YANSIMALAR Edebiyat Dergisi 2020
İÇİNDEKİLER Sevgili Okurlarımız / Feyza Sezerel ................................. 2 Su Adaleti / Lalin Işık .............................................. 60-62 Merhaba / Recep Kiraz .............................................. 3 Karlar Ülkesi Finlandiya / Sude Naz Yumrukçal ............... 63 Gazeteci Yazar İpek Çalışlar Okulumuzda............................. 4-6 Ankara Gezisi / Azra Deniz Ergüven ............................ 64 İpek Çalışlar Söyleşi Değerlendirmesi / Buse Bek................ 6 Kafka’nın “Dönüşüm”ünde Ayrımcılığı Görmek / Söyleşinin Ardından / Zeynep Şahin............................... 7 Cansu Eylül Resimci ............................................... 65 21. Yüzyılda Kafkavari Hayatlar / Eylül Damla Çelebi ....... 66 Pandemi Günlerinde Edebiyatın İyileştirici Gücü / “Dönüşüm” Üzerinden Küresel Politikayı Çözümlemek / Oğuzhan Aydın ........................................................ 67 Aslı Soyhun, Selen Diri, Yağmur Ece Bektaş ............ 8-10 Hedda Gabler / Damla Yücel ....................................... 68 Yitirdiklerimiz / Derya Onaran ................................... 11-12 İnsanlığı Bekleyen Muhtemel Gelecek / Kültür’lüyüm Çünkü ..................................................... 13-17 Özge Nur Yiğit ........................................................ 69 Bir Direnişin Öyküsü: Nazım Hikmet / Hülya Artuk .......... 18-21 Telefon Kullanımı Ve Kullanımının Zararları / İyi Ki Geldin Cumhuriyet / Ege Önder.............................. 22 Sena Nur Balcıoğlu ................................................. 70 Cumhuriyet Yolu / Nur Sanem Esatoğlu........................ 23 Çok Geç Olmadan / Öykü Kaya .................................... 71 Cumhuriyet’in Doğduğu Gün / Zeynep Öztürk .................. 24 Kan ve Su / Sude Çubuk ............................................ 72-74 Hürriyetin Tutuşan Sevdası / Ezgi Doğa Çapar ................ 25 İlk Maç / Buse Bek ..................................................... 75 Selanik’te Atatürk’ü Anmak / Derya Onaran ................... 26 Arkadaşım Ömür / Nur Sanem Esatoğlu ....................... 76 Atatürk ve Gençlik / Muhammed Salar Nevai ............... 27 Sıra Dışı Bir Doğum Günü / Zeynep Öztürk ...................... 77 Atatürk ve Spor / Tuğçe Buket Nevrekop ..................... 28-29 Peribacaları / Ekinsu İnan ........................................... 78 Atatürk ve Sanat / Tuna Çakır ..................................... 30-31 İlk Basketbol Hatıram / Taha Karakaş ........................... 79 Atatürk ve Bilim / Oğuzhan Aydın .............................. 32-33 Anaokulundaki İlk Günüm / Yankı Eryılmaz .................... 80 Yaş On Sekiz / Melike Kiraz ...................................... 34-35 Haldun Taner / Melike Kiraz ....................................... 81 Kaza / Murathan Güler ........................................... 36-37 Münir Özkul / Öykü İlayda Azaklıoğlu ......................... 82 Düzgün Dede / Nur Sanem Esatoğlu .......................... 38-39 Yalnızlık Ağıtı / Zeynep Damla Karasal ........................ 83 Orhan Pamuk’un Metaforları: Ses ve Renkler / Yalnızlığım / Nur Sanem Esatoğlu .............................. 84 Tuğçe Buket Nevrekop ........................................... 40-43 Teorik Aklın Eleştirisi / Derya Onaran ........................... 85 Korkuyu Beklerken / İrem Poyraz ................................. 44-48 “Genç Werther’in Acıları”nda Küresel Sorunlar / İçimizdeki Şeytan / Baki Burak Tutar ........................ 49-53 Güzden Kutoğlu ....................................................... 86 Fırtına / Güzden Kutoğlu .................................................54 Kavim Kitabı Üzerine / Eylül Gülşen Tümay ................... 87 Kırık Ayna / Kutay Selamet ............................................. 55 Su Projesi / Şevval Teomete ........................................ 88-89 Şiir İncelemesi / Selen Diri ......................................... 56-57 Sonsuzluğun Ötesi / Zeynep Öztürk .............................. 90-91 Ares / Bade Özen .......................................................... 58 2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılı Etkinliklerimiz....................... 92 Su ve Yaşam / Buse Bek .................................................. 59 KÜLTÜR2000 KOLEJİ Yayın Kurulu Özel Kültür2000 Koleji Özel Kültür2000 Koleji Recep KİRAZ Anadolu Lisesi Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi Hülya ARTUK Fen Lisesi Edebiyat Dergisi Derya ONARAN Karaağaç Mahallesi, Sayı: 7 Fatma YILMAZ Sırtköy Bulvarı No: 2 İmtiyaz Sahibi Grafik Tasarım Büyükçekmece 34500 / İstanbul İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Nesligül ŞENEL Tel: (0212) 850 81 81 Yönetim Kurulu Başkanı Faks: (0212) 850 81 48 Ful AKINGÜÇ ÖVER e-posta: [email protected] Genel Yayın Yönetmeni Baskı Tarihi Recep KİRAZ Haziran 2020
Sevgili Okurlarımız, Kültür2000 Koleji Anadolu ve Fen Lisesi öğrenci ve öğretmenlerimizin değerli katkıları ile oluşan “Yansımalar” dergimizin yedinci sayısını sizlerle paylaşmaktan onur duyuyoruz. Okulumuzdaki edebiyat çalışmaları ile öğrencilerimizin kendilerinde bulunan bu zengin gücü keşfetmelerini amaçlıyoruz. Yansımalar ise bu gücün size ulaşmasında bir elçi görevi görmektedir. Öğrencilerimizin özgün yazılarından oluşan dergimiz, onların dünyalarına ulaşmanız yolunda çok özel bir pencere görevi üstlenmektedir. Her bir öğrencimizin farklı bir temaya dayanan çalışması onların dünyalarını keşfetmemize imkân sağlamaktadır. Dergimizde bu zenginliklerini bizimle paylaşan tüm öğrencilerime öncelikle teşekkür ederim. Yansımalar, okulumuzun Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün yıl içinde gerçekleştirdiği edebî ve sanatsal etkinlikleri de kapsamaktadır. Bu yıl edebiyat bölümümüz, gazeteci ve yazar İpek Çalışlar’ı okulumuzda ağırladı. Sanatçının öğrencilerimiz ile “Mustafa Kemal Atatürk Mücadelesi ve Özel Hayatı” adlı kitabı üzerine yaptığı eşsiz yolculuk, onlarda unutamayacakları izler bırakmıştır. Bildiğiniz üzere, öğrencilerimizin lise hayatlarında edindikleri her davranış ve öğreti öğrencilerimizin kariyerlerindeki en önemli yapı taşlarını oluşturacaktır. Hedefledikleri başarılara ulaşma yolunda edebiyatın eşsiz ve derin dünyasını kendilerine kılavuz edinmiş olanlar, kalıcı eserler yaratma yolunda önemli adımlar atmış olacaklardır. “Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihi bir özelliği de güzel sanatları sevmek ve onunla yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve millî birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü vasıta ve önlemlerle bağlayarak geliştirmek millî idealimizdir.” sözleriyle sanatın önemini anlatmıştır Başöğretmenimiz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk. Bizlerin de amacı Atası gibi sanatı ve edebiyatı sevip rehber edinen, düş gücü ile dil becerisini birleştirebilen, toplumunu ve kültürünü tanıyan gençler yetiştirmektir. Gençlerimizi değişen ve gelişen dünya değerleri içinde bu farkındalığı yakalamış, tüketen değil üreten bireyler olarak yetiştirmenin bilinci ile hareket eden ailelerimize, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretmenlerime ve dergimize birbirinden değerli yazıları ile katkı sağlayan tüm öğrencilerime sonsuz saygılarımı sunarım. Feyza SEZEREL Kültür2000 Anadolu ve Fen Lisesi Müdürü 2 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Merhaba, 2019-2020 ders yılının sonunda dergimizin yedinci sayısını siz değerli okurlarımızla ulaştırmanın heyecanını ve mutluluğunu yürekten hissediyoruz. Yazmak, düşüncenin somutlaşması ve görünür hâle gelmesidir. Fransız romancı Emile Zola yazmanın önemini “Ancak yazıya geçmiş düşüncelerin bir değeri vardır; geri kalanlar boş çırpınmalardan, rüzgârın alıp götürdüğü bir saatlik hayallerden başka bir şey değildir.” sözleriyle belirtir. İşte bizler de bu düşünceden hareketle öğrencilerimizin yaşama dair biriktirdiklerini etkili ve güzel bir dille ifade etmelerini çok önemsiyoruz. Öğrencilerimiz yıl boyunca çevrelerinde olup bitenlere duyarsız kalmadılar, eleştirel ve sorgulayıcı bir tutum sergilediler. Bol bol okudular, yazdılar. İşte elinizdeki edebiyat dergisi, onların bu süreçteki çalışmalarının bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bu sayımızın ilk sayfalarında gazeteci ve yazar kimliğiyle ön plana çıkan İpek Çalışlar’la okulumuzda gerçekleştirdiğimiz söyleşiye ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgınından yola çıkarak geçmişte yaşanan salgınların edebiyata yansımasına yer vermek istedik. Son dönemde yitirdiğimiz sanat dünyasının saygın isimlerini anmadan geçmedik. Türk şiirinin ustası Nazım Hikmet’e bir sayfa açtık. Kültür Kolejinin kuruluşunun 60. Yılı nedeniyle öğrencilerimiz duygu ve düşüncelerini dile getirdi. Öğrencilerimizin gerek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gerekse 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı sebebiyle kaleme aldıkları yazıları da sizlere ulaştırmak istedik. Diğer sayılarda olduğu gibi öğrencilerimizin ders yılı boyunca sınıf içi ve dışı yaptığı yazılı anlatım çalışmalarına yer verdik. Öğrencilerimiz okudukları eserler üzerine edebî eleştiriler yazdılar Duygularını en etkili anlatım türü olan şiirle ifade ettiler. Denemeler, makaleler, gezi yazıları, anılar ve öyküler kaleme aldılar. Öyküleriyle hem hayal dünyalarının sınırlarını genişlettiler hem de hayata dair birikimlerini kurmaca metin kalıpları içinde dile getirdiler. Öğrencilerimizin yazıları, öğretmenlerimiz tarafından büyük bir titizlikle izlendi ve değerlendirmeye alındı. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olarak yıl içinde pek çok kültürel ve sanatsal etkinlik gerçekleştirdik. Öğrencilerimiz yazarlarla buluştu ve kitap fuarlarını gezdi; münazara etkinliklerine etkin olarak katılım sağladı ve bunları da dergimizin sayfalarında sizlere duyurmak istedik. Bu derginin yayına hazırlanmasında emeği geçen ve yıl boyunca yoğun çalışma programlarına rağmen öğrencilerimizi yönlendiren, onların yazılarını düzelten ve yayıma hazırlayan Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretmen arkadaşlarım Hülya Artuk’a, Derya Onaran’a ve Fatma Yılmaz’a; bizlerden desteklerini esirgemeyen okul müdürümüz Feyza Sezerel’e ve katkı sağlayan tüm öğrencilerimize sonsuz teşekkürler ederim. Yeni sayılarda görüşmek dileğiyle hoşça kalın! Saygılarımla… Recep KİRAZ Kültür2000 Koleji Anadolu ve Fen Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 3
Gazeteci Yazar İpek Çalışlar Okulumuzda Özel Kültür2000 Anadolu ve Fen Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olarak her yıl özenle seçerek öğrencilerimizin seviye ve ilgilerine uygun gerek klasik gerek güncel romanları yıl içinde okutuyoruz. 2019 – 2020 eğitim-öğre- tim yılında da tüm lise kademelerimizde okuttuğumuz ortak kitabımız, Gazeteci Yazar İpek Çalışlar’ın kaleme aldığı ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan “Mustafa Kemal Atatürk Mücadelesi ve Özel Hayatı” adlı eser oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün benzersiz bir bi- yografisi olan bu kitap, üç bölümden meyda- na gelmektedir: İmparatorluk Yılları, İşgal ve Millî Mücadele, Cumhuriyet ve Sonrası. Her bölüm, kendi içinde Atatürk’ün bilmediğimiz yönlerine ışık tutan başlıklara ayrılmış olup okudukça bizi şaşırtan ayrıntılara değinmek- tedir. Mesela, “Ninni desem gözüm süzer Deste kirpiğin inci dizer Senin baban gurbet gezer Ninni yavrum... Hu... Hu...” 4 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Mustafa Kemal’in çocukluk yıllarında baba- sı uzaklardayken annesi Zübeyde Hanım’ın onu bu ninniyle uyuttuğunu öğreniyoruz. Ki- tabın yazarı olan, derin ve kapsamlı araştır- malarıyla tanınan İpek Çalışlar; Latife Hanım ve Halide Edip biyografilerinden sonra Ata- türk’ün hayatını kaleme aldı. Eserde Ali Rıza Efendi’nin Zübeyde Hanım’a sevdalanmasını, nikâhlandıkları günü, doğumundan itibaren Mustafa Kemal’in hayatını ve bilmediğimiz birçok olaya şahit oluyoruz. Böylesine değerli bir eseri tüm öğrencileri- mizle büyük bir keyifle okuyup uzun ve iti- nalı bir hazırlık sürecinden sonra 10 Aralık 2019’da öğrenci ve öğretmenlerimizin ka- tılımıyla Gazeteci ve Yazar İpek Çalışlar’ı okulumuzda ağırladık. Okulumuzun gösteri merkezinde gerçekleştirdiğimiz söyleşimizde yazarımız; eserin yazılma hikâyesini, ese- ri yazma sürecindeki araştırma ve derleme sürecinde yaşadıklarını, karşılaştığı zorlukları bizlerle paylaştı. Programın devamında öğ- rencilerimiz, kitapla ilgili cevabını merakla bekledikleri sorularını yazarımıza sorma fır- satını yakaladı. Ali Rıza Efendi’nin Zübeyde Hanım’a rüyasın- da sevdalandığını, tanışmalarını, nikâhlan- malarını, çocuklarını, Atatürk’ün doğumunu, Namık Kemal’in hapse atılmasını, Ali Rıza Efendi’nin Osmanlı – Rus Savaşı için orduya gönüllü yazılmasını, Mustafa Kemal’in okul hayatını, babasının ölümünü, Atatürk’ün ilgi, duygu ve heyecanlarını kaleme alan yazar, kitabı yazarken dikkatinizi çeken hususlar nelerdi sorusunu şöyle yanıtladı: “Atatürk’ün Selanik’teki hayatı ve Pembe Ev’in hikâyesi dikkatimi çekmişti. Bugün müze olarak kul- lanılan Pembe Ev, Radosi (Slovenya sınırın- da bir bölge) bölgesinde yapılmıştır. Atatürk doğmadan ailenin mülkiyetine geçmiştir. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 5
1961 yılında bir tercüman Selanik’e araştır- İPEK ÇALIŞLAR ma için gittiğimde, Mustafa Kemal’in doğdu- ğu evi Atatürk’ün kendi adına arama yaptım SÖYLEŞİ ama Zübeyde Hanım’ın adına arama yapma- dığım için evin tapu kaydına ulaşamadım.” DEĞERLENDİRMESİ Bu evin bilinmeyen detaylarını öğrendikten sonra şu sözler dökülüyor Çalışlar’ın ağzın- İpek Çalışlar’ın “Ata- dan: “Mustafa Kemal, Latife ile evlenmesinin türk’ün Mücadelesi arifesinde Bursa’da Madam Brotte’un otelin- ve Özel Hayatı” isim- de düzenlenen evlilik yemeğinde sofradaki li kitabını geçtiğimiz kadınlardan biri “Paşam hiç sevdiniz mi?” ay büyük bir ilgi ile diye sorduğunda “Sevmek için vakit bulduk okudum. Kitap, her- mu ki…” diye cevap verir Atatürk ve devam kesçe tanınan bu ki- eder, “Hanımefendi, biz de insanız. Bizim de şiliğin askeri, siyasi çarpan bir kalbimiz var. Bizim de bir his tara- ve özellikle kişisel fımız var. Askeriz diye mi şüpheniz?” Kitap- hayatının bilinme- ta bu konuya değinen satırlardan sonra Ata- yen birçok noktasına değiniyor ve bence ki- türk’ün evlenmeden beş yıl önce, 5 Temmuz tabı Atatürk’ün diğer biyografilerinden ayıran 1918 günü anı defterine kadın–erkek ilişkisi en önemli özellik de bu. Tüm kitap boyunca ve evlilik üzerine yazdığı ayrıntı dikkatimizi anlatımı destekleyen birçok fotoğraf, gazete çekiyor: “… Ben de genç iken mutlaka Avru- ve mektuba başvurulmuş ve bu da anlatımı palı bir kızla evleneceğim diyordum. Bizim oldukça inandırıcı ve ilgi çekici bir hâle getir- kızlarımız hatırıma bile gelmiyordu.” miş. Bu sebeple kitabı okurken oldukça zevk aldım ve Atatürk hakkında birçok yeni bilgi Gazeteci olmasaydım biyografi yazamazdım edindim. diyen Çalışlar’dan askerî kimliğiyle tanıdığı- Kitabın yazarı gazeteci İpek Çalışlar mız Atatürk’ün duygu cephesini dinliyoruz: ile tanışmak ise beni oldukça heyecanlan- “Mustafa Kemal, Rumeli şivesiyle konuşurdu. dıran ve etkileyen bir deneyim oldu. Yaptı- Evinde yapılan incelemelerde takma dişlere ğı söyleşide kitabı ile ilgili tüm sorularımızı denk geliyoruz. Asker hayatında diş önemli- içtenlikle cevaplayan İpek Çalışlar, ayrıca ki- dir. Atatürk döneminde ne diş hastanesi ne tabın yazım ve basım aşamasına dair birçok de dişçi vardı. Bu detay çok önemlidir. Mus- bilgi verdi. Kitabı yazarken kendisine en çok tafa Kemal, Fikriye ile aynı salkımdan üzüm yardımcı olan özelliğinin gazeteci geçmişi ol- yiyecek kadar da hissiyat sahibidir.” duğunu söylemesi bana iyi bir araştırma ve çalışma ile bizim de oldukça iyi eserler üre- Bu duygusal adam Sivas Kongresi’nden önce tebileceğimizi hissettirdi ve gerçekten ilham annesi Zübeyde Hanım’a yolladığı telgrafına verici oldu. Beni çok etkileyen diğer bir nokta şöyle başlar: “Anne, bu ülkenin başına geçi- ise İpek Çalışlar’ın detaylar hakkındaki dü- yorum.” şünceleri oldu. Yazarın bize Atatürk hakkında belgelerin veremeyeceği birçok bilgiyi çoğu Dolu dolu geçen bir söyleşinin ardından Sayın kişinin gözünden kaçan detayları kullanarak Çalışlar, öğrencilerimize kitaplarını imzaladı. nasıl çıkarım yaptığını anlatması ise gerçekten etkileyiciydi. İlham verici konuşması ve soru- larımızı cevaplamak üzere bize ayırdığı zaman için İpek Çalış- lar’a çok teşekkür ediyorum. Buse BEK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 6 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
