gi’nin oğluna göre, yalnızca Abak’ı rahatsız ederek itiraz ları harekete geçirmek değil, aynı zamanda ele geçirmek istediği kentin içinde, Şam’ı teslim olmaya zorlayacak bir işbirliği şebekesi kurmak söz konusudur. Bu nazik iş için Selahaddin’in babasını görevlendirmiştir. Eyüp, başarılı bir örgütleme faaliyetinden sonra, 1153’te komutasını İbn el-Kalanissi’nin küçük kardeşlerinden birinin yürüt tüğü kent milisinin Nureddin yanlısı tarafsızlığını sağla mıştır. Ordudan birçok kişi de aynı tutumu benimsemiş tir. Bunlar Abak’ın tecrit edilmesini giderek artırmakta dırlar. Onun yanında artık, onu kafa tutmaya teşvik e- den küçük bir emir grubundan başkası kalmamıştır. Bu boyun eğmeyen kişilerden kurtulmaya karar veren Nu reddin, Şam’ın efendisine çevresindekilerin bir komplo hazırladıklarına ilişkin sahte haberler ulaştırmıştır. A- bak, bunun doğruluğunu fazla araştırmadan, yardımcıla rının çoğunu hemen idam ettirmiş veya hapse attırmıştır. Artık tamamen tecrit olmuş durumdadır. Sonuncu işlem: Nureddin, Şam’a giden bütün yiye cek kervanlarına birden el koyar. Bir çuval buğdayın fi yatı, iki günde yarım dinardan yirmi beş dinara çıkar ve halk açlıktan korkmaya başlar. Artık ajanların halkı, e- ğer Abak Halepli dindaşları yerine Frenkler’i seçmesey- di kıtlık olmayacağına ikna etmelerinden başka bir iş kalmamıştır. 18 Nisan 1 1 5 4 ’te, Nureddin askerleriyle birlikte Şam önüne gelir. Abak, Baudouin’e bir kez daha acil bir mesaj gönderir. Fakat Kudüs kralı zamanında yeti- şemeyecektir. 25 Nisan pazar günü, kentin doğusundan nihai sal dırı emri verilir. Şamlı vakanüvis şöyle anlatmaktadır: Surların üstünde, ne asker, ne kent halkından kimse vardı, yalnızca bir kuleyi savunmakla görevlendirilen bir avuç Türk vardı. Nureddin’in askerlerinden biri, Yahudi zoı
bir kadının kendisine ip sarkıttığı bir burca doğru ilerledi. Bu ipten yararlanarak tırmandı, kimse farketmeden surun tepesine ulaştı ve arkasından gelen birkaç arkadaşı bir sancak açıp sura diktiler ve “ya mansur” (ey zafer kaza nan) diye bağırmaya başladılar. Şam’daki birlikler ve halk, Nureddin’e, adaletine ve iyi ününe duydukları sem patiden ötürü direnmekten vazgeçtiler. Bir kazmacı, kaz masıyla Doğu kapısına (Bab-ı Şarki) koştu ve kilidi kırdı. Askerler buradan içeri girdiler ve hiç direnmeyle karşılaş madan ana caddelere dağıldılar. Thomas kapısı da (bab- Tuma) askerlere açıldı. Nihayet Melik Nureddin, maiye tiyle birlikte, hepsi de açlık ve kâfir Frenkler tarafından kuşatılma kaygısını takıntı haline getirmiş olan halkın ve askerlerin büyük sevinç gösterileri içinde şehre girdi. Zaferinin verdiği duyguyla cömert davranan Nured din, Abak ve yakınlarına Hıms bölgesinde iktalar ver miş ve tüm mallarını alarak gitmelerine iziıı vermiştir. Nureddin, silah kullanma yerine ikna etmeyi başara rak, Şam’ı kan dökmeden fethetmiştir. İster haşhaşiyun, ister Frenkler, isterse Zengi olsun, onu boyunduruk al tına almaya niyet eden herkese karşı çeyrek yüzyıldır i- natla direnen Şam, hem onun güvenliğini sağlama, hem de bağımsızlığına saygı gösterme güvencesi veren bir hükümdarın yumuşak kararlılığının etkisi altında kal mıştır. Kent yaptığına pişman olmayacak, Nureddin ve ardıllarının sayesinde tarihinin en şanlı dönemlerinden birini yaşayacaktır. Nureddin, zaferinden hemen sonra ulemayı, kadıları ve tüccarları toplayarak, onlara rahatlatıcı sözler etmiş, ayrıca büyük miktarda yiyecek stokları getirtmiş ve meyva pazarının üzerine binen vergileri iptal etmiştir. Bu yönde bir ferman hazırlamış ve bu, ertesi cuma, na mazdan sonra mimberden okunmuştur. Seksen bir ya şındaki İbn el-Kalanissi, hemşehrilerinin sevincini pay laşmak üzere gene buradadır. Halk alkışladı, diye ak 202
tarmaktadır. Kentliler, köylüler, kadınlar, dar gelirliler, herkes Nureddin daha uzun yaşasın ve sancakları hep zafer kazansın diye açıkça dua etti. Suriye’nin iki büyük kenti Halep ve Şam, Frenk sa vaşlarının başından beri ilk kez aynı devletin içinde, o- tuz yedi yaşında olan ve kendini istilacıya karşı müca deleye adamaya kesin kararlı bir hükümdarın yönetimi altında birleşmiştir. Fiili durumda, Munkidi hanedanı nın özerkliğini hâlâ koruyabildiği küçük Şeyzer emirli ğinin dışında, Müslüman Suriye’nin tamamı artık bir leşmiş olmaktadır. Fakat Şeyzer’in bağımsızlığı uzun sürmeyecektir, çünkü bu küçük devletin tarihi, çok ani ve ve beklenmedik bir şekilde sona erecektir. Şam’da, Nureddin’in Kudüs’e karşı bir sefer açacağı söylentilerinin dolaştığı 1157 ağustosunda, çok şiddetli bir deprem hem Araplar’ın, hem de Frenkler’in arasın da ölümlere yol açarak, Suriye’nin tamamını tahrip et miştir. Halep surlarındaki birçok kule yıkılmış ve deh şete kapılan halk civar kırlara kaçmıştır. Harran’da toprak yarılmış ve böylece açılan devasa yarık boyunca eski bir kentin kalıntıları yüzeye çıkmıştır. Trablusşam, Beyrut, Sûr, Hıms ve Maara’daki ölüleri ve yıkılan bi naları saymak mümkün değildir. Fakat Hama ve Şeyzer, hepsinden daha fazla zarar görmüşlerdir. Hama’da, acil bir ihtiyacını gidermek için boş bir alana giden bir sübyan mektebi öğretmeninin, geri döndüğünde okulunu yerle bir olmuş ve bütün öğ rencilerinin de ölmüş olduklarını gördüğü anlatılmakta dır. Perişan bir vaziyette yıkıntıların üzerine oturan öğ retmen, velilere bu ölümleri nasıl haber vereceğini dü şünmektedir, ama hiçbiri hayatta kalmadığı için çocu ğunu aramaya gelen olmamıştır. Aynı gün Şeyzer’de, Usama’nın kuzeni olan kent e- miri Muhammed İbn Sultan, Hisar’da oğlunun sünnet düğününü yapmaktadır. Kentin bütün önde gelenleri ve 203
hükümdar ailesinin bütün üyeleri buradadır, birden bi re yer sallanmaya, duvarlar çökmeye başlamış ve ora dakilerin hepsini ezmiştir. Munkidi emirliği böylece yo- koluvermiştir. O sırada Şam’da bulunan Usama, ailesi nin kurtulabilen nadir birkaç üyesinden biridir. Olayın heyecanıyla şöyle yazacaktır: Ölüm, soyumdan insanla rı öldürmek, onları ikişer ikişer veya her birini teker te ker öldürmek için adım adım gelmedi. Hepsi birden göz açıp kapayana kadar öldü ve sarayları onların mezarı oldu. Ve gözü açılmış olarak şunu eklemektedir: D ep remler, bu kayıtsızlıklar ülkesini yalnızca uyuşukluğun dan çıkartmak için vardır. Nitekim Munkidilerin dramı, o çağın insanlarına in sani şeylerin beyhudeliği konusunda birçok düşünce malzemesi sunacaktır, ama daha da basit olarak dep rem aynı zamanda bazıları için, yıkılmış bazı kent veya kaleleri zahmetsizce fethetme veya yağmalama fırsatı yaratacaktır. Özellikle Şeyzer’e hemen hem haşhaşiyun, hem de Frenkler saldırmış, kenti sonunda Halep ordusu almıştır. Nureddin, 1157 yılında surların onarımmı denetle mek üzere kenten kente gezerken hasta düşer. Ona bü tün yolculuklarında eşlik eden Şamlı hekim İbn el- Vakkar kötümserdir. Hükümdar, bir buçuk yıl boyun ca hayatla ölüm arasında kalır. Frenkler de bu durum dan bazı kaleleri işgâl etmek ve Şam civarlarını yağma lamak için yararlanırlar. Fakat Nureddin, bu eylemsiz lik süresinden kaderi üzerinde düşünmek için yararla nır. Saltanatının ilk bölümünde, Müslüman Suriye’yi kendi yönetiminde birleştirmeyi ve ülkeyi zayıf düşüren iç çatışmaları sona erdirmeyi başarmıştır. Artık Frenk- ler’in işgali altındaki büyük kentleri geri almak için ci hada girişmek gerekmektedir. Başta Halepliler olmak ü- zere, yakınlarından bazıları ona Antakya’dan başlama sını önerirler, ama Nureddin onları çok şaşırtarak buna 204
karşı çıkar. Bu kentin tarihsel olarak Rumlara ait oldu ğunu onlara açıklar. Burayı ele geçirmeye yönelik her girişim, imparatorluğu Suriye olaylarıyla doğrudan uğ raşmaya tahrik edecektir; bu da Müslüman ordularının iki cephede savaşmalarına yol açacaktır. Hayır, Rumla rı tahrik etmek değil de, büyük sahil şehirlerinden birini ve hatta tanrı izin verirse Kudüs’ü geri almak gerekir diye ısrar eder. Heyhat! Olaylar onun kaygılarını çabucak doğrula yacaklardır. 1 1 5 9 ’da hafif bir iyileşme gösterirken, Io- annes Komnenos’un oğlu ve ardılı imparator Manuel’in komutasında güçlü bir Bizans ordusunun Suriye’nin ku zeyinde toplandığını öğrenir. Nureddin, imparatora ki barca hoşgeldiniz demek üzere hemen elçiler yollar, ih tişamlı, bilge, tıp tutkunu bir adam olan vasilevs, bu el çileri kabul eder ve onlara efendileriyle olabilecek en dostane ilişkileri sürdürme niyetini bildirir. Suriye’ye geliş nedeninin yalnızca Antakya’nın efendilerine bir ders vermek olduğu konusunda güvence verir. Manu el’in babasının da yirmi iki yıl önce aynı nedenleri ileri sürerek geldiği ve bunun onun Müslümanlara karşı Ba- tılılarla ittifak kurmasını engellemediği hatırlanmakta dır. Ama Nureddin’in elçileri vasilevsin sözlerinden kuşku duymazlar. Rumların, 1 1 5 3 ’ten beri Antakya prensliğinin kaderine hükmeden şu kaba, küstah, sinsi ve küçümseyici şövalyenin, Renaud de Châtillon’un a- dının geçtiği her seferinde nasıl kudurduklarını bilmek tedirler. Bu şövalye, bir gün bütün Arapların gözünde Frenkler’in bütün kötülüğünü simgeleyecek ve Selahad din onu kendi elleriyle öldürmeye yemin edecektir. Prens Renaud, vakanüvislerin “ Brens Arnat”ı, Doğu’ya 1147’de geldiğinde, kafasında ilk istilacıların çoktan çağdışı olmuş zihniyetini taşımaktadır: Altına, kana ve fethe susamışlık. Antakya prensi Raymond’nun ölü münden kısa bir süre sonra, onun dul karısını baştan çı 205
kartmayı, sonra da onunla evlenmeyi başarmış, böylece kentin efendisi haline gelmiştir. Aşırılıkları, onu kısa sü rede yalnızca komşusu Haleplilerin değil, aynı zamanda Rumların ve kendi uyruklarının gözünde de iğrençleş- tirmiştir. 1156 yılında, Manuel’in ona söz verdiği bir para miktarının ödenmemesini bahane ederek, Bizans’a ait Kıbrıs adasına bir ceza akını düzenleyerek intikamı nı almaya karar vermiş ve Antakya patriğinden seferin masraflarını karşılamasını istemiştir. Buna rıza göster meyen patriği hapse attırmış, işkence yaptırtmış, sonra da yaralarına bal sürdürtüp, zincirletip, tam bir gün bo yunca güneşin altında bırakmış, böylece binlerce böce ğin onun bedenini kemirmesine yol açmıştır. Tabii ki patrik sonunda kasalarını açmış ve bir filo kuran prens, küçük Bizans garnizonunu kolayca ezerek Akdeniz adasının kıyılarına çıkmış ve adamlarını etrafa salmıştır. Kıbrıs, bu 1156 ilkbaharında başına gelenler den sonra bir daha toparlanamayacaktır. Bütün ekili tarlalar, kuzeyden güneye doğru düzenli bir şekilde tah rip edilmiş, bütün hayvan sürüleri boğazlanmış; saray lar, kiliseler ve manastırlar yağmalanmış, götürüleme yecek herşey yakılmış ve yıkılmıştır. Kadınların ırzına geçilmiş, ihtiyar ve çocukların boğazı kesilmiş, zengin ler rehine olarak götürülürlerken, fakirlerin kafası kesil miştir. Renaud, ganimet yüklü olarak geri dönmeden önce, bütün Rum papaz ve keşişlerin toplanmasını em retmiş, onların burunlarını kestikten sonra Konstanti- nopolis’e göndermiştir. Manuel buna bir karşılık vermelidir. Fakat Roma imparatorlarının varisi olarak adi bir darbe indiremez. Yapmak istediği, Antakya’daki şövalye-haydut Rena- ud’yu herkesin gözünün önünde rezil ederek saygınlığı nı yeniden kazanmaktır. Renaud, imparatorluk ordusu nun Suriye yolunda olduğunu öğrenince, direnmenin yararsız olduğunu bildiğinden özür dilemiştir. Küstah 20 6
lık kadar kölelik alanında da yetenekli olan Renaud, Manuel’in kampına yalın ayak, dilenci gibi giyinmiş o- larak gitmiş, imparatorun tahtı önünde yerlere kapan mıştır. Nureddin’in elçileri de bu sahneye tanık olmuşlar dır: “Brens Arnat”ın, onu farketmemiş gibi yaparak ko nuklarıyla sakin sakin konuşmaya dfevam eden vasilev- sin ayaklarının dibinde toz toprak içinde yatmış olarak uzun süre beklediğini, sonra imparatorun hasmına bak maya rıza gösterip, küçümseyici bir şekilde kalkmasını işaret ettiğini görmüşlerdir. Renaud affedilecek ve böylece prensliğini muhafaza edecektir, ama Kuzey Suriye’deki saygınlığı ebediyen sönmüştür. Zaten ertesi yıl, kentin kuzeyinde giriştiği bir yağma hareketi sırasında Halepli askerler tarafın dan yakalanacaktır; bu ona on altı yıllık bir esarete mal olacak ve sahnenin önüne tekrar çıktığında, kader ona rollerin en iğrençlerinden birini biçmiş olacaktır. Manuel’e gelince, otoritesi bu seferin sonunda sü rekli artmıştır. Antakya’daki Frenk prensliğine olduğu kadar, Küçük Asya’daki Türk devletlerine de egemen olmuş, böylece devletini Suriye işlerinde belirleyici bir rol oynar hale getirmiştir. Bizans askeri gücünün tarih teki bu sonuncu canlanması, başlangıçta Araplarla Frenkler arasındaki çatışmanın verilerini alt üst etmiş tir. Rumların sınırlarında meydana getirdikleri sürekli tehdid, Nureddin’in geniş çaplı yeniden fetih harekâtına girişmesini engellemiştir. Bu arada Zengi’nin oğlunun gücünün Frenklerin genişleme yolunu tıkamasından ö- türü, Suriye’deki durum bir bakıma kilitlenmiş gibidir. Fakat bu arada Arapların ve Frenklerin zaptedilen e- nerjileri bir anda serbest kalmışçasına, savaşın ağırlığı yeni bir harekât alanına, Mısır’a kayacaktır. 207
DOKUZUNCU BÖLÜM MISIR'A HÜCUM “Amcam Şirkuh bana döndü ve dedi ki, ‘Yusuf, eşyala rını topla, gidiyoruz’. Bu emri alınca kalbime bıçak sap lanmış gibi oldu ve şöyle cevap verdim: ‘vallahi, bana tüm Mısır’ı verselerdi bile gitmezdim”. Bu şekilde konuşan kişi, onu tarihin en parlak hü kümdarlarından biri haline getirecek maceranın epeyi utangaç başlangıcını anlatan Selahaddin’den başkası değildir. Bütün sözlerini belirginleştiren hayranlık verici samimiyetle birlikte, Yusuf Mısır destanının başarısını kendine maletmekten kaçınmaktadır. “Sonunda amca ma eşlik ettim” diye devam etmektedir. “Mısır’ı fethet ti, sonra öldü. Tanrı bunun üzerine hiç beklemediğim bir iktidarı benim ellerime verdi”. Aslında Selahad- din’in Mısır seferinden en büyük yararı sağlayan kişi ol duğu bir süre sonra ortaya çıktıysa da bu olayda başro lü o oynamamıştır. Nil ülkesinin adına fethedilmesine rağmen, başrol Nureddin’de de değildir. 1136-1169 arasında devam eden bu seferde üç tuhaf kişi çarpışmaktadır: Şeytansı entrikalarıyla bölgeyi ate şe ve kana bulayan bir Mısır valisi, Şâver; Mısır’ı fet hetme fikrini takıntı haline getirdiği için bu ülkeyi aln yılda beş kere istila edecek olan bir Frenk kralı Ama- ury; ve zamanının en büyük askeri dahilerinden biri o- lan bir Kürt komutan, Şirkuh (“Arslan”). Şâver, 1162 aralığında Kahire’de iktidarı ele geçirdi- 209
ğinde, şan ve zenginlik sağlayan bir mevki ve göreve gelmiştir, ama madalyonun tersinden de haberdardır. Mısır yönetiminde ondan önceki on beş yöneticiden bir tanesi hayatım kurtarabilmiştir. Diğer hepsi, duruma göre, asılmış, kellesi kesilmiş, bıçaklanmış, zehirlenmiş veya halk tarafından linç edilmiştir; bunlardan biri ev lat edindiği oğlu tarafından, diğeri de öz babası tarafın dan öldürülmüştür. Bütün bunların söylenmesinin ne deni, bu bakır tenli, şakakları kırlaşmış emirde herhan gi bir haya duygusu aramanın beyhude olduğudur. Ba şa geçer geçmez, kendinden önceki veziri ve tüm ailesini katlettirmekte, onların altınlarına, mücevherlerine ve saraylarına el koymakta acele etmiştir. Ama çarkıfelek dönmeye hiç ara vermemektedir: Dokuz aydan daha az süren bir iktidar döneminden sonra, yeni vezir de, Dirgâm adındaki yardımcılarından biri tarafından devrilmiştir. Zamanında uyarılan Şâver, Mısır’dan sağ salim kaçarak Suriye’ye sığınmayı başar mış ve burada iktidarı tekrar elde edebilmek için Nu- reddin’in desteğini sağlamaya çalışmıştır. Ziyaretçisinin akıllı ve hitabeti yerinde olmasına rağmen, Zengi’nin oğlu ona başlangıçta kulak asmamıştır. Fakat olaylar onu çabucak tutum değiştirmeye zorlamışlardır. Çünkü sahnesinin Kahire olduğu olaylar Kudüs’te yakından izlenmektedirler. Frenkler 1 1 6 2 ’den beri, ihti rası dizginlenemez yeni bir krala sahiptirler: “M orri”, Foulque’un ikinci oğlu Amaury. Nureddin’in propagan dasından etkilendiği açıkça belli olan bu yirmi altı ya şındaki hükümdar, kendine kanaatkâr, dindar, dinsel e- serler okuyan ve adalet tutkunu bir insan görüntüsü vermeye uğraşmaktadır. Fakat benzerlik sadece görü nüştedir. Frenk kralı, bilgelikten çok cürete sahiptir ve uzun boyuna ve bol saçına rağmen ihtişamdan yoksun dur. Omuzları çok dardır, etrafını rahatsız edecek ka dar uzun ve sık sık gürültülü kahkaha nöbetlerine yaka- Z.IO
[anmaktadır, ayrıca başkalarıyla ilişkisini zorlaştıran bir kekemeliği vardır. Yalnızca Mısır’ın fethi fikri ve buna ulaşmak için yorulmadan uğraşması, M orri’yi bir miktar çaplı kılmaktadır. Bu heves, açıkçası caziptir. Batılı şövalyelerin Filis tin’deki sonuncu Fatımi karakolu olan Askalan’ı ele ge çirdikleri 1 1 5 3 ’ten beri, Mısır yolu onlara açılmış du rumdadır. Hasımlarıyla dövüşmekle fazlasıyla meşgul olan birbiri ardına gelen vezirler, zaten Frenkler’e, 1 1 6 0’tan beri, işlerine karışmamaları için yıllık bir ha raç ödeme adetini benimsemişlerdir. Şâver’in iktidardan düşmesinin hemen ertesinde, Amaury Nil ülkesinde hü küm süren karışıklıktan yararlanarak onu istila etmiş ve bahane olarak da, üzerinde anlaşılmış olan altmış bin dinarın zamanında ödenmemesini ileri sürmüştür. Sina’yı akdeniz sahili boyunca katederek, Nil’in kolla rından birinin -b u kol, daha sonraki yüzyıllar esnasın da kuruyacaktır- üzerinde yer alan Bilbays kentini ku şatmıştır. Kenti savunanlar, Frenklerin kuşatma araçla rını surların çevresine yerleştirmelerini seyrederken hem şaşırmış, hem de eğlenmişlerdir, çünkü aylardan eylül dür ve nehir yükselmeye başlamaktadır. Batılı savaşçıla rın su tarafından çevrelenmeleri için, kent yöneticileri nin birkaç seti yıktırmaları yetmiştir: Batılılar, ancak kaçacak ve Filistin’e dönecek vakti bulabilmişlerdir. îlk istilaları kısa sürmüştür, ama Halep ve Şam’ı Ama- ury’nun niyetleri konusunda uyarma gibi bir yararı ol muştur. Nureddin tereddüt içindedir. Kahire’nin kaygan ze mininin içine girmeye hiç niyeti yoksa da ve mümin bir sünni olarak Fatımilerin şii hilafetine karşı gizlemediği bir nefrete sahipse de, Mısır’ın zenginlikleriyle birlikte Frenkler’in cephesine kaymasını istememektedir, çünkü böyle bir durum Doğu’nun en büyük gücünü yarata caktır. Öte yandan, hüküm süren anarşi hesaba katıldı
ğında, Kahire’nin Amaury’nin kararlılığı karşısında u- zun süre tutunamayacağı bellidir. Tabii ki Şâver, ev sa hibine, Nil ülkesine yönelik bir seferin yararlarını met hederken zevk almaktadır. Onu tava getirmek için, eğer iktidarı yeniden ele geçirmesi için kendine yardım eder se, seferin bütün masraflarını karşılamayı, Halep ile Şam’ın efendisinin egemenliğini tanımayı ve ona her yıl devlet gelirlerinin üçte birini göndermeyi vaad etmekte dir. Fakat Nureddin asıl güvenilir adamı Şirkuh’u hesa ba katmak zorundadır. Şirkuh tamamen silahlı bir mü dahaleden yanadır ve bu tasarı için o kadar heveslidir ki, Zengi’nin oğlu sonunda bir sefer düzenlemesine izin vermiştir. Nureddin ile Şirkuh kadar birbirine hem sıkı sıkıya bağlı, hem de bu kadar farklı iki başka insan düşünmek çok zordur. Zengi’nin oğlu yaşlandıkça daha görkemli, saygın, sade ve sessiz hale gelirken, Selahaddin’in amca sı kısa boylu, aşırı şişman, tek gözü kör ve yüzü aşırı iç ki ve yemekten sürekli kasılmış bir subaydır. Öfkelendi ği zaman bir çılgın gibi ulumakta ve itidalini hasmını öldürmeye varacak kadar kaybettiği bile olmaktadır. Askerleri, hep aralarında yaşayan, onların karavanasın dan yiyen ve onlarla şakalaşan bu adama hayrandırlar. Şirkuh, Suriye’de katıldığı çok sayıdaki çarpışmada, muazzam bir fizik cesarete sahip bir komutan olarak ortaya çıkmıştır; Mısır seferi ise strateji alanındaki dik kat çekici yeteneklerini ortaya çıkartacaktır. Çünkü gi rişimi baştan sona tam bir olmayacak duaya amin ola caktır. Frenkler’in Nil ülkesine ulaşmaları daha kolay dır. YoUarı üzerindeki tek engel, geniş Sina yarım adası nın yarı çöl topraklarıdır. Fakat şövalyeler, deve sırtın da birkaç su kırbasını yanlarında götürerek, üç günde Bilbays kapılarına ulaşmışlardır. Şirkuh için işler daha da zordur. Suriye’den Mısır’a gitmek için Filistin’i geç mek ve Frenk saldırılarını göze almak gerekmektedir.
Demek ki Suriye seferi birliğinin Nisan 1 1 6 4 ’te Ka- hire’ye doğru yola çıkması için gerçek bir hazırlık ge rekmektedir. Nureddin’in ordusu, Amaury ve şövalyele rini Filistin’in kuzeyine çekmek için bir yanıltma ha rekâtı düzenlerken, yanında Şâver’in de bulunduğu Şir kuh, yaklaşık iki bin süvariyle doğuya yönelmiş, Şeria nehrini, ileride Ürdün olacak ülkenin içinde, doğu kıyısı boyunca izlemiş, sonra Ölü Deniz’in güneyinden batıya dönerek nehri aşmış ve hızla Sina yönünde at koştur- muştur. Koşusunu burada da sürdürerek, nerede oldu ğunun anlaşılmasını önlemek için Sahil yolundan uzak laşmıştır. 24 nisanda Mısır’ın doğudaki limanı Bilbays’ı ele geçirmiş ve 1 mayısta Kahire surlarının karşısında kamp kurmuştur. Gafil avlanan vezir Dirgâm, direnme yi örgütleyecek zamana sahip değildir. Herkes tarafın dan terkedilmiş, kaçmaya uğraşırken öldürülmüş ve ce sedi sokak köpeklerine atılmıştır. Şâver, on üç yaşında bir yeniyetme olan Fatimi halifesi el-Aziz tarafından gö revine resmen yeniden atanmıştır. Şirkuh’un yıldırım harekâtı, askeri bir etkinlik mo deli oluşturmaktadır. Selahaddin’in amcası, Mısır’ı he men hemen hiç kayıp vermeden bu kadar kısa bir süre de fethetmekten ve böylece M orri’yi mat etmekten hiç de iftihar etmiyor değildir. Fakat Şâver iktidarı devralır almaz şaşırtıcı bir şekilde çarketmiştir. Nureddin’e yap tığı vaadleri unutarak, Şirkuh’a Mısır’ı mümkün oldu ğunca çabuk terketmesini söylemiştir. Bu kadar hayır sızlıktan aptala dönen ve öfkeden çıldıran Selahad din’in amcası, eski müttefikine, ne olursa olsun kalma kararında olduğunu bildirmiştir. Ordusuna tam güvenemeyen Şâver, onu bu kadar kararlı görünce, Suriye ordusuna karşı Amaury’nin yar dımım istemek için Amaury’ye elçi göndermiştir. Frenk kralı kendine yalvartmamıştır. Mısır’a müdahale etmek istediği için, bizzat Kahire’nin efendisinden gelen bir ¿13
yardım çağrısından daha iyisini umut edebilir miydi? Frenk ordusu, Temmuz 1 1 6 4 ’te Sina’ya ikinci kez gir miştir. Şirkuh, mayıstan beri kamp kurduğu Kahire’yi bırakarak, hemen Bilbays surlarının arkasına çekilmeye karar vermiştir. Burada düşmanlarının saldırılarını haf talarca püskürtmüştür, ama durumu ümitsizce benze mektedir. Üslerinden çok uzakta olan, Frenkler ve onla rın yeni müttefiki Şâver tarafından kuşatılmış olan Kürt komutan, daha uzun süre tutunmayı ümit edememekte dir. İbn el-Esir birkaç yıl sonra şöyle anlatacaktır: Nureddin Bilbays’taki durumun ne yönde geliştiğini görünce, onları Mısır’dan ayrılmaya zorlamak üzere Frenkler’e yönelik büyük bir saldırı başlatmaya karar ver di. Bütün Müslüman emirlere, cihada katılmaları için mektup yazdı ve Antakya yakınlarındaki güçlü Hârim (Harene) kalesine saldırdı. Suriye’de kalmış olan bütün Frenkler ona karşı koymak için toplandılar, aralarında Antakya efendisi prens Bohemond ve Trablus kontu da vardı. Frenkler çarpışmada ezildiler. On bin ölü verdiler ve prens ile kont da dahil bütün önderleri esir edildi. Nureddin bu zaferi kazanır kazanmaz, haçlıların sancakları ile çarpışmada öldürülen bazı Frenkler’in sa rı saçlarını kendine getirtti. Sonra hepsini bir çuvala koydurtup, en uyanık adamlarından birine verdi ve ona şöyle dedi: “Hızla Bilbays’a gideceksin, içeri girmeyi sağlayacaksın ve bu ganimetleri Şirkuh’a verecek ona tanrının bize zafer ihsan ettiğini söyleyeceksin. O da bunları surların üzerine serecek ve bu manzara kâfirlerin arasına korku salacak”. Nitekim, Hârim zaferinin haberleri Mısır çarpışma sının verilerini tersine çevirmiştir. Bu haberler kuşatma altındakilerin moralini yükseltirken, Frenkleri Filistin’e geri dönme zorunda bırakmıştır. Antakya tahtında Re- naud’nun ardılı ve Amaury tarafından yokluğu sırasın 214
da Kudüs krallığının işlerini yürütmekle görevlendirilen genç III. Bohemond’un esir edilmesi ve adamlarının öl dürülmesi, kralı Şirkuh’la anlaşma çareleri aramaya it miştir. Birkaç temastan sonra, iki adam Mısır’ı aynı an da terketmeyi kararlaştırmışlardır. Morri, 1169 yılının ekim ayı sonunda kıyı yollarından Filistin’e dönerken; Kürt komutan giderken kullandığı yoldan Şam’a iki haftadan daha az bir sürede varmıştır. Şirkuh, Bilbays’tan zarar görmeden ve başı dik bir şekilde çıkabilmiş olmaktan memnundur, ama bu altı aylık seferin asıl galibi hiç tartışmasız Şâver’dir. iktida ra dönebilmek için Şirkuh’u kullanmış, sonra Kürt ko mutanı etkisizleştirmek için Amaury’den yararlanmış tır. Artık ikisi de kaçmıştır ve Mısır’ın tümünü ona bı rakmıştır. iki yıl boyunca iktidarını pekiştirmek için ça lışacaktır. Fakat olayların devamına ilişkin kaygıları vardır. Çünkü Şirkuh’un, ona ihanet ettiğini unutmayacağını bilmektedir. Zaten Suriye’den ona düzenli olarak gelen haberlerden, Şirkuh’un Nureddin’i yeni bir sefere razı etmek için uğraştığını öğrenmektedir. Fakat Zengi’nin oğlu çekimserdir. Statükodan memnundur. Önemli o- lan, Frenkler’i Nil’in uzağında tutmaktadır. Fakat her zaman olduğu gibi, çarkın içinden çıkmak kolay değil dir: Şirkuh’un yeni bir yıldırım harekâtı yapmasından korkan Şâver, Amaury’yle bir karşılıklı yardım antlaş ması imzalayarak tedbirini almıştır. Bu da Nureddin’in, yardımcısına, Frenklerin Mısır’a müdahaleleri duru munda işe karışacak bir ordu kurmasına izin vermesine yol açmıştır. Şirkuh, bu sefer için, aralarında yeğeni Yu suf’un da bulunduğu ordusunun en iyi adamlarını seç miştir. Bu hazırlıklar da veziri korkutmuş ve Ama- ury’ye kendine yardım birlikleri yollaması için ısrar et miştir. Ve ,1167’nin ilk günlerinde Mısır’a doğru koşu yeniden başlamıştır. Frenk kralıyla Kürt komutan bu 2-15
ele geçirilmek istenilen ülkeye hemen hemen aynı anda varmışlardır; tabii herbiri kendi alışık olduğu yoldan. Şâver ile Frenkler, Şirkuh’u beklemek üzere güçlerini Kahire önünde birleştirmişlerdir. Fakat Şirkuh, buluş manın koşullarını bizzat belirlemeyi tercih etmiştir. H a lep’ten başladığı uzun yürüyüşünü sürdürerek, Mısır başkentini güneyden dolaşmış, birliklerini Nil’den kü çük kayıklarla geçirerek, hiç durmadan kuzeye doğru çıkmıştır. Onu doğudan bekleyen Şâver ve Amaury, a- niden ters yönden ortaya çıktığını görmüşlerdir. Daha da kötüsü, Kahire’nin batısında el-Cize piramitlerinin civarına yerleşmiştir, böylece düşmanlarından nehrin meydana getirdiği harika engelle ayrılmış olmaktadır. Sağlam bir şekilde tahkim ettirdiği ordugâhından vezire bir mesaj yollamıştır: Frenk düşman, üslerinden kopuk bir şekilde elimizin altında. Güçlerimizi birleştirelim ve onu yokedelim. Fırsat bizden yana, belki de bir daha karşımıza çıkmaz. Fakat Şâver sadece bunu reddetmek le kalmamış, haberciyi idam ettirmiş ve sadakatini ka nıtlamak üzere mektubu Amaury’ye götürmüştür. Bu hareketine rağmen, Frenkler kendilerine ihtiyacı kalmadığı anda ihanet edeceğini bildikleri müttefikleri ne güvenmemektedirler. Mısır’ı egemenlikleri altına al mak için, Şirkuh’un tehdidkâr yakınlığından yararlan ma zamanı geldiğini düşünmektedirler. Amaury, Kahire ile Kudüs arasında bizzat Fatımi halifesi tarafından im zalanacak resmi bir anlaşma yapılmasını talep etmiştir. Arapça bilen iki şövalye -bu durum Doğu Frenkleri arasında nadir birşey değildi-, böylece genç halife el- Aziz’in sarayına gider. Onları etkileme isteği açıkça gö züken Şâver, şövalyeleri zengin bezemeli muhteşem bir saraya götürür, arkalarında silahlı bir muhafız birliği olduğu halde, bu sarayın içinden hızla geçerler. Sonra kafile, gün ışığını geçirmeyen bitmez tükenmez, kubbeli bir yoldan geçer, sonunda bir aralığa açılan nakışlı mu 216
azzam bir kapıya, sonra tekrar başka bir kapıya varır lar. Çok sayıda bezemeli salondan geçtikten sonra, Şâver ile konukları mermer döşeli ve yaldızlı sütunlarla çevrelenmiş bir avluya ulaşırlar, bu avlunun ortasındaki havuzun altın ve gümüş boruları hayranlık yaratırken, etrafında Afrika’nın her yerinden gelme rengârenk kuş lar uçmaktadır. Onlara eşlik eden muhafızlar, şövalye leri burada halifenin mahremiyetine girebilen hadımlara teslim ederler. Yeniden ard arda salonlar, evcilleştiril miş vahşi hayvanlarla (arslanlar, ayılar, panterler) dolu bir bahçe geçilir ve nihayet el-Aziz’in sarayına varılır. Tam dip taraftaki duvarı altın, yakut, zümrüt kak malı ipekle kaplı bir odaya girmişlerdir ki, Şâver üç ke re yere kapanır ve kılıcını zemine bırakır. Bunun üzeri ne ipek örtü açılır ve halife, ipekler giymiş ve yüzüne peçe takmış olarak ortaya çıkar. Ona yaklaşan ve ayak larının dibine oturan vezir, Frenkler’le antlaşma tasarı sını anlatır. Daha on altı yaşında olan el-Aziz onu sükûnetle dinledikten sonra, Şâver’in siyasetini takdir e- der. Tam vezir kalkmaya yeltenirken, iki Frenk, emirül- mümininden ittifaka sadık kalacağına yemin etmesini ister. Böylesine bir istek, el-Aziz’in çevresindeki saray i- leri gelenlerinde gözle görülür bir şaşkınlık yaratır. Biz zat halife de apışmışa benzemektedir ve vezir aceleyle duruma müdahale eder. Hükümdara, Kudüs’le olan an laşmanın Mısır için ölüm kalım sorunu olduğunu açık lar. Frenklerin talebini saygısızlık olarak değil de, yal nızca Doğu adetleri konusundaki cehaletlerinin bir işa reti olarak kabul etmesi için yalvarır. istemeye istemeye gülümseyen el-Aziz, ipek eldivenli elini uzatır ve ittifaka uyacağına yemin eder. Fakat Frenk elçilerinden biri onu durdurarak, “yemin çıplak elle edilmelidir, eldiven gelecekteki bir ihanetin işareti olabilir” der. Talep yeniden bir rezalete yol açar. Saray önde gelenleri, aralarında halifenin hakarete uğradığı 217
na, haddini bilmezlerin cezalandırılmasına dair fısılda- şırlar. Ancak Şâver’in yeni bir müdahalesiyle, halife sükûnetini hiç bozmadan eldivenini çıkartır, çıplak elini uzatır ve Morri’nin temsilcilerinin ona söyledikleri ye mini kelimesi kelimesine tekrar eder. Bu çok özel görüşme biter bitmez, Mısırlı ve Frenk müttefikler hemen Nil’i geçmek ve artık güneye yönelen Şirkuh’un ordusunu yoketmek üzere bir plan yapmaya girişirler. Amaury’nin komutasında bir düşman birliği Şirkuh’un peşine takılır. Selahaddin’in amcası umutsuz bir durumda olduğu izlenimini vermek istemektedir. En büyük handikapınm üssünden kopartılmak olduğunu bildiğinden, peşindekileri de aynı konuma sokmaya uğ raşmaktadır. Kahire’den bir haftalık yürüyüş mesafesi kadar uzaklaştıktan sonra, birliklerine durma emrini verir ve onlara ateşli bir nutuk çekerek zafer gününün geldiğini duyurur. Çarpışma, Nil’in batı kıyısı üzerindeki el-Babeyn ci varında, 18 Mart 1 1 6 7 ’de olur. Bitmez tükenmez koşu lardan tükenen iki ordu, bir keresinde herşey bitsin diye birbirlerinin üstüne atılır. Şirkuh, merkezin komutasını Selahaddin’e vermiş ve düşman saldırdığında geri çekil mesini emretmiştir. Böylece Amaury ve şövalyeleri bü tün sancaklarını açmış bir şekilde onun üstüne ilerler ve Selahaddin kaçıyormuş gibi yapınca da, Suriye ordusu nun sağ ve sol kanatlarının geri çekilme yollarını çok tan kapattığını farketmeden onun peşine takılırlar. Frenk şövalyeleri ağır kayıp verirler, ama Amaury kaç mayı başarır. Birliklerinin esas bölümünün durduğu Kahire’ye geri döner, intikamını olabildiğince çabuk al maya kesin kararlıdır. Şâver’in işbirliğiyle güçlü bir bir liğin başında Yukarı Mısır’a dönmeye tam hazırlanmış ken, inanılmaz bir haber gelir. Şirkuh, Mısır’ın kuzey u- cunda, Akdeniz kıyısında bulunan en büyük şehir olan İskenderiye’yi ele geçirmeyi başarmıştır. 218
