. Perlman ve Hartman’a göre (1982) ise tükenmişlik, kronik duygusal strese verilen bir tepki olup, fiziksel veya duygusal tükenme, düşük iş üretimi ve hizmet verilene karşı duyarsızlaşma olmak üzere üç boyuta sahiptir. Meslekten kişilerin mesleğin özgün anlamı ve amacından kopması ve hizmet götürdüğü insanlarla artık gerçekten ilgilenemiyor oluşu ya da aşırı stres ve doyumsuzluğa tepki olarak kişinin kendini psikolojik olarak işinden geri çekmesi olarak tanımlanan tükenmişlik, daha çok doğrudan insana hizmet eden, hizmetin kalitesinde insan etmeninin çok önemli bir yere sahip olduğu alanlarda görülmektedir. Tükenmişlik, insanlarla yüz yüze ilişki gerektiren mesleklerde daha fazla görülmektedir. İnsanlarla çalışan profesyonellerde, insanlara karşı duyulan sorumluluğun, nesnelere karşı duyulan sorumluluktan daha fazla olması nedeniyle, bu kişilerde tükenme riskinin daha yüksek olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuştur. 74

Araştırmalarda tükenmişliğin bireysel boyutta yaşanan bir olgu olduğu, çalışma yaşamında farklı zamanlarda ortaya çıkan, süreklilik gösteren, olumsuz duygusal tepki özelliği taşıyan bir durum olduğu görülmektedir. Bu özellikleri ile tükenmişlik belli bir dinlenme sürecinden sonra kaybolan “geçici yorgunluk” durumundan farklılığını ortaya koymaktadır. Her kişilik tükenmişlikten çabuk etkilenmez. Tükenmişlik daha çok dinamik, karizmatik ve hedefe kilitlenmiş bireyler tarafından yaşanır. Bu bireyler üstlendikleri işlere kendilerini adamış ve bağlılık içinde bulunan bireylerdir. Bu bireyler için kendini adamışlık ve bağlılık olumlu hayat kuvveti olarak kabul edilir. Enerjileri yüksektir ve bunun sonucunda başarılı olurlar. Hayatın büyük bölümünü işkolik olarak geçiren ve çeşitli sebeplerle yoğun iş yükü altında yaşayan kişiler “tükenme” durumuyla karşı karşıya kalırlar. Böyle insanlar bazen yoğun olarak “hayat çekilmez” duygusunu yaşarlar. Tükenme belirtisi, genellikle “çok başarılı” olmak için yoğun ve dolu bir programla çalışan, her çalışmada kendi üzerine düşenden fazlasını yapan ve sınırlarını tanımayan kişilerde görülür. Tükenmişlik bir tür stres olarak kabul edilebilir. Strese benzer belirti ve etkilere sahiptir. Fakat tükenmişliği stresten ayıran özellik, tükenmişliğin çalışan ile karşısındaki kişi arasında olan sosyal ilişki kaynaklı olması ve stresin bir sonraki aşaması olarak karşımıza çıkmasıdır. 1.2. Tükenmişlik sendromu nedir? Tükenmişlik sendromu adı verilen psikolojik hastalık, 1974 yılında ilk olarak Herbert Freudenberger tarafından başarısızlık, yıpranmışlık, güç ve enerji düzeyinin azalması, tatmin edilmez isteklerin oluşması sonucunda bireyin içsel kaynaklarında oluşan tükenmişlik durumu olarak tanımlanmıştır. Hastalığın tanımlandığı dönemden bugüne dek sendroma ilişkin pek çok araştırma yapılmış ve hastalığın teşhisine yönelik olarak çeşitli tanı testleri geliştirilmiştir. Bu tanı testlerinden bir tanesi olan Maslach ölçeğini de geliştiren Christina Maslach tarafından ise hastalık \"İş yaşantısı gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom\" olarak tanımlanmıştır. Tükenmişlik sendromu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da Uluslararası Hastalık Sınıflandırması listesine de alınmıştır. Özellikle bir bireyin kaldırabileceği iş yoğunluğunun üzerinde bir tempo ile çalışan kişiler ve yoğun stres altındaki bireylerde görülen tükenmişlik sendromunda bireyin kendini bu koşullar altında çalışmaya zorlaması sonucunda belirli bir evreden sonra çöküş başlar ve hastalık kendisini belli etmeye başlar. Günümüz toplumuna bakıldığında bu hastalığın tanınırlığı, ünlü kişilerde görülmesi ile atmıştır. Buna bağlı olarak 75

sendromla mücadele eden pek çok kişide hastalıkları hakkında şüphe ve farkındalık oluştuğu görülür. 1.3. Tükenmişlik sendromu belirtileri nelerdir? Yavaş ve sinsi bir şekilde ilerlemesi nedeniyle tükenmişlik sendromu yaşayan bireylerin birçoğu muayene için sağlık kuruluşlarına başvurmaya gerek duymaz. Dünya genelinde pek çok kişi zorlu yaşam koşulları ile mücadele etmek durumunda olduğundan bu duygular hayatın normal bir parçası ve kaçınılmaz bir durum olarak görülebilir. Bu da hastalığın fark edilmesini zorlaştıran etmenler arasında yer alır. Hastalık tedavi edilmedikçe, mevcut yaşam koşulları ve stres devam ettikçe hastalığın şiddeti de artar ve belirgin semptomlar ortaya çıkmaya başlar. En yaygın olarak görülen tükenmişlik sendromu belirtileri şu şekilde sıralanabilir:  Bedensel tükenmişlik hissi  Duygusal tükenmişlik hissi  Kişiyi esir alan olumsuz düşünceler  Karamsarlık  Basit işleri bitirmekte zorlanma  İşten soğuma  Umutsuzluk  Kendini değersiz hissetme  Azalmış mesleki özgüven  Unutkanlık ve dalgınlık  Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hissiyatı  Dikkat dağınıklığı  Uyku problemleri  Kabızlık ve ishal gibi sindirim sistemi düzenine ilişkin bozukluklar  Kalp çarpıntısı ve solunum güçlüğü  Baş, sırt ve bacaklar olmak üzere vücudun belirli bölgelerinde ağrılar Bu nedenlerin haricinde tükenmişlik sendromunun daha pek çok kişiye özgü semptomu ile karşılaşmak mümkündür. Bu nedenle yukarıda verilen belirtilerden birkaçını kendisinde gören kişiler mutlaka tükenmişlik sendromuna ilişkin testlerden geçmelidir. 1.4. Tükenmişlik sendromu nedenleri nelerdir? Tükenmişlik sendromunun yaygın olarak görüldüğü insanlara bakıldığında birçoğunun hizmet sektöründe faaliyet gösterdiği, yoğun ve stresli bir iş temposu içerisinde yer aldığı 76

görülür. Bu nedenle yoğun iş hayatı ve stres, tükenmişlik sendromu nedenleri arasında ilk sıralarda sayılabilir. Sürekli olarak yüksek sorumluluk gerektiren hayati kararlar almak durumunda olan, iş yaşamında zamanla yarışan ve iş yetiştirme konusunda baskılara maruz kalan, küçük detaylara büyük hassasiyet gösterilmesi gereken titiz işlerde çalışan kişiler, tükenmişlik sendromuna yakalanma konusunda diğer bireylere oranla daha yüksek risk altındadır. Fakat bu durumların hiçbiri ile bağdaştırılamayacak iş ve yaşam temposu içerisinde olan kişilerde de bu sendroma rastlanabileceği bilinmelidir. Bunların haricinde hastalığın gelişiminde bazı kişisel faktörler de rol oynayabilir. İstemediği durumlara karşı \"Hayır\" demekte zorlanan, mükemmeliyetçi kişiliğe sahip olan ve iş konusunda gereğinden fazla fedakarlık yapmaya yatkın kişilerde bu hastalığa yakalanma olasılığı daha yüksektir. 1.5. Tükenmişlik sendromu tanısı nasıl konulur? Tükenmişlik sendromunun teşhisinin koyulabilmesi için öncelikle hastanın detaylı öyküsü alınmalıdır. Psikiyatr ve psikologlar tarafından yapılacak muayene ve görüşmeler sırasında sendromun varlığından şüphelenilmesi durumunda tükenmişlik sendromu testi olarak da bilinen Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MBI) uygulanır. Duygusal tükenmişlik hissi, başarısızlık ve çevreye karşı duyarsızlaşma gibi konuları ölçen çeşitli sorulardan oluşan bu envanter, cevapların puanlandırılması ile test sonunda belirli bir skor elde edilmesini sağlar. Elde edilen skor kişide tükenmişlik sendromunun bulunup bulunmadığını, bulunuyor ise hangi düzeyde olduğunu bildirir. Bazı durumlarda tükenmişlik sendromu, depresyon veya diğer psikolojik hastalıklarla bir arada görülebilir. Bu nedenle detaylı psikolojik muayene kısmına gereken özenin gösterilmesi, hastalığın tam olarak teşhis edilebilmesi ve tedavide başarı oranının arttırılabilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. 1.6. Tükenmişlik sendromu tedavi yöntemleri nelerdir? Tükenmişlik sendromu her ne kadar bireyin sosyal ve psikolojik yaşamını altüst etse de tedavisi kolay ve oldukça etkilidir. Sendromun ilerlemişlik düzeyine bağlı olarak hastalığın tedavi süreci de değişkenlik gösterir. Şiddetli olmayan durumlarda sendrom bireyin kendi kendine alacağı önlemler, iş yaşamında ve sosyal hayatında yapacağı düzenlemeler ile büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir. Bunun sağlanabilmesi için mutlaka ruh sağlığına ilişkin muayenelerin yapılmış olması gerekir. Bu görüşmeler esnasında sendromun ortaya çıkışında rol oynayan faktörler belirlenerek tedavi sürecinde bu faktörlere yönelik önlem almak hedeflenir. Sendromun aşırı şekilde şiddetlenmiş ve ilerlemiş olduğu, kişinin iş yaşantısına veya günlük hayatına devam edememesine neden olduğu durumlarda hekim tarafından önerildiği takdirde ilaç tedavisi gerekli olabilir. 77

Psikolojik tedavi sürecinde hastalığa yol açan etkenlere yönelik düzenlemelerin ardından bireyler kendilerine yeterli miktarda vakit ayırmaya, hobiler edinmeye ve bunları hayatının bir parçası haline getirmeye özen göstermelidir. İş hayatına ilişkin kafasında büyüttüğü sorunlar var ise iş saatleri haricinde bu konuları kafasından uzaklaştırmayı, bir diğer deyişle işi işte bırakmayı denemelidir. Yeterli miktarda dinlenmek, uyku düzenine gereken hassasiyeti göstermek ve dengeli beslenmek de tedavi sürecinde oldukça önemlidir. Ayrıca düzenli olarak spor yapmak da mutluluk hissi veren hormonların kandaki düzeylerinin yükselmesine neden olarak tükenmişlik sendromu ile mücadele sürecine destekte bulunur. Bu nedenle düzenli bir egzersiz planı belirlenerek buna sadık kalmak faydalı olacaktır. Tükenmişlik sendromu, başlangıçta küçük önlemler ile kendi kendine iyileşebilir bir durum olmakla birlikte tedavi edilmediği takdirde ilerleyerek çok daha ciddi boyutlu sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle eğer bir bireyde tükenmişlik sendromu mevcut ise bu sorunun erken dönemde teşhis edilmesi ve bir an önce tedavi planının belirlenmesinin tedavi başarısı açısından çok büyük bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Eğer siz de tükenmişlik sendromuna yakalandığınızı düşünüyorsanız, derhal bir sağlık kuruluşuna başvurarak alanında uzman bir psikiyatr ile görüşebilirsiniz. 1.7. Tükenmişlik Modelleri İnsanın değişken bir varlık olması, bu değişkenlikten dolayı davranışlarının tanımlanmasının ve sınıflandırılmasının zor olması ve kişilerin sorunlarla başa çıkma düzeyindeki farklılıklardan dolayı tükenmişliğin doğasını, nedenlerini ve ortaya çıkma sürecini açıklamak üzere farklı modeller ileri sürülmüştür. Cherniss Tükenmişlik Modeli: tükenmişliği zamana yayılmış bir süreç olarak ele almaktadır. Bu modele göre, tükenmişlik iş stresine bir tepki olarak başlayan ve psikolojik olarak işle ilişkiyi kesme ile sonlanan bir süreçtir. Cherniss’in hizmet sektörü ile ilgili çalışmalarında ise çalışan kişilerin rolleri ve bu roller içinde bulunan tutarsızlıkların tükenmişliğe yol açtığı da belirtilmektedir. Edelwich ve Brodsky Tükenmişlik Modeli: tükenmişlik, aşırı iş yoğunluğu, yetersiz ücret, mesai saatlerinin fazla olması, hizmet verilen kişilerden takdir görememe, kişisel idealler ve mevcut durum arasındaki büyük farklılıklar, bürokratik birtakım zorlamalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Pines Tükenmişlik Modeli: tükenmişlik, “bireyleri duygusal anlamda sürekli olarak tüketen ortamların bireyler üzerinde yol açtığı fiziksel, duygusal ve zihinsel bitkinlik durumu” olarak tanımlanmaktadır. Bu modele göre tükenmişliğin üç boyutundan biri olan fiziksel bitkinlik; enerji azalması, kronik yorgunluk ve güçsüzlük ile karakterize edilmektedir. 78

Tükenmişliğin ikinci boyutu olan duygusal bitkinlik; çaresizlik, umutsuzluk, kapana kısılmış olma, aldanmışlık ve hayal kırıklığı gibi duyguları içermektedir. Modelin üçüncü boyutu olan zihinsel bitkinliğin nitelikleri; bireyin kendisine, yaptığı işe, diğer insanlara ve yaşama karşı olumsuz tutumlar sergilemesi şeklinde sıralanmaktadır. Perlman ve Hartman Modeli: kişisel değişkenler ve bireyin çevresini yorumlayan bilişsel/algısal bir odağa sahiptir. Bu modele göre tükenmenin üç boyutu, stresin üç temel semptom kategorisini yansıtmaktadır. Bunlar: 1. Fiziksel semptomlar üzerine odaklanan fizyolojik boyut (fiziksel tükenme) 2. Tutum ve duygular üzerine odaklanan duygusal-bilişsel boyut (duygusal tükenme) 3.Semptomatik davranışlar üzerine odaklanan davranışsal boyuttur (duyarsızlaşma ve düşük iş verimi). Scott Meier Tükenmişlik Modeli: tükenmişlik; işgörenin işinde anlamlı pekiştireç, kontrol edilebilir yaşantı veya kişisel yeterliliğin az olmasından dolayı, küçük ödül ve büyük ceza beklentisinden kaynaklanan bir durum şeklinde ifade edilmektedir. Susan ve Sheridan Tükenmişlik Modeli: Ericson’un kişilik gelişimi kuramını temel alarak tükenmişliği dört aşamalı gelişimsel bir şemayla açıklamaktadır. Bu dört aşama kimlik ve rol karmaşası aşaması, yeterlilik ve yetersizlik aşaması, verimlilik ve durgunluk aşaması ile yeniden oluşturma ve hayal kırıklığı aşamasıdır. Leiter Tükenmişlik Modeli: Maslach Tükenmişlik Modeli’ni temel almakla birlikte bu modele ek olarak iki koşula dayanmaktadır. Maslach Tükenmişlik Ölçeği ile tanımlanan tükenmişliğin üç bileşeni, iş saatleri dışındaki diğer zamanları da etkiler düşüncesi birinci koşulu; üç bileşenin, çevresel koşullar, farklı kişilik özellikleri ile farklı ilişkilere sahip olduğu düşüncesi ise ikinci koşulu oluşturur. Modelin ana fikrini duygusal tükenmişlik oluşturur. Çalışanlar işte var olan stres kaynakları ve isteklere daha duyarlı olduğundan, öncelikle duygusal tükenmişliğin geliştiği varsayılmaktadır. Bu araştırmada kapsamı ve sektörel uygunluğu nedeniyle biz daha çok Maslach Tükenmişlik Modeli doğrultusunda ve Maslach Tükenmişlik ölçeğini uygulayarak çalışmalarımızı gerçekleştireceğiz. Maslach Tükenmişlik Modeli: Maslach tükenmişliği, “işi gereği insanlarla yoğun bir ilişki içerisinde olan bireylerde görülen duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı hissi” olarak tanımlamıştır. Maslach, tükenmişliği şu şekilde düzeylere ayırmıştır: 1. Fiziksel yorgunluk ve bitkinlik hissi 2. İş ve hastalardan soğuma, uzaklaşma şeklinde psikolojik yorgunluk 3. Kendi kendinden şüphelenmeyi içeren ruhsal (spiritual) yorgunluk. 79

Maslach Tükenmişlik Modeli’nde yer alan üç boyut şu şekilde açıklanmaktadır: Duygusal Tükenme: Kişi duygusal kaynaklarının tükendiğini hissetmekle birlikte duygusal bir yorgunluk yaşar ve çalıştığı kurumda hizmet verdiği kişilere geçmişte olduğu kadar verici ve sorumlu davranmadığını düşünür. Gerginlik ve kaygı duygusunu aşamayan kişi için ertesi gün işe gitmek çok zor gelmektedir. Dolayısıyla işe gitmeme, işyerine saatinde gelmeme, psikosomatik şikayetler nedeniyle işe devamsızlık, işten ayrılma gibi hem çalışan hem de kurum açısından verimsiz bir durum ortaya çıkmaktadır. Duygusal tükenme, tükenmişliğin bireysel stres boyutunu belirtmekte; bireyin duygusal ve fiziksel kaynaklarında azalmayı ifade etmektedir. Duygusal tükenme, duygusal olarak bireyin başka insanlarla aşırı uzun süreli etkileşimiyle tüketilmiş olma duygularına işaret eder. Duygusal kaynakları tükendikçe kişi, artık kendini başkalarına daha fazla veremeyeceğini düşünür. Duygusal tükenmenin, tükenmişliğin ilk ve ana evresini oluşturduğu kabul edilmektedir. Bu durum tam olarak kişinin psikolojik düzeyde duygusal kaynaklarının azaldığını ve bunun artan şekilde devam ettiğini hissettiği anı ifade eder. Duyarsızlaşma: Çalışanların hizmet verdikleri kişilere birer nesne gibi davranmaları, küçültücü sözler sarf etmeleri, umursamaz, alaycı bir tutum sergilemeleridir. Aslında bu davranışların altında bir yabancılaşma duygusu ve savunma mekanizması yatmaktadır. Yani duyarsızlaşma; tükenmişliğin kişiler arası boyutunu temsil etmekte ve müşterilere yönelik negatif, katı tutumları ve işe karşı tepkisizleşmeyi belirtmektedir. Bu boyutta özellikle, hizmet verilen bireylere karşı tutumlarda ve tepkilerde olumsuz değişme vardır. Buna çoğunlukla sinirlilik ve işe ilişkin idealizm kaybı eşlik eder. Maslach’a göre, tükenmişliğin üç bileşeninden duyarsızlaşma alt boyutu en sorunlu boyut olarak nitelendirilmektedir. Kişisel Başarısızlık: Kişisel başarısızlık, kişinin işindeki yeterlilik ve başarı duygularını tanımlar. Bireyin başkaları hakkında geliştirdiği olumsuz düşünce tarzı, kişinin kendisi hakkında da negatif düşünmesine yol açar. Kişi, bu düşünce ve yanlış davranışları nedeniyle kendini suçlu hisseder. Kendisi hakkında \"başarısız\" hükmünü verir. Bu durumda tükenmişliğin üçüncü aşaması olan düşük kişisel başarı hissi ortaya çıkar. İşinde ilerleme kaydetmediğini, hatta gerilediğini düşünen bu tür kişiler kendilerini suçlu hisseder ve harcadıkları çabanın bir işe yaramayacağına inanırlar. Bunun sonucunda ise kişi kendine olan saygısını kaybedip, depresyona girebilir. Tükenmişliğin bu boyutunda kişi insanlarla çalışmalarındaki kişisel başarısını negatif değerlendirir. Bu da daha uç (aşırı) başarısızlık ve yetersizlik duygularına, özsaygı kaybına ve hatta depresyona dönüşebilir. Çalışanlar, kendilerini mutsuz ve mesleklerinde doyumsuz hissederler. Düşük kişisel başarı safhasında mesleğin işlevsellik düzeyinde düşüş meydana gelir. 80

1.8. Mesleki Tükenmişlik nedir? Psikologların mesleki tükenmişlik araştırmalarında tükenmeye ve iş doyumsuzluğuna neden olan unsurlar incelendiğinde, stres kavramının ön plana çıktığı görülmektedir. Bireyler stres verici duygular karşısında (üzülmek, kızgın olmak, korkmak gibi) kendilerini nasıl yatıştıracaklarını ya da sakinleştireceklerini bilememeleri halinde stres karşısında çaresiz kalmaktadırlar. Mesleki tükenmişlik anlık bir durum değil, bir süreç olarak gözlenmektedir. Çalışma yaşantısı içinde bireyin maruz kaldığı durumlar ve bu durumların bireyde meydana getirdiği psikolojik bir süreç olarak anlaşılmaktadır. Bazı meslekler iş yapısı gereği strese daha çok maruz kalsa da bazıları daha az maruz kalmakta, herhangi bir çalışana ve konumundan bağımsız olarak, gerçekleştirilen iş türüne bakılmaksızın mesleki tükenmişlik oluşabilmektedir. Mesleki tükenmişlik hayal kırıklığı, öfke, korku ve kaygıyla iç içedir. Karakteristik özellik olarak olumsuz duygulara sahip olma halini doğurur. Aşırı iş yükü çok yüksek bir seviyede hissedilir, bu hissi mesleki görevlerin yerine getirilmesi ile ilgili kontrol eksikliği de beraberinde getirebilir. Giderek, kendi yaptığımız çalışmalarımızı takdir etmekle ilgili sorunlara da yol açar, başarılarınızı fark etmeyi bırakırsınız. İş yeri, verimsiz bir başarısızlık abidesi gibi görünüyor. Ayrıca, mesleği tükenmişliğin sadece duygusal durumumuzda değil, aynı zamanda sağlığa, yaşanılan olaylara olan bakış açılarının değişimine ve yaşam biçimiyle nasıl başa çıkılacağı konularında olumsuz bir etkisi olabilir. Baş ağrısı, kas gerginliği, hipertansiyon veya kronik yorgunluk hissi gibi şikayetlere yol açabilir. Mesleki tükenmişlik sendromunun oluşmasında etkili olan faktörler; iş tanımındaki belirsizlikler, ast üst ilişkisindeki çatışma, aşırı iş yükü, dinlenecek zamanların azalması, denetim yetersizliği, kişinin yaptığı iş üzerinde herhangi bir kontrol yeteneği olmaması (yabancılaşma) ve mobbing olarak görülebilir. 1.9. Tükenmişliği Etkileyen Faktörler Tükenmişliği etkileyen faktörleri, bireysel ve örgütsel olmak üzere iki grupta toplanmak mümkündür. 1.9.1. Bireysel Faktörler Bireylerin tükenmişlik yaşamalarına neden olan bireysel faktörler demografik özelliklerinden ve kişilik özelliklerinden kaynaklanan bazı farklılıklardan etkilenmektedir. Yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı, çalışma yılı, eğitim düzeyi vb. demografik değişkenler bireylerin tükenmişlik yaşamalarında etki eden önemli faktörler arasında bulunmaktadır. Bu konuda yapılan birçok araştırma demografik özelliklerden kaynaklanan farklılıkların bireylerin 81