SÖYLEŞİNİN ARDINDAN Bu yıl İpek Çalışlar’a ait “Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Mücade- lesi ve Özel Hayatı” adlı kitabı okuduk. Kitap, ülkemizin kurucusu olan Ulu Önder Mustafa Kemal Ata- türk’ün özel hayatı ve ülkemiz için verdiği mücadeleyi anlatan kapsamlı bir eser. Yazar, kitabını yazarken çeşitli kaynaklardan alıntı yapıp bize en doğru bilgiyi sunmaya çalışmış. Kitapta en çok hoşuma giden şey de bu olmuştu çünkü farklı kaynaklardan yapılan alıntılar bana daha güvenilir gelmişti. Çalışlar, kitabı yazmak için yak- laşık on senesini vermiş. Kitabın yazarı Sayın İpek Çalışlar, davetimizi kırmayıp okulumuza geldi. Geçen hafta kendisi ile bir araya gelip verimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşi, Atatürk ve yazarlık konusunda daha da bilinçlenmemizi sağ- ladı. Kitabını yazarken neler yaşadığını, Atatürk’ün yaşadığı yerlerin nasıl olduğunu, nasıl bir bakış açısıyla ve neye göre yazdığını bizlere samimiyetle aktardı. Bu bilgileri, bu konular üzerine uzun yıllar çalışmış ve bir kitap yaz- mış birinden edinmek benim için bulunmaz bir fırsattı. Bizi bu kitapla tanıştıran edebiyat öğretmenimize ve yazarımıza çok teşekkür ederim. Zeynep ŞAHİN Kültür2000 Fen Lisesi 10 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 7
PANDEMİ GÜNLERİNDE EDEBİYATIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ Dünyanın ortak gündemi olan koronavirüs salgını, edebiyatın ve sanatın da gündeminde. Elbette de bu dönemin edebiyata katkısı olacak ve edebiyatçıların kaleminden çıkan salgı- na dair kitaplar ise hem okurunu geleceğe hazırlayacak hem de okurunun yüreğine umut tohumları ekecek. Edebiyat dediğimiz deniz, toplumdan ve toplumun yaşantısından besle- nir. Toplumlar, birçok salgınla sınanmışlardır. Bunların yansımaları da edebiyatta derin bir şekilde görülmektedir. İnsanların salgın hastalıklarla mücadelesi ilk yazılı metinlerden bu yana edebiyatın da ko- nusu olmuştur. “Gılgamış” destanıyla başlayan salgın edebiyatı, “İlyada” gibi antik metin- lerden günümüze kadar ulaşır. Koronavirüs salgınıyla içine düştüğümüz durumun edebiyat- taki en iyi ve en çarpıcı örneği Albert Camus’nün “Veba”sıdır. Camus, aniden ortaya çıkan ölüm üzerinden insanın varoluş sıkıntılarını ortaya koyar. Yani ilk metinden başlayarak modern çağa kadar tüm metinlerde insanlığı ilgilendiren sal- gınlar bir şekilde yer almış. Tabii, bu duruma şaşırmak yersiz olacaktır. Sonuç olarak toplu- mun bir parçası olan yazar ne yaşarsa elbet de onu yazacaktır. Kim bilir asla hayal etmedi- ğimiz şu günleri, şu an hangi yazar kaleme alıyor. Bakalım, bekleyeceğiz ve göreceğiz. Biz bu gün yaşadıklarımızı romanlarda, şiirlerde okurken tüm bunları “Vay be ne günlerdi!” diye hatırlayacağız. Biz, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olarak 11-IB sınıfı öğ- rencileri Aslı Soyhun, Selen Diri ve Yağmur Ece Bektaş ile “Pandemi Günlerinde Edebiyatın İyileştirici Gücü” adlı bir söyleşi yaptık. Öğrencilerimiz, söyleşide salgın dönemle- rinde ortaya çıkan farklı kitaplara değindiler. MAHŞERİN DÖRT ATLISI Dünyayı ve insanları etkisi altına alan salgınlarla ilgili ola- rak yazılmış olan “Mahşerin Dört Atlısı” kitabı bu salgınların insanlık üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde ortaya koy- maktadır. Veba, kızıl, kızamık, çiçek gibi salgın hastalıklar ve kıtlık, kuraklık gibi felaketler tarih boyunca milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuş, yenilmez sanılan orduları durdurmuş, toplumsal ilişkilerimizi, yakınlarımıza, sevdik- lerimize karşı davranışlarımızı biçimlendirmiştir. Ne var ki bu kitlesel ölümler durduk yerde, kendiliğinden başlama- mış, salgın hastalıklar davetsiz misafir gibi aramıza girme- miştir; mikropların “kitlesel ölümlere yol açan canavar” ro- lünü üstlenmeleri için insanlar ellerinden geleni yapmışlar, ölümler başladıktan sonra ise hiçbir şey yapamamışlardır. Bakteriler ve mikroplar açısından bir dünya tarihi niteliğin- 8 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
deki “Mahşerin Dört Atlısı”nda Andrew Nikiforuk, toplum- sal hayatın hastalıklarla yakın ilişkisini çevreci bir bakışla inceliyor, dünyamızın en eski sakinleri olan mikro-organiz- malarla barış yapmamızı öneriyor. Ayrıca yazarımız bir sö- zünde de, “Modern insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne üst organizmayı yenebilir, ne Dördüncü Atlı’yı kandırabilir, ne de salgınların tarihteki dirençli varlığını inkâr edebilir.” der. VEBA Veba romanı 1947 yılında yazılmış olup hümanist ve ni- hilist bir doktorun cehalet ve veba salgını ile savaşması konusu üzerine kurgulanmıştır. Oran kentinde veba salgını başlayınca Rahip Paneloux bu salgının insanların işledik- leri günahların bedeli olarak görmekte ama ateist bir dok- tor olan Dr. Rieux ise bunun ilahi bir ceza değil tedavisi bulunması gereken ve tedavi edilerek yok olacak bir salgın görmektedir. Sonuçta bu salgınla savaşan insanlar tedavi yolunu bulmuş ama onlar da yakınlarını kaybetmişlerdir. 1913 yılında Cezayir Mondovi-Dre- aan doğumlu olan Albert Camus; işçi, cahil ve fakir bir baba ile ailenin çocuğuydu. Annesi de okuma-yazma bilmeyen İspanyol asıllı cahil bir kadındı. I. Dünya Savaşı’nda babasını kaybedince annesi tarafından büyütülmüş, 1940 yılında Paris’e gelmiş ve bu romanını ana yurdunu işgal eden Fransa’ya bir tepki olarak yazmıştı. Camus, bu romanını Cezayir’deki Oran şehrinde yaşanan veba salgınını anlatıyormuş gibi yapıp satır arası çeşitli imalar ile Cezayirlileri, Fransız işgalini meşru görmemeye itecek şekilde anlatmış; bir yandan Cezayir halkını uyarırken diğer yandan da Fransa’yı iş- galci olarak nitelemek için yazmıştır. “Camus romanda halkın vebayı kabullenmesi ve onunla mücadele etmesi ile Cezayirlerin de Fransa’yı işgalci olarak anlamaları bu gerçeği görmeleri ve mücadele etmeleri “ gerektiğini be- lirtmek için yazmıştır. CEHENNEM Dan Brown’un “Cehennem” adlı kitabı, Mayıs 2013’te ya- yınlanmış; daha sonra birçok yerde çok satanlar listesine girip sinemaya uyarlanmıştır. Kitabın konusu, Zobrist de- nilen karakterin dünyanın sonunun gelmemesi için yaptı- ğı harekettir. Karakterimiz dünyanın devamlılığını sağla- mak için nüfusun bir kısmını öldürecek bir virüs geliştirir ve bu virüsün varlığını öğrenen profesör yayılmasını en- gellemek için çalışır. Bu kitapta “etik” denilen kavramın ne olduğunu tekrar sorgulayacaksınız. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 9
KÖRLÜK Bir diğer kitabımız ise Jose Saramago’nun yazdığı “Körlük” adlı kitaptır. Bu kitap körlüğün bir epidemi derecesinde bu- laştığı toplumu ele alır. Aniden kör olan ilk kişi doktora gitti- ğinde, doktor ve bekleme salonunda olan bir hasta daha kör olur. Bu körlük beyaz bir ekran olarak tanımlanır. Bunu dev- lete ihbar eden doktor ciddiye alınmaz ama vakalar arttıkça devlet harekete geçecektir. Devlet tüm vakaları eski bir akıl hastanesine kapatır. Burada çıkan ayaklanmalar romanın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. İlk hastanın görüşü beyaz bir ekrandan, siyaha dönüşünce karakter “artık ta- mamen kör olduğunu” söyler. Ancak gözlerini açtığı anda artık körlüğünün geçici bir şey olduğunu fark eder ve diğer insanların körlük süreci de zamanla biter. Bu süreç içerisinde hissedilen panik ve endişe, Nobel ödüllü yazarın dilinden okuyucuya etkili bir şekilde aktarılmıştır. KOLERA GÜNLERİNDE AŞK Sonraki kitabın teması 19’uncu yüzyılın sonlarında oluşan aşk üçgeni ve koleranın bu üçgenin oluşmasında etkisidir. Florentino, Lorenzo’ya olan sevgisini belli eder fakat bu durumu fark eden Lorenzo’nun babası, kızını uzak bir yere gönderir. Yine de telgraflaşırlar ve bir gün bulu- şunca Lorenzo, karşısındakinin hayalindeki gibi bir kişiliğe sahip olmadığını fark eder. Lorenzo açısından aşk bitmiştir ancak bunu belirten bir şey söylememiştir. Daha sonra Lo- renzo, koleraya yakalanır ve tedavi eden doktorla evlenir. Doktor ölünce Florentino ve Lorenzo bir seyahate çıkarlar. Bu gemide ikisi de koleraya yakalanır ve karakterlerin “Ge- mide kolera var, kimse gelmesin.” anlamında sarı bayrak asmalarını arz etmeleriyle yolculuk tamamlanır. Yarım yüz- yıllık bir aşkın öyküsünü konu alan romanda, ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez’in anlatım dilinin gücünü bir kez daha görüyoruz. Hülya ARTUK TDE Öğretmeni Aslı SOYHUN, Selen DİRİ, Yağmur Ece BEKTAŞ Kültür2000 Anadolu Lisesi 11 IB 10 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Son bir yılda edebiyat ve sanat dünyasının önemli isimlerini kaybettik. Bu yazımızda bu isimlere yer vererek onları unutmadığımızı dile getirmek istedik. YILDIZ KENTER yazdı. İlk şiiri “Milliyet Genç Sanat Dergisi”n- de, İskender Över ismiyle çıktı. Profesyonel Türk tiyatrosunun usta ismi Yıldız Kenter’i olarak 1985’te “Adam Sanat Dergisi”nde şi- 2019 yılında kaybettik. Seksen bir yıllık sa- irleri yayımlanmaya başladı. Küçük İskender, nat yaşamına birçok başarılı oyun sığdıran Mustafa Altıoklar’ın yönettiği “Ağır Roman” oyuncu, sadece bir tiyatro oyuncusu değil ve “O Şimdi Asker” adlı filmlerde de rol aldı. 2000 yılında “Orhon Murat Arıburnu Ödülle- ri”nde “Bir Çift Siyah Deri Eldiven” adlı şiir kitabıyla birincilik aldı. Almanya, Hollanda, Avusturya, Makedonya ve İsveç’teki çeşitli etkinliklerde konuşmacı olarak ve şiir perfor- manslarıyla yer aldı. 2006’da “İskender’i Ben Öldürmedim” adlı şiir kitabıyla “Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü”nü kazandı. 2014’te 7.si ve- rilen “Erdal Öz Edebiyat Ödülü”, Küçük İsken- der’in oldu. Ödülün gerekçesini “Türk şiirine getirdiği özgün soluk ve şiir dilinin geliştiril- mesinin yanı sıra otuz yıl boyunca tavrındaki tutarlılık” olarak özetledi. Son olarak “İkinci aynı zamanda usta bir tiyatro eğitmeniydi de. Dünyanın çeşitli yerlerinde oyunlar ser- gileyen Kenter, sanat yaşamı boyunca birçok ödül kazandı. On bir yıl Ankara Devlet Tiyat- rosunda çalışan ve arkadaşlarıyla kendi ti- yatrosunu da kurarak sanat hayatında daima dinamik bir yaklaşımı benimseyen sanatçı, Türk tiyatrosunun dünyada sesini duyurma- sını sağlayan insanların başında geliyordu. Yıldız Kenter, başarılarla dolu hayatına 17 Kasım 2019’da gözlerini yumdu. KÜÇÜK İSKENDER Waliz” adlı şiir-metin-günlük kitabıyla okur- larıyla buluşan Küçük İskender, 3 Temmuz 1964 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Kü- 2019’da aramızdan ayrıldı. Dillerde ise hep çük İskender, gerçek adıyla İskender Över, şu dizeleri kaldı: ”bir martıyı ağlattın işte/ bir 1980’li yıllardan başlayarak günümüze kadar çocuk garanti intihar eder artık” çeşitli dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 11
ÖZDEMİR NUTKU kadar da tiyatro sahnesinden inmedi. Aile- den geleneği olan tiyatroyu sürdüren sanatçı, 1931’de İstanbul’da doğan tiyatro sanatçısı senelerce kendisi gibi birçok değerli tiyatro ve yazar Özdemir Nutku, hayatını tiyatroya sanatçısı ile çalıştı ve önemli oyunlar ortaya adamış bir sanatçıydı. Tiyatro onun için haya- koydu. Zilha karakterine can verdiği “Keşanlı tın vazgeçilmeziydi. Hayatı boyunca yetmiş Ali Destanı” başta olmak üzere birçok başa- kitap yazan Nutku, Türk tiyatrosunun gelişi- rılı oyunda yer aldı ve Türk tiyatrosunun du- ayenlerinden biri oldu. Anı, deneme, öykü ve roman türlerinde eserleri olan sanatçı, 31 Aralık 2018’de aramızdan ayrıldı ve tiyatroya adanmış bir ömrü geride bıraktı. mine de büyük katkı sağladı. Yaptığı çeviri- AYŞEN GRUDA ler, araştırmalar ve ortaya koyduğu oyunlarla Türk tiyatrosun usta kalemlerinden biri hali- Türk tiyatrosu ve sinemasının “Domates Gü- ne geldi. Seksen sekiz yıllık yaşamında birçok zeli” lakaplı sanatçısı Ayşen Gruda; “Mum önemli ödüle layık görülen sanatçı, sadece Söndü”, “Deve Kuşu Kabare”, “Hababam Sı- bir tiyatro yazarı olarak kalmadı aynı zaman- nıfı Müzikali”, “Yedi Kocalı Hürmüz” gibi ti- da bu alanda yaptığı akademik çalışmalarla yatro ve müzikallerde yer aldı. Sinema haya- da tiyatro dünyası için önemli bir kişilik hali- tının büyük bir kısmında dostu Adile Naşit’le ne geldi. Ünlü tiyatro yazarı bizlere 8 Kasım birlikte, Ertem Eğilmez filmlerinin çekirdek 2019’da veda etti. kadrosunda yer aldı. Tiyatronun yanı sıra bir- çok televizyon programındaki skeçlerde ve dizilerde oyunculuk yaptı. Sinemada “Tosun Paşa”, “Süt Kardeşler”, “Şabanoğlu Şaban”, “Hababam Sınıfı”, “Neşeli Günler” gibi birçok GÜLRİZ SURURİ Ünlü sanatçı Gülriz Sururi, 1929 yılında İstan- bul’da doğdu. Daha çocuk yaşlarda tiyatro yapmaya başlayan Sururi, hayatının sonuna klasikleşmiş filmde oynadı. Aralık 2018’de şiddetli karın ağrısı şikâyeti ile hastaneye kaldırılan ve bir süre yoğun bakımda kalan Ayşen Gruda, kaldırıldığı hastanede 23 Ocak 2019 tarihinde yaşamını yitirdi. Derya ONARAN Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni 12 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
KÜLTÜR’LÜYÜM ÇÜNKÜ… Kültür2000 Koleji Anadolu ve Fen Lisesi öğrencileri, Kültür Kolejinin kuruluşunun 60. yılına özgü duygu ve düşüncelerini “KÜLTÜR’LÜYÜM ÇÜNKÜ...” etkinliğinde dile getirdiler. Sportif etkinlikler Kültür2000 Koleji için çok Kültür2000 Kolejinde birden fazla yabancı önemli, sadece ders başarısı değil aynı za- dil öğrenebiliyorum. Bu okul Türkiye’nin en manda öğrencilerin diğer alanlardaki başarı- iyi öğretmenlerine sahip ve öğretmenlerimiz ları da destekleniyor. Spor ise benim için en sayesinde kültürüm her gün daha çok ilerli- önemlisi. yor. Onların bilgisi bize her gün daha çok şey katıyor. İlker Yasin BİBER Kültür2000 Anadolu Lisesi Hazırlık Sinan ALBAYRAK Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 A Kendimi geldiğim noktadan daha ileri taşı- mak istiyorum. Kültür2000 Koleji hedeflerimi Okuldaki IB programı dünya çapında bir başarmak için en ideal yer, okulun bana ka- program ve bu programla dünyaya açılabi- tacaklarıyla bunu başaracağım. lirim. Okulun bana kattığı yabancı diller sa- yesinde de gittiğim her yerde farkımı orta- Ceyda YETGİN ya koyabilirim. Kültür2000 Kolejindeyim ve Kültür2000 Anadolu Lisesi Hazırlık mutluyum. Altay BOZKURT Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 13
Kültür2000 Koleji eğitim-öğretimi ve Burada geleceğim için planladığım nokta- dünya vizyonuyla çok önemli bir kurum. ya ulaşabileceğim ve aynı zamanda eği- Okulda farklı yabancı diller öğrenip ken- tim hayatımı daha renkli geçirebileceğim. dimi geliştiriyorum. IB programıyla kendi- Burada her şeyin çok güzel olacağını bil- me çok şey katacağıma inanıyorum. diğim için Kültür’lüyüm. Lara GÖKSEL Nihan Berceste KÜÇÜK Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 A Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gös- Anaokulunda başladığım bu yolculuğuma terdiği bilimin yolunda hedefime emin lisede devam ediyorum. Bu okul benim adımlarla yürüyorum. Okulumuz, Atatürk- ve benim gibiler için bir ev, aile gibi artık. çü değerlere bağlılığıyla daima en önde Kültür’lü olmak çok güzel. ve öğrencilerine bu değerleri aşılıyor. Duygu LEVENTOĞLU Ela SEYMEN Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Yurt dışında yaşamak ve eğitimimi de Kültür2000 Koleji, herkes tarafından kali- yurt dışında sürdürme hayalim var. Kül- tesiyle bilinip konuşuluyor. Böyle bir oku- tür2000 Kolejinin başarıyla uyguladığı IB lun parçası olmak çok güzel. Bu okuldaki programı benim başarılı bir yurt dışı kari- her etkinlikte yer almak istiyorum. yerine sahip olmamı sağlayabilir. Çağan MURAT GÜNAL Hasan Demirhan YILMAZ Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Okulumuz, ülkemizin en iyi okullarından Okulun tüm imkânlarının beni geliştire- biri. Öğretmen kadrosu ve eğitimi nitelik- ceğine inandığım için Kültür2000’deyim. li, aradığım her şeye sahip. Etkinliklerinin Ayrıca deneyimli öğretmenlerin olması fazla olması da bana iyi ki Kültür’lüyüm okula güvenimi daha da artırıyor. İyi ki dedirtiyor. Kültür’lüyüm. Nazlı Ada OĞUZ Ceylin DEMİRCİ Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Kültür2000 Fen Lisesi 9 A Okulum sayesinde öğrenmenin ne kadar İyi bir geleceğe sahip olmayı herkes ister. keyifli olabileceğini gördüm. Sahip oldu- Ben de hayallerimi en iyi Kültür2000’de ğumuz imkanlar çok fazla ve bütün bu gerçekleştireceğimi düşündüğüm için bu- imkanlarla kaliteli bir eğitim alabilmek radayım. Gelecekle ilgili kaygılarımın bu- harika bir şans. rada sona ereceğinden eminim. Ali ÇİLİNGİR Berk YILDIRIM Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 B Kültür2000 Fen Lisesi 9 A 14 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Kültür2000’de olmayı çok istedim çünkü Eğitim ve öğretim hayatıma burada de- burada eğitim hayatını sürdüren arkadaş- vam etmenin beni ileriye taşıyacağından larımdan okulla ilgili tavsiyeler aldım. Bu emin olduğum için buradayım. tavsiyeler okulun eğitiminin ne kadar iyi olduğu ile ilgiliydi. Ege ÖNDER Kültür2000 Fen Lisesi 9 B Emirhan ALBAYRAK Kültür2000 Fen Lisesi 9 A Atatürk ilke ve inkılaplarının sürdürülmesi ve eğitim politikasının bu yönde disiplinli Okulumuzun sıcak havası ve öğretmenle- bir şekilde ilerlemesi benim bu okulda ol- rimizin samimiyeti benim burada olma- mam için yeterliydi. Eğitim hayatımın ba- mın ne kadar doğru bir tercih olduğunu şarılı bir şekilde süreceğinden hiç şüphem bana gösterdi. yok. İyi ki Kültür’lüyüm. Esra EROĞLU Işıl ASLAN Kültür2000 Fen Lisesi 9 A Kültür2000 Fen Lisesi 9 B Ben Kültür’lüyüm çünkü kendimi burada Bu sene gelmeme rağmen sanki altı yedi çok mutlu hissediyorum. Ortaokul yılları- yıldır burada okuyormuş hissi, ne kadar mın burada çok güzel ve verimli geçmesi, doğru tercih yaptığımızı gösteriyor. Ata- buraya devam etme sebebimdir. Öğrenci- türk ilkeleri doğrultusunda ilerleyen oku- lik hayatımın bütün başarıları, okulumun lumda eğitim hayatımı devam ettirmek, bana katkıları sayesinde oldu. Bu başarı- benim için çok güzel olacak. ların devam edeceğinden şüphem yok. Duru AKTAŞ Göktuğ NALÇAKAN Kültür2000 Fen Lisesi 9 B Kültür2000 Fen Lisesi 9 A Fikirlerimi özgürce ifade edebileceğim ve Bir öğrenci olarak okulumun bana katkısı fikirlerimin değer göreceği okulun burası olacağını düşündüm. Bilim, sanat, spor ve olduğunu biliyorum. Ayrıca bizi her an- edebiyat alanlarında bana çok şey kattı lamda donanımlı bir şekilde yetiştirecek ve öğrendiklerimi uygulamaya çalışıyo- öğretmenlerin burada olduğunu da bili- rum. İnanıyorum ki okulumdan eğitimimi yorum. tam almış şekilde ayrılacak ve hayata atı- lacağım. Arda OKTAY Kültür2000 Fen Lisesi 9 B Melike KİRAZ Kültür2000 Fen Lisesi 9 B Katıldığım sosyal etkinliklerle kendimi daha iyi tanıdım ve geliştirdim. Aynı za- Lise yıllarımı Kültür2000’de hem keyif- manda tüm öğrencilerin yeteneklerini li hem verimli geçireceğimden şüphem keşfetmeye teşvik edildiğini gördüm. yok. İleride arkama dönüp baktığımda Akademik alanda da kendimizi geliş- burada geçirdiğim dört yılın eğitim ve öğ- tirmek için her türlü imkânı sunan Kül- retim açısından çok güzel geçtiğini göre- tür2000 Fen Lisesinde olmaktan mutluluk ceğime eminim. duyuyorum. Şevval TEOMETE Nur Sanem ESATOĞLU Kültür2000 Fen Lisesi 9 B Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 15
Atatürk ilke ve inkılapları ışığı altında bir Kültürlü olmak bize paylaşmayı, arkadaş- eğitim anlayışı belirlemiş, köklü ve saygın lığı, sevgiyi ve akademik olarak başarılı bir eğitim kurumu. Okul içinde öğretmen olmayı öğretiyor. Bizi iyi bir insan olabil- ve öğrenciler arasında saygının yanında memiz için hayata hazırlıyor. Kültür’lü- gerçekten güvenilir bir ilişki var ve bu iliş- yüm ve mutluyum. ki öğrencilere kendini evinde gibi hisset- tiriyor. Alara AKYÜZ Kültür2000 Fen Lisesi 10 A Buse BEK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B Okul programı, arkadaş çevresi istedik- lerimi ve hedeflerimi karşılıyor. Bazı ka- Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, çağ- rarlarımı değiştirmemi, bazı yeni kararlar daş, kendisini sürekli yenileyen dinamik almamı sağlıyor, en önemlisi de gelece- yapısıyla; yarının doktorlarına, mühendis- ğime yönelik daha çok fırsatlar sunuyor. lerine en iyi eğitim fırsatları sunuyor. İyi insan, iyi vatandaş olarak bizleri geleceğe Beril GELEŞ hazırladığı için kendimi şanslı hissediyo- Kültür2000 Fen Lisesi 10 A rum. Ekinsu İNAN Kültür2000 Fen Lisesi 10 B Mustafa Kemal’in arzuladığı çağdaş, açık Üniversite hedeflerime ulaşmamı sağla- görüşlü, saygılı, bilime meraklı, sorgula- yacağını düşünüyorum. Buradaki öğret- yan, dinamik Türk gençleri yetiştirmek menlerim çok iyi, öğrenciler de okulundan hedefiyle yola çıkıp bu hedefi 60 yıllık bir çok memnun. Böyle sınıf arkadaşlarım ve istikrarla sürdürdüğü için Kültür’lüyüm. öğretmenlerim olduğu için çok şanslıyım. Zeynep ÖZTÜRK Öykü KAYA Kültür2000 Fen Lisesi 10 B Kültür2000 Fen Lisesi 10 A Ülkemizin en modern ve en çağdaş okul- Okulum hem yenilikçi hem de köklü. Öğ- larından biri. Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya rencilere sunduğu eğitim fırsatlarını gö- bağlı gençler yetiştiriyor. Kültür’lü oldu- rünce burayı tercih etmekte çok doğru bir ğum için çok mutlu ve gururluyum. Bizim- karar verdiğimizi anladım. Prestijli öğret- le çok güzel ve değerli bir bağ kurdukları men kadrosu ve kaliteli öğrenci grubu ile için bütün öğretmenlerime çok teşekkür lisenin çok güzel geçeceğine inanıyorum. ediyorum. Kültür Kolejinin 60. yılını kut- luyorum. Kutay SELAMET Kültür2000 Fen Lisesi 10 A Sude ÖNER Kültür2000 Fen Lisesi 10 B Türkiye’nin en başarılı ve eğitimiyle en tanınmış okulu olarak biliniyor. Öğrenci- Çağdaş ve dinamik bir eğitim sistemi, lerle bireysel ilgilenildiği için geleceğime yüksek eğitim imkânları ve deneyimli öğ- sağlıklı yön vermeme yardımcı oluyor. retmen kadrosu ile bana en uygun eğitim fırsatları sunuyor. Sude KUTLU Kültür2000 Fen Lisesi 10 A Murathan GÜLER Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 16 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Kültür2000 Koleji bana sayamayacağım Daha iyi bir birey olmam yolunda sağlam kadar çok değer kattı ve yeni kapılar açtı. adımlar atmamı sağlıyor. Bu sayede kendimi daha iyi tanıdım, ge- liştirdim ve çok güzel ilişkiler kurdum. Sude ÇALIŞKAN Kültür2000 Koleji benim için bir aile. Kültür2000 Fen Lisesi 12 B Zeynep Damla KARASAL Kültür2000 Anadolu Lisesi 11 A Bana sadece ders ve sosyal aktivite konu- Bakış açımı ve ufkumu genişletiyor. sunda değil her açıdan katkı sağladı. İdil Diren NAS Zeynep NADAS Kültür2000 Fen Lisesi 12 B Kültür2000 Fen Lisesi 12 B Hayallerime giden en doğru yol olduğunu Çağdaş bir eğitim alıyorum. düşünüyorum. Sezin ATEŞ Berke HÜNER Kültür2000 Fen Lisesi 12 A Kültür2000 Fen Lisesi 12 B Burada kendimi yuvamdaymışım gibi his- sediyorum. Hedeflerime ulaşmada yardımcı olan öğ- Eray TANUCA retmenlerim ve hep yanımda olan arka- Kültür2000 Fen Lisesi 12 A daşlarım burada. Bilgilerin en doğrusunu öğreniyorum. Melis Ezgi AYDIN Melis YAVUZKOL Kültür2000 Fen Lisesi 12 B Kültür2000 Fen Lisesi 12 A Beni kültür sahibi yapan, sürekli geliştiren öğretmenlerimden dolayı Kültür’lüyüm. Nasıl bir elma, dalında o bütün hâliyle güzelse biz de buradan mezun olduğu- Baran NEREZOĞLU muzda bütün bilgimizle hayatta o denli Kültür2000 Fen Lisesi 12 B güzel oluruz. Karşıma çıkan engebeli ve zorlu yollarda Armağan RIZAOĞLU en büyük destekçim. Kültür2000 Fen Lisesi 12 A Yağız YILMAZ Kültür2000 Fen Lisesi 12 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 17
BİRÖDYİKRÜESNÜİŞ: İN “Yok öyle umutları yitirip karanlıkta NAZIM HİKMET savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak’’ Nazım Hikmet HAYATI par. Daha sonra kısa aralıklarla iki kez Mos- kova’ya gider. İlkinde iki yıl kalır. Rusya’da Hikmet Bey ve Celile Hanım’ın oğlu Nâzım gerçekleştirilen ihtilale tanık olur. Doğu Hikmet, 15 Ocak 1902’de Selânik’te dünyaya Emekçileri Komünist Üniversitesinde(KTUV) gelir. Babası Hikmet Bey, çeşitli illerde vali- ekonomi-politik öğrenimi görür. İkincisi ise lik yapmış olan Nâzım Paşa’nın oğludur. Os- küreğe konulma cezasının verildiği dava ne- manlı Hariciyesinde çeşitli memurluklarda ve deniyle zorunlu bir göçmenliktir. Bu kez daha Matbuat Umum Müdürlüğü görevinde bulun- önce öğrenci olduğu üniversitede çevirmen- muştur. Annesi Celile Hanım ise, dilci Enver lik ve asistanlık yapar. Ceza Yasası’ndaki de- Paşa ile Leylâ Hanım’ın kızıdır. İlk kadın res- ğişiklik nedeniyle 1928 yılında ülkeye döner. samlarımız arasında anılan Celile Hanım, kül- Kısa bir süre cezaevinde kaldıktan sonra ser- türlü, sanatçı ruhlu bir kadındır. Küçük Nâzım best bırakılır. ilk eğitimini annesi ve sıkça şiirli toplantılar düzenleyen, kendisi de bir Mevlevi şairi olan “Ne güzel şey hatırlamak seni, büyükbabası Nâzım Paşa’dan alır. Henüz on bir yaşındayken ilk şiirini yazar. Orta öğreni- yazmak sana dair, mini Galatasaray ve Nişantaşı Sultanilerinde gören Nâzım, 1915 yılında Bahriye Mektebi- hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek : ne girer. 1918 yılında ilk kez bir dergide şiiri yayınlanır. Bu bir aşk şiiridir. Ancak, İstan- filânca gün, falanca yerde bul’un işgaliyle birlikte yerini yurtsever nite- likte şiirlere bırakır. söylediğin söz, kendisi değil edasındaki dünya...” “Etrafı sarmıştı bir duman Uzaktan geldi bir ses ah aman aman! Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları, şiirle- Sen bu feryâd-ı vatanı dinle işit ri yayınlanır. Kitapları basılır. Siyasal ve en- Dinle de vicdanına öyle hükmet telektüel yaşamda Vatanın parçalanmış bağrı aktif bir rol üstle- Bekliyor senden ümit.” nen ünlü bir şairdir. Şiirleri ders kitapla- Mezuniyetine üç ay kala geçirdiği bir has- rına girer, oyunları talık nedeniyle Bahriye’den ayrılır. Bir grup devlet tiyatroların- arkadaşıyla Anadolu’ya geçer. Ankara Hükü- da oynanır ama ko- meti’nin görevlendirmesiyle arkadaşı Vâlâ vuşturmalardan da Nurettin ile birlikte Bolu’da öğretmenlik ya- kurtulamaz. Sık sık gözaltına alınır, yar- gı önüne çıkartılır. Onun etkileyici gücü 18 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
ürkütmektedir kimi çevreleri… Düzmece da- zamanda şiir ve yazılarıyla dikkat çeker ve valarla yaşamının on yedi yılı hapishaneler- çevresini etkiler. Paralel olarak kendini ge- de geçer. 1950 yılında ulusal ve uluslararası liştirmek için Türk edebiyatını ve dünya ede- düzeyde düzenlenen kampanyalar sonunda biyatını araştırıp yenilikleri takip etmektedir. çıkarılan Genel Af Yasası’yla serbest kalır. Türkiye’de yaşadığı yıllarda o dönemin en Ne var ki yaşamına yönelik komplolar nede- tanınmış yazarlarıyla sohbet edip tartışmış, niyle yeniden yurt dışına çıkar ve ölene dek Sovyetler Birliği’ne gittiğinde de dünyaca ta- yurduna, halkına, sevenlerine hasret şiirleri nınmış yazarlarla tanışma fırsatı bulmuştur. yazacağı göçmenlik yılları başlar. Bu dönem- Ama çok genç yaşlardan beri onunla devamlı de Uluslararası Barış Ödülü sahibi bir sanatçı birlikte olan şair Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû)’dir. olarak barış hareketi içinde aktif olarak yer alır. Dünya Barış Konseyi Başkanlık Divanına Genç yaşta şiirlerini ilk önce farklı dergilerde seçilir. Ünlü Şostokoviç’e, Şarlo’nun yaratıcı- yayımlamış. Şiirlerini “Yeni Mecmua”, “Alem- sı Charlie Chaplin’e ve Fransız Parlamentosu dar”, “Ümit”, “Yedinci Kitap”, “Sekizinci Ki- Başkanı Eduard Heriot’a Uluslararası Barış tap”ta yayınlayıp tanınmıştı. Nâzım Hikmet; Ödülü’nü veren jürinin başkanlığını yapar. Ce- Celal Sahir Erozan, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yu- zaevi yıllarından kalan hastalıklar onu rahat suf Ziya Ortaç, Orhon Seyfi Orhan, Necmettin bırakmaz ve acılı yüreği 3 Haziran 1963 günü Halil Onan gibi ünlü şairlerin arasına girmiş- sabahı Moskova’daki evinde durur. tir. Bundan sonra bütün şiirleri, özellikle şiir kitapları büyük ilgiyle karşılanır. Nâzım Hik- “Bir eski Acem şairi: met en çok şiirle ilgilenmiştir. Şiir yazmadı- ğı dönemlerde ise tiyatro eserleri, öyküler, «Ölüm âdildir» — diyor. romanlar ve senaryolar yazmıştır. Kendisinin ve aile sinnin geçimi için de çok sayıda ede- Yakup, bî çeviriler yapmıştır. Şunu da söylemeliyiz ki Nazım Hikmet en güzel şiirleri âşık olduğu ne güzel güldünüz, iki gözüm. kadınlara yazmıştır. Bu şiirlerde büyük bir li- rizm hâkimdir. Yaşarken bir kerre olsun “ Ne güzel şey hatırlamak seni böyle gülmemişsinizdir... ölüm ve zafer Fakat bekleyin, bitsin sözüm. haberleri içinden, Bir eski Acem şairi: hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken… «Ölüm âdil...» Ne güzel şey hatırlamak seni; Biliyorum, bir mavi kumaşın üstünde ölümün âdil olması için hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...” ŞAİR KİMLİĞİ unutulmuş olan elinve saçlarında vakur yumuşaklığı canımın içi Nâzım Hikmet’in hayatı adeta edebiyat ve İstanbul toprağının… “ yazarlarla kuşatılmıştır. Çocukken çok oku- maktadır, en çok sevdiği yazarlar ise Tevfik Nâzım Hikmet her serbest anını şiir yazmak Fikret, Mehmet Emin, Ziya Paşa, Halide Edip için kullanmıştı. Şiire karşı tutkusunu şöyle Adıvar, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi Gür- ifade eder: “Ne binecek sırma palanlı bir atım, pınar ve Namık Kemal’dir. Genç yaşta fark- / ne bilmem nerden gelirâtım, / ne mülküm, lı edebiyat çevrelerine girer, dergilerde şiir, ne malım var. / Sade bir çanak balım var. / gazetelerde yazı yazmaya başlar. Çok kısa KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 19
Rengi ateşten al / bir çanak bal! / Balım her ise bütün yaşadıkları aslında Nazım’ın şiirini şeyim benim. / Ben / mülkümü ve malımı / beslemektedir. yâni bir çanak balımı / koruyorum haşarat- tan...” (“Şiirime Dair”) Vâlâ Nureddin’e göre “Ne güzel şey hatırlamak seni: aklına gelen bir mısrayı veya şiiri hemen ya- zarmış, hatta ilham geldiğinde eğer yazacak bir mavi kumaşın üstünde bir kağıt bulamazsa bu mısraları duvarlara, pantolonlara bile yazarmış. Bunu şiirlerinde unutulmuş olan elin de yazmıştır: “Şairim / şimşek şekillerini şi- irlerimin / caddelerde ıslık çalarak /kazırım ve saçlarında / duvarlara...” (“Şair”) Böyle bir hatırayı Vâlâ şöyle anlatmaktadır: Bir gün Nâzım Hikmet’le vakur yumuşaklığı canımın bir kahvede otururlarken Vâlâ Nâzım’ın cep- lerini karıştırdığını fark eder. Vâlâ, garsondan içi İstanbul toprağının… kağıt istemek için kalkmış fakat döndüğünde şaşkınlık içinde kalmış: “Olan olmuş bu sıra- İçimde ikinci bir insan gibidir da... Nâzım küçük kurşun kalemiyle o kadar hevesle aldığı yeni beyaz pantolonunun diz- seni sevmek saadeti…” lerine notlarını almış.” Fakat bütün bu şartlara rağmen, Nâzım Hik- Nazım Hikmet Türk şiirinde yeniliğin öncüle- met’in şiirleri farklı konularla zengindir. Nâ- rinden biri olmuştur. Özellikle Rusya’da iken zım Hikmet şiirlerinde vatan, vatan hasreti, tanıdığı fütürist ve konstrüktivizm akımlar ve tarih, millet, savaş, savaş acıları, açlık, kahra- şiirler ilgisini çekmiştir. Böyle bir araştırma manlar, şehitler, merhamet, barış, köy, şehir, ve çabanın sonucu olarak Türk şiirine serbest işçilerin gücü, hapishane, aşk, sevgi, özlem, nazmı getirir, Türk şiiri yirminci yüzyılda ye- ayrılık, gönül kırgınlığı, hayat, gündelik ya- nileşme sürecine girmiştir, Nâzım Hikmet ise şam, doğa, insan sevgisi, kadın sevgisi, çocuk yeniliğin en ısrarlı öncüsü olur. Fakat bu bir- sevgisi, yaşlılık, hastalık, ölüm, ay, kozmos, denbire gerçekleşen bir yenilik değildir. Yeni- uyum, paylaşma, düş, umut, iyilik, iyimserlik liğe ilk geçiş dönemi olarak Tanzimat edebi- ve ülkü konuları belirgindir. Vatanından ayrı yatı ve yazarları kabul edilebilir, onların hayat kalmanın onda yarattıkları dizelerinde can tarzları ve sanata bakışları eski şairlerden bulmuştur. farklıdır, yönlerini batıya döndürmüşlerdir. Şi- iri topluma ve gerçeğe yakınlaştırırlar, fakat “Sen Tanzimat şairlerinin eserlerinde divan şiirinin izlerini de görmek mümkündü. Nâzım Hik- şimdi yalnız saçımın akında, met böyle bir şiir geleneğinin içinde büyü- müş ve sadece içerikte değil biçimde de ye- enfarktında yüreğimin, nilik getirmiştir. Şiirlerinde 1929 yılına kadar fütürizmin etkisi belirgindir, 1929-1936 yılla- alnımın çizgilerindesin rı arasında ise fütürizmin türevi olan kons- trüktivizmin etkisi hissedilir. 1936’dan sonra memleketim, memleketim, arayışları aşıp kendine dönük şiirler yazmaya başlamıştır. Nâzım Hikmet’in 1938 yılında memleketim...’’ hapse girmesi hayatını, şiirinin gelişmesini, büyük ölçüde de Türk şiirinin akış yönünü de Şiirlerinde işlediği konular aslında şairin dü- değiştirdi çünkü o kendi vatanındayken bile şünsel, siyasal, kültürel ve duygusal hayatını kendi vatanının hayat ve edebiyat akışından yansıtır. Şiirlerine gündelik hayatta yaşanan uzaktır, yıllarca eserleri yasak, şiirleri ise ya- olay, duygu, düşünce ve hayalleri yansıttığı yımlanmaz. Başka bir açıdan bakıldığında gibi, bu alanlarda gelişen konuların aracığıyla şiiri halka yaklaştırmak amacıyla konuşma di- lini büyük bir başarıyla şiirlerinde kullanmıştır. Nâzım Hikmet hayatı boyunca Türkçenin ve 20 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Türk şiirinin gelişimini takip etmiş, bu uğurda “Ben bir insan, hayatı boyunca çalışmıştır. Türkçesini hayat ben bir Türk şairi Nazım Hikmet boyunca geliştirmiş, fakat Türkçenin edebî alanda gelişmesine de katkı sağlamıştır. İlk şiir kitabı “Güneşi İçenlerin Türküsü” ar- ben tepeden tırnağa insan dından “835 Satır, Jokond ile Si-Ya-u,Varan” tepeden tırnağa kavga, “3, 1+1=1” “Sesini Kaybeden Şehir” “Benerci Kendini Niçin Öldürdü”,”Gece Gelen Telgraf” hasret ve ümitten ibaret... “Taranta Babu’ya Mektuplar” “Portreler” “Si- Ben hem kendimden bahseden mavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı” “Saat 21-22 şiirleri, Kurtuluş Savaşı Desta- şiirler yazmak istiyorum, nı” “Şu 1941 yılında (Memleketimden İnsan hem bir tek insana, hem milyonlara Manzaraları)” “Dört Hapishaneden” “Rubai- ler” “Kuvayi Milliye” yapıtlarını kaleme aldı. seslenen şiirler.” Tiyatro oyunları ve makaleleriyle de önemli metinler ortaya çıkaran Nazım Hikmet, ya- KAYNAKÇA şamı boyunca savaş karşıtı, insanın insana Dündar, Can. Nazım. İstanbul: Can Yayınları, kulluğunu eleştiren, eşitlikçi, memleket sev- 2016. gisinin en büyük aşkla yaşandığı, insanının h t t p s : / / w w w. n a z i m h i k m e t . o r g . t r / n a - kederlerine dokunabilen, duyarlı, estetik açı- zim-hikmet/yasam-oykusu/ dan dünyada örnek teşkil edecek ve barışa Leontiç, Mariya. Nazım Hikmet’in Hayatı ve dair çok önemli eserleri geriye bırakmıştır. Şiirleri. https://turuz.com/storage/shiir- Kitapları ve şiirleri dünyada birçok dile çevri- 2019/2580-5-Nazim_Hikmetin_Yashami_ len bir dünya şairi olan Nazım Hikmet, Ulus- Ve_Shiirleri-Mariya_Leontic-18s.pdf lararası Barış Ödülü sahibidir ve şiirleriyle yakalamış olduğu evrensel dili belirleyen ve Hülya ARTUK onun şiirini yetkinleştiren en önemli nokta, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni içinde ölünceye dek taşıdığı vatan aşkı ve in- sana duyduğu sevgidir. “Ben diyorum ki ona: — kül olayım kerem gibi yana yana. Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” Nazım Hikmet Cumhuriyet’ten önceki dö- BİRÖDYİKRÜESNÜİŞ: İN nemde dünyaya gelmiş, Cumhuriyet’in ilk NAZIM HİKMET yıllarında yazmaya başlamış, Türkiye’nin tüm sancılı süreçlerinde edebi ürünlerini kaleme almış usta bir şairdir. Kavgası sanatının, sana- tı kavgasının ürünü olan usta şairin tek eme- li, ölesiye sevdiği yaşamı yüceltmek, kala- balıkların yazgısını paylaşmak, acı çektirilen insanların yanında yer almak için yaratmış ve yazmıştır. Şairimiz bütün insanlıkla kucak- laşmayı bildi ve açık görüşlülükle yaşamayı seçti. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 21
İYİ Kİ GELDİN CUMHURİYET! 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı! En önemli bayramlarımızdan birisi. Eğer Türkiye Cum- huriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, Cumhuriyet’i kurmasaydı ne olurdu? Cumhuriyet, Türkiye’ye ne fayda sağladı? Cumhuriyet her şeyden önce sal- tanatı kaldırıp halkın kendini yönetmesini sağladı. Çünkü Cumhuriyet, beraberinde demokrasiyi getirdi. Bu sayede halk, ülkesini yönetecek olanı kendisi seçme yani ken- di kendini yönetme hakkına sahip oldu. Böylece Türkiye artık demok- ratik bir ülke hâline geldi. Cumhuri- yet kurulduktan sonra yapılan inkı- laplar da ülkemizi çağdaş ve medeni toplum seviyesine çıkardı. Toplumun refah seviyesini arttırdı. I. Dünya Savaşı’nın ardından ülkeler toparlanmaya çalışırken Mustafa Ke- mal, her zaman milletine - özellikle kadınlara - hak ettiği hakları vermek için çabaladı, kadın-erkek eşitliğini sağladı. 1923 yılı 29 Ekim günü Ata- türk, Türk kadınlarına, hiçbir ülkede olmayan, yüzlerce hak verdi. Onları toplumun bir parçası yaptı. Bütün dünyaya bu konuda öncülük etti, lider oldu. Önce toplumsal haklar, sonrasında siyasal haklar verdi. Eği- tim ve öğretimde kadın-erkek eşitliğini sağladı. Karma sınıflar ile kızlar ve erkeklerin aynı ortamda, eşit seviyede eğitim görmesini sağladı. Kadınların da yönetimde söz sahibi olmasını sağladı. Yani “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” dedi. Şu an oy kullanabiliyorsak, yönetimde söz hakkına sahipsek, kanun önünde hiçbir sınıf ayrımı olmaksızın eşitsek hepsi Cumhuriyet’in kurulması sayesindedir. Eğer Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet’i kurmasaydı bizi yöneten, belki bir zümre olacaktı. Belki de bir padişah… Yani ülkeyi belki de liderlik vasfına bile sahip olamayan biri yönete- cekti, biz ise buna itiraz bile edemeyecektik. Her şeye boyun eğmek zorunda kalacak- tık. Ya da sınıf ayrımı nedeniyle eşitsizlik olacaktı, güçsüzler ezilirken daha güçlü yani zengin kesim ayrıcalıklı olacaktı. Cumhuriyet bizlerin ve bizden sonraki nesillerin yapı taşını oluşturmaktadır. Eğer ya- rınlara umut ile bakabiliyorsak, geleceğimizle ilgili plan yapabili- yorsak, kimse bize zorla bir şeyler yaptıramıyorsa bu Cumhuriyet sayesindedir. İyi ki geldin Cumhuriyet! Ege ÖNDER Kültür2000 Fen Lisesi 9 B 22 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
CUMHURİYET YOLU 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı... Milyonlarca yüreğin bir olduğu, şanlı zaferin kutlandığı bir gün. Küçük bir çocuğun da yaşlı bir kadının da yaşanmışlıkları, hayattan beklentileri ne kadar farklı olursa olsun bu gün ikisinin de gözünde aynı mutluluk, aynı gözyaşı... Cumhuriyet nedir? Birlik olmaktır, mutluluktur, özgürlüktür, haktır, hakkını savunmaktır ve en önemlisi uçsuz bucaksız bir yoldur cumhuriyet. Çile ve zorluklarla doludur ancak öyle güzel bir yoldur ki bu çile, zorluk, acı hissedilmez. Amaç güzeldir çünkü acı çekme- ye değecektir bilirsin. Adım atanı büyüler bu yol, bir bakarsın uğruna canını adamışsın; dönüp baktığında arkana, bu yola kendini adamış diğer insanları görürsün. Nice şehitler vardır orada, nice anneler kınalı kuzularını bu yolda kurban vermiş. Gözlerinde ise mut- luluk ve gurur gözyaşları... Küçük çocuklar el ele vermişler, içlerinde ümit çiçekleri yeşerir; korku ve kuşkudan iz kalmaz yüreklerinde. Cumhuriyetin yitip gitmeyeceğinden eminiz artık. Çocuklar yü- reklerindeki mutluluğa şarkılarıyla, şiirleriyle eşlik etmeye başlarlar. Her bir satırda bu vatanın umudu gizlenir. Biz gençlere bu umudu yaşatmak da bir görevdir artık. Yaşadığım her an, Cumhuriyet yolunda korkusuzca yürüdükçe ve dalgalandıkça bayra- ğım ufuklarda her şeyimle, bütün benliğimle koruyacağım bu güzel emaneti. Unutma- yacağım, unutturmayacağım! Nur Sanem ESATOĞLU Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 23
CUMHURİYET’İN DOĞDUĞU GÜN Bugün gökyüzü, diğer günlerden daha ihtişamlı göründü gözüme, en güzel mavilerini giymiş ku- şanmış gibi, engin denizler edasıyla uzanıyor alabildiğine. Kuşlar etrafta daha bir aceleci uçuşuyor, doğa en güzel tonlarıyla güne uyanıyor ama ne içindir ki bu hazırlık böyle? Sonra kafamı kaldırıp yukarı bakıyorum. Güneş, bir kızıllık cümbüşü içinde uçsuz bucaksız maviliği yararak göğe doğru yükseliyor, kendinden emin ve kararlı. Daha sonra anlıyorum. İşte o bizim Cumhuriyetimiz, bugün o doğuyor. Yüzyıllar boyu sesi bastırılmış, başkalarının istek ve çıkarları doğrultusunda savrulup durmuş, duy- gu ve düşünceleri hiçe sayılmış Türk milleti; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bundan tam 96 yıl önce gerçekleştirdiği köklü bir siyasi devrimle demokrasiyle tanışmıştır. Milletimiz; artık kapalı kafesler ardında yaşamak zorunda değildir, susmak, durmak vakti geçmiştir; sesimizi yükseltme zamanıdır artık. Bundan sonra alt üst, zengin fakir yoktur; kendi istikbalini belirleyecek hak ve özgürlük kendisine tanınmış ve bu hak ve özgürlükleri yasalarca güvence altına alınmış “tek” bir millet, bir bütün vardır. İşte al beyaz bayrağımız, 96 yıl önce bugün biz Türk gençliğine ebedî surette olmak üzere emanet edilen Cumhuriyetimiz için gökte daha da güçlü dalgalanıyor ve biz, bu vatan toprağı üstünde bulunduğumuz sürece de onu yükseltip yaşatacağımıza ve koruyacağımıza söz veriyoruz! Zeynep ÖZTÜRK Kültür2000 Fen Lisesi 10 B 24 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
HÜRRİYETİN TUTUŞAN SEVDASI Cumhuriyet; Türk milletinin en büyük şansı, kanla sulanmış toprağımızın atan damarı… Yüreği- mizdeki derin anlamlara soyunmuş vatan sevgisinin can yoldaşı… Attığımız her yürekli adımın, içimizde yaktığımız her özgürlük ateşinin anası; hayatımıza ilmek ilmek işlenmiş aydınlığın, varlı- ğıyla ruhumuzu doyurduğumuz demokrasinin babasıdır. Cumhuriyet senin, benim yani bizim sahip olduğumuz en büyük nimettir. Cumhuriyet olmadan alacağımız tek bir nefes bizi çıkamayacağımız dipsiz bir kuyuya sürükler. Cumhuriyet, aydınlığa açılan büyük bir kapıdır ve biz gençler bu kapının ne zorluklar çekilerek açıldığını tarihimizi okuyarak görmeli ve anlamalıyız. Ne zorluklarla bize sunulduğunu bilmeli, bu yolda yürümenin hissiyatını kısacık hayatlarımıza kazandırılmış bir hazine olarak görmeliyiz. Umut- larımız çürümeye yüz tuttuğunda, cumhuriyetin ana kimliğini ruhlarımıza iğnelemeliyiz. Bu ateşin sönmesine asla izin vermemeli, özgürlük dağının eteklerinde birikmeliyiz. Altınıdır cumhuriyet bir devletin, her geçen gün değerine değer katan. Onu en iyi şekilde anla- mamız gerekiyor ki geleceğe dair tohumunu ektiğimiz her düşünce, her ümit bizleri göklere kadar tırmandırıp yeşerecek parlak bir istikbale sürüklesin. Zihinlerimize hürriyetin keskin harflerini kazı- mamız gerekir. En karanlık günlerden bizi çekip çıkaran, yüreklerimizdeki adalet hasretidir. Bugüne kadar egemenliğimiz için can çekişmiş vatan toprağının hayat bulduğu bir değerdir Cumhuriyet. Ebediyen dalgalanan bayrağımızın bir fısıltısı olacak ve gözlerimizi göklere diktiğimiz her anda, bu fısıltıyı içimizde bir haykırış olarak duyacağız. Demokrasi ağacının köklerine tutunacağız, gövdesine dayanacağız, dallarını sarmalayacak ve hürriyet meyveleriyle zihnimizi besleyeceğiz. İrfanımızın ve aydınlığımızın damarları çağdaşlık yolundan geçmekte ve bizi, bize verilen en büyük hediyeyi korumaya daha fazla zorunlu kılmaktadır. Uygarlığın içine hapsettiği hür ufuk çizgisinde fikirlerimizin tomurcuklanmasını görmek için beklemeliyiz. Gerilemenin çürümüş yapraklarını üze- rimizden bir bir koparıp atan cumhuriyettir. Atamızın bu armağanının yanında hür fikirli, egemen ve güçlü durmalıyız ki ona layık olduğumuzu elimizden geldiğince en iyi şekilde gösterebilelim. Aziz milletimizin kalbinde yer tutmuş bir aşktır cumhuriyet rüzgârı, estikçe istiklâlimizi çağdaşlık ile yontan. Dilimizin ucunda bir vatan türküsüdür, ellerimizde sımsıkı tuttuğu- muz özgürlük meşalesi. Yolunu her solukta cesaret ederek adımladığımız bu yerde ateşimizi söndürmeye yeltenen her kim ise karşısında yüreklilikle durur ve onunla savaşırız. İnanıyorum ki hürriyetin tutuşan sevdası, ilelebet Türk toplumunun damarlarında nefes alacaktır. Ezgi Doğa ÇAPAR Kültür2000 Fen Lisesi 11 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 25
SELANİK’TE ATATÜRK’Ü ANMAK 12 Temmuz 2019 gecesi, Kurtuluş Savaşı’nın başladığı tarihten tam yüz yıl sonra Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu eve gitmek için yola çıktım. Selanik, şu anda siyasal olarak Yunanistan sınırlarında kalsa da uzun yıllar boyu Türk milletine ev sahipliği yapmış bir şehirdi ve Türk tarihi adına önemli bir yeri vardı. Ancak Selanik’in önemi, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu ve daima içinde özlemini barındırdığı şehir olmasıydı benim için. Yolculuğum sırasında Türkçe adını bildiğim Yunan yerleşim yerlerini geçerken Mustafa Kemal’in yolculuğunu geçirdim aklımdan. Yüz sene öncesinde bütün bir coğrafyayı arşınlamıştı ve asla yorulmamıştı milletini esaretten kurtarmak için. Selanik’e vardı- ğımda ilk işim onun doğduğu eve gitmek olmuştu. Anlatıldığı gibiydi, sade ama büyük anlamlar barındıran bir evdi burası. Tarihi değiştiren ve gelmiş geçmiş en büyük lider bu evde doğmuş, ilk defa bu evde adımlarını atmıştı dünyaya. Kimse bilemezdi Ali Rıza Efendi’nin oğlu Mustafa’nın dünyayı değiştirebileceğini. Evin içine girmeden evvel bahçede uzun bir süre durdum. Onun neler hissettiğini düşündüm. Evin içine girerken ise tuhaf bir tedirginlik vardı üstümde, kendime “Ata’ya layık olabildin mi?” diye sordum. Onun mirasına sahip çıkmak benim gibi her Türkün göreviydi çünkü. Evin içi restore edilmişti elbette. Odalarda Ulu Önder ve annesi Zübeyde Hanım’ın balmumu heykeller vardı. Ulu Önder’in çocuk- luğu ve gençliği anlatılmıştı heykellerde. Vaktiyle evde kullandıkları eşyalar da sergileniyordu. Hatta Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu odada onun milletine gururla bakışını gösteren bir balmumu heykeli vardı. Onun bakışlarını gördüğümde buraya neden geldiğimi çok daha iyi anlamıştım çünkü bu ev, her şeyin başladığı yerdi. Selanik’in o zamanlar Türk nüfusu epeyce fazlaydı ve Mustafa Kemal Atatürk de büyürken Türk kültüründen uzak büyümemişti. Duvarlarda, onun hayat hikâyesini ve milli mücadeleyi anlatan bilgilerle dolu levhalar vardı. Evin alt katında bir projeksiyon oynatılıyordu ve ona dair görüntüler paylaşılıyordu. Yanı ba- şımda onun ölümsüz eseri “Nutuk” vardı. Mustafa Kemal Atatürk’ü içimde hissettim o an. O, nerede olursak bizimleydi. Türklük bilincinin olduğu her yerde vardı. Evin bahçesinde bir ağaç vardı. Söz edildiğine göre Ali Rıza Efendi, oğlu Mustafa doğduğunda dikmişti fidanı. O fidan büyümüş ve koskoca bir ağaca dönüşmüştü. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti gibi o da Mustafa Kemal Atatürk’ün miraslarından biri olarak yaşıyordu bu dünyada. Duygulanmamak elde değildi. Bu bahçede koşturan bir çocuğun çok büyük bir lidere dönüşebileceğini kimse tahmin edemezdi. O ise her zaman içinde barındırmıştı bu inancı. Türk milletini bağımsızlığa ulaştırma çabasından bir kez olsun vazgeçmemişti. Hatta bu yüzden Selanik kaybedildiği zaman üzülmüştü, doğduğu topraklar bir başka ülkenin toprağıydı artık. Ancak o bir kez olsun Türkiye sınırı dışında kalan Türkleri de ihmal etmemişti. Hissetmiştim bunu. Onun doğduğu ev, bizim ülkemizin bir parçasıydı. Bunu bilen ve hissedenler vardı ki Atatürk’ün doğduğu evin hemen yanındaki arazi, Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın alınmış ve Türk Konsolosluğu haline getirilmişti. Ne mutlu bizler için, Atamızın doğduğu şehirde, doğduğu evin hemen yanı başındaydık. Onu asla unutmadık, unutmamız da hiçbir zaman mümkün olamazdı. Onu hatırlayanlar ve yaptıklarının bilincinde olanlar, her zaman yanındaydılar. Bizim bilincimizde daima kalacaktı Ulu Önder. Birkaç saat sonra evden çıktım. Bir sonraki gün Selanik’ten ayrılırken içimi tarifsiz bir hüzün kapladı. Onun evini görmek, onun doğduğu topraklarda onu düşünmenin hiçbir kitapta karşılığı olamaz- dı. Mustafa Kemal Atatürk’ün yolculuğunda geçtiği köyleri ve kasa- baları geçtim. Bu yerler, sadece bir ulusun askeri liderine değil aynı zamanda da tarihi değiştirme cesaretinde bulunmuş bir önderine ta- nıklık etmişti. Çocukluğundan kalan ağaç hala dimdik ayaktaydı kur- duğu Türkiye Cumhuriyeti gibi. Onun geçtiği yollardan geçip Türkiye’ye gelirken içimden “Keşke Atam doğduğu evi bir kez olsun görebilseydi bunca savaştan sonra.” diye geçirdim. Ancak biliyordum ki onun evi, Türk milletinin özgür olduğu ve onun ideallerine sımsıkı bağlı kaldığı yerdi. Atatürk hep içimizdeydi, evimizde, kalbimizde ve en önemlisi de özgürce aldığımız nefeste. Ulu Önder’e saygı ve sevgilerimle… Derya ONARAN Türk Dili Edebiyatı Öğretmeni 26 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
ATATÜRK VE GENÇLİK Ulu Önder, Gençliğe Hitabe’nin hemen başında “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebek müdafaa ve muhafaza etmektir.” demiştir Sadece bu sözü bile onun gençliğe ne kadar önem verdiğinin bir kanıtıdır. Cumhuriyet’i Türk gençliğine emanet etmiştir çünkü bu ülkenin geleceğini gençler inşa edecektir ve bu sadece cumhuriyet ile mümkündür. Gençlik olmaksızın var olabilecek bir ülke yoktur. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Atatürk için gençlik, sadece yaştan ibaret bir kavram değildir. Onun için gençlik, her daim dinamik olmak demektir. Kendisi de böyle demiştir: “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir” Doğrunun peşinde koşan genç bir yapının daima var olması Türkiye Cumhuriyeti için de büyük bir gerekliliktir. Cumhuriyet idealleri, kurulduğu günden yarınlara dek daima dinamik olmalıdır ve Atatürk’ün kurduğu genç cumhuriyet bu dinamizmini daima sürdürmelidir. Onun gençlikten beklediği biricik şey, gençliğin kendini daima geliştirmesi ve cumhuriyeti de ileri taşımasıdır. Bu tartışmasız her gencin bir görevidir. Türkiye, tarihi geçmişinde savaşlardan yorgun bir biçimde çıkmış olmasına karşın Atatürk bunu asla bir bahane olarak görmemiş ve sürekli çalışılması gerektiğini vurgulamıştır. Onun bunu vurgulaması çok kıymetli bir öğüttür. Bu beklentinin sebebi de cumhuriyeti yücelteceklerin gençler olmasıdır, bu yüzden onların her alandaki eğitimlerine önem vermiştir. Yurt dışına yolladığı öğrenciler, bir gün gelecek bu ülkenin en önemli noktala- rında yer alacak ve ülkeleri için çalışacaklardır. Ülkesinde açtığı okullarda yetişen gençler, bu ülkenin en büyük hizmet- kârları olacaklardır. Her şeyden önce Türk gençliği bunun bilincinde olmalı ve Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerlemelidir. Atatürk’e göre gençlik, milli bir bilince sahip olmalı ve modern bir kültürde yetiştirilmelidir. Gençlerin alacakları eği- tim, onların vatan sevgisinin en kıymetli kaynağı olacaktır çünkü bu eğitim, Türkiye’yi daha iyi yerlere getirmek için verilmektedir. Gençler bu yüzden bilimin yol göstericiliğinde eğitilmelidir ve Cumhuriyet, bilimin ışığında kalkınma- lıdır. Atatürk, Cumhuriyet’in gelişimini gençlerin enerjisine bağlarken onları donatmayı da asla ihmal etmemiştir. Bu sebepten 19 Mayıs, Gençlik ve Spor bayramı olarak kutlanmaktadır. Milletin kurtuluş adına savaşının başladığı gün, gençlerle anılmaktadır çünkü bu milleti kurtaracak yine gençlerdir. Atatürk’ün gençliğe verdiği önem, genç Cumhuriyet için nasıl kıymetli ise bugün de o kıymetini korumakta. Atatürk’ten başka gençliği bu denli çok düşünen bir dünya lideri de yoktur. Türk gençliği olarak şunu asla unutmamalıdır: Atatürk’ün belirttiği gençlik, ayrı idealler peşinde koşan ve bölünmüş bir gençlik değildir. Aksine, Türk milletini her yerde gururla ve başarılarıyla temsil eden, hiçbir yabancı akımın yahut ideolojinin esiri olmayan; vicdanı da hür bir gençliktir. Bu gençlik memleketin geleceğini yine memleketin imkânlarıyla çizecektir ve Cumhuriyet’in temellerini çok dağa sağlamlaştıracaktır. Bunun için de Türk gençliği bir fikir ve inancın gençliğidir. Bu ülkenin teminatı olarak da gençler daima çalışmalı ve milli değerleri yüceltmelidir. “Benim anladığım gençlik, bu inkılâbın fikirlerini ve ideolojisini benimseyip gelecek kuşaklara götürecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz ihtiyar, yetmiş yaşında bir idealist ise zinde bir gençtir.” diyen Atatürk’ün gençlik kavramına yüklediği anlam, tam olarak ilerlemenin de altını çizmektedir. Bu ilerleme her alanda olmalıdır ve genç fikirli insanlar daima bu meşaleyi taşımalılardır. “Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum!” dediği zaman da kast ettiği bilime gönül veren, aklı öne çıkaran, her alanda kendini ilerleten ve ülkesini gururlandıran gençlerdir. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar var olacağını söylerken de yine gençliğe olan güveni tamdır ve bu ülkeyi de Türk gençliğine emanet etmesi asla boşuna değildir. Bu sebeplerden ötürü Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, gençliğe daima önem vermiştir ve Cumhuriyet’in kalkınması idealiyle de gençliğin daima güçlü ve diri olması gerektiğine inanmış, bu yolda çaba sarf etmiş; her zaman aydınlıkçı fikirleri ve devrimleriyle de gençliğe yol gösterici olmuştur. Onun için gençlik, gelecek güzel günlerin kaynağıdır. Muhammed Salar NEVAİ Kültür2000 Anadolu Lisesi 11 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 27
ATATÜRK ve SPOR Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün spora olan ilgisi çocukluk yıllarında başlamıştı. Kendisini her alanda iler- letmek isteyen Atatürk için spor bir tutku haline gelmişti. Yüzme, ata binme, güreş her zaman ilgi alanlarından oldu. O sporu bir kültür olarak benimsemişti, hayatı boyunca bu kültürü korumak ve ülkesine yaşatmak da en büyük amacıydı. Her spor dalını saygı ve sevgiyle karşılardı çünkü sporun insan yaşamı için büyük faydaları olduğuna inanırdı ancak bunların arasında Atatürk’ün güreşe özel bir ilgisi vardı. Güreş maçı yapan insanları görünce bir kenara geçip izler, maçın ardından sporcuları yanına davet eder ve onlarla sohbet ederdi. Atatürk, futbol veya basketbol gibi günümüzdeki popüler sporların değil de daha çok olimpik sporların taraftarıydı. Bu sporların, bireylerin spor algısını ve sağlıklı yaşam güdülerini daha ileri taşıyacağına inanıyordu. Atatürk’ün güreşe olan ilgisinin çocukluk yıllarından başladığını çocukluk arkadaşı Asaf İlbay’ın sözlerinden öğrenmek mümkün: “Çocukluk yıllarında da şık ve temiz giyinmeyi severdi. Kuvvetli ve cesaretli insanlara hay- ranlık duyardı. Güreşe bayılır, mahalle çocuklarını sık sık güreştirir, seyrine doyamazdı.” Onun için güreş büyük bir tutkuydu, hem geleneksel bir Türk sporu oluşu hem de modern dünyada kabul görmesi Atatürk’ü bu spora çok daha fazla yaklaştırmıştı. Atatürk, hayatı boyunca spor ve eğitimi harmanlamaya çalışmıştır. Ulu Önder, 1915 yılında, Osmanlı Genç Der- nekleri Genel Müfettişliğine atandıktan sonra hükümete, okullardaki jimnastik ders saatlerinin arttırılmasını teklif ettiği bir rapor sunmuştur. O, sporun gerçekten de bir kültür olması gerektiğine inanmıştır. Halkın her noktasında sportif etkinlikler kendisini göstermelidir. Bu tarihlerde yine çok kritik bir olay yaşanmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmadan evvel ailesini Beşiktaş Jimnastik Kulübüne emanet etmiştir ve onları Akaret- ler’deki binada bırakmıştır. Türk milletinin geçtiği bu zor günlerde BJK sporcuları da Kurtuluş Savaşı’na katılarak Atatürk’e olan inançlarını göstermiştir ve onun güvenini boşa çıkarmamışlardır. Atatürk’ün emri ile 18 Temmuz 1920 günü Muhafız Takımı toplanmıştır. Türkiye’nin ilk spor teşkilatı olan Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı da 2 sene sonrasında İstanbul’da kurulmuştur. Atatürk sporu her alanda desteklemektedir ve ülke savaş günlerinde olsa dahi yaratmaya çabaladığı spor kültürünü yayma konusunda asla geri adım atmamaktadır. Her alanda olduğu gibi sporda da başarılı bir Türkiye görmek isteyen Atatürk, sporda başarılı olmanın temelle- rine değinmiş ve spor adına söyledikleriyle de dünyada eşi benzeri olmayan bir liderdir. “Sporda başarılı olmak için bütün milletçe sporun niteliği ve değerini anlamış olmak, ona kalpten sevgiyle bağlı olmak ve onu vatani 28 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
görev saymak gerekir.” Onun hayalindeki Türkiye’de spor da bilim ve sanat gibi bir ihtiyaç ve zorunlu- luktur. Herkes spor yapmalıdır çünkü sağlıklı bir toplumsal yapı ancak böyle sağlanabilir. 1924 yılında Atatürk, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk spor kongresini toplamıştır ve çalışmalara hız kesmeden devam edileceğini açıkça göstermiştir. 1938 yılına kadar devam edecek olan bu kongrede, Türk spor kültürünün nasıl geliştirebileceği üzerine kafa yorulmuş ve çeşitli projeler üretilmiş, sonraki yılların haritası çizilmiştir. Onun hayatı boyunca kazandığı sayısız başarı ve milleti için ürettiği onlarca esere rağmen asla yo- rulmaması gerçekten de pek örneği görülmeyen bir davranıştır. Spor kültürünü yaymak için verdiği mücadele de hayatındaki en önemli mücadelelerden biridir. 1925’te tüm zorluklara rağmen Ankara Hipodromu’nu inşa ettirerek At ve At Yarışı Islah Encümenini kurmuştur. Atatürk, ata binmeyi çok sevmekle beraber bilir ki at, bu milletin tarihinde daima önemli bir yeri sahip olmuş bir hayvandır. At hem bir spor aracı hem de Türk milletinin kültürel mirasıdır. O, milli bir spor kültürü inşa ederken Türk tarihinden de asla uzaklaşmamıştır. 1927′ de en büyük spor dallarında biri olan at yarışlarında Gazi Koşusu’nu başlatmıştır. Türk futbolu için 1928 yılında, Gençler Ligi’ni oluşturmuştur. At binme ve yetiştirme kültürü üzerine büyük çalışmalar yapan Atatürk, 1930’da Türkiye Binicilik Federasyonu’nu kurdurmuştur. Atatürk’ün bütün ülkenin spor kültürünü kapsayan çok önemli bir sözü vardır: “Bütün millet ve memle- ket evlatlarını sportmen yapabilmek için sarf edilen çalışmanın ehemmiyet ve kutsiyeti aynıdır.” Spor kültürünün gelişmişliğinin her memleket için büyük önem taşıdığını vurgulaması onun vizyonunun bir göstergesidir. Rekabet artık sadece topla tüfekle değil, sportif başarılarla da olacaktır. “Cumhuriyet fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek seviyeli muhafızlar ister.” sözü ise onun idealindeki toplumun özetidir. Cumhuriyet daima diri olmalı, hem fikren hem de bedenen sapasağlam kalmalıdır. Bunun yolu da sporu milli bir bilinçle yapan vatandaşlardan geçer. Ulu Önder boşuna dememiştir “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim.” diye. Sporcu, aynı zamanda topluma mal olan kişidir. Bu yüzden bir sporcu her ne kadar başarılı olursa olsun akıllı davranışlarda bulunmalı ve insanlara karşı yanlış bir tavır sergilememelidir. Bu aynı zamanda ulusal bilinci oluşturmak için de geçerlidir. İyi bir sporcunun topluma yansıttığı karakteri, ayrışmaları ve kutuplaşmaları önler. Bugün çok önemli bir gün ve bu günün “Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanma teklifi de yine bir spor kulübünce yapılmıştır. Beşiktaş Kulübü Başkanı Ahmet Fetgeri’nin önerisi üze- rine milli mücadelenin başladığı 19 Mayıs’ın, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanılmasına karar verilmiştir. Atatürk bir askeri dehadır, büyük bir devrimcidir ve spora onun kadar çok önem vermiş başka bir dünya lideri de yoktur. İçindeki spor aşkını, milletine aşılamak adına ne gerekiyorsa hiç çekinmeden yapmıştır. Tuğçe Buket NEVREKOP Kültür2000 Fen Lisesi 11 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 29
ATATÜRK ve SANAT Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat da- marlarından biri kopmuş olur.” demiştir. Bu söz fazlasıyla doğru ve günümüz için de geçerlidir. Onun için sanat, bir millet kalkındıracak unsurlardan biridir ve hayatı boyunca bu değeri savunmuştur. Nitekim o da bir ülkeyi inşa ederken sadece bir mühendis gibi düşünmemiş, en büyük eseri olan Cumhuriyet’i eşsiz bir sanatçının en hassas dokunuşlarıyla bir sanat eserini var ettiği gibi ortaya koymuştur. Atatürk, düzenlenen balolarda ve katıldığı organizasyon- larda mutlaka dansa kalkmış, yeri geldiğinde vals yapmış yeri geldiğinde zeybek oynamıştır. Onun için dans etmek, sanat anlayışının beraberindeki en önemli olgulardan biridir. 1 Eylül 1924’te Musiki Muallim Mektebini açarak sanatçı yetiştirmenin ülkemiz için de ne kadar önemli ol- duğunu göstermiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaş- ma yolunda attığı adımlar da bu açıdan çok kıymetlidir. Operaya destek vermek için 1930’da “İstanbul Opera Ce- miyeti” onun emriyle kurulmuştur ve 19 Haziran 1934’te Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Şah Pehlevi onuruna, kendisinin yönergeleri ve denetimi ile “Özsoy Operası” yazılmıştır. Atatürk daima şuna inanmıştır: Türkiye Cumhuriyeti hiçbir ülkeden geri kalmamalı hatta birçok alanda öncü olmalı- dır. Bunu da tüm dünyanın gözleri önünde yapmalı, Tür- kiye’yi ziyaret eden kişiler genç Cumhuriyet’in ne kadar büyük işler başardığını görmelidir. Atatürk, Avrupa’ya sa- nat ve müzik öğretmenliği için öğrenci göndererek, şehir tiyatrolarına giderek ve benzeri birçok davranışla sanata verdiği değerin ne kadar üstün olduğunu her açıdan or- taya koymuş ve bütün dünya liderleri arasındaki yerinin ne kadar üstte olduğunu sanat hayranlığıyla ve ülkesinde sanatsal etkinliklerin ilerlemesi adına sarf ettiği çabayla da göstermiştir. Hatta Darülbedayi adı ile açılan ilk devlet tiyatrolarının ismi de Atatürk döneminde değişmiş, “İstan- bul Şehir Tiyatroları” olmuştur. O, sanatın evrensel olduğu kadar milli bir değer olduğunun fazlasıyla bilincindedir. Atatürk’ün sanata verdiği önemi anlatan çok değerli bir sözü daha vardır: “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” Onun ilerlemeci politikasında bilimin olduğu kadar sanatın da yeri vardır ve bu vizyona sahip başka bir dünya lideri yoktur. O, sanatı kadın ve erkek için bir gereklilik olarak görmüştür. Sanat, uygar bir toplumda olması gereken en önemli öğelerden biridir. Bu yüzden de ilk kadın tiyatro sanatçımız olan Afife Jale, onun döneminde daima sahnelerde yer alabilmiş ve bu sayede toplumun sanata ve kadına olan yanlış bakışı kırılmıştır. Atatürk, kendi sanat sevgisi ile de topluma çok iyi bir örnek olmuş ve gerçek bir liderin nasıl olması gerektiğini de davra- nışlarıyla göstermiştir 30 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
“Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti’nin tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.” sözü de onun sanata ve Türk millet için sanatın yerini özetleyen çok anlamlı bir sözdür. Bu millet tarih boyunca farklı alanlarda farklı sanat eserleri meydana getirmiş ve daima estetik anlayışa sahip olmuştur. Atatürk’ün kendisi de idadiye yıllarında şiirler yazmış ve edebi eserler okumuş bir genç- tir. Meclisi açarken Namık Kemal’den dizeler okuması, kendisini ziyarete gelen bir Japon elçi ile Japon edebiyatı konuşabilmesi ve bunlar gibi nice örnekler onun yerini bütün dünya liderleri arasında eşsiz kılmaktadır. Hatta onun sanata olan ilgisi dansa, edebiyata ve tiyatroya olduğu kadar sinemaya da vardır. Sinema filmlerini takip etmesi ve sinemayı bütün ulusları birleştirebilecek bir unsur olarak görmüştür. Sanat onun için evrensel bir güce sahiptir. Ulu Önder, resim alanında da öne çıkan yeniliklere imza atmıştır. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, dönüşümünü Atatürk zamanında tamamla- mıştır ve Türkiye’ye epeyce hizmet veren kurumlar- dan olmuştur. Heykel sanatına verdiği önem de çok önemlidir. 3 Ekim 1926’ta Sarayburnu’nda açılan Ata- türk Heykeli, onun adına yapılan ilk heykel olmuştur. Ardından da “Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birli- ği” onun döneminde kuruldu ve birçok sanatçının yolu açılmıştır. Onu anarken sanatın ve sanatçının özgür olması ge- rektiği de söylenmeli çünkü Atatürk, yaptığı her şey- de sanatın ve sanatçının faydasına bir yol izlemiştir. Onun vicdanı hür nesiller istemesinin yolu da sanattan geçmektedir. Sanat, bir ülkenin ruhsal sağlığı için en önemli şeydir ve insanları prangadan kurtarıp özgür- leştirme gücüne sahiptir. Bugün Türkiye’de tıpkı Ata- türk’ün yaptığı gibi sanatın ve sanatçıların yolu açılma- lı, onlara duygu ve düşüncelerini ifade etmeleri için özgür bir ortam sağlanmalıdır. Çağdaş medeniyetlerin seviyesini yakalamak ancak böyle mümkündür. Türk gençliği de Atatürk’ün yolunda sanat eserleri vermeye devam etmelidir. Atatürk, sadece askeri ve politik bir deha değil aynı zamanda sosyal alanlarda gerçekleştirdiği yenilikler- le de büyük bir devrimcidir. Bugün onun başardıkları ve düşündüklerine sahip çıkılmalıdır. Gençler onun en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyet’ini yüceltmek adına sanatsal eserler ortaya koymalı, Cumhuriyet kazanımlarını sürdürmeli ve Türkiye’yi sanatsal anlamda da en üst noktaya taşımalıdır. Ne sanatsız ne de Atatürk’süz bir Türkiye! Tuna ÇAKIR Kültür2000 Anadolu Lisesi 9 A KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 31
ATATÜRK VE BİLİM Mustafa Kemal Atatürk’ü bir askeri deha, uluslararası barış için çabalayan bir lider ve ulusal kahraman olma- sının yanı sıra bilime ve bilimsel çalışmalara verdiği önemle de anmak gerekiyor. Atatürk’ün bilime olan me- rakı ve bilimsel çalışmaları araştırma isteği çocukluk yıllarından başlayıp yaşamının sonuna kadar devam et- miştir. Bu sebepten “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir.” diyerek hayat felsefesini de ortaya koymuştur. Mustafa Kemal, Osmanlı’nın son dönemlerinde yetiştirdiği en önemli isimlerden biri hatta başardıklarıyla en önemlisi olmuştur. Askeri okulda yetişmiş ve hayatının büyük bir bölümünü cephelerde geçirmiş Ulu Önder’in askeri dehası haricinde kendisini arkadaşlarından ayıran en büyük özelliği entelektüel birikimi olmuştur. O, “çok yönlü insan” tanımının vücut bulmuş halidir. Osmanlı’nın çökmekte olduğunu ve ömrünün daha fazla olamayacağını gençlik yıllarında gören Mustafa Kemal, bunun sebebini de kolaylıkla fark etmiştir. Osmanlı, teknolojik açıdan rakip devletlerin gerisinde kalmıştır ve çağa ayak uyduramadığı için de her açıdan güçsüz- leşmiştir. Dönemi iyi analiz eden Atatürk, milliyetçilik ve sanayileşme gibi birçok etkenin Osmanlı’yı çökertti- ğini ve Osmanlı’nın da bilimsel açıdan geri kalışının bu çöküşe sebep olduğunu fark etmiştir. Çöken Osmanlı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ideali bu yüzden “muasır medeniyetler sevi- yesine ulaşmak” olmuştur. Bunun yolu bilimden geçmektedir. Bütün dünya devletleri bilimsel araştırmalara yatırımlar yaparken Türk milleti bu konuda geri kalmıştır ancak bu bir bahane değildir, Mustafa Kemal de bu durumun fazlasıyla bilincindedir. Batılılaşma bu noktada büyük bir önem kazanmıştır. Takvim, saat ve ölçü- lerde yapılan değişiklikler bilimsel ilerleme yolundaki başlıca yenilikler olmuşlardır. Onun bilimin yolundaki en büyük çalışması ise “Harf Devrimi” olmuştur. 1 Kasım 1928’de Harf Devrimi gerçekleştirilmiş ve bu sayede okuryazarlık oranının artırılmasıyla birlikte bilimsel çalışmaların da hız kazanması hedeflenmiştir. İleri olan Batı’yı yakalayıp geçmenin yolu Türk milleti için budur. Latin alfabesine geçiş gibi bir devrimin hala dünyada eşi benzeri yoktur, Mustafa Kemal bu geçişi bile çok uzun yıllar öncesinden planlamıştır. Bilimsel üretimde bulunabilmek için eğitim asıl koşuldur. Atatürk asla boş durmamış, 1 Ocak 1929 yılında Millet Mekteplerini açmıştır. Ona göre öğrenmenin yaşı yoktur. Onun sayesinde kısa bir sürede okuma yazma öğrenen vatandaşlar, ülkenin her yerinde artmıştır. Ancak onun en büyük aşkı Türk milletidir ve o milletinin diline ve tarihine daima bağlıdır. Ulu Önder, Türk tarihinin ve Türk dilinin çok kıymetli olduğunu, ebediyen korunması gerektiğini söylemiştir. Bu sebepten 1931 yılında Türk Tarih Kurumunu ardından 1932’de Türk Dil 32 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Kurumunu kurmuştur ve bunlarla beraber Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin kurulmasına da öncülük etmiştir. Atatürk’ün o yıllarda üniversiteleşen Türkiye’nin akademik anlamda gelişmesi adına yaptığı katkılar ise asla unutulmamalıdır. Nazi zulmünden kaçan Musevi asıllı profesör ve akademisyenler İstan- bul Üniversitesinde istihdam edilmiştir ve bu bilim insanlarına çok büyük imkânlar sağlanmıştır. Toplama kampındaki bir diş hekimini düştüğü insanlık dışı durumdan kurtarmış ve ülkemizde ona çalışma fırsatı sunmuştur. Hatta bu diş hekimi, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin dişlerini yaptırmıştır. Ata- türk’ün bütün dünyaya verdiği mesaj açıktır: Türkiye bilimin ışığında gelişmektedir. Hatta Nazilerin baskısındaki ünlü fizikçi Albert Einstein’ı da ülkemize çalışmalarını sürdürmesi için çağırmıştır. Ulu Önder çok iyi bilir ki milletler arasındaki mücadele topla tüfekle değil bilimsel ilerlemeyle olacaktır. Bu yüzden demiştir ki “İstikbal göklerdedir!” ve ilk uçak fabrikası onun döneminde kurulmuştur. Onun öncülüğünde Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsünün kurulmasıyla tarımda bilimsel yöntemler kullanılmaya başlanmış, 1935 yılında yer altı kaynaklarının araştırılması için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) ve yer altı kaynaklarının işletilmesi için Etibank’ın kurulmasını sağlamıştır. Yaptığı ve söylediği her şey her zaman birbirini tamamlar nitelikte olmuştur. Onun Türk ulusunun büyük lideri olması boşuna değildir. Türk öğrencilerini Arapçanın ve Farsçanın zor kelimelerinden ve tamlamalarından kurtarmak için “Geometri” isimli bir ders kitabı yazmış ve yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar bulmuştur. O, bilimi toplumun her alanında hâkim kılmak iste- miştir. “İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır.” sözü, onun bilime bakışını da özetlemektedir. Onun için bilim, toplumsal kaliteyi yükseltmek için en önemli araçtır. “Türk Me- deni Kanunu”nu hazırlamış, dönemine göre çok ileri yasalar üstünde çalışmıştır. Yaşarken çalıştığı eserler arasında Charles Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı eseri vardır, döneme damga vuran Evrim Teorisi onun da ilgisini çekmiştir. Atatürk için bilim; dildir, tarihtir, matematiktir, hukuktur, sağlıktır. Kısacası Türk milletini yüceltmek için gerekli biricik şeydir. Türk öğrenciler yurt dışına yollanmış, bilimsel çalışmalara tanıklık etmiş ve ülkelerine geri döndüklerinde genç Cumhuriyetimizin kalkın- ması için var gücüyle çalışmışlardır. Ulu Önder, “Bilim ve teknik için kayıt ve şart yoktur.” sözünü yok yere söylemiştir. Bu söz bugün de hala geçerliliğini korumaktadır. Dönemin Türk Tarih Kurumu başkanı ve milletvekili, Atatürk’ün yakın de arkadaşı Yusuf Akçura de- miştir ki “Türk evladı diğer milletlerin evlatlarından geri değildir. Yeter ki doğru eğitim verilsin, aynı imkânlar sağlansın.” Atatürk de bunu daima görmüş ve Türkiye’nin çağdaş ülkeleri yakalaması ve onları geçmesi için gerekli olan şeyin bilimin yolunda giden bir eğitim olması gerektiğini vurgula- mıştır. Yaptığı çalışmalar da bunu fazlasıyla kanıtlar niteliktedir. Atatürk’ün bütün düşüncelerinin temelinde bilim vardır, onun düşünceleri bugün Cumhuriyet’i iler- letecek biricik düşüncelerdir. Onun fikirleriyle Cumhuriyetimiz ilerleyecek ve bilimin yolunda atılan adımlarla Türkiye Cumhuriyeti, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşacaktır. Oğuzhan AYDIN Kültür2000 Anadolu Lisesi 10 IB KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 33
ÖYKÜ YAŞ ON SEKİZ İlkbahar mevsiminin ılık havalarının hissedildiği günlerdi. Üniversite sınavları yaklaşıyordu. Uygar, on sekiz yaşının verdiği kendini bağımsız hissetme düşüncesiyle başı bir karış havadaydı. Annesi ve babası onun bu tutumundan şikâyetçiydiler. Çünkü kendi hayatıyla ilgili çok önemli bir aşama- daydı ve vereceği karar onun bütün geleceğini etkileyecekti. Ama Uygar, hiçbir çaba göstermiyor ve derslerini önemsemiyordu. Onun için arkadaşlarıyla birlikte vakit geçirmek, eğlenmek daha cazipti. Uygar’ın annesi ve babası veli toplantısından dönüyorlardı. Sınava şurada iki ay kalmıştı. Onlar öğretmenlerden iyi şeyler duymayı beklerken duyduklarıyla hayal kırıklığına uğramışlardı. Arabayı kullanan annesinin aklından bin bir düşünce geçiyordu. Bazen oğluna iyi bir anne olamadığını dü- şünüyor bazen de oğluna kızmak istiyordu. Babası ise arabadayken bütün içindekilerini döküyordu ki eve daha sakin bir şekilde gidebilsin. - Meltem, biz bu çocuğa ne yaptık da bizi böyle üzüyor? Kurs mu dedi, yazdırdık. Özel ders mi is- tedi, aldırdık. İyi bir anne, baba olmaya çalıştık. Ama yoook! Hatayı bizde aramayalım çünkü bu çocukta bir sorun var. - Aman, deme öyle Kemal! O bizim bu dünyadaki tek evladımız. Eve gidince kesin ve sert bir dille onunla konuşalım. Yoksa hem onun yıllarına hem de bizim emeğimize yazık olacak. - Tamam, tamam Meltem! İnşallah bu çocuk anlar. Kısa süren bir yolculuktan sonra eve gelmişlerdi ama evde Uygar’ı göremediler. İkisinin de öfkesi iki kat artmıştı. Annesi hemen telefona sarılarak Uygar’ı aradı ve Uygar’ın kız arkadaşında olduğunu öğrendi. Uygar’a hemen eve dönmesi gerektiğini söyledi. Uygar, yaklaşık iki saat sonra eve şen şak- rak, mutlu bir şekilde geldi. Oysa evde sessizlik hâkimdi. Sanki bir kişi konuşmaya başlasa bomba patlayacak gibiydi ve Uygar yine o boşboğazlığını gösterdi. - Ne oldu aşk böcekleri? Bugün böyle hangi hocadan darbe yediniz? Babası sinirlenip yüksek bir tonla konuşmaya başladı: - Tahmin et, derslerine âşık oğlum benim! Sence… Bir de soruyor musun? Cevabını vereyim ister- sen. Hocalardan değil, senden darbe yedik oğlum, senden. Neden böyle yapıyorsun? Bir kere de iyi bir şey duyalım seninle alakalı. - Baba, beni biliyorsun. Ben böyleyim. Kendimi değiştiremem. 34 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Üzgün bakışlarıyla oğlunu süzen annesi de katıldı konuşmaya. Uygar, annesinin sözlerine her zaman çok önem verirdi. - Bak benim yakışıklı oğlum, biz sana kendini değiştir demiyoruz zaten. Sadece kendinle ilgili olan geleceğe bakış açını değiştir, diyoruz. Ama sen bilirsin. Yarın öbür gün biz olmayınca ne yapacaksın bu hayatta? - İş bulurum, çalışırım anne. - Sen bu zamanda iyi bir iş bulmanın kolay olduğunu mu sanıyorsun? Elinde bir mesleğin olma- dan asgari bir ücretle evi geçindirmek çok zor. Hayat pahalı. Senin diğer kişiler gibi yoksulluk çekerek yaşamını istemiyorum oğlum. - Yok, hanım. Sen bundan bir şey bekleme, baksana şu haline. İyilikten de anlamıyor bu. - Baba, ben senin için sadece bir hiçim galiba? Hep senin gözüne girmeye çalışmışımdır. Ama nedense bugüne kadar benim iyi yönlerimi hiç görmedin. Kötü yönlerim ise hep gözüne battı. - Ha, senin güzel bir alışkanlığın var mı ki? Sen bir şeye hiçbir zaman uzun süre bağlanamazsın zaten. - Gerçekten gözünde böyle mi görünüyorum baba? Babası küçümseyici ve yüksek bir tonla sözüne devam etti: - Evet, benim için aynen böylesin. Uygar, babasından böyle bir cevap beklemiyordu. Bir anda yüzü kıpkırmızı kesildi ve titremeye başladı. Bir şeyler söylemek istedi ama boğazı düğümlendi. Bir şey diyemedi. Kapıyı sertçe vurarak hızlı adımlarla evi terk etti. Nereye gideceğini bilmeden koşar adımlarla kendini sokağa attı. Gözü yaşlı annesi, oğlunun gidişini hıçkırıklarla izledi. Babası ise olduğu yerde donup kaldı. Melike KİRAZ Kültür2000 Fen Lisesi 9 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 35
ÖYKÜ KAZA O gün bir bayram sabahıydı. Akrabalarımızı ziyarete gitmeye karar vermiştik. O yüzden sabah erkenden kalktıktan sonra bayramlıklarımızı giyip yola çıktık. Yola çıktıktan bir süre sonra susadığımı fark ettim. Babama susadığımı söylediğimde kardeşim de susadığını söyledi. Bunun üzerine babam bize su almak için yol kenarında gördüğü ilk mar- ketin önünde durdu. Marketten çıkıp bize doğru gelirken bir araba birden gelip ona çarptı. Bir anda bütün dünyam başıma yıkıldı. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde bakakalmışken annemin çığlıklar içinde arabadan fırlamasıyla ben de şaşkınlığımdan sıyrılıp onun peşinden gittim. An- nem babamın başında hıçkıra hıçkıra ağlarken aynı zamanda da yardım çığlıkları atıyor bense hâlâ boş boş babama bakıyordum. Kardeşim olanları kavrayacak yaşta değildi fakat annemin ağlamasından korkup o da ağlamaya başladı. Babama çarpan adam arabadan inip yanımıza gelmeye yeltendi ama babamı ve bizi o hâlde gördükten sonra korkmuş olacak ki arabasına binip oradan hızla uzaklaştı. Bir süre sonra kendime geldim ve ambulansı aradım. Korkudan ellerim o kadar titriyordu ki ambulansın numarasını çevirene kadar telefon az kalsın elimden düşüyordu. Telefona cevap veren kişiye bir şeyler diyebilmek için kendimi zorladım, zar zor bir şeyler geveleyebildim. Telefondaki kişi endişelenmememi, oraya en kısa sürede bir ambulansın geleceğini ve her şeyin yoluna gire- ceğini söyleyip beni avutmaya çalışıyordu. Bense onun söylediği hiçbir şeyi dinlemiyordum. Aslında altı dakika süren fakat bana sonsuzluk gibi gelen bir süre sonunda nihayet bir ambu- lans geldi. Babama gerekli müdahaleyi yaptıktan sonra hızlı bir şekilde en yakın hastaneye gittik ve babamı apar topar ameliyata aldılar. Dört saat kadar süren uzun bir ameliyatın sonunda doktor kapıda göründü ve ona babamın durumunu sorduk. Doktor durumunun sabit olduğunu ancak önümüzdeki 24 saatin kritik olabi- leceğini ve kendimizi her şeye karşı hazırlamamızı söyledi. Biz bunun üstüne biraz rahatlarken diğer yandan kötü şeylerin olabilme ihtimalini düşünerek biraz daha gerildik. 24 saat hiç geçmiyormuş gibi gelmesine rağmen bu gün biri bana o 24 saatte neler yaşadığımı sorsa ona herhangi bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Hatırlayabildiğim tek şey, ziyaretlerine gitmek için yola çıktığımız akrabaların gelmesi ve onların suçu olmamasına rağmen bir süre boyunca onlara karşı hissettiğim şiddetli bir öfke ve elimden hiçbir şey gelmemesinin verdiği çaresizlik duygusu. Belki de hissettiğim öfkenin kaynağı da bu çaresizlikti ve o duyguyu başkalarını suçlayarak geçiştirmeye çalışıyordum. Bir süre düşündükten sonra babamın arabadan inmesi- 36 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
nin nedeninin benim susamam ve onun su almak için arabadan inmesi olduğunu hatırladım. Sonra burada suçlanacak birisi varsa o kişinin ben olmam gerektiğini fark ettim ve hissettiğim öfke bir anda büyük bir karamsarlığa dönüştü. Bütün bunların benim suçum olduğu fikri uzun bir süre boyunca aklımdan çıkmadı. O kadar üzgündüm ki bütün bu süre boyunca ne kimse ile bir çift söz etmiştim ne de herhangi bir şey yiyip içmiştim. En sonunda kendini biraz topar- lamış olan annem bu durumun farkına varmış olacak ki yanıma geldi. Hiçbirimizin ya da bir başkasının suçlayamayacağını, kimsenin böyle bir şeyi tahmin edemeyeceğini ve yapabilece- ğimiz en iyi şeyin sabırla babamı beklemek olduğunu, onun da böyle olmasını isteyeceğini söyledi. Bu sözlerin etkisiyle ben biraz toparlandım ve babamı sabırla beklemeye başladım. Doktor en sonunda yoğun bakım odasından çıktı ve babamın hayati durumunun geçtiğini, şu anda uyuduğunu ve birazdan onu görebileceğimizi söyledi. Ben bu haber üzerine o kadar çok sevindim ve rahatladım ki on dakika boyunca sevinçten ağladım. İçimdeki bütün duygu fırtınasını açığa vurdum. Babam bir hafta sonra taburcu oldu ve hayatımıza daha mutlu ve birbirimize daha da sıkı kenetlenerek devam ettik. Murathan GÜLER Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 37
ÖYKÜ DÜZGÜN DEDE Hayatın zorluğu ve insanların acımasızlığı inkâr edilemez gerçeklerdendir. Bunu da en iyi Düzgün Dede bilir. Düzgün Dede Bingöl’de, geniş bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve yine Bingöl’de hayatına devam ederek arıcılıkla geçimini sağlamış bir adamdı. Düzgün Dede, gençlik dönemlerinde adeta bir sanat olarak gördüğü arıcılık mesleğini baba- sından öğrenmiş, hayatı boyunca bu mesleği kendi çocuklarına öğretecek olmanın hayaliyle yaşamıştı. Yaşadığı köyde herkesin fikirlerine ve görüşlerine değer verdiği, önemsediği bi- riydi. Babasının ağır bir hastalık ardından vefatıyla her ne kadar yıkılmış olsa da genç yaşta kaybettiği babasının ona mirası olan arıcılık mesleğini hile bulaştırmadan devam ettirip daima babasının iyi anılmasını düşledi ve bunun için gençliği boyunca çabaladı. Henüz çok gençken köylerinin saygıdeğer bir ailesinin güzeller güzeli kızı Ayşe’ye gönlünü kaptırmış, aşkıyla yanıp tutuşmuş, sonunda sevdiğine kavuşmuştu. Bu mutlu evlilikten yedi çocuk dünyaya geldi ve hep hayalinde olduğu gibi oğullarına da baba mesleğini öğretti. Her çocuğunu çok severdi Düzgün Dede kızlarını ise bir ayrı severdi, bir de en büyük oğlu Kemal’in daima farklı olduğunu düşünmüştü. Kemal de babasına çok değer verirdi. Daima onun tak- dirini kazanmak, göğsünü kabartmak için çalışır; babasının yüzünü kara çıkarmak istemezdi. Düzgün Dede, eşi Ayşe’nin ellili yaşlarında aniden gelip onu melekler diyarına götüren ölüm rüzgârıyla hiç olmadığı kadar afalladı. Aylarca ne yapacağını bilemedi. Kemal’in yardımlarıyla toparlandı. Kemal aynı şekilde kardeşlerinin toparlanması için de çok çabaladı. Başarılı da oldu, aileyi tekrar bir araya getiren ve hayata bağlayan oydu. Yıllar geçti, Düzgün Dede’nin çocuklarının her biri kendi yuvalarını kurdu. Artık yaşlanan ve köy yaşantısının zorluklarının altından kalkamamaya başlayan Düzgün Dede, oğlu Kemal’in önerisiyle İstanbul’a taşındı. Çok geçmeden Bingöl’den arıcılıkla uğraşan oğlu Hüseyin’in bal- lara şeker kattığı, insanları dolandırdığı, baba mesleğine ihanet ettiğine dair haberler aldı. Babasının ölümünün ardından üzüldüğü kadar üzüldü bu duruma. Artık sadece babası değil, babasından yadigâr olan mesleğini de yitirmişti. Birkaç ay sonra talihsiz bir kaza sonucu çok sevdiği ve hep yanında olan oğlu Kemal’i, her şeye göğüs germesine yardım eden ona daima destek olan tek kişiyi kaybetti. Bunun üzerine İstanbul’daki diğer çocuklarına yük olmamak için Bingöl’e döndü. Hüseyin’in işinde yaptığı hileyi duyan köy halkı Düzgün Dede’ye farklı bakıyordu artık. Onu görünce sevinmiyor, yıllar boyunca onun da kendilerini dolandırmış olduğunu düşünüyorlardı. 38 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Seksenli yaşlarına gelen Düzgün Dede, kızı Güler’in ısrarı üzerine İstanbul’a kızının yanına taşındı. Zaman geçtikçe ailesine yük olduğunu düşünmeye başladı. Ama artık köye gitmek istemiyordu, kış gelmiş ve yaşlanmıştı. Bir o çocuğunun bir bu çocuğunun evinde kalıyordu. Birkaç ay için Bingöl’de oğlu Hüseyin’in yanında kaldı. Ancak ona iyi bakılmadığını öğrenen çocukları, onun İstanbul’a geri gelmesini istiyordu. Düzgün Dede artık genç değildi, eski kuvveti ve neşesi yoktu. Kendi kendine kıyafetlerini de- ğiştiremez hatta yürüyemez oldu. Birkaç yıl öncesine kadar sapasağlam olan Düzgün Dede’nin sağlık sorunları baş gösterdi ve zamanla onu yatağa düşürdü. Çocukları artık ona bakmak iste- miyordu. Ona bu zor günlerinde yardımcı olacak, öleceği güne kadar sahip çıkacak tek kişiyi, oğlu Kemal’i yıllar önce kaybetmişti. Kızı Güler’de kalan Düzgün Dede, kızının telefon konuşmalarına kulak misafiri oluyordu. Hiçbir çocuğu ona bakmayı istemiyordu. Bu duydukları, onu zamanla daha da neşesiz bir insan kıldı. Gittikçe daha aksi biri haline geldi. Onun için gelen bakıcılara, çocuklarına kızmaya başladı. Çocuklarının onu istemediği gerçeği her geçen gün daha dayanılmaz bir hâl aldı. Düzgün De- de’nin doksan yıllık hayatında en iyi öğrendiği şey, insanların acımasızlığıydı. Çocuğuna bile güvenemeyeceğini öğrendi. Öyle ya dudaklarından dökülen en son cümle “Allah’ım canımı al, beni bu kahırdan kurtar.” oldu. Nur Sanem ESATOĞLU Kültür2000 Fen Lisesi 10 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 39
ORHAN PAMUK’UN METAFORLARI: SES VE RENKLER Ses, doğada başlıca yer alan etmenlerin, rüzgârın, dalgaların, fırtınaların, akciğerlerden gelen ha- vanın, mekanik etkilerin, kısacası hareketin; çevresindeki tanecikleri titreştirerek canlıların kulağı- na ulaşmasıyla anlamlandırılan bir nevi yansımalar bütünüdür. Renk ise duyusal bir algı olayıdır. Hem nesnenin özelliklerine hem de gözlemcinin algılama biçimine bağlıdır. Aynı zamanda birçok rengin insanlar üzerinde fizyolojik ve psikolojik etkileri vardır çünkü renkler duyguların, durumla- rın ve bazı sembollerin bilinçaltındaki görsel ifadeleri olabilir. “Renk gözün dokunuşu, sağırların müziği, karanlıkta bir kelimedir.” diye ifade eder postmodernist yazar Orhan Pamuk, “Nedir bir renk olmak?” sorusunun cevabını. (Pamuk, B.A.K. 215) Çünkü ona göre olgularla düşüncelerimizin buluşmasında renk ve ses metaforları köprü görevi görmektedir. Romanlarında olayların arka planlarında bazı seslerin sembolik ve sistematik olarak yerleştirildiği görülür. Renkler ise onun için birer ifade biçimidir, bilinçli olarak anıları ve anlamları sembolize eder. Fakat bu bilgileri okuyucu- ya doğrudan iletmez, satır aralarındaki bu ayrıntıları okuyucudan fark etmesini bekler. Bu makalede Orhan Pamuk’un ses ve renk mefhumlarını, anlatılarının sanatsal boyutunu daha güçlü hâle getirmek amacıyla romanlarında kullanış biçimleri; Masumiyet Müzesi, Benim Adım Kırmızı ve Kırmızı Saçlı Kadın eserleri çerçevesinde analiz edilecektir. Yazar diyalojizm kavramı bağlamında kişiliğini karakterlerin çok sesliliğinin ardına gizlese dahi, kendi iç dünyasının yansı- malarını açığa çıkarttığı bu noktalar; araştırma sorusuna verilen yanıtın açık, net ve kolay kavra- nılabilir olması amacıyla makale içerinde örnekleme ve alıntılama teknikleri kullanılarak incele- necektir. Masumiyet Müzesi romanında Kemal karakterinin Şanzelize Butik’te, seneler sonra ilk defa uzak ve yoksul akrabası olan Füsun’la karşılaştığı an; dikkatini çeken ilk şey sarı topuklu ayakkabıları ve sarı eteği olur. En son küçük, esmer bir kız çocuğu olarak hatırladığı Füsun, şimdi karşısında sarışın bir genç kız olarak durmaktadır. Şanzelize Butik’e bir sonraki gidişinde Füsun’la olan yakın- laşmasından sonra dünyanın ona şöyle görünmeye başladığını anlatır: “Sokağa çıkar çıkmaz içimi saran utanç ve pişmanlık duygusu mutluluk hayalleriyle karışınca, öğle vakti aşırı bahar sıcağında Nişantaşı’nın kaldırımları bana aniden sapsarı gözükmeye başladı. …bir vitrinde sapsarı bir sürahi gördüm ve bir içgüdüyle içeri girip satın aldım.” (Pamuk, M.M. 25) Aynı şekilde Füsun’un Merha- met Apartmanı’na ilk gelişinde üzerinde sarı puantiyeli bir elbise olduğu betimlenmektedir. Fü- sun karakteri söz konusu olduğunda yazarın onu sarı renk ile bağdaştırmasının altında bu rengin; renklerin arasında en parlağı, ışık saçanı olduğu için dikkat uyandırması, iyimserliği ve pozitif dü- şünceleri anımsatması, sıcaklık hissiyle insanı enerjik olmaya teşvik etmesi gibi psikolojik açıdan kurduğu etkiler yatıyor. Hatta Kemal’in Füsun’un hareketlerini ince ve kırılganlığından ötürü ayçi- çeklerinin hafifçe rüzgârda titremesine benzetmesi, Füsun’un gözlerini kapayıp ona sarıldığında “Ayçiçekleriyle kaplı bir tarla görüyordum.” (Pamuk, M.M. 35) şeklinde açıklama yapması da bu sarı renk simgeleştirmesinin bir destekçisi. 40 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Masumiyet Müzesi’nin Füsun’unu betimleyen bir renk daha vardır ki o da kırmızıdır. Kırmızı tutkunun, aksiyonun, enerjinin rengidir. Öncü ruhları temsil eder. Duyguları uyandırır ve harekete geçmek için ilham verir. Merhamet Apartmanı’ndaki dairenin anahtarı kırmızı bir kurdeleyle bağlıdır ve an- nesi anahtarı Kemal’e verirken o evde unutmuş olabileceği kırmızı çiçekli vazodan söz eder. Kemal ile Füsun seneler önce bir bayram sabahı 56 model kırmızı Chevrolet’le çıktıkları gezintide, bir kur- ban kesme ritüeliyle karşılaşır ve dururlar. Henüz bir çocuk olan Füsun hayvanın boğazından fışkıran kıpkırmızı olduğu vurgulanan kanın karşısında dehşete kapılır. Üzerinde şık, kırmızı bir palto ol- duğu anlatılır. Daha sonra, Kemal’in seneler boyu biriktirdiği sigara izmaritlerinde de kırmızının varlığından söz edilir: “.... Füsunun 4213 adet sigara izmaritini saklayıp biriktirdim. ...dudaklarına sürdüğü ruj ile hoş bir kırmızıya boyanan bu izmaritlerin her biri; derin acıların, mutlu anların hatıralarını taşıyan çok özel, mahrem eşyalardır.” (Pa- muk, M.M. 370) Yine aynı şekilde bir kırmızı göndermesi Orhan Pamuk’un bir baş- ka romanı olan Kırmızı Saçlı Kadın’da yer almaktadır. Romanda Cem isimli liseli bir gencin, İstanbul yakınlarındaki bir kasabada karşılaştığı tiyatrocu kadına karşı beslediği sarsıcı platonik aşkı ve bunun sonucunda gelişen olayların ilerleyen senelerde ka- rakterlerin hayatlarına etkileri anlatılır. Başlarda adı bilinmeyen bu kadın hakkında en dikkat çekici şey olağan bir biçimde parlak, kırmızı saçları olur. Bu sebeple roman boyunca ondan Kırmızı Saçlı Kadın olarak bahsedilir ve bir gönderme yapmak amacıyla seçilmiş olan adı Gülcihan kullanılmaz. Karakterin bu şekilde yaratılması da her seferinde bu özelliğinin vurgulanması da aslında aynı temel nok- taya dayanmaktadır: Bu renk ve bu rengin psikolojik olarak yarattığı algının, düşsel anlamda harekete geçiriciliğidir. Onun hakkında okuyu- cuya sunulan izlenim; kadının güzelliği, çekiciliği, insanlarda uyandırdı- ğı hisler üzerine kurulu. Çünkü kırmızı onun için, “Kırmızı olmaktan ne de mutluyum! İçim yanıyor, kuvvetliyim; fark edildiğimi biliyorum; bana karşı koyamadığınızı da.” cümlelerini kurdurtacak kadar sarsıcı, “Benim ya- yıldığım yerde gözler parıldar, tutkular kuvvetlenir, kaşlar kalkar, yürekler hızlanır. Bakın bana; ne kadar güzel şey yaşamak!” dedirtecek kadar da çarpıcı, hayatın en içinden tutup getirdiği yaşam ateşini okuyucunun ku- cağına bıraktırabileceği kadar gerçekliğe tezatlıktan uzak bir kavram. Çünkü onun için, “Görmeyene kırmızı anlatılmaz.”. (Pamuk, K.S.K. 215) KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 41
Orhan Pamuk’un romanlarında bu şekilde yaptığı bilinçli renk serpiştirmelerinin amacı hikâyenin akışına müdahale etmeden okuyucunun bilinçaltında duruma ve ortama dair olmasını istediği his ve düşünceleri uyandırmaktır. Böylece hem karakterler hakkında insanları belli izlenimlere kavuşturur, hem de onları kitap sayfalarından çıkartır, okuyucunun zihninde başka bir boyutla ye- niden canlandırır. Çünkü her olayın bilinçaltında bir yansıması, her metaforun ise bu yansımanın oluşturulmasında bağlayıcı görevi vardır. Benim Adım Kırmızı romanında, kırmızıdan sonra en çok kullanılan renk siyahtır. “Siyah renk, yas, ölüm ve ağırlığı çağrıştırır. Korku ve karanlığın rengi olduğu gibi, fenalıkların ve şeytanın rengi ola- rak da ele alınmıştır.” diyen Orhan Pamuk kendisi ifade eder bu rengin hissettirdiklerini. (Pamuk, B.A.K., 36) Soğuk, yalnızlık, hiçlik, umutsuzluk gibi kavramları çağrıştırır. Bu sebeple insanlar hep kendileri için kötü olduğunu bildikleri şeyleri bu renk ile bağdaştırmayı tercih etmiştir. Kitapların- da, yazar da bu bağdaştırmalardan örnekleri sıkça kullanır. Ancak siyah rengin olumsuzluklarını bir yana bıraktığımızda bilinçaltında güçlü izlenimler bırakmasından dolayı ciddiyeti, sert mizacı, otoriteyi ve kararlılığı çağrıştırır. Yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gibi, Pamuk’un eserlerinde olay örgüsünün, anlatılanların ar- kasında aralanmayı bekleyen sır perdeleriyle sarmalanmış mesajlar bulunmakta ve bunlar alıcı- sıyla kavuşacağı, onun zihnine nüfuz edip her yere yayılacağı, tıpkı bir fırçadan kâğıda sıçrayıve- ren boya gibi okuyucusunun anlarına ve anılarına hakim olacağı zamanı beklemekte. Bu bağlam gereği yazarın zaman zaman romanlarında yer verdiği önseme tekniğini destekleyebilmek için de farklı sembolleştirme yolları izlenmektedir. Belli noktalarda dikkat çekmek istediği ve aynı ögeleri barındıran yerlerde bir belirteç olarak kullanabildiği ‘ses’ kavramı da bunlardan biridir. Kırmızı Saçlı Kadın romanında Cem’in ustasıyla kaldıkları, çalıştıkları kasaba dışındaki yüksek arazi; anlatımında çok çeşitli ses akımına sahip bölümlerden biri, özellikle de doğaya dair sesler söz ko- nusu olduğunda. Örneğin geldikleri ilk gece için, “…Yaz yağmurunun bulutları çekip gitmiş, pırıl pı- rıl yıldızlı bir gece başlamıştı. Yakınlarda bir yerden bir cırcırböceğinin sesini duyunca rahatladım.” (Pamuk, K.S.K., 36) sözlerini kullanırken, ustasıyla kasabanın dışındaki o yokuşu sohbet ederek tırmanırken de aynı sesten bahsetmesi, Mahmut Usta’nın kuyunun dibine onu değil de öteki çırağı yolladığında duydukları da (Bu bölümde fazlaca kuş ve şehir sesi betimlemeleri de yer alır.) hep aynı anlamlara gelmektedir. Cem’in kendini mutlu, huzurlu ve rahat hissettiği anlarda dünyanın ses akışı onun için yükselir, her şey daha duyumsanır ve hissedilir olur, tıpkı bu cırcırböceği sesinin onun için ifade ettikleri gibi. Ancak hayatına öldürücü darbeyi vuran o olay için, ustasını yarala- yıp kaçtığı gün için de şu sözleri kullanmaktadır Cem: “ ...Sarı otların içindeki cırcırböcekleri ben yanlarından geçerken susuyordu...” (Pamuk, B.A.K., 48) Bu metaforun varlığı nasıl yoğun duygu akışını ifade ediyorsa Pamuk’un bilinçaltında veya başka bir deyişle okuyucu için nasıl bir şey ifade etmesini istiyorsa; yokluğu da aynı şiddetli duygusal boşluğu ifade etmektedir. Pamuk diğer kitaplarında da aynı bağlamları kullanmaktadır. Füsun için Kemal’e “O zaman çok ya- kında bir yerden ağustosböceğinin cırcırlarını duyuyorduk. ...Füsun’a dokundukça dünyanın narin iç seslerini, ...hayatın içinde hiç fark edemediğim doğanın belli belirsiz soluk alışverişlerinin sesini mi keşfediyordum bilmiyorum.” (Pamuk, M.M. 189) cümlelerini kurdurtarak bunu ortaya çıkartır. Fakat Orhan Pamuk’un anlatılarında her zaman hikâyeye sızan bir ses akışı olduğunu görebiliriz. Şehir, araba, uçak ve uzaktaki askerlerin sesi... Çünkü nasıl ki bir hikâyenin tasviri mekânlar bağ- 42 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
lamında ve betimlemeler aracılığıyla gerçekleştiriliyorsa, bu tasvir ve betimlemeler yalnız görsel ögelerle yapılamaz. Görsellik ile harmanlanmış diğer duyular; dokunmak, koklamak özellikle duymak... Bunlar hikâye gerçekliğini inşa edebilen yegâne şey- lerdir. Ancak kullandığı her ses ögesi, olumlu anlamda yer almaz kitaplarında. Fü- sun’un öldüğü sabah yanına sokulan sokak köpeğinin onun için nasıl havladığı betimlenir. Dakikalar sonra Füsun yolun ortasına fırlayan bu köpeğe çarpmamak için direksiyonu kıracak ve kendisi için ölümcül olan o kazayı gerçekleştirecektir. Sesin ifade etme gücü, diğer imgeler kadar yüksekken; bir taraftan da varlığın oku- yucuda uyandırdığı düşsel ögelere tezatla yoksunluğun da bir o kadar güçlü olduğu görülmektedir. Yani bir rengin, bir sesin yokluğu; aslında sessizlik de bir semboldür yazar için. Bu bağlamda kişilerin içsel dünyasında oluşturabileceği, oluşturmak isteyeceği veya istemeyeceği duygular, durumlar onun kontrolündedir. Yer yer sessizliği, renksizliği kullanarak geri çekilir. Sonuç olarak Orhan Pamuk romanlarında yazarın renk ve sesleri kullanmadaki amacının okuyucuya alt metin okutmak olduğu yukarıda verilen alıntılamalar ve açıklamalarda gö- rülmektedir. Varlığı ya da yokluğu fark etmeksizin, ses ve renk gibi iki metaforik kavram; ortaya olaya dayalı bir anlatı çıkartılmak istendiğinde okuyucuların zihninde kurulabi- lecek hikâye gerçekliğini doğrudan etkileyecek bir güce sahiptir ve Orhan Pamuk da bunun bilinciyle hikayelerini oluşturur. Olguların renkleri özenle, bir amaç uğruna seçil- miştir. Sesler de belirteç görevi görür ve farklı yerlerde aynı noktalara dikkat çekmeye çalışır. Aslında bu metaforlar kişilerin düşsel dünyasında şekilleniş biçimleri açısından birbirinden ayrılır ve deneyimlere ve birikimlere göre her bir zihinde yeniden yaratılır. İşte yazarın romanlarını bu kadar ilgi çekici kılan sebeplerden biri de kurgunun arka planında, okuyucuya fark ettirmeden, bilinçaltına böylesine yönlendirici ve kışkırtıcı bir işlevle hâkim olmasıdır. KAYNAKÇA Çekinmez, Vural, Farklı Kültürlerde Renklerin Anlamları, 2010, http://www.een.kso.org.tr/up/download/dokculturandcolor02082010.pdf Kotan, Yusuf – Kaya, Turhan, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu, 2010. Pamuk, Orhan, Benim Adım Kırmızı, İletişim Yayınları, İstanbul-Aralık 1998. Pamuk, Orhan, Kırmızı Saçlı Kadın, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul İstanbul-Şubat 2016. Pamuk, Orhan, Masumiyet Müzesi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul-Eylül 2013. Türkoğlu, Sadık, Anlatım ve Deyimlerde Renklerin Dili, 2003, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/31318 Kısaltmalar B.A.K. : Benim Adım Kırmızı / K.S.K. : Kırmızı Saçlı Kadın M.M. : Masumiyet Müzesi Tuğçe Buket NEVREKOP Kültür2000 Fen Lisesi 11 B KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 43
KORKUYU BEKLERKEN GİRİŞ Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken adlı eserindeki öykülerde modern dünyada toplu- ma karışamayan, herhangi bir şekilde toplumda tutunamayan ve sürekli yalnızla- şan insanların başından geçen olaylar; karakterlerin yaşadığı psikolojik durumlar, toplumla çatışmaları ve bitmek bilmeyen bunalımları anlatılmaktadır. Eserde; toplumsal normların birey üzerindeki baskısı, korku, yalnızlık, yabancılaş- ma ve öz yıkım gibi konular, eserin yazıldığı dönem olan 1970’li yılların Türkiye’si- nin toplumsal yapısının yansımalarıyla okuyucuya sunulmuştur. Eserdeki tüm hikâ- yelerde toplumsal değerler, yozlaşma, gündelik ilişkiler ve modern hayatın hızı eleştirilirken; eser boyunca yoğun duygular ve bunalımlar yaşayan karakterlerin iç dünyalarına ise hayli yoğun bir şekilde yer verilerek okuyucu ve karakter arasındaki bağlantının güçlenmesi sağlanmıştır. Yazar, eserin dönemde yaşayan insan profillerinin iç dünyalarını, karakterlerin bunalımları ve çelişkileri ile göstermiştir. Korkuyu Beklerken, bir edebi eser olmasının yanı sıra toplumsal açıdan büyük eleştiriler de taşır. Eser boyu bireylerin yaşadıklarını unutamama ve herhangi bir şeye tutunamayıp bir yere ait olamama durumu eserin yazıldığı döneme de ayna tutmaktadır. Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken adlı eserinde korku, yabancılaşma ve iktidara başkaldırı temaları ile eserin yazıldığı dönemdeki toplumsal sorunları ve bireylerin iç çatışmalarını okuyucuya sunmuştur. KORKU Korku, çocukluktan insan yaşamının son anına dek, farklı şekillere bürünerek, varlığını hissettiren bir duygu olmakla kalmayıp zamanla bireyin karakterinin değişmesi ve evrilmesinde önemli rol oynamaktadır. Korkuyu Beklerken’de eserin isminden de anlaşılacağı üzere “korku” kavramı hikâyelerin tümünde kilit bir rol oynamaktadır. Yazarın özellikle Unutulan, Bir Mektup, Babama Mektup, Beyaz Mantolu Adam ve Korkuyu Beklerken öykülerinde yarattığı ana karakterlere bakıldığında hepsinin üzerinde daimî bir korku, paranoya ve pişmanlık hali olduğu görülmektedir. Buna rağmen korku kavramı en çok, kitaba da ismine veren Kor- kuyu Beklerken öyküsünde kendini göstermektedir. İsimsiz olan ana karakter için korku kavramı aynı anda hem kendini savunma mekanizması hem de onu toplumdan, sosyal yaşantıdan hatta hayattan koparıp kendisini geri tutan bir rol oynamaktadır. “Sonra, fotoğrafları albümlere yerleştirmeğe başladım… Yüzüm günden güne hiç değişmediği halde (bunu, her sabah aynada yaptığım gözlemlerle biliyordum), resimler arasında vahim farklar vardı. Bu değişikliği, yüzümde izleyemediğim için üzüldüm; hiçbir şeyin gelişimini (ya da çöküşünü) izlemek mümkün olmu- yordu… Birdenbire kendimi bu evde bulmuştum sanki. Daha önce ne olmuştu? Sanki, kime yazıldığı belli olmayan bu mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyordum.” (Atay 2018: 61) Korkuyu Beklerken’deki sekiz hikâyede tedirginlik ve korkunun hâkim olduğu karakterler ön plandadır an- cak korku sadece karakterlerde bulunmaz, eserin atmosferine de hâkim bir unsur olarak ortaya konulur. Yazar, yarattığı karakterlerin psikolojik durumları ve iç dünyalarını eserin atmosferine yansıtarak karakterle- rinin hislerini okuyucuya aktarmış ve korkuyu, karakter ile okuyucu arasındaki bağı güçlendirmek amacıyla kullanmıştır. Bu durum gotik edebiyatın eser üzerindeki en belirgin yansımalarından biridir. 44 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
Zaman içinde karakterin duyduğu korku başkalaşarak “paranoya” halini almıştır ve kendisi, ön görülemeyen ya da tamamen net olmayan her olaydan korkar hâle gelmiştir. Paranoya rahatsızlığı klinik anlamıyla son derece sistemli, inatçı, kalıcı, zulüm ya da görkemlilik kuruntuları, kuruntulu kıskançlık, kuşkuculuk, güven- sizlik, kavgacılık gibi özelliklerle tanımlanan ve net, tutarlı düşünme eşliğinde gelişen bir psikotik bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Bu paranoyak ruh hali bir ismi bile olmayan karakterin hayatında öyle büyük bir yer edinmiş durumdadır ki hayatın boyunca edindiği gündelik tüm alışkanlıkları ve yaşam tarzı tamamen bu paranoya etrafında kurulu hâldedir. “Yavaşça salona doğru çekildim. Fakat salonun kapısı kilitliydi. İçime aynı ağrı gene saplandı. Ben kilitlerim ya. Her gün kilitlerim canım, işe giderken.” (Atay 2018: 37) Yazar, karakterin bu paranoyak hali ile modern toplumda yer edinemeyip kaygılarında boğulan bireyi resmetmiştir. Yazarın hikâyelerinde yer verdiği karakterlerin değinilmesi gereken bir diğer önemli rahatsızlıkları da “şi- zofreni”dir. Şizofreni; bilişsel ve duygusal işlev bozukluğudur. Genç yaşta başlayan ve insanın gerçeklerden koparak kendine özgü dünyasının gerçekleriyle yaşadığı; duyuş, düşünüş ve davranışlarda önemli bozuk- luklarla beliren bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Atay’ın karakterlerindeki bu öngörülemeyenden aşırı korku hali, onların gerçek dünyadan kopup kendilerince yaratılmış bir dünya içinde sıkışıp kalmalarına neden olmuştur. “Lisede son sınıfta bir dersten bekledim, başka kaybım olmadı, iki kızla konuştum, biriyle iki kere yemeğe çıktım, elini öptüm onun (özel hayatına girme, olsun ne var bunda? odada kimse yok ki).” (Atay 2018: 82) Korkuyu Beklerken hikâyesinde, sıkça görülen parantez içi konuşmalar ana karakterin bilinçaltını temsil etmektedir. Karakterimiz ise bu parantez içleriyle, kendisiyle daimî bir konuşma ve tartışma içindedir. Bu da şizofrenik bir bireyin hâlidir. “Sallanır koltuğumda uyuklarken bir yandan da elimdeki zamanla ne yapacağımı düşündüm. … Başlayıp da yarım bıraktığım bir sürü teşebbüs, evin her tarafına dağılmıştı. (Sanki kafam da onlarla birlikte çekme- celere, dolaplara, sandık odasının eşyaları arasına dağılmıştı. Kafamı toplayamıyordum bu yüzden.)” (Atay 2018: 57) Korku kavramı eserdeki bütün hikâyelerde kilit rol oynayan bir unsurdur ve bu yüzden eserin adında da geçmektedir. Eser boyunca birçok farklı biçimde okuyucuya sunulan korku, farklı ögeler üzerinden işlenmiş fakat aynı noktada birleşmiştir. Bu nokta, bireyin toplumdan kaçışı ve yok olmasıdır. Kendisini en çok yazarın yarattığı ana karakterlerin davranışlarında gösteren korku kavramı, sadece ana karakterin hayatı ve davra- nışlarını etkilemekle kalmayıp karakterin toplumla arasındaki ilişkiyi de etkilemektedir. TOPLUMSAL NORMLARA BAŞKALDIRI ve YABANCILAŞMA Tanımsal olarak bakıldığında, norm; yargılama ve değerlendirmenin kendisine göre yapıldığı ölçüt, uyulması gereken kural olarak nitelendirilmektedir. Toplumsal normlar ise tahmin edilebileceği üzere toplumca kabul edilmiş ya da benimsenmiş değerler ve ölçütler bütünüdür. Bu normlar ve toplumsal kalıplar, bir toplumun sosyokültürel durumunu şekillendirmektedir. Korkuyu Beklerken’de yazarın ortaya koyduğu karakterler ve durumlar, toplumsal normlara bir başkaldırı ni- teliğindedir. Eserde toplum arasına karışamayan ve topluma tutunamayan bireylerin hayatları konu edilmiş, bireylerin yaşadığı sorunlarla dönemin toplumsal yapısına karşı da eleştirilere yer verilmiştir. Bu eleştiriler; toplum kalıplarına, toplumun tekdüzeliğine, yiten değerlere, kuşak çatışmalarına ve modern dünya insanının suniliğine yönelik olarak sunulmaktadır. “Negatif kişiler topluluğu: kendi sorunlarını çözememiş ve topluma kendini kabul ettirememiş aydınlar, toplumun acımasızca dışladığı lümpenler, çaresizlik içinde intihara, cinayete sürüklenenler, delirmenin sı- nırlarında dolaşanlar. Alışanın tersine marjinal insanlardır bunlar, olumsuz kahramanlardır.” (Atay 2018: 7) KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 45
Yazarın ortaya koyduğu aykırı kişiliklerinden belki de en bariz olanı, kitabın ilk öyküsü olan Beyaz Mantolu Adam’da görülen karakterdir. Karakterin isimsizliği ve herhangi bir sağlık sorunu olmamasına rağmen di- lencilik yapması dışında karakterle alakalı ayrıntılı bilgi belirtilmemiştir. Bütün hikâye boyunca, herkesin “kendini gülünç duruma düşürürsün” uyarılarına rağmen beyaz bir kadın mantosuyla dolaşan karakter, hakkında dalga geçenlere ya da onu eleştirenlere kulak asmadan yoluna devam etmiş ve adeta gerçek dünyadan koparak kendi dünyasında yaşar hâle gelmiştir. Hakkında kimsenin ne dediğine kulak asmayan bu isimsiz kişi için beyaz kadın mantosu; farklılığı, aykırılığı, kendisi olmayı simgelemektedir. Ancak toplum için bu saçmalıktan başka bir şey değildir. Hikâyede bireyin ve toplumun değerlerinin birbiriyle uyuşmazlığı ve ikisinin de karşılıklı olarak birbirlerini yok saydığı görülmektedir. “Mantosunu seyretmek için eğilince, henüz şaşkınlığı geçmemiş ve onu nasıl karşılamak gerektiğini bilme- yen topluluğu gördü suyun içinde… Arkasına bakmıyordu. Adımlarını sıklaştırdı. Konuşulmuyordu; fakat ne de olsa topluluğa katılanlar gittikçe arttığı için hafif bir uğultu geliyordu peşinden.” (Atay 2018: 16) Korkuyu Beklerken öyküsünde ise karakter, Beyaz Mantolu Adam’daki karakterin aksine aydın, okumuş ve meslek sahibi biridir. Hali hazırda toplumun davranışlarını, alışkanlıklarını hatta gelenek ve göreneklerini bayağı bulan ana karakter, tehdit mektubunu aldıktan sonra toplumdan iyiden iyiye uzaklaşmıştır. Sadece toplumun alışkanlıklarından ya da benimsediklerinden değil bu toplumun parçası olan bireylerden de hoş- lanmamaktadır. Bunun için de kendince geçerli sebepler üretmiştir. “İnsanlar için ve eşya için ve tabiat için iyi şeyler düşünmüyordum; dünyaya kendimden bir şey veremiyordum. Kendimi kendime saklıyordum; ken- diliğimden bir davranışta bulunmuyordum… fakat, dünyanın düzeni çok yönlüydü, karmaşıktı.” (Atay 2018: 64) Bu sebeplerin en belirgini modern insanın yapay oluşu ve hayatın istediği şekilde yönetememesidir. Toplumsal normların getirdiği zorunluluklar tarafından yönetilen bir hayatı vardır. Bu nedenle de korkuya ka- pılmış, evini kendisi için bir güvenli bölge daha doğrusu kendi benimsediği kuralların geçerli olduğu bir dün- ya olarak görmeye başlamıştır. Eserde, ana karakterin zaman zaman yakındığı bir konu olsa da evinin tüm korkularına rağmen şehir merkezinden, kalabalıktan uzak bir semtte olduğu belirtilmiştir. Bu durum aslında karakterin toplumdan uzaklaşma isteğinin bir göstergesidir. Yine de kendi içinde bir çelişki barındırmaktadır. Öyküde dönem gündemine yönelik birçok eleştiriyle de karşılaşmak mümkündür. Ülkedeki yabancı olarak addedilen insanların sorunları, ırkçılık, ülkenin ekonomik durumu, halkın içerisindeki kültür farkı ve tüm bu sorunlara rağmen her bireyi aynı kefeye koyan devlete yönelik eleştiriler göze çarpmaktadır. “Bütün haberler, sayınların fotoğrafları, gazetemize özel demeç verenler, okuyucu mektupları, çok zengin oldukları için dört sütunda beş kere ölen merhumlar, sınırı geçerek ilerleyen askerler, kraliçelerinin uzun bacakları, artık yeter başmakaleleri, devrilen kamyonlar, kaçarken yakalananlar, Pazar gününden itibaren sütunlarımızdalar, bir esrar şebekesi yakalandılar, bir gizli mezhebin mensupları…” (Atay 2018: 90) Eserdeki bir başka hikâye olan Babama Mektup adlı hikâyede ise değinilen ve eleştirilen toplumsal sorun diğer iki öyküden farklıdır. Bir mektup tarzında yazılan öyküde, orta yaşlı bir erkeğin kaybettiği babasına geçmişten itibaren gelen özlemi, sitemi ve öfkesini anlatmaktadır. Babasının hayattayken gösterdiği ve o zamanlar karakterce eleştirilip kınanan davranışları zaman içinde ana karakter tarafından da sergilendiği görülmektedir. Ana karakter, babasının davranışlarına zamanla anlam vermeye başlamış ve ardından bu davranışların yaşadığı modern dünyadaki evrilişini babasına anlatmıştır. Yazarın eser boyu sürdürdüğü eleş- tirel vurgular, bu sefer de kuşak çatışması üzerinden yapılmıştır. Baba ve oğul arasındaki ilişki, geleneksel bir ilişkiden farklıdır. Bu ilişki süresince mektubu yazan karakter, babası hayattayken ona karşı samimi ve sıcak olmamıştır. O zamanlar aralarındaki yaş ve kuşak farklılıkları nedeniyle ortak paydada buluşamayan baba-oğulun hayata bakışı; ana karakterin, babası öldükten iki yıl sonra ona yazdığı mektup ile ilk defa bir diğerini anımsatır hâle gelmiştir. 46 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
“Aramızda hiçbir zaman, alışılmış baba-oğul ilişkisi olmadı. Ne ben, bütün meraklı çocuklar gibi durmadan her şeyi sana sordum; ne de sen oturup bazı şeyleri bana açıklamak gereği duydun. Bu yüzden, birçok olayın ne- denini zamanında öğrenemediğim için, dünyanın birçok yönünü hiç bilemedim. Bazı olayların nedenini de çok sonraları öğrenebildim. Mesela yemekten kalkınca herkesten önce ellerini yıkamak isterdin; banyoda, “Ben siga- ra içeceğim,” diyerek beni iterdin. Ben de senin gibi sigara içmeye başlayıncaya kadar, bu davranışın bana hep esrarlı göründü.” (Atay 2018: 178) Ne Evet Ne Hayır isimli öyküde, gazeteci olan ana karakterin kendisine gönderilen mektupta yazanlarla zaman zaman alay etmesi söz konusudur. Gazetecinin mektubu yazan kişinin cahilliğiyle dalga geçmesine karşılık bu mektup, aslında bir gencin sevdiği kıza hislerini anlattığı bir serzeniştir. “Okullar tatil oluyordu. (Zaman düzensiz- liğine ve dolayısıyla zaman kavramının yokluğuna dikkatinizi çekerim.) Sevdiğim insan sınıfını geçmiş gidiyordu. (Şu ‘sevdiğim insan’ sözünü duyunca bütün iyi duygularım yok oluyor M.C.’ ye karşı.)” (Atay 2018: 129) Yazar yarattığı karakterlerle hem dönem eleştirisi yapmış hem de karakterler arası çatışma ile bu eleştiriyi mizahi bir şekle de sokmayı başarmıştır. Yozlaşan duygular ve yabancılaşan bireylerin hikâyeleri eserde farklı şekillerde okuyucuya sunulmuştur. YALNIZLIK ve BAŞARISIZLIK Eserde diğer temaların birleşimi sonucu ortaya çıkan bir diğer tema ise karakterlerin yalnızlığı ve başarısızlığıdır. Lakin bu başarısızlık akademik ya da kariyer alanında olan bir başarı eksikliğinden ziyade hayata tutunma, sıra- dan olma ya da sosyal yaşantı konusunda bir başarı noksanlığıdır. Yalnızlık, eserdeki öykülerin ana karakterlerinde kendini sürekli belli etmektedir. Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya adlı öyküde üç hikâyecinin bir istasyonda geçen hayatları anlatılmaktadır. Zaman içinde Yahudi hikâyecinin ölmesi ve kadın hikâyecinin de terk edip gitmesiyle, genç hikâyeci yalnız kalmıştır. Öykü boyunca bu üç kişinin hikâye yazışı umudun simgesi olarak verilmiştir. İki hikâyeciden sonra tek başına kalan genç hikâyeci her ne ka- dar yazmaya devam etmiş ve birlikte yaşadıkları güzel anıları taze tutmaya çalışmış olsa da yeni hikâyeler eskisi kadar satmamakta ve artık karakter için yok oluşun başlangıcı olmuştur. Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya hikâ- yesinin son cümlesi, okuyucuya sesleniş cümlesidir. “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” (Atay 2018: 196) Bu cümle sadece hikâyedeki karakterin okuyucuya seslenişi değil aynı zamanda postmodern bir teknikle yazarın da kendi okuyucusuna seslenişidir. Hikâyedeki karakter hayatta kalmak için öykü satmaktadır ve bu onun büyük yalnızlığıdır. Tıpkı yazar da dönemine bir eleştiri sunmuş, eserlerinin okunmasını ve anlaşılmasını istemektedir. Hikâyenin paralelinde düşünüldüğünde burada sosyosiyasî bir eleştiriyi görmek de mümkündür. “Şimdi bazı geceler, eski alışkanlığımla, gece yarısı uyanıyor ve bu yeni hikâyelerimi sepetime - ya da genç kadının sepetine, ya da şimdi ölmüş bulunan genç Yahudi’nin sepetine - özenle yerleştiriyorum, demiryoluna çıkıyorum. Artık tren geçmiyor buradan. Son günlerde istasyon şefini de nedense ortalarda göremiyorum. İzinli olduğunu sanmıyorum- çünkü yıllardır hiç tatil yapmamıştı. Onun elbiseleri de şimdi benim üzerimde. Giderken yerine beni bırakmış olmalı. Trenler de nedense uğramıyor… Korkuyorum… Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum.” (Atay 2018: 195) Bir başka başarısızlık hikâyesi de Korkuyu Beklerken’deki ana karakterin ikili ilişkilerdeki başarısızlığıdır. İsimsiz karakter, hayatına ne dostluk bağı ne de romantik bir bağ kurabileceği kimseyi almamakta, aynı zamanda kimse- yi istememektedir de. En basit örnek olarak evlenmeyi toplumun bir baskısı olarak görmektedir, ona göre herkes öyle yapılması gerektiği için evlenmektedir. Teyzesinin baskısı üzerine görücü usulüyle bir kızla görüşmeye baş- layan ana karakter, ilişkisindeki hiçbir şeyi içinden geldiği için ya da öyle hissettiği için yapmamaktadır. Toplum onu başarısızlığa sürüklemiştir, iradesini tamamen kaybetmiştir. Sonunda ilişkisini ya da bu şekilde yaşayamaya- cağını anlayan ana karakter, mutlu çiftler bulup onlara hikâyenin başında kendisine gönderilen isimsiz mektuplar KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 47
göndermeye başlamış ve ardından da karakola teslim olmuştur. İçine düştüğü çelişkiye kendince bir çözüm getirmiştir ama bu noktada da topluma karşı gelmek vardır. “Aile içinde yapılan nişan törenindeki kalabalıktan anladığıma göre, bir sürü akrabam olacaktı. Sonra iki- miz baş başa yemekler filan yedik… Ben de artık, yemekten sonra kızı evinin kapısına kadar götürüp ona öpenlerden biri olmuştum; fakat benim davranışlarımda yürümeyen bir şey vardı… Öfkeleniyordum. Onlar yapınca başka oluyordu.” (Atay 2018: 96) Duygusal ilişkilerdeki başarısızlığı temsil eden bir diğer hikâye ise Ne Evet Ne Hayır adlı hikâyesidir. Döne- min arabesk gençliğini temsil eden M.Ç. , hikâye boyunca sevdiği kızdan hissettiği duygulara bir karşılık bulamadığı gibi karşı tarafa hislerini her açıkladığında “ne evet ne hayır” gibi belirsizlik dolu bir cevapla karşılaşmıştır. Bu belirsizlik kimilerine göre umut vadeden bir durummuş gibi görünse de M.Ç.’nin hisleri platonik, kendisi ise umutsuz bir âşık olarak kalmıştır. Eserde başarısızlıkla yalnızlığın birlikte olduğu verilmiş ve toplumsal açıdan başarısız insanların yalnız kalıyor olması da örneklerle desteklenmiştir. SONUÇ Korkuyu Beklerken adlı eserinde Oğuz Atay; toplumsal normlar, korku, öz yıkım, umutsuzluk, kuşak çatış- ması, yalnızlık, değer yozlaşması ve başarısızlık gibi çeşitli temalara değinerek yabancılaşmış ve topluma aykırı olan karakterlerin hayatını benzer yönleriyle ele almıştır. Atay, eserde bulunan sekiz hikâye arasındaki bağlantıyı ise mektup objesi ile kurulan metinler arasılık, ortak tema ve karakter seçimi yoluyla kurmuştur. Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken’de yaşadığı dönemin Türk toplumunu ayrıntılı bir şekilde analiz ederek mo- dern toplumda ruhsal çatışmalarıyla yaşayan ve daima sorun yaşayan bireylerin hikâyesini kendine has an- latımıyla okuyucuya sunmuştur. Hikâyelerinin hiçbirinin alışagelmiş bir mutlu sonla bitirmeyen Atay, anlattığı hikâyelerinin temelini gerçek dünyadan aldığını ve kurmaca oluşturduğunu göstererek çağının sınırlarını aşan ve her döneme ışık tutacak bir eser ortaya koymuştur. KAYNAKÇA Atay, O. (2018). Korkuyu Beklerken. İstanbul: İletişim Yayınları. Kılıçkaya, D. (2015-2016). Oğuz Atay’ın “Unutulan” ve “Korkuyu Beklerken” Adlı Hikâyelerinde Go- tik Unsurlar. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Erişim Adresi: http:// sbedergi.karatekin.edu.tr/Makaleler/156641514_33Gotik%20Edebiyat%20Bağlamında.pdf Sakallı, F. (2011). Tutunamayanların Hikâyeleri Korkuyu Beklerken. Erişim adresi: http://www. acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423934400.pdf Kara, E. (2012). “Korkuyu Beklerken” İle “Yuva” Hikâyelerinde Mekânla İlişkisi Açısından Korku Ve Paranoya. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt5/cilt5sayi21_pdf/1_dil_edebi- yat/kara_esra.pdf Bakırcıoğlu, R. (2012). Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü. Ankara: Anı Yayıncılık. Türk Dil Kurumu. Erişim adresi 8 Eylül, 2019. İrem POYRAZ Kültü2000 Anadolu Lisesi 12 IB 48 • YANSIMALAR KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN GİRİŞ Sabahattin Ali tarafından kaleme alınan “İçimizdeki Şeytan” adlı roman, ha- yattan zevk almayı bırakmış aynı zamanda eski tadında olmadığını iddia eden Ömer karakterinin okuyucu ile tanışmasıyla başlamaktadır. Bunu, yakın zaman- da babasını kaybederek hayatı gittikçe zorlaşan Macide’nin Ömer’le bir ilişkiye başlaması takip eder. İlk bakışta eserin ana temasının “aşk” olduğu görünür ancak eser, bunun öte- sinde farklı temaları okuyucuya sunmakta ve anlatı, bu temalar eşliğinde şekil- lenmektedir. Sabahattin Ali’nin ortaya koyduğu bu eserde sosyal adaletsizlik ve bireyin toplumdan kopuşu ile yaşadığı yalnızlaşma hissi, ana karakterin ruh hâ- linin betimlemeleri ile süslenmiş ve eserin tema zincirinin yanında incelenebi- lir önemli bir yere sahiptir. Böylece yazar, modern bireyin toplumdan kopuşuna sebep olan nedenleri bir aşk hikâyesi içinde tabiat, yozlaşma ve yabancılaşma temaları ile okuyucuya sunmuştur. TABİAT Eserde tabiat teması, bir nevi bireyin toplumdan kaçışı olarak verilmiştir. Eserin başkarakteri Ömer’in toplumla bir bütünlük sağlayamaması ve fikirlerinin uyuşmaması karakterin günden güne çekimser olmasına, kendi içine kapanmasına neden olmuştur. “Sen zaten başka türlü düşünemezsin ki! O mübarek kafan, her şeyi mevcut bir ölçüye uydurmadan rahat edemez; ardı sıra gelen konuşmada ise mevcut ölçülerin dışında fevkalade tanışmak bu mu? Oğlum, sen dün- yada ne kadar antikalık yapmak istersen hayat önüne o kadar gündelik hadiseler çıkarıyor. Korkuyorum ki bu ömrünün sonuna kadar böyle devam edecek ve sen dünyanın parmağı ağzında bırakacak bir iş beceremeden rahmeti rahmana kavuşacaksın.” (Ali 2019:21) Bu sözlerin sahibi ve Ömer’in yakın arkadaşı olan Nihat, Ömer’in hiçbir işe yaramadığını ve olayları hep düz mantıkla yorumladığını savunmuştur. Bu fikirlerin ardında Ömer’e karşı duyduğu “güvensizlik” vardır. Öte yan- dan Ömer’e acımaktadır ve onun başarısızlığını yüzüne vurmaktadır. Nihat’a göre Ömer basit biridir, tahmin edilebilir bir kişiliğe sahiptir ve bu özellikleri hayat boyu onun peşini bırakmayacak, onu başarısızlığa sürük- leyecektir. Nihat, Ömer’e karşı agresif bir tutum sergilemektedir. Yazar, kişiler arası bu çatışmada toplumdaki bireyler arası güvensizlik hissine parmak basmıştır. Eserin başından itibaren amacı Ömer’i kızdırmak ve onun üzerine oynamak olan Nihat, Ömer’e arkadaşlıklarını da sorgulatmaktadır. Çoğu zaman acıma hissi olarak adlandırılabilecek bu cümleler, bir noktadan sonra aşa- ğılamaya kayar. Ömer ise bu cümleler karşısında pek bir tepki göstermez, daha çok içine kapanır. Burada dış tabiat ile iç tabiatın çatışması söz konusudur. İç dünyasında pasif bir kişiliğe sahip olan Ömer, dış dünyadaki hayatını da bu kimlikle sürdürmektedir. Dış tabiat Ömer’e zarar vermekte, bunu da arkadaşı olan ve sürekli paylaşımlarda bulunduğu Nihat’ta görmektedir. Ömer’in bu tepkisizliği karşısında Nihat ise kaba davranışlarını sürdürmektedir ve bu, onların arkadaşlıkları için alışılagelmiş bir durum olmuştur. Arkadaşlık ilişkisine sahip olsalar bile aslında bir çıkar ilişkisinden öte değildir. Nihat bu durumun farkındadır ve bu açıdan da Ömer’e sataşmaktan vazgeçmez, Ömer’in vurdumduymaz tavırlarını sürdürmesi Nihat’ın da kanına dokunmaktadır. KÜLTÜR2000 KOLEJİ / ANADOLU VE FEN LİSESİ ÖĞRENCİ DERGİSİ - Haziran 2020 YANSIMALAR • 49
Search