MESNEVÎ’DENSEÇME HİKÂYELER
MEVLÂNÂ
HAZIRLAYAN:
MEHMET YALÇIN YILMAZ
TÜRK KLASİKLERİHİKÂYEBordo Siyah Yayınları
Mesnevîden Seçme HikâyelerMevlânâHazırlayan: Mehmet Yalçın YılmazEditör: Kemal BekRedaksiyon: Kemal BekTashih: Esen Güray
Bordo Siyah Yayınları
TÜRK KLASİKLERİMESNEVÎDEN SEÇME HİKÂYELERMEVLÂN CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ (1207-1273): GÜNÜ-MÜZDE AFGANİSTANSINIRLARI İÇİNDE YER ALAN BELHKENTİNDE DOĞDU. “MEVLÂN”,“EFENDİMİZ”; “RÛMΔ İSE, “ANADOLULU”DEMEKTİR. ÇOCUK YAŞTA AİLECEANADOLU’YA GÖÇTÜ. ÇEŞİTLİ YERLERDEYAŞADIKTAN SONRA 1228’DE KONYA’YAYERLEŞTİ VE BURADA ÖLDÜ. OĞLUSULTAN VELED, BABASININDÜŞÜNCELERİNİ TEMEL ALARAKMEVLEVÎLİK TARİKATINI KURDU. HEMENBÜTÜN YAZDIKLARINDA “TANRI AŞKI”NIDİLE GETİREN MEVLÂNÂ’NIN YAPITLARIARASINDA DİVAN, FÎH-İ M FİH VEMEKTÛBÂT (MEKTUPLAR) DA VARDIR.EDİTÖRKEMAL BEK: 1972’DE İSTANBULÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜNÜ
BİTİRDİ. LİSE EDEBİYATÖĞRETMENLİĞİNDEN EMEKLİ OLDU. KOÇÜNİVERSİTESİ’NDE “TÜRK DİLİ” VE“CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ,ÖYKÜSÜ, ROMANI” VE MALTEPEÜNİVERSİTESİ’NDE “TÜRK DİLİ” DERSLERİVERDİ. “KAMER” ADLI ÖYKÜSÜ 1989’DAYUNANCAYA ÇEVRİLDİ. YAZI YAŞAMINA,1 9 6 9 ’ D A YELKENDERGİSİNDEYAYIMLANAN ELEŞTİRİSİYLE BAŞLADI;SOYUT, FİKİR VE SANATTA HAREKET,EDEBİYAT CEPHESİ, AGORA, TÜRK DİLİDERGİSİ, LUDİNGİRRA ŞİİR DERGİSİ,YAŞASIN EDEBİYAT, VARLIK, GÖSTERİ,CUMHURİYET KİTAP GİBİ DERGİLERDEÖYKÜ, DENEME VE ELEŞTİRİLERİYAYIMLANDI. EDEBİYATELEŞTİRİLERİNDE METİNDEN YOLAÇIKAN BEK, ZAMAN ZAMANGÖSTERGEBİLİM YÖNTEMİNDEN DEFAYDALANDI. MEYDAN LAROUSSE,GELİŞİM HACHETTE, TEMA LAROUSSEGİBİ ANSİKLOPEDİLERDE MADDE YAZARIVE REDAKTÖR OLARAK ÇALIŞTI. BORDO
SİYAH YAYINLARI’NIN TÜRK KLASİKLERİEDİTÖRÜ OLARAK SAYISIZ KİTABA İMZAATTİ. HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’IN TÜMYAPITLARINI YAYINA HAZIRLADI. YAHYAKEMAL BEYATLI / YAŞAM ÖYKÜSÜ VEYAPITLARINI OKUMA KILAVUZU VE METİNİNCELEMELERİYLE SÖZLÜ YAZINDÖNEMİNDEN TANZİMAT DÖNEMİNE ESKİTÜRK YAZINI VE ANLATIDAN ELEŞTİRİYEİSİMLİ ÜÇ KİTABI VARDIR.HAZIRLAYANMEHMET YALÇIN YILMAZ: 1999’DAİSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYATFAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATIBÖLÜMÜ’NDEN MEZUN OLAN MEHMETYALÇIN YILMAZ HALEN İSTANBULÜNİVERSİTESİ DİL MERKEZİ TÜRKÇEBÖLÜMÜ’NDE ÇALIŞMAKTADIR. ÇEŞİTLİYAYINEVLERİ TARAFINDANYAYIMLANAN ESERLERİ ŞUNLARDIR:HALK ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER, GÜZEL VEETKİLİ KONUŞMA, DİKSİYON: GÜZEL VEETKİLİ KONUŞMAK İÇİN.
REDAKSİYONKEMAL BEK: BAKINIZ EDİTÖR.TASHİHESEN GÜRAY: 1961’DE İSTANBUL’DADOĞDU. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ESKİTÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜNDENMEZUN OLDU. 1978 YILINDAN BERİYAYINCILIK SEKTÖRÜNDE DÜZELTMENOLARAK ÇALIŞMAKTADIR. GELİŞİMYAYINLARI, SABAH KİTAPLARI VE TURGUTYAYINCILIK’TA UZUN YILLAR ÇALIŞTI.BORDO SİYAHDIŞINDA İŞ-KÜLTÜRYAYINLARI VE CUMHURİYET KİTAPLARINADA DIŞARIDAN DÜZELTMENLİKYAPMAKTADIR.
ÖNSÖZMevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 30 Eylül 1207’de,günümüzde Afganistan sınırları içinde yer alanHorasan bölgesindeki Belh kentinde doğdu. Asıladı Muhammed Celâleddin’dir.“Efendimiz” anlamına gelen “Mevlânâ”sözcüğü, İslam dünyasında saygı belirtmek içinönemli kişilerin adlarının önünde kullanılan birsandır. Bu san kendisine, daha pek gençken,Konya’da ders vermeye başladığı sıradaverilmiştir. “Rûmî” ise, “Anadolulu” demektir;Mevlânâ’nın, bu sanla tanınmasının nedeni,eskiden “Diyâr-ı Rûm”, yAni “Roma Ülkesi”denen Anadolu’nun bir ili olan Konya’da uzunsüre oturması, ömrünün büyük bir bölümününorada geçmesi ve türbesinin buradabulunmasıdır.Babası, Belh kentinin ileri gelenlerinden bilginBahâeddin Veled; oğlu, daha sonra Mevlânâ’nınkurduğu tarikatı geliştirecek olan şair SultanVeled; annesiyse, Belh Emîri Rükneddin’in kızıMümine Hatun’dur. Dedesi Hüseyin’in lakabı,
Celâleddin’dir.Mevlânâ henüz çocukken, babası Belh’tenayrılmayı uygun gördü; bunun nedenini kimikaynaklar, Moğol istilasını sezen BahâeddinVeled’in Bağdat’a çağrılması olduğunu belirtir.Bahâeddin Veled, Belh’ten 1212 ya da 1213’teayrıldı. Hac görevini yerine getirdikten sonra,dönüşte Şam’a uğradı. Daha sonra da 1222’deAnadolu’ya geçerek Karaman’a yerleşti veburada yedi yıl kaldı. Mevlânâ, 1225’teŞerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile bukentte evlendi; Sultan Veled ve Alâeddin Çelebiadlı iki oğlu oldu.Bu yüzyılda Anadolu’nun büyük bir bölümüSelçuklu egemenliğindeydi. Bu devletin başkentiKonya’ydı. O sırada Konya sanat ve bilimbakımından en parlak dönemini yaşıyordu.Bahâeddin Veled, Selçuklu hükümdarı AlâeddinKeykubâd’ın çağrısını kabul ederek, 1228’de,ailesiyle birlikte Konya’ya yerleşti; 1231’de deorada öldü.Mevlânâ Celâleddin, ilk tasavvuf bilgilerinibabasından aldı. Babası öldüğünde yirmi dört
yaşında olan Celâleddin, babasının makamınageçti. Bu arada da çeşitli bilginlerden dersgörerek tasavvuf kültürünü geliştirdi.Mevlânâ, din biliminde ve tasavvufta daha çokderinleşmek için Haleb’e, sonra Şam’a gitti;burada, kendisinden çok etkileneceği Şems-iTebrîzî ile tanıştı. Şems, 1244’te Konya’yageldikten sonra, Mevlânâ’nın bilimle doludünyasında, tasavvufçu “Tanrı aşkı”yla yepyeniufuklar açtı.Mevlânâ, bundan sonra yıllar boyuncaMevlevîlik tarikatını geliştirmekle uğraştı.1273’te birden hastalanıp yatağa düştü ve kısabir süre sonra öldü. Mevlânâ’nın ölüm gecesine“Şeb-i Arûs” (Düğün Gecesi) adı verilir.YapıtlarıMesnevî: Mesnevî klasik doğu edebiyatında,aa bb cc diye uyaklanan ve roman gibi uzunkonuları işleyen bir şiir türünün adıdır; amagenel olarak “Mesnevî” dendiği zaman, aklaMevlânâ’nın Mesnevî’si gelir. Şimdi KonyaMevlânâ Müzesi’nde olan, 1278 tarihli en eski
Mesnevî yazmasına göre beyit sayısı 25 618’dir;aruz ölçüsüyle yazılmıştır.Divan-ı Kebir(Büyük Divan): Divanşairlerinin şiirlerini topladıkları deftere, “divan”denir. Mevlânâ’nın bütün şiirlerini derleyen buyapıtındaki şiirler Farsça’dır; ancak içindeTürkçe, Arapça ve Rumca şiirler de vardır.Mektûbât (Mektuplar): Mevlânâ’nın baştaSelçuklu hükümdarlarına ve devrin ilerigelenlerine öğüt için ya da kendisine sorulansoruları açıklamak üzere yazdığı 147 mektubuiçerir.Fîhi Mâ Fih: “Fîhi mâ fih”, “Ne varsaiçindedir” anlamında Arapça bir cümledir.Kitapta Mevlânâ’nın söyleşileri yer alır.Mecâlis-i Seb’a: “Mecâlis-i seb’a” “yedimeclis” demektir; Mevlâna’nın yedi vaazını biraraya getirir.
MESNEVÎ’DEN SEÇMEHİKÂYELERMevlânâ’nın Mesnevî’si, onun din ve tasavvufkonularındaki görüşlerini içeren en büyükyapıtıdır. Mevlânâ bu yapıtını zamanın doğukültürünün özü diyebileceğimiz öğretici veduygulandırıcı bilgilerle yazarken, yer yer dehikâyelerle süslemiş, öğretici metinlerine örnekolarak bu hikâyeleri anlatmıştır. Bu bakımdanhikâyeler, zamanın kültürünün, dünyayabakışının da birer özeti gibi düşünülebilir.Hikâyelerin konularının kaynakları pekaraştırılmış değildir; ancak kimilerininMevlânâ’nın kendi yaratısı, kimilerininse değişikkaynaklardan alınıp kendisinin anlatımıylayeniden yazılan metinler olduğu düşünülebilir.Bu hikâyeler arasında fabl türüne yakın olanlarolduğu gibi, günümüzde yazılmış kadar yetkinhikâye yapısında olanlar da vardır.Hikâyelerin kahramanları, hükümdarlardansıradan insanlara değin geniş bir yelpazeoluşturur; o dönemin çeşitli kişiliklerinin,
mesleklerinin, kentlerinin ve benzeriözelliklerinin gözlemlerini yansıtır. Ancak,dönemin yazış biçimine uygun olarak, bukahramanların karakterleri, yazarının dahaönceden belirlediği ahlak dersine görebiçimlenir. Bundan dolayı kahramanlarınkarakterleri dönemin yaşayan kişilikleriolmaktan çok, vermek istediği ahlak dersinegöre yazarın biçimlendirdiği kişiliklerdir.
TÜCCAR İLE PAPAĞANIBir tüccarın papağanı vardı; ama bu güzelkuşu kafese kapatmıştı. Tüccar bir günHindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı.Kölelerinin, cariyelerinin[1] her birine tek tek,döndüğünde kendilerine neler getirmesiniistediklerini sordu. Hepsi ayrı şeyler istedi.Tüccar papağanına da:“Ey güzel kuşum, Hindistan’dan sana negetireyim, sen ne istersin?” dedi.Papağan:“Oradaki papağanları görünce halimi anlat veonlara de ki: ‘Falan papağan benimmahpusumdur, ben onu kafeste besliyorum. Sizeselam söyledi. Ben gurbet ellerde kafeslerdesizin özleminizle can vereyim, siz serbestçeağaçlıklarda kayalıklarda dolaşın. Bu doğrumudur? Hiç değilse bir sabah vakti beni dehatırlayın, ben de birazcık mutlu olayım.’Bunları söyle, başka bir şey istemem...” diyeyanıt verdi.
Tüccar kervanını hazırlayıp yola çıktı. Günler,geceler boyunca yol aldı; sonunda Hindistan’avardı. Giderken birkaç papağan gördü.Papağanlar kayalıklara konmuştu. Atınıdurdurup seslendi:“Ben falan memleketten, şu kişiyim; ticaretyapmak için buralara geldim. Benim birpapağanım var, size selam söyledi ve şunlarışunları söylememi istedi,” dedi.Tüccar sözlerini bitirir bitirmez, opapağanlardan biri titredi, nefesi kesildi, düşüpöldü.Tüccar bu haberi verdiği için bin pişman oldu:“Ne yaptım, bu zavallı kuşun ölümüne yolaçtım. Belki de bu benim kuşumun bir yakını,çok seveni idi,” diye düşündü.Aradan epeyce zaman geçti, tüccar alışverişinibitirip memleketine döndü. Herkese hediyelerinidağıttı.Papağan, kafesinde bu olanları seyrediyordu;sonunda dayanamayıp tüccara sordu:
“Benim istediğim nerede? Oradaki papağanlarıgördün mü? Onlara selamımı götürdün mü? Negördünse anlat, beni de mutlu et...” dedi.Tüccar:“Sevgili papağanım, kusuruma bakma, amasöylemesem daha iyi olur sanırım; çünkü hâlâ ohaberi götürerek yaptığım akılsızlığa ve cahilliğeyanıyorum... Onun için, anlatmasam daha iyi,”dedi.Papağan ısrar etti; bunun üzerine tüccargönülsüzce olanları anlattı:“Söylediğin yere varıp dostların olanpapağanları görünce, senin dediklerini veselamını söyledim. İçlerinden biri bunadayanamadı, çok üzüldü, titredi ve hareketsizkaldı, sonra dayanamadı, öldü gitti. Bunugörünce çok pişman oldum, ama boşuna... birkez söylemiş bulundum,” dedi.Tüccar sözlerini bitirince, papağan kafesiniçinde titredi, hareketsiz kaldı ve biraz sonradüşüp öldü. Tüccar, kuşunu öyle görünce aklı
başından gitti, ağlayıp sızlamaya başladı;başındaki külahı çıkarıp yere vurdu:“Ey güzel kuşum, sana ne oldu, neden böyleoldun? Ben ne yaptım, başıma ne işler açtım!”diye dövündü, ağladı.Sonunda ölü papağanı kafesten çıkarıppencerenin kenarına getirdi. Tüccar onu getirirgetirmez, papağan hemen canlanıp uçtu; birağacın en yüksek dalına kondu.Tüccar şaşırıp kaldı:“Ey güzel kuş! Bu ne iştir, bu ne durumdur,bana anlat; bu hileyi nasıl öğrendin de benikandırdın?” dedi.Papağan konduğu daldan seslendi:“Sevgili efendim! O Hindistan’da gördüğünpapağan, benim selamımı alınca düşüp ölmüşgibi yaparak bana bu haberi gönderdi. Bana‘Eğer kurtulmak istiyorsan öl!’ dedi. Ben de,gördüğün gibi, onun dediğini yaparak hapistenkurtuldum. Kısaca öldüm, kafeslerdetutulmaktan kurtuldum...” dedi.
DİKEN EKEN ADAMIN HİKÂYESİSert huylu bir adam, yolun kenarına dikenlerekti. Dikenler büyüyüp çoğalınca yoldangeçenleri rahatsız etmeye başladı. Yoksullarınayaklarını kanatıyor, giysilerini yırtıyordu.Yoldan geçenler:“Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesin,”demeye başladılar.Ama adam bunlara aldırmıyordu. Bir günAllah’ın bir ermişi ona:“Kesinlikle bu dikenleri sök!” dedi.Adam yanıt verdi:“Elbet bir gün sökerim.”Adam dikenleri sökme işini “yarın”, “yarın”diyerek erteledikçe, dikenler büyüyüpçoğalıyordu.Ermiş, adama:“Ey verdiği sözünde durmayan adam, sök şudikenleri artık,” dedi.
Adam:“Bugün işim çok; bugün olmazsa yarın... birgün kesinlikle sökeceğim...” dedi.Allah’ın ermişi, bunun üzerine şu sözlerisöyledi:“Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun,ama şunu bil ki her geçen gün o dikenlerbüyüyüp güçleniyor; dikenleri sökecek olansense, gücünü kaybediyorsun. Dikenler güngeçtikçe çoğalıp gençleşiyor, senseyaşlanıyorsun.”
HAYVANLARIN DİLİNİ ANLAYANADAMAdamın biri Mûsâ Peygamber’e geldi:“Ey Mûsâ! Ne olur, dua et de ben hayvanlarındilinden anlayayım ve bundan kendime payçıkartarak daha iyi bir insan olayım,” dedi.Mûsâ Peygamber:“Haydi işine git, kaldıramayacağın yükünaltına girme. Bu halin senin için daha hayırlıdır,”dedi.Ama adam dinlemedi ve ısrar etti:“Ey Mûsâ! Ne olur, hiç olmazsa kapımdayatan köpekle horozun dilinden anlayayım.”Mûsâ Peygamber, adamı bu işten vazgeçirmekiçin ne kadar uğraştıysa da, olmadı. Adam ısraretti. Bunun üzerine Mûsâ Peygamber, ona duaetti. Adam sevinerek evine döndü. Ertesi sabahhizmetçi sofrayı kurarken, bir parça ekmek yeredüştü. Horoz koşarak bunu kaptı. Köpek onakızarak:
“Ey horoz, sence bu yaptığın doğru mu? Senbuğday da yiyebilirsin arpa da. Hatta mısır da.Ama ben ekmekten başka bir şey yiyemem,neden benim yiyeceğimi kapıyorsun?” dedi.Horoz yanıt verdi: “Haklısın... ama hiçüzülme, yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sende böylece karnını güzelce doyuracaksın,” dedi.Onların konuşmalarını duyan adam, hemeneşeği pazara götürerek sattı. Ertesi sabah,“Bakalım köpekle horoz ne konuşacaklar?” diyeonların yanına geldi.Köpek, horoza sitem ediyordu:“Hani eşek ölecekti, hani bugün karnımızıgüzelce doyuracaktık?”Horoz: “Eşek elbet de öldü, ama başka yerde;çünkü efendimiz onu sattı. Ama hiç merak etme;çünkü yarın at ölecek, o zaman da daha büyükbir ziyafete konacaksın,” dedi.Bunları duyar duymaz, adam hemen ahırakoştu, atı pazara götürüp sattı. Sevinçle evinedönerken şunları düşünüyordu:
“Bu hayvanların dilini öğrenmem çok iyi oldu.Böylece zarardan kurtuldum.”Ertesi sabah, yine, “Acaba ne konuşacaklar?”diyerek köpekle horozun yanına gitti. Köpekyine horoza sitem ediyordu:“Yahu horoz, bu sefer de dediğin olmadı;yoksa sen de mi yalan konuşmaya başladın?”dedi.Horoz: “Hayır ben yalan söylemedim; atölecekti... ancak sahibimiz onu da sattı. Sen yinede merak etme, yarın sahibimizin çok sevdiğikölesi ölecek o zaman yemekler yapılacak,helvalar dağıtılacak; hepimiz doyacağız,” dedi.Bunu duyan adam, yine hiç beklemedenkölesini pazara götürüp sattı. Dönerken:“Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu.Bu sayede birçok zarardan kurtuldum,” diyedüşünerek seviniyordu.Ertesi gün, yine köpekle horozun yanınakoştu. İkisi yine konuşuyorlardı. Köpek bu seferçok kızgındı:
“Ey yalancı horoz, hani köle ölecek, bu sayedekarnımız doyacaktı? Günlerden beri beniyalanlarınla avutuyorsun! Bu sana yakışır mı?”Horoz: “Ben yalancı değilim,” dedi, “Köleöldü, ama burada değil, başka yerde. Çünküsahibimiz onu da sattı. Aslında hiç iyi etmedi.Çünkü şimdi sıra kendisine geldi: İlk önce, kaza,bela eşeğe gelecek, böylece sahibimiz kazadankurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, sıra ata geldi;atı da satınca, köleye geldi. Köleyi de satınca,bela sırası ona gelecek. Sıra onda... Yarınsahibimiz ölecek, o sayede hepimiz doyacağız,”dedi.Bunu duyan adam ağladı, dövündü, başınıtaşlara vurdu; ama iş işten geçmişti.
NAMAZDA KONUŞAN HİNTLİLERDört Hintli Müslüman bir mescitte namazadurmuştu. Bu sırada mescidin müezziniyanlarına geldi. Hintlilerden biri namazdaolduğunu unutup müezzine sordu:“Müezzin, acaba ezanı okudun mu? Yoksanamaza daha vakit var mı?”Arkadaşı, namazda olduğu halde, kendisinitutamayarak kızdı: “Sus yahu, namazdakonuşulur mu? Namazın bozuldu!”Üçüncü Hintli, ikincisine çıkıştı: “Ona nekarışıyorsun, asıl sen kendine bak! Sen dekonuştun, senin de namazın bozuldu!”Bu sırada dördüncüsü söze karıştı:“Hepinizin namazı bozuldu. Hamdolsun ben,sizin gibi yanlış davranıp konuşmadım venamazımı bozmadım!”Böylece, gevezelikleri yüzünden dördünün denamazı bozulmuş oldu.
Ne mutlu o kişiye ki, kendi ayıbını görür; kimbirinin ayıbını görürse, o ayıbı kendisindebulur. Sende o ayıp yoksa da, yine emin olma;çünkü o ayıbı bir gün sen de yapabilirsin; oayıp seni de bulur.
ASLANIN PAYIAslan, kurt ve tilki, üçü bir olmuşlar, avlanmaküzere ormana girmişlerdi. Akşama kadar bir dağöküzü, bir keçi, bir de tavşan avlayan üçarkadaş, avlarını sırtlayarak bir mağarayagetirmişler, sofraya oturmuşlardı. Aslan, kurdadönerek:“Gel bakalım aziz dostum, şu hayvanlarıpaylaştır da karnımızı doyuralım,” emrini verdi.Kurt, ezile büzüle avı şöyle paylaştırdı:“Ey, ulu sultanım! Şu dağ öküzü, senin payın.O büyük, sen de büyük ve çeviksin. İzinverirseniz, yaban keçisi de benim olsun. Tilkikardeş, tavşanı sever; şu semiz tavşan da onunolsun.”Aslan bu paylaşıma kızdı:“Sen kim oluyorsun budala! Unutma ki,ormanlar şahı aslanın huzurundasın. Ben varken,paylaşımda sana söz düşer mi!” diyerek, birpençede zavallı kurdu yere serdi.
Durumu gören tilki, korkudan titriyordu. Aslanbu sefer ona döndü:“Ne bakıyorsun öyle! Haydi sen pay et şuavları!”Tilki başına gelecekleri bildiğinden, korkuyla:“Ey büyük sultan! Pay etmek haddim değilama, söyleyeyim: Bu tavşan, sizin sabahkahvaltınız. Keçi öğle yemeğiniz için nefis biryahni olur. Öküzü de akşam yersiniz.”Aslan, bu paylaşımdan çok hoşlanıp tilkiyesordu:“Bu kadar adaletli paylaşımı nereden öğrendindostum?”Tilki, boynunu bükerek yerde cansız yatankurda bir göz attı, aslana:“Şu haddini bilmez kurdun halinden,” diyeyanıt verdi.Bunun üzerine aslan:“Sen bizim aşkımıza kendi payından
vazgeçtin; üçü de senin olsun, üçünü de algötür,” dedi.Tilki de, “Aslan, bana kurttan sonra teklif etti;bunu pay et diye önce bana teklif etseydi, ondancanımı kurtarabilir miydim?” diyerek içindenyüzlerce kez şükretti.Akıllı o kişidir ki, dostlarının başınagelenlerden ders alır. Eğer ululanmayıbırakmaz, ders almazsa, onun azgınlığındanbaşkaları ders alır.
NEFSİNİN TUZAĞINA DÜŞEN
ASLANÇok büyük bir ormanda, azılı bir aslan yaşıyor;bütün hayvanlar ondan çok korkuyordu. Böyleyaşamaktansa bir çare aradılar; düşünüptaşındılar, aralarında bir kurul seçerek aslanagönderdiler:“Ey ormanların şâhı aslan, her gün içimizdenbirini yakalıyor, yiyorsun. Buna bir diyeceğimizyok. Ama bunun için sıkıntıya girmek niye? Sentahtında otur. Biz sana her gün içimizden biriniyollarız, sen de rahatça yersin. Böylece biz dehuzur içinde ömrümüzü geçiririz,” dediler.Bu sözler aslanın hoşuna gitti, kabul etti. Artıkher sabah bir hayvan, aslana teslim ediliyordu.Derken sıra tavşana geldi.Hayvanlar, “Eh ne yapalım... kısmet böyle!Çoğumuzun rahatı için, birimizin ölmesi gerek.Haydi, vakit geçirmeden yola düş de aslanıkızdırmayalım,” dedilerse de, tavşan işi ağır alıpaldırmadı. Hayvanlar telaşlandılar. Sonunda,
yalvara yakara tavşanın yola düşmesinisağladılar.Tavşan kayıtsız, seke oynaya aslanın karşısınageldi; ama vakit de epey ilerlemişti.Açlıktan ateş püsküren aslan kükredi:“Nerde kaldın? Neden geciktin!”Tavşan, yapmacık bir telaşla terini silipboynunu büktü:“Aman efendim, ben saygıda kusur etmedim.Sabah erkenden yola çıktım, ama başka bir aslanyolumu kesti. Ondan kurtuluncaya kadar nelerçektiğimi bilemezsiniz,” dedi.Aslanın öfkesi büsbütün başına vurdu:“Kim bu küstah? Bu ormanda yalnız benimhükmüm geçer. Kimmiş o, çabuk söyle?”Tavşan durumdan memnundu; hep öteki aslanıövüyordu. Onun başka bir aslanı övmesi, aslanıngururunu incitti, artık dayanamadı:“Düş önüme, göster şu alçağı!” dedi.
Yola düştüler. Tavşan aslanı bir kuyununbaşına getirdi:“İşte sultanım, bu kuyunun içinde... Bakınıznasıl da kurulmuş!”Aslan hırsla kuyunun içine baktı; kuyudakendi yansımasını gördü, hırlamaya başladı.Kuyudaki aksi de hırladı. Tavşan fırsatıkaçırmadı:“Görüyor musunuz efendim, size nasıl dameydan okuyor?”Aslan büsbütün öfkelendi, gözleri döndü:“Bir diyarda iki sultan olmaz. Parçalamalıyımonu!” diye mırıldandı; ardından da güm diyekuyuya atladı.Tavşan neşeyle, yemyeşil çayırda seke oynayageri dönerek hayvanlara kurtuluşu müjdeledi.Ey insanoğlu! Sen bu dünya kuyusunundibine hırsla, açgözlülükle atlamış ve tutsakolmuş mahpus bir aslansın.Nefsini yen de, tavşan gibi özgür dolaş. Senin
tavşan benliğin kırda yiyip içmekte, zevk vesefa etmekte, sen ise şu dedikodu ve kavgakuyusunun dibindesin.
SULTAN MAHMUD’UN HİKÂYESİSultan Mahmud, bir gece yalnız başına şehridolaşırken bir grup hırsıza rastladı. Hırsızlardanbiri:“Ey insanoğlu, sen kimsin?” diye sordu.O da:“Ben de sizlerden biriyim...” dedi.Daha önce onu hiç görmedikleri halde, her biriötekilerden birinin arkadaşı olduğunu sanarakpadişaha ilişmedi, “Yabancı biri olsa, hiçtanımadığı, kılıklarından kim oldukları belli olanböyle bir topluluğa kolayca yanaşıp da ‘Ben desizdenim,’ diyebilir mi hiç?” diye düşünerekrahatladılar; ona ilişmediler.İçlerinden biri:“Ey hile ve düzende becerikli olanlar! Haydi,herkes becerilerini bir bir sayıp döksün ortayada, kimlerde neler var bilelim,” dedi.Bir başkası dedi ki:
“Benim kulaklarımda öyle bir özellik var ki,köpek havladığı zaman ne dediğini anlarım.”Adamlar burun kıvırarak:“Bu özellik, iki kuruş eder ancak,” dediler.Bir başkası:“Benim bütün özelliğim, gözümdedir.Geceleyin karanlıkta kimi görsem, hiç şüphenizolmasın ki gündüz gördüğümde onu tanırım,”dedi.Başka biri:“Benim bütün becerim kolumdadır. Bugücümle duvarları delerim,” dedi.Daha başkası:“Allah bana bir burun vermiş ki ‘İnsanlar,madenlere benzer’ sırrına ermişim. Toprağınbedeninde ne kadar para var, hangi maden gizli,masrafı kendinden fazla olur mu... hemenanlarım. Mecnun gibi toprağı koklayıp,yanılmadan Leylâ’nın[2] toprağını seçerim. Her
gömleği koklarım da, içinde Yusuf[3] mu var,şeytan mı var bilirim,” dedi.Sonunda dediler ki:“Ey vefâlı ve yüce dost! Söyle bakalım, seninbecerin nedir?”Sultan Mahmud:“Benim bütün becerim, sakalımdadır. Öyle ki,suçluları cellada verdiklerinde, sakalımoynayınca kurtuluverirler bütün cezadan da,ölümden de. Ne bir dertleri kalır, ne elemleri.”“Önderimiz sensin, minnet günündekurtuluşumuz senden olacaktır. Hiç kimsedesendeki bu becerinin eseri dahi yoktur,” dedilerve Sultan Mahmud’u kendilerine önder seçtiler.Sonra hep birlikte yola çıktılar; soymak içinsaraya doğru ilerlemeye başladılar. Bu sırada,sağ taraflarında bir köpek havladı.Köpek sesinden anlayan hırsız:“Köpek diyor ki, ‘Padişah sizinle birliktedir.’”
Kement atan, yüksek bir yere kement attı,hepsi tırmanıp çıktılar. Koku alan, sürekliçevreyi kokladı, padişahın hazinesinin duvarınıgöstererek:“Hah, bulduk,” dedi, “Şurada eşsiz bir hazinevar!”Delik delen, deldi duvarı, içeri girdiler, her birigücü yettiğince, umudunun ulaştığınca aldıalacağını, çıkıp döndüler yerlerine.Padişah geçtikleri yolları, hırsızlarınözelliklerini, her birinin aldıklarını aklında tuttu.Uykuya daldıklarında, gizlice ayrıldıyanlarından, sarayına döndü. Muhafızları,kolcuları, askerinden yiğit olan bir bölüğü,hırsızların yerlerini tarif ederek yolladı;hırsızların tamamını tutup huzura getirdiler.Hepsi tir tir titriyordu. Hem de büyük birşaşkınlık içindeydiler. Öyle ya, soygunuyaparken kendilerini kimse görmemişti; dahaüzerinden bir gün bile geçmemişti soygunun.Elleriyle koymuş gibi yakalanmışlardı askerlertarafından.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124