Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Derin Tarih_02_Mayıs_2012

Derin Tarih_02_Mayıs_2012

Published by sedatfurkanileri, 2019-10-24 15:06:28

Description: Derin Tarih_02_Mayıs_2012

Search

Read the Text Version

için Rusları İstanbul’a da- ayakları baş eylediğini dü- vet ettiğini sanmıştı. Peki, şünmekte ve hem Yedi Osmanlıların bu gerçekçi Adalar’da, hem de Avrupa’da dış politikası ne amaç gü- eski düzenin yeniden tesisi- düyordu? ni elzem görmekteydiler. Fransızlara karşı savaşın İhtilalin faturasını ise “jako- ana cephesi olan Mısır’da ben taifesi”ne kesiyorlardı. müttefik İngiltere’nin des- Jakobenler, daha evvel teği sağlanırken, ikinci cep- Fransa’da ortaya çıkıp tür- he olan Adriyatik’te ortak » Kuşbakışı Yedi Ada Cumhuriyeti lü fitne ve fesada teşebbüs bir Osmanlı-Rus filosunun Haritada Yunanistan’ın solundaki turuncu renkli ettikleri için kahrolmaları görevlendirilmesine karar adalar (Korfu, Zenta, Kefalonya, Aya Mavra, umulan kitleydi. Haliyle verilmişti. Zira Fransa Kralı İtaki, Çuka ve Pakso) Yedi Ada Cumhuriyeti’ni Yedi Adalar’ın tutucu soylu Napolyon, Mısır Seferi’nden (Septinsular Republic) gösteriyor. sınıfını kendi doğal mütte- bir sene evvel Venedik fikleri sayarak Cumhuriyet Cumhuriyeti’ne son vermiş ve Adriyatik’te Ve- idaresini Venedik döneminde olduğu gibi bu aris- nedik mülkiyetinde bulunan Yedi Adalar’ı (İyon tokratlara bırakmak istiyorlardı. Gelgelelim yerel adaları: Korfu, Zenta, Kefalonya, Aya Mavra, İtaki, halk aristokratların idaresinden nefret ediyordu. Çuka, Pakso) işgal etmişti. İşte Osmanlı-Rus filosu- Adriyatik’teki Rus filosunun amirali Uşakov, nun amacı, Fransızları bu adalardan çıkarmaktı. sadece soyluların temsil edildiği bir parlamen- Nihayet Osmanlı-Rus filosu 1799 yılının Mart tonun yeni Cumhuriyet’te istikrarı sağlayama- ayında Yedi Ada’yı Fransızlardan temizledi. Bu- yacağını düşündüğünden hazırladığı geçici ana- rada Birleşik Yedi Ada Cumhuriyeti (Cezayir-i yasada, Çar’ın iradesiyle ters düşmek pahasına, Seba-i Müctemia Cumhuru) adında, Osmanlı-Rus halk ve eşrafa parlamentoda sınırlı da olsa temsil himayesinde, anayasası İstanbul’da yazılmış, hakkı tanıdı. Bu geçici anayasa Osmanlı ve Rus bayrağı İstanbul’da çizilmiş bir Cumhuriyet re- saraylarında bir skandal olarak görüldü. Mütte- jimi kurdular. fik hükümdarlar bu anayasanın ihtilal prensip- » Yunanistan’ın ilk devlet Bu Cumhuriyet, varlığını 1807 Tilsit Antlaşması’na lerinden fazlaca etkilendiği ve “liberal” olduğu başkanı, Cumhuriyet’in kadar koruyarak, Fransızlara karşı bir tampon kanısındaydılar. Soylular ise Rus ve Osmanlı sa- Anayasa’sını hazırlamıştı. devlet görevi gördü. Bu adalar, 1807 ile 1812 yıl- raylarına temsilci heyetleri göndererek bu geçici Tıp, hukuk ve felsefe eğitimi ları arasında tekrar Fransa hakimiyetine geçti ve anayasayı protesto ettiler. alan John Capodistria, yeni devamında uzunca bir süre İngiltere korumasın- Sonuç olarak, Rus Çarı Paul’ün de onayıyla, ta- kurulan Yedi Ada Cumhuriyeti’nin da kaldı. raflar kalıcı anayasanın ya da Osmanlıların tabi- bakanlarından biriydi. Anayasa: Jakobenlere karşı liberaller riyle “nizam-ı dahili”nin İstanbul’da yazılmasına 1803 yılında karar verdiler. Cumhuriyet’in mevcut Yeni Cumhuriyet’in kurulmasına dair Rus- “fransızların fesat tohumları anayasasını daha Osmanlı Antlaşması 3 Nisan 1800’de imzalandı. temizlenmelidir!” katılımcı olacak Cumhuriyet’in kuruluşu St. Petersburg’da (18 şekilde yeniden düzenledi. Ekim 1800) ve İstanbul’da (6 Kasım 1800) olmak Anayasanın yazımı aşamasında temel prensip, Takip eden yıllarda bağımsız üzere iki ayrı resmî törenle müjdelendi. Yeni Yedi Adalar’da Venedik dönemindeki idare tarzı- Yunanistan için yaptığı çalışmalar kurulan Cumhuriyet’e bir anayasa hazırlanması nın yeniden kurulmasıydı. Hatta adanın asilza- başarıyla sonuçlandı ve için Fransa’nın ihtilal prensiplerinin tasvip edil- deleri, yeni anayasaya Fransız İhtilali ilkelerini Capodistria Yunanistan’ın ilk mesi beklenemezdi. Zira İstanbul ve St. Peters- sokmamaları konusunda uyarılmıştı: Yedi Adalar devlet başkanı oldu. burg zaten Fransa ile savaş halindeydi. Fransızların saçtığı fesat tohumlarından -ihtilal Her ne kadar Osmanlıların Fransız İhtilali’ni prensiplerinden- kurtarıldığı gibi hâlâ kök sal- iyi anlamadıkları iddia edilse de bu doğru de- mış tohumlar varsa onlar da temizlenmeliydi. ğildir. Osmanlılar, tıpkı müttefikleri İngiltere Osmanlılar ise anayasayı Cumhuriyet’in iç ve Rusya gibi, ihtilalin dünya düzenini bozup işlerini düzenleyen bir “nizam-ı dahili” veya 2012 MAYIS / DERİN TARİH 49

Osmanlı Tarihi “nizamname” olarak Öyle ki, Karadeniz’e değerlendiriyordu. Cum- çıkan gemilerin sayı- huriyet Osmanlılara sı 1803’te tam 37 iken bağlı bir devlet olduğu 1804’te 100’e ulaşmıştı. için dış işleri bir beratla Hicri tarih bayrağa düzenlendi. Buna göre nasıl yazıldı? Cumhuriyet, savaş za- manında Osmanlıların Yedi Ada Cumhuriye- düşmanlarıyla işbirliği ti’ nin bayrağını belirle- yapmayacak, barış zama- mek de kayda değer bir »Aslanlı nında da Balkanlardan » Yedi Ada Cumhuriyeti Anayasasının kapağı: sürece sahne olmuştur. mühürler: adalara sığınan haydutla- 1800’de Osmanlı himayesinde kurulan Yedi O dönemde Osmanlıla- Yedi Ada rı teslim edecekti ki, bu Ada Cumhuriyeti’nin, yukarıda kapağı görülen rın “bandirya” dedikleri Cumhuriyeti’nin adalar asırlardır haydut- 1803 tarihli anayasası Padişah tarafından bayrak/bandıra, dost ge- yazışmalarda ların sancağı idi. Ancak onaylandıktan sonra yürürlüğe girmişti. mileri düşman gemiler- kullandığı iki bu berat, Osmanlıların den ayırmaya yarayan mühür. hakimiyetini pekiştirdiği için Rus müttefiklerin yegane işaretti. Eski Venedik düzenine dönüldüğü protestolarına neden oldu. için mantıken Yedi Ada tüccarlarının ismi var cis- Yedi Ada artık Osmanlı İmparatorluğu’nun mi yok Venedik bayrağını kullanmaları gerekirdi; bir parçası haline geldiğinden, Garp Ocakları’na oysa Avusturya, Venedik tarih olduktan sonra bu bağlı korsanların Cumhuriyet’in tüccarlarına bayrağı kendi gemilerinde kullandı. Bu nedenle saldırılmaları yasaklandı ve bu tüccarlara ticari yeni bir bayrak şarttı. imtiyazlar tanındı. Cumhuriyet’in İstanbul, İz- Anayasa gibi bayrak meselesi de İstanbul’da mir, Halep, Akka ve İskenderiye gibi en mühim karara bağlandı. Ve tıpkı anayasa tartışmaların- ticaret şehirlerinde hızla konsolosluklar açması- da olduğu gibi bayrak konusunda da Osmanlılar, na bakılacak olursa, bu ticari imtiyazların Yedi Fransız İhtilali prensiplerini akla getiren sütun Ada’yı zenginleştirdiği kolaylıkla söylenebilir. ve demet gibi simgelere karşı çıktılar. Ayrıca dini hassasiyetlere de saygı göste- Fransızlarla savaş halinde olan Osmanlı’nın, rilmeliydi. Böyle olunca, soylu- yeni kurulan Cumhuriyet’in anayasasında lar heyetinin önerdiği bayrak, fondaki lacivert rengin yeşile Fransa’nın ihtilal prensiplerine yer verilmesini çalması nedeniyle reddedildi. tasvip etmesi beklenemezdi. Zira yeşil, Müslüman rengiydi. Osmanlılar karşı öneriyle, mavi ANAYASA’YA çektir. Oysa bizde anayasa- Avrupa nezdinde anayasa belirleyen bu nizamna- OSMANLICA ya Fransızcadan mülhem olarak kabul edilmekteydi. melerin değişerek esas BIR KARŞILIK GEREK! “konstitüsyon” denmez. Bu Zamanla Osmanlı milletle- kanuna dönüşmesi sonucu, durumda, Meşrutiyet dev- rine verilen dahili nizamlar Osmanlı “konstitüsyon” 19. yüzyılda anayasal dü- rinde ilan edilen anayasa- da “nizamname” diye kelimesinin karşılığını kendi şüncenin gelişimi açısından nın adı olan “Kanun-ı Esasi” anılmış ve ilgili milletçe siyasî kelime dağarcığın- Yedi Ada Cumhuriyeti’ne nereden gelir? Dubrovnik’e anayasa olarak kabul gör- da “Kanun-i Esasi” olarak bahşedilen anayasanın asırlardır verilmekte olan müştür (örneğin, Ermeni bulabilmiştir. önemi yadsınamaz. Yabancı “dahili nizam” ile Yedi Nizamnamesi). İşte karşılıklı kavramların dilimize asıl Ada’ya verilen “nizam-ı mül- hak ve yükümlülükler ile halleriyle girdikleri bir ger- kiye” bu cumhuriyetlerce ve siyasete katılımın kurallarını 50 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

fon üzerine Venedik’in kabul eden, nispeten sembolü olan St. Marco daha katılımcı bir ana- aslanının resmedildiği yasa ile idare edilen bir bayrakla çıkageldi- bir Cumhuriyet’ten ya- ler. Bu bayrak Osmanlı naydı. Bu yüzden çıkan hakimiyetini simgele- ayaklanma 1802 yılı yen kırmızı bir şeritle boyunca sürdü. Osman- çerçevelenmişti. Heyet » Yedi Ada’dan Monte Cristo’ya… lılar için adalardaki » İşte sentez: bu bayrağa, Yedi Ada’nın Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa, İtaki ve Pakso adalarının isyancılar, artık söyle- Biraz modern, birliğini simgelemek fethinde Arnavutluk kıyılarındaki kaleleri ele geçirmekle meye gerek yok, “jako- biraz da için yedi sütun ekleyin- görevliydi. Zamanla güçlenerek Osmanlı Devleti’ne isyan benlerdi.” Korfu’daki geleneksel ce Osmanlılar yine karşı etti ancak başarılı olamadı. Lord Byron ve Victor Hugo, bu “Yakobin güruhu siyaset çıktılar; çünkü sütunlar eserlerinde önemli bir tarihi figür olan Ali Paşa’dan bah- (Jakoben grubu) umur-ı Osmanlılar, ihtilal simgelerini akla cumhuru (halkın işle- Yedi Ada’da sederler. Alexandre Dumas’nın Monte Cristo Kontu’ndaki halkı yanlarına çekmek için karakterlerden biri de Tepedelenli’nin kızıdır. Patrik Gregor’un Osmanlı yanlısı getirmekteydi. Kaldı rini)” kendilerine mal nasihatlerini içeren 400 Rumca ki, bu bayrak neredey- etmek “fikr-i fesadıyla broşürü halka dağıtarak modern se “tasvir suretini kesb” etmekteydi; yani resme (kötü düşüncesiyle)” ihtilal çıkarıp “dahili niza- siyasî araçlara başvurdular. benziyordu. Bu ise Osmanlı Devleti için dinen mı (anayasayı) idare-i umur (devlet yönetimi)” Eflak, Boğdan ve Dubrovnik caiz değildi. sefillerin elinde kalmıştı. Bunlar, “idare-yi mül- gibi imtiyazlı eyaletlerde Sonunda, Osmanlıların önerdiği bayrak ufak kü (yurt idaresini) avam-ı nassın (cahil halkın)” olduğu gibi anayasa, bayrak, tefek değişikliklerle kabul edildi. Sütunlar oka çev- eline vermenin peşindeydiler. Nihayetinde, 1803 Cumhuriyet’in dışişlerini rildi. İlginçtir ki, Çar Paul, bir iyi niyet göstergesi yılında mevcut anayasa daha katılımcı olacak düzenleyen bir berat ve ticari olarak, Cumhuriyet’in kuruluş tarihi olan Hicri şekilde değiştirildi ve Cumhuriyet, Osmanlıları imtiyazlar bağlamında 1214 tarihinin, bayrağı dolaşan kırmızı şerit üze- Adriyatik’te Fransız tehdidine karşı korumayı da geleneksel siyaseti devam rine Osmanlı hakimiyetini simgelemek amacıyla 1807’e dek sürdürdü. Sonrasında sırasıyla Fransa ettirdiler. yazılmasını önermiştir. ve İngiltere’nin egemenliği altına giren Yedi Ada Anayasa daha katılımcı hale getirildi bugün Yunanistan sınırları içindedir. Yedi Ada’nın ahalisi “Bizans Anayasası” adını taktıkları yeni anayasadan, berattan ve bayraktan hoşnut olmamıştı. Zira onlar Osmanlı-Rus hima- yesi altında eski Venedik düzenini canlandıran tutucu bir anayasanın şekillendirdiği bir Cumhu- Kahraman Şakul riyet istemiyorlardı. Ahali sadece Rus himayesini Dr., Şehir Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilim- leri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. “sefil HAlk kitleleri” nizamları ne vechle idi? ve büyük babası ashab-ı zadelerden seçilip “halkın sefil idAreye kAtılAmAz! yedi Ada Heyeti: Venedik hıreften olmayan birisi anın kısmının” idareye karıştırılma- vaktinde cari olan nizamda yerine nasb ile hanedan dığını belirtirler. Bir asil ailenin Anayasanın hazırlanması iki nev kaide vardır ki birisi itibar olunur. Hasılı keyfiyet-i soyu tükenirse senatodaki sürecinde Osmanlı ile Yedi senato erbabı asilzadegan idare-i cumhuriye Dubrovnik yerini, üç kuşağı da esnaf ve Ada’nın asilzadeleri arasında zümresinden olub esafil-i Cumhuru’na müşabihdir. zanaatkâr olmayan biri alır. şöyle bir diyalog geçer: nasa müdahele itdirilmez ve Görüldüğü üzere Osmanlı Böylece, günümüzde orta diğeri asilzadegândan bir tarafı Venedik dönemindeki sınıf tabir edilecek kesimin Osmanlı Heyeti: Venedik hanedan münkariz olur ise ol idare tarzını sorduklarında idareye katılmaya layık gö- vaktine tatbik olunsa güzel hanedan muattal olmamak soylular heyeti eskiden rülmeyen “sefil halk kitleleri” olmaz mı ve ol-zaman suret-i içün kendüsü ve babası senato üyelerinin sadece asil- olarak görüldüğü ortaya çıkar. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 51

Deşifre » Muhteşem ve gururlu Titanik demir alıyor Batmaz denilen Titanik 10 Nisan 1912’de İngiltere’den demir alıyor ve 5 gün sonra gerçekleşecek o elim kazadan habersiz gururla okyanusa açılıyor. Titanic Triump und Tragödie, John P. Eaton, Charles A. Haas. » Osmanlı OSMANLI’NIN AVRUPA’DAKİ hamamı bileti SON MUHTEŞEM ESERİ Birinci sınıf TİTANİK’TEN ÇIKTI! yolculara satılan bu bilet, sahibine Türk hamamı ya da elektrikli banyo kullanım hakkını veriyordu. D ünya denizcilik tarihinin ORHAN TURAN en şöhretli gemisi Titanik, İngiltere’den New York’a yapa- [email protected] cağı ilk seferi için demir aldığı buram buram Osmanlı kokuyormuş. Gemide 10 Nisan 1912’de, 269 metrelik kullanılan saunadan halılara, tavandaki lamba- lardan duvardaki çinilere birçok unsur Osmanlı uzunluğuyla, zamanının en bü- motifleriyle bezenmiş. yük transatlantiğiydi. Batmaz denilen, ancak yol- Tarih: 31 Mart 1909. Yer: Kuzey İrlanda’nın Belfast şehri. Dünyanın en büyük gemisi RMS culuğunun beşinci gününde, Kuzey Atlantik’in Titanic, Belfast’ta bulunan Harland and Wolff tersanesinde inşa edilmeye başlanıyor. O yıllarda soğuk sularına gömülen efsane gemi, batışından kızışan okyanus ötesi yolcu taşımacılığında güçlü bir filo oluşturma projesinin bir parçası olarak… 100 yıl sonra “içinde yaşayan” Osmanlı’yla yeni- White Star Line şirketinin transatlantik ge- den gündemde… misi olan Titanik, rakip firma Cunard Line’ın Döneme dair belgelere göre Titanik, meğer 52 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

RMS Lusitania ve RMS Mauretania gemileriyle Titanic Triump und Tragödie, John P. Eaton, Charles A. Haas. » Türk hamamı rekabet amaçlı tasarlanmıştı. Titanik’in üretici- işte orada! si, onunla birlikte Olympic Sınıfı kardeşlerini de Titanik’in üretmeye başladı. Rekabette iddialı olan şirket, yukarıdaki özellikle Titanik’le birlikte adeta ezber bozacak kesitinde, bir şey yapacaktı. Dünyanın en büyük, en lüks, birinci katta ve en pahalı ve en görkemli gemisi olacaktı bu. Bazı baca hizasında kaynaklara göre 200 milyon doları aşan bütçesiy- yer alan Türk le yolcuları adeta “yüzen sarayda” ağırlayacaktı. hamamı, Almanca “TÜRK. Yüzen saraydaki en parlak fikir BAD” olarak görülüyor. Tam 11 bin 300 kişi, 26 ay boyunca bu efsane- yi inşa etmek için ter döktü. Kesenin ağzı açıldı. nü iki Marconi bu zirveye yerleşen birkaç detay Aynı zamanda Uluslararası Denizcilik Şirketi’nin arasında sayılabilir. Vardiya halinde çalışan ope- (International Mercantile Marine Company - ratörler tarafından işletilen 1500 wattlık sistem IMMC) sahibi Amerikalı John Pierpont Morgan sabit bir iletişim sağlıyor, birçok yolcunun mesa- tarafından finanse edilen gemi için çok uluslu jını merkeze iletiyordu. bir proje ofisi açıldı. Onlarca proje mühendisi ve mimarın çalıştığı ofis, “yüzen saray mühendis- İşte bu son tekniklerle donatılan Titanik’te liğini” adım adım hayalden gerçeğe taşıyacaktı. hayata geçirilecek o “parlak fikir”, sadece birinci sınıf yolculara hizmet verecek olan Türk hama- Zamanının ötesinde bir mühendislik başarı- mından başka bir şey değildi. sıyla inşa edilecek bu yüzen sarayda unutulmaz detaylar da olmalıydı elbette. Yolculara eşsiz bir Titanik’in gizlenen “Doğu tarafı” deneyim yaşatmak için arayışa giren Titanik tasarımcısı William Pirrie ile inşa yöneticisi ve Günümüze kadar pek bilinmeyen detaylar- dizayn bölümünün başı Alexander Carlisle’ın dan biri de Titanik’teki Osmanlı izleriydi. Gerek aklına gelen fikir, sonradan anlaşılacağı üzere, James Cameron’un 97 yapımı Titanik’i, gerek- amaca ulaştıklarını gösterecekti. Detaylar gemi se yazılan kitaplar, denizde yüzen sarayın hep inşaatı mühendisi Thomas Andrews’e iletildi ve “Batı tarafını” gösterdi. Oysa durum hiç de öyle kollar sıvandı. değildi. Projeyi tasarlayanların ellerindeki plan- lara bakılırsa, sözünü ettiğimiz “Doğu tarafı” Motor ve makine katı dışında 7 kat olarak da gösterilenlerin aksine fazlasıyla belirgindi. inşa edilen Titanik; birinci, ikinci ve üçüncü sı- Bu izlerin ilki, geminin en özel yolcuları için nıf olmak üzere 3 ayrı yolcu sınıfı için tasarlandı. hazırlanan alanlarda kendisini hissettiriyordu. Gemi ana güvertesinde standart yüzme havuzu, Titanik’te inşa edilen hamam, birinci katta, spor salonu, iki ayrı kütüphane ve tenis kortu bulunuyordu. Birinci sınıf yolcular için ayrılan üç, dört, beş ve altıncı katlardaki ortak odalar özel bir ağaç işlemeciliğiyle inşa edilmiş, pahalı mobilyalarla süslenmişti. Sadece şatafat değil, gemideki teknoloji de zirvedeydi. Buhar jene- ratörleri tarafından desteklenen geniş elektrik altyapısı ve iletişimi sağlayan son teknoloji ürü- SAUNANIN ATASI yönetiminde yapılan Türk Osmanlı mimarları eliyle kaynağı, Osmanlı hama- TİTANİK’TEYDİ hamamı, aynı zamanda yapılan hamamın ısıtılması, mında elektrikle sağlanı- dünyanın ilk elektrikli o yıllarda son derece lüks yordu. Titanik’teki elektrikli Titanik’te, sadece bir Türk hamamı olma unvanına da olan elektrik sistemiyle ger- hamam daha sonraki yıllar- hamamı yapılmıyor, bir sahip. İstanbul’dan giderek çekleştirilmişti. Karada bile da yaygınlaşan saunalara ilke de imza atılıyordu. Zira Liverpool’daki proje ofi- yaygınlaşmayan, denizde ve buharlı banyolara ilham Osmanlı mühendislerinin sinde çalışan Ermeni asıllı ise buharla elde edilen güç kaynağı olacaktı. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 53