tükenmişlik düzeylerinde de farklılaşmaya neden olduğunu göstermektedir. Örneğin, Maslach ve Jackson yaptıkları araştırmada aynı mesleği yapan kadın ve erkeklerin tükenmişliğin farklı boyutlarını farklı düzeylerde yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Diğer yandan çalışmada, duyarsızlaşma ve kişisel başarıda düşme hissini erkeklerin kadınlara göre daha fazla yaşadıkları ortaya konulmuştur. Cinsiyet ile tükenmişlik arasında ilişkinin varlığını ortaya koyan çalışmalarda da iki farklı sonucun ortaya çıktığı söylenebilir. Çalışmaların bir kısmında kadınların erkeklere göre daha fazla tükenmişlik yaşadıkları belirlenmiştir. Yapılan çalışmalarda, kadınların erkeklere göre daha fazla tükenmişlik yaşamalarının nedenleri, kadınların daha hassas olmaları, duygu odaklı başa çıkma yollarını daha fazla kullanma eğilimleri, çalışma arkadaşlarından daha az destek görmeleri ve daha fazla iş-aile çatışması yaşamaları olarak sıralanmaktadır. Cinsiyetin tükenmişlik üzerindeki etkisinin incelendiği araştırmalarda, kadınların ya da erkeklerin daha fazla tükendiklerine dair herhangi bir sonuç alınamamıştır. Bazı çalışmalar kadınların, bazı çalışmalarda erkeklerin daha fazla tükendiğini, bazı araştırmalarda da herhangi bir farkın olmadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır (Demirkol, 2006: 46). Yaş, çalışma süresi ve mesleki kıdem ile tükenmişlik düzeyi arasında negatif bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Genç ve tecrübesiz çalışanlarda tükenmenin daha fazla görülmesi, işe yeni başlayan bireylerin iş konusunda çok daha heyecanlı ve istekli olmaları nedeniyle daha fazla enerji harcayarak daha kısa zamanda yorulmalarına da bağlanabilir (Polatcı ve Ardıç, 2009: 24). Araştırmalardan elde edilen bulgular yaş ile tükenmişlik alt boyutlarından duygusal tükenme ve duyarsızlaşma arasında anlamlı ters yönlü bir ilişkinin olduğunu göstermektedir. 30 ya da 40 yaşındaki çalışanlara göre daha genç olanların tükenme düzeyleri daha fazla bulunmuştur (Demirkol, 2006: 46). 180 hemşire üzerinde yapılan bir araştırmada, hemşirelerin çalıştıkları hastanenin duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaştırmayı, aynı iş yerindeki farklı bölümlerin ise, kişisel başarı düzeyini etkilediği, çalışma sürelerinin duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşmayı etkilediği, tükenmişlik ve yaş arasında anlamlı bir ilişki gözlenmediği sonucuna ulaşılmıştır, Aras (2006: 14), işe yeni başlayan hekim ve hemşirelerin tükenme düzeyinin uzun süre çalışanlara oranla daha fazla olduğunu belirtmektedir. Bireylerin almış oldukları eğitim tükenmişlik düzeyinde etkili olan bir diğer etmendir. Bu konuda yapılan çalışmalar çelişkili sonuçlar ortaya koymaktadır. Ancak, çalışmaların büyük çoğunluğu eğitim arttıkça tükenmişlikle mücadelede başarının artacağı ve eğitim düzeyi ile tükenmişlik arasında ters bir ilişki olacağı varsayımında bulunmalarına rağmen, sonuçlara bakıldığında eğitim arttıkça tükenmişliğin de arttığı gözlenmektedir. Bu sonuç eğitim arttıkça stres yaratan durum ve sorumluluklarla karşılaşma olasılığının artması ile de açıklanabilir. 82

Eğitim arttıkça bireylerin geleceğe yönelik kariyer beklentilerinin artması da bir stres kaynağı olarak görülebilir (Arı ve Bal, 2008: 137). Demir ve arkadaşlarının (2003: 807- 827) yaptıkları çalışmada yüksek eğitim düzeyi, iş deneyimi ve yüksek statü sahibi çalışanların daha az tükenmişlik yaşadıkları belirtilmektedir. Maslach, eğitim ile tükenmişlik arasındaki ilişkiyi, üniversiteyi terk etmiş ya da üniversite okumamış işgörenlerin daha az tükenmişliğe yakalandıklarını, üniversite mezunlarının ise yüksek lisans mezunlarına göre daha çok duyarsızlaşma, daha az kişisel başarı ve daha çok duygusal tükenme yaşadıklarını belirtmektedir. Bekâr ve evli bireylerin aynı ortamda çalışmalarına rağmen evlilerin daha az tükenme yaşamaları, evlilerin genel yaşam doyumlarının fazla olmasına bağlanabilir. Ayrıca evli bireyler, kişilerarası ilişkiler ve krizler ile başa çıkmada deneyim sahibi olup, sorun çözme becerilerini geliştirmiş olabilirler. Özetle aynı koşullar altında bile olsa, bireysel nedenlerden dolayı bazı bireyler tükenirken, bazılarının tükenmediği gözlenebilmektedir (Polatcı ve Ardıç, 2009: 24). Hemşireler üzerinde yapılan bir çalışmada tükenmişlik düzeyinin medeni duruma göre değişmediği, 19- 25 yaş grubunda duyarsızlaşma alt puanlarının diğer gruplara göre daha yüksek olduğu, kişisel başarı alt boyutu puanlarının ise daha düşük olduğu tespit edilmiştir (İlgün, 2010: 32). Belirtilen faktörlerin dışında, medeni durum, işte çalışma süresi, sosyal destek, aile yapısı, içedönüklük, dışadönüklük, sorumluluk, nevrotizm, açıklık ve duygusal istikrar ile tükenmişlik arasında da ilişkilerin var olduğu dile getirilmektedir (Altay ve Akgül, 2010: 94). Acil çalışanları üzerine yapılan bir araştırmada, çalışma saatleri ve koşullarındaki olumsuzluklar ile uyku süresi ve kalitesiyle ilgili sorunların artışı, tükenmişlik sendromu düzeyini etkilediği iddia edilmektedir. Çalışanların kişilik yapılarının, tükenmişlik yaşama olasılıkları üzerinde önemli etkisi vardır. Kişilik yapısı açısından idealist, mükemmeliyetçi, amaç odaklı, mücadeleci, rekabetten hoşlanan, kaybetmeyi sevmeyen, çevrelerine karşı öfkeli ve saldırgan davranışlar sergileyen, eleştirici, aceleci, verilen işleri zamanında bitirme gayretinde olan, sözüne sadık, sorumluluk sahibi, kişisel çıkarlarını her şeyden üstün tutan, hızlı hareket eden ve hızlı konuşan bireyler, hayatlarını şans ve kader gibi dışsal faktörlerin yönettiğini düşünenler, karşılanması zor beklentileri olan, öz yeterliliğe sahip olmayan bireyler ve empati kuramayan bireyler daha fazla tükenme riski altındadırlar (Polatcı ve Ardıç, 2009: 23- 24). Ergin (1992: 143- 154) 297 hemşire ve 225 doktordan oluşan bir örneklem grubuyla yürüttüğü çalışmada; cinsiyet, çalışma süresi ve medeni durumun tükenmişlikle ilgili önemli bir değişken olduğunu tespit etmiştir. Kadınların duygusal tükenmeyi ve kişisel başarıda düşmeyi erkeklerden daha fazla yaşadıklarını belirtmiştir. Duyarsızlaşma yönünden cinsiyetler arası bir farka rastlanmamıştır. Medeni durum açısından yapılan karşılaştırmalar, hemşirelerde 83

duyarsızlaşmanın, doktorlarda ise, hem duyarsızlaşma hem de duygusal tükenmenin bekarlarda evlilerden daha fazla olduğunu, süre arttıkça tükenmişlik azaldığını, iş hayatına daha yeni başlayan doktorlarda duygusal tükenmenin daha fazla yaşandığını ortaya koymuştur. Yıldız (2009) 327 hemşire üzerinde yaptığı çalışmada eğitim düzeyi, kıdem, problem çözme becerisi, fiziksel koşullardan, hasta davranışlarından ve iş ortamındaki sosyal ilişkilerden memnuniyet değişkenleri ile tükenmişliğin her üç boyutu arasında pozitif yönde bir ilişkinin bulunduğunu saptamıştır. Sürgevil’e göre gerçekçi beklenti düzeyine sahip olmayan bireylerin zamanla kendilerine olan güvenleri azalacak, yetersizlik hissiyle karşılaşarak tükenmişliğe sürükleneceklerdir. Eğer birey; olaylar karşısında pasif kalıp, olayları kontrol edebileceğine inanmıyorsa dıştan denetimli (dış kontrol odaklı); bunun tam tersi olarak olayların sorumluluğunu kendi davranışlarında hisseden yani sonuçların kendi davranışlarından kaynaklandığı inancının hakim olduğu kişiler ise içten denetimli (iç kontrol odaklı) bireylerdir. Maslach, Schaufeli ve Leiter (2001: 397- 422) dış kontrol odaklı olan bireylerin iç kontrol odaklı olan bireylerden daha fazla tükenmişlik yaşadıklarını belirtmektedirler. Kendine yeterlilik algısı, bireyin istenilen sonuca ulaşmak için gereken eylemleri yapabilme yeteneğine olan inançları ile ilgilidir. İstenilen sonuca ulaşmada kendine yeterli inancı olmayan bireyler daha fazla tükenmişlik yaşamaktadırlar (Altay ve Akgül, 2010: 94). 1.9.2. Örgütsel Faktörler Tükenmişlik kavramının ilk kez tanımlandığı yıllarda, tükenmişliğin daha çok “bireysel özelliklerden kaynaklı” bir sorun olduğu kabul görmüştür. Bu geleneksel bakış açısına göre, sorun bireydedir ve çözüm bireyin sorunlarını ortadan kaldırmak ya da bireyden kurtulmaktadır. Fakat ilerleyen yıllarda yapılan çalışmalarda tükenmişliğin sadece birey odaklı bir sorun olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu görüşe göre tükenmişlik bireysel değişkenlerden çok, meslek ve iş ortamı ile ilgili değişkenlerden etkilenen “örgütsel faktörlerden kaynaklı” bir sorundur (Polatcı ve Ardıç, 2009: 24- 25). Bireylerde tükenmişliği etkileyen örgütle ilgili faktörler öncelikle iş yükü, kontrol, ödüller, aidiyet, adalet ve değerler olarak belirlenmektedir. İş yükü, belirli bir zamanda belirli bir kalitede yapılması gereken iş miktarı olarak ifade edilebilir. Kontrol, kişinin işi üzerinde sahip olduğu seçim yapma, karar verme, sorun çözme ve sorumluluklarını yerine getirme imkanı olarak tanımlanabilir. Ödüller, bireyin örgüte yaptığı katkılara karşılık hem maddi hem sosyal açıdan takdir edilmesini ifade eder. Aidiyet/ birlik duygusu örgütün sosyal çevresini ifade eder. Buna göre bireyler sosyal destek, işbirliği gibi olumlu kazanımlar sağladıkları gruplara girerler. Adalet kavramı, belirli bir örgütte çalışanların örgütsel karar ya da politikaların doğruluğu hakkındaki olumlu duyguları 84

ve örgütün herkes için eşit ve tutarlı kurallara sahip olması anlamına gelir. Değer ise, ‘neyin iyi neyin kötü’ olduğuna ilişkin sahip olunan inançtır. Örgüt değerleri ile çalışanların değerleri arasında farklılık söz konusu olduğunda tükenmişlik daha fazla yaşamaktadır. Birey ile iş çevresi arasında iş yükü, kontrol, ödüller, aidiyet, adalet ve değerler açısından yaşanan bir uyumsuzluk tükenmişliği etkilemektedir (Koç ve Topaloğlu, 2010: 239). İş-yetenek uyuşmazlığı, iş-aile çatışması, meslekten ve iş ortamından duyulan memnuniyet bireylerin tükenmişlik düzeylerini etkileyebilen faktörler arasında yer almaktadır. Kişi-iş uyumu kavramı işin gerekleri ve örgütün sundukları ile kişinin yeterlilik ve talepleri arasındaki uyumu ifade eden bir kavramdır. Bireyin işin gereklerini karşılayabilecek yeterliliğe sahip olmaması, örgütün sunduğu her tür kazanımın bireyin beklentileri ile örtüşmemesi kişide tükenme yaşanmasına yol açacak durumlar yaratabilmektedir (Arı ve Bal, 2008: 140). İş yerinde yaşanan iç çatışmaların yarattığı olumsuzluklar ve stres, çalışanları tükenmişlik sendromuna itmektedir. Ayrıca çalışandan beklentinin yüksek olması, aşırı yüklenilme ve bu durumun uzun sürmesi duygusal tükenmişliğe neden olmaktadır (Wright ve Bonett, 1997: 491- 499). 2006 yılında ülkemizde Ulusal Kalite Ödülü'nü almış olan bir hastane ile alınan modeli uygulayan iki ayrı hastanenin çeşitli kliniklerinde görev yapan 241 hemşirenin mesleki tükenmişlik düzeyleri karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Sonuçlar, kalite ödülü kazanmış hastanede görev yapan hemşirelerin, duygusal tükenme, düşük kişisel başarı ve genel tükenmişlik düzeylerinin diğer iki hastanedekilere göre daha düşük olduğunu ortaya koymuştur (Ünal, 2007: 15- 16). 1.10. Tükenmişliğin Etkileri Ve Sonuçları Tükenmişlik sonucunda hem çalışılan kurum, hem de tükenmişliği yaşayan bireyler zarar görmektedir. Bu durumdan, hizmet alan bireylerin de etkilenmesi kaçınılmazdır. Çünkü tükenmişlik sunulan hizmetin kalitesini de doğrudan etkilemektedir. Geri çekilme, duygusuz ve sessiz olma, mental tükenme, psikosomatik yakınmalar, baş ağrısı, sırt ağrısı, mide bağırsak sorunları, anksiyete, dikkati yoğunlaştırma güçlüğü ve çökkünlük, işe geç gelme, erken çıkma, kahve molalarını ve öğlen yemeklerini uzatma, kötü yemek alışkanlıkları, düzenli beslenmeme, işe gelmeme ve sosyal geri çekilme, tükenmişliğin bireysel etkileri arasında gösterilmektedir (Demirbaş, 2006: 7). Örgütsel düzeyde tükenmişlik belirtileri ise; müşterilere sunulan hizmetlerin niteliğinde bozulma, düşük moral, iş devamsızlığı, yüksek düzeyde verimsizlik, hastalık oranlarında ve kazalarda artış vb. sıralanmaktadır. Yapılan araştırmalar, tükenmişliğin çok ciddi sonuçları olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmacılar, tükenmişliğin en temel sonucunun, sunulan hizmetlerin niteliğinde bozulma olduğunu, ancak bireyler üzerinde de bazı sonuçlar gözlendiğini belirtmektedirler. 85

Tükenmişlik sendromu uzun bir süre sorun yaratmıyor gibi görünse de bireyin yaşamının sonraki dönemlerinde ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Bu sorunlar bireyin fiziksel ve ruhsal sağlığında, davranışlarında, arkadaşlarına ve hastalarına karşı tutumlarında ve verimliliğinde etkisini göstermektedir. Gereksinimlerin doyurulmaması sonucunda oluşan gerilim, bireylerin ruhsal sağlığını etkileyerek tükenmişliğe neden olabilmektedir. Buna karşın, çalışanların işlerinde doyum sağlanabilirse çalıştığı kurumun amaç ve politikalarına uyumu çok daha kolay olacak ve dolayısı ile verilen hizmetin etkinliği ve kalitesi yüksek olacaktır. 1.11. Tükenmişliğin Bireysel Etkileri Kişi de yorgunluk, baş, sırt ve boyun ağrıları, sık hastalanmalar hastalıkların uzun sürmesi, beslenme düzensizliği, uykusuzluk gibi fiziksel etkilere, duygusal bitkinlik, isteksizlik şüphecilik, anksiyete ve depresyon gibi psikolojik etkilere, insanlara karşı ilgisiz, alaycı ve olumsuz davranma, ailesi, iş arkadaşları ve hizmet verdiği insanlarla sürekli huzursuzluk çıkarma gibi davranışsal etkilere yol açmaktadır (Yörükoğlu, 2008: 29). Tükenmişlik genel olarak bireyin, fiziksel açıdan yorulup yıpranmasına neden olmaktadır. Ancak bireyin yaşadığı yorgunluk hissinin asıl kaynağı, iş ortamında yaşadığı gerginliktir. İş ortamında sürekli devam eden bu gerginlik, bireyin uykusunu bölen kâbuslar görmesine, uykusuzluk nedeniyle halsizlik ve huzursuzluk yaşamasına, sık sık bir şeylerin ters gideceği düşüncesine kapılmasına neden olmaktadır. Diğer yandan kronikleşen yorgunluk ve gerginlik kişinin; grip, soğuk algınlığı gibi rahatsızlıklara yakalanma olasılığını ve baş ağrılarını artırmakta, bu tip rahatsızlıkların uzun süre atlatılamamasına neden olmaktadır (Çutuk, 2011: 37). Enerji kaybı ile ilişkili yorgunluk hissi ve kişinin her zamanki aktivitelerinin etrafından eksik olmayan üzüntü, tükenmişliğin ilk uyarıcı belirtisidir. Buna çoğu zaman yalnızlık, umutsuzluk, çaresizlik, engellenmişlik, düş kırıklığı eşlik eder. Pek çok kişi huzursuz olduğunu belirtir, ani öfke patlamaları, sürekli kızgınlık, başkalarını suçlayarak tepki gösterme ya da sorunlara karşı aşırı sinirlendiğini hissetme gibi artmış hassasiyet bulguları sergiler. Kişi bedensel bir çaba harcamadan sürekli yorgun olduğunu bildirebilir. En ufak görevler bile büyük bir çaba gerektiriyor gibi gözükebilir (Çağlıyan, 2007: 43). Pines’a (2005) göre tükenmişliğin duygusal tükenme boyutunun yol açtığı fiziksel belirtiler; hastalık ile ilgili şüphelerde artış, baş ağrısı, mide bulantısı, sırt ağrıları, hastalığa eğilimli olma, sıkça yaşanan soğuk algınlıkları, virüs kapma, yorgunluk ve uyku bozukluklarının bir birleşimi ile belirgindir. Zihinsel tükenmişlik belirtileri ise, bireyin kendisine, işe ve genel anlamda yaşama karşı olumsuz tutumlar geliştirmesiyle açıklanır, düşük benlik kavramı ve aşağılık duygusu ve yetersizlik duygularını içerir (Pines, 2005: 81- 85). Tükenmişlik sendromunun olumsuz sonuçlarından biri de çalışanın sakinleştirici, uyuşturucu, 86

sigara ya da alkol gibi bağımlılık yapan maddelere yönelmesidir. Tükenmişlik sendromu yaşayan bireyler, kendileri ilaç kullanma yoluna başvurabilirler. Yapılan araştırmalarda tükenmişlik sendromu ile madde kullanımı birbiriyle ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Tükenmişlik sendromu çalışanın sağlığını olumsuz yönde etkilemekte özellikle kalp krizine neden olduğu yapılan araştırmalarda belirtilmektedir (Tanrıverdi, 2008: 56) 1.13. Kulvar Değişimi Kulvar, günlük hayatın içerisinde, televizyon programlarında, basılı ve dijital dergi, gazetelerde karşılaşılan bir sözcüktür. Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiş olan bu sözcük günlük hayatta daha çok bir spor terimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kulvar sözcüğü TDK sözlüğünde, “yüzme ve atletizm yarışmalarında her yarışçıya ayrılan şerit” anlamına gelmektedir. Bu araştırmamızda kulvar sözcüğünü kendi çalışma alanımıza uyarlayarak, “rehberlik öğretmenlerinin okul tipi değiştirmesi” anlamında kullanmış olduk. Örneğin; ilkokulda görevli bir rehberlik öğretmeninin kendi isteğiyle 3 yıl görev yaptıktan sonra bu okuldan tayin isteyerek bir ortaokul ya da lise de çalışmaya başlaması. Bu nokta baz alınarak araştırmamızda bu özellik dikkate alınarak göreve başladığı yıldan beri hep aynı tip okulda çalışan rehberlik öğretmenlerinin yanı sıra anket uygulamasına okul türünü değiştiren rehberlik öğretmenleri de örneklem grubunda yer almışlardır. 2. YÖNTEM 2.1. Niçin Bu Araştırma? Rehberlik hizmetleri ülkemizde 1950’li yıllardan itibaren gelişmeye başlayan bir alandır. Sürekli olarak reel hayatın içinde olması, gündemi takip ediyor olması ve yeniliklere açık bir alan olması nedeniyle her geçen yıl kendini revize ederek mesleki donanımını arttıran bir alandır. Mesleki rehberlik, eğitsel rehberlik, kişisel rehberlik vb. gibi alt alanları ile birçok işleve sahip bir alandır. Bu işlevleri sayesinde, eğitim kurumlarında bu alt alanları yürütmekte olan rehberlik öğretmenlerimizin yapmakta oldukları çalışmalar ile öğrencilerimiz kendilerine hayatları için yol haritası çizmektedirler. Toplumda birçok meslekte tükenmişliğin ciddi bir problem olduğu, insanlara hizmet veren bireylerde ve mesleklerde yaygın olarak görüldüğü gerçeği göz ardı edilmemelidir. İnsanlarla yoğun bir şekilde ilişki içinde olan rehberlik öğretmenlerinin bu durumları göz önüne alındığında gerek kişisel gerekse örgütsel değişkenler nedeni ile mesleki tükenmişlik yaşayabilmektedirler. Rehberlik öğretmenlerinin mesleki tükenmişlik yaşamalarının öğrencilere, ailelere, öğretmenlere, eğitim ortamına, okul yönetimine ve topluma yansıyan önemli sonuçları olmaktadır. Bizde Kahramanmaraş ilinde görev yapan rehberlik öğretmenlerinin mesleki 87

tükenmişlik düzeylerini belirleyebilmek, uzun yıllar aynı tip okulda çalışan rehberlik öğretmenleri ve yıllar içinde okul değiştiren rehberlik öğretmenleri arasındaki tükenmişlik düzeylerini inceleyip karşılaştırma yapabilmek adına bu araştırmaya yöneldik. 2.2. Araştırma Bulguları Ve Yorumlar Araştırmanın teori kısmında da belirtildiği üzere tükenmişlik sendromu günümüzde en çok rastlanan sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler de bu durumdan yola çıkarak rehberlik öğretmenleri meslek grubundaki bireylerin bu durumdan ne ölçüde etkilendiklerini belirlemek amacıyla Kahramanmaraş il merkezinde görev yapan rehberlik öğretmenlerimiz üzerine bir anket çalışması yaptık. Ankete il merkezinde, farklı okul kademelerinde çalışan toplam 40 rehberlik öğretmeni katılmıştır. Katılımcılara 22 sorudan oluşan Maslach Tükenmişlik Ölçeği uygulanmıştır. Aynı zamanda kurumumuz tarafından önceki yıl rehberlik öğretmenlerine yönelik uygulanan Mesleki Memnuniyet Anketi’nin sonuçları da araştırmamızda kaynak veri olarak kullanılmıştır. Anket soruları analiz edilirken özellikle tükenmişliğe vurgu yapan sorulara verilen cevaplar üzerinde durulmuştur. Anket sorularına verilen cevaplar grafikleri ve yorumları ile birlikte aşağıdaki gibidir: Yaş, cinsiyet, medeni durum, mesleki kıdem yılı ve çalışılan okul türü değişkenleri doğrultusunda ankete katılanların “işimden soğuduğumu hissediyorum” sorusuna %60 oranında “bazen” cevabı verdikleri görülmekte, genel olarak bakıldığında ise anlamlı bir farklılık oluşturmadığı görülmektedir. 88

“İş dönüşü kendimi ruhen tükenmiş hissediyorum.” sorusuna kadınlar %65 oranında “çoğu zaman” cevabını vererek erkeklere göre daha fazla tükenme hissi içinde olduklarını belirtmişlerdir. Okul türü açısından soruya bakıldığında; ortaokulda çalışan rehberlik öğretmenlerinin diğer okullarda çalışan meslektaşlarına göre daha çok ruhen tükenmiş oldukları görülmektedir. Bireysel yapılan görüşmelerde de ortaokulda çalışan rehberlik öğretmenleri ortaokul öğrencilerinde uyum, ergenlik, akran zorbalıkları, ders çalışmama vb. gibi çok çeşitli sorun başlıkları ile uğraştıklarını ve durumun kendilerini çok fazla yorduğunu ifade etmişlerdir. 89

‘Sabahları kalktığımda bir gün daha bu işi kaldıramayacağımı hissediyorum.’ maddesine kadınlar %55 oranında “bazen” cevabını verdikleri, erkeklerin ise %41 oranında “çok nadir” cevabını verdikleri görülmektedir.”41-50 yaş” arasındaki katılımcıların %50 oranında “bazen” cevabını vererek işe gitme noktasında isteksiz olduklarını belirtmişlerdir. “Medeni durum” açısından bakıldığında evli katılımcıların bekarlara göre işe gitme noktasında isteksizlik gösterdikleri, “mesleki kıdem” açısından “16 yıl ve üzeri” çalışan katılımcıların %54 oranında isteksizlik duydukları görülmektedir. “İşim gereği karşılaştığım insanların ne hissettiğini anlarım.” maddesine katılımcılar %85 oranında “çoğunlukla” cevabını vermişlerdir. Rehberlik öğretmenleri mesleki formatları gereği insan ilişkileri üzerine çalıştıklarından, gün içerisinde çok farklı karakterde ve mizaçta bireyle karşılaşabilmektedir. Bu farklılıklar Rehberlik öğretmenlerinin insan ilişkilerini, duygu düşüncelerini anlama ve yorumlama becerilerini güçlü kılmaktadır. Aynı zamanda bu farklılıklar katılımcıların mesleki donanımını arttırmaktadır. Daha önce kurumumuz tarafından yine rehberlik öğretmenlerine uygulanan “Memnuniyet Anketi” nin 22. Maddesi olan “Yaptığım işten zevk alıyorum ve işimi seviyorum” a katılımcılar %85 oranında “Evet” cevabını vererek hammaddesi insan olan mesleki çalışma alanlarından memnun olduklarını, insanlarla çalışmanın, onların sorunlarına çözüm aramanın, duygu ve düşüncelerini anlama ve paylaşmanın katılımcılar üzerinde mesleki doyum yarattığı ifade edilmiştir. “Bütün gün insanlarla uğraşmak benim için gerçekten çok yıpratıcı.” maddesine bütün değişkenler göz önüne alınarak bakıldığında katılımcılar %62 oranında “bazen” cevabını vermişlerdir. Değişken bir varlık olan insanla çalışmanın stabil bir makineyle çalışmaktan daha zor olduğu su götürmez bir gerçektir. Farklı beklentilere cevap olmak, değişik kategorideki sorunlara çözüm üretmek zor bir uğraştır. Özellikle okullar göz önüne alındığında karşılaşılan 90

kompleks öğrenci problemleri ve bu problemlerin kaynağı olarak görülen öğretmen, idareci, anne baba, arkadaş grupları vb. gibi okul bileşenleri ile çalışmak Rehberlik öğretmenleri için yıpratıcı bir süreç oluşturmaktadır. Daha kıdemli olan öğretmenler bu süreci yılların verdiği tecrübeyle daha kolay atlatırken, göreve yeni başlamış ya da 1-5 yıl arasında mesleki kıdeme sahip olan öğretmenler birçok noktada sorunlu birey ve okul bileşenleri arasında çatışma yaşamakta ve kriz yönetmekte zorlanmaktadırlar. Kadın meslek elemanlarının daha duygusal olması hasebiyle çözüme ulaştırılamayan sorunlarla karşılaşıldığında duygusal yönden yıpranmaları kaçınılmaz olmaktadır. “Yaptığım işten tükendiğimi hissediyorum.” maddesine cinsiyet değişkenleri açısından baktığımızda kadınların erkeklere nazaran daha çok tükendikleri görülmektedir. Okul türleri açısından baktığımızda ortaokulda çalışan rehberlik öğretmenlerinin diğer okul türlerinde çalışan meslektaşlarına göre %62 oranında tükenmişlik eğiliminde oldukları görülmektedir. 91

“Yaptığım iş sayesinde insanların yaşamına katkıda bulunduğumu inanıyorum.” Maddesinde 51 yaş ve üzeri katılımcıların tamamının bu soruya olumlu cevap verdiği görülmektedir. Yaş varyansı göz önüne alındığında 31-40 yaş grubundaki rehber öğretmenlerin bu soruya en az olumlu yanıt verdiği görülmektedir. Bu anket maddesi göz önüne alındığında insanların yaşamına katkıda bulunduğuna inanan katılımcılar arasında cinsiyet faktörü göz önüne alınarak yapılan değerlendirmede cinsiyetler arasında önemli bir farklılık bulunmamasına rağmen kadın katılımcıların bu maddeye daha çok olumlu yanıt verdiği görülmüştür. Meslekte 11 yıl ve üzeri çalışanlar ile medeni durumu bekar olan katılımcıların bu soruya daha olumlu yanıt verdiği gözlemlenmiştir. Ortaokul grubunda çalışan rehberlik öğretmenlerin insanların yaşamlarına katkıda bulunduğuna dair inançları daha düşük çıkmıştır. 92

“İşimin beni kısıtladığını hissediyorum.” maddesine değişkenler açısından bakıldığında; kadınların erkeklere oranla bu maddenin kendileri için daha uygun olduğunu düşündükleri saptanmıştır. 41-50 yaş grubunun ise diğer yaş gruplarına göre de %63 oranında ılımlı cevap verdikleri, meslekte 16 yıl ve üzeri çalışanların bu maddeye yine ılımlı cevap verdikleri görülmüştür. Okul türleri açısından bakıldığında ise lisede çalışan rehberlik öğretmenleri diğer kademelerde çalışan rehberlik öğretmenlerine göre %70 oranında işlerinin kendilerini kısıtladığını ifade etmişlerdir. Önceki yıl uyguladığımız mesleki memnuniyet anketinin 19. Maddesinin sonucu da yukarıdaki grafiği destekler niteliktedir. Anketin ilgili maddesinin sonucuna göre lise grubu ve 20 yıl üzeri çalışan rehberlik öğretmenlerinde mesleki tükenmişlik gözlenmektedir. 93

Mesleki memnuniyet anketinin 7.Maddesinin (Okulda bilgi ve becerilerimi kullanabilme olanağına sahibim) sonucuda “Tükenmişlik anketinin” 13. Maddesini destekler niteliktedir. Yandaki grafikten de anlaşılacağı üzere lise kademesinde çalışan katılımcıların diğer kademelerde çalışan katılımcılara oranla kendilerini daha kısıtlı hisssetikleri görülmektedir. “Doğrudan doğruya insanlarla çalışmak bende çok fazla stres yaratıyor.” maddesini değerlendirdiğimizde katılımcılardan 41-50 yaş grubunun diğer katılımcılara göre %64 oranında daha stresli oldukları gözlemlenmiştir. Evli olan katılımcıların bekar katılımcılara göre yine daha fazla stresli oldukları, çalışma kıdemi açısından da 16 yıl ve üzeri çalışan 94

katılımcıların %62 oranında daha stresli oldukları görülmektedir. Bu maddede en anlamlı sonucu ilkokul kademesinde çalışan katılımcılar vermiştir. İlkokul kademesinde çalışan katılımcılar %66 oranında stresli olduklarını belirtmişlerdir. Yapılan bireysel görüşmelerde yaşadıkları bu stresin öğrenci kaynaklı olmadığı daha çok velilerden kaynaklandığını ifade etmişlerdir. Velilerin aşırı evhamlı davranması, her velinin kendi çocuğunun özel olduğunu düşünerek rehberlik öğretmenlerinden ve diğer öğretmenlerinden özel ilgi göstermeleri beklentisi katılımcıları strese sokarak kimi zaman velilerle çatışma yaşamalarına sebep olduğu dile getirilmiştir. “Yolun sonuna geldiğimi hissediyorum.” Maddesini değerlendirdiğimizde mesleğe yani başlayan katılımcılarda diğer gruplara oranla tükenmişlik hissinin daha az olduğu gözlemlenmiştir. Cinsiyet değişkeni açısından bakıldığında kadınların erkeklere göre %43 oranında tükenmişlik hissine sahip oldukları görülmektedir. 3. SONUÇ Sonuç olarak; uyguladığımız anketler ve yapılan görüşmeler neticesinde örneklem grubumuz içerisinde yer alan rehberlik öğretmenlerinde tükenmişlik sendromu ve mesleki tükenmişlik olgusunun sorun teşkil edecek nitelikte görülmediği, katılımcıların yakın bir zamanda mesleki bir dezenformasyonla karşılaşmadıkları, herhangi bir psiko-sosyal destek 95

almaya gereksinim duymadıkları, yürüttükleri çalışmalardan ve hizmet sundukları hedef kitle ile birlikte olmaktan memnun oldukları ifade edilmiştir. Araştırmanın fikir aşamasında ve araştırma öncesindeki ön hazırlık sürecinde bilhassa aynı okul türünde uzun yıllardır çalışan rehberlik öğretmenlerinde mesleki tükenmişlik olgusuna daha sık rastlanabileceği öngörülmekte idi. Ancak yapılan anket uygulamalarında ve katılımcılarla yapılan bireysel görüşmelerde tükenmişlik yerine mesleki uzmanlaşma ve doyumun gerçekleştiği bilgisine ulaşılmıştır. Kulvar değişimi noktasında ise; yine araştırma öncesi süreçte farklı okul tiplerinde farklı zaman aralıklarında çalışan rehberlik öğretmenlerinin bulundukları okuldaki zorunlu çalışma yılını (minimum 3 yıl) tamamladıktan sonra okul tipi değiştirmelerindeki sebebin en son görev yaptıkları okuldan ve hedef kitlelerinden sıkılmış olabilecekleri, mesleki doyum yaşamadıkları vb. gibi düşünceler öngörülmekteydi. Ancak katılımcılarla yapılan bireysel görüşmelerde rehberlik öğretmenlerinin bulundukları okulun dışındaki farklı kademelerdeki okullarda da (anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ) görev yaparak, diğer okul tiplerindeki hedef kitleleri tanıma ( bilhassa öğrenci niteliklerini bilme), bu okul tiplerindeki mesleki faaliyetlerin nasıl uygulandığını öğrenme vb. gibi yeni kazanımlar elde ederek mesleki gelişimlerine katkı sağlayabileceklerini ifade etmişlerdir. Araştırma çalışmalarına katılan rehberlik öğretmenlerinin anket sorularına verdikleri cevaplar ve yüz yüze yapılan görüşmeler tümüyle göz önüne alındığında ve örneklem grubunu oluşturan rehberlik öğretmenleri özelinde konuya bakıldığında; katılımcılar üzerinde tükenmişlik olgusunun etkileri açısından anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. 96


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook