98 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 99 len bir hayal kırıklığına uğrar. Muhterem toplantıya devam Mason lisânında hürriyet, reislerin emrine mutlak itaat- ederken birdenbire tokmağı vurarak der ki: ten ibârettir. Müsâvât (eşitlik) ise, otuz üç ile doksan arasında değişen mertebeler silsilesinden başka bir şey değildir. Uhuvvet “- Kardeşlerim, muhterem locamız şimdi ikinci dere- (kardeşlik)e gelince onu da “masonların icraatleri“ne dâir bahse ceden olan mes'ele ve işlerin müzâkeresine başlayacaktır. Binâenaleyh henüz ancak çırak sıfatını hâiz bulunan kar- gelince anlayacağız. deşlerden lütfen “mâbedi setretmelerini” ricâ ederim.” Yukarıda geçen “maaşların artması” bir kardeşin ev- Bu kısa nutkun asıl mânâsı şudur: “Çırakların bu- velce verdiği meblâğdan daha yüksek bir meblâğı vereceği runlarını sokmamaları lâzım gelen ciddi meselelerle iştigâl mânâsını ifâde eder. edeceğimiz için birinci dereceden olan masonların seri bir şekilde kapıdan çıkmaları lâzımdır.” Şu halde muhteremin ilânının hakiki mânâsı şudur: Çırakların her biri nasıl isterse öyle düşünür. Fakat “Çırak, mensüb olduğu locanın kasasına ortalama elli frank şimdilik maalesef muhteremin emrine boyun eğmekten vererek kalfa rutbesine nâil olacaktır.” başka çâre yok... Çıraklar, bu esrârengiz ve câzibeli işlerin müzâkeresini da yüksek rutbeden olan kardeşlere bırakır, Bir çırağın bu rutbeye hak kazanması için hiç olmazsa birer birer kapıdan çıkarlar. altı ay boyunca çırak sıfatıyla locanın bütün toplantılarında hazır bulunmuş olması, farmasonluğun esas kaanunları icâ- Bu nâzikâne kovulmanın üçüncü veyâ dördüncü defa bındandır. tekrârında çırak kendi kendine ekseriya şu sözleri söyler: “Ben olmadığım esnâda mevzü bahis edilen meseleler aca- Bu şartları hâiz olan ve cebinde isrâf edilecek elli fran- bâ nelerden ibârettir? Sâde çıraktan başka bir şey olamamak kı bulunan çırak, dilekçesini yazar, imzâlar ve bir toplan- ne kadar üzücü bir şeydir!” tı nihâyetinde “teklifler torbasına” atar. Muhterem, birinci dereceden bir kardeşin “maaş artırılması” talebinde bulun- O zamandan itibâren çırak merak ve tecessüs sâika- duğunu ilân eder ve namzedin imtihânı çıraklar locasında sıyla bütün kuvvetini “kalfa” olmaya sarf eder. Bir sabah yapılacak ilk toplantıya bırakır. “celb tahtası”nın aşağısında şu küçük ilânı okur: Zikredilen gün meclis her zamanki gibi açılır. Sonra “Yakında locamızda arkadaşlık ve üstadlık toplantı- önceki zabtın kabülünü ve “ziyâretçi kardeşler”in girişini sı olacağından muhterem, maaşlarının artmasını arzü eden çırak kardeşleri, vakıt kaybetmeden bu hususta teşebbüste müteâkib muhterem, orada bulunanlara o günkü toplan- bulunmaya dâvet eder.” tının sebebini ilân eder. Sonra namzedi iki sütun arasında Bu ilânın çıraklar üzerindeki te'sirini anlamak için ev- durdurarak birinci dereceye âid mâlümat ve remizler hak- velâ mason lisânında “maaşların artması” sözünün ne mânâ kında müdhiş bir imtihâna çeker. Bu imtihan nihâyet bul- ifâde ettiğini anlamak lâzımdır. “Üç nokta” kardeşlerin ga- rib lisanlarını anlamak için ekseriya kelimeleri ve cümleleri duktan sonra muhterem, namzedi hazırlamaya me'mur tefsir etmek lâzım geldiğini okuyucular, şimdiye kadar çok- edilen ehl-ı hıbrelerden birinin refâkatinde mâbedin setre- tan anlamıştır. dilmesini emreder. Muhterem: “- Birinci ve ikinci mubassır kardeşler, sütunlarınızı tezyin eden kardeşleri, kardeş “n......“nin kalfa rutbesine
100 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 101 terft dilekçesi münâsebetiyle vermiş olduğu imtihan hak- — beye nâil olduğu için kendisinin kabül merâsimini icrâ et- kında mütâlâa beyân etmeye dâvet ediniz.” memiz lâzımdır. Çırak işlerinin ertelenmiş olduğunu ilân ederim.” (Muhterem burada bir tokmak darbesi vurur.) Mubassırlar bu sözleri tebliğ eder. Muhterem: Bâzen, vuku bulan mütâlâalar ve ttirazlar dinlenildik- *“- Birinci mubassır kardeş, kaç yaşındasınız?” Birinci mubassır: ten sonra muhterem mihmandar kardeşe “dul kütüğü”nü “-Üç yaşındayım.” alarak toplantıda bulunan çıraklardan para toplamasını em- Muhterem: reder. “- Daha ileri gidiyor musunuz?” Birinci mubassır: Çıraklar “dul kesesi”ni kâfi derecede doldurduktan “- Beni isticvâb** ediniz.” sonra muhteremin emriyle oradan uzaklaşırlar. Muhterem: “- Kalfa mısınız?” Muhterem: Birinci mubassır: “- İkinci dereceden olan iş ve mes'elelerin görülmesi- “- Parlak yıldızı gördüm.” ne başlanacağından muhterem locaya mensüb çırak kardeş- Muhterem: lerin mâbedi setretmelerini ricâ ederim.” der. “- İkinci mubassır kardeş, arkadaş locasındaki mubas- Artık çıraklar birer birer locayı terk ederler. Artık lo- sırların vazifeleri nelerdir?” cada arkadaş” veya daha yüksek rutbeleri hâiz kimseler kal- dığı için muhterem, imtihanlar hakkında serdedilmiş olan İkinci mubassır: mütâlâa ve itirazları cemiyetin takdir ve tenkidine arzeder. Bilâhare reye mürâcaat edilip edilmeyeceği kararlaştırılır. “- Bütün masonların kalfa olup olmadıkların tedkik Hatibin elde ettiği neticeler dinlenildikten sonra merâsim etmek.” reisi kardeş, muhteremin emri üzerine beyaz ve siyah yu- varlaklar dağıtır. Mubassırlar, heyetin reylerine mürâcaat Muhterem (bir tokmak darbesinden sonra): edilmekte olduğunu ilân ederler, herkes reyini verir. Ehl-i “- Ayağa kalkınız ve “şark”a dönünüz kardeşler!. hibre kardeşlerin biri rey kutusunu taşır, bir diğeri reylerin (Herkes ayağa kalkar.) Birinci ve ikinci mubassır kardeşler tasnifinde hazır bulunmak üzere “şark”a çıkar. Kabül için vazifenizi icrâ ediniz!.” reyde ekseriyet mutlaka aranır. Mubassırlardan her biri kendi sütununu dolaşır ve Muhterem seçimin neticesini arz eder ve teklif kabül orada bulunan herkesin kalfa olup olmadıklarından emin edilmişse alkışlanır. (Kabül edilmediği takdirde bir ehl-i olurlar. Bunun için herkes, ikinci rutbeye mahsüs olan vazi- hıbre, dilekçe sâhibinin bulunduğu salona gider, talebinin yeti alır. Çıraklık ile üstadlık arasında bir geçit olan “kalfa- şimdilik reddedilmiş olduğunu söyleyerek daha münâsib lık” merâsiminin tafsilâtına -okuyucularımdan özür dileye- bir zamanı beklemesini tavsiye eder.) rek- girişemeyeceğim. Hem de bu merâsim o kadar ehem- Muhterem: “- Kardeşler, kardeş n...... rey çokluğu ile ikinci rut- sorm3a8k. İ(sNtâişcivrâ)b etmek: Cevablandırılmasını isteyerek bir takım sorular 37 Kalfa rutbesinin bir diğer ismi. (Nâşir)
102 MASONLARIN ESRÂRI miyetsizdir ki adedlerini eksiltmek için birkaç namzedin kabülü birden yapılır. (lEülbpüglcepighizırrzöeuerl.e.öltensk-rrmvuritiSıemBryielşoeiı.nar,,lhr)lzbeediıa,KaMnnabnapmşcarflleuiteasfsârazirlgsasâagkkaeanaitlemanlryrbfialiırırıkarfdlka-mntşııeüısaedrvarrenlı.enehr(oiım.kipcinbmyhşuaPaiimiâalsrenuytBehkıaymteucünvureaekrauzıd)dcseonneâ,zgumürdladazimaigbmmdilesnifluaaâuberldasinkmibreeyiaziinraş.arnsameleâivcerelakşeveuaikgYtklâs“lçölv(edmoıdakieekeder,nrzerasoylyiluıâkneklüüibflnçomuimztzımıirrnedüürşnugklomannâtşuelmakayüüurnbilş)ebaaçh,tirşdrproydgökâaaalirböasrzbzlağtşasaçınıeoştaânlr”cıbsöeı'amiinaıdrbnarrım,ısietümrrynıenkt:naeânkaâsdmşmıarraaelıkny“â(ğgvsdükBkünedaaırâitoezarirüseknvdürzımelndıinerbryaıierdriruaa-üşn-an-.-i- ümmçai)üm,nâcrüfzsâüi:ktaarz“ı,S(atrafİt,ymoan)Bi”ek;lâğamitki,imnâcirMsaiin:tıt“akr,Tzoı,sHkeaKsnoarbi,nmtiHemneânrdimeismetâarrziı(,getoDamorezrıti”-k; Z ri), Astronomi, Müsıki”; dördüncüsü ise: “Solon, Sokrates, Likurg, Pisagor, İnri” kelimelerini ihtivâ eder. iddbmrmdemylliauiâiaıedrmunknlnyireikldldianbaaeanönatrvhvoen,şeâıılvdbailiMaâuküzmnfitulıhriaçhşdaaüslıgşotkltvrrmorelıüüidzaellefarlrrekofeşra.şüelfatrehalfnı.ezraumçrBdıremsıriuibıürme,inHlnlsriyvmabalınci“rvuelbiec.şpaiudrnbsiraısmaadiszr-işymdi,Msalgışıalmuelaantöeerrkısirdrvinh.rioallüea.nasemnlnryiırmıilıüüürlisşBllumzşnMeaudıieğüuryeışhyrb.anitztrâiuı”is,aknhlrevdbSeef.âuıuiâaezrdinçdrlk.diâö,abeBoorrnenudetnşndkerGauıuenierlnbymrtlnmkıoıiiözmaklkyşaşimuü“dmaieirâlıGlşnlzçmgçzr”ıiiâeaöıetnlzlndlsedlmbebaüetehiereulrtatrrkizeumarirönirnfblieyşinzhililaıeılrnaabnlilrirktıadeeelaı,ğıktrbğşfalzriııaiyrdıârhşnaiefüttnşdrıdzıiaaeogoneeaşivylkln-aı-nâ----k Kalfaların kabül âyini manzaralarından: Namzed ve ehl-i hıbre kardeş, parlak yıldızın önünde diz çökerler.
104 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 105 müâlümat verilir. maddi hayâtı için gerekli olan âlât ve edevâtın îxnâlî gibi. oirldıleinrurd.irkinarilMegdeciıBgedrrüiekıâtryls.üiminnıomşlmZtuiiırbşrrsumâ.aüdşdöeuvŞdnyerâellruyelüimerkilddelnaneacdryeçıiaeırknmrtilçeaanaıkkrrlla,ueaukyrrlcudauBratnunvauecoaöbpkkniiaralnribüdakaklialkardearamvrzreeiakntgraiüalmhulheaâçaülktmnöaksçernııınzlnıüöynğeyhuldüaekiünlbcaküi-â--- Eğitim mecbüriyeti ile başlayarak, beşeri efkârın fen nızca kalfalar hâizdir. Bu sefer seyahatlerin sayısı beşe ulaşır. Üçüncü seya- ve san'at şâhikalarında nâil olduğu büyük mevkie k'adar hatte muhterem, namzedlere “parlak yıldızı” gösterir ve şu yükselen zihni çalışma ve akli kuvvetlerimizi geliştirme tarzda mâlümat verir: ve genişletmemiz, bize tabiatın sırlarını ifşâ edğr Ye mad- “-Parlak yıldız; insanlığın geometrik bir temsili,beşeri di çalışmanın da yardımıyla en büyük âbidelerî inşâ îde.rîk âzâ sisteminin remzi bir resmidir. Merkezinde görülen “G” gelecek asırlara kıymetli bir servet ve refah mirâsı yâdigâr harfi, arkadaşlar için sâdece “Geometri” kelimesini ifâde bırakır. eder. Bu kelimenin bir diğer mânâsı vardır ki; ancak mes- leklerinde gayretli ve sebâtlı olan masonlara ifşâ edilir.” Kadim Yunan'ın büyük şâirlerinden Hesiode:* drdiaaznlsyçeyösaBkiputnarüdrake.dtnae,nArkakçlsaıkordanaarrkşalavreanyaermprlzaeerefrldâiaklnkaeetriyoeıtdludedreınuzrılaneayhrnl.-ıkiarsh“şüıPırbaserrıtellnaedkakatyrâıbdzileirdşmırze”sivaıçenin--n “Çalışmayı ve gayreti muhâfaza etmek fazilettir.” demiştir. etrâfında dördüncü seyahatin nihâyetinde muhterem, çı- İncil'e rağmen bu yunan şâirinin hakkı vardır. Evet karğeş- raklara şu tarzda bir nutuk verir: lerim; İncil, çalışmanın bir cezâ olduğunu söyleyerek fâhiş ogyvbokhvsielaieaalaztazyl'a.lidnlyrbdueebeirğBdtçivliuezeazil“evliy-vekcâıegermrshşatmâKeaaymiarlshbrmaridiioeeieddyermtdnzdaaeitemleşaceablbektniarituekıtlnilersmaissmeiyiransbngnm.nieaeçi,lıtzvnazvneiial.eÇşınrebşadzıdkuafleouneUnaıtlndllynşlseaadüaoubmfrairnmaetöırlık,dznmısk.laeasevü'üenyseynrmkyeHeılarateene(hdilbsprçıalcdavaâiietzeişlrhnüimikıiaciaşvzsüzkmieiveıidşailernlb)alnyıemi,bermârneir;uzkigihmknlzeçofiçâüiehliizitrkfekfnairrtâadarvimçsetfzedimeü,ailaşrekretebkkf.reieeiyiulnktsdvlişgttMevraaeoöieanraflğrttkzdfaimuaurdnekbvesaviiiva-v-eukzre-t bir hatâ işlemiştir. Çalışmak tatlı bir lüzum ve beşerin kur- tarıcı bir ihtiyâcıdır. Çalışmak, bir an dahi duraksamanın şânından oılma- dığı, ulvi tabiatın esas kaanunudur. Cenâb-ı Hakk bir an istirâhate muhtac kalmış olsaydı, bütün âlem duracak ve Dünyâ nihâyet bulacaktı. Toplantılarımızda geçirdiğşmiz kardeşlik vakitlerine “mesâi” nâmını vermemizin sebebi, ça- lışmaya karşı fazla bir cemile göstermemiz içindir. Maîış ke- limesini farmasonluğun remzi lehçesine dâhil etmemizden maksad ise her çalışmanın bir mükâfâta müstehak bulundu- ğunu anlatmak içindir. Mason lisânındaki maaş bunun g%bî remzidir: Maaş, bu lisanda hayır ve mürüvvet erbâbı gibi namzedin de mesâisinin mükâfâtını uzak bir gelecekten beklemeyerek bu Dünyâ'da refâha nâil olacağını anlatır. Namzedin fazilet sâhiblerinden olmasından maksad bir gün bunun mükâfâtına nâil olmak değil, belîkiımleskâîsi— nin bir gâyesi olan faziletin, kendisi için fikri bir istirâhat, vicdâni bir saâdet temin edebilmesidir... Son seyahatinizin hakikt mânâsı hürriyettir. Demek 39 Hesiodos: M.Ö. 8. asırda yaşadığı tahmin edilen ve yunan didak- tik şiirinin babası olarak kabül edilen şâir. (Nâşir)
106 MASONLARIN ESRÂRI LBO TAXİL 107 oluyor ki hürriyetin sosyal bir insana yüklediği vazifelere len biçimsiz taş kütlesinin önüne sevk edilirler. Her biri bu nüfüz etmeniz icâb ediyor. taşa üç darbe vurur. Bu merâsime “çırağın son sa'yi” nâmı verilir. Hürriyetten tamâmıyla istifide edebilmenin yegâne çâresi, başkalarının hürriyetine tecâvüz etmemektir. Eğiti- Bu da nihâyet bulduktan sonra çıraklar, evvelden zik- miniz burada nihâyet buluyor kardeşler, şimdi size bir şey kalıyor ki; o da size öğretilen şeyleri zihninizde tasnif etme- redilen üstüne iki kürenin konulmuş olduğu masaya elleri- nizdir. O süretle ki; sözleriniz ve fiillerinizle, sizden sonra ni koyarlar. gelecek olan namzedleri terbiye ve irşâd edebileceksiniz. Biz masonların tâkib etmekte olduğumuz gâye, ilimlerin Muhterem: uümümlleştirilmesiyle insanlığın medeniyet yolunda at- “- Kardeşlerim, masonluğun en büyük fazilet addet- makta olduğu adımları sür'atlendirmek ve her ilmin husüst tiği sa'yi yüceltmek için müşterek bir fikir içinde kalbimizi te'stirinden çıkarılmış olan ahlâk ile insanoğlunu olduğun- ulvi eyleyelim. dan daha temiz ve saf hâle getirmektir. Ey sa'y! Ey hür insanın mukaddes vazifesi! Ey yüce hisler ile dopdolu kalblerin kuvvet ve tesellisi; bizi kötü ih: İcrâ etmiş olduğunuz seyahatler esnâsında topladığı- tiraslardan sen muhâfaza ediyor, çocukları sevme hissini nız mâlümâtı tasnif ve hulâsa ederseniz aşağıdaki hakikat- ve zevce muhabbetini kalbimizde sen sağlamlaştırıyorsun! lere ulaşmış olursunuz: Kemal ve irfân sâhibi olmak isteyen İzzet-i nefsimizi koruyan ve bizi başkalarına faydalı kılan bir kimse için en selâmetli yol kendi nefsini tedkik etmektir. ancak sensin! Kötü ahlâka karşı himâyemiz sen, hürriyeti- Sâniyen; ilimler bize hak ve vazifelerimizi tanıtırlar, hakla- mizin bekçisi sen, bize eşitliği öğreten sen, kalbimizi ulvi rTımızın korunması ve dokunulmazlığı, vazifelerimizin mü- kardeşliğe istidâdlı bir hâle getiren yine sensin. (Elini kaldı- kemmel bir şekilde icrâsı husüsunda bize bir mürşid, bir rarak) Var olsun sa'y!..” rehber olurlar. Bizi bilcümle çirkinlik ve rezilliğin fevkinde Oradakilerin hepsi muhteremi taklid eder. bırakır, hayâtın musibetlerine tahammül için muhtâc oldu- Çıraklar bu sözleri can kulağıyla dinlerler. Fakak ğumuz kuvveti verir. parlak yıldızdaki “G” harfinin asıl mânâsı kendilerine ifşâ edilmemiş olduğu için bu yüceltilen sa'yin ne nevi bir sa'y Masonluk, efkârına bir şekil ve şahsiyet veren remiz- olduğunu tabii ki bilemezler. Masonluğun, en büyük fazilet leri büyük bir ilimden, Astronomi'den çıkarmıştır. Bilcümle telâkki ettiği sa'yin medh ve senâsını dinlerler fakat muhte- mason mâbedlerini süsleyen remzi şekiller, bize kâinâtın remin irâd ettiği bu yüce ve menfaat fikrinden âri nutkun ne büyük mâbedini, başımın üzerinde parlayan parlak yıl- pislik bir, diğer mânâsı olduğunu keşfedemezler. dız, bunca masnüâtın sırlarını örten sebebi, Kâinât'ın Ulu Bu nutkun sonunda namzedler yemin ederler. Ma- Mimârı'nı hatırlatır.” sonlukta her rutbe için bir yemin vardır. Kalfalık yemini Muhterem bu kelimeleri telâffuz ettiği sırada bir tok- şudur: mak darbesi indirir ve herkes parlak yıldızı selâmlamak “Ben falan, kalfalık rutbesinin efkâr ve esrârını hiçbir üzere başını indirir. hâriciye ifşâ etmeyeceğime, bu muhterem cemiyet huzürun- Bunu müteâkib çıraklar “işlenmemiş taş” nâmı veri- da tam bir samimiyetle yemin eder, mason kardeşlerimi se-
108 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 109 veceğim ve onların ihtiyaclarını elimden geldiği kadarıyla mezler. Fakat “kabül locası” nâmı verilen bir takım kadın tocaları vardır ki; onların esrârına, kalfa rutbesini hâiz olan gidereceğim hakkında evvelce etmiş olduğum va'di tecdtd mason kardeşler kabül edilir.” ederim. Yeminime karşı geldiğim takdirde kalbim parça Bu yolda bir hatâya mâruz kalan namzed eğer evli bir parça edilsin. Tâ ki masonlar arasında hiçbir hâtıram kal- Masın!.” adamsa mevkiinin nasıl bir zorluğa düçâr olduğunu tasvir edebilirsiniz. Cemiyet kâtibi bu yemini kaydeder ve muhterem yeni Namzed, çırak rutbesinde kaldığı beş ay, sekiz ay, kalfaları tebrik eder. bir sene hattâ bâzen iki sene esnâsında mason localarında geçirdiği gecelerde kat'iyyen kadın yüzü görmediğini, bu Muhterem, onlara, nâil oldukları rutbeye âid esrâr ve gecelerin konferanslar ve politika bahisleriyle geçirildiğini hakikatleri ifşâ eder ve sonra “küp şeklindeki taş üzerinde mason İocalarına asla kadın kabül edilmediğini zevcesine çalışmak hakkını” kazandıklarını beyân eder. Muhterem yeminlerle te\"min eylemiştir. bundan sonra onlara parolayı ve mukaddes kelimeyi de bil- Bâzen loca, hâricilerin iştirâkiyle, cemiyetin umümi dirir. Parola “Schibboleth (şibulet)” ve mukaddes kelime lisânında “kabül gecesi” nâmı verilen ziyâfetler tertib eder. “Jakin”dir. Her kardeş zevcesini ve arkadaşlarını dâvet eder. Tabii ki namzed de diğerlerini takliden zevcesini bu ziyâfetlere gö- Yeni kalfaya ifşâ edilen son sır şudur: türmüştür. Mason bu müsâmere esnâsında mason işâretle- “- Kalfa sıfatıyla beş yaşında bulunuyorsunuz. Rutbe- rinin yalnız erkeklerde olduğunu görmüş ve mason birâder- yi tâkib eden sayıların artması, kazandığınız varsayılan nür ler olsa da mason hemşireler olmadığına kesin kanaat ge- ve tecrübeyi ifâde eder. Fakat şunu biliniz ki kardeşler yaş, tirmiştir. Bu müsâmere ve ziyâfetlerde edeb ve iffete gâyet bu nur ve tecrübeyi ancak şahıslar ve eşyâ ile ortaklık eden riâyet edilir ve kadın da tabii ki masonların mesleği değilse kimselere hakiki bir sürette bahşeder. Bu bahş size, derun- bile hiç olmazsa ahlâkı hakkında güzel bir fikir hâsıl eder. larında her şeyin beşer beşer icrâ edildiği kabül localarına Masonluğa kadın kabül edilmediğine inanan bir ma- giriş hakkını verir. son, bu defa da iş yanlış anladığı ve “evlâdlığa kabül” ziyâ- Namzedin kulağına yavaş bir sesle verilecek bâzı fetleriyle “evlâdlığa kabül” locaları arasında fark olduğunu izâhâtı gerektiren bu son cümle, müşârunileyhin çıraklık ve bu son locaların kadınlardan müteşekkil bulunduğunu rTutbesine kabülü esnâsında kendisine ifşâ edilen bir haki- anlar. Muhteremin “her şeyin beşer beşer yapıldığını” söy- katin tekzibidir. lediği bu locaları ziyâret edebilir. Mason, evvelki ifâdelerle Muhterem o zaman demişti ki: bu defa tezâhür eden hakikat arasındaki tezadı hazmetme- “- Localarımıza asla kadın kabül etmeyiz!.” ye veyâ cemiyeti terketmeye mecbürdur. Bakınız o zaman bu sözleri söylemiş olan adam bu Bu bahsi yerinde tedkik edeceğiz. Şimdilik şu kadar gün sözü nasıl çeviriyor: diyelim ki; ikinci dereceyi hâiz olan kalfa rutbeli masonlar “- Masonluğun ikinci rutbesini hâiz olmak sıfatıyla “parlak yıldızın” ve ortasındaki “G” harfinin mânâsını “ka- “kabâl locaları”nın toplantılarında bulunmaya salâhiyetli- siniz. Şunu söylemek istiyorum ki localarımız -size evvelce de söylenmiş olduğu vechile- sırlarına kadınları ortak et-
110 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 11 dın atölyesi loca”larından öğrenir. 1788) bir mason üstâdı bulunuşu, papanın Voltaire* ile mmâacseornâls“aıXr,IV.ppeakpBaelmnıâokihltia'r”âimnnaesopbnailrpaarlsüırğeaıtrntaaesıinkzdaâadhakriedemirhatlsieolrânflvaevreldaeardlâkevirleits?kei,-: Kalfa Celseleri Çırakların bulunmayacağı kalfa celselerinde dan doğruya konferans verilmez. Bununla berâber doğru- nin arası gâyet iyi idi. Sonra bozuldu. kalfa kabülü münâsebetiyle kalfa dereceli masonlar, târihi bahis- Sebeb? Sebeb, riyâkârâne bir taassub gösteren ler hakkında olduğu iddia edilen nutukları dinlemek üzere mel'anetkârâne entrikaları oldu. toplantıya dâvet edilirler. Cizvitler'in Charles Edward Stuart'ın birâderi Henri papaz Prens Farmasonlukta ehemmiyetli mevkiler, üstadlıkla baş- olmuştu. Loyola'nın şâkirdleri onu sihirlediler ve entrika- lar. Çıraklık ve kalfalık, tecrübe ve tahkik devreleridir. Bu larla bu prensi kardinal yaptırdılar. Prens Henri, kardinal iki devredeki masonlar içinde istidâdlı olanları tecrübeler olduktan sonra papanın fikrini bozdu. Müşârunileyn kar- neticesinde anlaşılır. Loca reisleri, çıraklıktan terakki eden- Kral Edward, Arras'ta bir mason Jocası açı- lere kadınlardan müteşekkil localar olduğunu söyledikle- dinali kardeşi kardinalin ayartmasıyla masonluğu aforoz ri vakit, kalfaların bu husüsu nasıl telâkki ettiklerine pek yorken papa, ziyâde dikkat ederler. ediyordu. İşte bekarafirodreodşzelveâre,tmeidkşiisyleoirse.dneinBbuânzmıualnsaloraınlatrbebearriâkbdeürvşemabtnâalzkıdıiğsıpaeptoamlizaşar-- Masonlar, ibtidât sırlarını dahi öyle kolaylıkla öğret- mandan mezler. Dâimi bir tedkik nazarı altında bulundurdukları masonları cemiyet âzâsını istidâdlarına uygun bir şekilde istihdâm onlardan iktidâr ve temâyülleri itibâriyle istifâde ederler. ve ir.” Târihe pek de muvâfık olmayan bu nakil tarzından ' Adam olur ki dini meselelere pek de ehemmiyet ver- sonra bir hıristiyanın, dine âid olmayan hususlarda papaya mez yâhud vicdâni hâdiselerle iştigâl etmeyi sevmez. Böy- tâbi olmayacağı ve kilisenin masonluk üzerinde hiçbir tef- lelerinden siyâset işlerinde istifâde olunur. Bununla berâber üstadlığa çıkacak adamların her halde hür düşünen biri olması, tiş ve müdâhale hakkı bulunmadığı husüsunda telkinlerde bulunurlar. diyânet (veyâ en azından dini şekiller) aleyhine temâyül sâhibi Bu telkinlerin târihi hakikatlere uygun olmadığını söy- bulunması zarüridir. Kaldı ki çıraklığa kabül edilen bir maso- na, cemiyetin din ile bir işi olmadığı ve dinlerin aleyhinde ledik. Filvâki Papa Benoit, mason erkânından Voltaire'e bir bulunmadığı söylenmişti. O halde nasıl oluyor da din aley- iltifatnâme yazmış ve onu tebrik etmiş ise de bunun sebebi hine sevk ediliyor?! İşte masonların en büyük mahâreti bu- Voltaire'in mason olduğu değil, İslâm Dini'nin Peygamber'i radadır. aleyhinde yazıp papaya takdim ettiği tiyatro eseridir. Volta- Acemi masonları yavaş yavaş dinlerin aleyhine sevk ire, Papa Benoit'e şöyle bir mektub yazmıştı. etmek üzere, târihe istinâd ettiği iddia edilen bir takım ma- vzsıeizyâ144İd710he4t0il'VâdPFloarrilaotnsasiçpleieoeçriirelsAoiypmdMaLıa1ho8nrlrilaeyesaınlınzymoAvlaraaozLuiaefmHmteeab:drşeeehrk1utek6rita9nil4i'om-:nlı1aeş7n7186obFü7lyüra5kan-n1s7oyıı5lllza8arınkadaytürıpklşaaılüspsaaınırı.nüdrbaa.u(rlNauâys(nşaıNîişânıraşnd)yiAaarn)vy,eaşFadrmaaıhnşa- sallar tertib İendgiillmtieşrteir.KralBıunClhaarrınlesenEdmweaşrhdüruS,tuarsta'ımnimi(172b0i-r Katolik olan
112 MASONLARIN ESRÂRI Pek Mukaddes Peder, Pâris 17 Ağustos 1745 Faztletin en nâçiz fakat en büyük senâ edicilerinden birinin, ÜÇÜNCÜ SINIF yalancı ve barbar bir dinin kurucusu hakkında yazdığı risâleyi, ÜSTADLAR LOCASI hakiki dinin reisine takdime cesâret etmesini afva mazhar buyu- rursunuz. (Orta Oda) Filvâkt yalancı peygamberin zulüm ve günâhlarını alaya alarak yazdığım eser, hakikat takdisinin vektli ve taklidcisinden başka kime takdim edebilirdim? Kudsiyetmeâbları müsânde buyursunlar da risâle de mu- harriri de ayağınızın tozuna yüz sürsün. Kitab için himâyelerini, Üstadların Kabül Âyini kendim içinde tebriklerini Hiİyâza cesâret ederim. Üstad derecesine çıkmak masonluk hayâtının mühim hâdiselerinden addedilir. Üstad olmak için kesenin ağzını İşte böyle derin bir ihtiramı hissiyle hislendiğim halde huzü- biraz açmak lâzımdır. Locasına göre, üstad namzedinden runuzda secdeye kapanarak mukaddes ayaklarınızı öperim. seksenden yüz yirmi franka kadar para alınır. Demek ki Voltaire çıraklıktan beri bir masonun verdiği merâsim ücretleri şu mikdâra ulaşır: Papa, Voltaire'in takdimini kabül, kendisini tebrik ve Çıraklığa kabül edilmek için : 150 Frank ona madalya ihsân etti. Kalfalık merâsimi 150 Frank Kral locası açıp Charles Edward Stuart'ın, Arras'ta bir mason Üstadlık (ortalama) :100 Frank ferman vermesine gelince; bu fermân uydurma Yekün :300 Frank bir şeydir. İlk verilen 150 franka mukaabil çırağa bâzı sırlarıöğre- Ztrâ fermandaki târih 1748 senesi ve imzâ Kral vnCâhânamırınlneıas'taılhrma.armeıHkşeattlıb.uekdiHiayopPrsreendvseilmC“ihnaşâribl”eolsandbiuybeatbâairsmiızhtâeKrhaatelınyüoJzradcugk.ureaslK'ürinan-l tirler. Meselâ masonların mukaddes kelimesinin “BOHAZ” olduğu söylenir. Bir müddet sonra terakki edilir. 50 frank daha verilir. Bu defa mukaddes kelimenin “bohaz” olmadı- ünvânını 1766'da babasının vefâtı üzerine aldı. ği bilâkis “JAKIN” olduğu haber verilir. Lâkin terakki ede- rek üstadlığa çıkan masona hal lisânı ile şöyle denilir: “- “Bohaz' ve “jakin'i biliyorsunuz değil mi? Ah aziz kardeşim, bu sanki hiçbir şey bilmiyorsunuz demek gibi- dir. Çırak sırları öğretilirken sizinle lâtife edildi. Sonra kal- fa oldunuz. Bunda dahi idi!” esrâr denilen şeyler şakadan ibâret Hakikaten mason olmak için, üstad derecesine çıkabil-
114 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 115 melidir. Masonluğun hakikt mukaddes kelimesi, “bohaz”, alkışlar. Sonra namzedin kabül günü kararlaştırılır. Muhte- “jakin” değildir. Asıl esrârengiz kelime “MAHABONE”dir. rem, avluda bekleyen namzedi çağırarak kabül edildiğini müjdeler ve imtihanlara hazırlanmasını hatırlatır. Şu halde çırak ve kalfa olurken öğrenilen iki sahte kelime Çıraklarla kalfaların kabül âyinlerini târif ettiğimiz için boş yere 200 frank verilmiş oluyor! vakit, mâbedin süslemelerini ve tertibâtını söylemiştik. Kal- faların kabülü hengâmında mâbedin manzarası, çırak kabü- Mason nizamları gereğince kalfalıktan üstadlığa ter- lü hâlinden pek farklı değildir. Halbuki üstadların kabülü fiini taleb eden kardeş, bunu hak etme sebeblerini hikâye sırasında bu manzara çok değişir. eden bir dilekçeyi “teklif çantası”na atar. Evvelâ, örtülerin rengi siyahtır ve üzerlerine beyaz diller, ölü kafaları ve kol kemikleri resimleri nakşedilmiştir. Muhterem, bu dilekçeyi cehren okuduktan ve sadaka Masaların üzeri kasvet verici nakışlarla dolu siyah kumaş- çantasını kontrol ettikten sonra der: larla örtülüdür. Kapının yanındaki sütunların tepesinde çatlak narlar değil, içine birer akasya dalı sokulmuş ölü kolu “- Birinci ve ikinci mubassır kardeşler, şimâl müfreze- hıfzına mahsus kavanozlar konulmuştur. sini teşkil eden kişilerin bugünkü meşgüliyetlerin son bul- Tavana bir cenâze kandili asılıdır. Mâbedi ancak üç balmumundan yapılmış mum aydınlatır. Mihrâbın üzerin- duğunu ve mâbedi terk etmelerini tebliğ ediniz. Dilekçe sâ- de, içinde mum yanan bir kuru ölü kafası bulunur. Toplantı, hibi birâdere gelince, o da mâbedden çıksın fakat gitmesin, artık loca diye isimlendirilmez, “orta oda” nâmını alır. Re- avluda beklesin!” ise gelince; onun nâmı “muhterem” den “pek muhterem”e Bu emir üzerine çıraklarla kalfalar mâbedi terkeder- döner. Mihrâbın ler. gönye bulunur. üzeride şâşaalı bir kılıç, bir pergel ve bir Muhterem: Reisin tokmağının iki başına, çok patırtı “- Kardeşlerim! Kalfalardan ...... tarafından tahsisâtı- etmemesi için, bez sarılıdır. Mubassırların elinde tokmak yerine, dürülmüş baston şekline konulmuş kâğıd vardır. Bi- na zam yapılması için verdiği dilekçeyi dinlediniz. Birinci ve rinci mubassırını mihrâbında bir gönye, ikinci mubassırın ikinci mubassır kardeşler, söz almak isteyen olursa müsâa- mihrâbında ise bir cetvel bulunur. de edileceğini kardeşlerimize tebliğ ediniz.” Mâbedin orta yerinde bir tabut vardır ki; içinde, yüzü kanlı bir mendille örtülü olduğu halde, son kabül edilmiş Düşünce ve itirazlarını ortaya koyacak olan varsa üstad yatar. Ayakları şarka çevrili olarak yatan üstâdın üs- muhteremden müsâade alarak mütâlâalarını söyler. Olma- tünde siyah bir örtü, baş ucunda bir gönye, ayakları üstün- dığı takdirde birinci mubassır der ki: de açık bir pergel, ortasında bir akasya dalı bulunur. Oradaki herkes siyah giyinmiştir. Şapkaları başların- “- Muhterem, her iki müfrezede de süküt hâkimdir.” da olup keder alâmeti olarak kenarları gözlerine doğru in- Muhterem: “- Hatib kardeş, fikrini söyle.” Hatib kardeş: “- Mâdem ki söz alan ve reye mürâcaatı teklif eden Yök, ei kardeşin kabülüne karar veririm.” Bunun üzerine muhtereme orada bulunanlara kabül ve muvâfakat işâreti yapmalarını söyler. Herkes sağ kolu- nu uzatıp kuvvetle bacağının üzerine indirir ve sonra karârı
116 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 117 dirilmiştir. Hepsinin elinde kılıç bulunup uçları yere doğru “- Çok muhterem birinci mubassır kardeş, masonluk çevrilmiştir. Çehresine büyük bir keder alâmeti veren pek hakkında kalfalıktan fazla mâlümâta mâlik misiniz?” muhterem, mihrâbın son basamağında oturur. Namzede Birinci mubassır: gelince; bu hazırlıklar yapılırken o, ite kaka sokulduğu te- “- Tecrübe ediniz!.” Pek muhterem: fekkür hücresinde beklemektedir. Nihâyet ehl-i hıbre kar- “- Üstad mısınız?” deş gelir, namzedin ayakkabılarını çıkartır, sol koluyla göğ- Birinci mubassır: sünün sol tarafını çıplak eder. Sağ, koluna bir gönye asar. “- Akasyayı tanırım! Pek muhterem: Saatiyle kesesini müsâdere eder, önlüğünü çözer ve tekrar “- Kaç yaşındasınız?” iğreti bir şekilde bağlar. Her şey hazırlandıktan sonra ko- Birinci mubassır: —medya da oynanmaya başlar. “- Beş yaşımda ve daha fazla.” Pek muhterem: j Pek muhterem: “- Çok muhterem birinci mubassır kardeş, bir üstad “- Çok muhterem ikinci mubassır kardeş, üstadlar locasının mubassırının ilk vazifesi nedir?” saat kaçta çalışmaya başlar?” Birinci mubassır: “- Mâbedin mahfüz olup olmadığını anlamaktır.” İkinci mubassır: Pek muhterem: “- Öğle vaktinde, pek muhterem.” “- Tedkik ediniz!.” Pek muhterem: “- Saat kaçtır?” Her zamanki gibi, bekçi kardeş vâsıtasıyla avluda kimsenin olup olmadığı kontrol edilir. İkinci mubassır: Pek muhterem: “- Çok muhterem ikinci mubassır kardeş, bir üstad lo- “- Öğle vaktidir.” Pek muhterem: casının mubassırının ikinci vazifesi nedir?” “- Mâdem ki öğle vaktidir ve mâdem ki üstadlar bu İkinci mubassır: saatte çalışmaya başlarlar, çok muhterem birinci ve ikinci mubassır kardeşler, sütunlarınızı teşkil eden muhterem kar- “. Hâzır olan kardeşlerin üstad mertebesinde olup ol- deşlere işe başlamak üzere size ve bana katılmalarını tembih ediniz!.” madıklarını anlamaktır.” Mubassırlar reisin emrini tekrâr ederler. Pek muhterem: Pek muhterem iki başı bağlı tokmağıyla ve mubassır- “- Çok muhterem birinci ve ikinci mubassır kardeşler, lar kâğıt değnekleriyle birer darbe indirirler. lütfen bu vazifenizi de yapınız!” Pek muhterem: Her mubassır kendi müfrezesini dolaşır. “- Ayağa kalkınız ve vaziyet alınız, muhterem kardeş- Birinci mubassır: lerl.” “-Pek muhterem, her iki müfrezedeki kardeşler de üs- tad rutbesindedir.” Pek muhterem:
118 MASONLARIN ESRÂRI LÜO TAXİL 119 Herkes üstad vaziyetiyle ayakta durur. * Pek muhterem, hiddetten köpürmüş gibi: Pek muhterem: “- Buralara girmeye cesâret eden gözü pek kalfa kim *. Kâinât'ın Ulu Mimârı şerefine, ve ...... yüce mec- lis nam ve himâyesiyle ve mütâd olan esrarlarınızla bu oluyor?!. (bir tokmak darbesi vurarak) Çok muhterem birin- muhterem locanın üstad celsesini açıyorum. Bana geliniz ci mubassır kardeş, bak şu gelen kalfa kimdir, ne istiyor?!.” muhterem kardeşler, işâret vâsıtasıyla (herkes üstad işâreti Bu emri, birinci mubassır ikinciye, o da bekçi kardeşe yapar), batarya vâsıtasıyla (batarya yaparlar) ve esrârengiz tebliğ eder. Bekçi kardeş kapıyı aralayarak: alkış ile...” “- Kimdir 0?! Herkes: Büyük ehl-i hıbre: “- Hoze!.. Hoze!.. Hozel!,.” “-Size, mâbedin etrâfında yakaladığımız ve derin dü- Pek muhterem, bir tokmak darbesinden sonra: şüncelere dalmış gibi görünen bir kardeşi getiriyoruz!.” “- Muhterem üstadlar, “orta oda” işe başlamıştır. Yer- Bekçi kardeş kapıyı kapatır. lerinize oturunuz kardeşlerim!. Pek muhterem: Kardeşlerim, kalfa rutbelilerden ....... , Ücretinin zam- “- Heyhât!, Kardeşlerim, ihtimal ki bu kalfa bizi çok mını taleb ediyor. Şimdi orta odaya alınacaktır. Bununla üzen cinâyetin fâillerinden biridir. Ona adını ve yaşını so- berâber onun yeterli mâlümâtı ve işlerimize ortak olmasının runuz!.” münâsib olup olmadığını sormayı muvâfık buluyorum. Üs- Bu emir icrâ edilir. Cevâbı hâlâ kapı dışında namzedle tadlığa yükselmesi için lâzım gelen vasıfları hâiz midir?” duran birinci ehl-i hıibre verir ve cevab mubassırlar vâsıta- Bu suâli mubassırlar tekrâr eder. Kabülü hakkında sıyla reise iletilir. Pek muhterem: itirâz eden çıkmazsa, pek muhterem: “- Yakalandığı yerde ne yapıyor ve ne gibi şeyler dü- şünüyordu?!” “- Muhterem büyük ehl-i hıbre kardeş, bakınız kalfa Bu defa cevâbı bizzat nâmzed vermeye mecburdur. meclise gelecek halde midir? Onu mâbedin kapısına getiri- Lâkin ne cevab vereceğini bilemediğinden aklına gelen söz- niz!.” leri kekeler. Pek muhterem, son derece hiddetlenmiş gibi görüne- Büyük ehl-i hıbre kardeş, tefekkür odasına gider. rek: Namzede refâkat etmekte olan ehl-i hıbre ile berâber nam- “- Bu cevab kâfi değildir. İhtimal ki Hüdâ, bizi mâ- zedin boynuna bir ip takar. İp, namzedin beline üç kere sa- temlere gark eden sefillerden birini elimize düşürüyor. Bu rıldıktan sonra ucunu ehl-i hıbre tutar. Büyük ehl-i hıbre ise kalfaya sorunuz!. Buraya girmeye nasıl cesâret etti ve ne ta- namzedi kolundan yakalar ve ite kaka mâbedin kapısına raftan geldi?!.” getirirler. Ehl-i hıbre, kalfa usülü ile kapıyı çalar. Kapı çalın- Büyük ehl-i hıbre (kapının aralığından): dığında, orada bulunanlar yalancıktan telâş ederler. Birinci “- Pek muhterem, üstadlarının cesâretlendirmesiyle mubassır utanıyormuş gibi sesini titreterek: ümide kapılan bu kalfa, sa\"yinin mükâfâtına nâil olmak isti- “- Pek muhterem, mâbedin kapısı mason usülü ile ça- lınıyor!.”
120 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 121 yor. Bildiğim şu ki; çıktığı merdiven iki defada çıkılır, birin- Pek muhterem: cisi üç, ikincisi beş basamaklı.” “- Üstad olmaktan maksadınız nedir?” Namzed muvâfık bir mukaabelede bulunur. Pek muhterem (bir tokmak darbesinden sonra): Pek muhterem: “- Pekâlâ. Ne olduğunu şimdi anlarız. Bu kalfayı içeri “2 Sakın maksadınız bu değil de bizim yaptığımızı alınız!.” anlamak olmasın!. Kurbânı olduğumuz hile ve ihânet beni Kapılar açılır, namzed içeri alınır. Arkası şarka dön- vesveseli etti. Belki de dehşetli bir intikam alacağımız çap- dürülmüş olduğu halde yürütülür. İki müfreze arasına ge- kınlardan birisiniz!.” lince; her kolu bir ehl-i hıbrenin elinde ve ehl-i hıbrelerin Mecliste bir hareket müşâhede olunur. kılıçlarının ucu kendi sinesinde olduğu halde durdurulur. Pek muhterem: K Mâbedin kapıları kapanır. Herkes büyük bir kedere düşmüş “. Ah muhterem kardeşlerim!. Mimâr-ı Âzam vere de gibi düşünür. Uzunca bir müddet sessizlik olur. beni heyecanlandıran bu hissettiğim şey boş olsun! Müfet- Pek muhterem: tiş kardeş, bu kalfanın ellerini muâyene et ve ö ü de “- Kalfa, yaptığınız işi güzelce düşündünüz mü?!. El- leriniz temiz midir? Vicdânınız rahat mıdır?” al. İhtimal ki onu taşımaya lâyık değildir!.” alıp gâyet Namzed bu suallere dilinin döndüğü kadarıyla cevab İkinci mubassır namzede yaklaşır, ellerini verir. dikkatli bir şekilde muâyene eder ve önlüğünü çıkartır. Pek muhterem: İkinci mubassır: “- Bu mâbede gelmek sebebiyle, icrâsına tâkatinizin #. Pek muhterem, kalfanın ellerini temiz buldum ve yetişemeyeceği imtihanlara mâruz kalacağınızdan korkmu- size gönderdiğim ör de hiçbir leke yok.” yor musunuz?” Pek muhterem (önlüğü muâyene ederek): Namzed bu suâle verebileceği cevâbı verir. “. Peki aramıza girmek ümidini beslemeye nasıl cesâ- Pek muhterem: ret etti? Muhterem kardeşlerim, dönüp dolaşıp geleceğimiz “- Ey kalfa!, Bil ki masonluğa müdhiş bir felâket isâbet sual bu!. Şüphe yok ki kalfa şimdiye kadar muvâfık süretle etti. Bu felâkete sebeb olanlar ise masonluğun kendi evlâdla- cevab verdi. Peki ama sözlerine inanmak câiz mi? Ona tek- rı. Lütfuyla gözünü, gönlünü doyurduğu mensubları. Aca- râr soralım: Ey kalfa! Bâtınınızı bir daha yoklayınız!. Ken- bâ ihânet eden bu nankörlerden birisi misiniz? Masonluğa bu ithamdan âzâde buluyor musunuz (birden bire) girişinizden beri üzerinize düşen vazifeyi hakkıyla yaptınız dinizi buraya girmek için parolayı söylediniz mi?!” mı? Doğru söyleyiniz!. Eğer yalan söylerseniz bize mâlüm fakat Namzed, bu parolanın kendisinin bildiği kalfa parola- olur. Eğer bize yalan söylerseniz iki kere cezâ görürsünüz. Bu sebeble sözlerinize dikkat ediniz. İşte yine soruyorum: sı olduğu zannıyla tasdik cevâbı verir. Vazifenizi tamâmıyla icrâ ettiniz mi?” Pek muhterem: Namzed cevab verir ve hâlâ arkasını dönmüş olarak “- Nasıl, nasıl?! Parolayı verdiniz ha! Eğer öyleyse siz durur. hâinlerden birisiniz! Ah muhterem aramakta olduğumuz duydunuz değil mi?! Giriş parolası? kardeşlerim, itirâfını
122 * MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 123 Bu parolayı nasıl bilmiş?! Şübhesiz ki cinâyetinden sonra! ilişir. Pek muhterem birinci mubassır kardeş, bu kalfayı tuhınb;; nhüüzc.resBPi4u.en-rkeaBdimrakiuonhcndituaelrdmaeeuymrnş:eıcevşyeeeyloerrkaiadbaüglöörlüeüydioklradfsiauğnikuneizmz.ikelÖselnrüâidmaegörtâemidfüeşkotklüüa-rn ve her tarafını dikkatle arayınız!,” Birinci mubassır namzedin üzerine atılır. Her tarafını ajrar ve sağ elini kontrol eder. Namzedin sağ eli elinde oldu- bu kasvetli şeyler, bize hakikati en ziyâde hatırlatanlardır. ğu halde: “- Ya Rabbi!. Ne görüyorum!.. (namzedi boğazından Bunlardan birisi şu kuru kafadır. Bize diyor ki: Ben bir za- yakalayıp tehdidkâr bir sesle) Söyle bedbaht!. Üstadlar pa- man var idim, şimdi ise yokum!. rolasını nasıl verdin?!. Bu parolayı kimden öğrendin?!” Emrettim, sevdim, fazileti inTyhosnoicealuiirfnanânhzksnıâumiinlzemenne,tbteituAçBızirşgtuiimnıaefkn,ykkehlaaaerkeydfsicodabnaaabelaefuçşmğasatni!aicııdeuocdağtanlaitıkâEnilrbdsvi?v.aaaı!duyvrndğe?aeıir!ŞBuinlrzbudkuncl??etene!auriLhuyâdâBaaşabkulBlricebiâendimbranhşeulidküseilitâryişihhyioyiiboeraonbmibprllizzdirsaeedimienkumşubmâiikğushnurtsbiuisıluuömmçimnuknyiğiunulmişkh!zuenvzyiaa.iemyza?db”neen?aehhınrraayidmNkkoeniNeiirhv,dekrk!şeeayreaeğtoettidf,lbBklleeâiu!isnzlnfaâhiıilbyrmkeŞıi?r,üpigrfki!caiemn.ekilmdraieiiircetyaezammorsbizbreaeidâin----re Namzed, söylediği parolanın üstadların değil kalfala- rın parolası olduğunu söyler, birinci mubassır namzedi bı- rakarak yerine geçer oturur. Pek muhterem: “- Bu kalfayı muhâfazaya me'mur büyük ehl-i hıbre kardeş, namzede vekâleten, üstadlar parolasını birinci mu- bassır kardeşe söyle.” Ehl-i hıbre, birinci mubassırın kulağına söyler. yanına giderek parolayı : Birinci mubassır: kyygğaeaöultdrınaeüunrrmleeBtnvluraedâinikmıilcsinmiıezarnizayâbn.düizarezasBüzeütnrbeyüoeaşlüçrbnüaiklrfe.artotieyaNhnlnmiam-aâimüymzdsaıiheünzıderb,rüaeçsa,ıödktyaianllmbeoaeuılmytnbmeztiacraeeddyğbıieüiihğrzlmı-ü.ainan”ydddaahaeğinmakbirekok,aillkmdıdtzıuıarğlboıuulrt.dnbtuoua-- “- Pek muhterem, parola doğrudur!” I’elî muhterem: “- Öyle ise kalfayı oturtunuz!.” İ Bundan sonra pek muhterem, namzede birinci ve ikin- cıAdereceler ile masonluk hakkında bâzı sualler ve üstadlığa Pek muhterem: naillolmak için ne gibi şeyler öğrendiğini sorar. Zâten nam- mgydeiöitğrziiüdyeihoşnu“TrNl-saesaryüubKmeiiasnznrkluuiefasznatdim!,di,a.amsaiiloşzçttnBbaaeilibkrzviaimterâmkatoââatle“zlyiaâkmdülsralılımaleenkfarrlaitaia”nlbtmeöaiayydknzllheuideirrnınebnı,dcşâıbıieeznkrsıkiemşbkndıieoadr?elyye”rddbslueo.üeanlirddkiaEuamhmm.sialidzbanieriKrndtzaiıerrrdst.oekeiibşlblemcebeairidndiinâlı-i--- zedin bütün fikirleri ve hareketleri mâlüm ve kendisi kon- ;ÜEıoekilabmaâluzthııhtnadeşaeryelNmber,ulucıln(ekdesnudoriruuldluümrşu.iüşşüOncnoedllaedrnuiğniniuianlbddıeağynıâbenyâ cneaevdmaebzrle.adriNinhhihaââşykaekhtısnıdbniaari B ”'- Merâsim me'muru kardeşler, kalfayı “şark”a dön- dürünüz!.” Kalfa, şarka dönünce tabut ve kafa kemikleri gözüne
124 MASONLARIN ESRÂRI ğını söyler. Pek muhterem: “- Pekâlâ, mâdem ki böyle bir cinâyete karışmadı- nuNütcamoğ“nacaçaedıreiuybzuünmıtn',amunnâmatzntmuczdkıiueueşüalbkndnrNiaaüdziauyrmsaenivatı”omebnalndzueadkdıednbtaaadmedaarrvniaşsrl,kdbayıtehşaaezeulsuasişmtsablıy,üuiaiyçerbzcnzıatieareccrnibaernğaaeiiksdilrkâınbeıaenzârtlalğdezamvydvşiceyeebaieıluhenueynsğssacnteeiıekırâutknnaenzanyailtdkdenatfdzaçaeknaaa,be,atlibunvikauntrbaşattuimrelıduablâadkknbıuzmkekaıoumialactrztrlgrşude.tâkaenenığalırmçtvuimbeıemarnliEeyrym.riğaülalekyaeiytzakealrvsıaernrıpaiOirrdanzsnciaykeiimıeecnküazşynvzendt!reiaıenâ.iteüomkzâlztdgtntii.zleeuetüezçeernHlieruggieernbdrenMönr.rnu.eçsaeoelneütlmrkrukzSüeaz,ânaoyrevuslna.osedkrirğby”osyı.,imıa-onprâ- NoRrpD. Pek muhterem: ÖOvesm. “- Çok muhterem mubassır kardeşler, ABDC.... aDY3m6e0?ernpipoeaetrsr'dpaevaüres-nrisdeerdselseupCsaNosoörmddüpv.eurgscnoornPp.Es,sia,ü Sud, larında şübhe çekici bir hal gördünüz mü?” kalfanın adım- Namzedin tabuta husüsi adımlarla yaklaşmasını gösteren kroki. Birinci mubassır: “- Hayır, pek muhterem.” Pek muhterem: yürbmdaesiâukcrtnnaeauızkdvzesnl,iıat“nğka-iaafszblaKii.ftalz”akalâelantfabar,üdvcaleeirnmieâeeâşcydmiedetinğteeliiicmeyzne,meğetinsnkelieiâzgnkşsieiuünzlşremebyeteiblylvrieeeilvrenecdliveebnuneankştulebhaabieâdrirrıziü.higcbamteerlllBdfeedierzieidğaaimhhntvutdeeeveeadssndfsiöeâüfnyirailrdkzeemuskeimiçoz--ıl;e-- Namzed ahdeder, ehl-i hıbreler namzedi bırakırlar. Pek muhterem: “- Pek güzel, kardeşim, bize verdi; itimâd ediyoruz.”
126 MASONLARIN ESRÂRI LÜO TAXİL 127 Bu esnâda iki mubassır, namzede yaklaşarak arka ta- sonra diğer ameleden afv ve müsâmaha bek!exeme_ye_cgkle; Birinin elinde demirden gönye, diğerinin cinâyetlerinin meydâna çıkmama's'ı için ızl?r_mı u'ı;iıa rafında dururlar. inçlik bir demir cedvel vardır. rinden niyet ettiler. Boş ümid!. Cinâyeti işlemek için kul uî- elinde yirmi dört etmeye Pek muhterem: czteeasrmâearmentl“a-üvrseVıtremiâfrıdâdtıziımd.ıaizçdiınbrizgiözkiyteasşmeılelsidâiöemkdeitrzüdğevüemübbizezidbmaaahysdtoılnnı,lğaıtbımriı,zzidmakemdeubrihlz-ie nacakları âletler, onların hangi sınıf ameleye mensüb olduk- ifşâ edecekti. : a ğîı'aneeîien batmasına yalîın amele, i'şleriîıi bırakıp is- tirâhat etmeye gidiyorlardı. Üstâdımız, işyerinden en Sîl-ı. olarak ayrılır ve mâbedden tek ba_şma çılîardı, F)enmek) 'ı, müekbldfY“üıtseeıüützsaHktnnyiş,tdpidâküamiibldmrdkialerıaazlrreinmâıymilrlMtığsı”eibaeaazünicn,rsrrieıobnmtütainâmiülmalstylbeensieitetvutraâymeitâkâevhdisâmdbn,âviriâiıie“nuilbbmtbHersieıliKierdeznâsrsgtlidieraöakaetnnaâanrhrmmmâtrn'.rüi-tuıiaşl'AkhbmttddıeiibııDâüan.stnziü.fhermdatş”aaâetarmzBiUsMılualiamençaunvrvıia,eselrybhokaeiaaMirtrn“mnklnite,âlAâlmimymğuaaddâıeişkğeonrtümiunınmseıyne-itdşaskbâHiktpişidlieeleşmmmıdirnrliaiimaree,çalşlıtiyfreemznliirarı.”nnüdmonieddble.,eTaüusvânşneldbTmaiaeâerkhaalsğüaiiisnrçimbmâlammmeriavuâsiıinlervvsbzoâfeıiuilâieyynml-ra-ındiee-n müdâfaasız ve yalnız bulunurdu. İşte katiller, cinâyet için i iler. l Vaı;îiıâs;eçı;in üç kapısı vardı. Biri şarka aç'ılşrd_ı Fi ?ndan “orta oda”ya girilirdi ve üstadların girişi idi. İkinci kapı cenüba ve üçüncü kapı garba açılırdı. Bu sonuncusu bıîtu.n amelenin ortak girişi idi. Hiram da bu kapıdan çıkmayı âdet edmn'ıîlsşi:rııleri; “Jubelas, Jubelos ve ]ubeluı'n\" olaı? uç hâin müttefikten her biri bir kapıyı tuttu. Tâ ki Hiram, birisinden kurtulursa diğerinin eline düşsün. Jubelas, cenub kaPîsı'rıî da saklandı. Jubelos, garb kapısını ve Jubelum, şark girişini dkikgiılçita.üeialbnrandüdted,elüesnngtOkİeeiahadfrdtilridilmletmraaeetiaakrnbysyaliâeeaerkdrefaiiinmdalklaizaeârhmçscynleasıeeetnkkrukt/iiseaitotlmviitleeeblarme“âzk.ramtieddâunkoıo,kLalkkltâuauldikdahduirerldonareaıleştraal.scnbneheurumOiüiksbçimyüeremsuslateukuzimbkaaneemhialddbeçmeiaddiy”eyyndeitilkes,leahisabnyida“yalıyoşetymrraüreteğdkeraıkışealrogaodtllbirıdediâr.arruzmeo”.ıcleymşaeke-aOn-- a Cânilerin yerlerini almasından biraz sonra, plânlarmın güzelce icrâ edilip edilmediğini her zamanki gibi gomvıek orta kapıdan çıktı ve cenub kapısına dugrfı üzere Hiram, buağıramebilreycee,dveklendilie ssiinldâehlnam'nneı_şistoeldaiîğinA]iu_bveelasn'iı- yöneldi. Orada gördü. Üstad, çin diğer amele ile berâber gitmediğini sordu. Kalfa Jubelas, tecâvüzkâr bir tavırla cevab verdi: Z “- Üstad, çok zamandan bcriğ)eni aşağı s'a\"flaıda tutu- . Terakki etmek, üstad olmak istiyorum!. Bu üç övaolâmrdsetıülatreya,amseıyyçmleıuakkınaköcdaağrdraeecrsnezmkâveeeyyralidiilmueekğryar.riaayrBalpöcayeaşldtkeıelrardriıbımilrniaırz.cib“niBHâludyiierkthaltâemeir”nni yorsuîliîîn, ahlâki husüsiyeti olduğu üzere hilm ve yumu- verdi ve dedi ki: dan tehdid şakhkîa_ Cğğıîbdiğer kardeşlerimin muvâfakati o]xîıayı.nc.a, teşebbüsleri kendiliğimden seni üstad yapamam. Sabret ve çalış!. Vaktin için üstâdı
128 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 129 geldiği zaman senin kabülünü bizzat ben üstadlar meclisine “- Bana emânet edilen sırrı etmektense ölümü tercih teklif ederim.” ederim!.” Demesini müteâkib Jubelum, elindeki tokmakla “- İcâb ettiği kadar san'ata vâkıfım” dedi Jubelas “Ve üstâdın kafasına şiddetli bir darbe vurur.” üstadlara mahsus parolayı almadıkça seni bırakmayaca- Hikâyenin burasına gelindiği gibi, pek muhterem, Bim!.” “- Mecnun!.” dedi Hiram. “Ben üstadlığa bu süretle elindeki tokmakla namzedin alnına şiddetle vurur. Aynı za- nâil olmadım ve o bu süretle verilmez!. Çalış, sebât et, sonra manda ehl-i hıbre namzede çelme atarak onu tabutun içine maksadına nâil olursun!.” yuvarlar. Önlüğü namzedin yüzüne atılır ve kendisi siyah Jubelas ısrâr etti. Hiram, bu gibi tavırlarla emeline vâ- bir örtü ile örtülür. Ayaklarının üstüne bir gönye ve bir per- sıl olamayacağını ona anlattı ve işine gitmesi için eliyle işâ- gel konulur. Sonra namzedin başı biraz kaldırılarak saçları ret etti. Hiddetinden kudurmuş olan Jubelas, elindeki yirmi arasına bir akasya dalı konulur. dört inçlik cedveli üstâdın kafasına indirdi. Lâkin üstâdın eliyle yaptığı işâret sebebiyle cedvel başına değil boynuna Pek muhterem, resmi bir tavırla: isâbet etti.” “- Vazifesine, ölünceye kadar sâdık kalan âdil insan Pek muhteremin hikâyesi buraya geldiği vakit, nam- böyle telef oldu!.” Birkaç dakika sessizlik hâkim olur ve herkes geçer. zedin arkasında durmakta olan ikinci mubassır, namze- Yüzüne önlüğü atılmış namzed, bir şey göremiyorsa da her din boynuna elindeki cedvel ile bir darbe indirir. Hiram şeyi işitmektedir. O, tabutta yatmakta iken orada bulunan- Baba'nın aşkına böyle bir darbe yemeyi beklemeyen nam- ların bir kısmı, mâbeddeki siyah örtüleri çıkarırlar ve yerine zed, neredeyse kendisini boğacak olan darbenin acısıyla yeşil renkli örtü asarlar. Sonra pek muhterem yine masalına kıvranırken pek muhterem, gâyet ciddi bir şekilde masalına devâm eder: “- Üç câni birleştikleri vakit, hiç birinin üstad parola- devâm eder: sını elde edemediği ve boşuna bir cinâyet işledikleri ortaya “- Hiram, oradan kaçarak garb kapısına gider. Lâkin çıkar. Artık düşündükleri şey, cinâyetin izlerini kaybetmek- orada da Jubelos tarafından tehdid edilir. Hiram, savaşmak tir. Hiram'ın cenâzesini çöplerin altına saklarlar. Gece olun- isterse de Jubelos daha çabuk davranarak üstâdın kalbine ca cenâzeyi memleket hâricine götürüp bir ağacın yanına elindeki demir gönye ile vurur.” defneder ve mezarının üstüne de bir akasya dalı dikerler. Masalın burasında, namzedin arkasında duran birin- Hiram'ın kaybolması amele arasında çabucak duyuldu ve ci mubassır, elindeki gönyeyi namzedin kalbine indirir. Bu cinâyet anlaşıldı. Cinâyet gününden beri ortada olmadıkları yeni darbeyle şaşalamış olan namzede hiç ehemmiyet ver- için cânilerin; Jubelas, Jubelos ve Jubelum oldukları da or- meyen pek muhterem hikâyesine devâm eder: taya çıktı. Üstadlar orta odada toplandılar ve mâtem alâmeti “- Bu ikinci darbe üzerine bunalmış olan Hiram, kur- olarak odanın duvarlarına siyah kumaşlar gerdiler. (Biraz tulmak için şark kapısına teveccüh eder. Fakat orada da dinlendikten sonra) Kardeşlerim! Bizi pederimiz Hiram'dan üçüncü câniyi görür. Jubelum, mukaddes kelimeyi taleb ayıran uğursuz daktikadan beri Dünyâ en kesif karanlıklar eder. Hiram'ın: içinde kaldı ve bütün işler tâtil edildi.
130 MASONLARIN ESRÂRI Üstadların kabül âyini manzaralarından Nüru keşfetmek için hiç bir şey yapamaz mıyız? Nâdir bir faziletin sâhibi olan âdam öldü, yalnız o, sırra vâkıf idi. Bugün ona halef olmak için kendini göstermeye kim cesâret eder? (Bir vaziyet alarak) Bununla berâber kardeşlerim, ce- sâretimizi kaybetmeyelim. Üstâdımız için ağladıktan sonra cenâzesini katillerin elinden kurtarmaya çalışalım. Cenâze- sine gereken hürmeti gösterelim. Belki onun mârifetlerin- den bir nebzeye nâil oluruz. Nur tekrar yüzünü gösterebilir. Haydi, pek muhterem ikinci mubassır kardeş, iki üstâdı ma- iyyetine al da aramaya şimalden başlayınız!.” Üç kişi, ellerinde kılıçlar olduğu halde odanın iç taraf- larında bu seyahati icrâ ederler. Seyahat bittikten sonra ikinci mubassır: “- Pek muhterem, aramalarımız boşa çıktı.” Pek muhterem: “- Pek muhterem birinci mubassır kardeş, iki üstad se- çiniz ve siz de cenubdan başlayarak arayınız!,” Bu seyahat de birincisi gibi elde kılıç icrâ olunur. Bi- rinci mubassır yerine giderek: “- Pek muhterem, bu seyahat de birincisi gibi neticesiz kaldı.” Pek muhterem: “- Pek muhterem birinci ve ikinci mubassır kardeşler, bu defa da maiyyetinize yedi üstad alarak, sevgili üstâdımız Hiram'ın cesedinin saklı olduğu mukaddes yeri bulunuz!.” İki mubassır yedi üstad alarak odayı dolaştıktan sonra tabuta yaklaşırlar. İkinci mubassır: “- Bu akasya dalı bir makber alâmetidir, kabir kazılalı çok olmamış, akasya takılalı çok geçmemiş, ihtimal aziz üs- tâdımızın cesedini gölgesinde himâye ediyor.”, Birinci mubassır: “- Evet, derler ki san'at akasya gölgesinde rahat eder.
132 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 133 Lâkin ne görüyorum?! Bir gönye ve bir pergel!. Artık şübhe rak ve sonra önlüğü üzerine düşürerek) Ah Rabbim!.*? (Örtü kalmadı. Pek muhterem reisi haberdâr etmezden evvel bu toprağa dokunmamalıyız. Üç kişi burada kalsın, biz de Bi- tamâmen kaldırarak) Bırakılan âletlerden, katille- dip keşiflerimiz hakkında mâlümat verelim.” rin hangi sınıf ameleden olduğu anlaşılıyor. Sanki hâlâ ne- Üç kişi, ikisi baş ve biri ayak ucunda olmak üzere elle- rinde kılıç cenâzenin yâni namzedin yanında kalır. Mubas- fes alıyor... Ölüm tarafından bozulmayan çehresi, hilm ve sırlar yerlerine dönerler. letâfet saçıyor. Fazilet ve irfan intibâları yüzüne te'sir etmiş- Pek muhterem: tir. Bu kıymetli bakıyeyi atölyeye götürelin: ve üstâdımıza “- Çok muhterem birinci mubassır kardeş, ne keşfetti- lâyık bir makber hazırlayalım!.” ğinizden beni haberdâr ediniz.” Pek muhterem, bu nutku söylerken namzedin yüzü Birinci mubassır: yine önlükle güzelce kapanır ve mâbed kuvvetli bir sürette “- Şarka doğru seyahat ederken, alacakaranlıkta bir mezarda gölgelik eden bir akasya dalı gördük. Mezar tâze aydınlatılır. ve ayak ucunda bir gönye ve bir pergel var idi. Zannedi- Pek muhteremin nutkunu müteâkib ikinci mubassır, yoruz ki muhterem babamız Hiram, orada medfundur. Üç cenâzeyi yâni namzedi ayağa kaldırmak istiyormuş gibi üstâdı bekçi bıraktık, berâberce gitmek için sizi haberdâr et- işâret parmağından tutar ve “bohaz” der. Sonra, sanki etler meye geldik.” çürümüş de dökülüyormuş gibi parmağı elinden bırakır ve Pek muhterem: ümidsizlik dolu bir nâra ile: “- Ümid edelim ki aziz babamızın mezarı bulundu. “- Ah efendim Hüdâ!, Etler kemiklerden ayrılıyor. Haydi gidelim, bana yol gösteriniz!.” Pek muhterem ve mubassırlar, odanın etrâfını dolaşa- MAK-BENAK!..” rak tabutun başı tarafına gelirler. Orada bulunanlar silâhsız Birinci mubassır aynı komedyayı tekrâr ile “jakin” di- olarak ve üçüncü mertebe vaziyetiyle pek muhteremin etrâ- yerek: fını alırlar. İkinci mubassır: “- Ah efendim Hüdâ!. Her şey ayrılıyor! MAK-BE- “- İşte bekçi bıraktığımız kardeşler ve bizim dikkati- NAK!.” 8 mizi çeken akasya!.” Pek muhterem: Pek muhterem: “- Yaklaşalım!.” “- Kardeşlerim, üstâdımız bu usüllerle kaldırılmaz. Namzedin sağ baş tarafına pek muhterem ve mubas- Hatırınıza getirmiyor musunuz ki birlikten kuvvet doğar!. sırlar gelirler. Pek muhterem, namzedden evvelâ kısmen si- Diğerlerinin muâveneti olmadıkça biz bir şeye muvaffak yah örtüyü sonra da önlüğü kaldırır. Pek muhterem: Mezh42ebi'“nAdhe RAallbabhim”ismisöszlöeyrlienmİeszk.oçyaPek Memzuhhetbeir'enmd,e nasömyzleedniirn. yFürzanüsnıüz “- Hey Yâ Rabbi!. Bu odur!..(Ellerini semâya kaldıra- açtığı vakit, dehşet alâmetleri izhâr ederek: *G” “-haGrefirnçienkteyanzılıbu olcedsueğd,unumuhgtöerüryeomrumü.stâİdnılmeıyzeılnim,ceskeadriddeişrl.eriGmö!ğ.s”ünddere. Her iki mubassır nöbetle: “İnleyelim!..” derler. Oradakiler de hep birlikte inlerler. 43 “Mak-Benak (Mac-Benac)” İbrânice bir kelimedir. Bunun mânâsı- nı ve ne için kullanıldığını ileride “gül-haç” ve “kadoş” şövalyeleri bah- sinde göreceğiz. y
134 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 135 olamayız. Bana geliniz kardeşlerim, bana yardım ediniz!.” Herkes ayağa kalkar ve üstad işâretini yapıp ellerini Bu sözl'_eri müteâkib pek muhterem, namzedin ayaku- dokuz kere birbirine vurarak “üstad bataryası” icrâ ederler. Pek muhteremin emriyle herkes yerine oturur. Pek muhte- cuna geçer. Üstüne doğru eğilir ve onun sağ elini tutarak onu kendine doğru çeker. İki mubassır da namzedi omuz- rem, namzede hitâben: larından tutarak kaldırır ve oturur vaziyete getirirler. Son- ra pek muhterem, sol kolunu namzedin boynuna atar ve “- Kardeşim, masonlar arasında namlı ve mukaddes mubassırların yardımıyla namzedi ayağa kaldırır. Namzed, olan bir şahsı temsil ettiniz. Bunda esâtirvâri (mitolojik) bir ayağa kaldırıldığı vakit pek muhteremle ön öne yapışmış remiz var ki onun hakikatine vâkıf olmayı keskin anlayışı- gibi bitişik bir vaziyette bulunur. Pek muhterem, namzedin nuza birakıyorum. Bu acıma ve merhamet uyandıran remiz- kulağına fasılalı hecelerle üstadlık parolası olan “ma-ha- ler hakkında sizin gibi san'atımızdan haberdar olan bir zâta bone” kelimesini söyler ve namzede üç aded “kardeş büse- karşı söz söylemek lüzumsuzdur. Geçmiş asırların târihini si” kondurarak yüksek sesle: okuyunuz. Etrâfınıza bir göz atınız. Her yerde iktidar ve “- Kâinât'ın Ulu Mimârı'na hamdolsun!. Üstâdımız san'atın tanınmadığı, fennin hakir görüldüğünü ve faziletin bulundu ve her zamankinden daha gösterişlidir!.” göreceksiniz. Göreceksiniz ki; cehâlet, taas- Namzed ayağa kaldırıldıktan sonra tabut götürülür ve sub ve ihtiras bütün dünyâya hükmediyor. herkes yerine geçer. Pek muhterem, namzedi şarka götürüp sağ tarafında oturtur ve bir tokmak darbesi indirerek: Bu saltanatı mahvedip yerine fenden ibâret olan haki- kati hükümrân etmek: İşte üstadlığa yükselen masonların “- Kardeşlerim kalkınız ve vaziyet alınız!. Çoktan beri yapmaya çalıştığı iş ve hattâ hayâtı bahasına da olsa ifâya ebediyyen kaybettiğimizi zannettiğimiz nüru, kederler için- azmettiği vazife budur!. Demek ki üstad, aydınlanmak için de kalan atölyemize bulduran şu vak'a sebebiyle sevinçli al- gayretlerini artırmaya mecburdur tâ ki diğerlerini aydınla- kışlarla şenlik yapalım. Üstâdımız tekrar hayat buldu. O, kardeşimiz ...... nin tabilsin!. şahsında yeniden doğdu. Bu sebebledir ki nur babasının İnsanların terakkisine mâni olan bir takım uğursuz kaybıyla kederlenen her yarım küre, bu nur babası tekrar doğduğu vakit parlaklık ziynetini yeniden elde eder. Bu sü- bâtıl itikadlara karşı koymak için dâimâ hazır ve silâhlı ol- retledir ki fazilet ve dehâ malıdır ki seleflerimizin bize emânet ettiği nür meş'alesine meş'alesi, cehâlet ve hatânın ka- bu boş sözler karşı koymasın ve beşeriyet bizim mesâtmiz ranlıklarını kaldırır.” sâyesinde aydınlanarak kör cehâletin, onu altında inlettiği Birinci mubassır: ayıplanmış esâretten kurtulsun!. Bu şerefli hizmette kardeş- “- Kardeşlerim, nur ve hakikatin geri dönüşünü kutla- lerinizle birlikte çalışmaya hazır mısınız?” mak için muhteremle birleşelim!.” Namzed muvâfakat cevâbı verir. İkinci mubassır: Pek muhterem: “-Kardeşlerim, nur ve hakikatin “- Öyleyse mesâinizi bizimle birleştireceğinize dâir geri dönüşünü kut- olan taahhüdünüzü, bir yemin ile sağlamlaştıracaksınız. layalım!.” Size verilen vazifeleri bilerek ettiğiniz için, bu yemin bir kat daha mukaddestir. Muvâfakat ediyor musunuz?”
136 MASONLARIN ESRÂRI LRO TAXİL 137 Namzedin muvâfakati üzerine teşrifat müdürü, onu ve bundan sonra çırak ve kalfalara kumanda etmek üzere alıp yemin mihrâbına götürür. Namzed, bir elini bir gön- üçüncü derecede mason yapıyorum.” ye, pergel ve kılıç üzerine koyduğu halde diz çöker, sâirleri Yeni üstad ayağa kalkar, herkes oturur. Pek m_ı_ıhke- ayağa kalkarlar. Şa'şaalı kılıcı elinde ve kendisi ayakta olan pek muhterem, aşağıdaki yemini cümle cümle okur ve nam- rem yeni oolükalsonmtnaâdkdu“armuaşr-üa.hsrttaıa-yYdbleaoninöenn”lmaüemğrzülteâyefdlbzieıennnıiknosaörğyzdilıoesnrntaiumnvdeüuâçdhetaradvkeeatsre,tfakenaurırşişdtnmeadadşe zed de tekrâr eder. parolası Üstadların Yemin Süreti bir büse SBEN ni Burada hâzır olan üstadların ve Dünyâ'da mev- öpücüğü cüd bütün masonların huzürunda, hür ve serbest olduğum halde, işâreti gibi esrârını öğretir. bana verilecek üstadlık vazifelerini sadâkat ve gayretle ifâ edeceği- Pek muhterem: H me, nâmusum üzerine yemin ederim. Ayrıca da bütün kardeşleri- me de dostluk ve irtibat va'dediyorum. Eğer bu ahd ü yemtnimden hlttorrihsaâealuoaorşrihalstnakızbamirbsiyvlaralihıâaeinsid,“riYı.mıesszhoetmiâö.tnnaaynlyyKimukseilaaeeıknzeErryyi.ırülmlidensaksvaetaieHüâvşaslaedikbytsaiy,mmeoüâüdnddân,rrâdtiildçolüaubziiletinkekuntrüaukisirrinaitzn.ysgcıhrnimâoitökdüinilasezKrimdttşammüdaueiçuseânyimrmğtbtıdşâü,mautaânydıfersninaerysvuiıgşteeeşızziiısâsz.rndıunre”efiaifdeçavnettaiei,udilyznâganiahikrriuopüeâsadatldrnresereymkdlnvır.aiıeanuâepzkssayğtnki,eSııuzronelnıgnioıvgauröşrceüzlÖâtaaztrğ!üvıeerr.shetnlmeaüabıhturlizrvü.tâihbdleTshiiyatarroitğütiekyaikBr';r.emdi.umomtierelîliıaishamPannaklernaicsvil.-a---ie dönersem, ebediyen nâmussuz olayım ve nâmuslu adamların ce- mubassır, bir tokmak darbesi vurarak: miyetinden mahrüm kalayım!., ” “. Pek muhterem! Kendisine her şey öğretilmiş olan Pek muhterem: üstad, iki sütun arasında bulunuyor.” “- Kâtib kardeş, namzedin yemin ettiğini kayd ve za- yeni btet. (Eğri büğrü kılıcı yeni üstâdın başına koyup üzerine l#şkalaarâr!rn.kdteaMeşdPu“ii-ehnmykitiaAzzepy.mtrauığeO.ğh.amn.ıt.um.e.krbaieiblrgnumkiibnımicnsiuı(ıbzfhisartivtzelevateroidekektmviamanmnaczüiıiküfmysreamttyedauazadb,reaabllserıesmsnuriııtuizyrbhnleteism)ezki:uanrdhreeedt,meenşârlkAieaelırrm.,dnoeulşuhübl,steşetenuarrîniied%m-m-ı dokuz tokmak darbesi kondurduktan sonra) Kâinât'ın Ulu mizi dâvet ediniz.” Mimârı şerefine, yüce meclisin nam ve himâyesiyle ve bu Birinci ve ikinci mubassırlar kendi müfrezelerine hitâ- muhterem locanın reisi olmam hasebiyle bana verilen ikti- dar ve salâhiyet sebebiyle, birâder ......, sizi kabül ediyor ben bu emri tekrâr ederler. 44 Fransız Mezhebi'nde olanlar, aşağıdaki gibi yemin ederler: “Kâinât'ın Ulu Mimârı ve beni işiten muhterem üstadlar huzürunda, bana öğretilen ve öğretilecek olan masonluk kaanunlarına riâyete, her symdhıeaaahvylimratıenanydkoiavl,sinmayeendykgubeaelaçrıemnkkaâatyodmialığu,aninsınnudaemfyeednvnıiülinmzâldedarâlhiaandnkrımieınaknakaıytnleemkirçio(iiynşnâmnasihvyeeerıvmmtaeavsyvâaoeeshn,ıhltaüaaydyrrhıııencrea)adreşaerdhrşiaartmiyı.nârbtaaKcınmaamaeğrnıdbmebvaaeşa,ırlhiaelsreaoıikclnmleaıaikn- olan üstadlık derecesine mahsus sırları ifşâ eylememeyi va'dederim. Eğer bu va'dlerime ihânet edecek olursam nâmussuz olayım!” Fransız Mezhebi'nde bir ufacık fark daha vardır: Pek muhterem, nam- zedin başına kılıcı koyup tokmaklarken: “Nazarlarınız saf olsun, yemin- leriniz sizin için mukaddes olsun!.” cümlelerini söyler.
138 MASONLARIN ESRÂRI LRO TAXİL 139 Birinci mubassır: ya me'mür olan mimar, “Hiram” idi. Bu adam kimdi, nere- “- Pek muhterem, lân icrâ edilmiştir.” dmScüeeâzündelbereüigydnemgaOdlaaneriniuy'botnabraipdrtauagvn?mhıöârünzlrSdıiumesreiritidil(.mTevyiKesrşur)âdirütoeaaslahna'tâgneliizhsdbigisuisen.iilnamdebas“ıhimMrüy,aolkkleümoymacüdbnhceâıe”rnrâıobelyardodtulıağunrhundaeufarıkdneebdsrubaielinn-r- Pek muhterem: ğ “- Alkışlayalım kardeşlerim!. Orta odaya yeni kazan- ldıgıı'mz kardeş münâsebetiyle neşelenelim. İşâret vâsıtasıy- Ü şiş” Üstadlar (işâret vererek): “- Ah... Efendim Hüdâ!” Pek muhterem: mtozhk(rhıu.unayüaaşâurmrzOntd,aöüniuebnnu.ş“üs-üCnİamnsübnnâltdr'aiah'beaaskkdeeet'lş”tıidmıe)nk,bldıâoeinrialryrânkkmiuümssiidnnhâıeşemunytthslntlimâeıeia.sağğdrıiıkinenyybOnüyoooeânrrrkndruudduuöânuundğn.u.erresedâteegiBKiernrvüsaneemuriykihekşaünâühmnksrtelieaailımslşncaknrlbriıâiaınrrrdvdyeı-eeeiünhanyezrgibzkyaiüufuaksznveellıeevlımnkktiydeadırıoatdimnârraikedüadrnketşruae.üçtfmvvıldoeeakeevlHkhahaeekârnnâütrdmrüsrikıefıneHşütnlivs-v-iıee-e “- Batarya vâsıtasıyla (herkes avucuna dokuz darbe vurur) ve esrârengiz alkış vâsıtasıyla...” Ustadlar: “- Hoze!, Hoze!. Hoze!,” Yeni üstad, ya bizzat veyâhud merâsim müdürü vâsı- tasıyla teşekkürlerini arz eder. Pek muhterem, yeni üstâdın bu teşekkürünü de alkışlatır. Pek muhterem: adDvlvdkgldoaraeaıâiaeilrsyağhdrlna,lişişldmreünilitai,aç.elşrıkbhrtaea,ırİYüiiyşrhBmke.küeâeatbhzyllüiygödokdiaömlykoSvıassmadlabrsltaüiaeadi,ed'lnçarrnuyevdelirdleelrearymademana,mâersntrnmabıaaiıundenlisbehndâsa,tfddâidtavm.ridaiaezierzelnllşuttÜeagthifnesioaebfut.itlbyiarâauçükbbmidrçlroeyüeneioıaştsülsyknnaeakegüyrrnildaiğblbvbıpvüiaeüüiev.trkriyaınürraaSşdekBkdmzovaâıimtıoleea.nyrrğüanlmasiın.ueeksgBrştüümuüiiasnmEuSuztnlnâmküefçieaibtrlekSndreieeeuçmadnbdeyngimkşeeivimöşiloertalsanlhiknMtiBrueiağe'eerodşrilılrâlmaanirkaHmenynkeeıniezmlasoeskmiialks'myhataireitâalaadkamrelysaaeşBtgâemıryanıteertenannal,z--e--,ın-- & “- Merâsim müdürü kardeş, yeni üstâdı mevkiine gö- türünüz.” Merâsim müdürü bu emri ifâ eder. Pek muhterem: - “- Şimdi muhterem kardeşim, size hitâben söyleyece- ğim nutku çok dikkatli dinleyiniz, tâ ki şimdiye kadar ame- Ie.si bulunduğunuz remzi mesât hakkında aydınlanabilesi- niz. Pek Muhterem'in Hitâbesi: (Mukaddimeyi, gâyet basit olduğu ve zâten hatib ta- rafından aynı sözler tekrâr edileceği için kaldırıyoruz.) ! “ Bu ... Süleyman b. Dâvüd'un ezici kuvveti ve haş- meti son dereceyi bulduğu zaman idi. Akıl ve hikmetiyle ve ÜasmtealSdeü,leoMyremdlauinsk,eunuBbeilrgakzıösr'kmaıeskhküarinsmmteeatdkil.learinbieratbaekrdimHireatmt'ikıtençağsırotn-- meşhür olan bu hükümdâr ibâdet ettiği “Yehova”nın nâmı- na muhteşem bir mâbed inşâ ettiriyordu. Bu binâyı yapma- tı.
140 MASONLARIN ESRÂRI LO TAXİL 141 ra mâbedin kapısına doğru yürüdü. Dış kapıya arkasını çe- zara Süleyman'ın kanını dondurmuş ve onu düşüncelere virdi, bir granit kayası üzerine çıkarak işleri başına gitmekte salmıştı. olan amele ordusuna kararlı bir bakış fırlattı. Hiram'ın, bir mhdhkriaıiüenğknndıımşdhnteâiiıthyşyiS“o.aiürn(k.lAyıtiA”âceknlinâtylddiiiaâmadbShrâaio'rSınnıtenür,ahdBlanaeueknmkyeemnbmteniudleaüdiilysnniâet)kmtükkbânsiieinrikknetzedebivneitdaidmtnâşkirriekaiığalivdnieşıekivölbğteyeiiıglrdnieöimâınşrrkuaâıdurüknanedüannaıtrşnlnimaeaü,eytdnoıeiyHbd.rnsiueüdern:uOalbmamuurev'kltıaautı.ukizd.innızttîdeoaİıuplitrmlilğiü,îmahutyeinıdbnşvaâepu,e-- işâret vermesiyle, bütün yüzler ona doğru çevrildi. O vakit kaani oldu. Öyle bir kudret ki; istikbal, onun için kendinin- üstad sağ kolunu kaldırdı, açık eliyle havada ufki (yatay) bir kinden daha büyük ve daha umümi bir hükümdarlık saklı- çizgi çizdi, sonra bu çizgi üzerine iki dik açı yapmak üzere halk idi! e : bir amüdi (dikey) doğru indirdi. Böylece Süryânt alfabesin- yordu. Bu kuvvet de âna kadar hiç hatır ve hayâline getir- deki “te (A4,)” harfini yazmış oldu. Bu işâretin yapılmasıy- Süleyman, bu la berâber amele kitlesi fırtınaya tutulmuş gibi dalgalandı. mediği başka yeni bir kuvvetin mevcüdiyetine inanmaya Sonra gruplar teşekküle başladı, muntazam alaylar meydâ- meerhiısdenrrecsânbıkrnüienrdnBegvuvheieâkzaslrıiddi,nüırys.eşâa.ibmnn.siıarennlstgıaüteğkirlıımiümsnnsâcıülei:nhıükrseoOlnnadshunâiâhnnkieiübçmlitedayrşobeeiğirtniariirtuna,kçaaiklelstökftıetearncündelıakenitrsiit.ndbeaumrClevbeeuzehnlâhedlânrueiüitrnfilaüneanz,-l- na geldi. Kim olduğu mechul âmirler tarafından sevk olu- tında helâk olacaktı ve oldu. nan bu amele ordusu üç büyük kısma ayrılmıştı ve şu süret- İşte kardeşim, bu süretledir ki; şarkın, şâirâne ve saf le yürüyorlardı: bir dille naklettiği rivâyet, bizim üstad diye isimlendirdiği- mtleieşlziâr,kkziâbBtâiızzendeenhmrâiatzsdı;oürşnaoeslrıanbrıefşaeakrHsaiiıtyrrelaatmdr'üışk,iei çrifnâbddseeıüşleşardsmiıeeyzvzeâtiimşnkleeneybtdeitnirirdhtita.eiyşmasetâbllbaiüslpoeelrnaçirena-ek Birincisi: Üstadlar mdadyaeüakvşğâüamniç(dkiBnaüierltğkdmüaemernrk.ühü,dazdlüeemtdeavlhelsaeüdrkaikühnutaivtnvaednatsloifsnaouznvlnreaaa,)ddaühKeşabaüernddeyieciğşeiiğhtmia,nkviiekzabicuteesüusmrövizâdsloıellraeirdNaomaleki-- İkincisi: Kalfalar Üçüncüsü: Çıraklar Orta yerde taş işleriyle meşgül olan amele, sağda ma- rangozlar, solda ise demirciler bulunuyordu. Amele sayısı, yüz binlere ulaşmıştı, yürüdükçe yerler onların kuvvetli adımları altında titriyor ve bu yürüyüş sâhile çarpmak üze- re yükselmiş bulunan dalgalara benziyordu. Ses, gürültü, en ufak bir uğultu dahi duyulmuyordu. Ancak yürüyor olmalarından hâsıl olan muntazam, uzak- lardan gelen ve büyük fırtınaları haber veren gök gürültü- sünü andıran bir inilti işitiliyordu. Bu kitle, önüne gelen her şeyi bir nefeste sürükleyip götürecek derecede heybetli ve azametli idi. Henüz kendi kendini bilmeyen gizli bir kuvvetin huzürunda Süleyman titredi. Bir bu heybetli kitleye bir de maiyyetindeki cılız kâhin ve mabeynci gürühuna baktı ve zannetti ki bu canlı dalgalar kendini de, tahtını da, kâhinlerini de bir an içinde mahvedecek... Lâkin hayır!. Hiram kolunu uzattı ve kitle, bir an içinde donmuşçasına durdu. Bu dehşet verici man-
142 MASONLARIN ESRÂRI LEOTAXİL 143 rim ve temenni ederim ki; tarafınızdan bu sözlerimin hakikt “Kardeşlerim, sebat ve gayretinizin sizi ulaştırdığı mânâlarına daha ziyâde nüfüz edilir de cidd? bir mütâlâanın yüce mevkie nâiliyetinizden evvel, sizi hayretlere düşüren, mahsülü olmak üzere telâkki olunur. Fakat bu günkü vuku- akıl ve muhâkemenizi şaşırtan fevkalâde bir takım merâsim- funuz henüz tamam olmadı. Size Hiram ve Süleyman'dan ler seyrettiniz. Kim bilir bunlar size ne derece acâib geldi. bahsettiğim sırada dikkatinizi, henüz beşeriyetçe mechul bulunan görünmez bir kuvvetin mevcüdiyetine celbetmek- Endişeli bakışlarınıza, kasvetli ve te'sir altında bıra- ten başka bir şey yapmadım. Hiram'ın öldürülmesi husü- kıcı ve hiç de beklemediğiniz bir takım manzaralar görün- sunda Süleyman'ın tedbirlerinden henüz haberiniz yoktur. dü. Halbuki ilk iki derecede, beşer idrâkine şeref veren Size sâdece ismini söylediğim Belkıs'ın menkıbelerinden de san'atların mütâlâası ile kaanunları insanları cinâyetten henüz bahsetmedim. Bundan sonra geriye, iyilikle kötülü- uzak tutan cemiyetimizin, samimi ferdleri arasında mes'üd ğün arasındaki ebedi mücâdelenin gizli sebeblerini, hilenin, dakikalar geçirmiştiniz. riyânın, cehâletin, kin ve düşmanlığın gayretini, fen ve mu- habbete karşı olan amansız savaşını, bizim muhterem hatib San'atınız ne kadar da mihnetli idi! Gittikçe ağırlaşan kardeşin mufassal nutkundan anlamanız kalır. Muhterem hatib kardeş, söz sizindir. Dikkat kardeşlerim, dikkat edi- remizler, kesif zulmetler, yegâne hedef uzakta yanan bir niz!.” feneri andıran nürâni bir nokta, kardeşlerden müteşekkil Üstâdlık kabül merâsimine dâir olan hatibin nutku, âile arasında korkutucu bir tecrid ve müdâfaasızlık, dost ol- pek ziyâde ehemmiyeti hâiz bulunduğundan, onu hulâsa- mayan hâkimlerin şübheli kararsızlığı, vesveseli bir rehber, ten buraya derc etmekten kendimi alamadım. Bu nutuk, üç ancak bâzı ümidsizlik verici düşüncelerle bozulan bir ses- kısma ayrılabilir: sizlik, feci bir kazâya düçâr olan bir kurbân, beklenmeyen bir hikâye, garib araştırmalar, esrârlı görünen izler, mecâzi Birinci kısım; bir adam üstadlığa kabül edildiği zaman dersler... Bütün bunların size, içinden çıkılamaz bir muam- cereyân eden o uğursuz müneccimlik komedyası hakkında mâ gibi te'sir etmiş olması lâzımdır. Kalbinizden, hikmet ve bâzı izâhât verir. hakikati tanımak için en dehşetli tecrübe ve imtihanlara kat- lanmakta tereddüd etmeyen ve bu gün mensübu olmakla İkinci kısım; Hiram'ın menkıbelerini genişleterek yeni ve mânidâr bir tarzda gösterir. iftihâr ettiğimiz cemiyetimizin ilk taraftarları olan, kadim zamanların sırlarına vâkıf, o şâyân-ı hayret adamların ev- Üçüncü kısma gelince; bu da yüce mertebelere karşı velce hissettikleri duygulardan başka ne geçebilirdi!. zıd ve pek hilekârâne bir parçadır. Bundan maksad, yeni üstâda, masonluğun yüksek mertebelerine vâsıl olduğunu Hakikaten, kardeşim, cemiyetimizin kuruluşu çok zannettirmek ve bundan daha yüce olan mertebelerin loca- eski zamanlara dayanır. Hâricen asırların te'sirlerine tâbi larca lüzumsuz, abes, te'sirsiz ve merdüd olduğuna inan- olmuş ise de rühu hiçbir zaman değişmemiştir. dırmaktan ibârettir. Hindliler, Mısırlılar, Süryâniler ve Romalılar sırlara Muhterem Hatibin Nutku: mâlik idiler. Esrar telkin edilen mâbedler, heyet-i umümi- yesi itibâriyle remzi bir timsâli idi. Bu mâbedlerden ekseri- sinin tavanı semâ gibi yıldız resimleriyle süslenmiş ve on iki aya işâret olmak üzere on iki sütun üzerine binâ edilmişti.
144 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 145 Direklerin tepesine gelen tavan parçası, burçlar mıntıkası İşte kardeşim, masonluğun da bunlara benzeyen diye isimlendirilirdi. Her direğe mukaabil bir burç resmi ya- pılmıştı. Bâzen de, eskilerin sözlerine göre, göklerde hüküm remizleri var. Size “loca” lâfzının, Sansksrit Lisânı'nda hislerimiz tarafından zabtedilemeyen “Kâinât” mânâsına gelen “loga” lâfzından müştak olduğu- süren ve fakat zayıf üzere Apollon'un sazı; öküz, arza be- nu söylemeyeceğim. Bununla berâber Sanskritçe ile Lâtin ve âhenge işâret olmak reketi veren “Phebus (Febus)-Apollon”un remzi olmuştu. Yunan lisanları arasındaki yakınlığa nazaran böyle bir işti- kaakın olması uzak bir ihtimal de sayılamaz. Stİaasznkııannn,dyieondaivzlaagmrüaınnnülnaemrâdbaieşdâlrbeeitrliinoelndaeraykbeödyiyleedsieidyiky.iârirşeiyevarvdıe.yâGhuuldulahralfa- Şimal âhâlisinin kadim an'anelerini hâvi olan “Edda” Yalnız nazar-ı dikkatinize arzederim ki; çırak merte- kitâbında deniliyor ki: “Gilfe adındaki İskoç Kıralı (bu ka- besine kabül edildiğiniz zaman size bildirildiği üzere loca- dim nam; esrâra vâkıf demektir.) mâbedlerin meskeni olan nın ebadı, kâinâtın ebadıdır. Uzunluğu şarktan garba, ge- Asgard Sarayı'na girdiği vakit, bu sarayın tavanının gözle nişliği cenubdan şimâledir. Derinliği de satıhtan merkeze ancak görülecek kadar yüksek olduğunu ve onda yıldızlar asılı olduğunu gördü. Sarayın kapısında duran birisi yedi kadardır. Onu tutan kazıklar; hikmet, kuvvet ve cemaldir çiçek birden atıyordu. Esrâra vâkıf olanların Hiyeroglif lisâ- ki bunlar yaratılışın mühim vasıflarıdır. Velhâsıl muhterem nında, kılıç ve kamalar, yıldızların ışıkları mânâsını ifâde tahta vâsıl olabilmek için yedi basamak çıkmak lâzımdır ki bu yedi basamak, Mithra Mezhebi vâkıflarının merdivenin eder. Yedi çiçek yedi seyyâreye işârettir. Asgard Sarayı ise kâinâtın bir timsâli idi. hatıra getirir. Mithra'nın (yâni güneş ilâhesi) mağarası da kâinâtın Masonluk esrârına kabüllde olduğu gibi eski zaman- diğer bir timsâli idi. Sırlara vâkıf olan eski İranlılar, mağa- raları güneş ilâhesine ibâdet etmeye tahsis etmişlerdi. Bu larda da esrâra âşinâ olmak için yapılan kabül merâsiminde, mağaralar geometrik kısımlara taksim ediliyor ve bu ma- arz küreye feyz veren semâvi cisimlerin hareketleri tasvir ğaralarda Kâinât'ın intizâmı tasvir olunuyordu. Mağaralar- edilirdi. etmek Eski İranlılardan alınmıştır. Pisagoras ve da ibâdet Dünyâ'yı niçin bir mağara olarak telâkki ettikleri Esrâra vâkıf olmanın şu fâidesi vardı ki vefât ettiği Eflâtun'un ancak bu süretle anlaşılır. Eski güneşperestlerin kabül âyi- zaman ruh, bir ay, temizlenmek için seyyâreden seyyâreye ninde bir merdivenden çıkılırdı. Bu merdivenin uzunluğun- hicret etmeyip doğrudan doğruya ezeli saâdet yerine geçer ca yedi aded kapı vardı. ve sanki ilâhi bir yanma ile nur mâbuduna, güneş ilâhesine Her kapı, yedi seyyâreden birine işâretti ki, esrâra vâ- göçerdi. kıf olanların akidesine göre ruhlar, bu seyyârelerde temizle- nerek seçilir ve bu arzda bedenleri ihyâ etmek üzere evvelce Bu ilk rumüzun tabil neticesi olmak üzere geçmişteki esrarlı mezheblere bakanlar, bilhassa “Eleusis”* esrârı reis- leri, yaradılışın büyük unsurlarını temsil ederlerdi. Meselâ, eski locaların muhteremi olan “Hierophante”, “Demi-Our- gos” yâni Kâinât'ın Ulu Mimârı'nı temsil ediyordu. Eski localarda ikinci reis olan ve bizim birinci mubassırımıza muâdil bulunan “Dadougue”, Güneş'i temsil ediyor ve tas- vâri göğsünde nakşedilmiş bulunuyordu. Bizim ikinci mu- ayrıldıkları ezeli nüra iltihak eder. 45 Eski bir mistik mezheb. (Nâşir)
146 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 147 bassırımıza muâdil olan “Epibome”, Kamer'i temsil etmek- Eski çıraklar da vazifelerdeki mertebeler silsilesinden te ve göğsünde hilâl tasviri bulunmakta idi. başka bir de rutbe dereceleri vardır. Bu cümleden olarak Velhâsıl bizim hatibimize muâdil olarak kelâmı “İsiades”lerin çıraklığı üç derece idi. Evvelâ “İsis”in, ikinci (kelâm, esrâriyyüna'* göre hayattır) temsil eden “Ceryce” vardı. “Serapis”in, üçüncü olarak da “Osiris”in esrârı. “Eleusis” namzedleri, tecrübelerden sonra evvelâ “Mystes” sonra Bu kabil reisler erkânı İskandinav esrârında mevcud- “Epoptes” olurlardı. “Pisagoryen”lerde de üç derece vardı: dur. Onların mukaddes kitâbı olan “Edda” da yazar ki: “dinleyici”, “çırak”, “hikmetşinas”. İlk hıristiyanlarda da “Asgard Sarayı'na giren “Gilfe” birbirinden yük- bunun gibi üç derece vardı: “dinleyici”, “salâhiyetli”, “sâ- sek yerlere konuşmuş üç taht gördü. Her tahtın üzerinde dık”. “Manicheens”ler de böyle idi: “dinleyici”, “seçilmiş” bir adam oturuyordu. Bu üç kişiden hangisinin kral oldu- ve “üstad”. ğunu sordu. Onların esrârengiz lisânında kral, güneş de- mekti. Rehberi, Gilfe'ye cevab verdi. Birinci taht üzerinde Yalnız “Mithriades”lerde bir çok rutbe vardı: “asker”, olduğunu gördüğünüz kimse hükümdüâr, ismi “Har” yâni “alev”dir. İkincisine “Jafnhar” nâmı verilir ki aynı mânâyı “aslan”, “karga”, “bromious”, “helios” ve “peder”, Mason- ifâde eder. Fakat en yükseği “Tredie” nâmını hâizdir ki bu lar da bunlara benzer olarak üç derece, üç rutbe te'sis etmiş- da “üç” demektir. lerdi: “çıraklık”, “kalfalık”, “ustalık” rutbeleri. Hıristiyanlar da yüce sırlarından tıpkı böyle remzi bir Kadim esrarda dini merâsimler dâima gizli bir süret- mertebeler silsilesini muhâfaza etmişlerdir. Yunanca “pap- te icrâ edilir ve bu merâsimlere katılanlar, ancak uzun ve pas” kelimesinden muktebes “papa” ki peder, hâlık (yaratı- zahmetli tecrübelerden ve orada görülecek şeylerin mânâ ve cı) demektir. “Episkopos” kelimesinden alınma “evegue” ki tafsilâtını yabancılara asla ifşâ etmeyeceklerine dâir yemin nâzır, mubassır mânâsını ifâde eder. “Arche-episcopos”tan ettikten sonra kabül olunurdu. “Macrobe*”” bize bu ihtiyâ- müştak “arvhevegue” kelimesi ki birinci nâzır, birinci mu- tın sebeblerini izâh ediyor: bassır kelimesinin mukaabilidir. Şunu da hatırınıza getir- melisiniz ki kardeşim, locanın üç zâbitinin remzi vazifesi ile “Tabiat, her nazara sırrı ifşâ etmekten çekinir. Tabiat, kaba alâkalı tâlimat gâyet açıktır. Bu tâlimat, bir “çırak”ın, locaya ve âmiyâne gözlerden gizlenmek için yalnız şekil değiştirmekle ik- alıştırıldığı anda “masonluğun üç yüce ziyâsını yâni güneşi, tifâ etmez, belki bundan başka akıl ve irfân erbâbından bir remzi kameri ve loca üstâdını” gördüğünü beyân eder. mezheb taleb eder.” 46 Fransızca metinde “mystigue” şeklinde geçen bu kelime günü- İşte bunun içindir ki namzedler ve çıraklar esrârın ışı- ğına ancak remiz ve istiârenin dolaşık yolları vâsıtasıyla dâ- müzde “mistisizm” tâbiriyle karşılanabilir. Mistisizm; kısaca “insanın hil olurlar. Şu yaptığım mukaayese size söyleyeceğim şey- hakikate vâsıl olma çabası” diye târif edilebilirse de bunu Tasavvufla leri kolayca anlamanız ve kabül etmeniz için elzemdir. Bir karıştırmamalı ve bu iki kelimeyi müterâdif zannetmemelidir. Zirâ ara- çok kimseler Hazret-i Süleyman'ı farmasonluğun kurucusu larında bir takım farklar vardır. (Bu farklar ve tafsilât için bkz. Prof. Dr. olarak telâkki ederlerse de bu tarakta asıl ehemmiyeti hâiz Hasan Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 2004, şahıs, Kudüs Mâbedi'nin mimârı olan “Hiram”dır. Hiram; sh.12-14.) (Nâşir) 47 Ambrosius Theodosius Macrobius: M.S. 3. asrın sonu ve 4, asrın başlarında yaşamış olan Romalı Nahiv âlimi ve filozof. (Nâşir)
148 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 149 Osiris, Mithra, Bacchus, Balder velhâsıl eski ve yeni esrâ- yet gözleriniz ışığa açıldı. Bu hâdiselerde güneşin devrinin ra âid ilâhlar gibi Güneş'in binlerce tezâhürlerinden biridir. başında geçirdiği üç ayın fırtınalarını, yağmurlarını, tabiatın Hiram, Mâbed-i Süleyman'ı inşâ etmiş olan mimarların ve bu mevsime mahsus şiddetini, sonra gözlerin açılmasında amelelerin reisi telâkki edilir. Bu istiâre, putperestlerin hurâ- âleme hayat ve rahatlık, nur ve neşve veren bahârı tanıma- dınız mı? Size refâkat etmiş ve tecrübelerinizi icrâ ettirmiş felerinde, mitolojide ve hattâ Kitâb-ı Mukaddes'te bulunur. olan müdhiş kardeş “Osiris”e, hayat ışığı ve ısısı saçana Güneş'in tezâhürü olan ilâhlardan “Phebus-Apollon”un karşı isyan tlân etmiş olan “tayfun” değil midir? duvarcı sıfatıyla “Truva” surlarının inşâsında çalıştığı, bu- Kalfa rutbesine kabülünüz, aynı remizlerin devâmını nun gibi Güneş'in bir timsâli olan “Cadmus”un, her biri arzeder. Siz orada artık şekilsiz bir taş işleyen bir çırak ve yedi seyyâreden birinin ismini taşıyan yedi kapılı “Thebes çıplak, sefil bir toprağa feyz tohumu serpen bir güneş de- Şehri”ni inşâ ettiği görülür. İskandinavyalıların mukaddes ğil, maddeye zarif ve muntazam şekiller veren mâhir bir işçi kitâbı “Edda”da; ilâhlara bir şehir inşâ etmeyi teklif ve bu idiniz. Beş seyahat icrâ ettiniz, sonra altıncısının nihâyetin- hizmetinin karşılığında Güneş ve Kamer'i taleb etmiş olan de size “yaşama” mânâsını ifâde eden bir kelime öğrettiler. bir mimardan bahsedilir. Kitâb-ı Mukaddes'in “Darb-ı Me- Tâ ki bahardan sonbahara kadar geçen altı ay esnâsında seller” kısmında şu mânidâr kelimelere tesâdüf olunur: Güneş'in âlem üzerinde icrâ ettiği feyz. verici te'sirini ha- tırlayasınız. Üstadlık rutbesinde sahne, evvelki parlaklığı- “Bilge hükümdâr onun hânesini ve yedi sütununu nakşey- n kaybediyor. Hakikaten bu mevsimde Güneş'in, Cenübi lemiştir.” Yarımküre'ye doğru hareketlendiği zamandır. Nazar-ı dikkate almaya şâyân olan garibliklerdendir Size nakledilmiş olan hikâye rivâyet eder ki; Kudüs ki bâzı eski kabül merâsimlerde namzedin üzerine kireç ser- Mâbedi'nin ikmâl edilmek üzere bulunduğu bir sırada piyorlardı. Üç rutbeye kabülünüzde icrâ edilmiş olan merâ- “Hiram”ın üç kötü kalfası, üstadlarının hayâtına kasdetme- sim esnâsında biz Güneş'in senelik devrini, siz de bizzat Güneş'i temsil eylediniz. Aynı usül eski mezheblerin kabül ye azmettiler. Bu vak'a, Güneş'in senelik devrini tamamla- merâsimlerinde de câri idi. mak üzere bulunduğu bir sırada, semâyı bulutlarla örten üç hazan ayını göstermez mi? Bu üç kalfa teşebbüslerini Masonluktaki üç rutbenin hakiki mânâsı, Güneş'in senelik devrinin üç mühim kısmıdır. Evvelâ; karanlık ve kuvveden fiile çıkarmak için mâbedin Cenub'da, Garb'da feci tasvirlerle dolu bir yere kapatıldınız. Bu yerden, gözle- ve Şark'ta bulunan üç kapısına saklanırlar ve Hiram mâ- riniz sıkı sıkıya bağlı ve yarı çıplak bir halde çıktınız. Bütün bu haller; ışıksız, ısısız ve kuvvetsiz olan kış güneşini, zi- bedden çıkmak üzere cenub kapısında göründüğü zaman netlerinden tecerrüd etmiş hazin ve ölmüş tabiatı imâ edi- kalfalardan biri, kendisinden parolayı suâl eder. Hiram, bu yordu. Siz o zamanlar, Mısırlıların “Horus”u, Atinalıların parolaya cevab vermez. Size söylemiştim ki kardeşim, pa- “Bacchus”u ve Samotrasların “Cadmilus”u velhâsıl henüz roladan maksad hayattır. Güneşin, bütün parlaklık ve sı- doğmakta olan bir güneştiniz. Sizi mâbede soktular. Üzerin- caklığıyla kendini göstermesi bilcümle hayat sâhibi varlığın de yürüdüğünüz zeminin gürültüleri ve sadmeleri içinde üç neş'e sebebi olur. Hiram, parolayı vermekten imtinâ ettiği seyahat yaptınız. Sonra su ve ateşle temizlendiniz ve nihâ- için yirmi dört parmak boyunda bir cedvel ile boynuna vu-
150 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 151 rulur. Bu aded Güneş'in günlük devrinin münkasim olduğu ret-i Süleyman -ki bu cinâyet hâdisesine medhaldar oldu- saati arzeder. Bu yirmi dört saatin nihâyet bulması Güneş'in de batması değil midir? ğunu, size muhterem üstâdımızın bütün hayât hikâyesini anlatırken izâh edeceğim- derhal onu aramak için adamla- Hiram, garb kapısından kaçıp kurtulmayı düşünür. rını etrâfa saldı. Üç üstad tarafından icrâ edilen araştırma Fakat orada da ikinci kalfaya tesâdüf eder. Hiram'ın tekrar hiçbir netice vermedi. Bir netice almak için -senenin dokuz parolayı vermekten imtinâ etmesi üzerine kalfa, demir bir ayını temsil eden- dokuz üstad göndermek icâb etti. Onlar pergel ile kalbine vurur. Burçlar mıntıkası dâiresini dört eşit Lübnan Dağı üzerine geldiklerinde bir akasya dalı gölge- parçaya taksim eder ve bu kısımları yekdiğerinden ayıran noktaların birbirine en yakın olan ikisinden merkeze doğru sinde bir mezar keşfettiler ki içinde Hiram'ın cesedi bulu- iki düz çizgi çizerseniz bir pergele yâni doksan derecelik bir nuyordu. açıya sâhib olursunuz. Bu merkeziyete timsâl olan kalbe vu- rulmuş ikinci darbe, dört eşit mevsime bölünmüş “zodyak Akasya nedir kardeşim? Kadim Arabların, Güneş'e senesi”nin* Güneş için mücib olduğu zararı imâ etmiyor vakfetmiş oldukları bir ağaçtır.” Yunanlılardaki şimşir dalı, mu? Nihâyet Hiram, Şark tarafındaki kapıdan çıkacak olur- ilk hıristiyanların ak dediği ne ise eski arabların akasyası da sa kurtulabileceğini üm1d eder. Buraya saklanmış olan kalfa önüne çıkarak beyhüde yere parolayı taleb ettikten sonra odur. alnının ortasına öldürücü bir tokmak darbesi indirir. Tok- İşte kardeşim, esas hududlar gibi, Osiris, Adonis, mağın silindir şeklinde olması dâire, halka mânâsına olan ve tamam olması, ölmek üzere olan Güneş'e son darbeyi in- Bacchus, Balder ve kadim dinlerin kaydettikleri ilâhlarla diren seneyi temsil eder. alâkalı efsânelerde görülen bu remzi üstadlık hikâyesi, As- troloji nokta-i nazarından bundan ibârettir. Bu efsânelerin Hiram'ın cesedi evvelâ, kışın getirdiği karların ve buz- cümlesinde faziletkâr bir şahıs katledilerek cesedi, şehir hâ- ların, tabiatte görülen solgunluk ve ümidsizliğin bir timsâ- ricinde bir yere konulur. Maktülün sevenleri ve talebeleri li olan enkaz altına saklanır. Sonra “Lübnan Dağı” üzerine onu ararlar, mezârını ziyâret ederler. Hulâsa her yerde aynı defnedilir. Şurası da nazar-ı dikkate almaya lâyıktır ki bu fikre tesâdüf edilir. dağ, “Adonis”e âid hurâfelerde de mühim bir vazifeyi hâiz- dir. “Adonis”e, Hiram'ın vatanı olan “Sur Şehri”nde ibâdet Sizi tezyin etmekte olan şeylere gelince; onlar da edilirdi. Hurafe, Adonis'in, kışın bir timsâli olan bir yaban kabülünüze âid bütün haller gibi Güneş'in remzi hikâye- si ile alâkalıdır. Önlüğünüz yarım dâirevi şekliyle Cenübi domuzu tarafından “Lübnan Dağı”“nda öldürülmüş olduğu Yarımküre'yi imâ eder. Sol omzunuzdan sağ kalçanıza ka- ve güzellik ilâhesi “Venüs”ün onu orada bularak cesedini dar uzanan kordon, burçlar kuşağını hatırlatır. Kordonun gözyaşlarıyla yıkadığını söylüyor. rengi, göğün rengi gibi mâvidir. Kordonunuzun aşağı kıs- mına asılmış olan şeyler bir pergel ile bir gönyedir. Pergel Hiram'ın ortadan kaybolduğu görülür görülmez Haz- Güneş'i, pergelin başı güneşin karısı, yamakları ve şuaları- dır. Gönye ise, güneşin baş tarafta aydınlattığı arz kısmına 48 Zodyak: Burçlar kuşağı. Güneş'in yıllık hareketi nettcesinde on delâlet eder. iki burcun teşekkül ettiğini kabül eden astrolojik sistem. (Nâşir) 49 Farmasonluk, burada pek gülünç bir cehâlet gösteriyor. Akasya ağacı Amerika'da yetişen bir ağaçtır. Eski kıt'alara ancak Amerika keşfe- dildikten sonra girdi.
152 MASONLARIN ESRÂRI LERO TAXİL 153 Locada icrâ edilen bütün merâsimlerde dâima aynı râhibini para kuvvetiyle iknâ ederek bilmecelerin cevabla- fikre tesâdüf edeceksiniz. rını almış olduğu için Sebe Kraliçesine tereddüdsüz cevab Şimdi kardeşim, nutkumun en nâzik noktasına, bu verdi. Hazret-i Süleyman, Belkıs'a şevket ve debdebesini mimâri eserin muvaffakiyetle çizilmesi en müşkül olan nok- göstermek üzere ona, saraylarımı bizzat ziyâret ettirdi. Son- talarına geliyorum. ra onu Beni İsrâil'in rabbi için inşâ ettirmekte olduğu mâ- bede götürdü. Mihrâbın temellerine vâsıl oldukları zaman İhtimal bu esnâda bir vazife icrâ ettiğiniz remzi fâciâ- kraliçenin gözüne yerden sökülerek bir tarafa atılıvermiş bir ya lâyıkıyla nüfüz ettiğinizi düşünüyorsunuz, fakat size üzüm kü ilişti. verilmiş olan bütün izâhate rağmen hemen hemen daha Belkıs'a her yerde refâkat eden ve ismi “Hüdhüd” hiçbir şey bilmiyorsunuz. Zirâ hurâfe, şimdiye kadar size olan güzel bir kuş şikâyet edercesine feryadlarla bu kütü- tamâmıyla nakledilmedi. Asıl incelenmeye lâyık olan şey bu ğün ne olduğunu, Hazret-i Süleyman'in kibir ve gurüru hikâyenin bütünüdür kardeşim. (Burada hatib bir müddet altında ezilen bu toprağın ne mukaddes bir yer olduğunu duraklayarak dinlenir.) kraliçeye anlattı. Hazret-i Süleyman'ın irfân ve zekâsının şöhreti, icra- Belkıs, hükümdâra: atlerinin velvelesi âlemin ufuklarını tutmuştu. İşte o zaman “-Sen debdebe ve tantananı ecdâdının mezarı üzerine Sebe Kraliçesi Belkıs, -Tevrat'da nakledildiği üzere- bu sal- kurdun ve bu kütük, bu mukaddes ağaç...” tanatın seçkin eserlerini görmek ve bu büyük hükümdârı Hazret-i Süleyman, Belkıs'ın sözünü keserek: ziyâret etmek üzere Kudüs'e geldi. “- Porfirdenö! ve zeytin ağacından inşâ edeceğim ve dört altınla süsleyeceğim bir mihrâb yapmak için onu sök- Belkıs, Hazret-i Süleyman'ı ayakları, altından bir ze- türdüm.” min üzerine konulmuş, kıymetli taşlarla süslenmiş ve muh- Belkıs sözüne devamla: teşem bir taht üzerinde oturmuş gördü. “- Bu kütük ecdâdının babası olan Hazret-i Nuh ta- rafından dikilmişti. Nuh'un torunlarından biri bir küfür iş- Belkıs, evvelâ kendisini, çehresi ve elleri fildişinden lemeksizin bu muhterem ağacı sökemezdi. İşte bunun için oyulmuş mükemmel ve kıymetli bir heykel karşısında zan- senin neslinden gelecek son prensin senin için mukaddes netti. Fakat bu heykel, birdenbire canlanarak Belkıs'a doğru olması icâb eden bu ağacın yerinde câni gibi çarmıha geri- ilerledi. Hükümdar onu, şark kraliçesinden başka herkesin gözlerini kamaştırmaya kâfi olan bir taht üzerine ve kendi dbfeaeznlyazaeşymaeâmnlıüşmfaebltuselfubin-ubalânutınnbmiuabyitaronpdloukflatukrkaitn.miebTnââsdrueitbhltaeşerkıdinlalahearigzüiitnyiüâbdâmreüiyzlHdeaersreaBmnaâğvdhiaavtâdlitinaslrieanrf-e- yanına oturttu. rİ'ltnaea arnngıkçe5nt1ndeiaEşsvaPetsomelrâaisfrniâlıcrdüe:ümfvaetMâtanİeegbdlamiaidaleltmlmkleaaerkrikritsı,etnadilAçiiinrnmsksoaibvğrkeuazbm.isara1sŞy9ısiı9ayln5taâl.hrs)aııi 3G0ünbdiün z,civSâarbıinildeard:ırS.on (Bu husus- (Nâşir) Belkıs, Hazret-i Süleyman'a kıymetli ve nâdir hedi- Gnostikler yeler takdim ettikten sonra -şark âdetlerinden olduğu üze- re- üç bilmece sordu. oluşan, daha ziyâde kırmızımsı olan sert bir cins taş. (Nâşir) Hazret-i Süleyman daha evvel “Sabiiler”in* en büyük 50 Sâbiiler: Bu isimle anılan iki teşekkül vardır ki bunlardan biri Hiristiyanlık-Müsevilik karışımı bir din diğeri ise Güneş, Kamer ve bir takım yıldızlarla seyyârelere kudsiyyet izâfe ederek onlara ibâdet ettikle- Ti düşünülen, dışarıya kapalı bir topluluk oldukları için hakkında pek de
154 MASONLARIN ESRÂRI Belkıs veHiSrüalmeymefasnânemsâibneddein: gezerken lecektir.” dedi. Cenub kraliçesinin ateş saçan gözleri Hazret-i Süleyman'ın kalbinde bir sevdâ ateşi tutuşturmuştu. Bü- yük hükümdür, bu efsunlu güzelin karşısında bir esir zille- tine düşmüştü. Hazret-i Süleyman'ın kibir ve azameti ev- velce Belkıs'ı rencide ederdi. Fakat hükümdârın sevdânın te'striyle büsbütün başka bir adam olduğunu görerek bu mağrur kalbde husüle getirdiği değişiklik, kadınlık haysiye- tini okşadı ve yalvaran hükümdüâra, kendisiyle evleneceğini va'detti. Fakat Belkıs, Beni İsrâil'in rabbi nâmına binâ edilmiş olan mâbedi, Hazret-i Süleyman'ın azamet ve gösterişinin diğer yüce eserlerini her ziyâret edişinde, bunları inşâ etmiş olan mimârın ismini soruyor ve pâdişahtan: “- Tyrien hükümdârının bana göndermiş olduğu Hi- ram adında garib ve vahşi bir adamdır.” cevâbını alıyordu. Belkıs, Hiram'ı görmek arzüsunu izhâr etti. Hazret-i Süleyman, onu bu fikrinden döndürmeye uğraştı. Fakat sü- tunları hayvan ve melek heykellerini, mihrâbın karşısında yaptırdığı fil dişi ve altından tahtı gösterdiği zaman Sebe Kraliçesi muttasıl: “- Bu sütunları kim dikti, bu heykelleri kim yaptı ilh..21.” gibi sualler soruyor ve hükümdâr dâima “Hiram, Hiram” cevâbını vermeye mecbur kalıyordu. Belkıs'ın ar- züsu şiddetlendi ve hükümdâr kraliçeyi gücendirmemek için arzüsuna muvâfakat ederek Hiram'ın celbine emir ver- di. Dehâsının, kendisini bütün insanların fevkıne çıkardı- ği bu garib şahsın, ne vatanını ne de menşeini kimse bilmez- di. Fakat âdemoğulları arasında bir yabancı gibi yaşayan bu adam, hakikaten beşerin babası olan Âdem'in neslinden değildi. Dinleyiniz kardeşim! Şimdi size, farmasonluğun hakiki kurucusu olan Hiram'ın şeceresinden bahsedeceğim