Deşifre Titanic Triump und Tragödie, John P. Eaton, Charles A. Haas.» Buram buramgeminin orta kısmına gelecek biçimde konum- Titanic Triump und Tragödie, John P. Eaton, Charles A. Haas.Osmanlı kokuyorlanıyordu. Kesit planlarına göre gemide ana ba- Konigin Der Meere (Denizlerin Kraliçesi),Doğucanın hizasında inşa edilen hamam, yaklaşık 40 Ken Marschall, Donald Lynch.mimarisindenmetrekarelik bir alan üzerine oturuyordu. İki detaylar taşıyan bölümden oluşan hamamın bir bölümünde kü- Türk hamamının çük ebatlı serinleme havuzu, ana bölümünde ise Türk mimar ve sıcak hamam yer alıyordu. mühendisler tarafından dizayn Titanik’teki Osmanlı’yı araştıran gazeteci ve edildiği biliniyor. yazar Şenol Şahin Çörekçi’ye göre, İstanbul’dan Bu iki karede özel bir mühendis grubu Titanik’in Liverpool’da- bile Osmanlı ki dev proje ofisinde görev almış. Almanya’da ya- kokusunu içimize şayan ve 6 yıldır konuyu araştıran Çörekçi, Whi- çekebiliyoruz. te Star Line’nın, Titanik’teki Türk hamamı için Osmanlı’dan yardım istediğini şöyle ifade ediyor: » Kazadan bir gün önce “1909 yılında başlanan Titanik’in inşası 3 yıl son hamam sefası sürdü. Burada Türklerin Titanik’in inşasında rol Mrs. Frederic Oakley, Türk aldıklarını ve çalıştıklarını kesin bir şekilde öğ- hamamı için bilet alan ve renmiş olduk. Gemi inşasında bir Türk hamamı kazadan bir gün önce hamamı yapmak için Osmanlı’dan en az bir mühendisin kullanan birinci sınıf yolcusu. Belfast ve Liverpool’a getirildiği anlaşılıyor.” Aynı zamanda kazadan kurtulan az sayıdaki şanslı kişiden biri. Geminin plan, proje ve kesitleri incelendi- ğinde ilginç tespitlerin ortaya çıktığını belirten Yolcular Türk hamamını anlatıyor Çörekçi, “Şimdiye kadar yaptığım araştırmalar- da gördüm ki bu gemide Türk hamamı dışında, Anlaşılan Titanik’teki Türk hamamı, şirke- başka hiçbir ülkenin muhteşem bir eserine yer tin de prestij meselesi olmuştu. Bu özel alan o verilmemiş. Duvarlarında İznik çinilerinden ör- denli önemliydi ki, RMS Titanic’i işleten White nekler var; masalarda kullanılan bardaklarda ise Star Line şirketi, sadece birinci sınıf yolcuları- Osmanlı cam sanatından örnekler görüyoruz. na satılması için “Turkish bath” (Türk hamamı) Bana kalırsa bu, Osmanlı’nın Avrupa’da yaptığı ifadesinin kullanıldığı biletler bastırmıştı. Gemi son muhteşem eserdir” diyor. 54 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Titanic Triump und Tragödie, John P. Eaton, Charles A. Haas. www.wikipedia.com » Dolmabahçe’nin merdivenleri mi ilham verdi? Birinci sınıf yolcuların bulunduğu ana güverte avlusundaki büyük merdivenlerin (solda) mimarisi dikkat çekiyor. Şenol Şahin Çörekçi, son dönem Osmanlı mimarisinden izler taşıyan bu merdivenlerde, Dolmabahçe Sarayı’nın merdivenlerinden (yukarıda) esinlenilmiş olabileceğini belirtiyor. kayıtlarına göre Türk hamamı özel biletlerinden Titanik’in Türk pasaportlu yolcuları » Dünyanın en alan yolculardan ikisi Bay ve Bayan Frederic’miş. iddialı kaptanı Resmî kayıtlarda first-class’ta adları geçen Sped- White Star Line kayıtlarında adları geçen yol- “Bu gemiyi Tanrı den, Mr. Frederic Oakley ve Spedden, Mrs. Frede- cular arasında hem farklı ülkelerden gelen Müs- bile batıramaz” ric Oakley çifti aynı zamanda sağ kurtulan şanslı lümanları, hem de Osmanlı’dan gelen ve Türk diyen Titanik’in yolcular arasında bulunuyor. pasaportlu Osmanlı vatandaşlarını görüyoruz. Lis- kaptanı Edward tede Toufik (Teyfik) Nahil, Mustafa Nasr, Youssef J. Smith’in Bayan Frederic, yaşadıklarını Augsburger Abend­ (Yusuf) Saman, Hassan Houssein (Hasan Hüseyin), bu iddiası, o zeitung’e anlatırken Türk hamamı ile ilgili anekdot- Ali Hassam gibi isimler dikkat çekiyor. Türk pa- devasa buz saportlu Ermeni asıllı yolcular arasında ise Arsun dağı karşısında ları da paylaşıyor. Türk hamamı biletini Titanik’in Sırayanian, Neshan Krekorian, Sarkis Lahowd, direnemedi ve buz dağına çarpmasından bir gün önce kullandığı- David Vartunian, Sarkis Mardirosian, Artun Zaka- gemiyle birlikte nı söyleyerek yaşadıklarını şöyle anlatıyor: rian, Maprieder Zakarian isimleri yer alıyor. sulara gömüldü. “Türk hamamı biletini, kaza yaşanmadan Zakarian soyadlı Ermenilerin o dönemlerde önce kullandım. 13 Nisan 1912 sabahı… Biletimi İstanbul’da yoğun olarak yaşadıklarını biliyoruz. alıp o sabah Türk hamamında bulundum. Bu ilk Dosyayı hazırlarken görüştüğüm Türkiye’nin tecrübemin aynı zamanda son tecrübem olması- efsanevi boksörü Garbis Zakarian, Titanik’teki nı ümit ediyorum. Hayatta bu kadar çok utanma- yolcu listesiyle ilgili ucu açık bazı açıklamalar dım. Herkes çıplaktı. Hemen çıktım. Hamamdan yapıyor. Çıktığı 200 karşılaşmanın sadece 7’sini sonra yüzme havuzuna gittiğimde biraz daha kaybeden ve bugün 82 yaşında olan efsane eldi- rahatladım.” ven, Titanik’teki Zakarian soyadlarını sorduğu- muzda biraz garipsiyor. Babasının İstanbul’daki Titanik’le ilgili yayınlanmamış detaylara yer Alman Konsolosluğu’nda çalıştığını ve akrabala- rının yurt dışı çıkışlarında sürekli kendisine da- veren Königin Der Meere adlı çalışmada ise ha- nıştıklarını anlatıyor ve ekliyor: “Açıkçası bunu ilk defa sizden duydum. Daha önce hiç gündeme mamla ilgili bilgilere rastlıyoruz. Titanik unsur- gelmedi, başkası da sormadı. Baba tarafından ak- larına ayrı ayrı değinen kitap, hamamla ilgili bö- raba olmaları muhtemel. Ancak bir şey söylemek lümünde Türk hamamı başlığıyla işliyor konuyu. oldukça güç...” Sefer sırasında çekilmiş fotoğrafların yer aldığı çalışmada, hamamda altın ve bronz kaplamalı Sonuç olarak, Titanik’te bulunan Osmanlı iz- işlemeler kullanıldığı ve erotizm atmosferinin lerinin yanı sıra yolcu listesindeki tanıdık isimler hâkim olduğu belirtiliyor. Yolcu anıları ve farklı de gösteriyor ki, Osmanlı da Titanikte’ydi; sanatı kaynaklardan doğruladığımız bilgilere göre ha- ve halkıyla… mamı kullananların çıplak olduğunu, sözü edi- len erotizm vurgusunun da buradan kaynaklan- dığını hatırlatmakta fayda var. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 55

Neşel Neşter P. NERİMAN HANZÂDE KADİRBEYOĞLU ZEKİ BEY’İN HÂTIRALARI’NA DİKKATİNİZİ CELB EDERİM EFENDİM! İnsan kırkından sonra Türk nakışına heves düşürür ise eden bir zat ile telefon mülakatında bulundukdu. Eksik âkıbeti benim gibi olur efendim. Bizler kız arkadaşlarla olmasınlar, bazı müşterek ahbaplarımız nâçizâne ben- denizden bahsetmişler de o sebeple müracaat lüzumu Zeki Bey’in hâtıratında anlattığı şeyler, hissetmiş. Meseleyi hulâsâ edeyim: Diyor ki beyefendi, bizim resmî tarihçiliğimiz meyânında “Bizde dedemin hatırâları bulunuyor, kırk seneden beri öğrettiğimiz şeylere hayli uzak düşüyor. ailemizin yâdigârı olup titizlikle muhafaza ettik. İmdi, ehil bir müdekkik tarafından elden geçirilerek neşrini içeride kanaviçe sohbeti ve kahve falı ile meşgul iken arzu ediyoruz. Acaba yardımcı olabilir misiniz?” torunzâdem Berke Bey, çalışma odama sessizce girip di- vanın üstündeki kasnağı söküp bahçede çember çevir- E, siz olsanız hayır diyebilir misiniz efendim? “Hay meğe kalkışınca, -e, eskisi gibi çocukların kaba yerlerine hay!” denildikten bir hafta sonra siyah ve iri bir klasör iki tane aşketmek artık terbiyevî usûl olmaktan çıktığı içinde takriben 200 sayfayı mütecaviz hacimde fotokopi içün- çâresiz pişkinliğe vurup, Üsküdar’a kadar inip yeni- edilmiş ve delikli zımba ile delinerek klasöre geçirilmiş sini almak iktizâ etti. Avdetimde yol üstündeki kitapçıya halde eser elime vâsıl oldu. Asıl nüsha yok; bu nüsha ise uğrayıp siparişlerimi sorayım dedim. Henüz gelmemiş; belli ki eski yazı bilen biri tarafından daktiloya çekilmek o esnada hâtırat kitapları rafında gözüm bir kitaba ta- suretiyle birkaç nüsha pelure kağıdı ile teksir edilmiş. kıldı: Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hâtıraları. Fesubhanallah! Bazı ibâreler kalemle sonradan tashih görmüş vesaire. Ayol ben bu hâtıratı bilirdim fakat neşrolunduğundan haberim yoktu. Birkaç saat içinde hızla gözden geçirerek hâtıratın muhteviyatı hakkında kanaat edindim ki, hâtırat pek Heman bahası neyse takdim edip Kandilli’ye avdet mühimdir velâkin ilmî bir neşir içün el yazılı nüshası- eder etmez kitabı tedkike koyuldum; evet, o kitap! Tas- na da erişmek lâzımdır. Bilahire Zeki Bey’in torunu ile tamam aynısı ve tıpkısı! meyânımızda yeniden bir telefon muhaveresi cereyan etti; kendisine bu eseri zevkle neşre hazırlayıp notlan- Kabul ediyorum; bu da bir nevi dıracağımı vaad ettim fekat telefondaki sesde eski şevk gıybettir ve heyecan kalmamış gibime geldi. “Şimdilik kalsın” fik- rinde imiş. E, ne denir; bu fikre de hürmet göstermek Meseleyi bilmeyenler içün muamma gibi görünüyor; lâzımdır fikriyle telefonu kapattım, mesele de kapanmış müsaade buyrulursa tane tane izah edeyim efendim. oldu hâliyle. Bundan şöyle böyle 15 sene kadar önce, kendisini sâbık Gümüşhane mebusu Zeki Bey’in torunu olarak takdim İşte o nüsha yıllardan beri kütüphanemde bir ema- net olarak durur. Ara sıra aklıma gelir, yerinden çıkarır, gözden geçirir, yeniden okurdum ve “Keşke neşredilse” 56 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

diye düşünür, en çok da “Acaba neşrinden niçün vaz- “Paşa, hemen çıkınız, başka elbise ile » Kendi geçildi?” diye merak ederdim. Sonradan fark ettim ki o gelirsiniz!” dilinden... eyyâm tam da 28 Şubat patırtılarının ortasına denk ge- 2007’de liyor idi ve eserin mâliki, belki neşir içün zamanın elve- Peki, Erzurum Kongresi es- Sebil rişli olmadığını düşünmüş olabilir idi. Kabul ediyorum, nasında neler cereyan etmiştir Yayınevi’nden bu da bir nevi gıybettir; nitekim Ahret kardeşim Ülfet’le ki, Zeki Bey’le Mustafa Kemal çıkan meseleyi müzakere ederken o da aynı nokta-i nazar üze- Paşa’nın arası soğumuştur? Bu kitapta, Zeki rinde durdu. “Bir kişi hakkında, açıkça izhar etmediği bir dikkat çekici mevzunun taf- Bey siyasî niyetinden ötürü şöyle veya böyle hüküm bina etmek silatını, işbu hâtıra kitabında mücadelesini güft ü gû sayılır Nerimancığım” dedi. E, haklı. Dolayısıyle bulabileceksiniz efendim. Ben anlatıyor. yukardaki satırlarımı yazılmamış ve okunmamış kabul şimdilik o mevzûa girmeyim, etmekliğinizi istirham ederek asıl meseleye geleceğim lâkin şu kadarcığını çıtlatma- efendim. dan edemem; Zeki Bey’in hâtıratında anlattığı şeyler, bizim resmî tarihçiliğimiz Tam bir muhalif meyânında öğrettiğimiz şeylere hayli uzak düşüyor. Meselâ o tarih itibariyle “Silk-i Askerî’den” tard edilmiş Peki, niçün böyle bir sui zana kapıldığımı merak olmasına rağmen Kongre’nin açılış celsesine üzerinde- ki Padişah yâveri üniformasıyla iştirak etmeye kalkışan etmeyecek misiniz? Heman arz ediyorum efendim: Mustafa Kemâl Paşa’yı, “Paşa hemen dışarı çıkınız, daha istifânâmenizin mürekkebi kurumadan kongre üzerin- Kadirbeyoğlu Zeki Bey bir muhalif; üstelik Refik Halid Bey’in tâbirile “Tam bir muhalif”. Kime muhalif? Efendim benden duymuş gibi olmayınız, Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif bir mebus. Erbâbı olmayan bilmez, Gazi Paşa’ya Erzurum Kongresi esnasında neler cerean etmiştir ki, Zeki Bey’le Mustafa Kemal muhalif siyâsilerden pek azı hâtırat bırakmıştır ardında. Paşa’nın arası soğumuştur? Tafsilatını işbu Bunlardan haylicesi de “çoluk çocuğun başı derde gir- hâtıra kitabında bulabileceksiniz. mesin” endişesiyle yazdıklarını sır gibi saklamış, hattâ imha eylemişlerdir. Zeki Bey sıradan bir muhalif değil; kısaca izah ede- yim. Kendisi, devrin Gazze mutasarrıfı İbrahim Lütfi de te’sir icrâ etmek için bu kıyâfetle gelmenize çok tees- Paşa’nın oğlu; vaktiyle Sultanî’nin Türkçe kısmını bi- süf ederim. Hemen çıkınız, başka bir elbise ile gelirsiniz” tirmiş. Bilâhire bir nevi “Âyân” olaraktan memleketi sözleriyle dışarı çıkmaya davet eden şahıs işte bu Zeki Gümüşhane’ye dönüp ticaretle uğraşır iken Anadolu iş- Bey’dir. Paşa bilâhire işi olgunluğa vurup salondan çık- gale uğrayınca her vatanperver eşraf evlâdı gibi iş başa mış ve sivil bir kıyafet tedârikiyle yeniden kongre çalış- düştü deyip faaliyete geçmiş. Son Osmanlı Meclis-i malarına katılmıştı. Mebusanı’na seçilmiş. İngilizlerin İstanbul’u işgal edip İşte kitabevinde görüp hemen satın alarak eve Meclis’i dağıtarak mebusların haylicesini Malta’ya sürgü- getirdiğim ve bendeki aslıyla karşılaştırarak yeniden ne göndermesini müteakip Ankara’ya gelince Mustafa tezekkür ettiğim bu hâtıratında Zeki Bey, siyasî müca- Kemal Paşa riyâsetinde ça- delesini birinci şahıs ağ- lışmak istememiş. Zira daha » Meclis’teki tek muhalif 2. Meclis’e “Muhalefet” züm- zından ve kendi üslûbuyla Ankara’ya gelmezden önce resinden girmeye muvaffak olan tek isim Zeki Bey’dir. hikâye ediyor. Hâtıra, Kadir İnebolu’da, Vahidettin’in Mısıroğlu’nun Sebil Yayı- kayınbiraderi Çerkez Zeki nevi tarafından 2007’de zannıyla kaba bir muamele sessiz sedâsız neşrolun- ile tevkif olunması bir ta- muş. Acaba ne oldu da, rafa, tâ Erzurum Kongresi hâtıratın kanuni sahibi esnasında Mustafa Kemal neşrine müsaade etti der- Paşa ile Zeki Bey’in araları seniz, bu sualin muhata- hayli şekerrenk vaziyetler bı ben olmasam gerektir ihtivâ etmektedir! efendim... 2012 MAYIS / DERİN TARİH 57

Neşel Neşter İmdii, “2007 senesinde siyasî ahvâl, evvelkine na- nedense birdenbire perhiz aşkı depreşmiş, toptancı ve zaran daha müsait idi” desem Ülfet hemen “Dedikodu perakendeci esnafını sıkı tarassut altına alan polis, Zeki ediyorsun; niyet okuyorsun, günâha giriyorsun!” diye Bey’in ticari hayatını adeta mahvetmişti. Bu esnada da- başımın etini didikleyecektir. Bendeniz işin bu faslında kika sektirilmeden polis takibinde yaşayan Zeki Bey’in, değilim efendim; mühim olan bu değerli ve kıymetli takipçilerini protesto maksadıyla evinin duvarına eliyle eserin hususi kütüphanelerin mahpesinden kurtulup pankart asması, takibçi polislerin pankartı sökerek tâ ammeye mâl olmasıdır. Sözün burasında Zeki Bey’in Dolmabahçe Sarayı’na götürüp Gazi’ye arz etmeleri torununa, hâtıratı neşrettirdiği içün şahsen ve yakın ta- pek eğlenceli hadiselerdendir. rihimiz nâmına büyük şükran borçluyuz. Muhali n oğlu muvafık olunca... Cumhuriyet’in ilk müstakil ve muhalif mebusu Zeki Bey’in çilesi, İsmet Paşa’nın reisicumhurluğuna kadar devam etmiş görünüyor. İsmet İnönü, eski dostu Bilmiyorum belki de ben tesadüf etmedim; habbeyi ve arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa ile birlikte o devrin kubbe etmeye meraklı matbuatımız bu hâtıratın neş- menkublarına bir cemile olmak üzere milletvekilliği rini -tıpkı benim gibi- vaktinde fark edemedi galiba. teklifinde bulununca Zeki Bey’in yine kenarda kalmayı Zira bu eserde konuşulmaya ve tartışılmaya sezâ pek tercih etmesini de kaydedelim. çok husus vardır. Zeki Bey, Birinci Meclis’e iştirakten vazgeçse de 1923 senesinde yapılan seçimlere müsta- Zeki Kadirbeyoğlu, daha sonra serbest ticaretle uğ- raşmış ve 1952’de Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Bizim Kadirbeyoğlu Zeki Bey bir muhalif. Kime Ülfet aileyi tanıdığını söylüyor. Aile, Yeşildirek’teki ha- muhalif ? Efendim benden duymuş lasının komşuları imişler. Ülfet’in söylediğine göre Zeki gibi olmayınız, Mustafa Kemal Paşa’ya Bey’in oğlu Sebahattin Bey (1919-1980), 11. Dönem’de muhalif bir mebus. CHP’den milletvekili seçilmiş. Kitaba Sebil Yayınevi im- zasıyla önsöz yazdığını tahmin ettiğim Kadir Mısıroğlu, killen iştirak ederek seçilmeye muva ak olmuş ve bu “Oğulun babasına ters bir istikamette yürüdüğü cihetle kararıyla dahi Mustafa Kemal Paşa’nın dikkatini çekmiş- ona ait bilgilerin ortaya dökülmesinden memnuniyet- ti. Zirâ efendim, bilenler bilir, ikinci Meclis’e “Muhalefet” sizliğini izhar etmişti” diyor. zümresinden girmeye muva ak olan tek isim yine Zeki Bey olmuştur ve kitapta bu intihâbın şartları ve hikâyesi Bu derece mühim bir şahsiyet hakkında şimdiye uzun uzadıya tafsil ediliyor. Âdetâ İstiklâl Harbi’nin mu- kadar ciddi bir ilmî tedkik yapılmamış olmasına tam za er ordusunun zabitlerine ve Mustafa Kemâl Paşa’ya da teessüf etmek üzere iken 2006 senesinde Sakarya rağmen Gümüşhane ahalisinin büyük desteği ile seçi- Üniversitesi’nde Necmettin Hira isimli bir yüksek lisans mi kazanan Zeki Bey, pek uzun sürmeyen bu vekillik talebesinin, “Hatıralarının Işığı Altında Kadirbeyoğlu döneminde Hilâfet’in ilgasına muhalefetiyle bir kere Zeki Bey’in Çalışmaları” başlıklı bir tez yaptığını bir vesi- daha ortalığı karıştırmış, ardından ısrarlar üzerine, Gazi le ile öğrendim. “Aman nasıl buluruz?” diye araştırırken Paşa’nın muharip arkadaşları tarafından teşkil olunan Ülfet’in torunu Didar kızımız eksik olmasın, internetten Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na girmişti. Ne var indirdi; hemen tedkik ettik. Eh, eli-yüzü düzgündür fa- ki, 1926’daki İzmir Suikasdi hadisesiyle ilişkilendirilerek kat gariplik daha tezin isminden başlıyor: Ne demektir tevkif edilen Zeki Bey, İzmir’deki duruşmalardan be- efendim “Çalışmaları”? Bir esere böyle isim verilir mi? raatla kurtulmuş ve İstanbul Mahmutpaşa semtinde Hayret! Tezin kaynakları kısmında Zeki Bey’in hatırala- Yeşildirek civarındaki baba evine çekilerek ticaret yap- rı, “Şark’ta Harekât-ı Milliye Nasıl Başladı?” namıyla “Ya- maya kalkışmış idi. Lâkin huzur ne mümkün efendim! yınlanmamış” kaydıyla zikredilmiş. Bu demektir ki, Zeki Trabzon’dan büyük sermaye sarfıyla İstanbul Limanı’na Bey’in basılmamış hâtıraları, neşrinden evvel hayli za- sevk olunan peynir ve yağların akıbeti neticede deni- man elden ele gezmiş. ze dökülmek suretiyle balıkların öğünü olmaktan kur- tulamamıştı; zira koca İstanbul ahalisinin, o günlerde Her ne ise efendim; bu eser daha etra ı ve titiz bir şekilde neşredilebilirdi. Biraz aceleye gelmiş de olsa, onca sene te’hirden sonra kitabın neşrini tebrik ediyo- rum. İnşallah ikinci baskısı ilkinden daha iyi tertib olu- nur efendim. 58 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Tuhaf Şeyler Ans kloped s yoMVaazipmanımmaGraıöynSllüaiyn’einalngdniielçtieaymrrüiazeofesıcnnlaedkğialı)knnhdTyüaüanrdpkeüırllmglgeeeırmşrityliıilsrkei.tt1eBak6üni.yı(ynüaümkhzşıysşaaılpnbdiaabrtikngâöarrevliydi. TdntiabaDdabair2üzirniliaşr.aikrdc0fzilamBaevkramimevraPsiul2nznktueivAnl)ua0adkaeskuutohvamRelnlp’keantufaldlaaaaAkkreullğa;nnirsitlrkrmuaieıkmi4.i,nbös,nlrâYegv0aiainsehrbiüvalahcleiyPiedperuckeisaiTtsAuearıkianlblnnoalğdaibpRıaiuancpridurirşıfAanlıek,heyeiekzkbaatvlutüağlb6poiiiembğrrkmluıy0ğelıiierSlrgan(lrubuerüPmefiöacdnenkcAsrsseemlaarciktlieRinkeayeeatodrlıyA6ekivleir0mttrudaimgrpidya.möeaayıMrrkpraa.eanemki,sseıeşla, İLK YEŞİLAY MISIR’DA MI 40 para idi. KURULMUŞTU? Kayıtlara göre M.Ö. 1350 yıllarında II. Ramses, Mısırlıların ayyaşlığıyla mücadele için bir içki düşmanları derneği kurmuştu. EaüYdsssuaaktrrsüiguınAıimcellıemnuagantaüandsrnaaaheykmuşı kkbbauıaıhzrtkkgaauıeknnnmmaabeadingrseöiıkenrydekagaohyüliauvtlreuetgnğodıuçitaru,nlareidğymlaiianaşğbdküaaepczkahoakerlkyubemnadcdaaüaskyışderı.di. KIZ KULESİ, BİR HAPİSHANE... SLgsgdEaPEpaeEdeVyevtsdinloBpislüeeğkeaneüıpainmlşiZrjicknaşelgüdmY.üeEmn“teol“ıaurev.ıEadvyrn,arYnreSnneaeyPlnbageaeıİgşnelylueYnerkanaaendisny’sttrnmeEtduokııilaak.dknnaaNisn,eşbaRerıev”nahlrıl,gindoneeiaymsalFbida”mejsaebyeeneaİitnkbairPtnlLaşsaa.etfizgl’Ofiıi,murdDlennleiylocmtaodiiZlaaaenayzmzadknrneOonookktealsllflgjaaheöflıeFikaeynmeraeaknterlıdeOtnelri,zeıredenn;ld,aLtniaiirmeU.;tıRna İstanbul’un meşhur Kız Kulesi, Osmanlı tarihinde yalnız bir defa ve bir kişi için hapishane olarak kullanılır. Buraya, 18. asrın şöhretli vezirlerinden Hekimoğlu Ali Paşa öldürülmek için götürülür. III. Osman’ın annesi Şehsuvar Kadın efendi’nin ricası üzerine affedilince bir süre burada hapsedilir, sonra sürgüne gönderilir. Epikür 2012 MAYIS / DERİN TARİH 59

Gez Konya’yı Gör TaşKale’yİ Taşkale Mustafa Kemal’in ata toprağı olarak kabul ediliyor. Yaygın görüşe göre ataları 16. yüzyılda Taşkale’nin Kızıllar köyünden Balkanlara göç ettirilmiş. » Doğal tahıl ambarları Bu sıradışı görüntü Taşkale’deki güvercinliklere ait. Bugün resimde görülen oyuklar köylüler tarafından tahıl ambarı olarak değerlendirilmekte. 60 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Rota KüRşad demİRcİ Ç ağdaş mitoloji uzmanı Jo- seph Campbell, Kahramanın Yolculuğu’nu mevcut tüm efsa- nelerin ilkörneği olarak görür. Bu efsane, bütün varolanların hikâyesi, diğerleri de bu prototi- pin çeşitlemesidir. Mucizevî bir şekilde var olan Kahraman, ölümsüzlüğün sırrını bulmak için yola düşer ki, genellikle bir adada saklı olan bu sırra zor ve uzun bir yolculuktan sonra varılır. Yolculuk boyunca sırrı koruyan devlerle mücade- le edilir ve atılan her adım, kahramanı yeni bir sü- rece götüren inisiyatik ritüele karşılık gelir. Yolun sonu değil, sürecin kendisi önemli olsa da, ada- daki ya da Kafdağı’ndaki sırra ulaşılır. Kahraman sır kutusunu açar ve ayna kendisini gösterir. Kah- ramanın meşakkatli yolculuğundan geriye kalan, bir hikmet ve yol macerasıdır. Bu arkaik hikâyede ana temayı oluşturan un- surların (kahraman, yol, devler, ada, hikmet) as- lında “ben”in kendini arama macerası olduğunu keşfetmek zor değil. İnsanlığın binlerce yıllık ya- şamsal tecrübesi önce bir efsaneye, sonra ritüele çevrilir. Belki hiçbirimiz yola çıkarken bu efsane ve ri- tüel kalıplarına uyduğumuzun farkında değiliz. Farkında olanlar keyfi de işin içine katarsa her yol, her gezi ‘adaya’ doğru heyecanlı bir yolculu- ğa döner. Aslında buna, yola çıkmaktan ziyade, kendini yola vurmak diyelim ve yola vurulalım. Yazıdaki tüm fotoğraflar Zeki Oğuz tarafından çekilmiştir. Romalıların karakol şehri Konya-Antalya arasında Ermenek civarındayız. Torosların İç Anadolu’ya uzanan kısmında yani. Normalde ulaşım için otobüs, tren veya uçak kul- lanılır. Fakat esas hazineler “off-road” olduğu için en iyisi özel arabayı tercih etmek. Özellikle Mut, Yerköprü Şelalesi, Ermenek ara- sı epey dar bir geçit. Gezi için önerimse bahar ve yaz mevsimleri. İlk durak, Konya’nın Hatunsaray ilçesine aşağı yukarı 10 km uzaklıktaki Listra antik kenti. Az bi- linen bu şehrin önemi, MS 48 ya da 51 yıllarında Antalya’dan yola çıkan Hıristiyan azizi St. Paul’un buradan geçmiş olması. Amacının, Hıristiyanlığı benimseyenlerin çoğalmasını sağlamak ya da in- sanların inançlarının başka öğretilerle sarsılma- sını önlemek ve onları denetim altında tutmak olduğu sanılır. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 61

Rota Hatunsaray’dan Listra’ya kadar olan yol sonde- gözler önünde; olağanüstü bir manzara. Tepenin rece sakin; tepeler, vadiler ve yeşillik… Listra’da üzerinde 4. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlan- kısa dönemli kazılar yapılmış. Yüzeyde görülebi- mış Bizans kiliseleri, mezarları ve sivil mimari len eserler var. Peri bacası türünden yapılar, kili- eserleri. seler ve mezarların çoğu Bizans devrinden kalma. Aslında şehir, Romalılar tarafından Anadolu’nun Yaklaşık 1 saatlik bir gezi parkuru bu. Üstelik, iç bölgelerinde bulunan barbar kabilelerin çapul- tepe çevresinde harcanacak zaman dahil değil larını önlemek için bir karakol şehri olarak ku- buna. Dönüş, geliş yönünde ve etkileyici bir gö- rulmuş. Aziz Barnaba’nın buraya geldiğini ve ilk rüntüye sahip. Bu arada Binbir Kilise’de hâlâ bir- İsa yanlılarından Timothy’nin burada yaşadığını kaç köy evi mevcut ama yeme-içme şansınız yok. biliyoruz. Campbell’in Kahraman’ın Yolculuğu tipolojisi- Listra’nın 12 km batısında bulunan Gökyurt ne girmesek de yolumuza devam ediyoruz. köyü günümüze ait; fakat Anadolu’nun antik mimarisini inanılmaz derecede iyi yansıtan bir Binbir Kilise’den Karaman’a, oradan da Ma- tarafı var. Hıristiyanlıkla ilgili en eski anıtları ba- nazan Mağaralarına yaklaşık 2 saatte iniyoruz. rındırması bakımından da önemli. Ayrıca gerek Manazan Mağaraları, Karaman-Yeşildere-Taşkale Listra’nın, gerekse Gökyurt köyünün çevresinde yolunun kenarında. Yol toprak ama düzgün, biraz pek çok antik kalıntı mevcut. Çok etkileyici bir virajlı ve dar. Yeşildere’den Manazan’a girişten iti- tabiata sahip bu yer, kayalara oyulmuş sarnıçlar baren çok güzel bir rota çiziyoruz. Çevre kanyon ve kulelerle adeta minik bir Kapadokya görünü- türü yapılardan oluşuyor. Yol üzerinde sol kolda münde. Köyde ufak bir bakkal varsa da, yemek kalan mağaralar, 100 m civarında bir yükselti için çok şey beklemeyin. Kalacak yer de maalesef boyunca yayılmış durumda. Sarı renkli, kil oranı yok. O halde yola devam! yüksek kireçtaşı bir tepeye yayılmış mağaralar tarihöncesi dönemlere kadar iniyor. Bizans döne- Binbir Kilise’den olağanüstü bir manzara mindeyse manastır olarak kullanılmışlar. Mağara- ların karşı tarafında, yolun sağında bir çeşme ve Listra’dan Karaman’a varmadan önce çardak kurulmuş, birlikte yeşil vadiye bakıyorlar. Madenşehri’nde Binbir Kilise karşılar yolcuyu. Müthiş bir sükût... Herhangi bir tesis -iyi ki- yok; Madenşehri bir köy ve Karaman il sınırları içe- zira tabiat bambaşka burada. risinde, Listra’dan aşağı yukarı 2 saat uzaklıkta. Madenşehri’nden Karadağ eteklerine doğru 1 sa- Aşağı yukarı 10 km sonra Anadolu’nun en se- atlik bir tırmanışla Binbir Kilise’ye varılıyor. Ka- vimli ve bakir beldelerinden Taşkale geliyor. Yay- lıntıların bulunduğu tepeden tüm Konya Ovası gın bir görüşe göre Mustafa Kemal’in ataları 16. yüzyılda Taşkale’nin Kızıllar köyünden Balkanlara göç ettirilmiş. Taşkale’de bulunan güvercinlikler » Binbir Kilise’ye tırmanış Karaman ilçesi Madenşehri’ndeki Karadağ eteklerinde Binbir Kilise’nin kalıntıları karşılıyor bizi. Madenşehri’nden 1 saatlik bir tırmanışla buradasınız. » Bizans manastırları, Manazan Mağaraları Prehistorik döneme ait Manazan Mağaraları sarı renkli, kil oranı yüksek kireçtaşı bir tepeye yayılmış. Yükseklikleri 100 metre civarındaki bu oluşumlar, Bizans döneminde manastır olarak kullanılmış. İnziva için oldukça isabetli bir tercih! 62 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

» St. Paul’ün ve Bizans’ın izleri Listra antik kenti, Romalılar tarafından bir karakol şehri olarak kurulmuş. MS 48 ya da 51 yıllarında Antalya’dan yola çıkan Hıristiyan azizi St. Paul de buradan geçmiş. Peri bacası türünden yapılar ile kilise ve mezarların çoğu ise Bizanslıların mirası. » Toroslardan İç Anadolu’ya köprü Ermenek sevimli mi sevimli bir Anadolu yerleşkesi. Bir kaya ile Göksu Nehri arasına kurulmuş olan Ermenek başlı başına bir tur rotası. günümüzde tahıl ambarı olarak kullanılıyor ve ol- çok sevimli bir Anadolu yerleşkesi. Kalacağımız dukça hoş bir görüntüye sahipler. Burası klasik bir yer, Ermenek ilçesine girmeden, solda yokuş aşa- bozkır köyü. Çok eski bir kahvesi var; mutlaka bir ğı bir yoldan kalacağımız Selçuk Otel’e varıyoruz. çay için derim. Ahşap döşemesi, masa ve sandalye- Eski bir okul binasıyken otele çevrilmiş. Tam kar- leriyle nadir bulunabilecek bir ortam. şısında uzanan dağlar tablo gibi. Vadiden Göksu Nehri akıyor. Toroslarda bir vaha Herkes kendi yolunda, kendi adasını bulur bi- Dönüşte Ermenek-Antalya yolunu izliyoruz. raz da. Kendi kahramanını da bulması an mesele- Hedef, Torosların bağrındaki olağanüstü vaha- sidir. Onun için yola devam! yı keşfetmek; yani Yerköprü Şelalesi’ni. Burası, Konya’ya bağlı Hadim ilçesinde, Karasu ve Göksu eSKİşeHİR aNKaRa nehirlerinin aktığı yerde. aFYON Nefis bir yoldan önce Mut’a geliyoruz. Artık tam olarak Toroslardayız. Taşkale-Mut yaklaşık 3 Tuz Rota Güzergahı saat. Yerköprü Şelalesi, Mut’tan Ermenek’e gider- Gölü Rota Başlangıcı ken sol kol üzerinde. Yalnız şelalenin yolu ahşap bir levha üzerinde yazılı, kaçırmamak için dikkat- KONYa li olun. Mut’tan aşağı yukarı 10 km kadar uzaklık- ta, anayoldan girildikten sonra 45 dakika boyunca Harita: Seda Ertürkoğlu HÖYÜK Emirgazi bozuk bir toprak yoldan gidiliyor. Yaklaşık yarım saat muazzam bir toprak yoldan su sesine doğru Beyşehir KaRaPINaR yaya iniyoruz. Birkaç küçük suyolu, mağaralar, Gölü BEYŞEHİR ağaçlar ve çiçeklerle dolu müthiş bir koridordan sonra şelaleye varıyoruz. Kireçtaşı travertenlerin Akören CUMRA yüksekliği yaklaşık 30 metre. Oldukça büyük bir KaRamaN mağaranın önüne doğru akıyor şelale. Olağanüstü Derebucak SEYDİŞEHİR Ayrancı bir görüntü! Adamızı bulmuş olabilir miyiz acaba? Sevimli bir anadolu şehri: ermenek TAŞKALE Geldiğimiz istikametten yukarı çıkıyoruz. Mut- İbradı aNTaLYa MANAVGAT Başyayla Ermenek yoluna kavuştuktan sonra soldan de- vam edince 2 saat sonra Ermenek’teyiz. Bir kaya eRmeNeK mUT ile Göksu Nehri arasına kurulmuş olan Ermenek, ANAMUR ALANYA 2012 MAYIS / DERİN TARİH 63



SAĞLAM BANKACILIK İşin doğrusu, bizim için her birikim önemlidir. Siz de Kuveyt Türk’e gelin, vadeli KATILMA HESABI ile sağlam kazanca katılın. Üstelik Kuveyt Türk’te şartsız koşulsuz, hesap işletim ücreti yok!

2CGH7EPRM’İNAİALNMYİAKISTGİİDRAİŞRİIMİ 27 Mayıs, askerler n s yaset n » Bayar tamamen merkez nde Taksim’de oldukları, Genelkurmay 1954 seçimlerinde karargâhının da hep kt darda Cumhurbaşkanı kalan b r s yasî part g b Celal Bayar çalışmaya başladığı b r s yasal Taksim dönem başlatmıştır. meydanında halka konuşma yapıyor. 66 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Dosya » Haydi görev başına! 27 Mayıs sabahı Hürriyet gazetesinde sür manşetten verilen darbe tebliği. şahsına münhasır bir siyasi partiydi. DP ise yer- » Güldüren leşik iktidar odakları tarafından dışlanmış olan tanık! geniş kitleyi temsil etmeye soyunmuştu. Parti, Adalar eski dinî-geleneksel değerlerine yabancılaşan azınlık Emniyet tarafından zulme uğramış, adam yerine konma- Amiri’nin mış, “mağdur” ve “mazlum” bu kitleden söz edi- duruşma yor, onu temsil ettiği iddiasını dile getiriyordu. sırasındaki “Yeter, söz milletindir” şiarı, bir değer olarak ta- ifadeleri nınmak isteyen sıradan insanın, önemsenme ve tüm salonu kendini ifade etme kararlılığını dile getiriyordu. kahkahalara boğarken, Cumhuriyetçi modernleşme/batılılaşma pro- Menderes de jesine karşı olmayan DP, tıpkı Terakkiperver dayanamamış Cumhuriyet Fırkası ya da Serbest Fırka gibi, tebessüm ile CHP’nin temsil ettiği tarzı yine batılılaşma para- cevap vermişti. digması içinde kalarak eleştirdi. Partinin hilafet »HmYüialklsüestmıvaeedktati’elnlkeıirnip,kohzaaidkseylarosrnıinzvldeearsivtaetrüilleecreinkehgüökrme düizbielkmleişrkDePn... Tev k İleri arşivi ya da saltanatı geri getirmek gibi bir amacı olma- dı. Dinsizlik propagandası olarak laiklik anlayışı TANEL DEMİREL eleştirildi; ancak dinî hayat üzerindeki devlet kontrolü kaldırılmadı. Bu arada parti, kendisini [email protected] “ehven-i şer” olarak görüp destekleyen dinî has- sasiyetleri yüksek kesimle arasına mesafe koy- 14 Mayıs 1950… Türkiye için mayı da ihmal etmedi. dönüm noktası olan o gün! Bu tarihte Demokrat DP’liler yeni rejimin batılılaşmacı felsefesi Parti’yi iktidara getiren içinde yetişmiş, yerleştirilmek istenen “modern” seçimler gerçekleşmiş, hayat tarzını en azından temsiline soyundukları kitleye nazaran çok daha fazla içselleştirmişlerdi. İttihat ve Terakki’den DP’nin Batılı hayat tarzına yabancı, dindar, gele- neksel değerleri öne çıkaran, kadına toplumsal 1950’lere kadar iktidarı elinde tutan Cumhuri- hayatta ikincil bir yer veren, köylü ve taşralı, eği- tim düzeyi düşük insanları bünyesinde toplayan yet Halk Partisi, halkın oyu ile iktidardan uzak- bir parti olduğu görüşü seçmen tabanı açısından bir ölçüde -ama sadece bir ölçüde- gerçeklik payı laştırılmıştı. CHP, devlet ile içiçe geçmiş nev-i taşısa da, bu tespit, üst yönetim kadroları açısın- dan doğru değildi. DP modernleşmeyi millî iradenin üstünlüğü ve ekonomik kalkınma ile özdeşleştiriyordu. Sıradan insanın jandarma ve tahsildar baskı- 2012 MAYIS / DERİN TARİH 67

Dosya sından kurtulması ve bir değer olarak tanınması almak için irticaya destek vermek ve ülkeyi yeni- yeterli değildi. O insanın yaşam koşullarının iyi- den kapitülasyonlar devrine götürmekle suçladı. leştirilmesi ve yıllarca ihmal edilmiş bu kitleye Bu gerekçeler daha sonra darbeciler tarafından hizmet götürülmesi de en az bu kadar önemliydi. 27 Mayıs’ı meşrulaştırmak için aynen kullanıldı. DP, özellikle 1950’li yılların ilk yarısında, 27 Mayıs’a gidiş sürecinde DP, yaptıkları ve CHP’den rahatsızlık duyan tüm kesimlere hitap yapamadıklarıyla kaybettikleri ayrıcalıklarını etmeyi deneyen bir kitle partisiydi. Toprak sahip- demokrasi dışı yollarla geri almak için mücadele lerinin bir kısmı, özel sektörün önünün açılması- eden kesime kozlar verdi. DP, demokrasiyi pra- nı isteyen işadamları, köylüler, özgürlük isteyen tikte meclis çoğunluğunun iradesi anlamına ge- entelektüeller, din ve vicdan hürriyeti üzerin- len milli iradenin -neredeyse- sınırsız egemenliği deki sınırlandırmaların hafifleyebileceğini ümit olarak yorumlamıştı. Milliyetçi popülist temala- eden dindarlar, CHP ile ilişki kur(a)mayan aşiret- ra dayalı homojen cemaatçi toplum tasavvuru, ler ve Kürt kökenliler ve gayrimüslimler DP’ye partinin çoğulculuğu kabullenmesini zorlaştırdı. yönelmişlerdi. Parti, CHP’ye karşı çıkan tüm Öte yandan, topluma doğru yolu gösteren koru- toplumsal kesimleri bünyesinde barındırmayı yucu, kutsal devlet anlayışından da kopamadı. denemekle birlikte, işadamı ve toprak sahipleri ile küçük köylünün çıkarlarının ifadesi ve doyu- Basın ve üniversite ile birlikte, zenginleşen rulmasına öncelik vermişti. ülkenin refah düzeyinden yeterince pay alamadı- ğını düşünenler, hükümetin kontrolsüz genişle- DP nerede hata yaptı? meci iktisat politikalarının yarattığı iktisadî sıkın- tılardan rahatsızlık duyanlar, CHPli oldukları -ya 14 Mayıs’a cevap tam 10 yıl sonra, 27 Mayıs da DP’ye yeterince yakın olmadıkları- için zarar darbesiyle geldi. 27 Mayıs eski güç ve prestijini gören işadamlarının bir kısmı da CHP’ye yöneldi. kaybeden askeri/sivil bürokrasinin bazı kesimle- Başlangıçta Silahlı Kuvvetler’in bir kesimi, ordu- riyle CHP’nin iktidarı geri alma teşebbüsü olarak nun modern silahlarla donatılarak gençleştirile- görülebilir. Darbeye gidiş sürecinde CHP önder- bileceği beklentisiyle DP’yi desteklemişti. Ancak liğindeki muhalefet cephesi -bu cephenin önde kısa bir süre içinde durum değişti. Çünkü TSK’nın gelen diğer unsurları basın ve üniversitedir- hü- önemli bir kesimi sivil iktidarı kabul etmeye ha- kümeti, Tek Parti idaresine doğru yönelmek, oy zır değildi. Hükümetin ordu ile ilişkilerinde, olsa 27 MAYIS’IN 10 ZARARLI MİRASI 1. 27 Mayıs, sonraki darbe teşebbüsleri ile 12 rokrata, işadamından gazeteci ve akademisyene kadar birçok sivilin normal karşıladığı bir davra- Mart ve 12 Eylül darbelerine ilham kaynağı oldu. nış biçimine dönüştü. DP Hükümeti’nin kolaylıkla devrilmesinden ce- saret alan birçok hırslı subay, benzer bir eylemi 4. Bekleneceği gibi, 27 Mayıs en büyük etkiyi tekrarlamaya soyundu. DP’yi destekleyen kitle üzerinde yarattı. Başba- 2. Darbenin başarısı sivillerin bir kısmında kan ve iki bakanın idam edil(ebil)mesi, bu partiyi destekleyen toplum kesimlerinde ve daha sonra askerleri etkileyerek kolay yoldan iktidara gel- bu geleneği temsile soyunan siyasetçilerde derin me ya da iktidarı elinde tutma eğilimlerini teş- bir “güçsüzlük” duygusuna yol açtı. 14 Mayıs ile vik etti. 1960’ların sol Kemalizmi, 2000’li yılların canlanan özgüven büyük yara aldı. ulusalcılığı bu eğilimin en göze çarpan örnekleri oldular. 5. İktidarı, ordu ile güç paylaşma sanatı ola- 3. Kendisini, hakiki güç odağı olarak algıla- rak gören siyaset anlayışı, sol ve komünizm kar- şıtlığının yarattığı Adalet Partisi-TSK yakınlaşma- nan askerlere göre konumlandırma yoluyla kişi- sının da etkisiyle kökleşti. sel/kurumsal menfaat temini, politikacıdan bü- 68 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

olsa nezaketsizlik denilebilecek davranışları ise lı- demokrasiye dönüş böylece mümkün oldu. askerlere yönelik hakaretler olarak resmedildi. Seçmen çoğunluğunun gücünü sınırlandırma ve askeri/sivil bürokrasinin ayrıcalıklı konumunu DP’liler milli iradeyi hazmedemediğinden tahkim etme, yeni rejimi oluştururken hep akıl- şüphe duymadıkları muhalefetin tüm davranış- da tutulan iki önemli gaye idi. larını ve genel olarak hükümete yöneltilen eleş- tirileri milli birlik ve beraberliği bozmaya, dev- 27 Mayıs’ı Türk siyasetindeki birçok anti-de- let otoritesini sarsmaya matuf hareketler olarak mokratik gelişmenin asli sebebi olarak görmek algıladılar. Muhalefete toleransı zaafiyet belirtisi doğru değildir. Ancak 27 Mayıs, cılız olsa da ye- olarak algılayan hükümet, muhalefetin üzerine şermekte olan demokratik siyaset yapma gelene- sertlikle gitmeye çalıştıkça muhalefet daha faz- ğine darbe vurmuştur. Darbe, askerlerin siyasetin la sertleşti. Böylece her iki tarafı daha da kes- tamamen merkezinde oldukları, Genelkurmay kin hale getirecek olan bir kısır döngünün içine karargâhının da hep iktidarda kalan bir siyasi girildi. Uzlaşmanın milli iradeye ihanet etmek parti gibi çalışmaya başladığı bir siyasal dönemi olduğunu düşünen DP’liler, bu kısır döngünün başlatmıştır. TSK’yı her yönden ayrıcalıklı bir herşeyden evvel kendilerine zarar verdiğini an- zümre haline getirecek birçok adım bu dönemde lamakta zorlandılar. atılmış, militarist zihniyet geri dönmüştür. Militarist zihniyetin geri dönüşü Tanel Demirel Prof. Dr., Çankaya Üniversitesi, Siyaset Bilimi Darbe ile birlikte, askeri ve sivil bürokrasi ve ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. onların sivil destekçilerinin çıkarlarını garanti altına almaya yönelik politikalar uygulanmaya Okuma önerisi: Tanel Demirel, Türkiye’nin Uzun On Yılı, başlandı. Bir yandan DP’liler yargılanırken, di- Demokrat Parti ve 27 Mayıs Darbesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi ğer yandan 27 Mayıs’ı gerçekleştiren koalisyon kendi içinde çatışma yaşadı. Uzun süreli bir as- Yay., İst., 2011. keri rejim arzu edenler, askeri/sivil bürokrasinin son sözü söyleyeceği bir vesayet rejiminin bu kesimin çıkarlarına daha iyi hizmet edeceğini düşünenler tarafından tasfiye edildiler ve –sınır- 6. Ülkede son sözü askerlerin başını çektiği 8. 27 Mayıs, Kemalist çevrelerde “nasıl olsa bürokratik (atanmış) kadronun söylediğine ve bu- ordu parti çizgisinde” rahatlığı yaratarak CHP’nin nun kısa dönemde değişmeyeceğine inanılması, sahici siyaset yapan, halkla ilişki kurabilen bir sağ siyasette zaten yaygın olan günü kurtarma ref- parti olmasını zorlaştırdı. lekslerini güçlendirerek ahlâki değerlerin bir yana itildiği siyaset pratiklerinin kökleşmesine yol açtı. 9. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda var 7. Kısa dönemde kârlı çıkmış görünse de, olmakla beraber 1950-60 döneminde bir ölçüde geriletilmiş olan militarist zihniyet ile onu besle- CHP de uzun dönemde darbeden olumsuz etki- yen kural ve pratikler tüm ağırlığıyla geri döndü. lendi. DP döneminde bir ölçüde devlet partisi olma hüviyetinden uzaklaşmaya başlayan parti, 10. Gariptir 27 Mayıs’ı “Hürriyet ve Anayasa darbe sonrasında hem darbenin müsebbibi ola- rak görüldü, hem de askeri rejimin uygulama- Bayramı” olmaktan çıkaran, AP hükümetleri de- larından sorumlu tutuldu. Bu yüzdendir ki CHP ğil, 12 Eylül rejimi oldu. Siyaset tehlikeli bir faa- 1957 seçimlerinde aldığı % 41.1 oy oranını yeni- liyet olarak algılandığından, yetenekli ve dürüst den ancak 1977 seçimlerinde görebildi. birçok isim siyasetten uzak durmayı tercih etti. Bu da Türk siyasetinin nitelikli kadrolardan uzun süre mahrum kalmasına yol açtı.

Dosya yASSIADA’DAN MEKtUP vAR 27 MAYIS’IN 50 KELİMELİK TANIKLARI Tev k İleri ile eşi Vas ye Hanım’ın haberleşmelerinde tek araç yazdıkları mektuplardır fakat bu mektupların hepsi sahibine ulaşmadan önce okunur, bazen cümleler kesilir. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin ZEYNEP BERKTAŞ ardından Yassıada mah- kemelerinde, belki de [email protected] Türkiye’de her demokrasi yatının aşkı eşi Vasfiye İleri’ye gönderilmiştir. Ara tartışmasıyla gündeme sıra büyük kızı Cahide’ye, kendi tabiriyle kendi- sinden “daima sabır, vakar ve sükunet” beklediği gelen/gelecek olan olay- oğlu Cahit’e ve küçük kızı Ayşe’ye de mektuplar gönderir. Vasfiye Hanım’ın da takriben 150 adet lar zinciri vuku bulur. Mahkeme sonucunda ise mektubunun bulunduğu Yassıada’dan Mektup biri başbakan, ikisi bakan 3 kişi idam edilir, diğer Var kitabı Timaş Yayınları, Tarih Kitaplığı Hatırat tüm sanıklar ömür boyu hapisle cezalandırılır. Dizisi’nden bu ay yayımlanıyor. Bunlar arasında Ulaştırma Bakanlığı, Milli Eğitim Yassıada’dan lk mektup Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı ve Başbakan yar- 19 yaşındaki Cahide, 17 yaşındaki Ayşe ve 15 yaşındaki Cahit 27 Mayıs 1960 sabahı babaları dımcılığı yapmış Tevfik İleri de vardır. tarafından uyandırılır. Türkiye’yi darbeler uçu- rumuna iten, 50 sene boyunca vesayetler rejimi- O, büyük bir aşka bağlı olduğu eşi Vasfiye nin devam etmesine yol açan, memleketimizin ekonomisini tepe taklak eden, ileri medeniyetler İleri’den ve canı gibi sevdiği çocukları Cahide, seviyesine ulaşmak için atılan adımları sekteye uğratan tüm olumsuzlukların başlangıcı 1960 Cahit ve Ayşe’den devlet işleri dışında ilk kez bu Darbesi ve akabinde Yassıada mahkemeleri süre- ci, İleri ailesi için böyle başlar. yargılanmalar ve hapis sürecinde ayrı kalır. Ve Tevfik İleri, Yassıada’daki tutukluluk günlerin- ailesiyle iletişimi, artık 50 kelimelik mektuplarla de eşi ve çocuklarına yazdığı mektuplarla tutunur sınırlıdır. Özlemini gideren tek şey, ailesi tarafın- dan büyük bir heyecanla beklenen bu mektup- lardır. Tevfik İleri, Yassıada’da bulunduğu süre zarfın- da ailesine hemen hemen her gün mektup yazar. Takriben 400 adet olan bu mektupların çoğu, ha- 70 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

hayata. Oradan gönderdiği ilk mektup şöyledir: » Her zaman birlikte… » İleri Ailesi 04.07.1954 tarihli bu fotoğrafta, darbenin soğuk günlerinden mutlu 18 Haziran 1960 önce Meclis Başkan Vekili Tevfik İleri, Cumhurbaşkanı Celal günlerinde… Sevgili Vasfiye ve yavrularım. Dün gece sabaha Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile… Tevfik İleri ve eşi karşı salimen buraya geldik. Sıhhatımız iyidir. Me- Vasfiye Hanım, rak edilecek hiçbir şeyimiz yok. » Geleceğin devlet adamı genç mühendis çocukları Ayşe, Adresimiz aşağıdadır: Muhtemelen 1932-33 döneminde çekilmiş olan Cahit ve Cahide Boğazlar ve Marmara Deniz Komutanlığı eliyle, bu fotoğrafta Tevfik İleri (orta sırada sağdan ile birlikte… Yassıada, İstanbul, Kasımpaşa. ikinci) Mühendis Mektebi’nden arkadaşlarıyla birlikte görülüyor. Hayat arkadaşı Tevfik İleri’den gelen mektup üzerine Vasfiye Hanım, şu duygu dolu satırlarla kat bu mektupların hepsi sahibine kendisine mukabele eder: ulaşmadan önce okunur, bazen bazı cümleler kesilir, bazen de üzerleri- 20 Haziran 1960 ne notlar alınır. Hatta kimisi orta- Canım Tevfiğim dan kesilir. Öyle de olsa İleri, çok sevdiği eşi ve ço- Bugün ilk defa radyoyu açtım. Çünkü komşudan cuklarından gelen bu mektuplar sayesinde dört güzel bir rebab sesi geliyordu. Tam o sırada kapı ça- duvar arasında nefes alabilmektedir: lındı ve senin sevgili mektupların geldi. Artık gerisi- ni yazmama lüzum yok. Senin tahmin ettiğin gibi. 1 Şubat 1961 (Eşine) Sabahın dördünde eğer uyanmış olursan pencereni Dün senin 28 tarihli mektubunu aldım. Seninki- aç, yüzüne vuran rüzgarda aradığını bulabilirsin... nin yarısı (imza dahil) kesilmişti. Acaba ne yazdı ki kestiler? Sen fena bir şey yazmazdın. Aman canım, Sank hap shanede değ l cennette… beni yazılarından ve imzandan mahrum etmemek için uzaktan da olsa suya sabuna dokunan şeyler- Tevfik İleri, yaşananlardan dolayı oldukça den bahsetme. Su ile sabunla ne alakam var, ne de müşkül durumda olan ailesi merak içinde bulun- ihtiyacım. Bana senin, sizlerin sağlık haberleriniz, masın diye yazdığı her mektubu sanki hapishane- de değil de cennette yaşıyormuş gibi kaleme alır: 21 Mayıs 1961 (Çocuklarına) Sevgili çocuklarım, Cahidem, Ayşem, Cahidim. Mayıs ayını da bitiriyoruz. Sizin hesabınıza se- viniyorum. Okullar bu mektubumu aldığınız za- man herhalde tatile girmiş olacak, dinleneceksiniz. Ada’da tekrar görüşmeye müsaade edilirse, iki par- tide gelmenizi düşünüyorum. Daha fazla görebilmek ve görüşebilmek için. Nasıl olsa tatlı anneniz yola alıştı. Aman çocuklar, Adamızın bu mevsimdeki gü- zelliğini tarif edemem. Kendine mahsus bir yeşilliği ve bu yeşilliğin sıklamen renkli çiçekleri var. Yeşil ve mor. Her taraf. Ve ne güzel bir koku. Allah cümlemi- ze iyilikler nasip etsin. Kendisi hapishanede olsa bile ailesinin hayatı- na eskisi gibi devam etmesi o zor günlerinde bir teselli vesilesidir: 16 Mart 1961 Canım benim, Halideciğim seni yine baştan çı- karmış, sinemaya götürmüş. Bilsen ne kadar sevini- yorum, seni öyle düşünmek beni ne kadar bahtiyar ediyor. Yalvarırım sana, bu kadarcık olsun kendini oyalamaktan kaçınma. Allah Halidem’den ve hep- sinden razı olsun. Tevfik İleri ile eşi Vasfiye Hanım’ın haberleş- melerinde tek araç yazdıkları mektuplardır fa- 2012 MAYIS / DERİN TARİH 71

DDoossyyaa cıvıltılarınız, havanız lazım. Yarın bizim mahkeme İleri, sevgili eşi Vasfiye Hanım’a ve çocuklarına başlıyor, hayırlı olsun. gönderdiği mektuplarda morallerini yüksek tut- mak amacıyla mahkemeden ve yaşadığı kötü mu- Adnan Menderes ‘amca’ olunca… amelelerden bahsetmemeyi tercih etmiş olması- na rağmen bazen mahkeme hakkında da detaylı Tevfik İleri ailesiyle mektuplaşırken, Demok- olmayan bilgiler verir: rat Parti’nin iktidarı süresince hep birlikte bulun- duğu ve akabinde Yassıada mahkemesinde ken- 11 Şubat 1961 (Eşine) disiyle aynı kaderi paylaşan Adnan Menderes’in Canım dün mahkememiz vardı. Şem’i Ergin’in ismini doğrudan yazamaz ve kendisinden “amca” bir sözü üzerine bana da kısa bir konuşma düştü, diye bahseder: fakat senin bildiğin ve zaman zaman olduğu şekilde, dudaklarım kurudu, sıkıldım. Dün dinleyiciler ara- 16 Eylül 1961 sında güzel Sabiha’yı da gördüm, sevindim. Gazup Sevgili canım Vasfiyem ve yavrularım, bakışlar arasında bir dost yüz, bir sevimli bakışın Sizden yatak filan istemiştim. Fakat burada kat’i kıymeti büyük oluyor. olarak kalacağımız henüz belli değil. Ama ben kalı- rız zannediyorum. Rahatımız çok iyi. Şimdi 22 kişi ‘Avukatlarımızı bakışlarımızla tesell bir koğuştayız. Her gün hava alıyoruz. Burada 43 ett k’ kişiyiz. Konuşuyoruz. Tanıyanların çok selamları var. Amca telgraf larınızı almamış. Söyledim, mem- Ve yargılamalar bitmiş, Tevfik İleri hakkında nun oldu. Selamları var. “Seni ne zaman görsem, karar verilmiştir. O artık müebbet hapse mah- masum ve temiz yüzü ile daima karını hatırlarım” kumdur. Tevfik İleri, 15 Eylül 1961 tarihinde yaz- dedi... dığı günlüğünde haklarında çıkan karar anında yaşadıklarını şöyle anlatır: “Ve bu iş böylece bitti. Zaten ayaktaydık. Vakarla salondan çıktık. Savcıya, vicdanı rahat, suçsuzlu- ğundan emin, masum ve mazur insanların rahat nazarıyla bakıyorum. Boyum sanki daha uzamış, başım her zamankinden dik. Kimsede en ufak bir sarsıntı alâmeti yok. Huzur... Koğuşumuza gidece- ğimizi zannediyoruz. Birdenbire teğmenler önümüz- de bitiyor. Aklıma gelen başıma geliyor. Ellerimizi uzatıyoruz. Kelepçeler takılıyor. Başta Bayar olmak üzere idam ve müebbed hapse mahkûm olanları ke- lepçeliyorlar. Diğerlerinden ayrılıyoruz. Dar merdi- MEKTUPLAR ONUN b rkaç gün h ç haber ala- hazırlanmış zarf-kağıt üzerler ç z l yor, bazen ELİNDE HAYAT BULDU mamıştık. Ondan 31 Mayıs şekl nde olup, ancak on o satırlar kes l p alınıyor, 1960’da lk notu alab ld k. satırlıktı. Dolayısıyla babam bazen de mektup h ç ve- Yassıada’dan Mektup Var k - Babamla haberleşmek 10 satıra mümkün olduğu r lm yordu. Babamız Harb tabını, evler nde büyük b r ancak Harb Okulu’na b zzat kadar kel me sığdırmak ç n Okulu’nda yazmaya başla- t t zl kle muhafaza ett kler g d p, kapıdak nöbetç çaba sarf ed yordu. B zden dığı, sonra da Yassıada’dan mektupları kardeşler n n de subaya yazdığımız küçük se y ne b r küçük sayfa gönderd ğ bütün mektup- desteğ yle tekrar okuyarak notları ver p, babamın mektup kabul ed l yordu. larında, b ze da ma moral basıma hazırlayan Tevf k yazdığı notu almak G den ve gelen bütün vermeye çalışmış, yaşadığı İler ’n n büyük kızı Cah de şekl nde olmuştu. Daha mektuplar vaz fel subaylar sıkıntıları, üzüntüler b ze (İler ) Aksoy, bu sürec şöyle sonra 17 Haz ran’da babam tarafından okunmak h çb r surette h ssett rme- anlatıyor: Yassıada’ya nakled ld kten suret yle sansürden geç - m şt . Başta annem olmak 27 Mayıs Darbes sonucu, sonra mektuplaşmalar r l yor, mektuplarımızdak üzere b zler de mektupları- erkenden evden alınıp, başlayab lm şt . Yassıada’da sevg sözcükler çok zaman mızda ona huzur vermeye, Ankara Harp Okulu’na tutuklu bulunanların okuyanlar tarafından aşırı onu sevg m zle beslemeye götürülen babamdan mektupları, özel olarak bulunursa kırmızı kalemle çalıştık… 72 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

venlerden iskelede duran ve on beş aydır seyrettiği- Ne yapayım, kader böyle imiş. Yalnız, size şeref li, » Eşyalarda miz muhriplere doğru iniyoruz. Evvela idamlıkları namuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman yaşayan Tevfik 1. muhribe, bizi de 2. muhribe alıyorlar. Üzerlerimiz başınız yere bakmayacaktır. Bununla müteselliyim. İleri aranıyor. Mevcutlarımız, para vs. yazılıp kelepçeli el- Siz de bununla iftihar edeceksiniz.. Tevfik İleri’ye lerimizle imzalıyoruz.” ait özel eşyalar, . kitaplar, Yine aynı günlerde eşine ve çocuklarına yazdı- fotoğraflar büyük Sank z l çalacak ve eş gelecek kızı Cahide (İleri) ğı vasiyeti mahiyetindeki mektubu şöyledir: Aksoy’un evinde, Eşi Vasfiye Hanım’a derin bir aşk ve muhab- babasına ait 24 Eylül 1961 (Eşi ve Çocuklarına) betle bağlı olan Tevfik İleri, onu her zaman güler bir ofis olarak Sevgili Vasfiyem, yavrularım, yüzlü, bakımlı ve güzel kıyafetler içinde görmek düzenlediği ... Karar gününü tasavvur edemezsiniz. Avukat- isterdi. Kendisi hapishanede olsa bile bu ilgi ve odada muhafaza larımız o kadar perişan durumda idiler ki onları ba- alakası devam etmişti. Vasfiye İleri de bu ilgi ediliyor. Görülen kışlarımızla biz teselli etmek mecburiyetinde kaldık. ve alakanın hatırası olarak son günlerine kadar 3 telgraftan Hele benim müebbet hapse mahkûmiyetim üzerine “sanki zil çalacak ve eşi gelecekmiş gibi” en gü- ortadaki birçok avukatların tebrik işareti yapmaları görüle- zel kıyafetlerini giyer ve onu beklerdi. İşte Tev- 22.09.1961 cek şeydi. fik İleri’nin bu özenini en zarif şekilde anlatan tarihinde Allah var... Büyük Allah var. Her şeyi görüyor, bi- satırlar: Vasfiye Hanım liyor... Gördüğüne ve bildiğine inanıyoruz. Gerisi laf tarafından, u güzaf... 6 Aralık 1960 29.05.1960 tarihli Yapılacak tek şey tebessüm etmektir. Kızmaya, Vasfiyem, belki buna güleceksin ama gül, ne ya- telgraf (solda) asabileşmeye bile değer tarafı yoktur. Sizlerden ve payım. Hayat mecmuasının 2 Aralık 1960 tarihli ve 18.09.1961 sevenlerimizden, dostlarımızdan tek arzum, sıhha- 49. nüshasında modeller var. Bunlardan soldan tarihli telgraf tim için duadır. Başka bir şey istemiyorum. Kendini- ikinci, yünlü, kapalı japone çok hoşuma gitti. Dışar- (sağda) ise Tevfik zi alıştırınız. Henüz müsaade yok bizim için. Fakat da olsam mutlaka Vasfiyem’e yaptırırdım, dedim. İleri tarafından olsa da duyduğum şartlar içinde sizinle görüşmek Yün örme de olabilir zannediyorum. Görüyor mu- gönderilmiş. istemiyorum. Bol bol mektup yazarsınız. Ben de ya- sun, nelerle uğraşıyorum, huy meselesi. zarım. Resim gönderirsiniz bana. Böylece görüşmüş oluruz. Bu mektuplarda yürekleri “önce vatan” diye Sevgili Vasfiyem, aziz yavrularım, çarpan, birbirine aşık iki insanın acı hikayesini Size mal mülk, servet bırakmadım. Bütün ha- kendi kalemlerinden okuyacaksınız. 27 Mayıs yatım boyunca bir tekaüdiye maaşı bırakmaya çalıştım. Tecelli eden Adalet onu da kuşa çevirdi. Darbesi’nin sessiz tanıkları, Yassıada’dan Mektup Var kitabıyla takriben yarım asır sonra konuşma- ya başlıyor. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 73

Dosya İPİN UCUNDA BİR GARİP DEMOKRASİ NEZİH UZEL İ stanbul’da Dolmabahçe’de Bezm-i hareket saatini bekliyordu. alem Valide Sultan Camii ile Dol- Vapur hareket etti, suları yararak hızla mabahçe Sarayı arasındaki rıhtım insan kaynıyordu. Askerler, sivil- Sarayburnu’na doğruldu. Geminin iki yanında ler, avukatlar, tutuklu yakınları, dehşetli iki hücumbot, aynı sürat ve seri hare- ketlerle gemiye refakat ediyordu. Hücumbot- Yassıada’da bir süredir devam et- ların silahları gemiye dönüktü. Az sonra gemi Yassıada’ya ulaştı. Yolcular bir bir indirildiler. Dar mekte olan özel İhtilal Mahkemesi’nde tanık sı- bir yoldan ilerlediler. Yolun iki tarafında silahla- rını üzerlerine çevirmiş nöbetçilerin arasından fatı ile dinlenecek her sınıftan vatandaş, rıhtıma bağlı Fenerbahçe veya Dolmabahçe vapurunun 74 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Şaşkın bir siyasî organın gayrimeşru hareketi ile idama mahkum edilen Menderes’i Türk kamuoyu hiçbir zaman mahkum etmedi. O, tarihe şere i bir başbakan olarak geçti. Ve öyle kaldı. 50 yıl sonra adı hâlâ anılıyorsa, işin sırrı buradadır. geçerek, mahkeme salonu haline getirilmiş spor ünlü hukukçuları ara- » 17 Eylül 1961 salonuna girdiler. Herkes yerini aldı. Gazetecile- sından özenle seçilmiş Fatin Rüştü re savcıların sağ tarafında bir yer gösterilmişti. bir heyetin başkanıydı. Zorlu ile Hasan Bu mahkemenin kala- Polatkan’ın Mahkeme salonu hıncahınç doluydu. Saatler balık savcı kadrosunun idam fotoğrafları 8.30’u gösterdiğinde mırıltılar kesildi, hüzünlü başında bulunan kişi o günkü bir sessizlik kapladı ortalığı. Kulaktan kulağa de Başsavcı Ömer Altay gazetelerin esrarlı bir kelime yayıldı: “Geliyorlar!” Herkesin Egesel’di. Avukat ordusu manşetlerini gözü salonun köşesindeki büyük kapıya doğrul- gazetecilerin bulunduğu süslemişti. du. Gelenler tek sıra halinde, ağır ve tekinli adım- tarafın önündeydi. larla ilerliyorlardı. En önde yer alan birkaç kişi sa- lonun ortasına kadar gelmişti bile. Bunların ilki Yassıada’nın d kens z Celal Bayar’dı. Hemen arkasında Adnan Mende- gül bahçes res yürüyordu. Sonra sırası ile Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve son Menderes Hükümeti’nin Manzaranın dehşetin- tüm üyeleri dizilmişlerdi. Celal Bayar’ın üzerin- den hepimiz donmuş kal- de koyu gri bir kostüm, Menderes’in üzerinde mıştık. Ülkeyi 10 yıl yöneten ve Türkiye’de rejim ise kahverengi bir takım vardı. Menderes zayıftı, farklarına yol açan bir siyasi iktidar, neredeyse elbise üzerinden düşüyordu. tamamına yakın bir kadro ile yargıçların karşı- sına dizilmişti. Siyasetin adliye ile buluştuğu bir Salonun tam ortasına gelen Celal Bayar sola zaman biriminin içine girmiştik. Bu tarihten az dönerek en öndeki iskemlelerin en başına otur- bir zaman önce bu ülkede kimse böyle bir sonu- du. Onu Menderes takip etti. Sonra “sabık ve sa- cu hayal dahi edemezdi. Başbakan Menderes eski kıt” bakanlar, milletvekilleri ve o gün görülecek meclis tartışmalarından birinde muhalefetten şi- davaya katılan ilgililer ile bazı bürokratlar… kayet ederek, “Dikensiz gül bahçesi istiyorum” demişti. İşte şimdi “dikensiz gül bahçesi” karşı- Yarım saate yakın süren yerleşme sona erdik- sındaydı. Ama hakimlerin karşısında… ten sonra yargıçların tarafında büyük bir kapı açıldı ve siyah cübbeli, kırmızı yakalıklı, geniş Yassıada mahkemeleri uzun sürdü. Duruş- kolluklu dehşetengiz hakimler yine sıra ile sa- malar her akşam belli saatte radyolardan canlı lona girerek yerlerine oturdular. Önlerine kon- olarak verildi. Henüz televizyona kavuşmamış muş dosyaları karıştırmaya başladılar. Salonda olan Türkiye, her akşam radyo başına kilitlene- bir süre kağıt hışırtısı duyuldu. Az sonra bir ses rek bu mahkemenin gidişatını izledi. Darbeciler yükseldi: “Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak adliyeyi kullanarak yaptıkları işin doğru oldu- yerlerini aldılar.” ğunu kanıtlamak için hiçbir ayrıntıyı eksik bı- rakmadılar. Kamuoyunu yıllarca meşgul edecek Bu ses, Yassıada mahkemelerinin, adı Türk biçimde yapay davalar uydurdular. Bu davalar adliye tarihine geçmiş ünlü yargıcı Salim Başol’a aitti. Başol, ihtilalciler tarafından ülkenin en MAHKEMEDEKİ MENDERES saygılıydı, başına gelenler büyük b r b r kıyafetle ve kar katürlere konu olgunlukla karşılamıştı. Yönelt len olmuş ünlü d k yaka beyaz gömleğ Başbakan Menderes herhang b r soruların ç nde b lmed ğ varsa le gel rd . Tüm mahkeme sürec nde soruya cevap vermek ç n kürsüye “Malumatım har c nde re s beye- naz k, k bar ve kend s ne yakışır b r her yaklaşışında kruvaze ceket n n fend ” d ye verd ğ cevaplar meşhur tavır serg lem şt . düğmeler n l klerd . Mahkemeye olmuştu. Duruşmalara tertem z 2012 MAYIS / DERİN TARİH 75

Dosya » Utanç belgesi Türk kamuoyunu tat- Tüm hukuki pejmürdeliğine rağmen Türk Daha Yassıada min etmedi, “köpek siyasi tarihinin ünlü “Yassıada mahkemeleri” mahkemeleri davası, bebek davası” yine de disiplinliydi. Duruşmalarda sanıkların başlamadan önce olarak anıldı, bazıları uygun kıyafet giymeleri, düzgün oturmaları, çıkan Akis’in ise alay konusu oldu. bacak bacak üstüne atmamaları, tespih çekme- bu kapağı adeta meleri gerekiyordu. Bunu yapan, mahkeme he- hakimlere Rahmetli şehit Baş- yetinden derhal ihtar alırdı. Saatler süren iddi- darbeyi yapanlar bakan Menderes’in anamelerin okunuşu sırasında oturduğu yerde tarafından dolabından çıkan yorgun düşen Cumhurbaşkanı yaşlı Celal Bayar, önceden verilen bir kadın çamaşırını bir ara sol kolunu hemen yanında bulunan bari- hükmü dikte başsavcı Egesel’in yerin üzerine koymuştu. Reis Salim Başol, kür- ediyordu. süden bağırdı: “Kolunuzu oradan çekin!” elinde sallayarak » Bir Genelkurmay mahkemeye ibrazı Bir sabah duruşmaların başladığı saatte ilk Başkanı, elleri uzun yıllar bellek- söz, sanık müdafilerinden yaşlı bir avukata ve- kelepçeli lerden çıkmadı. Bu rilmişti. Avukat yerinden doğrularak lafa baş- Dönemin resim, mahkeme ladı. Kürsüden Başol’un sesi duyuldu: “Avukat Genelkurmay sürecini yakından bey, cübbenizi giyiniz.” Avukat şaşırdı, sözünü Başkanı Rüştü yarıda kesti. Gerçekten avukatların duruşma Erdelhun da izleyen Batı basınında, ünlü Fransız Paris salonuna girerken giymeleri gereken ince ku- Yassıada’da Match dergisinde de yer aldı. maştan yapılmış siyah cübbe çantadan çıktığı yargılandı ve biçimde katlı halde sıranın üzerinde duruyor- idama mahkum Mahkemeye gittiğimiz her gün kulaktan du. Yaşlı avukat cübbeyi açmaya çalıştı. Önce edildi. Önde kulağa inanılmaz fısıltılar yayılırdı. Söylentiler sağ kolunu uzattı, kol bir türlü cübbenin yenini kasketli, elleri hemen her zaman koğuşlarda yapılan zulümler- bulamıyordu. Sonra sol kolunu denedi, onu da önden bağlı le ilgiliydi. Örneğin kısa boylu ve kısa kollu bir beceremedi. Uğraşı devam ediyor, tam açılama- mahkum odur. bakan olan Emin Kalafat elleri arkasından ke- yan cübbe giyilemiyordu. Bir ara her şey karıştı; lepçeli olarak bir gece sabaha kadar inletilmişti. cübbenin kolları, yakası, eteği, sırtı ve avukat Menderes hastalanmış, kendisine ilaç verilme- bey dertop oldular. Avukat ve cübbe düğümlen- mişti. Celal Bayar açlık grevi yapmış, ilgilenen mişti sanki. Mücadele sürüyor ama sonuç alına- mıyordu. Gülüşmeler başladı. Hakimler de gü- olmamıştı. Ada kumandanı lüyorlardı. Sonunda düğüm çözüldü ve avukat, Tarık Güryay hakkında cübbesini giyerek kaldığı yerden konuşmasına anlatılanlar gündemin ön devam etti. sıralarında yer alıyordu. Güryay’ın yapılan işkence- Yassıada mahkemelerinin devamı sürecinde lerde bizzat bulunduğu pek ben Sultanahmet’te Yüksek Ticaret Mektebi’nde sık dillerde dolaşırdı. okuyordum. Sonradan Ticari ve İktisadi İlimler Akademisi adını alan bu okulun Marmara Deni- Örtülü ödenek fırtınaya zi tarafında büyük bir amfi vardı. Arka pencere- tutulunca… den de Yassıda görünürdü. Bir gün derste ayağa kalktım ve adayı işaret ederek hukuk hocası Mahkemede “devlet sır- rahmetli Reşat Kaynar’a şu soruyu sordum: “Ho- rı” diye bir şey kalmamıştı. cam, bu mahkemeden beraat etmek mümkün Kamu güvenliğini ilgilendi- mü?” Hoca şaşırdı, çekingen bir tavırla, “Elbette ren her konu adlî bir kararlı- mümkündür, neden olmasın?” dedi. “O zaman lıkta ortaya dökülüyor, milli darbeciler ‘Biz hata etmişiz. Gidin Ankara’ya, güvenlik adına gizli kalması yerinize oturun’ derler mi? Darbe zaten veril- gereken her konu açığa çıkarı- miş ve infaz edilmiş bir mahkumiyet kararı lıyordu. Ortada devlet ciddiyeti ve siyasi terbi- değil midir?” dedim. Bunun üzerine salonu bir yeden eser kalmamıştı. Bu durum özellikle ör- sessizlik kapladı. Herkes donup kalmıştı. Tica- tülü ödenek davasında belirgindi. Başbakanların ret Mektebi’nin “deli” lakaplı ünlü hukuk ho- devlet güvenliği adına kullanımlarına verilen ve cası Reşat Kaynar renkten renge giriyordu. Bir isminden de anlaşılacağı gibi ne zaman, nerede, ses duyuldu: “Otur yerine! Salonda polisler var.” nereye kullanıldığının sorulmaması gereken “örtülü ödenek” kavramının üzerindeki “öde- nek” kelimesi, fırtınaya tutulmuş pazarcı tente- si gibi uçup gitmişti. 76 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Şaşkın b r s yas organın Tuvalet Yastığı gayr meşru hareket idama mahkum eden Salim » Ölüm Yassıada mahkemeleri bir süre sonra sona Başol duvar kenarına büzülmüş, donuk hücresinde erdi. Darbenin siyasi organı, 20’ye yakın idam ka- gözlerle, sessizce nargile içiyordu. Yanında kim- bitmeyen saatler rarından 3’ünü onayladı: Başbakan Adnan Men- se yoktu. Özbek şeyhi ile bakıştık. Şeyh kolum- İdam deres, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Mali- dan tuttu, bir delilik yapacağımdan korkmuştu. mahkumlarından ye Bakanı Hasan Polatkan. Bir sabah Yassıada’dan Koca bir ulusun her akşam duyarak ezberlediği, Bakan Agâh ayrılan Deniz Kuvvetleri’ne ait bir hücumbot her yıllarca kulaklardan silinmeyen meşhur “Sa- Erozan’ın idam 3’ünü de az ilerdeki İmralı Adası’na götürdü. Bu- nıklar getirildiler, bağlı olmayarak...” cümlesi o hücresi; tuvaleti rada sağlık kontrolünden geçirildiler. Menderes’i anda tüm benliğimde çın çın ötüyordu. yanı başında... muayene eden Cerrahpaşa (veya Çapa Tıp Fakül- tesi) profesörlerinden Sedat Tavat rapor verdi: Yassıada’nın gaddar kumandanı Tarık Güryay “Bir şeyi yok. Asabilirsiniz.” ise yaşlılığında Kadıköy’de oturur, akşamları tek başına sahile inerek vapur iskelesinin yanındaki Ve Menderes asıldı. Türk tarihinde Genç Os- parkta vakit geçirirdi. Onun da yanında kimse man ve III. Selim gibi başını vererek şehadet şer- yoktu. Herkes kendisini tanır, uzaktan parmakla beti içen halk önderlerinden biri oldu. Hataları göstererek “İşte o, yine geldi” derlerdi. Güryay elbette vardı. Ama bunlar yine demokratik yol- bu geliş gidişlerin birinde yolda kazılmış bir çu- dan çözülebilecek hatalardı. Kendisinden sonra kura düştü. Buldular ve evine götürdüler. Ölümü gelenler daha büyük hatalar işledikleri halde bu yüzden oldu denir. Menderes’in akıbetinden derin yeise kapılan Türk kamuoyunda geniş bir hoşgörüye kavuştu- Nezih Uzel lar. Kültür tarihçisi ve gazeteci - yazar. Şaşkın bir siyasi organın gayrimeşru hareketi ile idama mahkum edilen Menderes’i Türk ka- muoyu hiçbir zaman mahkûm etmedi. O, tarihe şerefli bir başbakan olarak geçti. Ve öyle kaldı. 50 yıl sonra adı hâlâ anılıyorsa, işin sırrı buradadır. İdamın hayatta kalan sorumluları Mahkemelerin üzerinden bir hayli zaman geçmişti. Bir gün Boğaz’da Emirgan bahçesinde Üsküdar Özbekler Tekkesi son şeyhi Necmeddin Efendi ile çay içiyorduk. Gözüm gerilerde bir yerde, duvar kenarında nargile tüttüren birine takıldı. Bu adamı bir yerden tanıyordum. Dikkat- li bakınca o ünlü yargıcı fark ettim. Menderes’i YASSIADA’DA GÖREV sev nçten uçuyordu. O günler n havası na yerleşt rerek devlet meras m le ALMAYI REDDEDEN HAKİM ç nde b r hak m n böyle b r vaz feye get r r, İstanbul’da Vatan Caddes ’nde atanması şere er n en büyüğüydü. hazırlanacak b r anıt mezara koyarlar. Üsküdar’da Eleşk rtl Ağır Ceza Mahke- Ancak Hak m Baba’nın suskunluğu İşte o gün ben çocuklarıma kötü b r mes re s Cevat Akpınar b r akşam eve devam d yordu. B r süre sonra şunları s m bırakmış olurum. Bu vaz fey kabul geld . Yüzü asıktı. Konuşmak stem yor- söyled : etm yorum.” du. Hanım ve çocuklar a le re s nde b r - Evlatlarım, ben ş md bu mah- S yas b r mahkemen n 30 yıl sonra- hal sezd ler. B r süre sonra sordular: kemen n üyeler arasına katılırım. sına kadar ulaşan sonuçlarını b r b r - B r şeye canınız mı sıkıldı? Neden Bu adamları mahkûm eder, pler n gören ve olacakları Vatan Caddes ’nde suskunsunuz? çeker z. Cenazeler n götürür, b r adaya yapılacak devlet meras m ne kadar ge- - Evet, bugün ben Yassıada Mahkeme gömerler. Aradan 30 sene geçer. Sonra n ş b r öngörü le haber veren yargıç Heyet ’ne seçm şler. Akşamüstü haber onlardan kalan ne varsa mezarlarından Eleşk rtl Cevdet Akpınar ve benzer- verd ler. çıkarır, b r tabuta koyar, üzerler ne ler n n hatıraları önünde hürmetle Evde b r bayram havası est , herkes Türk bayrağı sarar, b r top arabası- eğ l r m. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 77

Dosya Olayın son tanığı Osman Çetin ilk kez Derin Tarih’e açıklıyor Menderes’in Yassıada’ya giderken verdiği son mesaj: ‘Halkımız insan olduğunu bizimle hatırladı’ A tatürk “Hakimiyet kayıtsız şart- HAZIRLAYAN: ZEYNEP CER sız milletindir” demişti ama Tek Parti döneminde hakimiyet lar, beyler olduğunu. kayıtsız ve şartsız milletin de- II. Cihan Harbi’nde nüfus kâğıtlarımıza ‘Ek- ğildi. Peki kimindi? Türkiye’yi mek karnesi verilir’ damgası basıldıktan sonra idare edenlerindi. Bunlar da Türk insanı da insan gibi yaşayabilme hakkını aramaya başlamıştır. O da nedir? Eşit olmaktır. Halk Partililerdi. Bunların kaymakam, vali, jan- Bu, Demokrat Parti’yle başlamıştır, AK Parti’yle devam ediyor. darma kumandanı vs. olduğunu görürsünüz. Bir Bir de Ankara’da, İstanbul’da, büyük şehirler- kısmının da Anadolu’nun arazisini paylaşan ağa- de değil, ilçelerde, küçük illerde insanlar ayrıca- 78 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Fotoğraf: Zeynepnur Çetİndağlıklı zümreden rahatsız olmuşlardır. Bu rahatsız- lık her gün biraz daha büyümüştür. Celal Bayar Esat Cebeci arşivi.ve Adnan Menderes sosyal yaşamdaki rahatsızlı- ğı derinden hissedip yaşayan kişilerdi. tum. Yeşilimsi bir elbise vardı üstümde. Kurmay » Halk adamı 1946 seçimlerinde Halk Partisi DP’nin seçil- Binbaşı Şefik Soyuyüce ile çalışıyoruz. Bana hep Kayseri’nin Develi memesi için elinden ne gelirse yapmıştır. Ama “Pis demokrat” derdi. Hep DP’nin aleyhine konu- ilçesi halkı il 1950 seçimlerinde halk DP’yi çok büyük bir ek- şurdu. Ben de ona “Ya kumandan, böyle deme, olma talebi ile seriyetle iktidara getirmiştir. Getirmiştir ama iyi olacak” derdim. Menderes’i ziyaret Türkiye’yi o güne kadar idare edenler koltukla- ettiklerinde bu rından nasıl vazgeçeceklerinin derdine düşmüş- Enteresan bir hatıram vardır. Çok önemli bir hatıra fotoğrafını lerdir. Şu bir gerçektir ki, Bayar, Menderes gibi hadise. Kayıtlara mutlaka girmesi lazım. çektirmişler ülkesini sevenler, hürriyete susamış insanları (üstte). yanlarında bulmuşlardır. Türk insanı şahlanmış- 1960 Nisan hadiseleri başlamış, talebeler tır bir kere, ayağa kalkmıştır. Türk insanı “Ne ayaklanmışlardı. O zaman Ordu Kumandanı » İdama doğru yapacağız?” diye sorduğunda Atatürk’ün dediği Adnan Menderes gibi “Kendi kendinizi idare edeceksiniz, yani kim İmralı’ya seçilecekse o idare edecek” demişlerdir. götürülürken (altta). Ancak 1950’deki seçimden sonra Anadolu’da- ki yaşam gelişmeye başlamıştır. Ne tür gelişme? Türkiye’yi değiştirecek bir DP ruhu şahlanmıştır artık. Ama Halk Partililer de menfaatleri kaybol- maya başlayınca rahatsızlanmaya başlamışlardır. Tabii bu rahatsızlık içerisinde DP olarak bazı alanlarda değişiklik yapılmıştır. Neyi değiştirmiş- tir? DP’nin kuruluş esasında sosyal ve ekonomik paylaşımda eşitlik gelmesi vardır. Anadolu’daki tüm Halk Parti kadroları iktida- rı ellerinden gittikten sonra “Eski iktidarımıza nasıl kavuşuruz?” diye bir çalışma içerisinde ol- muşlardır. Hatırlıyorum, 1950’de DP gençlik kol- larındayken, Tokat Turhal’dan Zile’ye yürürken elimizde Atatürk’ün resimleri vardı. Diyorduk ki onlara: “Atatürk’ün resmini paralardan pul- lardan silen sizsiniz. Hem Atatürkçü geçiniyor- sunuz, hem de bu milletin demokratik partisine karşı çıkıyorsunuz.” DP Türk halkına insan olduğunu hatırlattı Bir gerçek daha var. Demokrat Parti Türkiye’de öyle bir şey yaptı ki, köydeki çoban, çiftçi, şehir- deki işçi vs. insan olduğunu öğrendi. Artık su ba- rajı aşmış, araziye yayılmıştı. Tesadüfen ben 1960 İhtilali’nde yedek su- bay olarak İstanbul’da 61. Tümendeydim. Bir avukat olarak beni 61. Tümenden Örfi İdare Kumandanlığı’na atadılar. Kurmay Albay Suat Aktulga diye biri vardı. Beni çok severdi. “Senden istifade ederiz” diye İstanbul Üniversitesi’nin ya- nındaki 2. Örfi İdare Kumandanlığı’na getirdiler. Şube Komutanı Şefik Soyuyüce (sonradan Milli Birlik Komitesi üyesi olacak). Öyle zannediyorum ki, Mart ayında göreve başladık. Teğmen olmuş- 2012 MAYIS / DERİN TARİH 79

Dosya Fahri Özdilek’ti. Talebeler hükümet aleyhine di. “Binbaşım” dedim, “parolayı yanlış söyledi.” nümayiş yapıyorlar, çok kötü şeyler söylüyorlar- “Sen sus” dedi bana. Bundan sonra herşeye “Ta- dı Üniversite bahçesinde. Bizim şubemiz de üni- mam” dedim. O Paşa binbaşıya selam verdi. Yeni versite bahçesinin yanında Askeri Tıbbiye’deydi. parolayı söyledi. Hiç aklıma ihtilal filan gelmedi. 1. Ordu Kumandanı çıktı, Şefik Soyuyüce ve ben Emniyet Müdürlüğü’ne geldik. Sonra Yassıada etrafındayız. “Bu sizin yaptıklarınızı komünist- Komutanı olan Yarbay Tarık Güryay vardı. Hazı- ler yapmaz” dedi. Birçok şeyler söyledi. Bunu rol vaziyette geldi. Binbaşı Soyuyüce’ye parolayı söylerken Şefik Soyyüce ceketinden çekti, “Yap- söyletti. Orada çok enteresan bir olaya şahit ol- ma Paşam, söyleme” dedi. “Ya nasıl yapıyorsun dum. binbaşım ya...” Galata Köprüsü henüz açılmamıştı. Köprü’yü Toplantı bitti. Suç işleyen talebeler cemsele- geçtik. Taksim’e doğru çıkarken ara yoldan tam re dolduruldu. Sonra üniversitenin arkasında Taksim’le Köprü arasında durduk. O köşede bir cemse boşaltıldı. Gözümle şahit oldum. Miting binbaşı, bir de manga vardı. Sıkıyönetim var yapan, iktidara küfreden talebeler serbest bıra- ya. İstiklal Caddesi’nin başında durdu Şefik So- kılıyordu. “Ya binbaşım, nasıl oluyor bu?” diye yuyüce. “Parola” dedi. Binbaşı parolayı söyledi. soruyordum. “Senin aklın ermez. Türkiye böyle Şefik Soyuyüce küfretti. “Doğru parolayı söyle” idare edilmez” dedi. Ceza veriyoruz diye cem- dedi. Binbaşı da “Siz komünistlersiniz” dedi. Şe- selere doldurup öbür tarafta boşaltıyorlar. Bana fik Soyyüce çekti silahını. Adam ateş emri verdi. dedi ki: “Pis Demokrat, bir gün gelecek, senin Şefik Soyuyüce arabaya attı kendisini. 8-10 mer- patronun olacağım.” “Nasıl olacak?” dedim. “O mi isabet etti arabaya. Ama hiçbirimize bir şey zaman görürsün” dedi. olmadı. Belki ilk defa kayda geçecek bir olayı şimdi Harbiye Radyo Evi vardı. Divan Oteli’ni geçin- anlatacağım. Nisan ayı geçiyor. Akşamları yüz- ce sağda. Radyo Evi’ne geldik. Orada da bir man- lerce telefon geliyor. “14 Mayıs mahallesinde ga ve Binbaşı var. Binbaşı yeni parolayı söyledi. Demokrat Partililer ayaklanacak, baskın olacak” “O falancanın (küfrediyor) mangasını alın, yarın gibi ihbarlar oluyor. Gidiyoruz mahalleye, bir emirlerimi bekleyin” dedi Şefik Soyuyüce. kişi bile yok. “Demek biz gelmeden haber geli- yor, gidiyorlar” diyorlar. (1960’daki hadiselerle Harbiye’ye geldik. Bana dedi ki: “Sen burada 2000-2010’larda olan hadiseler hemen hemen bekleyeceksin, ben Ordu Kumandanının evine aynı. Kamufle ediliyorlardı. Kendileri adamlarına gidiyorum.” Tam o sırada merdivenleri biri indi. yaptırdılar bunları.) Radyoyu açtı. İstiklal Marşı çalıyordu. İstanbul’da ihtilal oluyor haberleri yankılanıyordu. Orası or- 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan akşam... Şefik duevinin hem yemekhanesi, hem yatakhanesiy- Soyuyüce beni karargâha çağırdı. Dedi ki: “Seni di. Biri bağırmaya başladı. Ağzını kapatıp sustur- göz hapsine alıyoruz bu akşam.” “Neden?” dedim. dular. İzmir’de emekliye ayrılan Genelkurmay “Çünkü DP’lisin sen” dedi. “Olur, alın, giderim, Başkanı’nı (Cemal Gürsel) getirmek üzere görev- yatarım revire” dedim. “Yok, revir değil, burada lendirilmiş Hava Kuvvetleri pilotları oradaydı. oturacaksın, bu akşam bana lazımsın” dedi. “Peki” dedim. İçeri koydular, öyle oturuyorum. Zannedi- Saat 02:30-03:00’a kadar bekledim. Orada tek yorum saat 22:00-23:00 filan. Geldi. “Gel bakalım. teğmen bendim. Oturanlar binbaşıların, albayla- Her şey halloldu” dedi. Ben çıktım ki, Üniversite rın ihtilalden haberi yok. Saat 03:00 oldu. Binba- (Beyazıt) Meydanı tankla dolu. Herkes manevra şı geldi. Paşa (I. Ordu Komutanı Fahri Özdilek) elbiseleri giymiş. “Ne oluyor?” dedim. “Görürsün” Ankara Radyosu da ihtilal haberlerini teyid edin- dedi. “İstihbaratları yazdık ya. Basacaklarmış ya, ceye kadar evet demedi. Orada bir ihtilal oldu- karşı koyacağız” dedi. Her askeri ihtilalde ihtilale ğunu ve Şefik Soyuyüce’nin de işin içinde oldu- bir gerekçe hazırlanmıştır. Bu zabıtlarda var, 1960 ğunu öğrendim. İhtilal oldu bittiye getirilmiş bir zabıtlarında. “Tamam” dedim. hareket olmuştu. 27 Mayıs ihtilaline tanık oluyorum Demokrat avı başlıyor Saat 24:00’a doğru bizi çağırdı. Hepimiz teğme- Döndük, geldik karargâha. Karargâhta son niz. İlk işimiz vilayete gitmek oldu, Cağaloğlu’na. model bir araba çekildi altına Şefik Soyuyüce’nin. Bizim binbaşı indi. Hazırol vaziyetinde selam ver- Korumalar filan. “Ne oluyor binbaşım?” dedim. di. Saat 00:05. “Parola” dedi. Adam parolayı söyle- Ben hâlâ o günkü yaşımla, tecrübemle bir bin- başının ihtilal komitesinde yer alabileceğini 80 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

düşünemiyordum. “Görürsün, Türkiye’yi nasıl OSMAN ÇETİN KİMDİR? idare edeceğim” dedi. “Peki” dedim. Ardından 27 Mayıs ihtilali oldu ve Mayıs’ın 30’una doğru 1934 Tokat Zile doğumlu. 1960 yılında terhisim geldi. Ankara Barosu’na kayıt oldu. Halen İstanbul Barosu’na kayıtlı. Siyasete Kurmay Albay Suat Aktulga çok beyefendi, 1953’te Sivas Lisesi Talebe Cemiyeti çok dürüst bir adamdı. Zaten bunların içeri- Başkanı olarak başladı. 1963-72’de Tokat sine girmemişti. Beni çağırdı. “Osman, beni Zile Belediye Başkanı seçildi. 1973’te İstanbul’a Belediye Reisi yaptılar. Hiçbir şey an- Şekerbank Yönetim Kurulu Başkanı, lamam. Sen genç bir hukukçusun. Mert de bir 1975’te Panko Birlik Kurucu Başkanı adamsın. Benim hukuk müşavirliğimi bir iki ay oldu. 1979’da Adalet Partisi Tokat yapar mısın?” dedi. “Peki Albayım” dedim. “Ama Senatörü oldu ancak ertesi yıl 12 Eylül ben fikren belli bir adamım” dedim. “Tamam” darbesiyle senatörlüğü sona erdi. 1981’de dedi. Böylece İstanbul Belediye Başkanı Müşaviri kurduğu Çetin Dış Ticaret ve Orman A.Ş., oldum. Bana yatacak yer ve araba ayarlandı. Ankara Ticaret Odası’ndan 1984 yılı “en büyük ihracatçı firma” ödülünü aldı. Bir iki ay sonra bıraktım, Tokat Zile’ye gittim. İhtilal olmuştu. “Herkes perişan” dediler. Halk bu ihtilali birinci sınıf Halk Partililerin yönetim- de etkili olmak için yaptıklarından yüzde yüz emindi. İhtilal günlerinde, İstanbul’da kaldığım bir ay müddetince Halk Partililer adım adım, ev ev bü- tün Demokrat Partilileri askerlere ihbar ettiler ve içeri aldırdılar. Hiç suçu olmayan insanları yaka paça götürdüler. Ağlıyordu insanlar, “Biz bir şey yapmadık ki!” diyorlardı. Bu bir gerçektir. Kayıtlarda da vardır. DP iktidarındaki en büyük ‘kötülük’ de Türkiye’nin işçisini, köylüsünü, çift- çisini ikinci sınıf adamlıktan birinci sınıf adam- lığa çıkarmaktı. Menderes ve Bayar’a hak etmedikleri bir siya- si yargılama süreci başlamıştı. Bu büyük adam- lar hakkında utanılacak derecede karalamalar ortaya atıldı. Ben bu arada belediyedeyim. Albay’ın yanı- 2012 MAYIS / DERİN TARİH 81

Dosya Cahit İleri arşivi. 27 Mayıs na girdim. “Bir ricam var. Ben sizi kırmadım, siz kadar hazırlık?” diye sorduğumda “DP’liler ayak- ihtilâlinin iki de beni kırmayın” dedim. “Nedir?” dedi. “Bayar landı, geliyorlar” dediler. Tutukluydu zaten ama mağduru: Adnan ve Menderes İstanbul’a geldiği zaman karşılama- arkadaki büyüklerden biri “Arkadaşlar hadi” Menderes ve ya gitmek istiyorum. Hatta mümkünse Mende- dese ardında binler ölürdü. Bu çok belliydi. Çün- Tevfik İleri. res ile beni Yassıada’ya kadar gönderin” dedim. kü bu ihtilal üç beş kişinin yaptığı bir hareketti. “Tamam Osman” dedi. Böylece zindana giden Bin kişinin değildi. Oysa DP’nin arkasında çok sayın Başbakan Menderes’in refakatçisi oldum. büyük bir halk desteği vardı. Tükürükle boğar- lardı ihtilali yapanları ama bu halk öyle bir halk Menderes’le diz dize son uçuş değildi. Anlatmam mümkün değil. (Burada Osman Menderes geldi. Perişan, tıraş olmamış. Ha- Çetin’in sesi titremeye, gözleri dolmaya başlı- karet edenler, bağıranlar... Ben, Şefik Soyuyüce yor.) Bayar’ı karşılamaya parolasız (‘Önüne ge- ve Kurmay Binbaşı Muzaffer Özdağ, uzun nam- leni vur’ emriyle) gittik. İhtilal nasıl planlandığı lulu silahlar… Rahmetli Menderes oturuyor zaman plan program yapılmışsa bu tip hare- karşımızda. “Senin silahın yok teğmen?” dedi ketlerde de sanki insanlar kaçıracaklar, baskın rahmetli. “Beni niye götürüyorlar?” diye sordu yapacaklar gibi prova yapılır. “Osman, parolasız bana. “Ne yaptım ben?” dedi. (Ağlıyor bunları gidiyoruz. Her an öldürebilirler bizi veya biz biri- anlatırken.) Menderes sonra “Ama biz bir şey lerini öldürebiliriz” dedi Şefik Soyuyüce. yaptık Türkiye’de” dedi. “Nedir Başbakanım?” dedim. “Türkiye’ye, Türk insanına bir istikamet Büyük karşılama töreni yapılmış. Astsubaylar verdik. Biz Türk insanına demokrat olmanın, dizilmişler. Ondan önce milletvekilleri ve ba- kendi hakkına sahip olmanın önemini ve ciddi- kanlar iniyorlar. Bavulları atılıyor ve astsubaylar yetini anlattık ve kavrattık. Yani kendisinin de bavulları çiğniyordu. Adamlar zaten iki büklüm herkes gibi hakkına, iradesine sahip bir Türk in- olmuş. Fakat rahmetli Celâl Bayar indi. Uzattı sanı olduğunu anlatmaya çalıştık” dedi. “Başka bavulunu. Tıraş olmuş ve giyinmiş. Bir astsubay söyleyeceğiniz var mı efendim?” dedim. “Allah gayrı iradi bavulu aldı, götürdü koydu. Bayar’ın yardım etsin” dedi. Orada indirdiler adamı. Veda yanına koymadılar beni. Sanki hayvan nakliyesi ettim. yapılıyor gibi “Birkaç gün sonra en büyük baş nakliyesi gelecek” dedi. 1960’dan 2010’a geldik. Türk insanı bu nok- taya nereden, nasıl geldiğini bilmemektedir. AK Menderes’in Ankara’dan İstanbul’a gelişi özel Partili değilim ama Recep Tayyip Erdoğan’ı da, havayoluyla ve farklı bir havaalanına olmuştu. Abdullah Gül’ü de, hareketlerini de destekliyo- Hücumbotuna binilerek cemselerin geleceği rum. Herkes benim aleyhimde. Çocuklarım da, deniz kenarında hazırlanan yere gittik. Mera- eşim de... Ama herkese anlatmaya çalışıyorum. simler, korumalar vs. hazırlıklar var. “Neden bu 82 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Tarihçi Gözüyle [email protected] M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU ASKER-SİYASET İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA 27 MAYIS DARBESİ » Prof. Dr., Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Enstitüsü'nde öğretim üyesidir. 27 Mayıs Darbesi genellikle 1971, 1980 ve 1997 yılla- arasındaki çizgilerin günümüze ya da dönemin Avrupa rında gerçekleştirilen askerî müdahalelerle karşılaştırılır. devletlerine nazaran bir hayli esnek olduğu bir yapıda, yu- Yapılan mukayese ise çoğunlukla “devrim-darbe” kavram- karıdan aşağıya modernleşme siyaseti uygulamak isteyen ları üzerinden gerçekleştirilir. Gerçekte ise 27 Mayıs Dar- bürokrasinin parçası haline gelmişti. besi, kendisinden sonraki askerî müdahalelerden ziyade “İnkılâb-ı Azîm” olarak adlandırılan 1908 İhtilâli ile ilginç Saray ve ulemanın perde arkasına itildiği bu dengede, benzerlikler gösterir. Bununla beraber konuya bu tür iki- askerin de parçası olduğu bürokrasi boşluğu doldurmuş li, üçlü ya da dörtlü karşılaştırmalar yerine 1826 sonrası ve diktatörlüğünü, Abdülaziz’in gücün bir bölümünü süreçte “asker-siyaset ilişkisi” bağlamında yaklaşmak bize, Saray’a geri alışına kadar sürdürmüştü. Bürokrasi, Saray’ın “Devrim mi? Darbe mi?” benzeri anlamsız bir tartışmaya iktidar paylaşımındaki rolünün artışına bir noktaya kadar kıyasla çok daha anlamlı bir kuramsal çerçeve sunabilir. tahammül etmiş, Sultan Abdülaziz’i tahttan indirerek Bâb-ı Âli diktatörlüğünü yeniden pekiştirmek istemişti. Ordunun yeni safı Sa’id Halim Paşa, 1876 Meşrutiyeti’ni değerlendirirken, Yeniçeriliğin ortadan kaldırılması, Osmanlı düzen ve Kanun-i Esasî’nin “hakikat-ı halde bizzat idare-i mutlaka siyasetindeki dengeleri altüst eden gelişmelerin başın- me’murîninin hükümdarın istibdadını” dengelemek ama- da gelir. İcracıları tarafından “Vak’a-i Hayriye” olarak ad- cıyla “tertib etmiş oldukları bir tedbir” olduğunu ileri sür- landırılan bu olay, Tanzimat ve Cumhuriyet tarihçilikleri müştü. Kendisine göre Kanun-i Esasî fikrini ortaya atan tarafından da benzer şekilde kavramsallaştırılırken, Yeni bürokratlar sadece kâğıt üzerinde var olan bir unsuru, Osmanlı ve Jön Türk muhalefetlerince şiddetle eleştiril- “millet”i devreye sokmak istemişlerdi. Bu, askerin de par- miştir. II. Mahmud iktidarında Yeniçeriler ile âyân ordu- çası olduğu Bâb-ı Âlî diktatörlüğünün “millet” adına sür- larının ortadan kaldırılması ve Bâb-ı Seraskerî ile Dâr-ı dürülmesini sağlayacaktı. Ancak gelişmeler farklı oldu. Şûra-yı Askerî’nin kuruluşu Tanzimat’a farklı bir ordu yapı- lanmasıyla girilmesine neden olmuştu. Bu, aynı zamanda Cihet-i askeriye ve Yıldız Yeniçerilerin temsil ettiği merkezî ordu ile geleneğin sa- vunucusu ulema arasındaki ittifakın da sona ermesi anla- İktidarı paylaşmaya yanaşmayan bürokratik diktatör- mına geliyordu. İlk modernleşme çabaları kendi üzerinde lük, 1878 sonrasında Saray’ın sisteme el koyarak, Bâb-ı gerçekleştirilen ordu, kurum olarak siyasî dengedeki ye- Âlî’yi tedricen devreden çıkarmasına katlanmak zorunda rini değiştirmişti. Dolayısıyla Tanzimat, bürokrasi diktatör- kaldı. 1895 yılında Kâmil Paşa’nın“sorumlu hükümet”e dö- lüğüne destek veren, kendini onun parçası olarak gören nüş girişimiyle son kurşununu atan sivil bürokrasi, Paşa’nın bir askerî yapılanma devralmıştı. Yeni ordu, “asker” ile “sivil” azliyle havlu attı. Ulema zaten çoktan devre dışı kalmıştı. II. Abdülhamid rejimi içinde ordu ilginç bir değişim süreci yaşadı. Saray sisteme egemen olmuş, sivil bü- 2012 MAYIS / DERİN TARİH 83

Tarihçi Gözüyle rokrasi iktidardaki kurumsal payını büyük çapta kaybet- başlamadan Serasker’e bir mektup yollayarak, ona göre- mişti. Saray’a karşı iktidar kaybı açısından ordu da farklı vinden ayrılmasını tavsiye etmiş, aksi takdirde bir kukla bir durumda değildi. Sultan tarafından gerçekleştirilen olarak getirildiği makamdan alaşağı edileceği tehdidini keyfî rütbe dağıtımı orduda hiyerarşinin korunmasını faz- iletmişti. Ayaklanma yüksek rütbeli subayların kumanda- lasıyla güçleştiriyordu. Ancak genel iktidar paylaşımında sındaki büyük birliklerde değil, redif (ihtiyat) taburlarında güç kaybetmesine karşılık ordu, bürokrasi içindeki etki başlatılmıştı. Sultan, ihtilâl başladığında devlet ricâlinden alanını genişletmeye başladı ve sistem içinde “cihet-i alınacak tedbirler konusunda görüş talep ettiğinde, askeriye”nin görüşü ağırlığını artırdı. Serasker Mehmed “askerî ceza kanunu” uygulanarak ayaklanmaya katılan- Rıza Paşa, Gemiciler (Gemidziite) adlı Makedon-Bulgar ların cezalandırılmasını talep eden Serasker Mehmed anarşist örgüt, 28 Nisan-1 Mayıs 1903 tarihleri arasında Rıza Paşa dışında herkes şiddet kullanılmamasını tavsiye peş peşe patlattığı bombalarla Selânik’te tam bir terör etmişti. ortamı yarattığında, olaya nasıl el koyduğunu anlatırken İhtilâl ilk bakışta askerî darbe görünümü veriyordu. bu etki alanının genişlemesini gösteren ilginç bir örnek Manastır sokaklarında askerler yürüyor, top arabaları üze- vermektedir: “Bu haber-i meş’umun Dersaadet’e geldiği rinde “hürriyet” ilân ediliyordu. Ancak İttihad ve Terakki saatde telgrafhâneye giderek [Vali] Hasan Fehmi Paşa’yı üyeleri takriben 26 bin kişiden oluşan imparatorluk subay Selânik Telgrafhânesi’ne çağırdım. Müşaünileyhden kadrosu içinde oldukça küçük bir azınlığı oluşturuyorlar- tafsilât istedim.” Bu örnekte de görüldüğü gibi Harbiye dı. Ayrıca bu kimselerin çoğu mülâzım-ı sânî ile miralay Nâzırı, Sadaret aracılığıyla görüşmesi gereken bir valiyi arasındaki rütbelere dağılmışlardı. Ali Paşa gibi birkaç mir- doğrudan telgrafhâneye çağırarak ondan bilgi talep et- liva da harekete katılmıştı. Buna karşılık erkân ve ümerâ mekte bir sorun görmemiştir. Döneme ait vesikalarda rejimi destekliyor ve eylemleri“harekât-ı serkeşâne”olarak değişik konularda “cihet-i askeriye”nin görüşünün alın- yorumluyorlardı. Fakat ordu yönetici kadrolarının ne dü- masının gerekliliğinin vurgulanması, hem resmî olmayan şündüğü artık önemini yitirmişti. Para-militer bir teşkilât bir özerkleşmeyi, hem de bir nüfuz alanı genişlemesini ihtilâl yapmış, rütbe ve hiyerarşi anlamsız hale gelmişti. ortaya koymaktadır. Nitekim Ağustos ayı başında Rahmi Bey başkanlığında Bu nüfûz alanı genişlemesine paralel olarak Sultan Selânik’ten pâyitahta gelen İttihad ve Terakki heyeti hü- tarafından Mekteb-i Harbiye-i Şâhâne’yi ıslah vazifesiyle kümete taleplerini dikte ederken, Binbaşı Ahmed Cemal İstanbul’a davet edilen Colmar von der Goltz’un etkisiyle Bey (Paşa) da Harbiye Nezareti’ne kilit kumandanlık mev- ordu kendi toplumsal rolünü de farklı görmeye başlamış- kilerine getirilecek isimlerden oluşan bir listeyi iletiyordu. tır. Yeni subay kuşağı Goltz’un izinde, zabitânın “millet-i Artık apoletler değil, Cemiyet konuşuyordu. müsellâha”ya önderlik etme vazifesiyle mükellef bir sınıf olduğu tezini fazlasıyla içselleştirmiş ve kendisine farklı Ordu-cemiyet ilişkisi bir toplumsal rol biçmiştir. “İnkılâb-ı Azîm” akabinde 27 Mayıs sonrasındakine benzer gelişmeler yaşandı. Ordu hiyerarşisi darmadağın İnkılâb-ı Azîm: Zabitân, erkân ve olmuştu. Adları eski rejimle özdeşleşen erkân tasfiye edil- ümerâya karşı mekle beraber, ihtilâlin sembolü haline gelen kahraman- Dolayısıyla 1908 yılına gelin- ları binbaşı ve kolağası rütbesinde diğinde, ordu rejim değişir ve ku- » Hürriyet, uhuvvet, adalet: Ellerin- olan örgütün, Osmanlı ordusu gibi, II. rumsal roller yeniden belirlenirse deki Osmanlı bayrakları ile Meşrutiye- Abdülhamid döneminde Saray’dan bundan fazlasıyla istifade edebi- dağıtılan rütbelerle üst katmanları ti kutlayan İstanbul Ermenileri. lecek durumdaydı. Genç subay http://forum.e-tarih.org/thread-777.html fazlasıyla şişmiş, çok sayıda müşir ve kadroları da böylesi bir değişimi ferike sahip bir orduyu idare edebil- fazlasıyla arzuluyorlardı. Buna mesi imkânsızdı. Bu nedenle ihtilâl karşılık “İnkılâb-ı Azîm”in gerçek- sonrasında ordu üst kademesi ile leşmesi aşamasında ordunun üst İttihad ve Terakki arasında oldukça kademesi rejime bağlıydı. Zaten sıkıntılı bir ilişki başladı. Ordu yeni Terakki ve İttihad Cemiyeti ihtilâl rejimde iktidardan daha fazla pay al- 84 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

mak istiyor; ama bunu kurumsal düzeyde ve hiyerarşiyi Ulus-devlet ve ordu koruyarak gerçekleştirmeyi arzuluyordu. Buna karşılık İt- tihad ve Terakki Cemiyeti, askerî birliklere örgüte bağlılık Ordu 1918-1922 döneminde Goltz’un eserlerinde yemini ettirilmesiyle de ortaya konulduğu gibi kendi gü- vurguladığı bir “millet-i müsellâha”nın (silahlanmış millet) dümünde, subay âzâlarının idaresinde bir ordu yaratmak mücadelesine önderlik etti. Silahlı kuvvetler, askerî zaferler istiyordu. sonrası kurulan, lideri Mustafa Kemal Atatürk ve kurucu kadrosunun önde gelen pek çok isminin subay olduğu Bu sıkıntılı ilişki Mahmud Şevket Paşa suikastına ka- yeni ulus-devletin yaratıcısıydı ve bir kurum olarak ken- dar sürdü. Ordu, 1972 yılında ara rejim sırasında kurulan disini rejimin kurucusu ve koruyucusu olarak görüyordu. Askerî Şûra’yı andıran Şûra-yı Askerî’nin tesisi, Askerî Te- Bilhassa 1925 sonrasında güçlenen lider kültü ciddi bir ku- kaüd ve Askerî İkraz Sandığı kanunları benzeri kurumsal rumsal iktidar mücadelesinin sahnelenmesini önlüyordu. özerkliği artıran, subaylara bir sınıf olarak ayrıcalıklar geti- Siyaset 1908-1912 dönemindeki gücünün bir hayli uza- ren yasal düzenlemelerden memnuniyet duyuyordu. 31 ğındaydı; 1926’da ise tamamen tasfiye edilmişti. CHP de Mart Olayı sonrasında Saray’ın iktidar paylaşım savaşında son tahlilde “liderin partisi” olduğu için İttihad ve Terakki devre dışı kalmasıyla oluşan boşluğu da cemiyetle bera- benzeri bir etkinliği söz konusu değildi. Yeni rejimde de ber ordu doldurmuştu. Ancak ordu üst kademesi, para- cihet-i askeriye’nin belirli bir özerklik ve ağırlığı vardı. Lider, militer örgütlenmesi, askerî kulüpleri, düşük rütbedeki dil ıslâhatı benzeri konularda bile Mareşal’in onayının alın- subaylardan oluşan fedaî teşkilâtı ve kahraman statüsün- masını istiyordu. Ancak bu ağırlık, tıpkı Devr-i Hamidî’de de sağa sola emir yağdıran ileri gelenleriyle İttihad ve Te- görüldüğü gibi iktidar mücadelesine dönüştürülmüyor- rakki Cemiyeti’nden fazlasıyla rahatsızdı. du. Ordu rolünü liderin emrinde, rejimin koruyucusu ola- rak belirlemişti. Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa hükümetleri çı- kardıkları yasalar ve gerçekleştirdikleri uygulamalarla 10 Kasım 1938 sonrasında iktidara kimin geleceğine de Cemiyet’in ordu içindeki örgütlenmesini tasfiyeye ve ordu karar vermiş; ama rolünde bir farklılaşma görmemiş- askerî personelin siyasî faaliyette bulunmasını engelle- ti. Çok partili düzene geçiş sonrasında, siyasetin farklı an- meye çalışmışlardı. Ancak para-militer bir örgüt olan İtti- lam kazanması ve genel anlamıyla bürokrasinin etkisinin had ve Terakki Cemiyeti ile ordu arasındaki ilişkinin yasa- zayıflamasıyla beraber ordunun da ağırlığında bir azalma larla düzenlenmesi mümkün değildi. Nitekim örgüt Bâb-ı görülmüştü. Buna karşın ordu üst kademesi siyasetle te- Âlî Baskını’nı Enver Bey liderliğinde askerî bir eylem ola- mel bir çatışmaya girmemişti. rak gerçekleştirmişti. Buna karşılık İttihadçı subayları “ya- ramaz çocuklar” olarak gören erkân, Cemiyet’in Tek Parti Ordu üst kademesinin muhalefetine rağmen gerçek- iktidarı şekillenmeye başladığında dahi bir kurum olarak leştirilen 27 Mayıs Darbesi, “İnkılâb-ı Azîm” benzeri bir ha- ordunun ülkenin kaderini belirleyeceğine inanıyordu. reket olmak, 1908’de olduğu gibi “hürriyet” söylemini kul- lanmakla birlikte, doğrudan subayların planlayıp icra ettiği Halil Halid Bey, 31 Mart sonrasında bir İngiliz dergisin- bir eylemdi. Hareketin arkasında 1908’deki gibi bir örgüt de yayınlanan yazısında meşrutî rejimi savunan güçlerin bulunmuyordu. CHP darbeyi destekliyor ama yönetmiyor- “İttihad ve Terakki’nin ordusu” olarak görülmesinin büyük du. Bu nedenle yaptıkları tüm tasfiyelere karşın darbeciler bir hata olacağını, çünkü gerçekte “Cemiyet’in ordunun 1908-1913 döneminde İttihad ve Terakki’nin gerçekleştir- denetiminde olduğu” yorumunu yapmıştı. Ancak Mah- diği gibi yeni bir ordu yaratamadılar. Hiyerarşisi fazlasıyla mud Şevket Paşa suikastı sonrasında İttihad ve Terakki zedelenmekle birlikte ordu, kurumsal yapısının 1913 son- tüm dizginleri ele geçirdiğinde bu yorumun tersinin ge- rasında olduğu gibi yıkılmasına izin vermedi. Dolayısıyla çerli olduğu görülmüştü. Enver Paşa’nın modern Osman- 1960 Darbesi ordu-siyaset ilişkilerinde yeni bir sahifenin lı tarihinin en genç Harbiye Nâzırı olarak gerçekleştirdiği açılmasıdır. Silahlı kuvvetler para-militer bir örgütün varlığı tensikat ve ıslâhat Cemiyet’in kontrolünde bir ordu yarat- nedeniyle 1908 İhtilâli sonrasında iktidara, Mahmud Şev- mıştı. Ordu, Harbiye ve Bahriye Nâzırları Enver ve Cemal ket Paşa benzeri kumandanların arzuladığı şekilde ortak Paşaların kişiliğinde iktidardaydı. Ama artık Mahmud Şev- olamamıştı. Bu, 1960 sonrasında, ordu hiyerarşisi yeniden ket Paşa ve eski erkânın hayal ettiği gibi iktidarı bir kurum tesis edildikten sonra tedricen gerçekleşecekti. Ordu bir olarak paylaşmıyor, yeni dengede Cemiyet’in askerî kana- kurum olarak iktidarın en büyük ortağı olacak, bürokrasi- dı olarak yer alıyordu. deki ağırlığını yasallaştıracak ve siyasetin sınırlarını daralta- rak yarım asır sürecek bir vesayet rejimi kuracaktı. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 85

Edebiyat Tarihi Tek ParTİ DönemİnDeCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Sabahattin Âli’yi CHP öldürdü” itirafı, Tek Parti EdEbî döneminde aydınları susturmanın bir CİNAYETLERbaşkaboyutunuaçığavuruyordu. Samİ akbıyık [email protected] A lında her dönemde iktidarı ra- dıkları Büyük Mecmua’nın 1919’da nasıl sansüre hatsız eden yazı işçileri olmuş- tur. Onlar kalemleriyle ilmik uğradığını şöyle anlatır: “Ben sansürden çizili ilmik sanat eserlerini örerken, olarak gelen yazıların yerlerini beyaz olarak ya- dönemlerine de ayna tutarlar. yınlamaya devam ediyordum. Bazı nüshalar gü- lünç denecek kadar boş çıkıyordu.” Sözünü esirgemeyen yazar- İstiklal Savaşı sonrası devlet Yüzellilikler’in lar daima koltuk sahiplerinin rahatını kaçırır. ülkeye girişini yasaklar. Ünlü yazarlardan Refik Halit Karay da yasaklı 150 kişiden biridir. Tek Par- Hal böyle olunca kalem işçilerinin akıbetlerine ti yılları için o sivri diliyle “Geri geri ileri gittik” tabirini kullanan Refik Halit, Atatürk dönemi dair utanç verici örneklere tanık olmak şaşırtıcı sansür psikolojisini, yıllar sonra yazdığı Bir Ömür olmaktan çıkar. Çeyrek asır süren Tek Parti dö- Boyunca adlı kitabında şöyle anlatır: neminde (1925-1950) kitaplar toplatılmış; yazar- “Gerçekten ne idi o bir zamanlar, Tek Parti zamanları, hele hele parti bakanları? Korkmaz- lar soruşturma ve kovuşturma geçirmiştir. Kimi lardı basından. Koltuğuna kurulur, bir bakardı şöyle gazetelere, kızarırdı yüzü öfkeden. ‘Ne halt işkence görüp yıllarca hapis yatmış, kimi yurt etmişler’ derdi birden, ‘Buğday fiyatları düşüyor’ diye yazmış köftehorlar! Çizmeden yukarı çık- dışına sürülmüş, kimi de devlet eliyle öldürtül- mışlar, devletin itibarını kırmışlar, millî şerefe kıymışlar!’ Hemen bir direktif gelirdi: ‘Buğday fi- müştür. Daha da hazini, Meşrutiyet’le birlikte yatlarından sakın bahsetmeyin’ denirdi. Buğday lafı alargaya çekilirdi...” kalktığı söylenen sansürün, Cumhuriyet’n siyasî Edebî eserlere çekidüzen aktörlerince bizzat uygulanmış olması. Orhan Kemal, 3,5 yılını hapiste Nazım Osmanlı Devleti’nde sansür güya Meşrutiyet’in Hikmet’le birlikte geçirir. Çıktıktan sonra yazdı- ilanıyla kaldırılmıştı ama birkaç yıl içinde çok daha ağır bir şekilde geri dönecekti. Mütareke dönemi boyunca İstanbul basını İngiliz sansürü- ne tâbidir. Cumhuriyet dönemindeyse sansürün giderek sertleştiğini görürüz. Sabiha Sertel’in hatıratı Roman Gibi’de İngiliz sansürüyle ilgili şaşırtıcı notlara rastlıyoruz. Sabi- ha Hanım, eşi Zekeriya Sertel’le birlikte yayınla- 86 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

ğı Çöpçü, Arka Sokak ve Grev adlı öyküleri yüzün- İSAM den yeniden başı belaya girer. “İtalya, Almanya Kadri’nin açıklamasından tatmin oluyor ki, ‘Ha! » Sansürden bizden daha ileridir” dediği için yabancı rejimler Anladım! Mesele yok o zaman’ deyip gidiyor. Son- arda kalan ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle ra bir gün yine sabahın erken saatinde ‘Tiran’a birkaç kelime… 5 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilir (1939). büyükelçi oldun’ diyorlar.” Büyük Sait Faik Abasıyanık da Şahmerdan (1940) adlı Belge’ye göre bu tayin “Kadro işlerini bırak” Mecmua’nın kitabındaki “Çelme” başlıklı öyküsünde yöneti- anlamını taşıyordu. Dönemi incelediğimizde bir- 14. sayısında ciye hakaret suçuyla sıkıyönetim mahkemesinde çok edebiyatçının büyükelçi olarak atandıklarını (solda) sol alt görürüz. Bu da tekin olmayan yazarların devlet köşesindeki boş yargılanır. Yetmezmiş gibi Medar-ı Maişet Motoru kontrolünde tutulmak istendiğini gösteriyor. bölümde yer alan Emir Faysal adlı romanı 1944’te sıkıyönetimce toplatılır. “bir hikaye yazdım, tutukladılar…” Hazreti’nin Yakup Kadri Karaosmanoğlu yaşlılık demlerin- iki mühim 1946’da dönemin Basın Yayın Müdürü Nedim beyanatının de yeğeni Murat Belge’ye ilginç bir itirafta bulu- Veysel İlkin, Bakanlar Kurulu’na dilekçe verir. açıklandığı nur: “Hayatımda ne yapmak istedimse hep tersi- kısımlar sansüre ni yapmak zorunda kaldım. Proust gibi bir yazar İsteği ilginçtir: Cahit Irgat’ın Rüzgarlarım Konu- olmak isterdim ama Balzac gibi olmam gerekti.” şuyor adlı şiir kitabının Komünizm propagandası uğramıştır. Büyük Mecmua’nın Bu itiraftan sonra Yakup Kadri’nin kitapları- yaptığı gerekçesiyle yasaklanması. 15. sayısının nı yeniden gözden geçiriyor Belge: “Nur Baba’yı Salah Birsel, Gençlik dergisinde yayımlanan ilk sayfasında ise (sağda) düşündüm. İlk romanı. Aslında tekke havasını, “Bulut Geçti” adlı şiirinden 1941’de yargılanır- “Namık İsmail Bektaşiliği çok sever. Buna rağmen o romanda Bey” ve “Lâle tekke şeyhinin nasıl bir dolandırıcı olduğunu an- ken, Reşat Enis’in 1944’te yayımlanan Toprak Devri” ifadeleri latmak zorunda kalmış. Dediğinde bir doğruluk hariç tüm payı olduğuna o zaman kanaat getirdim.” metne sansür uygulandığı Belge’ye göre büyük dayısının mizacına göre görülüyor. yazmak isteyeceği tek bir romanı var: Hep O Şar- kı. Diğerleri için söylenebilecek tek şey, vazife bilinciyle kaleme alındıkları: “Bir tür vatanper- verlik yapıyorlar herhalde. Toplumun genel ide- olojisine bakarak bu kanaate varıyor olmalılar”. Yakup Kadri siyaseten Mustafa Kemal çizgisin- dedir ve ömrü boyunca ona bağlı kalır. Ancak Belge’nin aktardığı anekdotlar, onun bile polis takibi altında yaşadığını gösteriyor: “Yakup Kadri, Ankara’da yaşıyor. Kavaklıdere’de bir evleri var. Bir sabah erken saatte Ruşen Eşref’le Falih Rıfkı geliyor. Telaşlılar. ‘Biraz yurt- dışına gitsen’ diyorlar. Sebebini soruyor. ‘Akşam Çankaya’daydık, Gazi Kadro’da çıkan yazına çok kızdı’ diyorlar. Daha onlar konuşurken kapı açılı- yor ve Atatürk giriyor içeriye. Öfkeli bir ifadeyle yazıyı önüne fırlatıp ‘Bu ne?’ diye çıkışıyor. Yakup ÇALIKUŞU bİLE yeni versiyonda Osmanlı’ya karşı en ufak bir sempati- ne oluyorsa o manzaraya SaNSÜRLENmİŞ dair olumlu ifade ve olgu- ye tahammül olmadığını karşı nefretle dolar ve lar ya tümden yok edilmiş ortaya koyar. Mesela bir “Hani Kavaklarda, önüne Reşat Nuri Güntekin’in ya da tam tersi bir anlam yerde, Zeyniler köyünün ağlar serilmiş, yağmurdan Çalıkuşu adlı romanının taşıyacak şekilde değiş- evlerinden bahsederken, çürüyüp kararmış, Boğaz 1922’deki ilk baskısı tirilmiştir. Eski biçimiyle “Hani Boğaziçi’nde eski rüzgârlarından bir yana Arap harfleriyle yapılır. Çalıkuşu, yazıldığı dönemin zamandan kalma kayıkha- çarpılmış, viran balıkçı Latin harfleriyle ilk bas- şartlarının belgesi gibidir. neli evler vardır, bu evler kulübeleri vardır; bu evler, kısı 1935’tedir. N. Ahmet Ancak 1935’de geçirdiği tıpkı onlara benziyordu” ilk bakışta onları hatırlatı- Özalp’ın belirttiğine göre değişiklikler, geçmişe diyen Feride, yeni baskıda yordu” demeye başlar. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 87

Edebiyat Tarihi T.C. Başbakanlık Cumhuriyet arşivi işin nereye varacağını tahmin eder gibi oldum. ‘Bir yazının edebi ya da edepli olup olmayacağı, » İsmet İnönü imzalı sansür belgeleri yorumlayanın zihniyetine bakar komutanım’ T.C. Başbakanlık Cumhuriyet arşivi karşılığını verdim. Komutan, büyük bir öfkeyle Sabahattin Âli’nin, Başbakanlık Arşivi’nde yer alan Sırça Köşk (solda) ile tabur komutanı binbaşıya dönerek ‘Teğmen tu- Değirmen, Dağlar ve Rüzgar (sağda) adlı kitaplarının yasaklanmasıyla tuklanmıştır, götürün’ dedi.” ilgili, üzerinde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve bakanların 1946’da yayın hayatına başlayan ve Sabahat- imzalarının yer aldığı bu belgelere, cezası devlet eliyle verilen bir tin Âli, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın yazdığı haf- yazarın susturuluşunun kağıt üzerindeki kanıtları diyebiliriz. talık mizah gazetesi Marko Paşa, toplama ve Kokusu adlı romanı Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanma denilince akla gelenlerden. 16. sayı- toplatılıp yasaklanır. Yine Reşat Enis’in yazdı- sındaki açıklamadan, iktidarın ne denli baskıcı olduğunu anlarız: “Ne gün fırsat bulursa o gün ğı Ekmek Kavgamız romanı, Komünist propa- çıkar, çıktığı gün saat 8 ile 9 arası satılır. 9’da toplatılmaya başlar, Türkiye’deki demokrasinin gandası yapıldığı gerekçesiyle 1948’de; Abidin ve basın hürriyetinin miyarı (ölçütü) olan böyle Dino’nun yazdığı Kel adlı piyes, Dünya Savaşı bir acayip mizah gazetesidir.” hakkında bilgi verdiği için 28 Ekim 1944’de Ba- kanlar Kurulu kararıyla toplatılır. Necip Fazıl’ın Devlet eliyle öldürülen şair çıkardığı Büyük Doğu dergisi, dinî ve siyasî yazı- Tek Parti döneminin en hoşnutsuz isimlerin- den Sabahattin Âli, şiir ve hikâyeleri yüzünden lar nedeniyle defalarca kapatılır, kendisi de bir- çok kez tutuklanıp mahkûm edilir. defalarca tutuklanır, kitapları toplatılır. Dağ, De- ğirmen ve Rüzgar 15 Temmuz 1944’de, Sırça Köşk Tek Parti döneminde askerliği ve edebiyatçılı- ğı bir arada yürütmeye çalışan Samim Kocagöz, 7 Şubat 1948’de İsmet İnönü ve bakanların imza- Vatan gazetesinde çıkan hikâyesinden dolayı larıyla yasaklanır. 1947’de Marko Paşa’da çıkan hem mahkûm edilir, hem de sürgüne gönderilir. yazısı nedeniyle 3 ay hapis cezası alır. Çıkınca Bunu Kocagöz’ün ağzından dinleyelim: ülkeden kaçmaya çalışırken devlet eliyle, Ali Er- tekin tarafından öldürülür. “Bir hikâye yazdım, adı “Fındık Yaprakları” oldu. Eh, edebiyat yazısıdır diye buna imzamı Devlet eliyle öldürtülmeye çalışılan yazar- attım. Hikâye gazetede çıktı. 2 Eylül 1946 günü lardan bir başkası da Nazım Hikmet’tir. Yazı ve talim dönüşü, tabur komutanı beni çağırtmış. şiirlerinden dolayı 18 yılını Sarıkışla, Ankara, İs- Onunla birlikte alay komutanının odasına git- tanbul, Çankırı, Bursa ve Üsküdar cezaevlerinde, Erkin gemisinde, İstanbul merkez komutanlığı tik. Baktım, komutan Vatan gazetesini masanın ve İstanbul Tutukevi’nde geçirir. Komünizm pro- pagandası yaptığı suçlamasıyla kitapları toplatı- üzerine sermiş. Eliyle bizim hikâyenin üstüne lır ve yıllarca hiçbir eserinin yayınına izin veril- vurarak, hem de bağırarak sordu: ‘Bu yazıyı sen mez. mi yazdın?’ Konuşma olduğu gibi aklımda. ‘Ben yazdım’ karşılığını verdim. ‘Askerin yazı yaza- Dönemin sansür psikolojisini daha net anla- mayacağını bilmiyor musun?’ ‘Siyasi olmamak şartı ile iç hizmet talimatnamesine göre edebi mak açısından Sabiha Sertel’in Ro- yazı yazabilirim’ dedim. Albay Nazım Yaşınok, man Gibi adlı ‘Bu yazı edebi mi?’ diye bağırdı. Böyle bağırınca kitabındaki şu satırları oku- mak yeterlidir: “Nazım, Re- simli Ay’da çalış- tığı günlerde 835 Satır, Portreler ve Taranta Babu şiir kitaplarını hazır- lıyordu. Ben, şi- irleri dinledikten sonra, ‘Bu kitabı yayınlayamazsın’ 88 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

dedim. Yüzü kıpkırmızı oldu, sinirlendi. ‘Bal gibi N. Ahmet Özalp arşivinden yayınlarım. Ne yaparlar? Toplatırlar. Toplanınca- ya kadar da satılır’ dedi. ‘Mahkemeler var, hapis » Kirpinin Dedikleri böyle susturuldu var’ dedim. ‘Su testisi, su yolunda kırılır’ dedi.” Refik Halit Karay’in Kirpinin Dedikleri adlı kitabının Osmanlıca Dönemin tanınmış isimlerinden Hasan İz- ilk baskısında (solda) yer alan “Denize düşerseniz yılana sarılın, zettin Dinamo’nun Yeni Edebiyat dergisinde ya- kurtulursunuz; fakat Almanya’ya sarılmayınız, boğulursunuz” cümlesi yerine, Latin harfleriyle yazılan daha sonraki baskısında yımlanan “Vatan Şarkısı” şiirinden dolayı dergi (sağda) görüldüğü üzere “Denize düşerseniz yılana sarılın, kapatılmış ve şair, askeri mahkemece bir yıl kurtulursunuz; sarılmazsanız, boğulursunuz” diye yazılmıştır. hapse çarptırılmıştır (1942). Dinamo’nun çile- si sonraki yıllarda da devam eder. Toplam 7 yıl cüler “Denize düşerseniz yılana sarılın, kurtu- hapse mahkûm edilir, işkence görür ve sonun- lursunuz; sarılmazsanız, boğulursunuz” diye da öldürüleceğini anlayarak bölgeden kaçar. düzeltmişlerdir. Dinamo’nun müsveddesi ele geçirilen “Tren” şii- ri kitleleri harekete geçirmeye müsait olarak de- Sonuç olarak Tek Parti dönemi, üzeri örtül- ğerlendirilir ve 4 yıl ağır hapis cezasına çarptırı- müş edebî sansürleriyle tam bir muammadır. lır. Mahkûmiyet hikâyesini kendisi şöyle anlatır: Anlayacağınız daha aydınlatılacak birçok dosya bizi bekliyor. “Sivas Öğretmen Okulu öğrencisiyken trenin bu şehre ilk kez gelişi dolayısıyla yazdığım uzun bir şiir, son tutuklamada ele geçti. “Tren” şiiri za- manın Başbakanı İsmet Paşa’nın tren siyasetine aykırı bulunduğundan, ‘yukarıdan gelen emirle’ Ankara Ağır Cezası’nda 4 yıl hüküm giydim. Şii- rin biricik müsveddesi polisin eline geçip İsmet Paşa’nın eline dek gittiğinden o gün bugündür yitiktir.” Öte yandan eserlerdeki bazı kelime ve isimler, dönemin zihniyeti gereği ya değiştirilmiş ya da çıkarılmıştır. Örneğin Refik Halit’in Kirpinin De- dikleri adlı kitabında yer alan “Denize düşerseniz yılana sarılın, kurtulursunuz; fakat Almanya’ya sarılmayınız, boğulursunuz” cümlesini sansür- ıŞık ÖĞÜTÇÜ (ORHaN kEmaL’İN OĞLU) NaZım ÖĞÜTÇÜ (ORHaN kEmaL’İN OĞLU) GÜN GELDİ, SUDaN SEbEPLERLE HaPSE aTıLDı İSİm ODakLı SaNSÜR UyGULaDıLaR O dönemde yazar için iki çizgi vardı: Halktan yana olan Babamla ilgili yazışmalar, kayıtlar var mı diye Başbakanlık ve hükümetten yana olan. Babam da birçok toplumcu Arşivi’ne gittim. Önüme bir demet belge koydular. İçinde babamla ilgili sansür belgeleri vardı. Sansürü sadece resmî yazar gibi halktan yanaydı. Bundan dolayı sansür- belgelerde aramamak lazım. Resmî olmayan birçok en- lendi. Onunla da yetinilmedi, gün geldi sudan gelleme de var. Bana gelen belgelerin raporlarına baktım. sebeplerle hapse atıldı. Bu durum, gerçekçi İnceleyenler, ‘Sol düşünce var mı yok mu?’ diye bakmışlar. yazarların başına hep gelir. Örneğin, bir gün Mantığa bakar mısınız? ‘İnsanlığa yararlı mı, zararlı mı?’ diye babam, Samet Ağaoğlu’yla görüşmeye bakmıyor; ideolojiye odaklanıyorlar. Daha da kötüsü, ilerle- gider. O zaman Samet Ağaoğlu bakan. Çok yen zamanlarda, Orhan Kemal ismi görüldükçe direkt isim iyi karşılar babamı. Sohbet ederler. Ağaoğlu odaklı sansür uyguluyorlar. Sonraları babam Yıldız der ki: “Orhan Bey, millet uyanıyor. Bizden yol Okur, Hayrullah Güçlü, Raşit Kemali müstear isim- istiyor, su istiyor. Türkiye eski Türkiye değil, bir leriyle yazmaya başlıyor. Şimdi Orhan Kemal’i yasakladınız, Nazım Hikmet’i yasakladınız, şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ama bu uyanan Türkiye Sabahattin Âli’yi yasakladınız. Böyle davran- yazarını bekliyor. Kim yazacak bu uyanan, direnen, gerinen makla hangi eseri okutacaksınız? Geleceğe Türkiye’yi?” Karşılığında gösterdiği tepkiyi babam sonra- hangi kültür mirasınız kalacak? dan şu sözlerle açıkladı: “Ne demek istediğini anlamıştım, ama hiç ses çıkarmadım...” 2012 MAYIS / DERİN TARİH 89

İz Bırakanlar FATİH’E KAFA TUTAN PERVÂSIZ BİR ÂLİM Durup dururken hükümdarla kavga etme cüreti gösterse de, bütün haşlamalarına ve taşlamalarına rağmen Fatih’in takdir ölçüsü Molla Gürânî’dir. O smanlı’da âlimler taşrada do- FÂTİH M. ŞEKER ğar, İstanbul’da ölürler. Molla Gürânî de ulemâ ambarı olan devrine sindirdiği ruh, Ebussuud’un şahsında ya- Şark topraklarında, muhteme- şamaya devam eder. Tarihçi Peçevî’nin Ebussuud len Şafiî bir Kürd olarak dünya- Efendi için kullandığı “Kürdiyyü’l-asl olup tab’ı haşindir” şeklindeki ifade, sanki eski Şark’la ilik- ya gelir ve Hanefî bir Osmanlı lerine kadar dolu olan Molla Gürânî’yi anlatır gibidir. Birçok kavimden oluşan imparatorlukta olarak payitahtta hayata veda eder. Onun şahsın- devlet ve milleti mayalayan şeyin kan değil, din olduğunu gösterir. Molla Gürânî’nin şahsında da ulemânın yerini tayin edebilmek için hadise- devletin, etnik çehreyi meçhul hâle getirerek dört bir taraftan gelen insanlara nasıl pota vazi- ye Fatih Sultan Mehmed devrinin içinden gitmek fesi gördüğü, onları nasıl süzüp değiştirdiği gö- rülür. İçine girdikleri terkip sayesinde kıymetleri lazımdır. bilinir hale gelen bu âdemler, Osmanlı hükmî şahsiyetinde adeta eriyip ona karışır. Hocazâde ve Hayâlî’nin çağdaşı olan Molla İl m ç n d l n köle b ld Gürânî, dört bucaktan gelen akranları gibi te- Devrin en güzel konuşan gözlemcilerine, yani sadüfün sevkiyle Molla Yegan’ın himâyesinde tabakat kitaplarına intikal ettiğimizde, padişah- la beraber hükmünü yürütenlerin başında ge- yolunu, bir mıknatıs gibi hemen her şeyi çeken len ve pervasızlığıyla bütün bir âlem olan Molla Gürânî’nin Fatih’e kafa tutan nadir hocalardan İstanbul’a düşürür. Buraya bir ulema şehri havası olduğu müşahede edilir. Devrini en sert tarafın- dan verebilecek bir karakter ve çehreye sahip verir, yeni bir hayata geçmenin imkânlarını bu- olan bu âdem, durup dururken hükümdarla kavga etme cüreti sergileyebilir. Bazen galeyana lur. Mayalama kabiliyeti sınırsız olan bu iklimde, gelerek bigâne oluverir. Bütün bu haşlamaları- na ve taşlamalarına rağmen hükümdarın takdir bu topraklara mensup olmanın hazzını tadar. ölçüsü odur. Osmanlı ulemasının ufkunu oluş- turan Taftâzânî ile Cürcânî onun şahsında bu- Kara sevdasına uğrar; ruhen, neslen, dinen her luşur. Şahsiyetini Osmanlı’ya gömen bu adamın zaman bu memleketin hakikî âdemi gibi yaşar ve düşünür, umumi mazhariyetin üstüne çıkar. Ebussuud Efendi ile aynı etnik menşee men- sup olan ve muhakkak ki bazı noktalarda bize onu müjdeleyen bu âlim, Osmanlıların dünya görüşünü inşa etmede Şark’tan gelenlerin hisse- sinin ne olduğunu billurlaştırabilecek vasıfta bir adamdır. Fatih devrinin bu açık sözlü, mehâbetli, deryâdil âliminde, koca allâme Ebussuud Efendi’ye benzeyen birçok çizgiyi bulmak müm- kündür. Şark’ın ruhuna sindiği Molla Gürânî’nin 90 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

Taftâzânî’ye denk olarak görülmesi, yetiştirdiği Âl mler n kıymet onun endazes yle ölçüldü talebelerin Seyyid Şerif Cürcânî’ye muâdil ol- duğunun kabul edilmesi, Şafiîlikten Hanefîliğe Siyasî iradeye her an muhâlefet edebilecek doğru akan bir güzergâhta hayatını idrak etmesi, bir duruş sergileyerek doğduğu iklimi aktüelleş- medreselerde kitaplarının okutulması, Beyzâvî, tiren Molla Gürânî heybeti, daima her halden, Zemahşerî ve Fâtih devri ulemâsına sert ten- her şeyden şikâyet eden tavrı ve tarzıyla tam kidler yöneltmesi, asrın istediği vasıflara sahip bir Şark adamıdır. Kimseden sözünü esirgemez, olduğunu gösterdiği gibi Osmanlı düşünce ha- her istediğini söylemekten çekinmez. Ayranı yatını birbirinden bağımsız kompartımanlara kabararak zaman zaman padişahla göz göze ayırmanın zannedildiği gibi kolay olmadığını da bakışsa da miktarını bilir. Din ü devlet fikrini verebilecek kırattadır. Diğer bir ifadeyle, bu çeh- esas alan, bunların ikiz kardeş olduğunu göz- rede Cevdet Paşa ve Seyyid Bey’in Mâtürîdîlikle den kaçırmayan bir gelenek ve terbiyeye men- Eş’arîlîği umum-husus çerçevesinde birbirine in- subiyetin bilinci ile hareket eder. Kuvvetli bir dirgeyen perspektifinin somutlaştığı görülür. devlet fikri ve hanedan bağlılığının oluştuğunu gösterir. Acem beldelerine ve Mâverâünnehir Osmanlı dünya görüşünü kuran ulemânın coğrafyasına ilim arama seferleri yapan Mevlânâ her şeye kendi nizamını kabul ettirebilecek bir Ali b. Yûsuf el-Fenârî, tahsil dönüşünde geldiği ağırlık taşıdığını gösteren Molla Gürânî, tam da gibi Molla Gürânî ile buluşur. O da Fâtih’e, sal- devrinin aradığı adamdır. İlmî hayatın semere- tanatın kemâlinin ve tamam olmasının Fenârî leri onun denetiminden geçer. İnanç dünyamı- ailesinden birine devlette vazife vermekle müm- zı manzum formda dile getiren İstanbul kadısı kün olacağını ihtar eder. Böylece Molla Gürânî, Hızır Beğ’in bir kasidesi padişaha arz edildiğin- Osmanlı’nın kemâle ermesini ilmiyeyle, özellik- de Sultan, Molla Gürânî’nin ne dediğine bakar. le de Molla Fenârî yolundan ve soyundan gelen Semâniye’den Fâtih’in çeşitli sebeplerle azlettiği bir âlimle kayıtlandırır. müderrislerin yerlerine dönmesi, onun irade ve himmet hamlesi ile mümkün olur. Padişaha yap- Onun ilmiyenin hayatına şekil veren Fâtih’le tığı nasihatler anında akis bulur. Civardan gelen olan ilişkisi, ulemaya nasıl bir üslup sahibi ol- ulemânın değeri, onunla olan irtibatlarına göre ması gerektiğini gösterir. Akşemseddin’le bera- şekil alır. Gelibolulu Mustafa Âli’nin bazı âlimler ber İstanbul’un fethini hararetle destekleyen ve için “Molla Gürânî yanında kurb-i menzileti var padişahın yanında yer alan manevî kumandan- idi” sözü, ulema biyografilerinde onun nasıl bir lardan olan Molla Gürânî, Fâtih’e ve vezirlere konumu olduğunu gösterir. Devlet çarkının, isimleriyle hitap eder. Sultan ile karşılaştığında Mısır âlimlerine denk kıymette görülen Molla selam verir fakat önünde eğilmez. Kucaklaşır Gürânî gibi isimleri etrafında tutmakla döndü- fakat elini öpmez. Bayram günlerinde çağrılma- ğünü çok iyi bilen padişah, kendisini sindirmek- dıkça saraya gitmez. Hayatı boyunca ikbâli ilmin ten mümkün mertebe uzak durur. Fatih’in dinî saltanatında tadan bu adam, öldükten sonra hassasiyetlerini ve münakaşa kabul edecek dere- omuzlarda değil de ayaklarından sürüklenerek cede müsamahalı bir hükümdar olduğunu da bu mezara konmayı vasiyet eder. Bütün bunlarla vesile ile öğreniriz. da ilim sahibi olmakla mahviyetkâr ve Melâmî- meşreb olmayı aynîleştirir. FATİH’İN HAMURUNU sahasında câzet alır. es rgemeyen bu hocasına kend s , hem de çağdaşları YOĞURAN ÂLİM... II. Murad’ın müsteşarı vez rl k tekl f eder; ancak o Taftâzânî le kıyaslar. Molla Yegan, hac far zası kabul etmez, bu makamı T mur ç n Taftâzânî Molla Gürânî’n n doğum ç n H caz’a g derken “harem- hâs”ta yet şerek neyse, Fât h ç n de Molla yer le lg l ş md l k kes n onunla karşılaşır, dönüşte vez rl k bekleyen kullara Gürânî odur. 893/1488’de olarak söyleneb lecek onu hükümdara “hac vermes n tavs ye eder. rahmet deryasına gark şey, 813/1410’da hed yes ” olarak takd m Kazaskerl k tekl f n olur. Cenazes , borçlarını Şark topraklarında eder. Pad şah tarafından se kabul eder, sonra da ödeyen II. Bayezıd doğduğudur. Beldes nde şehzade Fât h’e hocalık Bursa kadılığını üstlen r. tarafından kıldırılır. Kabr , başladığı l m tahs l n yapmakla görevlend r l r. N hayet İstanbul müftüsü Fat h’ted r. Nâ l- rahmet Bağdat, Şam ve Kâh re’de İstanbul’un feth nden olur. Fat h’ n hamurunu rahmân olsun. Dâh l- sürdürür. İbn Hâcer sonra Fat h, el nden yoğuran âl mlerden b r ravda- rıdvân olsun el-Askalânî’den had s ve d l nden gelen olan Molla Gürânî’y hem d yoruz. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 91

Usta Kalemler UN FETHİNE RUS BAKIŞI Nestor İskander, Osmanlı tarafından Bizans tarafına geçerek bir İstanbul’un Fethi efsanesi anlatır. O rta Çağ’ın bitimine işaret eden SEMAVİ EYİCE en önemli olay, 1453’te İstan- bul’un fethidir. Bu, aynı zaman- Pertusi, İstanbul Fethinin Kaynakları hakkında da çok uzun bir ömrü olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun sonu- yayınlanan son eserinde (son cildi, Pertusi’nin ölümü üzerine asistanı tarafından hazırlanıp bas- dur. Modern tarih bilimi, son ne- tırılmıştır) bu kaynaktan yeniden etraflıca bahset- miştir. Bu eserin de tercümesi Mahmut Şakiroğlu fesine kadar kendisini Roma İmparatorluğu’nun tarafından yapılarak İstanbul’un Fethi-Çağdaşların devamı olarak gören bu devletin adını Bizans Tanıklığı adı ile 3 cilt olarak yayınlanmıştır. Biz bu olarak önermeyi uygun bulmuştur. Fetih hadise- yazımızda sonuncu İngilizce baskıyı kullandık. İstanbul’un fethine tanık olduğu iddia edilen sini Osmanlı yazarlarından anlatanlar olduğu gibi Nestor İskander (veya İskinder) büyük ihtimalle Bizanslılardan da anlatanlar vardır. Fakat bunların Pskov bölgesinden bir Beyaz Rus’tur. Hatıralarını 1481-85 yıllarında yazdığı tahmin edilmekle be- dışında yabancı ülkelerden çok sayıda kişi de bu raber Bizans dönemindeki “son yabancı” kabul edilmektedir. Nestor’un birtakım efsane ve hura- hususta bir şeyler yazmaya gayret etmiş, bunlar felere büyük önem verdiği anlaşılmaktadır. Bun- ların çoğunu Bizans kaynaklarından derlemiştir. da günümüze kadar gelmiştir. Bu yabancı kay- Mesela Hıristiyanları kartal, Müslümanları yılan sembolize eder. Hıristiyanlar yılanı öldürüp kar- naklardan biri de Rus dilindedir. 2 yazma nüshası talı yakalayınca “Yedi Tepe” dediği İstanbul tek- rar Hıristiyan şehri olacaktır. Şehir 32 yıl Müslü- bulunur. Bu eserin Rusça yayınlarından başka bir manların elinde kaldıktan sonra Çar III. İvan’ın idaresinde Moskovalıların eline geçecektir. nüshası 19. yüzyılın 2. yarısında, İstanbul Arkeolo- Schneider ve Braun, yayınladıkları Almanca ji Müzesi müdürlerinden Alman asıllı Dr. Dethier bir bölümün tercümesinin kısa açıklamasında onun halk Grekçesiyle yazan ve İstanbul’un dı- tarafından Budapeşte’de yayınlanmış ise de bu baskı tamamlanmamışken, anlaşılmayan bir nedenle satışa çıkarılmadan imha edilmiştir. Çok az nüshası birkaç kütüphanede bulunmaktadır. En son olarak da W. N. Hanak ve M. Philippides tarafından 1992’de Amerika’nın New Rochelle şehrinde neşredilmiştir. Daha sonra İtalyan A. 92 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

» Hilal ve Haç karşı karşıya: Osmanlı ordusunu fetih sırasında bir kaleyi kuşatırken gösteren Batı kaynaklı bu çizimde Hilal ve Haç rekabeti nasıl da aşikar olarak sunulmuş! şından bir Bizanslı olduğu görüşün- bilinmemekle birlikte bir görüşe göre keşişler dedirler. Yazarın Bizans asıllı oldu- arasına karışarak hayatını kurtarmış olabilir. Ese- ğunu, kullandığı birçok ad ve terim rini hayatının son günlerinde, 15. yüzyıl bitimine gösterdiği gibi, İstanbullu olmadığını doğru yazdığı tahmin edilmektedir. Nestor’un da Fatih’in donanmasının karadan gerçekten şehrin içinde bulunduğu -her ne kadar Haliç’e indirilişinden hiç bahsetmeyi- İmparator’un atla dolaşmasını anlatmakta ise de- şi ispatlamaktadır. şüphelidir. Çünkü sık sık İmparator’un yanında eşinin bulunduğundan bahsetmektedir. Halbuki B zans’a sığınan es r Konstantin evli değildir. Nestor, İstanbul’un Türkler tarafın- Bizans’ın son günlerini anlatan Nestor, o dan kuşatılması ve fethini uzun uza- günlerdeki şehir görünümü hakkında hiç bilgi dıya anlatmakta, hatta olayları bizzat vermez. Sadece bazı geceler Ayasofya’da yapılan gördüğünü iddia etmektedir. Halbuki ayinleri bildirmekte, bir de İstanbul’un koruyucu- Schneider’e göre yazar, şehirde yaşa- su olduğuna inanılan Hodigitria Meryem iko- mamış, ancak duyduklarını derlemiş- tir. Bu hususta başlıca dayanağı, 1453 kuşatmasının en şaşırtıcı olaylarından biri olan Osmanlı kadırgalarının Gala- ta sırtlarından bir gecede yürütülerek Haliç’e indirilmesidir. Nestor’un kro- niğinde bu olayın tek kelime ile de olsa bahsi geçmemektedir. Hanak ile Philippides’e göre Nestor İskander’in hayatı hakkındaki bilgiler eksik ve karmaşıktır. Nestor 12 yaşında Türk- ler tarafından esir edilerek Müslüman yapılmıştır. Türk tarafındadır ve İs- tanbul önüne ilk olarak Türk ordusu ile 4 Nisan’da gelmiş, ancak kuşatma sırasında birkaç arkadaşıyla kaçarak Bizans’a sığınmıştır. Şehirde Rus keşişlerin arasına gi- ren Nestor, Türk hücumu başladığın- da sokaklarda dolaştığını ve surların iç tarafına geçtiğini belirtmektedir. Özellikle Romanos Ka- pısı (Topkapı) tarafında Bizanslılara casusluk yap- tığını saklamaz. İki tarafın ölü sayıları hakkında bilgiler verir. Bizanslıların daha az zayiat verdi- ğini, Türklerinse binlerce ölüsü olduğunu ve bu cesetlerin hendeklere doldurulduğunu belirtir. Nestor, surların zayıf kısmında Osmanlı topla- rının yaptığı büyük tahribatı da anlatır. Türklerin savaş kuleleri ile surlara yaklaştıklarını, yıkılan kısımların geceleri Bizanslılar tarafından toprak- la doldurulduğunu veya yeniden örüldüğü yazar. Nestor’un sonunun kesin olarak ne olduğu 2012 MAYIS / DERİN TARİH 93

» “Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden...” ileri gelenlerinin buraya yerleşmesini sağladığı- Gemiler denize indirilirken Fatih Sultan Mehmed ve maiyetini gösteren bu nı efsanelerle süsleyerek anlatır. Konstantin’in tablo, 1903 yılında Fethin 450. yıldönümü dolayısıyla II. Abdülhamid’in saray birçok kilise yaptırdığını söylerken Ayasofya, ressamı Fausto Zonaro tarafından yapılmıştır. Oniki Havari, Aya İrini, Aziz Mokios ve Başmelek Mihail kiliselerini sayar. Paralarını Roma’dan ge- nasının surların yakınına getirildiğini belirtmek- tirttiğini ve Çemberlitaş’ı diktirdiğini haber verir. tedir. Öte yandan, şehrin İmparator I. Konstantin Çemberlitaş’ın altına Hıristiyanlığın bazı kutsal tarafından nasıl kurulduğunu, imarını ve parça- eşyalarını, anıtın tepesine de Frigya’dan getirttiği ları Roma’dan taşınarak dikilen Çemberlitaş’ı kı- bir idolü koyduğunu belirtir. Bunun arkasından saca anlatır. Hıristiyanlık tarihi ve şehrin kuruluş şehre, ‘imparatorun şehri’ anlamına gelen Çarg- efsanesine dair de bilgiler verir. rad adını verdiğini yazar. Bu nokta şu bakımdan ilgi çekicidir: Slav ülkesinde Kostantinopolis’e Kostantinopolis’in kuruluşuyla ilgili bilgilerini Çargrad denilirdi. 9. yüzyılda Bizanslı yazar Georgios Hamartolos’un Slavcaya çevrilmiş metninden aktarmıştır. Yal- Şehir Hodigitria Meryem’in (Hodigitria ‘yol nız Nestor’un metninde ufak tefek farklar var- gösterici’ demektir) koruyuculuğuna teslim edil- dır. Bu arada şehrin Konstantin tarafından ku- miştir. Hodigitria Meryem’in çok değerli ikonası, ruluşuyla birlikte bir sarayın yaptırıldığını ve Sarayburnu’nda kendi adına yapılan bir kilise- Hipodrom’un inşa edildiğini söyler. İstanbul’un deydi. (Bu kilisenin yanındaki Ayazma 1921-23 Türkler tarafından fethinin gerçek sebebini, hal- yıllarında Fransızlar tarafından bulunmuştur.) kın günahkârlığına ve bilhassa Katoliklerle birleş- Konstantin zamanında büyük sarayın inşasına baş- meye taraftar olan çoğunluğa bağlar. lanmış ve sonraki imparator zamanında da içlerin- de çok sayıda kutsal kalıntının muhafaza edildiği İmparatorun şehr “Çargrad” kiliseler yapılmıştır. Arkasından hükümdarların hangi dinî yapıları yaptırdıklarını adlarıyla bildi- İstanbul’un 7 tepeli ve birtakım koylara sahip rir. Bu eşsiz belde halkının günahları yüzünden bir topografyası olduğunu bildirir. Şehrin kurulu- Tanrı’nın koruyuculuğundan uzak kaldığını, fet- şunu, surların yapılışını, caddelerin düzenlenip hin de bu yüzden gerçekleştiğini tekrarlar. sarayın inşa edilişini ve İmparator’un Roma’nın Bunun arkasından II. Mehmed’in birdenbire 94 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

barışı bozarak şehri kuşattığını, askerlerinin ku- aceleyle örülmüştür. Ancak ertesi gün aynı yer leler yaparak surlara yaklaştığını, Bizanslılar ve yeniden yoğun top ateşiyle yıkılmıştır. Nestor’un Latinlerin dışarı çıkarak bunları önlemeye çalış- ifadesine göre Bizanslılar da ellerindeki bazı top- tıklarını, fakat Türklerin çokluğu karşısında geri larla dışarıya atış yapıyorlardı. Türk güllelerin- çekilmek zorunda kaldıklarını ve savunmayı den biri yüksekten uçarak surların 7 dendanını surların arka tarafından sürdürdüklerini bildi- (üstteki inişli çıkışlı kısmı) ve bir kilisenin duva- rir. İmparator, ileri gelenler, kilise adamları ve rını yıkmıştır. Patrik’le birlikte halkın da katılımıyla kiliselere Ayasofya’nın kubbes nde bel ren ışık doluşarak Tanrı’nın yardımını dilerler. Türkler 14. günde kösleri vurmaya, çeşitli silah ve top- O kadar çok ölü vardır ki, akan kanlardan larla surları dövmeye başlar ve yürüyen kuleler- surlar kızıla boyanmıştır. Türkler ölülerin ceset- le yaklaşırken İmparator da surların gerisinde leri üzerinden saldırmaktadırlar. Hendekler ce- atıyla dolaşarak halkın moralini yükseltmeye set ve kanla dolmuştur. Nestor Bizans tarafında çalışır. ertesi gün gömülen ölülerin sayısını 5700 ola- Nestor iki tarafın silah atışları, çan ve kös ses- rak verir, Türklerinse 35 bin ölüsü vardır. Bunu leri, haykırış ve çığlıklar arasında büyük bir kargaşa Hıristiyanları kartal, Müslümanları yılan yaşandığını anlatır. Ertesi sembolize eder. Hıristiyanlar yılanı öldürüp gün, Bizanslıların sayıla- kartalı yakalayınca “Yedi Tepe” İstanbul tekrar rını 1700 olarak gösterdi- Hıristiyan şehri olacaktır. ği Ermeni ve 700 olarak gösterdiği Latin ölülerinin gömülmelerini emrettik- ten sonra dış hendekte binlerce Türk ölüsü bulunduğunu ve bu sırada nasıl saydığı anlaşılamaz. Ayrıca İmparator ve kulelerin bazılarının tahrip edildiğini işaret eder. İmparatoriçe’nin, din adamlarını yanlarına ala- Bunun üzerine İmparator, yanındaki rahiplerle rak büyük bir kalabalıkla Ayasofya’ya gittiğini yine Ayasofya’ya gelip dua etmiştir. bildirir. Fakat son imparatorun bir eşi olmadığına İmparator Mora, Venedik ve Cenova’dan yar- göre bu bilgi de inandırıcı değildir. dım isteklerine olumlu cevap alamaz. Sadece Gu- Guistiniani ile yanındakiler Konstantin’e, ge- istiniani idaresindeki, içinde 600 savaşçı bulunan misine binerek şehri terk etmesini ve Arnavut- iki kadırga, Türk gemileri arasından sıyrılarak ların yardımını alarak Türkleri arkadan kuşat- İstanbul’a ulaşır. Surların en tehlikeli bölümü- masını teklif ettilerse de, İmparator bu teklifi ne yerleştirilen bu savaşçılar büyük bir gayretle reddeder. Gece Türkler gediklerden içeri sızmaya çarpışırken, komutanları Guistiniani de surların başlar. Bizanslılar, üzerlerine yanıcı bir madde her tarafını teftiş etmiştir. Nestor, yeniden hücu- (sülfür ve katran) atarak onları önlemeye çaba- ma geçen Türk kuvvetleriyle birlikte top ateşinin larlar. Sultan’ın getirttiği büyük top parçalanır. de başladığını, bu arada büyük toplardan birinin Diğer toplarla surların dövülmesine devam edilir- patladığını bildirir. Devamlı top ateşi sonunda ken kuşatma kuleleriyle hücuma geçilir. Kuleler surların zayıf kısmında geniş bir gedik açılmış- gediklerin yanlarına yerleştirilir, bir taraftan da ken gecenin bastırmasıyla Rumlar tarafından lağımlar kazılır. Bizanslılar ellerindeki ufak FETHİN mektupta şu satırlar kaleme durum. İtalya tehd t altında, Kardinal Bessarione AVRUPA’DAKİ YANKISI alır: “B zans’ın başkent bu vahş barbarların ş ddetl acımasız barbarların el ne saldırıları durdurulamazsa Fet hle eş zamanlı ola- düştü, soyuldu, yakıldı, baş- başka ülkeler ç n de tehd t rak Kard nal Bessar one, tan aşağı yağmalandı. B raz ortaya çıkacak.” (İstanbul’un Vened k doçu Francesco olsun nsanlıktan nas b n Feth , II: Dünyadak Yankı- Foscar ’ye Bologna’dan 13 almış herkes, özell kle de Hı- sı, tercüme: M. Şak roğlu, Temmuz 1453’te yazdığı r st yanlar ç n ürkütücü b r İstanbul 2006.) 2012 MAYIS / DERİN TARİH 95

Usta Kalemler toplarla kuleleri tahribe çalışırlar. Ancak bu defa Mustafa Cambaz Arşivi kapılması üzerine Patrik moral vermek için iko- gedikleri tıkamayı başaramazlar. Bu sırada Bi- naları sur boyunca dolaştırır. zanslılar Türklerin cesetlerini yakarlar. Son büyük hücum için II. Mehmed, Nestor’un Sonunda Fatih’e anlaşma teklif ederek Karach-Beg dediği Karaca Bey’i imparatorluk sa- İmparator’un Mora’ya gitmesine izin verilmesi rayı ile Kalichaera (Kaligaria) yani Eğrikapı kar- karşılığında şehri teslim edeceklerini bildirirler. şısına; Beylerbeyi’ni ise Pigia yani Silivrikapı ile Sultan kabul eder ve şehirde kalanların Osmanlı Altınkapı arasındaki bölgenin karşısına görev- tebası sayılacağını bildirir. Bu durumu öğrenen lendirir. Kendisi de birliklerini Romanos kapısı halk büyük tepki gösterir ve İmparator’la birlikte (Topkapı) karşısına mevzilendirir. Deniz tarafı şehirde ölmeyi tercih eder. Baltaoğlu ve Zağanos Paşalara bırakılmıştır. Plan gereğince karadan ve denizden aynı anda saldırı- 3 gün sonra büyük toplar surları döverken tek- ya geçilecektir. rar hücuma geçilir. Türkler gediklerden içeriye girer ve göğüs göğse çarpışmalar olur. Devamlı Nihayet 26 Mayıs’ta büyük saldırı başlar. Kule- olarak İmparator’a şehri terk etmesini ihtar eder- lere ağaç merdivenler dayanır. Kanlı bir çarpışma ler. Şehir içindeki çarpışmalarda Türkler bir ara yaşanmaktadır. Patrik Ayasofya’da dualara devam gediğe doğru geri çekilir. Türk tarafı bu saldırıda etmekte, dışarıya çıkıp ikonalarla halkı cesaret- 16 bin şehit vermiş olup cesetlerin gediklerden lendirmektedir. Duaları bilhassa Meryem Ana’ya dışarı atılması emredilir. Tam bu sırada, 21 Mayıs hitap eder. Şiddetli çarpışmalar büyük gedik çev- gecesi Ayasofya’nın kubbesinde göz kamaştırıcı resinde cereyan eder. Nestor, karşılıklı ateş ara- bir ışık belirir ve bu, şehrin teslim edilmesi ge- sında Guistiniani’nin bir şarapnel parçasıyla yara- rektiğini bildiren bir işaret sayılır. Halkın paniğe lanıp adamları tarafından götürüldüğünü söyler. Bunun arkasından Batılı savaşçılar hemen dağı- » En eski lırlar. Guistiniani’nin adamları bir kule yapmaya İstanbul haritası girişirlerse de, kule, Türk ateşi yüzünden bir işe İtalyan gezgin yaramaz. İmparator at üzerinde kahramanca çar- Christoforo pışır. Patrik ve ileri gelenler İmparator’a bir kere Buondelmonti’nin daha şehirden ayrılmasını önerirler. Şehrin üzeri- 1422 tarihli ne bu defa bir karanlık çöker ve bu, şehrin düşe- İstanbul haritası, ceğinin işareti olarak görülür. şehre ait en eski harita olarak Bir gedikten Türkler girerken başlarındaki Bey- biliniyor. lerbeyi yaralanınca geri çekilirler, fakat Karaca Bey destek vererek tekrar ileri hamle yaptırır. Fatih gediğe Baltaoğlu (Süleyman) Bey’i sürer. Bu arada çok kanlı bir çarpışma olur. İmparator, İmparatori- çe ile beraber gene dua etmek üzere Ayasofya’ya, ardından da topladığı kuvvetlerle Altınkapı’ya gi- der. Mayıs 29’da orada çarpışarak ölür. Yazar bu felaketi “Tanrı’nın gazabı” olarak değerlendirir. ESERE ŞÜPHEYLE kaleme aldığı anlaşılan olduklarını kaydetm şt r. lere katıldığı hususunun YAKLAŞILMALI; bu vakay names n n Gerek Schne der’ n şaret gerçeğe uymaması -çünkü ÇÜNKÜ… gerçek değer ned r? Şahs ett ğ g b Galata sırtlarında tar h kaynaklarında B zans kanaat me göre bu kron k, Türk kadırgalarının Hal ç’e mparatorunun eş olarak İstanbul’un feth tar h şehr n kuşatılması sırasın- aktarılmasından h ç bahse- anılan b r k ş ye rastlanma- üzer ne çalışanların fet h da burada bulunmuş olan d lmemes , gerek bu kron - maktadır- neden yle eser n günler nde yaşamış b r b r k ş tarafından yazılmış ğ n özet n ver rken şaret olaylara b zzat şah t olmuş k ş olarak kabul ett kler değ ld r. Ancak yazar, fet h- ett ğ m üzere son B zans b r k ş tarafından yazıldığı Nestor İskander’ n fet h ten yıllar sonra şeh rde bu- İmparatoru Konstant n’ n f kr n şüpheyle karşılaş- olayından hayl yıl sonra lunmuş b r zattan duymuş eş yle b rl kte çeş tl ay n- maktayız. 96 DERİN TARİH / 2012 MAYIS

L’europe En1492 Port D’un Continent Franco Cardini s.176 » İki cepheden İstanbul Fetih öncesinde İstanbul’un suriçi ve surdışından iki gravürü. Kaynak eser m , asılsız b lg ler m ? ğildir. Çarpışmalar için yazılanlar birçok hususta Nestor bize İmparatoriçe’nin “rahibe” oldu- inandırıcı görünmez. Bunların başında, son Bi- ğunu bildirir. O ve bazı kadınlar Guistiniani’nin zans imparatorunun eşiyle birlikte dolaştığı bah- gemileriyle birlikte Mora’ya giderler. Sokaklarda si gelmektedir. Özellikle Türk şehitlerinin sayısı çarpışmalar sürmektedir. Evlerin damlarından hakkındaki bilgileri oldukça abartılıdır. Sur dışın- kadınlar ve çocuklar Türklere taş atarlar. Fatih daki hendeklerde su bulunmadığı da metinden Sultan Mehmed, şehrin teslim olması üzerine anlaşılmaktadır. Türk şehitlerinin hendeklerde caddelerin temizlenmesini ister ve kendisi de yatmaları bunun belirtisi sayılabilir. Romanos kapısından girerek Ayasofya’ya gider. Orada yere Fatih, şehrin teslim olması üzerine caddelerin kapanır, toprağa yüz sürerek Allah’a şükreder. Atların önün- temizlenmesini ister ve kendisi de Romanos de toplanmış Patrik dahil din kapısından girerek Ayasofya’ya gider. Orada yere adamları ve halkın önünde sükûneti sağladıktan sonra kapanır, toprağa yüz sürerek Allah’a şükreder. asker ve kumandanlarına hiç kimseye zarar verilmemesini, zarar verenleri çok şiddetli Nestor İskander’in İstanbul’un fethi hakkın- cezalandıracağını beyan eder. Sultan Mehmed daki bu kitabı gerçekten bir kaynak eser midir, bundan sonra imparatorluk sarayına gider; bura- bu soru aklı kurcalamaktadır. Yazarın kimliği ve da kendisini karşılayan 3 Sırplı asker ona impa- hayatı çapraşık bir durum arz ettiği gibi yazdık- ratorun kesik başını getirir. Padişah, Patriğe bir larının da bizzat gördüklerine değil, birtakım hazine bağışlar, o da bunu gümüş bir sandukaya kulaktan dolma bilgilere dayandığı tesiri bırak- koyup kilisenin altarının (sunak masası) altına maktadır. Yukarıda verdiğimiz kısa özetten de an- saklar. laşılacağı gibi Nestor’un verdiği bilgiler arasında Nestor şehrin düşmesini Pataralı Methiodios’un kehanetine ve Tevrat’ta Daniel’in bir vizyonunu eksikler olduğu gibi tarihi bilgilere uymayan bazı belirten sözlerine bağlar. Kısaca kendisini anlata- hususlarla da karşılaşılır. rak sünnet edilmiş olduğunu ve bütün felaketler- den ustalığı ve kabiliyeti sayesinde kurtulduğunu bildirerek eserini noktalar. Nestor’un anlattıklarından şehrin 1453’teki görünümü hakkında bir bilgi çıkaramayız. Eski bir Bizans kaynağından aynen aktarma suretiyle Semavi Eyice verdiği bilgilerse 1452-53’teki durumla ilgili de- Prof. Dr., Sanat Tarihçisi ve Bizantolog. Cumhur- başkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibi. 2012 MAYIS / DERİN TARİH 97

Aş na Yüzler “…Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih. Yani tam bir Doğu İslamlığının, Batı İslamlığının ve Merkez İslamlığının sentezi bir çocuk…” MEHMED AKİF’İN KÖYÜNDEN SELAM VAR! NEDİM EMİN [email protected] T ürkiye’de hakkında yüzlerce ki- engel olur muydu? Malum, yolculuk tedirginlik tap yazılan Mehmed Akif, sadece demektir. Ancak yola çıkınca Mehmed Akif’in Safahat’ıyla değil, güçlü şahsiye- baba ocağını ziyaret heyecanı, kaygılarımızın tiyle de hayranlık uyandırır. Biz önüne geçti. Muhakkak ki, bu ülkenin ruhunu de bu değerimizi yetiştiren ocağı yansıtan Akif, memleketinde de bize bir şeyler söyleyecekti. tanımak için aile köklerinin izi- Önce Kosova’nın başkenti Priştine’ye uçtuk. ni sürmeye karar verdik. Belki ona dair bir ipu- Bölgeyi avucunun içi gibi tanıyan Dr. Nureddin Ahmedi’yi bulmak ilk hedefimizdi. Buluşmamız cuna rastlayabilirdik. Ata yurdu olan Kosova’nın çok zor olmadı. Şimdi vakit kaybetmeden İpek’e hareket etmeliydik. yollarına düşmemiz bundan. Soğuk bir Aralık günü ulaştığımız İpek, dur- Uçağımız pistten havalanırken, ne yalan gun bir çehreyle karşıladı bizi. Hareketsizliği söyleyelim, havanın yağmurlu olmasından bi- raz endişelenmiştik. Acaba yollar ne haldeydi? Acaba Akif’in ata yurduna ulaşmamıza yağmur 98 DERİN TARİH / 2012 MAYIS


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook