— Vasya nerede? diye yineleyip duruyordu.Yaşlı kadınla Liza da korkudan titreyerek onasorular yağdırıyor, acı acı:— Ne oldu canım; ne var? diye soruyorlardı.Ne yanıt vermeliydi?Arkadi İvanoviç, beceriksizce bir şeyleruydurarak işin içinden sıyrılmaya çalıştıysa dadoğallıkla bunlara inanan olmadı ve Arkadi ikikadını büyük bir kaygı içinde bırakarak çıkıpgitti.Geç kalmamak, aynı zamanda Vasya’nın nehalde olduğunu haber vermek için acele aceledairenin yolunu tuttu.Hem arkadaşının Yulyan Mastakoviç‘in yanındaolabileceği de aklına geldi; bu en yerinde birkestirimdi, daha Artemiyef’lere giderken debunu düşünmüştü. Hatta bir aralık arabayıMastakoviç‘in evi önünde durduracak olmuştu,ama sonra düşününce vazgeçip yoluna gitmişti.
Şimdi çocuğun dairede olup olmadığına bakacakve Vasya’nın durumunu kendisine bildirmekiçin Yulyan Mastakoviç‘e çıkacaktı. Nasıl olsahaber vermek gerekti.Daha sofada aynı rütbedeki genç arkadaşlarıçevresini alıp Vasya’ ya ne olduğunu hepbirlikte sordular. Birbirine karışan seslerkendisinin delirdiğini söylemekte sözbirliğietmişti, görevini savsaklamaktan dolayı askeregöndereceklerini sanıyormuş.Arkadi İvanoviç‘e gelince, kesin bir şeysöylemeden her yana yanıtlar yetiştirerekdaireye daldı. Burada Vasya’nın YulyanMastakoviç‘in odasında bulunduğunu öğrendi.Esper İvanoviç‘e varıncaya kadar dairenin bütünadamları da oradalarmış.Arkadi İvanoviç bir an durdu, çünküadamlardan biri nereye gittiğini, ne istediğinisormuştu. Arkadi karşısındakinin yüzüne dikkatetmeden içinde Vasya’nın adı geçen anlamsızbir iki sözle yanıt verdi ve Yulyan Mastakoviç‘inodasına doğru yürüdü. Odada amirinin sesi
geliyordu.Kapı önünde ona:— Nereye gidiyorsunuz? diye sordular.Korkuya kapılan Arkadi İvanoviç kaçıpdairesine dönmek istiyordu, tam o sırada yarıaçılmış kapıdan zavallı Vasya’sını gördü. Hiçalışılmış olmayan bir kargaşalığın göze çarptığıodaya girdi. Bütün yüzlerde şaşkınlıkokunuyordu. Yulyan Mastakoviç çok üzgüngörünüyordu.Arkadi, dostuna bakarken acıdan boğazına birşeyler tıkandığını duyumsadı. Yüksek memurlar,Ekselans’ın çevresini almışlar, alçak seslearalarında görüşüyor ve besbelli neye kararvereceklerini bilemiyorlardı.Vasya, sessiz ve somurtkan, bir köşededuruyordu. Yüzü sapsarı, başı, amirleriönündeki bir asker gibi kalkık, elleripantolonunun cebinde, hareketsiz, topuklarıbitişikti. Gözleri Yulyan Mastakoviç‘in
yüzünden ayrılmıyordu.Memurlar, Nefedoviç‘in içeri girdiğini ayırtetmişlerdi, birkaçı iki gencin dost olduklarını vebirlikte oturduklarını bildikleri için Ekselans’aArkadi’nin orada olduğunu haber verdiler.Yulyan Mastakoviç‘in bir işareti üzerine Arkadiyaklaştı. Kendisine sorulanlara yanıt vermekistedi ama, amirine bakınca gözleri dumanlandı;bir çocuk gibi titremeye, ağlamaya başladı.Ekselans’ın elini yakaladı, alnına götürerekgözyaşlarıyla ıslattı. Yulyan Mastakoviç eliniçekerek:— Yeter yavrum! Görüyorum ki iyi yüreklisin!dedi.Arkadi, çevresine yalvarıcı gözlerle bakınarakhıçkırıyordu. Ona öyle geliyordu ki, bütün buinsanlar iyi yürekliydiler, zavallı Vasya’nınkardeşleriydiler ve uğradığı felaketin acısınıonlar da onun kadar duyuyorlardı.Amir:
— Ne oldu ona? Nasıl oldu bu iş? diye sordu.Neden çıldırdı?Arkadi bir çaba harcayarak:— Borçç…lu…luktan… diyebildi.Yanıt, dinleyenlerin şaşkınlığını arttırdı, o kadargarip ve mantıksız görünüyordu ki… Bir insannasıl olur da borçluluk yüzünden çıldırabilirdi.Arkadi elinden geldiği kadar açıkladı.Yulyan Mastakoviç sonunda:— Aman Tanrım, ne felaket! diye kekeledi.Üstelik o iş hiç de acele değildi! Bu kadarönemsiz bir iş için adam bu hale geldi!.. Herneyse, onu götürmek gerek.Yulyan Mastakoviç yeniden Arkadi İvanoviç‘edöndü. Vasya’yı göstererek dedi ki:— Bir kıza bir şey söylememizi istemişti.Nişanlısı mıdır?
Arkadi, açıklamaya girişti.Derin düşüncelere dalmış gibi görünen Vasya oanda çok gerekli olan bir düşünceyi anımsamayaçalışıyor gibiydi, sanki kendisine bu unuttuğuşeyi anımsatacaklarmış gibi, zaman zamançevresindekilere acıyla bakıyordu. GözleriArkadi’ye dikildi. Sonunda rahat bir soluk aldı,içinde bir umut ışığı belirmişti. Sol ayağıylabaşlayarak üç adım attı ve subayının karşısındabulunan bir asker gibi topuklarını vurarak durdu.Hepsi ne olacağını merak ediyordu. Kesik kesik:— Benim doğuştan bir kusurum vardır,Ekselans. Çelimsiz bir insanım, askerliğeyaramam, dedi.Orada bulunanların hepsi yüreklerinin sızladığınıduyumsadılar, çok metin ve belki çok sert biradam olan Yulyan Mastakoviç bile gözyaşlarınıtutamadı.— Götürün onu, dedi ve elleriyle üzüntülü birişarette bulundu.
Vasya kısık sesle:— Başım! dedi.Sonra, bir asker gibi arkasına döndü ve odadançıktı.Onunla yakından ilgilenenler, arkasındançıktılar.Arkadi de bunların arasındaydı. Vasya, sofadahareketi için gerekli belgenin hazırlanmasını vekendisini hastaneye götürecek arabanıngelmesini bekledi. Sessiz, fakat kaygılı bir haldeduruyor, tanıyabildiği kimselere veda etmekistermiş gibi başıyla işaretler ediyordu.Sanki hareket emrini bekliyormuş gibi her ankapıya bakıyordu. Çevresine toplanmış olanmemur arkadaşları acıyan tavırlarla başlarınısallıyorlardı.Şimdi artık bütün odalarda çalkalanan bu olayherkesi şaşırtmıştı. Hepsi tartışıyor, üstünniteliklerini göklere çıkardıkları zavallı çocuğa
acıyorlardı. Çok şey vaat eden, kendi halinde,çok uysal bir çocuktu, diyorlardı; öğreniminiilerletmek için ne zahmetler çektiğini,öğrenmeye ne kadar meraklı ve hevesliolduğunu anlatıyorlardı.Biri:— O, çok aşağı bir durumdan ancak kendibecerikliliği ve yorulmak bilmez çalışmasıylakurtulabilmişti, dedi. Ekselans’ınona gösterdiği iyiniyet ve ilgiden sözediyorlardı.Kimileri işini yapmadığı için orduyagönderileceği hakkındaki o saplantının neredençıktığını araştırdılar.Kimileri de, köle çiftçilerin soyundan gelmişolduğu için, zavallının, uysal doğasıyla birlikteaz bulunur bir zeka ve iyilik sahibi olduğunugörerek kendisini koruma altına almış olanYulyan Mastakoviç‘in yaklaşımıyla memuriyetegirmeyi başardığını ve bugünkü rütbesineeriştiğini ekliyordu. Kısacası, çeşitli düşünceler
ortaya atılıyordu.Şumkof’un arkadaşlarından pek kısa boylu biribu telaşlı insanlar arasında özellikle gözeçarpıyordu. Pek genç sayılamazdı, çünküotuzunu aşmıştı. Yüzü kireç gibi beyazdı, sinirlibir halde titriyor, yarı aralık dudaklarında garipbir gülümseme, sanki bir sırıtış görünüyordu,belki de bu her felaketin, her tatsız olayınkayıtsız seyirciyi korkuttuğu kadar ona hazvermesinden ileri geliyordu.Hiç durmadan grubun çevresinde dönüyor,ayaklarının ucuna basarak yükseliyor, cılızvücudunu geriyor ve olaydan coşkunluklasözederken kendilerine karşı kayıtsızdavranmasına rütbeleri elverişli olanlarındüğmelerine dokunuyordu. İşin basit değil, çokönemli olduğunu, kendisinin bildiği derinnedenleri bulunduğunu ve bu işin bu haldebırakılamayacağını söylüyordu. Sonra geneayaklarının ucuna basarak yükseliyor, aklı erenbir insan tavrıyla bir iki kez başını sallıyor vedolaşımını sürdürmek üzere başka yanakoşuyordu.
Sonunda bekleyiş sona erdi; hastanenin adamıiçeri girmişti, Vasya’ya yaklaşarak, usulca gitmezamanının geldiğini söyledi. Çocuk doğruldu,biraz telaşlandı ve çevresine bakınaraktanardından yürüdü.Birini arıyor gibiydi.Arkadi İvanoviç:— Vasya, Vasya! diye hıçkırdı.Zavallı genç durdu, Arkadi meraklılarınarasından kendisine yol açarak arkadaşınınyanına geldi. Son kez kucaklaştılar… Üzüntülübir sahneydi bu.Şumkof, Arkadi’nin eline bükülü bir kâğıtsıkıştırarak:— Al bunu, dedi. Benden alırlar. Daha sonrabana getirirsin.Vasya sürdüremedi, çünkü gene çağırıyorlardı.Herkese hoşça kalın diyerek merdivenleri indi.
Acısı yüzünden okunuyordu…Arabaya oturdu ve araba hemen hareket etti.Arkadi hemen kâğıdı açtı; bu, Şumkof’unyüreğinin üstünde taşıdığı, Liza’nın siyah saçlülesiydi.Genç adamın gözlerine yakıcı yaşlar doldu.Hıçkırarak:— Zavallı, zavallı Liza! dedi.Daireden çıkma zamanı gelince Arkadi,Artemiyef’lerin evine gitti.Bu sahneyi hiçbir sözcük anlatamaz… KüçükPetya, küçüklüğü yüzünden iyi yürekliVasya’nın başına gelenleri tümüyle anlamamışolmasına karşın, bir köşeye gizlenerek yüzünüiki eliyle kapamış, çocuk yüreğinin bütüngücüyle hıçkırıyordu.Arkadi evine dönerken akşam karanlığıbastırmıştı.
Neva nehrine varınca, biraz durdu, ufuktagünbatımının kanlı çizgisiyle yırtılan kış sisininkararttığı uzaklara dalmıştı. Karların biriktiği buztutmuş nehir üstünde son ışıklar, kırağıelmaslarının milyonlarcasını birdentutuşturuyordu. Gece, kenti kaplamak üzereydi,hiç kuşkusuz sıfırın altında yirmi derecedenaşağı düşecek bir gece… Kırbaç altındasendeleyen beygirlerden ve köprüler boyuncakoşarken soluyan insanlardan bir buğuyükseliyordu. Kuru havada en küçük gürültüyankı yapıyordu. Damlardan devleri andıranduman sütunları yükseliyor, birleşip ayrılarak,bu koyu kitleler eski kentin üstünde yeni birkent oluşturuyordu.Zayıf ya da güçlü halkıyla bütün bu dünya,yoksulların kulübeleri veya kodamanlarıngösterişli saraylarıyla bütün bu yapılar, bütünbunlar, bu alacakaranlık altında, koyu mavigökte hafif bir buğu gibi biraz sonra silinipgidecek bir masal düşüydü sanki…O vakit Vasya’nın yalnız kalan arkadaşınınkafasında garip bir düşünce belirdi. O zamana
kadar duymadığı güçlü bir heyecanın etkisialtında yüreğine sıcak bir kan dalgası dolaraktitredi. Bütün bu yaşam curcunasını,mutluluğuna dayanamayan zavallı Vasya’nınneden aklını bozduğunu, ilk kez anlıyordu.Arkadi’nin dudakları titredi, gözleri parladı,benzi uçtu. Ve o anda son derece yeni bir şeyisezer gibi oldu.Gamlı, tasalı olmuş, bütün şevkini yitirmişti.Yalnız kaldığından beri eski evinden nefretediyordu; başka yere taşındı.Kolomna’dakilerin yanına gitmek istemiyordu,gidemezdi de. Ancak iki yıl sonradır ki raslantıonu Liza ile karşılaştırdı.Kiliseye gitmişti. Genç kadın evliydi. Kucağındabir çocuk taşıyan bir sütnine, yanındayürüyordu. Selamlaştılar, havadan sudan bir ikisöz ettiler, fakat geçmişten sözetmektençekindiler.Liza, Tanrıya şükür, mutlu olduğunu söyledi,
halleri vakitleri oldukça yerindeymiş, kocası iyibir adammış ve kocasını seviyormuş…Fakat bunları söylerken genç kadının gözleribirdenbire yaşlarla doldu, sesi boğuklaştı,kederini herkesin gözünden saklamak içinarkasını dönerek kilisenin döşeme taşlarınadoğru eğildi.SOYTARI Adama bakıyordum. Öyle garip birhali vardı ki; insanın daha görür görmezkahkahayı basacağı geliyordu. Nitekim ben degörünce kendimi tutamadım. Bir başka nokta:Bu ufak tefek adamın küçücük gözleridurmadan fıldır fıldır her yana dönüyordu,kendisi de başkalarının bakışlarındaki çekimin okadar etkisi altında kalıyordu ki, üzerine çevrilengözleri sanki içgüdüyle duyuyordu. Hemendönüyor, rahatını kaçıran adamı kaygı ilesüzüyordu. Hep hareket halinde oluşu onu birfırıldağa benzetiyordu.Tuhaftır, en güvenilir geçim aracını alaylarsağladığı halde alaycılardan ürker gibi bir halivardı; oysaki herkesin soytarısıydı o. Başlıca işi,
içinde bulunduğu topluluğun türüne göremanevi, hatta maddi zapartalar yemekti.Kendi istekleriyle soytarı olanlar acıma bileuyandırmazlar. Yine de bu gülünç adamınçekirdekten yetişme bir maskara olmadığını,kendisinde ne olsa bir büyüklük yanı kaldığınıayırt ederdim. Sıkılgan hali, hep hastalıklı birkorkunun etkisi altında bulunuşu halinde birnokta sayılabilirdi.Bana öyle geliyordu ki, başkalarına yardımetmekten hoşlanır görünmek isteği, çıkarhesaplarından daha egemendi hareketlerine.Kendisiyle eğlenmelerine, yüzüne karşı alayetmelerine ses çıkarmamaktan zevk duyardıama, kuşkum yok ki, bir yandan da kendisinidinleyenlerin, anlattıklarına değil de kendisine,yüreğine, kafasına, kalıbına kıyafetine, varınayoğuna kötü bir duyguyla güldüklerinidüşünerek yüreği kan ağlardı.Hiç kuşku duymuyorum, böyle anlardadurumunun tüm garipliğinin bilincine varır, amaher seferinde, içinden geldiği belli olan karşı
koymalar boğazında düğümlenip kalırdı. Genebiliyorum ki, onda göze çarpan çelişki, bir onurkalıntısından, derin ve gizli bir duyarlıktan ilerigeliyordu, yoksa tekme ile kovulmaktan vedinleyicilerinden bir metelik koparamamaktandeğil. Öyle ya adamcağız durmadan parakoparırdı; hiç sıkılmadan maskaralıklarının veyüzsüzlüğünün bedelini isterdi.Şaklabanlıklarının başka bir amacıolmadığından, böyle davranmayı kendisi için birhak sayardı.Ama, hey Tanrım! Nasıl koparılırdı o paralar! Buuğurda nelere katlanmazdı! Kendisini görmedenönce, o buruşuk, köşeli ve çizgili, avuç içi kadaryüzün o kadar çeşitli anlatımlara, aynı zamanda,o kadar garip duygulara, o kadar acı izlenimleresahne olabileceğini asla aklımdan geçirmezdim.O yüzde neler görülmezdi? Utanç, sahte birgurur, ani kızarmalarıyla öfke, sıkılganlık,rahatsız ettiği için özür dileme, hem değerinehem de hiçliğine inanma, bütün bunlar, birşimşek hızıyla bu yüzden geçip giderdi.Tanrıya sığınıp yeryüzünde kendine de bir
yercik sağlamaya çalıştığı şu altı yıldan beri,para istediği önemli anlara yaraşan bir tutumtakınmayı bir türlü başaramamıştı. Doğallıklaöyle pek fazla bayağılaşıp kendini lekelemesineasla olanak yoktu. Bunu yapamayacak kadarateşli ve canlı bir yüreği vardı. Dahası var:Bence o Tanrının yarattığı insanların en dürüstve soylularından biriydi. Yalnız ufak bir zaafıonu aşağılatırdı. Salt çevresindekileri hoşnutetmek için ilk işarette küçük bir onursuzdavranışta bulunmaya hazırdı. Kısacası, halkınpaçavra dediği insanlardandı.En garip yanı, başkalarından ne daha iyi, nedaha kötü, herkes gibi giyinmesi, her zamantemiz, hatta biraz da özenli bir halde gezmesi,üstelik ağır ve saygın bir eda taşımaya çabagöstermesiydi.Bu dış görünüşle, kendisini için için kemirdiğibelli olan o iç korku, aynı zamanda durmadankendisini küçültmek gereksinimini, insanı hemgüldüren, hem de acındıran bir çelişkioluşturuyordu.
Mizacı konusunda bir nokta daha: Adamcağızonurluydu da, arasıra hiçbir tehlike duymadığızamanlar, mertlik gösterdiği de olurdu. Hattakoruyucularından birini bile, ölçüyü aştığızamanlar nasıl terslediğini bir görmeliydi. Budurum seyrek olurdu, ama o zaman açar ağzını,yumar gözünü, gerçekten hayli yiğitlikgösterirdi.Sözün kısası, o sözcüğün tam anlamıyla hakkıyenmiş biriydi, ama yararsız, bu bakımdan dagülünç bir hakkı yenmiş.Genel bir tartışma arasında, bizimkininbirdenbire masanın üstüne sıçradığını, sessizliğisağlamak için bağırarak söz istediğini gördüm.Ev sahibi bana:— Dinleyin, dedi, kimi zamanlar pek hoş şeyleranlatır… Sizi ilgilendiriyor mu?Başımla bir evet işareti yaptım ve kalabalığakarıştım.
Kılığı kıyafeti yerinde bir adamın masanınüstüne çıkıp bar bar bağırmasına kimilerişaşıyor, ötekiler de gülüyordu.— Todor Nikolayeviç‘i ben tanırım. Herkesteniyi tanırım; diye haykırıyordu. Durun sizeişitilmemiş bir serüven anlatayım…— Anlatın! Anlatın!— Dinleyin öyleyse. Başlıyorum, beyler. Çokgarip bir serüvendir bu…— Pekâlâ, pekâlâ!— Komik bir serüven…— Çok güzel! Tamam! Konuya gelelim!— Değersiz kölenizin yaşamından bir kesit…— O halde ne diye komik bir serüvendiyorsunuz ya?— Üstelik biraz da trajiktir.
— Ya!— Kısacası beni bugün dinlemeniz bu serüvenyüzünden olanak kazanmıştır. Evet, o yüzdendirki, bugün sizin pek ilginç topluluğunuz içindebulunuyorum.— Kısa keselim!— Bu serüven…Genç ve kumral bir bay:— Eh, bu serüven, bu serüven, –şu girişiniziçabuk bitirin kuzum,– bu serüven herhalde birşeylere mal olacak, diye söylendi.Ve elini cebine sokarak, mendilini arıyormuşgibi yaparken para çantasını çıkardı.— Bu serüven, beylerim, benim evlenme işimeengel oldu…— Evlenme… Bir kadın… Pozlukov evlenmekistiyormuş…
— Vallahi Bayan Pozlukov’u görmeyi pekisterdim.— Bayan Pozlukov olacak hanımın adınılütfeder misiniz?— Evet beyler, işte öykümün birinci bölümü.Bundan altı yıl önce ilkbaharda, 31 Martgünüydü, tarihe dikkat edin, o günün arefesi…Kıvırcık saçlı kısa boylu bir adam:— Bir nisanın arefesi, diye bağırdı.— Çok zekisiniz, doğrusu. Vakit geceydi.Küçük N… kasabasının üzerinde karanlıklarkoyulaşıyordu, ama ay kendini göstermek istergibi davranıyordu… Yani her şey tam anlamıylaşairaneydi. İşte, ortalığın kararmakta geciktiği osıralarda, zavallı rahmetli haminneme; kör, sağır,alık olduğu için evde kapalı yaşayan haminnemehoşça kalın diyerek dışarı çıktım. Ne yalansöyleyeyim, tir tir titriyordum, çünkü büyük birişe girişecektim; kemikli bir elin ensesindenyakalayarak kaldırdığı bir kedi yavrusu gibi
yüreğim üçbuçuk atıyordu.— Bağışlayın, Bay Pozlukov.— Emredersiniz, dedi. Ne diyordum, TodorNikolayeviç‘in evine girdim. O benim için birmeslektaş, hatta bir şefti. Geldiğimi haberverdiler, beni çalışma odasına aldılar, oda hâlâgözümün önündedir. Ortalık karanlıktı, mum dagetirmemişlerdi. Baktım, birden TodorNikolayeviç odaya giriverdi. İkimiz dekaranlıkta karşı karşıya duruyoruz. O zamanbaylar, aramızda garip bir şey yoktu. Hayattaolur böyle şeyler. Cebimden bir kâğıt tomarıçıkardım. O da aynı şeyi yaptı. Ama onunçıkardığı kâğıtlar banknottu…— Banknot mu?— Evet ve kâğıtlarımızı değiş-tokuş ettik.Kibar giyinmiş gençten biri:— Kesenkes bu işin içinde bir şantaj sorunuvardı, dedi.
— Şantaj mı? Şantaj mı? Ah beyim, bir gündevlet dairesinde hizmet edecek olursanızanayurdun ocağında ellerini ısıtmanın değerinianlarsınız. O bizim anamızdır, biz onunçocukları. Onun için elimizden geldiği kadaronun besleyici memelerine asılı kalırız.Oda kahkahalarla çınladı.Pozlukov, hazır bulunanlara kuşku dolubakışlarla baktı.— İnan olsun, beyler…Dinleyicilerine bakarak durdu. Yüzünün garipbir anlatımı vardı. Kuşkusuz bütün bu namusluinsanlar arasında en az namussuzun kendisiolduğunu düşünüyor olmalıydı… Bununlabirlikte, kahkaha kesilinceye kadar yüzüciddiyetini korudu.— Beyler, ama inanın sözüme. Asla on parabahşiş kabul etmiş adam değilim.Pozlukov’un sözlerini yeni bir neşe dalgası
kapladı.Pozlukov:— Evet, dedi, ömrümde bahşiş kabul etmişdeğilim. Ama o gün, kimi sorunları bu yollaçözmeye alışmış olan bir adamın bana verdiğiparayı almak küçüklüğüne düştüm. ElimdeTodor Nikolayeviç hakkında oldukça tehlikelibirtakım belgecikler vardı.— Yani onları sizden satın aldı, öyle mi?— Öyle.— Peki ne verdi size?— Verdiği… Baylar, o kadar paraya içinizdenherhangi biri vicdanını ve daha başka şeylerisatardı… Tabii eğer o vicdan para ederse… Amaişte, o sırada sanki tepemden kaynar sulardökülmüş gibi oldu. İnanın ki ne olduğumunben de ayırdında değildim, ne ölüydüm, ne diri;dizlerim çözülüyor, dudaklarım titriyordu,içimden bağış dilemek geliyordu, Todor
Nikolayeviç‘in karşısında kendimi o kadar suçluduyumsuyordum.— Sizi bağışladı mı hiç değilse?— Asıl bağışlamayan benim… Yalnız o sıradaiçimde neler geçtiğini söylüyorum. Yufkayürekliyimdir, biliyor musunuz. Bana baktığınıayırt ediyordum.Şefim:“— Tanrı‘dan hiç korkunuz yok mu, OsipMihayloviç? dedi.”“Ne yapmalıydı? Durumu kurtarmak içinkollarımı açtım ve başımı omuzuma eğerekgüçlükle dedim ki:— Ne yaptım ki Tanrı‘dan korkayım, TodorNikolayeviç?”“Yineliyorum bunu salt durumu kurtarmak içinyapmıştım, oysa ki içimden, yerin dibinegeçmek istiyordum.”
“—Bunca zaman ailemizin dostu, nerdeyse biroğul gibiydiniz! Hem kimbilir kader daha nelergösterirdi! Sonra da tuttunuz beni ihbar etmekletehdit ettiniz… Bunu gördükten sonra kimegüven olur, Osip Mihayloviç?”“Ben de içimden: `Kime güven olur?’ diyordum.Boğazıma bir şey tıkanıyor, sesim titriyordu,irademin zayıf olduğunu bildiğim için şapkamıkavradım.”“—Canım nereye gidiyorsunuz, OsipMihayloviç?.. Bana bu kadar kin beslemenizdoğru mu? Ne yaptım ben size?..”“—Todor Nikolayeviç, Todor Nikolayeviç.”“Erimiş şeker gibi yumuşamıştım, banknotdestem hem cebime, hem vicdanıma ağırbasıyor, sanki haykırıyordu: `Sen bir haydutsunnankör! Alçak!’ Bu incecik deste sanki beş okkaçekiyordu… (Ah ne olurdu gerçekten beş okkaçekseydi).”Todor Nikolayeviç:
“—Görüyorum, ayırdındayım, pişmansınız…Haydi, ağlama artık! Haydi bir kusur ettin, acıçektin. Haydi, haydi, belki seni doğru yolagetirebilirim… Hatta belki de zavallı yuvamsizin katılaşmış yüreğinizi, yolunu şaşırmışyüreğinizi tekrar ısıtmayı başarır!..”“Baylar, beni elimden tutarak ailesinin arasınagötürdü. Bütün vücudumu bir üşüme aldı; şimdiben ne yüzle çıkacağım karşısına, dedim… Sahi,size söylemedim, oldukça nazik bir işimizvardı.”Alaycının biri atıldı:— Bayan Pozlukov da orada mıydı yoksa?— Daha doğrusu Mariya Teodosiyevna. Amasöylemek lütfunda bulunduğunuz adı taşımakkısmetinde yokmuş, bu onura erişemedi.Doğrusu, Todor Nikolayeviç, evinde bir oğulgibi tutulduğumu söylemekte haklıydı. Altı ayöncesine kadar, Mihail Maksimoviç Dvigaylofyaşarken durum böyleydi. Ama kadıncağız birvasiyetname hazırlamak fırsatını bulamadan
yaradanına kavuştu.— Vay!..— Ya işte! Ben de cebimde bir sıfırlakalakaldım. Çünkü o rahmetli (evine ayakatmama hiç izin vermemişlerdi ama), evetrahmetli çok zengindi, beni de, kiminedenlerden oğlu yerine koyardı.— Ya!— Evet, öyleydi ve bu uğursuz olay yüzündenTodor Nikolayeviç’ in evinde suratlar bir karışasıldı, bu şanssızlıktan sonra bana yüz vermezoldular.“Bütün bunları görüyor, ayırt ediyor, aldırmıyorgibi görünmeye çalışıyordum, tam o aralık tersbir rastlantıyla (belki de uğurlu bir rastlantıyla,kimbilir?) kentimize bir süvari subayı damladı.Bir süvari subayının işi gücü dolaşmaktır,mesleği bir yerde durup dinlenmesine olanakvermez; ama Todor Nikolayeviç’ in evine öylesağlam demir attı ki fena halde canım sıkıldı.
“Alışık olduğum üzre, kayınpeder adayınınkarşısında soruna dolambaçlı yoldan değindim:“Şudur budur! dedim, Todor Nikolayeviç, nedenbeni üzersiniz? Dedim. Oysa ki, ben sizindamadınız sayılırım.” Bunun üzerine,baycağızlarım, bana bir yanıt çıkardı! İnanolsun, on dizelik koşuklu bir destan gibiydi.Dinledikçe insanın ağzının suyu akıyordu! Sizalık alık kulak kabartıp dinlerken herifçioğluağzınızdan girip burnunuzdan çıkardı! Biryetenek vermiş Tanrı, bir yetenek ki değmegitsin!..“Bunun üzerine kıza karşı manevralara giriştim:Ona şiirler getirdim, şekerler getirdim; kendimibeğendirmeye çabalıyor, şakalar yapıyor, yanıkahlar çekerek yanıp tutuştuğumu söylüyordum!Bir gözyaşları, bir aşk duyuruları! İnsanınaptallığı sonsuzdur, siz de bilirsiniz. Nüfuskâğıdıma bakmamıştım, otuzumu geçtiğimiunutmuştum. Benimle apaçık alay ediyorlardı.“Sonunda küplere bindim, bir daha evlerineayak basmamaya karar verdim. Olup bitenleri,söylenen şeyleri anımsayarak düşünüyordum;
düşündüm, taşındım, sonunda şu ele vermedüşüncesi aklıma geldi. Küçük bir kalleşlik!İtiraf ederim. Ama raporcuğumda kimiaçıklamalar, hatta kesin kanıtlar vardı.“Ve banknotlarla değiştirdiğim bu rapor banabin beşyüz altın ruble getirmişti.”— Ama bu tam anlamıyla bir zorbalık olmuş.— Öyle olsun. Ama size söylediğim gibi, böyleyöntemlere alışık bir adama yuttuğunukusturuyordum. Böyle durumlarda, bu iş suçsayılmaz. Şimdi sürdürüyorum.“Elbet anımsıyorsunuz: Todor Nikolayeviç benisalona sürüklemişti, ben de sıfırı tüketmiş birhaldeydim. Bütün aile, öfkeli değilse bile üzgüntavırlarla çevremi sardı… Hepsi bitkingörünüyorlar, ama yüzlerinde bir ciddilikanlatımı var. Babaca bir sahne: Sanki haylazoğlun dönüşü gibi bir şey. Beni çay masasınaoturttular, ayaklarım donmuştu ama içim birsemaver gibi fokurduyordu… Kendimiküçülmüş, zavallı duyumsuyordum… Şefimin
soylu eşi bana döndü, senli benli bir eda ile:“Sanki zayıflamışsın, yavrucuğum,” dedi.“—Evet, iyi değilim Mariya Fominişna.” Sesimtitriyordu, o ise fırsat beklermiş gibi, taşıgediğine koydu: “Belli ki vicdanın rahat değil,Osip Mihayloviç! Soframızda yediğin yemekleryüreğine ağır basıyor! Kanlı gözyaşlarımvicdanına dökülüyor!” İşte böyle dedi! Çayıboşaltırken bunları anlatıyordu. Öyle sakin, öyleuysaldı ki çarşıda bütün çenesi düşük kadınlarıbastırdığına inanamayacağınız gelirdi. İştesevgili öğütçümüz böyle bir insandı.“Sonra, tersliğe bakın ki, bu kez de MariyaTeodosyevna, kızı, bütün suçsuzluğuylaçıkageldi, biraz sararmış, gözleri kızarmıştı. Bende akılsız gibi o gözyaşlarını benim için döküyorsanmıştım! Daha sonra öğrendim ki gerçektenuzun uzun ağlamış, nedeni de basitti: Süvarisubayı tabanları yağlamış, ortadan yokoluvermişti. Babasıyla annesi sonradan işiniçyüzünü öğrenince aile sayısının artma tehlikesibaş göstermiş olmasına karşın, bu sorunu örtbasetmek istemişlerdi.
“Kızı görür görmez öyle oldum ki, yer yarılsındibine gireyim, gözlerimle şapkamıaraştırıyordum, ama biri daha önce saklamışolmalıydı; başı kabak da kaçmaya kalkardımama önlemli davranarak kapıyı kapamışlardı. Ozaman gülümsemeler, muhabbetler, gözkırpmaları başladı, biraz kendime gelir gibioldum. Sevgilim piyanoya oturarak en sevdiğimşarkıyı söyledi. Todor Nikolayeviç: “Haydi,dedi, her şey unutuldu, gel seni kucaklayalım!”dedi. Yüreğimde bir ferahlıkla kollarına atıldımve başımı bileğine koyarak ağladım. “Ah benimkoruyucum, babacığım!” diye haykırdım, yakıcıyaşlar yanaklarımdan akıyordu. Ah Tanrım! Osahneyi bir görseydiniz. O ağlıyordu, karısı da,Mariyacığım da, herkes ağlıyordu!.. Bilmemnereden gelmiş bir küçük sarışın kız vardı, o daağlamaklı olmuştu… Dört bir yandan evinyumurcakları ortaya çıkıp yaygarayı bastılar…Ne gözyaşlarıydı o! Ne sevgi gösterileri! Dedimya, geri gelen bir haylaz oğul ya da savaştandönen bir asker.“Sonrası gerçek bir kabul töreni oldu. Pastalar
getirildi. Mariya: “Ah çok kötüyüm, diyordu. –Neden şikayetçisiniz? –Kalbimden,” Zavallıcıkkızardı. İhtiyarla ben punç içtik, artık keyfimtümüyle yerine gelmişti…“Zavallı haminneciğimin yanına döndüğümzaman başım dönüyordu. Kadıncağızıuyandırdım, ona mutluluğumun öyküsünüanlattım.” Haydut herif sana para verdi mi?“—Evet, haminne verdi. Mutluluk kapımızageldi.”“O gece, yatağıma oturarak, bu yeni mutluluğudüşünüyordum. “Yarın nisanın biridir,diyordum: Ne güzel ve eğlenceli bir gün“Düşünüyordum, düşünüyordum, sonundaaklıma garip bir düşünce geldi. Kalktım, mumuyaktım, kendi kendime gülerek, yazı masamınbaşına oturdum.“Mutlu bir adam ne demektir, bilir misiniz,baylar? Göreceksiniz… Sevincimden kendimi,gözü kapalı, felaketin kucağına attım. Göz göregöre batağın içine daldım! Ama ne kötü huyum
vardır ya! Varımı yoğumu soyup alırlar, ben detutar, geri kalanını gönülden bağışlarım!Dahasını söyleyeyim: Herif bana bir tokat atar,ben öbür yanağımı çeviririm; bir köpeğeyaptıkları gibi bana bir yemlik uzatırlar, ben deherkesi kucaklamak için atılırım. Şimdi de öyledeğil mi ya: Siz benimle alay ediyorsunuz,aranızda fısıldaşıyorsunuz; pekâlâ görüyorum,yüreğimi size açtığım zaman beni maskarayerine koyacaksınız, ama işte bütün bunları bilebile, yine de size anlatıyorum, oysa ki kimsebeni zorlamıyor, ama sizleri kardeşlerim, en iyidostlarım sayıyorum!.. Ha!..”Yavaş yavaş yükselen gülüşmeler, şimdi sankibir esriklik nöbeti geçirmekte olan konuşmacınınsesini bastırmıştı. Adam durdu, gözleri hazırbulunanlar üzerinde dolaştı, ansızın sanki birkasırgayla sürükleniyormuş gibi, adam sen dedemeye gelen bir işaret yaptı ve herhaldedurumunu pek tuhaf bulmuş olacak ki o daherkes gibi gülmeye başladı. Sonra geneanlatmaya koyuldu.— O gece uyumakta güçlük çektim. Ne iş
gördüğümü kestirin bakayım baylar? Şimdi itirafetmekten utanıyorum. Çakır keyif bir durumda,bütün gece yazmıştım, hem de ne saçmalar!“Sabah olunca giyindim, saçlarımı kıvırdım,güzelce pomatlandıktan, yeni bir giysi üstümegeçirdikten sonra elimde kâğıtlarla TodorNikolayeviç‘in evine gittim. Beni doğrudankendisi kabul etti, bağrına bastı. Ama ben ciddibir tavırla bir adım geriledim. Durum hoşumagidiyordu. “Hayır, Todor Nikolayeviç, dedim,önce şunu okuyun.”“Bu kâğıtta ne yazılıydı biliyor musunuz?İstifamı veriyordum. İmzam ünvan verütbelerimle birlikte altına konulmuştu. İştebulduğum hüner buydu. Bundan dahaakıllıcasını kırk yıl arasam bulamazdım. Nisanınbiridir, diyordum, yine dargınmışım ve kızlarınıistemiyormuşum gibi davranacağım. Cebimdeparam var, geleceğim de sağlandı, istifamıveriyorum, böyle bir şefin buyruğu altındaçalışmak istemediğimden başka bir görevegeçiyorum, oradan da yeni bir ihbardabulunacağım. (Aşağılık bir adam rolü oynamak
istemiştim.) Anlıyorsunuz ya baylar. Bir günönce, beni bağırlarına basmışlardı, onun için,içtenlikli bir takılma olarak düşündüğüm buşakaya kendimde hak görüyordum, TodorNikolayeviç’ in babacanlığıyla alay etmekistiyordum…“Kendisine uzattığım kâğıdı okur okumaz benziattı. “Bu da ne oluyor, Osip?” dedi. Ben deahmak gibi “Nisan balığı, Todor Nikolayeviç!”dedim. Tıpkı bir yaramaz çocuk gibiydim.Haminnemin koltuğu arkasına saklanarakkulağına bağırıp onu ürkütmek istediğimzamanlar gibi evet!… Bütün bunları anlatmaktanutanıyorum…”Her yandan sesler yükseliyordu:— Haydi, haydi, sürdürün!— Epey telaşa düşmüştüler, baylar. Benim birşeytan, bir afacan olduğumu, kendilerinikorkuttuğumu söylüyorlardı. Hava öyle tatlı,öyle içtendi ki utandım, içimden diyordum ki:“Nasıl olur da benim gibi bir günahlıyı böyle
kutsal bir yere kabul ederler!”Öğütçü hanım birdenbire haykırdı:“— Ah! Dostum, beni korkuttun! Hâlâtitriyorum! Hemen koşup Mariya’yı buldum, bakOsip’in neler yapmış” dedim. Dün gece sanakötü şeyler söylediğim için vicdan sızısıduydum. Üzüm üzüm üzüldüm.”“Az kaldı önünde diz çöküyordum. Gözyaşlarıgene boşandı, kucaklaşmaların, şakaların ardıarkası kesilmiyordu. Todor Nikolayeviç de işekarıştı ve bize kendine göre bir nisan balığısundu. “Elmas gagalı altın bir kuş geldi,gagasında bir mektup getirmişti.” Benimle alayediyordu. Hepimiz gülüştük, herkes sevinçiçindeydi… Tu!.. Size bunları anlatmaktanutanıyorum!..“Şimdi baylar, sonuna yaklaşıyoruz. Böylece birgün, iki gün, bir hafta geçirmiştik; ben resmennişanlı sayılıyordum. Nişan halkaları ısmarlandı,nikâh günü de belirtilecekti ama Petersburg’tanbir müfettişin gelmesi beklendiği için
kâğıtlarımız daha asılmıyordu. Bir memurmutluluğumu geciktirdiği için, onu büyük birsabırsızlıkla bekliyordum. “Ah! Bir kez, herifibaşımızdan savabilsek?” diyordum.“Bu telaştan yararlanarak Nikolayeviç bütünişleri sırtıma yüklemişti: Hesaplar, raporlar,defterlerin denetimi, toplamlar. Muhasebeninkarışıklığı korkunçtu. Her yanda hatalar,boşluklar. Haydi bakalım, kolları sıvayıpkaynatamız adına biraz çalışalım! Adamcağızrahatsız görünüyordu, her gün sağlığı biraz dahabozuluyordu. Bana gelince, ben bir dakikadurup dinlenmeden çalışa çalışa çöp gibikalmıştım.“Sonunda her şey zamanında bitti, uğursuz güngelip çatınca bana bir haberci göndermişlerdi.“Yetişin, diyorlardı, Todor Nikolayeviç‘indurumu kötü.” Hemen koştum TodorNikolayeviç‘i ateşler içinde, başında sirkelibezler, inim inim inlerken buldum.“— Ah dostum! Ne olacak halimiz? dedi.Ölüyorum, ailemi, yavrucağızlarımı kime
bırakayım?“Gözleri yaşlı Mariya ile karısı oradaydı. Onlarıdışarı çıkardı, kapıyı kapamamı söyledi. İkimizbaşbaşa kaldık.“— Senden bir ricam var, dedi.”“— Nedir istediğiniz?”“— Evladım, ölüm yatağında sana bir itiraftabulunacağım: Kasada eksiğimiz var, ben kendiparamdan kattım. Kem ağızlı insanların sanahakkımda kötü şeyler söylemeleri çok canımısıkıyor… Seni aldatmışlardı ya, o günden berikederimden saçım ağardı. Müfettiş gelecek, ozavallı Matviyev’in yedi bin ruble açığı var.Hesabı benden soracaklar, çünkü Matviyev’denne alabilirler? Zaten adamcağızın avucunda birşeyler yok, bir de tutup… Bütün sorumluluğukendi üzerime almayı yeğlerim.“— Aman yarabbi! diyordum içimden, ne melekgibi adam!”
“— Kızımdan para alamam, çeyizi bencekutsaldır, el sürülmez. Kenarda kıyıda birazparam var ama, faize yatırmıştım, şimdi hemenpara bulmak için ne yapmalı bilemiyorum…“Artık kendimi tutamadım, önünde diz çöktüm.”“— Ah koruyucu efendim! diye haykırdım, siziyanlış tanımışım, değerinizi bilememişim. Kötüinsanlar o uğursuz ihbarı yazmayı aklımakoydular. Bağışlayın beni, paranızı geri alın!“Yaşlı gözlerle bana bakıyordu.”“Senden beklediğim de buydu, evladım. Seniböyle görmek isterim.”“Önce kızımın gözyaşlarını görüp kusurunubağışlamıştım, şimdi de bütün yüreğimle senibağışlıyorum. Sen yüreğimin yaralarına merhemvurdun, sağol, yavrum.“Bana hayır dua etmişti, baylar. Ben dekendisine parayı getirmek üzere hemen evimekoşmuştum.
“— Alın babacığım, yalnız elli rublesi eksiktir,gereksinimlerimi karşılamıştım.”“— Zararı yok, dedi, aylığından kesilmek üzereelli ruble avans istemek üzere eski tarihle birdilekçe yaz. Amirlerin önünde, gerekeniyaparım, parayı sana avans verdiğimi söylerim.Ne dersiniz baylar, bu dilekçeyi yazmadım mı?”Biri:— Peki bütün bunların sonucu ne oldu? diyesordu.— O uğursuz dilekçeyi verince her şey bitmişoldu. Ertesi günü, resmi mühürle bir yazı aldım,baktım: Bizim istifa dilekçesi! Hesaplarımıhazırlayıp verdikten sonra istediğim yeregidebileceğimi yazıyorlardı.— Nasıl?— Ben de sizin gibi haykırmıştım: Nasıl?Kulaklarım çınlıyor, yüreğim burkuluyordu.Todor Nikolayeviç‘e koştum. Hemen konuştuk.
“— Bu da ne oluyor, dedim.”“— Ne demek istiyorsunuz?”“— Canım istifam.”“— Hangi istifan?”“— İşte!..”“— Evet. Doğru… Bu bir istifa…”“— İyi ama ben istifa etmedim ki.”“— Ne! Ama bir nisan tarihi ile imzalamışsınızişte!”” Ah budalalık! Ona kâğıdı bırakmıştım.”“— Todor Nikolayeviç, şu gözlerimin gördüğüadam siz misiniz gerçekten?”“— Ben mi? Elbette! Ne olacakmış sanki?Görevinizden bu kadar çabuk ayrılmakistemenize çok üzülüyorum. Bir genç adam işinesadık olmalı, ama siz bayım, aklınızdan geçeni
yaparsınız. Bonservis konusunda hiç meraketmeyin. Size güzel bir belge vereceğim: Bunayaraşık olmak için elinizden geleni yaptınız.”“— Şaka ediyorsunuz, Todor Nikolayeviç, bukâğıdı size muziplik olsun diye şakacıktanvermiştim.”“— Ya, demek şakacıktandı? Görev işlerişakaya gelir mi sanıyorsunuz? Bayım, iyi bilin kibu türlü şakalar sizi bir gün Sibirya’ya götürür.Şimdilik güle güle. Sizinle konuşmaya zamanımyok. Müfettiş geldi, görev her şeyden önce, sizşakalardan hoşlanıyorsanız, benim ciddi işlerimvar. Yeniden söylüyorum, iyi bir bonservisalacaksınız… Ha! Şunu da ekleyeyim ki yeni birev satın aldım. Bu yakınlarda döşeyipdayayacağız, kutlama şöleninde sizigörmeyeceğimi umarım. Uğurlar olsun, bayım!“Evime koştum –Mahvolduk haminne!– diyebağırarak haminnemin yanına koştum. Neolduğunu anlamadan çığlığı bastı. Tam o sıradaTodor Nikolayeviç‘in uşağı çıka geldi, içinde birsığırcığın uçuştuğu bir kafesi getirmişti: Onu
nişanlıma ben armağan etmiştim. Üzerine Nisanbalığı yazılı bir pusula iliştirip bana gerigönderiyorlardı.”— Sonra ne oldu?— Ne olacak?.. Bir gün Todor Nikolayeviç‘erastladım ve bu gerçekleri söyleyip alçaklığınıyüzüne vuracak oldum.— E sonra?— Elimden gelmedi.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144