156 MASONLARIN ESRÂRI Hiram efsânesinden: Kabil, Âdemoğulları'na hizmet ediyor, ziraati öğretiyor. ve Hiram'ın evlâdlarının beşer içinde güzide bir kavim ol- duklarını anlayacaksınız Şimdi Dünyâ'nın ilk günlerine, Âdem ile Havvâ'nın henüz Adn Cenneti'nde bulundukları zamâna fikri bir seya- hat icrâ edelim: Ferişteh-i Ziyâ olan İblis, Havvâ'nın güzelliğine tu- tuldu. Havvâ, bir meleğin aşkına mukaavemet edebilir miy- di? Elbette hayır!. Kabil, bu aşkın mahsülüdür. Ferişteh-i Ziyâ'nın, ateşin rühunun bir kıvılcımı olan Kabil'in rühu, bu imtiyaz sâyesinde Hazret-i Âdem'in oğlu olan Hâbil'in katbekat fevkınde bulunuyordu. Bununla berâber Kabil, Hazret-i Âdem'e gâyet iyi muâmele etti. İhtiyarlığı hengâ- mıunda ona destek olduğu gibi Hâbil'in hayâtının ilk günle- rinde hâmisi oldu. Fakat “Yehova-Adonai”, İblis'in Kabil'e üfürdüğü dehâyı kıskanarak, Havvâ'nın zaafından dolayı onları ve nesillerini cezâlandırmak üzere cennetten kovdu. Âdem ve Havvâ, bu cezâya sebeb olan mâsum Kabil'den nefret ediyorlar ve vâlidenin bütün muhabbe- ti Hâbil üzerinde toplanıyordu. Hâbil'e gelince, bu haksız üstünlükle iftihâr ediyor ve kardeşinin kendisine gösterdiği sevgiye küçümseme ile mukaabele ediyordu. Daha zâlim bir tecrübe, İblis'in asil oğlunun zâten kırık olan kalbini daha da kırdı. Âdem ve Havvâ'nın ilk kızları “Aklinya” ebeveyni- nin bütün ısrâr ve zorlamalarına rağmen derin ve karşılıklı bir şefkat ile kalbini Kabil'e bağlamıştı. Aklinya, Yehova- Adonai'nin irâdesiyle zevce olarak Hâbil'e verildi. Kıskanç Yehova, Âdem'i vücüda getirmek için çamur kullanmış ve bu cisme esir bir ruh üfürmüştü. Bunun içindir ki; Kabil'in serbest rühundan ürküyordu. Kabil, Yehova'nın, ebeveyn ve kardeşinin bu devamlı haksızlıklarından son derece gücenerek itidâlini kaybetti ve
158 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 159 bu nankör kardeşi katletti. etti. Belkıs, Hiram'ın mesâf arkadaşları olan yüz binler- Kabil, kendisinden bir anlık hiddetle ve gayr-ı ihtiyâri ce ameleyi bir arada görmek arzüsunu izhâr ettiği zaman sâdır olmuş olan hatâyı tâmir etmek için Ferişteh-i Ziyâ'dan Hazret-i Süleyman, onların muhtelif şehirlere mensub olup almış olduğu rühu, çamurdan yaratılmış insanların hizme- farklı lisanlarla konuştuklarını ve her birinin, memleketle- tine vakfetti. rinin bir köşesine dağılmış oldukları için hepsini bir araya toplanmanın imkânsız olduğunu söyledi. Kendisi, insanlara ziraati öğretiyordu. Oğullarından Fakat Hiram, her taraftan görünen büyük bir granit Enuş, insanları ictimât hayâta alıştırıyordu. Mathusel, ya- parçasının üzerine çıkarak sağ eliyle havaya, sa'yin en bü- zıyı; Lâmeh, taaddüd-i zevcâtı öğretiyor, Tubalkayin, de- yük piri olan Tubalkayin'i işâret eden, “Tyr-Sur” şehrinin miri işlemek san'atını keşfediyor ve keşiflerini ikmâl ederek ilk kelimesi olan “t” harfini yazdı. Derhal her taraftan muh- bütün insanlığa hâdim bir hâle getiriyordu. Tubalkayin'in telif memleketlere, lisanlara, menşe'lere mensub, sayıları üç yüz bini geçen amele koştu. Cümlesi, harb hâlinde bulunan tabiatin önünde evlendiği Nohema, iplik bükmek ve bez bir ordu gibi Hiram'ın karşısında bir saf teşkil ettiler. Sağ ce- dokumak san'atını öğretiyordu. nah marangozlardan, sol cenah mâdencilerden, merkez de duvarcılardan ve taşçılardan müteşekkil idi. Hiram'ın, elini Bakınız kardeşim, ulvi ruhlarda, haksızlığa karşı kin uzatmasıyla muhteşem ordu birden bire durdu. Bu manza- ve nefret ne kadar zayıftır. İşte bu büyük ruhların neslin- üzerine Belkıs, Hiram'ın beşer üstü bir mahlük olduğu- den olan Hiram'dır ki bütün dehâ ve kuvvetini, Hazret-i ra Süleyman'ın azamet ve gösterişine vakfetmiş ve asırlar- ve Süleyman dahi kendi kudret ve azametinin bu bü- dan beri Kabil'in evlâdlarını kin ve düşmanlıkla tâkib eden nu Yehova'ya, o muazzam Kudüs Mâbedi'ni inşâ etmiştir. Fa- yüklük karşısında bir hiç derekesine indiğini gördü. Belkıs, kat ateşin rühunun oğlu, insanların arasında hazin ve kim- Süleyman'a vermiş olduğu izdivac va'dine pişman oldu. sesiz yaşamış ve menşeinin sırrını kimseye ifşâ etmemiştir. Süleyman, burada kraliçe de bulunduğu için tabit Herkes ondan korkardı ve bu korku Süleyman'da herkesten daha fenâ hâle gelen bir mağlübiyete düçâr oldu. daha ziyâde mevcüd idi. Bütün kalblere verdiği korku ve Jubelas isminde bir duvarcı kalfası, Jubelos adında haşyet, onun halk tarafından sevilmesine mâni oluyor ve bir mâdenci kalfası ve Jubelum diye isimlendirilen bir ma- gizli bir sevk-i tabit delâletiyle Hiram'ın büyüklüğünden kalfası, ustalık sıfat ve maaşını taleb ettiler. Böyle haberdâr olan ve bu büyüklüğü için onun hakkında sönme- rangoz yen bir kin ve hiddet besleyen Süleyman, kibir ve gurüru- bahşetmeye hakkı olmayan Hiram, tabii ki bu talebi nun bütün kuvvetiyle ondan nefret ederdi. Bu beğenilen ve bir şeyi takdir edilen güzel eserleri ortaya koymuş olan Hiram, Sebe reddetti. Bu redden münfail olan duvarcı kalfası, “tunç de- Kraliçesi'nin önüne geldiği korkusuz ve gururlu bakışları- nizi” için icrâ edilen tedâriklerden kireçtaşına başka bir şey nu ona tevcih ettiği zaman Belkıs'ın rühu, âni bir fırtına ile karıştırdı. Marangoz, direklerin uçlarını aleve temâs edecek sarsıldı. Fakat derhal kendini toplayarak san'atkâra, mesâisi derecede uzattı. Mâdenci kalfası ise zehirli “ğamore” gülün- hakkında sorular sordu. Süleyman'ın âdi ve bir hased hissi karıştırdı. Hiram'a sâikasıyla serdettiği azar ve tenkidlere karşı onu müdâfaa den sülfürlü karışımlar alarak mâdenine bir amele bu hâle karşı bir baba muhabbeti besleyen genç
160 MASONLARIN ESRÂRI vâkıf olarak “tunç denizi”nin akmasına mânt olması için Hazret-i Süleyman'ı vak'adan haberdâr etti. Fakat Hiram'ın, kraliçenin önünde mahcüb olacağını gören Süleyman, buna kulaklarını tıkadı. Vakit geldi, karışım hâlinde bulunan tuncun akmasını engelleyen mânialar kaldırıldı ve o, kalıbı olacak olan ha- vuza büyük bir şiddetle akmaya başladı. Fakat pek ziyâde yüklenen kalıp patladı ve âteşin sıvı her tarafa yayıldı. Hi- ram, ateşin te'sirinin kumu cama tahvil ettiğine zâhib oldu ve kalıbın desteklerine doğru su fışkırttı. Su ile ateş arasın- da kan döl bir çarpışma vuku buldu. Su, bu cehennemi ateşe temâs ettikçe buharlaşıyor, erimiş mâdenlere karışa- rak yakıcı bir buhar hâlinde kalkıyor ve bir alev yağmuru şeklinde, bu manzarayı görmeye gelmiş olan halkın üzerine ölüm ve korku yağdırıyordu. Muntazam san'atı yerle bir edilmiş olan bu büyük dehâ etrâfına bakar ve sâdık “Benoni”sini göremez. O za- man aşırı bir ümidsilikle bu genç ameleyi ithâm eder. Ancak bilmez ki, biçâre çocuk, Süleyman'ın reddi üzerine felâke- tin önünü almak için uğraşırken telef olmuştur. Hiram, bu utanç ve mağlübiyet sahnesini terk etmez. Büyük bir ümidsizlik içinde bu cehennemi bir sar'a ile sar- sılan denizin kendisini de helâk edeceğini düşünmez. Zih- ni, sâdece orada iltifat ve selâmına nâil olacağını bekledi- ği, fakat bir felâketten başka bir şey görmemiş olan Sebe Kraliçesi'ne takıldı. Birdenbire, alevlerin ortasından çıkan müdhiş bir sesin üç defa “Hiram, Hiram, Hiram” diye kendisini çağırdığını duyar. Gözlerini kaldırır ve ateşin ortasında bir adam fakat normal insanlardan çok başka bir adam görür. Bu mahlük beşer üstü: “- Gel oğlum!. Gel bana gel!. Ben sana nefsimi verdim, sen korkmadan alevler içinde teneffüs edebilirsin!” der. Hi- Hiram, havada çizdiğiHişerkaimllerclfseânbütün ameleye hükmediyordu.
162 MASONLARIN ESRÂRI ram, ona doğru yürür ve bir âdemoğlunu bir üfürüğüyle helâk edebilecek ateşin ortasında derin bir haz duyar. Nef- sini garib bir câzibeye terk ederek mukavemetsiz, kendisini çağıran ve alevler içine sevkeden mahlüka sorar: “- Beni nereye üyorsun?!.” “- Arzın merkezine, âlemin rühuna, İblis'in ve Kabil'in hürriyetle kuşatılmış mâlikânesine. Burada “Adonai”nin hasedi son buluyor. Biz burada ilim ağacının meyveleri ile büyük bir serbestlik içinde büyük lezzetler tadıyoruz, bura- sı ecdâdın mâlikânesidir.” “- Ben kimim, sen kimsin?” “-Ben senin ecdâdının babası, Lâmeh'in oğlu, Kabil'in torunu olan Tubalkayin'im.” Tubalkayin, Hiram'ı ateşin içine sokar ve orada Adonai'nin haksızlıklarından uzun uzadıya bahseder. Hi- ram ilerler ve kendisini en büyük ceddi Kabil'in huzürun- da bulur. Kabil'in babası olan Nür-ı Ziyâ, kendi büyüleyi- ci güzelliğinin bir parıltısını oğluna aksettirmiştir. Kabil, Hiram'a hatâlarını, hatâlarından kat kat fazla olan meziyet- lerini, meziyetlerine eşit olan felâketlerini nakleder. Hiram orada, Kabil'in evlâdlarının, tüfandan evvel ölmüş olanla- rını görür. Tüfandan sonra ölmüş olanların cesedleri toprak altında kalmış oldukları için, Hiram onları insâni şekilleri ile göremez. Yalnız ruhları, Kabil ve İblis'in mâlikânesine dönmüştür. Hiram, Ken'an'ın babası ve Lâved'in büyükbabasının sesini işitir. Bu ses Hiram'a der ki: “- Senin bir neslin olacak ki, âdemoğullarının kat kat fevkınde olduğu halde asırlarca onların ayakları altında ezi- lecek. Fakat senin neslin asırlarca bütün kuvvet ve dehâsını sarf ederek bu nankör nesle hürmet edecek, nihâyet muvaf- fakiyet onların da yüzlerinde parlamaya başlayacak, senin neslin ateş mezhebini te'sis edecek, âdemoğlunun büyük Hiram efsânesinden: Hiram ve Tubalkayin
164 MASONLARIN ESRÂRI Hiram efsânesinden: hükümdüârlarının zulüm ve istibdâdlarına nihâyet verecek- Birbirlerine âşık olan Belkıs ve Hiram tir. Haydi şimdi cesurca Dünyâ'ya dön, Ferişteh-i Ziyâ se- ninledir!.” Hiram yine Tubalkayin'in tefâkatinde ateşten çıkar. Tubalkayin, ona bâzı nasihatler verir ve volkanlara büyük geçitler açtığı büyük çekici hediye eder. Hiram, târumâr olmuş olan eserini tâmir için bu sihir- li ve kıymetli çekici kullanır. Güneş o kadar muhteşem bir eser üzerine doğar ki; Bent İsrâil bu mücizevi san'at eseri karşısında mest olurlar. Bir selsebil bütün şehri titretir. Hazret-i Süleyman'ın Hiram hakkında revâ gördüğü lâyık olmayan muâmelelerden zâten gönlü incinmiş olan Sebe Kraliçesi, büyük dehâya daha büyük bir aşkla bağlan- dı. Belkıs, Kudüs Şehri'nin surları hâricinde nedimele- riyle bir tenezzüh icrâ ettiği esnââ da, bir sevk-i tabii, halkın alkışlarından kaçan ve hâlâ sükün ve inzivâ arayan Hiram'ı kraliçeye sevk eder. Belkıs'ın yanında bulunan ve Haz- ret-i Süleyman'a karşı büyük bir nefret besleyen Hüdhüd, Hiram'ın havada esrârengiz bir işâret çizdiğini görür, çok güzel ötmeye başlayarak san'atkâra doğru uçar ve eline ko- nar. Kraliçenin süt ninesi olan “Sarahil” bunu görünce: “- Hüdhüd sana tahsis olunan zevci tanıdı. Belkıs yal- ruz bu adamın aşkını kabül edebilir!.” Belkıs ve Hiram tereddüdsüz birbirlerini kabül eder- ler ve kraliçenin Hazret-i Süleyman'a vermiş olduğu sözü geri almanın çâresini düşünürler. Hiram'ın Arabistan'a git- mesi ve bilâhare Belkıs'ın da orada ona iltihâk etmesi ka- rarlaştırıldı. Fakat Hiram'a “oynamak istedikleri oyunun, mâlüm müdâhale sebebiyle muvaffakiyetle neticelenmediğini gö- ren üç kalfa bu sırra vâkıf olurlar ve üçü de Süleyman'a ih- bâr etmek için saraya giderler.”
166 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 167 Jubelas der ki: burada bana sebeblerini tzah eder ve siz de kendinizi müdâ- “-Hiram artık imâlâthânelere ve fabrikalara gel- faa edersiniz. Ben de sizin yâhud onun aleyhinize, lâzım ge- miyor, Jubelos ise; Hiram'ın, gecenin üçüne doğru Sebe len hükmü veririm. Meğer ki Cenâb-ı Hakk, onu terk etsin Melikesi'nin çadırına girdiğini gördüğünü beyân eder. ve rabbâni bir alâmeti olarak onu yok etsin...” Üçüncü kalfa dahi şu sürette konuşur: “- Gecenin karanlığından istifâde ederek kraliçenin Hiram ve Belkıs muvakkat bir zaman için birbirlerin- hizmetçileri arasına girdim. Hiram'ın, kraliçenin yanına den ayrılacakları vakit rühunun arkadaşına der ki: girdiğini gözlerimle gördüm. Ben sabaha karşı oradan firâr ederken Hiram hâlâ kraliçenin koynunda bulunuyordu.” “- Benim sevgili âmirim efendim, saâdetiniz müzdâd Süleyman, işittikleri hakkında en büyük râhib “Sa- olsun. Câriyeniz ebedi olarak sizinle birleşeceği ânı sabırsız- lıkla bekliyorum. Arabistan'da beni ve aşkımızdan hâmile dok” ile istişâre eder ve Hiram'dan ne süretle intikam alına- olduğum mahsülünü bulacaksınız.” cağını berâberce düşünürler. Hiram'ın izin istemesi üzerine Hazret-i Süleyman ne- Hiram, bu muazzez vücuddan ayrılır. Bu şeylerden reye gideceğini sorar. Hiram: haberdâr olan Süleyman, kraliçe ile izdivâcını hızlandırmak “- Vatanım olan Tyr Şehri'ne. Beni sizin yanınıza gön- ister. Akşam yemeğinden sonra Süleyman, Belkıs'ı kendi- dermiş olan kralın nezdine döneceğim.” diye cevab verir. Hazret-i Süleyman ona, istedi; yapmakta serbest oldu- sine teslim olmaya icbâr eder. Bu fırsatı bekleyen Belkıs, ğunu bildirir. Fakat Hiram'ın, Kudüs'ü terk etmezden evvel Süleyman'ı şarap içmeye teşvik eder. Perişan âşık, Belkıs'a amele maaşlarını dağıtması lâzımdır. Süleyman, Hiram'a gerekirse cebren mâlik olmak için şarabın kendisine cesâ- Jubelas, Jubelos ve Jubelum ismindeki kalfaların kim ol- duklarını sorar. Hiram cevâben der ki: ret vereceği ümidiyle içtikçe içer. Hükümdâr'ın; Belkıs'ın, -içtikçe bütün hisleri tutuşturan bir aleve dönüşen bu şarab “- Bunlar; üstad hizmet, san'at ve maaşını almak iste- ile dolu kadehten- içtiğini gördükçe muvaffakiyet ümidleri yen kaabiliyetsiz adamlardır. Ben onların bu haksız talebini artıyordu. Fakat bilmiyordu ki Belkıs, içiyor gibi göründü- reddettim.” Süleyman dâima kendisini seveceğini söyleyerek ğü şarabın bir damlasını dahi yutmuyordu. Süleyman, sar- Hiram'a izin verir ve sonra bu üç kalfayı huzüruna celbe- hoşluktan kendisini kaybettiği zaman Belkıs, hükümdâra verdiği nişan yüzüğünü parmağından çıkarır ve kendisini der. Onlara Hiram'ın, memleketine döneceğini haber verir bekleyen bir arab atına binerek “Sebe Memleketi”ne doğru ve ilâveten der ki: yola çıkar. “- Ustalardan bâzıları vefât ettiği için yerlerine başka- larını tâyin etmek lâzım geliyor. Bu akşam Hiram'a giderek Kalfaların, biçâre Hiram'ı nasıl öldürdüklerini ve ne- kendisinden ustalık rutbesini taleb edersiniz. Hiram bu rut- reye defnettiklerini yukarıda anlatmıştık. beyi size münâsib görürse ben de görürüm. Şâyed reddecek olursa yarın onunla berâber huzüruma gelirsiniz ve Hiram Süleyman'ın aklı başına geldiği zaman, Belkıs'ın kaçmış olduğunu görür ve aşırı bir gazabla Sadok'u ve Adonia'yı tehdid eder. Fakat enbiyâdan birisi Süleyman'a Kabil'in katilinin yedi defa, Lâmeh'in katilinin yetmiş kere yedi defa cezâ görmüş olduklarını hatırlatır ve Kabil ile Lâmeh'in kanını
168 MASONLARIN ESRÂRI Hiram efsânesinden: dökmüş olan kimsenin yedi defa beşyüz kere cezâ görece- Üç hâin kalfa, Hiram'ın cesedini ğini ilâve ederek Süleyman'ın hiddetini teskin eder. Süley- man, bu şiddetli hükmün değişebilmesi için Hiram'ın cese- Lübnan Dağı'nın boş arâzilerine gömerler. dinin aranılmasını emreder. Derhal üstâdın cesedi bulunur ve Süleyman onu mihrâbın altına defnettirir. Bununla berâber Süleyman, o fildişinden, altından tahtı üzerinde korkusundan kurtulamaz. Bütün tabit kuv- vetlerden, kendisine yardımcı olmalarını niyâz eder. Fakat hayvanların en küçüğü olan güveden yardım istemeyi unu- tur. Güve bilâfâsıla, hiç durmadan tam ikiyüz yirmidört sene boyunca Süleyman'ın tahtını oyan ve bütün âlemi pe- şinde ükleyen bu taht büyük bir velvele ile yıkılır. İşte kardeşim, Hiram'ın hikâyesi bundan ibârettir. Bu hikâye içersinde verilen nasihatlerden i ifâde etmek si âid bir vazifedir. Evet kardeşim, siz 3ylediğimiz sö: üzerine uzun uzadıya tefekkür etmelisiniz. Bu hikâyede üç esas fikir mevcuddur: Birincisi; milletin kendi mevcüdiyet ve kuvvetini idrâk edeceği gün mâlik olacağı kudret üzerine binâ edilmiş bir siyâst ahlâk fikri, ikincisi; Güneş'in, arz üze- rinde hayat verici bir sürette icrâ ettiği te'sir üzerine kurul- muş bir fenni fikir, üçüncüsü; mechul ve mazlum olan hay- rın, âlemin ebedi müstebidi olan şerre karşı haklı dâvâsının meşrüiyeti üzerine te'sis edilmiş hükmi fikir... Önümüzde- ki ilk üstadlar toplantısında bize tefekkürlerinizin neticesini ve masonluk hakkındaki hislerinizi bildireceksiniz. Bütün muntazam mezheblerde rutbelerin en üstünü olan üstadlık rutbesine nâiliyetinizden dolayı sizi tebrik ederek sözüme nihâyet vereceğim. Kadim zamanların bir mirâsı olan hakiki masonluk bu rutbede nihâyet bulur. Bu- nun ötesinde bulacağınız şeyler baştanbaşa gurur ve yalan- dır. Ekseriya hiçbir ilmi kıymeti kalmamış mezheblerdir. Onlar, anlaşılması mümkün olmayan remiz ve istiâre per- deleri altında mistisizm, sihir ve altın yapmak ilmini (simyâ
170 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 171 ilmi) öğretirler. hissini yerleştirebildiniz ise tereddüd etmeden vazifenize hemen başlayınız. İşte, rühân? ve felseft nâmı verilen rutbelerin mâhi- Farmasonluğu başlangıçtaki saflığına döndürmek ve yeti bundan ibârettir. Târihi mertebelere gelince, onların bu süretle yakında o ulvi gâyemize istidâdlı bir hâle getir- ne hatâlı ve tezad fikirler ve ne utanç verici tahriflerle dolu meyi arzü eden kardeşlerimizin teşkil ettiği demete siz de katılınız.” olduklarını tasavvur dahi edemezsiniz. Denilebilir ki onlar- aot dan anlaşılan şey yalnız müelliflerinin ve söz sâhibi olanla- rının cehâletidir. Nutku bitince, hatib kardeş yerine oturur. Muhterem, oradakileri alkışlamaya teşvik eder. Sonra “teklif torbası” Bu mertebelerin kabül merâsimlerini size tasvir et- ile “dullar kesesi”nin dolaştırılmasını emreder. Vakit kala- meyeceğim. Onların şeridlerine ve nişanlarına tamah etmiş cak olursa, üstadlık rutbesi ile alâkalı bâzı tâlimatlar verilir olan kardeşlerimiz, kabülleri esnâsında seçmiş oldukları ve müzâkereye nihâyet verilir. mecbüri merâsimleri hatırlarına getirebilseler, insâni zekâ ve haysiyete lâyık olmayan bu hallerden yüzleri kızarırdı. Pek muhterem: Bu mertebelerin çoğunu, farmasonluk düşmanlarına atfet- “- Pek muhterem birinci ve ikinci mubassır kardeşler, mek lâzım gelir. Bunların arasında “Gül-Haç (The Rosicru- sütunlarınızı tezyin eden muhterem üstadlara, tarikatimiz cian)” nâmını hâiz olan, bir müddet farmasonluk âlemine için umümen ve şu muhterem İoca için bilhassa edilecek bir girmiş bulunan Cizvitlerin eseridir. teklifleri olup olmadığını sorunuz.” Mubassırlar, müfrezelerindeki zevâta bu suâli sorar- “Kadoş” gibi şövalyelikle alâkalı rutbeler, müessese- lar. mizin esas hükümleriyle tezad olan siyâsi menfaatlerin elde edilmesi için düşünülmüştür. “Eksiri” nâmındakiler ise sı- Pek muhterem, bir tokmak darbesi indirerek: radan bir ticâret fikrinin mahsülüdür. Hakikaten, bunları icâd etmiş olanlar altın yapmanın yolunu bulmuşlardı fakat “- Muhterem kardeşler, ayağa kalkınız ve üstad va- altını elde eden biçâre kafasız çırakları değil kendileri idi. ziyeti alınız. Bana geliniz kardeşlerim!. İşâret vâsıtasıyla (herkes üstad işâreti verir ve her zamanki gibi ah efendim Çırak sıfatıyla locada bulunduğunuz sırada dinlemiş Hüdâ!. nidâsını çıkarır.) batarya vâsıtasıyla (herkes, dokuz olduğunuz konferanslar, bu esef verici tcâdlardan ictinâb etmenin çârelerini size öğretmiştir. Bugün bu nokta üzerin- darbeli üstad bataryası yapar.) ve esrârengiz alkış vâsıtasıy- de daha ziyâde ısrâr edeceğim. Zirâ size verilmiş olan izâ- lat.” hat vâsıtasıyla; farmasonluğu kötü tanıtan, başka bir şekil Herkes: altında gösteren ve ictimâi terakkiler zarârına kurulmuş bu “- Hoze!, Hoze!. Hoze!.” Pek muhterem: faydasız ilâvelerden mukaddes müessesemizi kurtarmak “- Orta odanın iştigaline nihâyet verilmiştir. İlk ataca- gerektiğini anlamanız lâzımdır. ğım tokmak darbesi üzerine, ikinci dereceye mahsus mesâi- ye başlanacaktır.” Müessesemizin gâyesi hakkında edinmiş olduğunuz Pek muhteremin bir tokmak darbesi üzerine orta oda, fikir kalbinize hayır aşkını, insan sevgisini, en büyük te- şebbüslerin kuvveden fiile çıkmasına sebeb olan fedâkârlık
172 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 173 kalfaların atölyesi nâmını alır. “Pek muhterem” de “muhte- Locaya mensub yüksek rutbeli kardeşler, bunun gibi rTem” ünvânına iner, celselerde mutlaka hazır bulunurlar. Farz-ı muhal olarak bir locada üstaddan daha büyük rutbeli, meselâ; 33. ve 32. Muhterem: veyâ en az 30. rutbeli kadoş mensübu yoksa merkezi idâre, “- Birinci mubassır kardeş, kaç yaşındasın?!” memlekette veyâ yakın kasabalardan birinde oturan yüksek Birinci mubassır: Tutbeli bir masonu haberdâr eder, o da ziyâretçi sıfatıyla cel- “- Beş yaşındayım, muhterem.” sede hazır olur. “- İkinci mubassır kardeş, kalfa parolasını bana ver!,” İkinci mubassır: Pek muhterem, Hiram efsânesini izah için üç süret “- Sehibboleth (şibulet)!” bulunduğunu beyân eder. Bu süretlerden hangisini tercih Muhterem: ettiğini bildirmesi maksadıyla yeni üstâda söz verir. Kabül “- Birinci ve ikinci mubassır kardeşler, sütunlarınızı âyini esnâsında hatib kardeş demişti ki: “Üç izah ve tefsir tezyin eden kardeşlere, ikinci derece atölyesi hakkında bir süreti yekdiğerini nakzetmez. Birincisi mânevi bir siyâsi fi- teklifleri olup olmadığını sorunuz!.” kir, ikincisi mânevi bir fenni fikir ve üçüncüsü de mânevi bir Mubassırlar, müfrezelerine bu emri tebliğ ederler. felsefi fikirdir.” Muhterem, geçen bahislerde gördüğümüz vevhile kalfa iştigalini, sonra da çırak locasını açıp onun da iştigali- Yeni üstad haberdâr değildir ki; vereceği izâhat ma- ni sona erdirir. En son: sonluk mesleğindeki geleceği hakkında, yüce idâre tarafın- “- Kardeşlerim, bugünkü mesâimizi de gizli tutacağı- dan verilecek karâra esas olacaktır. mıza dâir yemin edelim ve selâmetle ayrılalım!.” der. Her- kes kolunu uzatıp bacağına indirir ve her zamanki gibi ses- Üçüncü dereceye terfi edenlerin onda dokuzu, birin- sizce dağılır. ci izah süretini tercih eder. Ztrâ kendilerine, pek muhterem ve hatib tarafından verilen nutuklarda, en ziyâde nazar-ı Üstad Dercesine Çıkanların dikkatlerini celbeden nokta, pek muhteremin ısrarla üze- Masonluk Hakkındaki Hisleri rinde durduğu “kendi kendini bilmeyen ahâlinin büyük Üstadlığa kabülünden bir ay sonra yeni üstad “ma- kuvveti”dir. Hitâbelerde en müessir olan cihet, etrâfı râhib sonluğa dâir hislerini” bildirmesi için husüsi bir celseye ve mabeyncilerle kuşatılmış olan hükümdârın tahtına doğru dâvet olunur. Hiram hakkındaki hurâfeyi düşünmeye kâfi sel gibi akıp giden sayısız amele ordusu hakkındaki şâirâne vakti olmuştur. İcâb eder ki bu düşündüklerini ve hâssaten tavsiflerdir. Yeni üstad ekseriya şu mealde cevab verir: kendine en ziyâde te'sir edenin ne olduğunu bildirsin. “- Remizlerden anladığım şudur ki; en büyük siyâsi Locaya serilen boyalı muşamba levhada, gözyaşı dam- kudret şehirlerdeki amele ve kalfalarda yâni ahâlidedir. laları resimlerini ihtivâ eden bir kefen ve altı aded ölü kafası vardır. Levhanın orta yerinde bir akasya dalı, bir pergel ve Lâkin bu kudret kendini bilmiyor, icâb ediyor ki şimdiye bir gönye olup işlemeler gümüş rengindedir. kadar hükümdüâr ve rühâni reis sıfatıyla hüküm sürenlerin düşmanı olan münevver ve faal adamlar tarafından o kud- ret idâre edilsin. Fakat bu adamlar, kendilerini meydana çıkarmayarak gizli kalsın. Hakikt hâkim, rühu masonluk
174 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 175 olmak üzere, ahâlidir.” tikleri zâtın evlâdıyız. Büyük bir vazifenin ffâsına dâvet Yeni üstad, bu izâhatı dinleyenler ve hele yüksek rut- edilmişiz, en kutlu bir maksad için harb ediyoruz. Bir kuv- vet, ezici bir kuvvet, asırlardan beri hakikati yerle bir etti beli kardeşler tarafından şiddetle alkışlarlar. Bâzen bu izâ- ve hâlâ ediyor. Demek ki Dünyâ'nın ilk günlerinden beri hata biraz da fenniyyât karıştıran olur ve der ki : beşer nev'inden gasb olunan istikbâli geri almakla mükel- lefiz. Ezeli istibdâdın yüceliğini zelil etmeye ve ondan par- “- Hiram, şübhe yok ki Güneş'ten kinâyedir. Güneş, lak bir intikam almaya borçluyuz. Haksızlığa düçâr olan Kâinât'ı diri tutan ve dâima faal olan bir şüledir. Kendisin- ve fakat mağlüb olmayan bizim zabtedilmemiz mümkün den peydâ olduğumuz ve kendisine döneceğimiz arz küre- değildir. Ordumuz her gün büyümektedir. Düşman itirâfa yi feyizlendiren, Güneş'tir. Hiram evlâdı demek, Güneş'in mecbür olmuştur ki onun güzide mensubları bizimkilere evlâdı demektir. Biz, tabiatın evlâdı olmak sıfatıyladır ki nisbetle zayıftır. Her gün her yerde taraftârımız çoğalıyor, “dul kadının evlâdıyız” yâni masonuz. Öyle ise en büyük bir gün gelecek ki kuvvet bizim elimize geçecektir. İhtimal hürmetimizi Güneş'e takdim etmeliyiz. En büyük muhab- ki Adonai'nin haksızlıklarından İblis'in intikaamının alına- betimiz arz küreye olmalıdır. Bununla birlikte benim fikri- cağı gün uzak değildir.” me göre farmasonlar, ahâliyi idâre etmekle berâber semâvi Bu süretle fikirlerini serd eden yeni üstad, yüksek rut- dinler denilen mâ fevka't-tabfa (metafizik) safına dâhil olan beli kardeşlerin çok büyük takdirlerine mazhar olur. Yeni dinlerin fevkınde “tabiate tapan” maddiyyün (materyalizm) üstâdın, hislerini bildirdiğinin ertesi günü bu, 33. dereceli mezhebini te'sis etmeye çalışmalıdır.” veyâhud bir kadoş kardeş tarafından merkezi idâreye rapor edilir. Bu raporların muhtevâsına göre yeni üstâdın mason- Bu süretle konuşan yeni üstad, hararetli tebriklere luktaki istikbâli takriben tâyin edilir. mazhar olur. Lâkin bâzı üstadlar da bulunur ki Hiram efsâ- Eğer yeni üstad, Hiram efsânesinin yalnız siyâsi saf- nesindeki siyâsi ve fenni fikri takdir etmekle berâber kendi- hasını görenlerden ise, ömrü boyunca üstadlıkdan ileri ge- sini cezbedenin felsefi fikir olduğunu söyler. Bu fikre sâhib çememesi kuvvetle muhtemeldir. Eğer farmasonluğu, gizli olan üstadlar tab'an zâlim ve şedid, kuru yürekli, kindâr bir siyâst cemiyetden fazla olarak gizli bir “Vücüdiyyün- ruhlu olanlardır ki fikirleri şöylece ihtisâr edilebilir: Panteizm Mezhebi”*? şeklinde görmüş ise “Gül-Haç (The “- Hiram efsânesini olduğu gibi kabul ederim, hattâ oldu52ğunuVücsüavduinyaynün“he(Pmaenteositz”m):(herAşlelyah'Oı'ndurk)âingâötrınüşütnoüplabmeınnimdsaenyenilbeârre.t sorarım ki bu bir efsâne midir?! Bu hikâye târihin karanlık Panteizm üç şekilde mütalaa edilir. kısımlarını aydınlatıyor. Üstad rutbesine nâil olduğumdan a) İdealist Panteizm: içiBnu,nuAllHahe,gelkensdaivsuinnimnuşiçkoilnup,(ibmumnaanegnötr)e, sonun- beridir ki mason olmakla iftihâr ederim. Üstad olmazdan da reel fikirlere ulaştığı olduğu evvel mason olmakla aradığım şeyleri görememiştim, şim- fikirlebr)de,TabşiuatuçrıunuPanbtiezizzamt: keSnpdiinosziandevne alan bir fikirdir. di ise gördüm ve anladım. Artık bana bir şey öğretmeye panteizm. hâcet yoktur, zirâ artık bana öğretilecek bir şey kalmamıştır. Bruno'nun savunduğu Kardeşlerim, size katıldığım için mes'üduml!. Biz fennin as- Allah'ı tabiatla aynileştiren, aynı gören bir anlayıştır. Varlıklar, bir olan- kerleriyiz, bâtıl düşüncelerle muhârebe ediyoruz. Hiram'ın dan derece derece inerek farklılaşırlar. Ken'an'ın, Tubalkayin'ın, Lâmeh'in, Nur-ı Ziyâ'nın (Şey- c) Sudürcu Panteizm: Plotin'in panteizmi, Buna göre bir olan varlık tan), eskilerin Güneş'e ibâdet etmekle kendisine ibâdet et-
176 MASONLARIN ESRÂRI LEOTAXİL 177 Rosicrucian)” mertebesine vâsıl olanlardan biri olabilir. “Allah” mânâsını ifâde eder. “Gül-Haç (The Rosicrucian)” derecesinin timsâli meşhur Celselerini açtıkları vakit kadoşlar, bellerine asılı han- “Volney”dir.5? çeri çekip uçlarını semâya çevirmiş oldukları halde hep bir- likte başları hizâsına kadar kaldırırlar ve hançerle vurmak Şâyed açık bir sürette kendisini “Ferişteh-i Nür”un vaziyetini yaparak: faal bir oğlu olarak göstermişse, günün birinde “kadoş”lar “- Nekam, Adonai” yâni “sana karşı intikam ey Tan- arasına katılacağı pek muhtemeldir. Bu kadoşların timsâli rı” diye bağırırlar. de meşhur “Proudhon”dur.5* Meclisin reisi İbrânice “pharasch chol (faraş-şul)” sözle- rini ilâve eder ki mânâsı “her şey izah edildi!.” demekdir. Gerçekden localarda câri olan programlarda siyâset, Bu izâhattan anlaşılacağı üzere kadoş derecesini bu- “Chapitre” denilen gül-haç meclislerinde Panteizm akidesi lan, nihâi maksadı pek güzel bilir. Lâkin bu maksadı anla- ve “Areopages” denilen kadoş meclisinde ise İblis mezhebi yıncaya kadar bir çok derecelerden geçer ve hüküm sürer. belere tâbi tutulur. Ondan sonra hâricilerden pek çok tecrü- localardan dahi gizli tutulan esrâra vâkıf olur. hattâ alelâde Bu babda bir fikir vermek olmak için şimdiden “ka- doş” şövalyelerinin mukaddes kelimesini bildirmem lâzım- ncaiyestüreYmtaetzsimğiianmkdteahnizmodeoltl,dauyğımuamsooknulşyauurcıeuslebarürdtdeüannbâizşıalfevribadhvieilselrteiarmvi.ınrlİaufrâzısunındn-aa dır. Bu kelime: adım adım tâkibe beni mecbür ediyor. Böyle yapılmazsa birçok nokta mübhem kalır. Zirâ bu noktalarda ki nükteyi “Nekamı, Adonai!.”dir. herkes fark edemez. Zâten sırlarını fâş etmemek emelinde Nekam, İbrânice'de “intikam”; Adonni ise aynı lisanda olan masonların güvendiği de budur. Bâzı hükümdüârlar görülür ki; masonlara karşı göster- vlauyaynrlıdaır.vmareHlrıetğreışbeeoylleurşmteuhrrikuyeerzrliaarrş.ibisri(bkkhaza.ylniaPnrkdoef.olmaDerray.kd,aEntOah'enmdgealniCre, bseufcadkiuaortğlh(uee,pmsainTaaatsyiarvoıvnu)dfeğiyTloe,-- diği müsâmahaya mukaabil onların yüksek rutbeli ferdleri- nin toplantılarında kendi hükümetinin ricâlinden birisinin rimleri Deyimleri Sözlüğü, Ankara 2004) (Nâşir) mcgrsnâhieeeâaüzbsrzmza”meııimrryzkgıâtöünnobrbınipudunllnlüemaaudğinhkenüntıanmldızdaıaseenrısnrahnıhdadmanblaablâıulimlrelaraümurdtmunşzaeevmâlüynhaâetabsfanetıahgdainkeieçndvıarbeıâstirkmer“.ıaaCfdrvhzhşıeYaaeğoüpzyılhecıidamretetaarrtvnd.eâoelılm”uağertHecmı.oslaüvrpizkâlsieN,çraüeyianmnâtvhhdçıeangâuâltyruöadtreâfzrâıhüüdnzuaki“ad;zAönaremnlmbetüaaşütmoansmnepirdaoâkyayke-n-i-eı 53 “Harâbeler” isimli eserin sâhibi muharrir ve filozof, İngiliz Volney. istediği şeyin tamâmıyla zıddını anlar. (Mütercimlerin Volney hakkında verdikleri bu mâlümat hem eksik hem de yanlıştır. İsmi Constantin François de Chassebceuf olan ve “Harâbeler” oisliumpli ayensıeriznammaüenldlaifi VobluneFyranKsoınztuy'adzuarr., 1B7a5b7a-s1ı8n2d0anyıllkaarlıanar“aBsoıinsdgaraiysaiş”amısoş- yadını, sonradan Voltaire'in ilk ve Ferney'in ikinci hecesini birleştirerek oluşturduğu Volney olarak değiştirmiştir. (Nâşir)) 54 Fransız siyâsi ricâlinden küfürbazlıkla meşhur sosyalist Proud- hon. (Pierre-Joseph Proudhon: 1809-1865 yılları arasında yaşayan, kendini “anarşist düşünür” olarak tavsif emiş bulunan ve bir takım fikir ve sözle- rinden dolayı birkaç kez habse girmiş olan Fransız sosyalist filozof. Bir ara- lık mebusluk da yapan filozofun bâzı eserleri günümüzde neşredilmiştir. si neMdairs?o”nlduiğyae sgiorrişuildeusğnuânsdıanda“okneundiysoikneet,mek“ktiişri”nin ceTvaanbrıın'ıya vkearrmşiış vavzeifbeu- cevâbı mason üstadların hoşuna gitmiş olacak ki 1847 senesinde Sicerite Parfaite Union et Constante Amitie Locası'na kabül edilmiştir. (Nâşir))
178 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 179 Bundan dolayı okuyucularım beni, lüzumsuz zanne- deki mertebelerin lâğvedilmesi lâzım gelen boş şeyler oldu- ğunu söyler. Halbuki seçimde, iki namzed arasında eşitlik dilen tafstlâttan dolayı mâruz görmelidir. Eserin hâvi oldu- zuhür ederse ve bu namzedlerdern birisi üstad diğeri gül-haç ğu ifşaat okundukça, lüzumsuz zannedilen tafsilâtın bilâkis rutbesini hâiz ise masonluk nizamları gereğince gül-haç, di- ne derece faydalı olduğu meydana çıkacaktır. ğerine tercih edilir. Eğer rakiblerden biri gül-haç diğeri de kadoş ise; kadoş, gül-haç'a tercih edilir. Demek ki loca re- Üstadların Mütâd Celseleri isinin, yüksek derecelerin boş şeyler olduğu husüsundaki Orta odada (üstadlar locası) muntazam celseler ya- beyânı yalandır. Filvâki bu eserin ilerleyen kısımları göste- pılmaz. Ekseriyetle toplantılar; namzed kabülü, yeni kabül recektir ki masonluk demek yüksek dereceler demektir. edilmiş bir üstâdın hissiyâtını dinlemek ve loca seçimi yap- mak için olur. Loca İdârecileri “Mavi Masonluk” seçimleri, Kânün-i Evvel (Aralık) ayında icrâ edilir. Mavi masonluk, remzi rutbeler nâmı ve- Bir locanın komitesinin tamam olması için onsekiz zâ- rilen ilk üç dereceden ibârettir. Mavi masonluğun en yüksek bit lâzımdır: derecesi olan üstadlık rutbesi sâhibleri, omuzdan çapraz ge- çirilmiş bir mavi kordon takarlar. 1-Muhterem, 2-Birinci mubassır, 3-İkinci mubassır, Loca seçimleri, en az üstad mertebesini hâiz olanlar tarafından yapılır. Bir loca muhteremi seçimi için yapılan 4-Hatib, 5-Kâtib, 6-Merkez locası nezdinden gönderilen muâmele şöyle cereyân eder: “Çırak ve kalfaların olmadığı bir halde üstadlar ve daha murahhas, 7—Hazînğdar/ 8-Müdhiş kardeş, nâm-ı diğer bi- yüksek dereceli masonlar toplanarak gizli rey ile beş namzed rinci ehl-i hıbre, 9-İkinci ehl-i hıbre, 10-Merâsim müd seçerler. Birinci ve ikinci mubassırlar her hâlükârda namzed 11-Merâsim müdürü muâvini, 12-Mühürdâr, 13-Evrak mü- olmak hakkına müâliktirler. Sonra birinci derecede toplan- dürü, 14-Mihmandar, 15-Ziyâfet me\"muru, 16-Bekçi kardeş, tı yapılır yâni celsede çırak ve kalfalar da hazır bulunurlar. 17-Sancakdar, 18-Şimşirdar Üstadlar celsesinde ekseriyeti kazanan beş namzedin ismi herkese bildirilir. Umümen rey verilir ve mutlak ekseriyetini Bu Jloca zaâbitlerinin vazifeleri, Mason Umümi alan “muhterem” seçilir. Eşitlik hâlinde tekrar reye mürâcaat Nizamları'nın 89-206 arasındaki maddelerinde belirtilmiştir. edilir. Yine bir eşitlik zuhür ederse rakiblerin rutbesi ve ma- sonluktaki kıdemi nazar-ı itibâra alınır, ona göre bir reis ter- Felâket İşâreti Cih edilir.” (Masonluk Umümü Nizamları, Madde: 90) Üstadlıktan itibâren masonlar, felâket işâreti nâmıyla İstidrâd: bir işârete mâliktirler ki; mensublarını, yekdiğerine muâve- nete icbâr eder. Bu mevzü hakkında localarda masonluğun Mühim Bir Yalan şerefine pek çok şey nakledilir. Bunların sağlamlık derecele- Yukarıda görüldü ki loca reisi, yeni üstâda esâsen ma- rinden sarf-ı nazar ederek meşhur Resimli Mason Târihi mu- sonluğun üç dereceden ibâret ve üstad derecesinin üstün- harriri Clavel kardeşin eserinden iki nümüne nakledeyim: “1823 senesi Temmuz'unda Hollanda bayraklı “Mi- nerva” gemisi Batavya'dan Avrupa'ya geliyordu. Hind ma- son locaları eski büyük üstâdı mebus Angelhardt kardeş
180 MASONLARIN ESRÂRI gemide idi ve daha bir çok masonlar vardı. Gemi, Brezilya hizâsına geldiğinde İspanyol bayraklı bir korsan gemisinin hücümuna uğradı. Kanlı bir muhârebeden sonra Hollanda bayraklı gemi mağlüb olup teslim bayrağını çekti. korsanı, Hollandalıların mukaavemetinden dolayı İspanya çok hid- detlenmişti. Geminin tayfasını direklerine bağladı. Yolcular, nice yalvarmalar neticesinde korsan gemisine nakledildiler. Lâkin orada da teklif ve istirhamları reddedildi. Angelhar- dt kardeş, içine düştüğü ızdırâbdan dolayı “felâket işâre- ti” yaptı. Bu işâret üzerine, o vakte kadar hissiz kalmış olan korsan yumuşadı. Meğer korsan da mason ve “Ferrol” loca- larından birine mensüb imiş. Hollandalı masonların tâbt ol- duğu mezheble korsanın mezhebi ayrı olduğundan işâretle- ri tevâfuk etmiyordu. Nihâyet Hollandalıların, İspanyol ta- assubundan korkarak denize attıkları bir diploma, denizin sathında bulundu. Korsan, mason kardeşlerini kucakladı ve gemilerini iâde etti.” “Masonluk, böyle âlicenablıklara yalnız medenileri mecbür etmez, vahşi ruhlar üzerinde dahi aynı te'siri gös- terir. İngilizlerle Amerikalıların muhârebeleri esnâsında Mi- ralay Paterson'un alayına mensub Yüzbaşı Mac Kinsty, yaralı olarak Amerika vahşilerinden “Troguois”lerin eline düştü. Bu vahşiler İngilizlerle müttefik idi. Vahşiler, yüzbaşıyı yakmak üzere bir kazığa bağlamışlar ve etrâfına çalı çırpı atmışlardı. Yüzbaşı, başka çâresi kalmadığından, “felâket işâreti” yaptı. Meğer vahşilerden Brandt adındaki reis, Avrupa'da eğitim görmüş ve masonlara intisâb etmiş imiş. İşâreti gördüğü gibi, beyazlara karşı hissettiği nefrete, masonluk mânevi râbıtası galebe ederek yüzbaşıyı serbest bırakmıştır.”S* İşte orta odada üstadlara felâket işâreti öğretilirken nakledilen şeyler bunlar gibi vak'alardır. Farmason cemiye- 55 Historie pittoresgue de la Franc-Maçonneire, F. Clavel, sh. 282-283 İstimdâd işâreti
182 MASONLARIN ESRÂRI MASON ZİYÂFETLERİ ti yalnız kendi mensublarını himâye eder. Meselâ mahkeme Localar, her sene iki defa ziyâfet verir. Bu ziyâfetler huzürunda muhâkeme edilen bir maznun, diğerlerine fark mecbüridir. Birisi, yaz güneşinin dönüşüne tesâdüf eden 24 ettirmeksizin felâket işâreti yapar. Hâkimler arasında ma- Frenk Haziran'ında, diğeri kış güneşinin dönüşüne tesâdüf son varsa, maznunun lehinde rey vermeye mecburdur. eden 27 Frenk Aralık'ında verilir. Bu ziyâfetleri “Kabül Sofraları” denilen ziyâfetlerle aynı şey zannetmemelidir. Mahkemeler tarafından yapılan birçok haksızlıkların Evvelkilere kadınlar ve hârictler kabül olunmaz. (Bu ziyâ- bundan başka sebebi yoktur. Felâket işâreti vâsıtasıyla, ha- fetlerde fevkalâde bir şey yapılmaz. Yalnız masonların her pishânelerden bir çok da firar vukua gelmiştir. Muhârebe işinde oludğu gibi bunda da akla mugâyir bir çok tuhaflık- esnâsında, bu işâreti yapmasını bilenler düşman saflarında- lar karıştırılır. ki masonlar tarafından bir çok yardımlara nâil olurlar.** Beş kere kadeh kaldırılır. Okuyucuları, bu mânâsız Farmasonluğun inandığı, hakiki kardeşlik değildir. Bu, karşılıklı ve toplu bir enâniyettir. Mason olmayana, düş- ziyâfetlerin tafsilâtıyla yormak istemediğimiz için tercüme- man nazarıyla bakılır. Bâzen masonlarla mason olmayan- sine lüzum görmedik. Yanlız tuhaflığı ne dereceye lar birleşseler daht bu, mason olmayanların aleyhinde vâki düklerini anlatmak üzere sofra takımlarına verdileri isim- olur. Asıl birlik, masonluğu sevk ve idâre eden erkân ara- leri yazacağız.) sındadır. Yoksa localara devâm eden alelâde âzâların bir- birlerinin gözlerini çıkardıkları çok kere vâkidir. Bununla berâber mason olmayanlarla masonlar arasındaki bir iş için, bütün masonlar birbirlerine yardım etmeye mecburdur, ve- lev ki haksızlık dahi olsa... Farmasonluğa mensüb olduğum zamanlarda kitab- larımı basan adam aleyhinde açmış olduğum dâvâyı ka- zanmış idim. Hakkında dâvâ açtığım adam, Paris locaları muhteremlerinden biri ve şark-ı âzamın matbaacısıydı. Adı geçen kişi, benim alehimde, mensüb olduğum locaya gizli bir şikâyetnâme gönderdi. Locadaki mason arkadaşlarım meseleyi asla tedkik etmedi. Benim hakkım mevzüu bahs olmadı. Onları meşgül eden cihet, bir farmasonu, mason ol- mayanlara şikâyet edişim idi! Mahkeme, matbaacının beni zarâra uğrattığına kanâat getirmiş ve bana hak vermişti, masonlar ise beni mahküm etti. 56 Müellifin burada serdettiği ithamları tercümeye lüzum görmedik. (Mütercimler)
184 MASONLARIN ESRÂRI Remzi Locaların Ziyâfeti Sofra: Tıraça Sofra örtüsü: Yelken Peçete: Bayrak Sahan: Terâzi gözü Tabak: Kiremit Kaşık: Mala Diğer içkiler: Alevli barut Kahve: Siyah barut Tuz: Kum Peynir: Çimento Şeker: Alçı Çatal: Kazma Bıçak: Kılıç Şişe: Fıçı Kadeh: Top Lâmba: Yıldız Sandalye: Bölmeli sıra Yemek: Çiğnemek İçmek: T Op atmak Kesmek: Küçültmek Yemekler: Maddeler Ömlet: Yapı çamuru Ekmek: İşlenmemiş taş Şarap: Sert barut Su: Hafif barut Bira: Sarı barut Ziyâfet devâm ettiği müddetçe bu ıstılâhları kullan- mak zarüridir. Şimdi masonlardan biri yanlışlıkla bu tuhaf isimler yerine herkesin bildiği isimlerden birini kullanırsa, muhterem tarafından “hafif barutla top atmak” yâni büyük bir bardak su içmek cezâsına mahküm edilir. Bu cezâ yunan mitolojisinden alınmıştır. Bu zikredilen mitolojide der ki; kabahat işleyen mâbudlar, ilâhların resisi Jüpiter tarafından
186 MASONLARIN ESRÂRI MÂVİ MASONLUK SIRLARININ bir tas “Styx Nehri”” suyundan içmeye icbâr edilirdi. HE'YET-İ MECMUASI İhtar: Evvelâ okuyucular tarafından serd olunması En son kadeh kaldırma, Dünyâ'da mevcud bütün ma- muhtemel bir itirâza cevab vermek isterim. Bâzı kimseler, sonların âfiyetine yapılır. bu babda ifşâ edeceğimiz esrârın masonluk üzerinde hiç- 57 Yunan Mitolojisi'nde geçen ve kudsiyyetine inanıldığı için üzeri- bir te'sir icrâ edemeyeceğini, zirâ kitabın intişârı ile berâber ne yemin edilen bir nehir. (Nâşir) masonluğun işâretlerini, temaslarını, parolalarını değiştiri- vermesi güç bir şey olmadığı yolunda bir fikre kapılabilir- ler. Bu ifşaâtın masonluk üzerinde pek büyük bir te'sir icrâ edeceğini ve hiçbir şark-ı âzamın buna çâre bulamayacağını te'min ederim. Evvelâ bu işâretlerin kıdemi tâ farmasonlu- ğun kuruluşuna kadar gider, ancak bu işâretler sâyesindedir ki zeminde mevcud bilcümle farmasonlar ve localar yekdi- ğeriyle tanışırlar. Şu halde bu işâretlerin değiştirilmesi, ce- miyet âzâsı arasındaki münâsebetleri ve tanışma vâsıtaları- nı tamâmıyla ortadan kaldırmış olacak ve farmosonluk âle- minde büyük bir karışıklık husüle gelecekdir. İkinci olarak bu işâretler öyle bir takım itibârt şeylerden ibâret değildir. Onların hepsi öyle bir mecmü ve öyle bir manzüme teşkil eder ki; birisinin değişmesi diğerlerinin de baştan başa değişmesini gerektirir. Hem de onlar, farmasonluğun esaslarından sayılan bir takım hurâfeler üzerine kurulmuş ve onlara kuvvetli râbıtalarla bağlı, onların remizlerinin anahtarıdır. Hulâsa masonluk bu işâretleri değiştirebilmek için bütün esaslarını ve hurâfelerini değiştirmeye mecbur- dur ki, bu yolda bir teşebbüs de farmasonluğun büsbütün yok olması demekdir.
188 MASONLARIN ESRÂRI LEOTAXİL 189 Birinci Derece diğer topuğa temâs ettirir. Bu hareketi üç defa tekrar ettik- ÇIRAKLIK RUTBESİ ten sonra çırak, selâm yerine tanınma işâretini yapar. Bu Çırak; husüsi nizam vaziyeti, işâret, temas, yürüyüş, selâmlardan birincisi muhtereme, diğeri sağ ve sol da yer parola, mukaddes kelime, altı aylık kelime, yaş, batarya, Bi- alan kardeşlere doğru yapılır.5* yim tarzı ve çalışma zamânı delâletiyle tanınır. Nizam: İfâsı kararlaştırılmış husüst bir vaziyet almak Parola: İskoçya kaanunlarına tâbi localarda tilmiz ve bir an bu vaziyeti muhâfaza etmekdir. Çırak, ayakta du- rutbesinde olanlar için parola yoktur. Fakat Fransa'daki rarak sol kolunu yanına bırakır, sağ elinin dört parmağını şark-ı âzama mensub localarda parola vardır. Bu parolayı birleştirir, başparmağı onlardan ayırır ve elini, gönye şek- “kiremitlemek”e yani masonun sıfat ve rutbesini tahkike linde olduğu halde boyunun altına koyar. Bir toplantıda muhterem “vaziyet alınız, kardeşler” me'mur olan kardeş taleb eder. dediği zaman orada mevcud bulunan bütün çıraklar yuka- rıda ki vaziyeti alırlar. Mukaddes Kelime: En ince ve mühim nokta burası ol- İşâret: Çırak işâreti, birinci rutbeden olan masonların, duğu için büyük bir dikkat atfetmek icâb eder. Bu kelime o loca hâricinde birbirlerini tanımalarına yardımcı olur. Bu kadar gizli tutulur ki masonların onu telâffuz etmeleri dahi işâretler şu süretle yapılır: Hâricilere sezdirmeden nizam yasakdır. Bu kelime, birinci harfi kardeşlerden biri, ikinci- vaziyeti alınır, sonra yine kimsenin dikkatini çekmeden sağ si diğeri ve üçüncüsünü de yine birinci kardeş tarafından el ufki (yatay) bir vaziyette kaldırılarak kalb üzerine konul- telâffuz edilmek süretiyle hecelenir. Bu kelime “kuvvet” duktan sonra amüdi (dikey) bir sürette aşağı bırakılır. Mason mânâsına gelen “BOHAZ”dır ki Fransa'da bâzı masonlar lisânında “hançerevi (gırtlakla alâkalı) işâret” diye isimlen- bunu tahrif ederek “BOOZ” diye isimlendirirler. dirilen bu işâret, göğüs üzerinde bir gönye işâreti resmeder. Şu halde bu işâretin sırrı, Mümkün mertebe mükemmel bir Her rutbe için bir mukaddes kelime vardır. Bir “üç gönye şekli çizmekle berâber bunu halkın dikkatini çekme- nokta kardeş”e, kendisini farmason zannettirerek biraz eğ- yecek derecede mâhir bir sürette icrâ etmektir. lenmek isteyen kimse bu kelimeleri iyi bilmelidir. Mukaddes Temas: Çıraklara has olan temas şundan ibârettir: Çı- kelime, loca hâricinde bir kardeşin rutbesini bilmek isteyen rak, kendini tanıtmak istediği kardeşin dört parmağını ala- bir farmason tarafından da sorulabilir. Bu kelimeyi yuka- rak başparmağının tırnağını hafifçe onun şehâdet parmağı rıda izah etmiş olduğumuz vechile müştereken hecelerler. üzerine koyar. Fakat evvelâ aralarında küçük bir muhâvere cereyân eder. Yürüyüş: Yürüyüş, çırağın bir locaya girişinde husüsi bir tavırla üç adım atmasıdır. Çırak, nizâmi vaziyeti icrâ Şimdi bir yerde birbirine tesâdüf etmiş olan ve husüsi ettikten sonra sol ayağını düz ve sağ ayağının topuğunu, işâretler delâletiyle yekdiğerini tanımış iki mason farzede- ayaklar arasında ki boşluk bir gönye teşkil edecek sürette lim. Fakat bu masonlardan meselâ Piyer ismini taşıyanın içine bir şübhe giriyor ve muhâtabının hakikaten mason olup olmadığı hakkında tam bir kanaat hâsıl etmek istiyor. Bakınız hâdise ne süretle cereyân ediyor. Piyer: “- Bana mukaddes kelimeyi söyler misiniz karde- 58 Fransız Mezhebi'nde sağ ayak adımı atılarak başlanır.
190 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 191 şim?” kelimeleri getirildi. (Fransız elifbasında “s” harfini, “t” har- Paul: “- Biliyorsunuz ki kardeşim mukaddes kelime telâffuz finin tâkib ettiği mâlumdur.) Altışar ay aralıklarla bu kelimeler; “union (ittihad), edilemez, biz onu yalnızca hecelemeye me'zunuz, siz bana birinci harfi söyleyiniz ben de size ikincisini söyeyeyim.” unite (vahdet)”, “verite (hakikat), vertu (fazilet)” olmuştur. En son bu kelime; “hugo (Victor Hugo), humanite (insâni- P«iyBerr: yet)” idi. #Pa.oOlr: P“.iyeHr”: Bu kelime şu tazda ve yavaşça kulağa söylenmek sü- retiyle teâti edilir: #PauAl: Piyer: Puiygeer: “- Bana altı aylık kelimeyi vermek ister misiniz, kar- deşim?” Bunun üzerine Piyer'in şübheleri tamâmıyla ortadan Paul (Piyer'in sağ kulağına): kalkar. Fakat umümiyet itibâriyle mukaddes kelimeye ihti- “- Hugo, (sonra sol kulağına) hümanite!” yac kalmaz, “tanışma işâreti”ni yalnız “temas” tâkib eder. Altı aylık kelime hiçbir zaman ve hiçbir vesile ile loca Bâzen de “çalışma saati” sorulur. (Şurasını da hatırlatalım hâricinde telâffuz edilmez. Dışarıda, bir üç nokta kardeşle ki; bütün bu işâretler ancak loca hâricindeki karşılaşmalar- eğlenmek için bu kelimeyi bilmek tabii ki faydasız değildir. da icrâ edilir.” Fakat seyahat esnâsında, bir loca toplantısında bulunmak ve icrâ edilen merâsimi görmek arzü edilirse, bu kelimenin Fakat kiremitçi (bekçi) kardeşin sorması muhtemel bilinmesi lâzımdır. olari suallere karşılık olmak üzere her halde mukaddes keli- Bu neticeye vâsıl olmak için gâyet mâhir ve basiretli menin bilinmesi elzemdir. bir şekilde hareket etmek gerekir. Masonluğun esas kaa- nunlarında, iki kardeşin, hâricde, unutulmuş olan bu keli- Altı aylık kelime: Bu kelime, senede iki defa belirli meyi birbilerine hatırlatmalarını men edemediğinden dola- yı henüz hükümden kaldırılmamış olan kelimeyi öğrenmek zamanlarda değiştirilir. Yeni kelime, mason merkezi idâre- imkânsız değildir. since loca muhteremlerine ve onlar vâsıtasıyla da loca men- Meselâ; hâricde bir kardeşte mason olduğunuza dâir sublarına tebliğ edilir. Altı aylık kelime, aynı harfle başlayan iki kelimeden ibârettir ve bunun değiştirilmesinde alfabe sı- bir kanaat husüle getirdiğiniz zaman ona, mensüb olduğu- rasına riâyet edilir. nuz İlocanın toplantılarında, bir müddetten beri bâzı sebeb- lerden dolayı devâm edemediğinizi itirâf edersiniz. Muhâ- Meselâ bir zaman önce Fransız localarında altı aylık tabınız vesveseli bir kimse ise size şu şekilde cevab verir: kelime; “science (fen), sagesse (akıl-irfan)” idi. Altı ay sonra bunların yerine; “temple (mâbed), tolerance (müsâmaha)” “-Suâlinize cevab veremeyeceğim için üzgünüm, fakat biliyorsunuz ki; kaanunlarımız, altı aylık kelimenin hâricde telâffuz edilmesini yasaklıyor. Kelimeyi kendi şark'ınıza -
192 MASONLARIN ESRÂRI LEO TAXİL 193 yâni şehrinize- döndüğünüz zaman, mensüb olduğunuz lo- meyeceğim. Okuyucu, kalfalık ve ustalık rutbelerine âid if- canın muhtereminden suâl edebilirsiniz.” şaâtı mütâlâa ederken tereddüd ettiği, iyi anlamadığı nok- talar bulunursa çıraklık rutbesi esrârını tekrar gözden geçir- Fakat muhâtabınız iyi kalbli ve saf biriyse ona; işârete, melidir. temâsa, parolaya, yaşınıza ve çalışma saatlerine vâkıf oldu- ğunuzu isbât ettiğiniz ve mukaddes kelimeyi hecelediğiniz Giyiniş: Giyiniş, cemiyet âzâsının loca dâhilinde yâhud hâricdeki bâzı büyük merâsimlerde muhteremin takdirde, bilhassa farmasonluğa pek alâkadar fakat meşgü- müsâadesiyle giyindikleri kıyâfettir. Bu müsâade, ihtiyârt yâni isteğe bağlıdır. Bu-cümleden olarak, Louis Blanc” ve liyetinizin locaya muntazaman devâm etmenize mâni olma- Gambetta'nın© cenâze merâsimlerinde masonlar, mavi, sından dolayı üzgün olduğunuz yolunda konuşur, mensüb beyaz, kırmızı, yeşil, siyah şeridlerini hâiz oldukları hal- olduğunuz locaya devâm ettiğiniz zamanlarda da locanın de tabutu tâkib etmişlerdi. Fakat Victor Hugo'nun cenâze sizi pek mühim şeylerle meşgül etmemekte bulunduğunu, merâsiminde muhteremler -nedendir bilmem- kordonlara konferansların ve hatiblerin olmadığını söyleyecek olursa- müsâade etmediler ve masonların sâir halktan tek farkı ya- nız size o kelimeyi vermekte tereddüd dahi etmez. kalarına birer küçük akasya dalı takılmış olmasıydı. Böyle bir eğlence yapmak isteyen bir kimse, üstad Çırak locada beyaz deriden küçük bir önlük taşır. Bu önlüğü ve mavi kordonu tedârik etmelidir. “Almanach- önlük iki şeridle kemere bağlıdır ve ucları yukarıya kıvrık- Bottin”in farmasonluk kelimesine mürâcaat edecek olursa- tır. Bu minicik önlük, masona büyük bir ağırlık verir. nız, Paris'te bu şeridleri satan dükkânların isimlerini öğre- Çalışma zamanı: Bir çırağın, öğleden sonra gece yarı- nirsiniz. Bu kitabda verdiğimiz izâhat, bir üstad kordonu sına kadar çalıştığı farz ve kabül edilir. Masonluğun müte- ve önlüğü ve bir de iyi bir arkadaş delâletiyle hangi locaya ber kabül edilen esrârı cümlesinden biri de budur. girilirse girilsin bu eserde verdiğim mâlümattan daha faz- Bir locada çırakların de hazır bulunacağı bir toplantı la bir şey alınmaz. Şu halde bu izâhatin, farmasonlara düş- ne zaman yapılırsa yapılsın bu vakit dâimâ öğle olarak farz man olan okuyucularım için en büyük faydası, şehirde veyâ edilir. Toplantıya ne zaman son verilirse o vakit de gece ya- seyâhatte tesâdüf ettikleri “üç nokta kardeş”lerle bir parça rısıdır. Bu müstear lisan, localar hâricinde bile kabül edil- eğlenmelerini te'min etmektir. miştir. Masonluktaki her rutbenin bir başka çalışma saati olduğu için hâricde yekdiğerine tesâdüf eden kardeşler, ça- Çırak rutbesine âid ifşaâtımıza devâm edelim. lışma saatini sorarak birilerinin rutbelerini öğrenirler. Yaş: Bir çırağın -hangi mezhebde bulunursa bulun- sun- yaşı dâimâ üçtür. Meselâ mason Piyer, bir kahvede oturduğu sırada ka- Batarya: Farmasonluktaki el vurma usülüne batarya denir. pıdan giren bir yabancı hafif bir işâret yapıyor. Piyer, bunun Bir çırak, bir kardeş nezdine girdiği zaman, kapıya muntazam aralıklarla üç eşit darbe indirir. Batarya, alkışla- mış 5F9ranLsoıuzistârJiehaçni JvoesespiyhâseCthçai.rle(sNâşBilra)nc: 1811-1882 yılları arasında yaşa- ra düzen vermeye yarar. Mâtem bataryası, sağ elin sol bileğe Prus6y0a (LA&lomnanyGaa)mbeStatvaa:şı'1n8d3a8n-1s8o8n2ra yıslliayrâısetatreasyıenrdaalmyıaşşammıeşşhuvre FFrraannssaı-z vurulmasıyla hâsıl olur. Bu izâhatı, her rutbe ile alâkalı ifşaâtlar arasında ver- devlet adamı. (Nâşir)
194 MASONLARIN ESRÂRI LEOTAXİL 195 kendisini kahvede bulunan kardeşlere mason olduğunu ta- “- Birincisi, kalb temizliğidir.” nıtmak istediğini anlayarak o da eliyle yâhud kadehiyle ka- Sual: rarlaştırılmış işâreti veriyor. Bunun üzerine Piyer ile Paul, “- İknci şartı nedir?” kırk senelik ahbab gibi karşı karşıya geçerek sohbete başlar- Cevab: “- Kabül kaanunları ve merâsimine mutlak riâyettir!.” lar. Fakat bâzı beceriksiz masonlar, halk içinde bulundukla- Sual: rı zaman işâreti pek göze çarpacak sürette verdikleri için bu “- Kaç yaşındasınız?” işâret bir hârict tarafından bilinir. Piyer, muhâtabının sahte Cevab: bir mason olmadığına tam emin olabilmek için söz arasında “- Üç yaşındayım.” şu tarz bir suâl sorar: İkinci Derece “- Sizde saat kaçta çalışmaya başlanır?” KALFALIK RUTBESİ Paul, sahte bir mason ise tabii ki suâlin ne maksadla sorulduğunu anlamayarak kendi husüsi hayâtından meselâ Nizam: Sağ el yarım açık yâni dört parmak kıvrık bir kâtibse saat kaçta kaleme gittiğinden, tâcirse dükkânını saat sürette içeriye doğru bükülmüş ve başparmak diğerleriyle kaçta açtığından bahse başlar ve foyası meydana çıkar. bir gönye teşkil edecek şekilde kalmış olduğu halde kalb üzerine konulur; aynı zamanda sol el tamâmıyla açık ve ev- Mâbede Giriş İçin Cevablanması İstenen Sorular: velce bir çok münâsebetle târif edildiği vechile gönye şeklin- Çıraklık rutbesine âid ifşaâta, mâbede giriş esnâsında de olduğu halde baş hizâsına kaldırılır; dirsek de, mümkün sorulan suallere verilen cevabları kardetmekle nihâyet ve- olduğu kadar vücüda yakın bulunur. receğiz. Bu sualler, locaca mârüf olan tilmizlere sorulmaz. Sâdece, yabancı bir mason locaya girmek istediği zaman ka- İşâret: Nizam vaziyeti aldıktan sonra sağ el ufki bir pıdaki kardeş kendisine şu soruları sorar: hareketle kalb üzerinde sağ kalça üzerine, sol el de aynı va- “- Mason musunuz?” ziyette sol kalça üzerine indirilir. Cevab: “- Kardeşlerim ve arkadaşlarım beni mason olmak Temas: Kendinizi, farmason olmak üzere tanıtmak is- üzere tanırlar.” btuedieğliinn izüçküanrcdüeşlveeridnörsdaüğ ncelüini paalrımr akvelabraışpaarramsaığnaınıkzoıyarssâıdneıcz,e Sual: aynı zamanda ikinci rutbeye has olan parolayı verirsiniz. “- Mason olmayı arzü eden ve bunu hak eden kişi na- O vakit kardeş, başparmağının tırnağını sizin orta sıl bir adamdır?” parmağınızın ilk boğumu üzerine koyarak der ki: Cevab: “- Mukaddes kelimenin ilk harfi “J”dir.” “- Hür ve güzel ahlâk sâhibi!.” Sual: Siz de bu kelimenin ikinci harfini söylersiniz. “- Masonluğa kabül şartları nelerdir? Cevab: Hulâsa, kalfalıkta nizam ve temastan sonra parola ve mukaddes kelime gelir. Yürüyüş: Kalfalıkta, çıraklıktaki üç adımdan başka,
208 MASONLARIN ESRÂRI ların girmemeleri için her türlü tedbtri almışlardır. Meselâ, üstadlık derecesine çıkmakla berâber Gül-Haç mertebeleri- ni alacak sıfatlardan mahrum birisi, yüksek derecelere ter- ftini taleb edebilir. Bu talebi reddetmek, alelâde localarda Pek güzel işleyen bir mensübu kırmak demek olur. Bundan dolayı bu arzünun sâhibine, yukarıda lâyık olanlara tebliğ süretiyle verildiğini bildirdiğimiz derecelerden Mânâsız ve zevzekçe merâsimi olanı verilir ve bu birisi, en üstâda: “- İşte görüyorsunuz ya, masonluk, üstadlıktan ibâ- İKİNCİ KISIM rettir. Yüksek dereceler, yalnız övünmeyi seven adamları RÜHÂNİ MERTEBELER mMmemnün edebilecek boş ve mânâsız şeylerdir.” denilir. Gizli reislerin, safdil üstadları yüksek derecelerin boş İKİNCİ SINIF şeyler olduğuna inandırmak için kullandıkları birkaç âyinli KÂMİL ÜSTADLAR MECLİSİ*? dereceye “hazf derecesi” nâmı verilir. âyinindeki budalalıklar, her müdekkik Zâten bu derecelerin 4. Derece: Gizli Üstad dar büyüktür. Gizli üstad, kâmil üstad insanı şaşırtacak ka- 4. derece olan gizli üstadlık mertebesi “hazf” derece- ve samimi kâtib gibi lerinin birincisi olup yüksek rutbelere çıkarılmayacak fakat derecelerde cereyân eden âyin o kadar ahmakçadır ki; bu localara devâm etmesini istenen kişilere verilir. Atölye, ni- ahmaklık ifşâ edilse bile inanılması müşküldür. zamnâme mücibince dokuz mumlu dokuz şamdan tara- Herkesin aklına gelen şeyler aşağı yukarı şu mealdedir: fından aydınlatılması yâni orada seksenbir mum yakılması “Masonluk gibi mühim ve cidd? adamlar, avanaklığa lâzımsa da üç şamdan ile iktifâ edilir. Atölyenin duvar dö- yaklaşan bu gibi maskaralıkları âyin ve esrar diye icrâ etme- şemeleri, gümüş renkli göz yaşı damlaları resimlerini hâvi leri nasıl mümkün olur?” siyahtır ve dâire içine konulmuş bir üçgen içinde beş köşeli Masonluk müessesleri, en fect neticelere gebe olan en “parlak yıldız” asılıdır. dksbsçDyşmıiieaaeeüzrrüryrkdndpebioyâmalhcelyâlrbaediaiei.'skenşrrnniirsllsnı.eaeisBenrfdauiisfbnBknhevuiuueaârtinnnslshrbleıeılteorlasniakiştrrıv,umâıâorrelyındnbpemeseaeireaıtğzernkiirtkfâlaişlb,sğâiaayıeikcydnorragelâealbübdamauelelenbkrücatiduaâenrervinbkçaedılaezkbramiuotveaktlelddhâaumioymhrruaeğğiâsaaşpdnsriafktleılunıalalçeenlirraocdmdnoaam.ıllvanauruehârr.ohd.mılbebânaaudunBkkZlniâeçergldrtişaamezieerhlrk,eniıaieşlnlcGeldverküeeeeeirmldlimmiü-lmiklâehiüHzig;rnreiaöiâssnzşmçe-viâ-e,e- Reis, Hazret-i Süleyman'ı temsil etmekte olup “üçkere kaadir” ünvânını alır. Elinde bir hükümdâr asâsı ve önün- deki üçgen masada zeytin ve defne dallarından yapılmış bir tac vardır. Mubassır bir tâne olup ismi “müfettiş”tir, garb cihetinde oturur. Nizamnâme mücibince, müfettiş hiçbir âlet kullanamaz. Müfettiş “Adonhiram” adındaki bir adamı temsil etmekte olup hurâfelerde bu adamın, Hiram'ın kat- linden evvel Lübnan Dağı amelesi müfettişi olduğu rivâyet 62 Yüksek derece mâbedlerine artık loca nâmı verilir. 18. dereceye kadar olanların toplandıkları yerelere “chapitre-rühâni meclis”adı veri- lir.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212