Nitekim ne yapacağını kim'senin kestiremediği Kürt komutan, el-Babeyn’deki zaferinden sonra, bir gün bile beklemeden ve düşmanlarına toparlanma fırsatı bırakma dan, başdöndürücü bir hızla bütün Mısır ülkesini güney den kuzeye aşmış ve İskenderiye’ye muzaffer bir giriş yapmıştır. Frenkler’le antlaşmaya karşı olan büyük Akde niz limanı halkı, Suriyelileri kurtarıcı olarak karşılamıştır. Şirkuh’un bu savaşta uyguladığı cehennemi hıza uy mak zorunda kalan Şâver ve Amaury, İskenderiye’yi kuşatacaklardır. Kentte o kadar az erzak vardır ki, bir ay içinde açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan halk, ka pılarını Suriye ordusuna açmış olmaktan pişmanlık duymaya başlar. Hatta bir Frenk filosu limanın açıkla rına demir attığında durum ümitsiz gözükür. Fakat Şir kuh yenildiğini kabul etmemektedir. Kalenin komutası nı Selahaddin’e bırakır ve en iyi süvarilerinden birkaç yüzünü toplayarak onlarla birlikte bir gece hurucu ya par. Düşman hatlarını atları çatlatırcasına geçer, sonra gece gündüz at koşturarak Yukarı Mısır’a varır. İskenderiye’nin ablukası giderek daha katılaşmakta dır. Açlığa bir de salgınlar ve mancınıkların gündelik bombardımanı eklenmiştir. Yirmi dokuz yaşında bir genç olan Selahaddin için bu sorumluluk ağırdır. Fakat amcasının giriştiği hedef şaşırtma-meyvalarını verecek tir. Şirkuh, Morri’nin bu seferi bitirmek ve Nureddin tarafından sürekli hırpalanan krallığına geri dönmek i- çin sabırsızlandığını bilmektedir. İskenderiye’ye kapan mak yerine güneyde yeni bir cephe açan Kürt komutan, çatışmayı sonsuza kadar uzatma tehdidini yaratmakta dır. Hatta Yukarı Mısır’da Şâver’e karşı gerçek bir halk ayaklanması örgütleyerek, çok sayıda silahlı köylüyü saflarına katmıştır. Birlikleri yeterli sayıya ulaşınca, Ka hire’ye yaklaşmış ve Amaury’ye ustaca yazılmış bir me saj göndermiştir. Ona özet olarak, ikimiz de burada za man kaybediyoruz demiştir. Eğer kral olayları sükûnet 219
içinde değerlendirirse, beni bu ülkeden kovduktan son ra yalnızca Şâver’in çıkarına hizmet etmiş olacağını a- çıkça görecektir. Amaury bundan ikna olmuştur. Çabu cak bir anlaşmaya varılır: İskenderiye kuşatması kaldı rılır, Selahaddin bir şeref kıtası tarafından selamlanarak şehri terkeder. iki ordu, tıpkı üç yıl önce olduğu gibi, Ağustos 1 1 6 7 ’de ülkelerine doğru yola çıkar. Nureddin ordusunun seçkin unsurlarına yeniden kavuşmaktan mutludur ve artık bu kısır Mısır maceralarına sürüklen- memeyi temenni etmektedir. Ama sanki kadermiş gibi, Nil’e doğru koşu ertesi yıl yeniden başlayacaktır. Amaury Mısır’dan ayrılırken, it tifak anlaşmasına uyulup uyulmadığını denetleyecek bir şövalye birliğini burada bırakmanın iyi olacağını dü şünmüştür. Bunların görevlerinden biri de, kentin kapı larını sürekli denetim altında tutmak ve Şâver’in Kudüs krallığına ödemeye söz verdiği yıllık yüz bin dinarlık haracı almakla görevli Frenk memurları korumaktır. Bu yabancı gücün uzayıp giden mevcudiyetine eklenen bu kadar ağır bir haraç, kent halkının ancak hıncını ka bartabilirdi. Böylece, işgâlcilere karşı yavaş yavaş bir kamuoyu oluşmuştur. Halifenin çevresinde dahi, Nureddin’le ya pılacak bir ittifakın bile daha az kötü olacağı fısıldan maktadır. Şâver’e rağmen, Kahire ile Halep arasında mesajlar gidip gelmektedir. Müdahale etmekte acelesi olmayan Zengi’nin oğlu, Kudüs kralının tepkilerini göz lemekle yetinmektedir. Bu hızlı husumet yükselişini anlamamaları mümkün olmayan, başkente yerleşmiş Frenk şövalye ve memur ları korkuya kapılırlar. Yardımlarına gelmesi için Ama- ury’ye haber gönderirler. Hükümdar önce tereddüt e- der. Aklı ona, Kahire’deki garnizonunu geri çekmeyi ve tarafsız ve saldırgan olmayan bir Mısır’ın komşuluğuy la yetinmeyi emretmektedir. Fakat kişiliği onu ileri atıl 220
maya teşvik etmektedir. Doğu’ya yeni gelen ve “Müslü man kafası kırmak” için sabırsızlanan çok sayıda Batılı şövalyeden cesaretlenerek, Ekim 1 1 6 8 ’de, ordusunu dördüncü defa Mısır’a saldırtmaya karar verir. Bu yeni sefer, korkunç olduğu kadar nedensiz bir katliamla başlar. Nitekim, Batılılar Bilbays kentini ele geçirirler ve hiçbir neden olmadığı halde, erkek, kadın, çocuk demeden kentin hem Müslüman, hem de Kopt mezhebinden hıristiyan halkım katlederler. İbn el- Esir’in çok doğru bir şekilde söyleyeceği üzere, Eğer Frenkler Bilbays’ta daha iyi davransalardı, Kahire’yi kolayca alabilirlerdi, çünkü ileri gelenler kentlerini on lara teslim etmeye hazırlardı. Fakat Bilbays’ta işledikle ri katliamı gören insanlar, sonuna kadar direnmeye ka rar verdiler. Nitekim Şâver, istilacıların yaklaşması üze rine Kahire’nin eski mahallelerinin ateşe verilmesini em retmiştir. Nafta dolu yirmi bin testi, dükkânların, saray ların, evlerin ve camilerin üzerine dökülmüştür. Halk, Fatımiler tarafından X . yüzyılda kurulan ve esas olarak sarayların, yönetim binalarının, kışlaların ve el-Ezher medresesinin bulunduğu yeni şehre tahliye edilmiştir. Yangın kırk dört gün sürerek ortalığı kavurmuştur. Vezir bu arada, bu çılgınca girişimden vazgeçirmek için Amaury’yle teması sürdürmeye gayret etmiştir. Şir- kuh’un yeni bir müdahalesi olmadan bunu başarmayı umut etmektedir. Fakat Kahire’de onu tutanlar zayıfla maktadır. Özellikle halife el-Aziz girişimi alarak, Nu- reddin’e bir mektup göndermiş ve Mısır’ın yardımına koşmasını istemiştir. Zengi’nin oğlunu duygulandırmak için, mektubuna kesik saç parçaları eklemiştir: Bunlar karımın saçları. Sana, onu Frenk mezaliminden kurtar maya gelmem için yalvarıyorlar. Nureddin’in bu endişeli mektuba verdiği cevabı, Sela- haddin’den başkası olmayan çok değerli tanık aracılığıy la biliyoruz. İbn el-Esir bu tanıklığı şöyle aktarmaktadır. 221
El-Aziz’in çağrıları geldiğinde, Nureddin beni çağırdı ve olanlardan haberdar etti. Sonra bana şöyle dedi: “ Git, H ım s’ta am can Şirkuh’u gör ve ona buraya çok çabuk dönmesi için baskı yap, çünkü bu işin beklemeye hiç ta hammülü yok. H alep’ten ayrıldım ve kente bir mil uzak lıkta, tam da bu olay yüzünden geri dönmekte olan am ca ma rastladım. Nureddin ona M ısır’a gitmek için hazırlan masını emretti. Kürt komutan bunun üzerine ondan kendine eşlik etmesini ister, ama Selahaddin reddeder. İskenderiye’de çekilen acıları daha unutmadım cevabını verdim. Amcam bunun üzerine Nureddin’e, “ Yusuf’un mut laka benimle gelmesi gerek” dedi. Ve Nureddin de emirleri ni tekrarladı. Ben içinde bulunduğum sıkıntılı durumu ne kadar anlatmaya çalıştıysam da, bana para verdirtti ve ben de ölüme götürülen biri gibi yola çıkmak zorunda kaldım. Bu sefer Şirkuh ile Amaury arasında çarpışma olma yacaktır. Kentlerini ona teslim etmektense tahrip etme ye hazır olan Kahireliler’in kararlılığından etkilenen ve Suriye tarafından arkadan bastırılmaktan korkan Frenk kralı, 2 Ocak 1 1 6 9 ’da Filistin’e geri döner. Bundan altı gün sonra Şirkuh Kahire’ye varır ve burada hem halk, hem de Fatımi önde gelenleri tarafından bir kurtarıcı gi bi karşılanır. Bizzat Şâver de buna seviniyor gibi gözük mektedir. Fakat kimse yanılgıya düşmemektedir. Son haftalarda Frenkler’le çarpışmasına rağmen, Şâver onla rın dostu sayılmaktadır. 18 Ocakta pusuya düşürülür, bir çadıra kapatılır, sonra halifenin onayıyla bizzat Se lahaddin tarafından öldürülür. Aynı gün Şirkuh onun yerine vezir olur, ipek kıyafetler giyip, öncelinin konu tuna yerleşmek üzere gittiğinde, oturacak bir minder bi le bulamaz. Şâver’in ölümünün haber alınmasıyla her- şey yağmalanmıştır. 222
Sirkuh’un Mısır’ın gerçek efendisi olabilmesi için üç sefer düzenlemesi gerekmiştir. Fakat bu mutluluğu u- zun sürmeyecektir: Zaferinden iki ay sonra, 23 Martta yemeği fazla kaçırmış ve fenalaşmıştır, boğulur gibi ol maktadır. Bir süre sonra ölür. Bir destan sona ermiştir, ama yankıları daha büyük olacak bir başkası başlamak tadır. İbn el-Esir şöyle anlatacaktır: Şirkuh ölünce, el-Aziz’in danışmanları ona yeni vezir olarak Yusuf’u seçmesini tavsiye ettiler, çünkü daha gençti ve ordudaki emirlerin en tecrübesizi ve en zayıfı olarak gö züküyordu. Selahaddin bunun üzerine halifenin sarayına çağrıl mış, kendisine el-melik en-nasır (muzaffer melik) unva nıyla birlikte vezirlere mahsus süsler verilmiştir: Kırmızı astarlı hilat, değerli taş kakmalı kılıç, dizginleri ve eyeri altın ve inci işlemeli al donlu bir kısrak ve daha birçok değerli şey. Saraydan çıkıp vezir konağına giderken, bü yük bir kafile ona eşlik etmiştir. Yusuf birkaç hafta içinde kendini kabul ettirmeyi ba şarmıştır. Sadakatlerini kuşkulu gördüğü Fatımi memur larını tasfiye etmiş, onların yerine yakınlarını yerleştirmiş, Mısır birlikleri arasında çıkan bir ayaklanmayı sert bir şe kilde bastırmış ve 1169’da Frenkler’in giriştiği acınacak bir istilayı püskürtmüştür. Bu sefer, Mısır’da Nil delta sındaki Dimyat’ı ele geçirmek umuduyla beşinci ve son defa gelen Amaury’nin komutasında olmuştur. Nured- din’in adamlarından birinin Fatımi devletinin başına geç mesinden kaygılanan Manuel Komnenos, Frenkler’e Bi zans donanmasının desteğini sağlamıştır. Ama boşuna. Rumların yeterli yiyecek ihtiyatları yoktur ve müttefikleri de onlara erzak sağlamayı reddetmektedirler. Selahaddin, birkaç hafta içinde onlarla görüşme başlatmayı ve çok kötü başladıkları bu girişimden vazgeçirmeyi başarmıştır. 223
Böylece, Yusuf’un Mısır’ın tartışmasız efendisi hali ne gelebilmesi için 1169 sonunu beklemek gerekmiştir. Kudüs’te Morri, Frenkler’in baş düşmanı Nureddin’e karşı Şirkuh’un yeğeniyle ittifak kurmaya niyetlenmiş tir. Nitekim, Selahaddin çok erkenden efendisine mesa fe koymaya başlamıştır. Ona sadakati ve tâbiyeti konu sunda elbette güvence vermektedir, fakat Mısır’daki fii li otorite Şam veya Halep’ten kullanılamaz. Bu iki adam arasındaki ilişkiler sonunda gerçek bir dramatik yoğunluk kazanmaktadır. Yusuf, Kahire’deki iktidarının sağlamlığına rağmen, efendisine doğrudan saldırmaya asla cüret edemeyecektir. Ve Zengi’nin oğlu onu görüşmeye çağırdığında; bir tuzağa düşme endişe sinden değil de, efendisinin karşısında kendi kişiliğini zayıf düşüreceği korkusundan bundan hep kaçmıştır. îlk ağır bunalım, 1171 yazında, Nureddin genç vezir den Fatımi hilafetini ilga etmesini istediğinde patlamıştır. Suriye’nin efendisi, sünni bir Müslüman olarak, “sap kın” bir tarikatın manevi otoritesinin kendine bağlı top raklar üzerinde icra edilmeye devam etmesini kabul ede mezdi. Bu yüzden Selahaddin’e bu doğrultuda birçok mesaj gönderir, ama o çekimser davranır. Çoğu şii olan halkın duygularını rencide etmekten ve Fatımi önde ge lenlerini kendinden uzaklaştırmaktan korkmaktadır. Öte yandan, meşru vezirlik otoritesinin halife el-Aziz’den kaynaklandığını bilmekte ve onu tahttan indirirse, Mı sır’daki iktidarının resmi kaynağının ortadan kalkacağın dan ve bu durumda Nureddin’in basit bir temsilcisi hali ne geleceğinden kaygı duymaktadır. Zaten Zengi’nin oğ lunun ısrar etmesini, dinsel bir coşkudan çok, bir siyase tin hayata geçirilmesinin belirtisi olarak görmektedir. Su riye’nin efendisinin şii halifeliğinin ilga edilmesine ilişkin talepleri Ağustos başında tehdidkâr hale gelir. Köşeye sıkışan Selahaddin, halkın hasmane tepkile rine karşı tedbir almaya başlar ve halifenin iktidardan 224
düşürüldüğünü bildiren bir duyuru bile hazırlar. Fakat bunu dağıtmakta hâlâ tereddüt etmektedir. El-Aziz, yir mi yaşında olmasına rağmen ağır hastadır. Ve onunla dostluk kurmuş olan Selahaddin ona ihanet etme fikri ne alışamamaktadır. Kahire’yi ziyaret eden bir Musul- lu, 10 Eylül 1171 cuma günü aniden bir camiye girer, vaizle birlikte mimbere çıkar ve Abbasi halifesi adına hutbe okur. İlginç bir şekilde kimse buna ne o anda, ne de izleyen günlerde tepki gösterir. Acaba bu, Selahad- din’i sıkıntıya sokmak için Nureddin tarafından gönde rilmiş bir ajan mıdır? Bu mümkündür. Fakat bu olay dan sonra, vezir vicdanı ne derse desin kararını artık değiştirmez. Ertesi cuma, artık dualarda Fatımilerin zik- redilmemesine ilişkin emir verilir. El-Azik o sırada ö- lüm döşeğindedir, bilincini yarı yarıya kaybetmiştir ve Yusuf ona bu haberin verilmesini yasaklar. Onlara, “E- ğer iyileşirse bunu öğrenmeye zamanı olacak. Aksi tak dirde bırakın rahatça ölsün”, der. Nitekim el-Aziz kısa bir süre sonra, hanedanının hüzünlü sonunu öğreneme den ölecektir. Şii hilafetinin, bazen şanlı da olan iki yüzyıllık bir saltanattan sonra sona ermesi, tahmin edileceği üzere, öncelikle haşhaşiyun tarikatını etkileyecektir. Bu tarika tın müritleri, tıpkı Hasan es-Sabbah’ın döneminde ol duğu gibi, hâlâ Fatımilerin uyuşukluklarından çıkarak yeni bir altın çağı başlatmalarını beklemekteydiler. Bu düşün ebediyen yok olduğunu gören müritler o kadar şaşkın bir duruma düşmüşlerdir ki, Suriye’deki şefleri “dağdaki ihtiyar” Reşideddin Sinan, Amaury’ye bir me saj göndererek, bütün yandaşlarıyla birlikte hıristiyan olmaya hazır olduğunu bildirmiştir. Haşhaşiyun, o sıra larda Orta Suriye’de birçok kale ve köye sahip olup, buralarda nisbeten huzurlu bir hayat sürdürmektedir ler. Yıllardan beri çarpıcı eylemlerden vazgeçmişe ben zemektedirler. Reşideddin’in elinin altında hâlâ elbette 225
çok iyi yetiştirilmiş katil takımları ve sadık vaizler var dır, ama tarikat müritlerinin çoğu, Templier tarikatına düzenli bir haraç ödemeye zorlanan babacan köylüler haline gelmiştir. “İhtiyar” din değiştirmeyi vaad ederken, diğer ne denler arasında, müritlerini yalnızca hıristiyan olma yanların ödedikleri haraçtan kurtarmayı ummaktadır. Mali çıkarlarını hiç hafife almayan Amaury ile haşhaşi- yun arasındaki bu temeslar kaygıyla izlenmektedirler. Bir anlaşmaya varılacakmış gibi olunca, bunu boşa çı kartmaya karar verirler. Bir 1173 günü Reşideddin’in temsilcileri kralla bir görüşmeden dönerlerken, Templi- erler onlara pusu kurarlar ve katlederler. Artık haşhaşi- yunun din değiştirmesinden bir daha söz edilmeyecek tir. Bu olaydan bağımsız olarak, Fatımi hilafetinin lağ vedilmesinin önemli olduğu kadar beklenmedik bir so nucu ortaya çıkmıştır: Selahaddin’in o zamana kadar sahip olmadığı bir siyasal boyuta gelmesi. Nureddin el bette böyle bir sonuç beklemiyordu. Halifeliğin kaldırıl ması, Yusuf’u Suriye’nin efendisinin basit bir temsilcisi mertebesine indirmek yerine, onu Mısır’ın fiili hüküm darı ve düşük hanedan tarafından yığılan masalsı hâzi nelerin meşru muhafızı haline getirmiştir. İki adam ara sındaki ilişkiler artık giderek bozulacaktır. Bu olayların ertesinde, Selahaddin’in Kudüs’ün do ğusunda Frenklerin elinde bulunan Şevbek kalesine kar şı bir sefer yürüttüğü sırada, tam garnizon teslim ola cakmış gibiyken, Selahaddin, Nureddin’in askerlerinin başında harekâta katılmak üzere geldiğini öğrenir. Yu suf bir an bile beklemeden adamlarına ordugâhı boza rak cebri yürüyüşle Kahire’ye geri dönme emri verir. Zengi’ye yazdığı mektupta, Mısır’da patlak veren karı şıklıkların onu aceleyle gitmek zorunda bıraktığı baha nesini ileri sürer. 226
Fakat Nureddin bunu yutmaz, Selahaddin’i nankör lük ve ihanetle suçlayarak, işleri ele almak üzere Nil ül kesine bizzat gitmeye yemin eder. Kaygılanan vezir, ara larında babası Eyüp’ün de olduğu yakın çalışma arka daşlarım toplar ve onlara Nureddin’in tehdidinin uygula maya geçmesi halinde benimsenmesi gereken tutumun ne olacağı konusunda danışır. Bazı emirler Zengi’nin oğlu na karşı silaha sarılmaya hazır olduklarını açıklar ve Se lahaddin de onların fikrini paylaşıyormuş gibiyken, Eyüp öfkeden titreyerek müdahale eder. Yusuf’a bacak kadar bir çocukmuş gibi hitap ederek şöyle der: “Ben senin ba banım ve eğer burada seni seven ve iyiliğini isteyen bir kişi varsa, o benden başkası olamaz. Ama bu arada bil melisin ki, eğer Nureddin gelirse, hiçkimse benim onun önünde yere kapanıp, yeri öpmemi engelleyemez. Eğer bana senin kafanı kendi kılıcımla kesmemi emrederse, bunu yaparım. Çünkü bu topraklar ona ait. Ona şöyle yazacaksın: Mısır’a bir sefer yapmak istediğini öğren dim, ama buna gerek yok; bu ülke şenindir ve mütevazi ve boynu eğik bir adamın olarak sana gelmem için bana bir ulak ile bir deve göndermen yeterlidir”. Bu toplantı bittikten sonra, Eyüp oğluna bir de özel bir vaaz verir: “Allah aşkına, Nureddin ülkenden bir ka rışını almaya kalkarsa, onunla ölünceye kadar çarpışı rım. Ama neden herkesin önünde hırslı gözüküyorsun? Zaman senden yana, gerisini Allaha bırak”. İkna olan Yusuf, Suriye’ye babasının tavsiye ettiği mesajı gönderir ve rahatlayan Nureddin, cezalandırma seferinden son an da vazgeçer. Fakat bu uyarıdan dersini alan Selahaddin, kardeşlerinden Turanşah’ı Yemen’e gönderir ve ona Zen gi’nin oğlunun Mısır’ın denetimini ele geçirmeyi tekrar düşünmesi durumunda Eyüp ailesine bir sığınak olması i- çin, Arabistan’ın güneybatısındaki bu dağlık toprakları fethetme görevini verir. Yemen fiili durumda kolayca fet hedilecektir..., “Melik Nureddin’in adına”. 227
Temmuz 1 1 7 3 ’te, gerçekleşmeyen Şevbek buluşma sından iki yıldan daha az bir süre sonra benzer bir olay meydana gelir. Selahaddin Ürdün nehrinin doğusunda savaşmaya gitmişken, Nureddin birliklerini toplar ve o- nunla buluşmaya gider. Fakat efendisini karşısında gör me fikrinden bir kez daha dehşete kapılan vezir, babası nın ölmek üzere olduğu bahanesiyle aceleyle Mısır yo luna düşer. Eyüp, gerçekten de attan düşüp komaya gir miştir. Fakat Nureddin bu yeni mazeretten tatmin ola cak gibi değildir. Ve Eyüp ağustosta ölünce, artık Kahi- re’de tamamen güvenebileceği tek bir kişinin bile kal madığının bilincine varır. Böylece, Mısır işlerini bizzat ele almasının zamanının geldiğine karar verir. Nureddin, Mısır’ı istila etmek ve onu Selahaddin Yu suf’un elinden çekip almak için hazırlıklara başladı, çünkü onun kendiyle birleşmemek için Frenkler’le çar pışmaktan kaçındığını farketmişti. Bu olaylar sırasında on dört yaşında olan vakanüvisimiz İbn el-Esir, açıkça Zengi’nin tarafını tutmaktadır. Yusuf, Nureddin’le doğ rudan konuşmaktansa, sınırlarında Frenkler’in olmasını tercih ediyordu. Nureddin de, bu durumda Musul’a ve başka yerlere kendine asker gönderilmesi için yazdı. Ama askerleriyle birlikte Mısır üzerine yürümeye hazır lanırken, tanrı ona tartışılmaz emrini gönderdi. Nitekim Suriye’nin efendisi, herhalde çok sert bir anjine yakala narak ağır bir şekilde hastalanmıştır. Hekimleri ona ha camat önerirler, ama o reddeder. “Altmış yaşında bir a- dama hacamat yapılmaz” der. Başka tedaviler denerler, ama yararsız. 15 Mayıs 1 17 4 ’te, aziz melik, Müslüman Suriye’yi birleştiren ve Arap dünyasına istilacıya karşı nihai mücadeleye hazırlanma olanağı sağlayan mücahit, Nureddin Mahmut’un ölüm haberi Şam’da duyulmuş tur. Son yıllar esnasında Selahaddin’le çatışmaya girmiş olmasına rağmen, Selahaddin zaman içinde onun raki binden çok takipçisi olarak gözükecektir. 12.8
Ancak hemen o anda, Nureddin’in akraba ve arka daşları arasında hınç egemendir; bunlar Yusuf’un Suri ye’ye saldırmak için bu genel karışıklıktan yararlanaca ğından kaygı duymaktadırlar. Böylece zaman kazan mak üzere, haber Kahire’ye bildirilmemiştir. Ama her yerde dostları olan Selahaddin, şu özenle yazılmış mesa jı posta güverciniyle Şam’a gönderir: Efendimiz N ured din’e ilişkin bir haber bize melun düşman cenahından ulaştı. Allah vermesin eğer bu doğruysa, bölünmenin kalplere yerleşmesinden ve akılsızlığın zihinlere hakim olmasından özellikle kaçınmak gerekir, çünkü bundan yalnızca düşman yararlanır. Bu yatıştırıcı sözlere rağmen, Selahaddin’in yükseli şinin doğurduğu düşmanlık korkunç olacaktır. 22.9
ONUNCU BÖLÜM SELAHADDİN'İN GÖZYAŞLARI Çok uzağa gidiyorsun Yusuf. Sen Nureddin’in bir hiz metkârından başka birşey değilsin ve şimdi iktidarı tek başı na ele geçirmeye kalkışıyorsun. Hiç hayale kapılma, çünkü seni hiçten çıkardığımız gibi, oraya geri yollamayı da biliriz! Bu uyarılar, Halep’in önde gelenleri tarafından Sela- haddin’e birkaç yıl sonra gönderilseydi saçma olurdu. Ama 1 1 74 ’te, Kahire’nin efendisi ortaya Arap Doğu a- leminin baş kişisi olarak çıkmaya başlarken, liyakatini herkes bilmemektedir. Nureddin’in yakın çevresinde, o yaşarken de, öldükten sonra da Yusuf’un adı bile telaf fuz edilmemektedir. Onu belirtmek için, “sonradan görme”, “hayırsız”, “nankör” veya çoğunlukla “küs tah” gibi kelimeler kullanılmaktadır. Selahaddin genellikle küstah olmaktan kaçınmıştır, ama şansı kesinlikle küstahtır. Ve hasımlarını asıl bu kızdırmaktadır. Çünkü bu otuz altı yaşındaki Kürt su bay, hiçbir zaman hırslı biri olmamıştır ve onun başlan gıç dönemini gözlemiş olanlar, eğer kaderi onu sahne nin önüne çıkartmasaydı, rahatlıkla çok sayıdaki emir lerden biri olmakla yetinebileceğini bilmektedirler. Mısır’a kendine rağmen gitmiş, fetih sırasında kü çük bir rol oynamıştır; ve silikliğinden ötürü zirveye tır manmıştır. Fatımileri düşürmeye cüret edemezdi, ama bu yönde bir karar almaya zorlanınca, kendini Müslü- 231
man hanedanlarının en zengininin mirasçısı olarak bul muştur. Ve Nureddin onu olması gereken yere iade et mek istediğinde, Yusuf’un direnmesine bile gerek kal mamıştır; efendisi ardıl olarak topu topu on bir yaşında bir yeniyetmeyi, es-Salih’; bırakarak ebediyen göçmüş tür. iki ay kadar sonra, 11 Temmuz 1 1 7 4 ’te Amaury de, güçlü bir Sicilya donanmasının desteğiyle Mısır’ı istila etmeye bir kez daha hazırlanırken dizanteriye kurban giderek ölmüştür. Krallığı, lânetlerin en dehşetlisi olan cüzzama yakalanmış 13 yaşındaki bir genç olan oğlu IV. Baudouin’e bırakmıştır. Bütün Doğu aleminde, Se- lahaddin’in önlenemez yükselişine karşı çıkabilecek tek bir hükümdür kalmıştır. Bu, rum imparatoru Manu- el’dir. Nitekim o da Suriye’nin efendisi olma düşü kur makta ve Mısır’ı Frenkler’in yardımıyla istila etmek is temektedir. Fakat sanki dizi tamamlanıyormuşcasına, Nureddin’i on beş yıl boyunca felç eden güçlü Bizans ordusu, I. Kılıçarslan’ın oğlu II. Kılıçarslan tarafından 1 1 7 6 ’da Myriokephalon’da ezilmiştir. Manuel kısa bir süre sonra ölecek ve Doğu Hıristiyan imparatorluğu a- narşiye yuvarlanacaktır. Selahaddin’e methiye düzenlere, bu ard arda gelen beklenmedik olaylarda tanrının parmağını görmelerin den ötürü kızmak gerekir mi? Tanrı? Yusuf, talihinin payını hiçbir zaman kendi hesabına geçirmeye çalışma mıştır. Tanrıya dua ederken hep “amcam Şirkuh”a ve “efendim Nureddin”e şükranlarını belirtmiştir. Sela- haddin’in yüceliğinin bir miktarının da tevazudan kay naklandığı doğrudur. Selahaddin bir gün yorulmuştu ve dinlenmek istiyor du, memlûklerinöen (köle) biri yanına geldi ve imzalaması için bir kâğıt uzattı. Sultan, “bitkinim, bir saat sonra gel” dedi. Ama adam ısrar etti. Kâğıdı neredeyse Selahaddin’in 232
gözüne sokarken ona şöyle dedi: “Efendi imzalasın”. Sul tan şöyle cevap verdi: “Amma hokkam yanımda değil”. Çadırının girişine oturmuştu ve memlûk içeride bir hokka bulunduğunu farketti. “İşte hokka çadırın dibinde”, dedi, bunun anlamı, Selahaddin’e, bizzat gidip hokkayı alması nı emrettiğiydi, başka birşey değil. Sultan arkasına döndü, hokkayı gördü ve şöyle dedi: “Hay Allah, doğru”. Bunun üzerine arkaya uzandı, sol koluna yaslandı ve sağ eliyle hokkayı aldı. Sonra kâğıdı imzaladı. Selahaddin’in bir kâtibi ve hayat hikâyesi yazarı o- lan Bahaeddin tarafından aktarılan bu olay, onu döne minin, aynı zamanda bütün dönemlerin hükümdarla rından farklı kılan şeyin ne olduğunu çarpıcı bir şekilde aydınlatmaktadır: en güçlülerden daha güçlü olduğun da bile, basit insanlarla beraberken mütevazi olmak. Vakanüvisleri, hiç kuşkusuz onun cesaretini, adaletini, cihad konusundaki coşkusunu dile getirmektedirler, ama anlatıları boyunca daha duygulandırıcı, daha insa ni bir imge aralıksız belirmektedir. Bahaeddin şöyle an latmaktadır: Frenkler’e karşı seferin tam göbeğindeyken, Selahad din yakın adamlarını yanma çağırdı. Elinde henüz okudu ğu bir mektup tutuyordu ve konuşmaya kalkışınca hıçkı rıklara boğuldu. Onu böyle görünce biz de kendimizi tuta mayıp ağladık, oysa söz konusu olanın ne olduğunu bilmi yorduk. Nihayet gözyaşlarının boğduğu bir sesle, “yeğe nim Takiyeddin ölmüş” dedi. Ve hüngür hüngür ağlama ya başladı, tabii biz de. Kendimi toparlayıp şöyle konuş tum: “Hangi seferin içinde olduğumuzu unutmayalım ve kendimizi gözyaşlarına bıraktığımız için tanrıdan af dile yelim”. Selahaddin beni onayladı. “Evet, Tanrı beni affet sin, tanrı beni affetsin,” dedi. Bunu birçok kere tekrarladı, sonra şöyle dedi: “Olan bitenden kimsenin haberi olma sın. Bunun arkasından, gözlerini yıkamak için gülsuyu ge tirtti”. 233
Selahaddin’in gözyaşları yalnızca yakınları öldüğün de akmamaktadır. Bahaeddin şunları hatırlamaktadır: Bir gün sultanla birlikte Frenkler’e doğru at koşturur ken, ordunun izcilerinden biri göğsünü yumruklayıp hıçkı- ra hıçkıra ağlayan bir kadınla birlikte bize doğru ilerledi, izci, “Kadın efendiyi görmek için Frenkler’in oradan çıktı, biz de getirdik” diye açıkladı. Selahaddin, çevirmeninden onu sorgulamasını istedi. Kadın şöyle dedi: “Dün Müslü man hırsızlar çadırıma girdiler ve küçük kızımı çaldılar. Bütün gece ağladım, bunun üzerine şeflerim bana şöyle de diler: ‘Müslümanların kralı merhametlidir, onun yanma gitmen için sana izin vereceğiz, sen de ondan kızını isteye bilirsin’. Böylece geldim ve bütün umudumu sana bağla dım. Selahaddin duygulandı ve gözleri yaşardı. Kızı bul ması için birini esir pazarına gönderdi ve bir saat geçme den bir süvari, kız sırtında olduğu halde geldi. Onları gö rür görmez, anne kendini yere attı, yüzünü kumlara sürdü ve bütün oradakiler duygulanıp ağladılar. Kadın göğe doğru baktı ve anlaşılmaz şeyler söylemeye başladı. Sonra kızı ona verildi ve Frenkler’in kampına kadar ona eşlik e- dildi. Selahaddin’i tanımış olanlar, fizik yapısını -kısa boylu, ince, kısa ve düzgün sakallı- anlatmakla pek uğ raşmayarak, çehresinden, düşünceli ve biraz melankolik çehresinden söz etmeyi tercih etmektedirler. Bu çehre, aniden rahatlatıcı bir gülümsemeyle aydınlanarak, mu hatabına güven vermektedir. Selahaddin, konuklarına karşı her zaman nazik olmuş, onların yemeğe kalması konusunda ısrar etmiş, onları kâfir olsalar bile her za man pohpohlamış ve bütün ihtiyaçlarını gidermiştir. Onu ziyarete gelen birinin hayal kırıklığı içinde ayrıl masına tahammül edemezdi ve bazıları da bundan ya rarlanmayı sektirmemişlerdir. Bir gün, Frenkler’le bir barış dönemi esnasında, Antakya’nın efendisi “brens”, 234
Selahaddin’in çadırının önüne habersiz gelmiş ve sulta nın dört yıl önce aldığı bir bölgeyi geri vermesini iste miştir ve Selahaddin burayı ona vermiştir. Görüldüğü üzere, Selahaddin’in cömertliği bazen bi linçsizliğe varmaktadır. Bahaeddin’in açıkladığına göre: f Hazinedarları beklenmedik durumlar için her zaman bir yana bir para saklarlardı, çünkü efendilerinin böylesi ne bir ihtiyattan haberi olduğunda onu hemen harcayaca ğını bilirlerdi, bu tedbire rağmen, Sultan öldüğünde devlet hâzinesinde Sûr kaynaklı bir altın külçeyle kırk yedi dir hem gümüşten başka birşey yoktu. Bazı çalışma arkadaşları onun savurganlığını eleştir diklerinde, Selahaddin rahat bir gülümsemeyle şöyle kar şılık vermekteydi: “Bazı insanlar için para kumdan daha değerli değildir”. Nitekim zenginlik ve lüksü samimiyetle küçümserdi ve Fatımi halifelerinin masalsı sarayı onun e- line geçtiğinde, buraya emirlerini yerleştirmiş, kendi ise, vezirlere tahsis edilen daha mütevazi konağa yerleşmiştir. Bu, Selahaddin ile Nureddin arasındaki benzerlikleri gösteren çok sayıdaki çizgiden bir tanesidir. Fakat ha- sımları onun efendisinin soluk bir taklitçisinden başka birşey olmadığını söyleyeceklerdir. Gerçekte başkalarıy la, özellikle de askerleriyle olan temaslarında, öncelin den çok daha sıcak gözükmeyi bilmiştir. Dinin hüküm lerine harfiyen uymuşsa da, Zengi’nin oğlunun bazı ta vırlarını belirleyen şu hafif yobaz yan onda ortaya çık mamıştır. Selahaddin’in kendini genelde onun kadar kı sıtladığı, fakat başkalarına karşı onun kadar talepçi ol madığı söylenebilir. Oysa, ister “sapkınlar”, isterse bazı Frenkler söz konusu olsun, İslama küfür edenlere karşı öncelinden çok daha acımasız olmuştur. Bu kişilik farklılıklarının dışında, Selahaddin, özel likle kariyerinin başlangıcında olmak üzere, Nured- 2-35
din’in belirleyici kişiliğinin çok etkisinde kalmıştır. Sela haddin, ona lâyık bir ardıl olduğunu gösterebilmek i- çin, onunla aynı amaçları aralıksız izlemiştir: Arap dün yasını birleştirmek; Müslümanları, güçlü bir propagan da şebekesiyle manevi olduğu kadar, işgâl altındaki topraklan geri alabilmek üzere askeri olarak da sefer ber etmek. Emirler 1174 yılında Şam’da genç es-Salih’in etrafın da toplanarak, Selahaddin’e kafa tutmanın en iyi yolu nun ne olacağını tartışır ve hatta Frenkler’le ittifak yap mayı bile düşünürlerken, Kahire’nin efendisi onlara ger çek bir meydan okuma mektubu gönderir. Nureddin’le çatışmasının yüce bir şekilde gizlendiği bu mektupta, kendini hiç tereddütsüz, efendisinin eserini devam etti ren kişi ve onun mirasının sadık muhafızı olarak sunar. Eğer müteveffa meliğimiz, aranızda benden daha fazla güvene lâyık birini bulsaydı, eyaletlerinin en önemlisi olan Mısır’ı ona vermez miydi? Hiç kuşkunuz olmasın ki, Nu- reddin bu kadar erken ölmeseydi, oğlunu eğitme ve gözet me işini bana verirdi. Oysa görüyorum ki, efendime ve oğ luna hizmet edecek yegâne kişiler sizmişsiniz gibi davranı yor ve beni dışlamaya uğraşıyorsunuz. Ama ben yakında geleceğim. Efendimin anısını şereflendirmek üzere iz bıra kacak işler yapacağım ve hepiniz kötü davranışınızdan ö- türü cezalandırılacaksınız. Burada artık geçmiş yılların ölçülü adamı görülme mektedir. Sanki efendisinin ölümü, onun uzun zaman dır zaptettiği saldırganlığını serbest bırakmış gibidir. Koşulların olağandışı olduğu doğrudur, çünkü bu me sajın belirgin bir işlevi vardır: Selahaddin bu mesajla sa vaş ilân ederek, Müslüman Suriye’yi fethetmeye başla mıştır. Kahire’nin efendisi, bu mesajı yolladığı Ekim 1174 tarihinde, çoktan yedi yüz süvarinin başında Şam 236
yolunu tutmuştur bile. Suriye başkentini kuşatmak için bu sayı azdır, ama Yusuf işini iyi hesaplamıştır. Onun mektubundaki çok özel saldırganlıktan korkuya kapı lan es-Salih ve adamları Halep’e çekilmeyi tercih etmiş lerdir. Frenkler’in topraklarından rahatsız edilmeden geçen ve artık “Şirkuh yolu” denilebilecek güzergâhı iz leyen Selahaddin, Ekim sonunda Şam’a varmıştır. Kent te, ailesine bağlı adamlar, onu karşılamak üzere kapıla rı açmak için acele etmektedirler. Tek bir kılıç sallamadan elde ettiği bu zaferinden ce saret alarak atılımını sürdürmüştür. Şam garnizonunun komutasını kardeşlerinden birine bırakarak Orta Suri ye’ye yönelmiş ve Hıms ile Hama’yı ele geçirmiştir. İbn el-Esir’in dediğine göre, bu yıldırım harekâtı esnasında Selahaddin, Nuredditı’in oğlu melik es-Salib adına hare ket ettiği iddiasındaydı. Amacının ülkeyi Frenkler’e kar şı savunmak olduğunu söylüyordu. Zengi hanedanına sadık olan Musullu vakanüvis, iki yüzlü olmakla suçla dığı Selahaddin’e karşı en azından kuşkulu bir bakışa sahiptir. Tamamen haksız değildir. Nitekim düzme me lik rolü oynamak isteyen Selahaddin, kendini es- Salih’in koruyucusu olarak sunmaktadır. “Bu delikanlı, her halükârda tek başına yönetemez. Ona bir lala, bir naip gerekiyor, ve bu rolü oynama konusunda benden daha iyi konumda olan yok” demektedir. Zaten ev sa hibine, sadakati konusunda güvence vermek üzere bir mektup yollamış, Kahire ve Şam camilerinde onun adı na hutbe okutmuş, parayı onun adına bastırtmıştır. Genç hükümdar bu hareketlerden hiç etkilenmemiş tir. Selahaddin Aralık 1 1 7 4 ’te, “melik es-Salih’i danış manlarının kötü etkilerinden korumak için” Halep’i kuşattığında, Nureddin’in oğlu kent halkını toplayarak onlara duygulu bir söylev vermiştir: “Şu gayriadil ve nankör adama bakınız, tanrıya ve insanlara hiç saygısı yok, ülkemi elimden almak istiyor. Ben yetimim ve sizi 2-37
çok sevmiş olan babamın anısına beni savunmanız ko nusunda size güveniyorum”. Çok derinlemesine etkile nen Halepliler, “nankör”e karşı sonuna kadar direnme ye karar vermişlerdir. Es-Salih’le doğrudan çatışmaya girmekten kaçınan Selahaddin, kuşatmayı kaldırmıştır. Buna karşılık, kendini “Mısır ve Suriye meliği” ilân e- derek, artık hiçbir efendiye bağlı olmamaya karar ver miştir. Vakanüvisler ona ayrıca sultan unvanını da ve receklerdir, ama kendisi bunu hiç kullanmayacaktır. Se lahaddin Halep surlarının dibine birkaç kere daha gele cek, ama Nureddin’in oğluyla kılıç şakırdatmaya hiç girmeyecektir. Es-Salih’in danışmanları, bu sürekli tehdidi uzaklaş tırmak için haşhaşiyunun yardımlarına başvurmaya ka rar verirler. Reşideddin Sinan’la temasa geçerler, o da onları Yusuf’tan kurtarmaya söz verir, “dağın ihtiyarı”, Fatımi hanedanının mezar kazıcısıyla olan hesabını gör mekten başka birşey istememektedir, ilk suikast 1175 başında gerçekleşir: bazı haşhaşiyun Selahaddin’in kam pına girer, çadırına kadar ulaşırlar, bir emir onları tanır ve yollarını keser. Ağır yaralanır, ama alarm verilmiştir. Muhafızlar koşar ve sıkı bir mücadeleden sonra batıniler öldürülür. Bu, olayı ertelemekten başka bir sonuç ver mez. 22 Mayıs 1176’da Selahaddin gene Halep bölgesin de sefere çıkmışken, bir haşhaşiyun müridi çadırına girer ve kafasına bir bıçak darbesi indirir. Sonuncu suikastten beri teyakkuz halinde olan Sultan, fesinin altına örme zırhtan bir başlık giyme adedini edinmiştir. Katil bunun üzerine kurbanının boynuna saldırır. Fakat bıçak burada da etkisiz kalır, Nitekim Selahaddin, yüksek yakası örme zırhla güçlendirilmiş kalın kumaştan bir entari giymekte dir. Bunun üzerine ordudaki emirlerden biri gelir, bir e- liyle bıçağı tutar ve diğer eliyle de batıniye vurur, o da yere düşer. Selahaddin daha yerinden kıpırdamaya vakit bulamadan bir ikincisi, sonra bir üçüncüsü üstüne atılır. 238
Ama muhafızlar gelmişlerdir ve saldırganlar öldürülür. Yusuf, çadırdan ürkmüş ve hâlâ bir şey olmadığına afal lamış bir şekilde, sendeleyerek çıkar. Kendini topladığında, haşhaşiyuna inlerinde, Si nan’ın on kadar kaleyi denetlediği Orta Suriye’de sal dırmaya karar verir. Selahaddin, bu kalelerin en korku tucu olanım, dik bir dağa tünemiş Masyaf kalesini ku- şatacaktır. Fakat 1176 yılının bu Ağustos ayında Haşa- haşiyun ülkesinde cereyan edenler herhalde bir esrar o- larak kalacaklardır. İbn el-Esir’e ait olan birinci versi yona göre, Sinan, Selahaddin’in dayısına bir mektup göndererek, hanedanın bütün üyelerini öldürtmeye ye min etmiştir. Tarikattan gelen, üstelik sultana yönelik iki suikast girişiminden sonra gelen bu tehdidi hafife al mak olanaksızdır. Bu durumda Masyaf kuşatmasına son verilmiştir. Fakat olayların ikinci bir versiyonu bizzat haşhaşi- yundan gelmektedir. Bu anlatım, tarikatın bize ulaşan nadir yazılı kaynaklarından biri olan, Ebu-Firaz adında bir müridin imzasını taşıyan bir anlatıda yer almakta dır. Ona göre, Masyaf kuşatıldığı sırada burada olma yan Sinan, iki arkadaşla birlikte komşu bir tepeye yerle şerek, harekâtın gelişimini izlemeye başlamış; Selahad din de adamlarına onu yakalama emrini vermiştir. Ka labalık bir birlik Sinan’ı kuşatmıştır, ama askerler ona yaklaşmaya uğraştıklarında, organları esrarlı bir güç ta rafından felcedilmiştir. “Dağın ihtiyarı” bunun üzerine onlara, sultanla kişisel ve özel olarak görüşmek istediği ni bildirmelerini söylemiş, dehşete kapılan askerler ola nı biteni efendilerine anlatmak için koşmuşlar ve bunla rı hiç de iyiye yormayan Selahaddin, bütün ayak izlerini belirlemek için çadırının etrafına kireç ve kül döktürt- müş, akşam olunca da, onu korumak üzere meşaleleri olan muhafızlar dikmiştir. Gece yarısı birdenbire sıçra yarak uyanmış, bir anlık bir zaman aralığında tanıma 239
dığı birinin çadırından dışarı süzüldüğünü farketmiş ve bunun Sinan olduğunu sanmıştır. Esrarlı ziyaretçi yata ğın üzerine zehirli bir peksimet ile bir kâğıt bırakmıştır. Kâğıtta şunlar okunmaktadır: “Elimizdesin” . Selahad din bunun üzerine bir çığlık atmış ve muhafızları koşup gelmişler, ama hiçbir şey görmediklerine yemin etmiş lerdir. Selahaddin hemen ertesi gün kuşatmayı kaldır mış ve hızla Şam’a geri dönmüştür. Bu öykünün fazla romanlaştırıldığından hiç kuşku yoktur, ama Selahaddin’in haşhaşiyuna yönelik siyasetini çok aniden değiştirdiği de kesin bir olgudur. Her cins sapkınlıktan iğrenmesine rağmen, hatmilerin ülkesini teh- did etmeye bir daha asla kalkışmayacaktır. Bunun tama men tersine, onlarla uzlaşmaya çalışarak, böylece hem Frenk, hem de Müslüman düşmanlarını değerli bir yar dımcıdan mahrum bırakacaktır. Çünkü sultan Suriye’yi ele geçirmek için yürüttüğü mücadelede bütün kozları kendi elinde toplamaya karar vermiştir. Aslında Şam’ı ele geçirdiğinden beri, bu mücadeleyi görünüşte kazan mış gibidir, ama çatışma ne zanan biteceği belirsiz bir şe kilde sürmektedir. Frenk devletlerine, Halep’e, gene Zen- gi’nin ardıllarından birinin yönetimi altında olan Mu sul’a ve Cezire ile Küçük Asya’daki çeşitli hükümdarlara karşı girişilmesi gereken bütün bu seferler tüketicidirler. Üstelik entrikacıların ve fesat kuranların cesaretini kır mak üzere düzenli olarak Kahire’ye gitmek zorundadır. Durum ancak 1 1 8 1 ’in sonunda, es-Salih belki de ze hirlenerek, on sekiz yaşında aniden öldüğünde durul maya başlamıştır. İbn el-Esir, onun son anlarını duygu lu bir şekilde anlatmaktadır: Durumu ağırlaşınca, hekimler ona biraz şarap içmesini tavsiye ettiler. O nlara şöyle dedi: “ Bir hocanın fikrini al m adan bunu yapam am ” . Ulemanın önde gelenlerinden bi ri başucuna gelerek, dinin şarabın ilaç olarak kullanımına 240
izin verdiğini açıkladı. Es-Salih sordu: “ Eğer Allah hayatı ma son vermeye k arar verdiyse, beni şarap içerken görün ce fikrini değiştireceğini gerçekten sanıyor musunuz?” . Din adamı hayır demek zorunda kaldı. Ölmek üzere olan (genç), “öyleyse yaradana miğdemde yasak bir gıda oldu ğu halde kavuşmak istemiyorum” diye konuştu. Bundan bir buçuk yıl sonra, Selahaddin 18 Haziran 1 1 8 3 ’te Halep’e resmen girer. Artık Suriye ve Mısır, Nureddin’in zamanında olduğu gibi itibari bir şekilde değil de, Eyyubi hükümdarının tartışılmaz otoritesi al tında etkin bir şekilde birleşmişlerdir. Onları her gün biraz daha sıkıştıran bu güçlü Arap devletinin ortaya çı kışı, Frenkler’in merak uyandırıcı bir şekilde dayanış maya yönelmelerine yol açmamıştır. Bunun tamamen tersi olmuştur. Cüzzamın korkunç bir şekilde sakatladı ğı Kudüs kralı iktidarsızlığa yuvarlanırken, iki rakip klan iktidarı ele geçirmek için mücadele etmektedir. Se- lahaddin’le anlaşma yanlısı olan birincisi, Trablus kon tu Raymond’un yönetimi altındadır. Aşırı olan İkincisi nin sözcüsü ise, eski Antakya prensi Renaud de Châtillon’dur. Çok eşmer, kartal burunlu, su gibi Arapça konuşan, islami metinleri dikkatle okuyan Raymond, eğer uzun boyu Batılı kökenlerini ele vermeseydi, bal gibi Suriyeli bir emir sanılabilirdi. İbn el-Esir şunları söylemektedir: Bu durumda Frenkler arasında, Trablus beyi Ray mond İbn Raym on es-Sanjili’den (Saint-Gilles soyundan) daha cesur ve daha bilge biri yoktu. Fak at bu adam çok hırslıydı ve hararetle kral olmak istiyordu. Bir süre naiplik yaptı, ama buradan hemen uzaklaştırıldı. Buna o kadar bozuldu ki, Selahaddin’e yazarak onun cephesine geçti ve ondan Frenkler’in kralı olmasına yardım etmesini istedi. Selahaddin buna sevindi ve M üslümanların elinde esir o- lan bazı Trablus şövalyelerini hemen serbest bıraktı. 241
Selahaddin Frenkler arasındaki bu iç uyuşmazlıkları dikkatle izlemektedir. Raymond’un yönetimindeki “Doğulu” akım Kudüs’te üste geliyormuş gibi olduğun da, buna rıza göstermiştir. IV. Baudouin, 1 1 8 4 ’te cüz- zamın son safhasına gelmiştir. Ayakları ve bacakları gevşemiş, gözlerinin feri sönmüştür. Ama ne cesareti, ne de sağduyusu eksilmiştir ve Selahaddin’le iyi komşu luk ilişkisi kurmaya çalışan Trablus kontuna güven mektedir. Şam’ı o yıl ziyaret eden Endülüslü seyyah İbn Cübeyir, süren savaşa rağmen kervanların Kahire ile Şam arasında Frenk topraklarından geçerek düzenli bir şekilde gelip gitmelerine şaşırmıştır. Hıristiyanlar, Müs lüm anlar hilesiz hurdasız uygulanan bir vergi ödeti yorlar” diye izlenimlerini anlatmaktadır. “Hıristiyan tüccarlar da, Müslüman topraklarından geçtiklerinde malları üzerinden bir vergi ödüyorlar. Aralarında tam bir anlaşma var ve eşitliğe uyuyorlar. Savaşçılar savaş larıyla uğraşıyorlar, ama halk barış içinde kalıyor” . Bu birlikte yaşamaya son vermekte hiç acelesi olma yan Selahaddin, hatta barış yolunda daha ileriye gitrfte- ye hazır olduğunu bile belli etmektedir. Nitekim, cüz- zamlı kral 1185 martında yirmi dört yaşında ölür, tahtı altı yaşındaki yeğeni V.Baudouin’e bırakır. Trablus kontu naipliği de, iktidarını pekiştirmek için zamana ih tiyacı olduğunu bildiğinden, bir barış yapmak üzere Şam’a elçiler gönderir. Kendini Batılılarla nihai çarpış maya hazır hisseden Selahaddin, dört yıllık bir barış an laşmasını kabul ederek, ne pahasına olursa olsun çar pışma peşinde olmadığını kanıtlar. Fakat çocuk-kral, bir yıl sonra, Ağustos 1 1 8 6 ’da ö- lünce, naibin durumu tartışmalı hale gelir. İbn el-Esir, Küçük kralın annesi, Batı’dan yeni gelmiş Guy adında ki bir Frenk’e tutulmuştu. Onunla evlenmişti ve çocuk ölünce, tacı kocasının başına koydu; patriği, rahipleri, keşişleri, Hospitalier ve Tempiler tarikatı mensuplarım, 2.42.
baronları çağırdı, onlara iktidarı Guy’ye aktardığını bil dirdi ve ona itaat edeceklerine yemin ettirdi. Raymond reddetti ve Selahaddin’le anlaşmayı tercih etti. Bu Guy, hiçbir siyasal ve askeri yeteneği olmayan, her zaman son konuştuğu kişinin fikrine katılmaya hazır olan, ta mamen silik, yakışıklı bir adam olan kral Guy de Lusig- nan’dır. Gerçekte, şefleri “ brens Arnat”, Renaud de Châtillon olan “şahinler”in elinde bir kukladan başka birşey değildir. Renaud, Kıbrıs’taki macerasından ve kuzey Suri ye’deki aşırılıklarından sonra, on beş yılını Halep zin danlarında geçirmiş, 1 1 7 5 ’te Nureddin’in oğlu tarafın dan serbest bırakılmıştır. Esareti, kusurlarını arttırmak tan başka bir sonuç vermemiştir. Şimdi her zamankin den daha fanatik daha açgözlü, gözünü daha kan bürü müştür. Arnat, Araplar ile Frenkler arasında on yıllarca yıl süren savaş ve katliamların neden olduğundan daha büyük bir kini tek başına açığa çıkartacaktır. Serbest bırakıldıktan sonra, damatı II. Bohemond’un hüküm sürdüğü Antakya’yı geri almayı başaramamıştır. Bu du rumda, Kudüs krallığına yerleşmiş, burada kendine Ür dün nehrinin doğusundaki toprakları, özellikle de güçlü Kerak ve Şevbek kalelerini drahoma olarak getiren dul bir kadınla hemen evlenmiştir. Templierler ve yeni ge len çok sayıda şövalyeyle hemen ittifak yaparak, Ku düs’te giderek artan bir nüfuza sahip hale gelmiştir ki, bunu bir tek Raymond, o da bir süre için dengelebil- mektedir. Renaud’nun dayatmaya uğraştığı siyaset, ilk Frenk istilası sırasmdakidir: Araplarla aralıksız dövüş mek, hiç acımadan yağmalamak ve katletmek, yeni top raklar fethetmek. Ona göre her uyuşma, her anlaşma bir ihanettir. Hiçbir barışın, hiçbir sözün kendini bağla madığım düşünmektedir. “Zaten Müslüman kâfirlere e- dilen yeminin değeri nedir ki?” diye hayasızca bir açık laması da vardır. M3
1 1 8 0 ’de Şam ile Kudüs arasında, bölgede mal ve in sanların serbest dolaşımını güvence altına alan bir an laşma imzalanmıştır. Bundan birkaç ay sonra, Suriye çölünü Mekke yönünde kateden ve zengin Arap tüccar lara ait olan bir kervan Renaud’nun saldırısına uğra mış, kont mallara el koymuştur. Selahaddin, IV. Baudo uin nezdinde şikayette bulunmuş, fakat o vassaline (ba ğımlısı, adamı) karşı bir cezalandırma harekâtına giriş meye cesaret edememiştir. 1182 sonbaharında daha va him bir durum meydana gelmiştir: Arnat, bizzat Mek ke’yi yağmalamaya karar vermiştir. O sıralarda Akabe körfezi üzerinde küçük bir Arap balıkçı limanı olan El- yat’tan gemiye binmiş, bazı Kızıldeniz korsanlarının rehberliğiyle kıyı boyunca inerek, Medine’nin limanı Yanboh’a, sonra da Mekke’den uzakta olmayan Ra- big’e saldırmıştır. Renaud’nun adamları, Cidde’ye gi den bir Müslüman hacı gemisini batırmışlardır. İbn el- Esir, herkes gafil avlanmıştı diye açıklamaktadır, çünkü bu bölgenin insanları, ne tüccar, ne de savaşçı hiçbir Frenk görmemişlerdi. Başarılarından sarhoşa dönen sal dırganlar, teknelerini ganimetle doldurmak için acele etmişlerdir. Ve Renaud topraklarına geri dönerken, a- damları aylarca Kızıldeniz’de dolaşmışlardır. Selahad- din’in, o yokken Mısır’ı yöneten kardeşi el-Adil, bir filo donatmış ve yağmacıların peşine takılarak onları yoket- miştir. İçlerinden bazıları, kafaları halkın önünde kesil mek üzere Mekke’ye götürülmüşlerdir. Musullu tarihçi, kutsal yerleri kirletmeye kalkanlar için ibret alınacak bir ceza, diye sonuca varmaktadır. Bu çılgınca macera ya ilişkin haberler tabii ki Müslüman dünyasında dolaş mış ve Arnat artık Frenk düşmanın en çirkin yanının simgesi haline gelmiştir. Selahaddin, Renaud’nun topraklarına birçok akııı dü zenleyerek karşılık vermiştir. Ama sultan, öfkesine rağ men yüceliğini muhafaza etmeyi bilmiştir. Örneğin 1183 244
Kasımında, mancınıklarını Kerak kalesinin etrafına yer leştirmiş ve kaya parçalarıyla bombardımana başlamış ken, kaleyi savunanlar ona içeride prensin düğününün sürmekte olduğunu bildirmişlerdir. Gelinin Renaud’nun üvey kızı olmasına rağmen, Selahaddin kuşatma altında kilerden gençlerir kalacakları daireyi göstermelerini iste miş ve adamlarına bu bölgeyi sakınmalarını emretmiştir. Ancak bu cins davranışların Arnat’a karşı, ne yazık ki hiçbir yararı yoktur. Bilge Raymond tarafından bir an için etkisizleşitirildikten sonra, kral Guy’nin 1186 eylülünde tahta çıkmasıyla yeniden söz sahibi olmuştur. Bundan birkaç hafta sonra, varılan barışın daha iki bu çuk yıl sürmesi gerektiğini bilmezden gelerek, Mekke yolunda sakin sakin ilerleyen büyük bir Arap hacı ve tüccar kervanının üzerine alıcı bir kuş gibi çökmüştür. Kervandaki silahlı adamları öldürmüş, kafilenin geri kalanını esir ederek Kerak’a götürmüştür. Bunlardan bazıları Renaud’ya barış anlaşmasını hatırlatmaya cüret edince, onlara meydan okur bir tavırla “Muhammedi- niz gelsin de sizi kurtarsın!” demiştir. Bu sözler birkaç hafta sonra Selahaddin’e aktarıldığında, Arnat’ı kendi elleriyle öldürmeye yemin edecektir. Fakat sultan hemen o anda uygun zamanı bekleme ye uğraşmaktadır. Anlaşmalar uyarınca esirleri serbest bırakması ve mallarını iade etmesi için Renaud’ya elçi ler göndermiştir. Prens elçileri kabul etmeyi reddedince, onlar da Kudüs’e yönelmişler, burada onları kral Guy karşılamış ve vassalinin yaptıklarına müthiş şaşırdığını söylemiş, ama onunla çatışmaya girmeye cesaret edeme miştir. Elçiler ısrar etmişlerdir: Prens Arnat’ın elindeki rehineler Kerak zindanlarında, bütün anlaşma ve ye minlere rağmen unutulmaya ve çürümeye mi terkedile- ceklerdir? iktidarsız Guy, kendini bu işten sıyırmıştır. Barış anlaşması bozulmuştur. Ona sonuna kadar uy maya kararlı olan Selahaddin, çatışmaların yeniden M5
başlayacak olmasından hiç kaygılanmamaktadır. Frenklerin sözlerini alçakça bozduklarını haber vermek üzere, Mısır, Suriye ve Cezire emirlerine haberciler yol layarak, müttefik ve bağımlılarım işgalciye karşı cihada katılmak üzere bütün güçlerini biraraya getirmeye ça ğırmıştır. Bütün İslam ülkelerinden binlerce süvari ve piyade Şam’a akmaktadır. Kent, artık askerlerin güneşe ve yağmura karşı korundukları oluklu çatılardan, deve tüyünden küçük çadırlardan veya zengin renkleri olan ve Kur’an ayetleri veya hatla yazılmış şiirlerle süslü zen gin hükümdar otağlarının ortasında karaya oturmuş bir gemi gibidir. Seferberlik devam ederken, Frenkler iç çatışmaları nın içine gömülmektedirler. Müslümanlarla işbirliği ha linde olmakla itham ettiği rakibi Raymond’dan kurtul mak için zamanın uygun olduğunu düşünen kral Guy, Kudüs ordusunu, Celile’de (Galile) küçük bir kent olan ve Trablus kontunun karısına ait bulunan Taberiye’ye saldırtmaya hazırlanmaktadır. Alarm durumuna geçen Trablus kontu, bir ittifak önermek üzere Selahaddin’e gider, sultan bu teklifi hemen kabul ederek, Taberiye garnizonunu takviye için hemen bir birlik gönderir. Ku düs ordusu geri çekilir. Arap, Türk ve Kürt savaşçılar Şam’a doğru dalga dalga akmaya devam ederlerken, Selahaddin 30 Nisan 1 1 8 7 ’de Taberiye’ye bir haberci göndererek, Ray mond’dan ittifak anlaşmasına uygun olarak izcilerinin Celile gölünde bir keşif turu yapmalarına izin vermesini ister. Kont sıkıntıya düşer, ama reddedemez. Tek şartı, Müslüman askerlerin topraklarını, akşamdan önce ter - ketmeleri ve ne insanlarına, ne de uyruklarının malları na saldırmama sözü vermeleridir. Her tür olayı önle mek üzere, civardaki bütün yerleşim yerlerini Müslü man birliklerinin geçişi konusunda uyarır ve halktan evlerinden çıkmamalarını ister. 246
Ertesi gün, 1 Mayıs cuma şafakla birlikte, Selahad- din’in yardımcılarından birinin komutasındaki yedi bin süvari Taberiye surlarının altından geçer. Aynı günün akşamı aynı yolu ters yönde geçtiklerinde, kontun şartla rına harfiyen uymuşlar; ne köylere, ne şatolara yan gözle bakmışlar; ne hayvan, ne altın çalmışlardır, ama gene de olay çıkmasını önleyememişlerdir. Nitekim Templier ve Hospitalier tarikatlarının üstadı azamları, bir önceki gün Raymond’un habercileri Müslümanların geçişini bildir meye geldikleri sırada, tesadüfen civardaki kalelerden bi rinde bulunmaktadırlar. Keşiş-askerlerin kanları beyinle rine çıkmıştır. Onlara göre Müslüman kâfirleriyle anlaş ma yapılamaz. Böylece birkaç yüz şövalye ve piyade top layarak, Müslüman süvarilerine Nazaret’in kuzeyindeki Sefuriye köyü yakınlarında saldırmaya karar vermişler dir. Frenkler birkaç dakika içinde yokedilmiştir. Bir tek Templierlerin üstadı azami kaçmayı başarabilmiştir. İbn el-Esir şunları aktarmaktadır: Bu bozgundan sonra gözleri korkan Frenkler, Raymond’a patrikleri, rahipleri ve keşişleriyle birlikte çok sayıda şövalye göndererek, Selahaddin’le ittifak yapmasını acı acı eleştirdiler. Ona şöyle dediler: “Kesinlikle islamiyeti kabul etmiş olmalı sın, yoksa olanlara tahammül edemezdin. Müslümanların se nin topraklarından geçmelerini, Templierler ve Hospitalierleri katletmelerini ve sen karşı bile çıkmadan esirlerle birlikte geri çekilmelerini kabul etmezdin” . Kontun kendi askerleri, yani Trablusşam ve Taberiyeli askerler da ona aynı eliştirileri yap tılar ve patrik onu aforoz etmek ve evliliğini iptal etmekle teh dit etti. Bu baskılara maruz kalan Raymond korktu. Özür di ledi ve pişmanlık getirdi. Onu affettiler, onunla uzlaştılar ve ondan birliklerini kralın emrine vermesini ve Müslümanlara karşı çarpışmaya katılmasını istediler. Kont böylece onlarla birlikte yola çıktı. Frenkler bunun üzerine, şövalye ve piyade bütün askerlerini Akkâ yakınlarında birleştirdiler, sonra ayak sürüyerek Sefuriye köyüne doğru yürüdüler. 2-47
Müslüman cephesinde ise, herkesin istisnasız kaygı duyduğu ve nefret ettiği bu askeri-dinsel tarikatların boz gunu bir zafer-öncesi keyfi vermiştir. Emirler ve askerler artık Frenkler’le kılıç vuruşturmak için acele etmektedir ler. Selahaddin bu durumda, Haziranda bütün askerleri ni Yam ile Taberiye’nin yarı yolunda toplamıştır: Önün de on iki bin süvari geçit yapmıştır, piyadeler ve gönüllü ler bu sayının içinde değillerdir. Sultan savaş atının üze rinden emretmiş ve bu binlerce ateşli asker tarafından tekrarlanmıştır: “Allahın düşmanına karşı zafer”. Selahaddin, kurmaylarına durumun analizini sakin bir şekilde yapmıştır: “Karşımıza çıkan bu fırsat herhal de bir daha hiç tekrarlanmaz. Benim kanaatime göre, Müslüman ordusu bir meydan savaşında bütün kâfirlerle birden hesaplaşmalıdır. Birliklerimiz dağılma dan, cihada kararlı bir şekilde atılmak gerekir” . Sulta nın önlemek istediği şey, çarpışma mevsimi sonbaharda sona erdiğinden, belirleyici zaferi kazanmadan bağımlı ve müttefiklerinin askerleriyle birlikte evlerine dönmele ridir. Fakat Frenkler aşırı temkinli askerlerdi. Müslü man güçlerini bu şekilde birleşmiş olarak görünce, çar pışmadan kaçınmanın çarelerini aramayacaklar mıdır? Selahaddin onlara bir tuzak kurmaya karar verir ve tanrıya, onların buraya düşmelerine izin vermesi için dua eder. Taberiye’ye yönelir, kenti bir gün içinde işgâl eder, birçok yerde ateş yakılmasını emreder ve Ray- mond’un karısı kontes ile bir avuç savunucunun elinde bulunan hisarı kuşatır. Müslüman ordusu bunların di renişini istediği an ezecek güçtedir, ama Sultan adamla rını engeller. Baskıyı yavaşça artırmak, nihai saldırıya hazırlanıyormuş gibi yapmak ve tepkileri beklemek ge rekmektedir. İbn el-Esir şöyle anlatmaktadır: Frenkler, Selahaddin’in Taberiye’yi işgâl ettiğini ve yaktığım öğrenince, meclislerini topladılar. Bazıları, M üs 248
lümanların üzerine yürüyüp, onlarla çarpışarak hisarı al malarını engellemeyi önerdi. Ancak Raymond müdahale etti: “Taberiye bana aittir” dedi. “ K uşatm a altında olan benim karımdır. Ama eğer Selahaddin’in saldırısı burada duracaksa, hisarın alınmasına ve karımın esir edilmesine razıyım. Çünkü Allah bilir ya, geçmişte birçok M üslüman ordusu gördüm , am a hiçbiri bugün Selahaddin’in sahip ol duğu kadar kalabalık ve güçlü değildi. Bu durumda onun la boy ölçüşmekten kaçınalım. D aha sonra Taberiye’yi her zaman geri alabilir ve bizimkileri kurtarm ak için fidye ö- deyebiliriz” . Fakat Kerak senyörü prens Arnat ona şöyle dedi: “ M üslümanların gücünü anlatarak bizi korkutm aya çalışıyorsun, çünkü onları seviyorsun ve onların dostluğu nu tercih ediyorsun, yoksa bu cins sözler etmezdin. Ve sen onların kalabalık olduğunu söylüyorsan, ben de sana, a- teş, yakılacak odun miktarından korkm az diye cevap veri yorum ”. K ont bunun üzerine şöyle konuştu: “Ben sîzler den biriyim, sizin istediğiniz gibi davranacağım . Sizin ya nınızda çarpışacağım , am a ne olacağım göreceksiniz” . Batılıların arasında bir kez daha en aşırı görüş üstün gelmişti. Artık çarpışma için herşey yerli yerindedir. Selahad din’in ordusu, meyva ağaçlarıyla kaplı verimli bir ovaya yayılmıştır. Arkada, Taberiye gölünün tatlı suyu ve onun içinden geçen Ürdün nehri yer almaktadır; daha uzakta ise, kuzeydoğu yönünde Golan tepelerinin ihtişamlı silue ti farkedilmektedir. Müslüman kampının yakınlarında iki zirvesi bulunan bir tepe yükselmektedir, burası adını eteğindeki köyden alan “Hattin boynuzları”dır. Yaklaşık on iki bin kişiden meydana gelen Frenk or dusu, 3 Temmuzda harekete geçer. Sefuriye ile Taberiye arasında katetmesi gereken yol uzun değildir, normal zamanda en fazlasından dört saat çekmektedir. Ancak Filistin’in bu bölgesi yazın tamamen kurudur. Ne kay nak, ne kuyu vardır ve akarsuların hepsi kurumuştur. 249
Fakat Sefuriye’den çok erken yola çıkan Frenkler, öğle den sonra göle varıp susuzluklarını giderebileceklerin den hiçbir kuşku duymamaktadırlar. Selahaddin ise tu zağını özenle hazırlamıştır. Süvarileri, hem arkadan, hem önden, hem de yanlardan saldırarak, üzerine ok yağdırarak düşmanı gün boyunca hırpalarlar. Batılıla- rın bir miktar kayıp vermelerine neden olurlar, ama asıl onları yavaşlamak zorunda bırakırlar. Gün batınımdan az bir süre önce Frenkler bir düzlüğe gelirler, bunun te pesinden bütün manzarayı seyredebilmektedirler. Tam ayaklarının dibinde, toprak renkli birkaç eviyle küçük Hattin köyü uzanmaktadır, vadinin dibinde ise Taberi- ye gölünün suları parıldamaktadır. Ve daha yakında, sahil boyunca uzanan yeşillenmekte olan ovada da Sela- haddin’in ordusu vardır. Su içebilmek için sultandan i- zin almak gerekmektedir. Selahaddin gülümser. Frenkler’in bitkin, susuzluk tan perişan olduklarını, akşam olmadan göle kadar bir geçit bulacak ne güç, ne de zamanlarının olduğunu, sa baha kadar bir damla su bulamadan kalmaya mahkûm olduklarını bilmektedir. Acaba bu koşullarda çarpışabi lirler mi? Selahaddin o geceyi ibadet ve genel kurmay toplantılarıyla geçirecektir. Geri çekilme yolunu tıka mak üzere birçok emirini düşmanın arkasını tutmakla görevlendirir ve herkesin iyi konumlanıp konumlanma dığını denetler, talimatlarını tekrarlar. Ertesi gün, 4 Temmuz 1 1 8 7 ’de, tamamen kuşatıl mış, susuzluktan aptala dönmüş olan Frenkler, günün ilk ışıklarıyla birlikte tepeden inmeyi ve göle ulaşmayı umutsuzca denerler. Dünkü tüketici yürüyüşten süvari lerden daha fazla etkilenmiş olan piyadeler, baltalarını ve gürzlerini sırtlarında yük gibi taşıyarak körlemesine koşmaktadırlar; bunlar sağlam bir kılıç ve kargı duvarı na dalgalar halinde çarparak ezilirler. Hayatta kalanlar, karışıklık içinde tepeye doğru kaçarlar, burada şövalye 250
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360