İlim, ilim bilmekdür nerede güzel bir çift söz, nerede aşla Yunus Emre’nin Risaletü’n Nushiy- İlim kendin bilmekdür ve sevgiye dair bir nişane varsa orada ye Mesnevisinde Bediî Tasvirler XIII. “Yunus” adının geçmesi bir tesadüf ol- yüzyılda Farsça’nın hüküm sürdüğü Sen kendüni bilmezsin masa gerek. bir devirde, çarpışmalar içinde boğu- Yâ nice okumakdur lan Türk dünyasının yetiştirdiği bu Risalet-ün Nushiye İncelemesi dahi sanatkâr, Türkçe’nin güzelliğini Miskin Âdem yanıldı uçmakda bugday yarattığı eserlerinde ortaya koyabil- yidi XIII. yüzyıl Türk dili ve edebiyatında mişti. O devirde Yunus Emre’nin bu İşi Hak’dan bilenler şeytândan ilk didaktik mesnevi olan bu risale Yu- eseri sade, aydın Türkçe ’de kaleme tutmayalar nus Emre’nin felsefi dünya görüşünün, alması, XXI. yüzyıl insanının anlaya- bütün varlığını, Türk inanç tarzını, ha- cağı bir tarzda, aruz vezninde yazıp Yunus, beyitte Hz. Âdem’in Cen- yata bakışını, dünya, yaratılış, kâinat, yaratması Türk dilinin geniş anlatım net’ten kovulması olayına telmihte varlık ve hayatın anlamını sembollerle imkânlarının olduğunu ortaya koyar. bulunmaktadır. Çok bilindik olan Hz. yansıtan bir eserdir. Türk edebiyatı ta- Bu şiir Yunus Emre’nin düşünce tarzı- Âdem’in Cennet’ten kovulması olayı, rihinde ilk didaktik mesnevi olan “Ri- nı okuyuculara gösterir. aslında dünya hayatının başlamasına saletü’n Nushiyye”de “Yunus Emre için- Bu eserde Yunus Emre yaratıcılığının vesile olmuştur. Ezeli ve ebedi bilgi- doruğuna ulaşır. Şair bu eserle, in- nin sahibi olan Yaratıcı, şüphesiz, bu de bulunduğu toplumun talepleriyle bir olayda bir derin hikmet gizlemektedir. nasihat kitabı yazma yoluna girmiştir.” Çünkü şeytanın Âdem’i yanıltacağı ve Âdem’in de yanılıp yasağı çiğneyeceği O’nun ezeli bilgisinde mevcuttu. Bu noktada İslam›daki kader anlayışını hatırlamak gerekmektedir. Sûfilerin tevhit ve vahdet görüşleri arasında yer alan vahdet- i vücut anla- yışına göre ne varsa O’ndandır. Sonuç- ta Yunus, itidal ölçüsünde bir anlayış ve derin bir sezgiyle, dünya hayatının başlangıcına dair şeytandan bilinen bu hikmetli olayın aslında Hakk’ın bilgisi ve izni dâhilinde meydana geldiğini ve bunun şeytandan değil Hak’tan bilin- mesi lazım geldiğini insanlara tembih etmektedir. Şîrîn hulklar eylegil tatlu sözler söylegil Sohbetlerde Yûnus’ı hergiz unutmayalar Güzel düşünen, güzel yaşayan ve güzel söyleyen Yunus, insanlardan da ben- zer davranışlar beklemektedir. Yunus, son beyitte, tam da sözünün bittiği yerde söze vurgu yapmaktadır. Tatlı söz söylemek ve şirin tabiatlı olmak gerekmektedir. Eserlerin bitiş kısmında eseri vücuda getiren müellif için dua istemek eski bir gelenektir. Yunus son beyitte şirin huyluların tatlı sözleriyle yapacağı sohbetlerde kendisinin unutulma- masını temenni etmektedir. Nitekim EDEBİYAT 151
sanları Hakk’ı görmeye, Allah yolunu yor. Türk şiir geleneğine uygun olarak Mesnevide, toprak ve su, bütün gü- tutmaya, içindeki pislikleri öldürmeye, Âdem’in yaratılmasını “Bismillah deyip zel niteliklerin kökeni; ateşle rüzgâr onları küfür yolundan uzaklaştırmaya, getirdi toprak” demekle, şair dört un- ise aksine, pisliklerin, korkulanların, iyi ameller sahibi olmaya çağırır. Yunus surdan söz ediyor. Bu unsurlardan olan kötü işlerin kökeni gibi sunulur. Be- Emre’nin esas amacı insanları doğru (anasır-ı erbaa) “toprak ile suyu karış- deni oluşturan bu dört unsurla gelen yola çağırmaktır. “Önce yüce Allah (cc) tırıp yaptı”, onları hareketlendiren “yel niteliklerden Yunus Emre ruhla ge- bir insanın doğru yolda olmasına karar gelirken ardından getirdi onu” demek- lenleri ve bedeni hiç bir zaman terk verir, ilahi buyruktan sonra doğru yo- le, topraktan sonra yelin varlığını, son- etmeyen insani nitelikleri de söylü- lun ölçülerini öğreten kitap gönderir ra ateşin onlara hararet verdiğini anlat- yor. Bu keyfiyetler insani pis ve kötü ve insanlara bu kitabı öğreten peygam- makla, bütün bu kâinatın yaratıcısı olan işlerden, eksikliklerden koruyor, onu ber seçer.” Şairler de peygamberler gibi dört unsurun rolünü ortaya koyuyor. güzelliğe, iyi işler yapmaya doğru Allah’ın elçileridir. Onlar da insanları Şair bu dört unsurun her birinin insan yönlendiriyor. doğru yola yöneltmek için Allah Teâlâ fıtratını oluşturmasını ve özelliklerini tarafından seçilerek büyük değer ve- insan hayatında oynadığı rolü tek tek Toprak ile böyle geldi dörd sıfat, rilmiş insanlardır. Şairin bu risalesi okuyucuya hissettirir. Sabru eyu hu tevekkül mekrümet. kendinden sonra Türk dilinde yazılan Dört unsurun esası olan toprak hak- yüzlerce mesnevinin dayandığı kaynak kında şair; bu dört unsurun, “sabır, Su ile geldi böyle dört türlü hal, olması bakımından onda olan hikme- iyilik, Allah’ı vekil etme ve keramet Ol safadur hem seha lütfü vüsal. tin varlığından haber veriyor. Şair ese- gösterme” olduğunu, bunların da her rin yazım tarihini mesnevinin sonunda insanın içinde bulunduğunu söylemiş- Yel ile geldi böyle bil dört heves, klasik şiir geleneğine uygun olarak aşa- tir. İnsanın onları düzenlemesi, amaç- Ol durud kizbü riya tizlik nefes. ğıdaki beyitte şöyle ifade ediyor: lara bağlaması esas şartlardan biridir. Sonra şair su ile gelen dört hali okuyu- Odıla geldi böyle bil dörd dürlü dad, Söze tarih yedi yüz yedidir cuya hissettirir. “O, saf, cömert, iyilik, Şehvetü kibrü tama bir de hased. Yunus canı bu yolda fidadır sevgiliye kavuşma”dır. Güzel niyetle- Bazı araştırmacılar bu tarihi Yunus rin, hayırlı işlerin, insanda olan ince Canla geldi böyle dörd hasil, Emre’nin tarikata girme yılı olarak arzuların yaratıcısının su olduğunu İzzetü vahdet haya edebi-hal. kabul ediyorlar. Ama mesnevide buna hatırlatıyor. Şair yel ile gelen sıfatları, Demek, ruh insanı pis niteliklerden bir işaret var ki, şair artık bu eseri ya- “inkâr, yalan, acelecilik, nefis” olarak temizleyen dört unsurdan biri olarak zarken içinde bulunduğu tarikatın bü- onun mayasında olduğunu gösterir. dört olumlu niteliğe sahip olur. Bun- tün aşamalarından geçmiştir. Sonra ateş ile geldi “şehvet, kibir, aç- ların tamamıyla insan kendi içindeki gözlülük ve kıskançlık” demekle, in- pislikleri öldürüp erdem yoluna ula- Çıra yandı delil doğru bulundu san özelliklerini gösterir. Allah Teâlâ şır. Yani ruh bedene üstünlük kurar Ev aydınlandı uğru bilindi insanı yaratırken ona kendi nefesin- ve insan hayırlı işlerin sahibi olarak den üfleyerek can vermiştir. Ruh, ila- Tanrı’ya doğru yükselir. Şair burada Çıra dediğim iman nuru mutlak hi arzuların yaratıcısıdır. Ruh ile geldi bize anlatmak istiyor ki, insanın mad- İmanlıya didarın gösterir Hak “tatlı bütünleşme, utanma, temkinli diyattan maneviyata dört unsurla bağlı Şair kalbini eve benzetmekle orada davranış” demekle, şair tek tek bütün özellikleri ile yükselir. Hayırlı işler, ila- iman çırasının yandığını, bu ışıkta özellikleri söylüyor ve onlarla gelen hi makamdır. Bu yolla ilerleyen insan Hak nurunu gördüğünü, ona doğru amellerin türettiği işleri okuyucusu- yücelmeye can atar, bu can atmanın ilerlediğini semboller vasıtasıyla, ben- na gösteriyor. Burada şair açık şekilde aslında sevgi bulunur. zetmelerle okuyucuya aktarır. Bu ifa- dört unsurla insanda oluşan nitelikleri delerden anlaşılır ki, şair iman ehlidir. söyleyerek, insan karakterinin özellik- Neyi seversen imanın odur, Bu risale 1307-1308 yıllarında da (hicri lerini ortaya koymuş oluyor. İnsanın Neyi sevmezsen sultanın odur. 707) aruz vezninde, mesnevi şeklinde maddi varlığını teşkil eden bu unsur- Mesnevinin on üç beytinden sonra yazılmıştır. 573 beyitten ibaret olan bu lar, onun varlığında esas rol oynuyor. şair eseri, “Failatün / failatün / failat öğüt risalesi 13 beyitlik manzum giriş- Şair bedenle insana verilenlerin nefisle (failün)” kalıbıyla yazmıştır. Bunlar- ten sonra kısa bir görüş ile başlıyor. bağlı olduğunu söylüyor. Ruhla gelen- dan sonra mesnevinin esas bölümü Küçük girişten sonra eserin esas bölü- lerin ilahi kökenden olduğu için ahlaki başlar. Bu mesnevide Yunus Emre bir mü başlıyor. Burada şair tamamen fark- olmasına, cisimleşip görünmesine çok nasihatçi, terbiye veren bir öğretmen lı bir girişle eserin esas bölümüne başlı- büyük önem veriyor. olarak karşımıza çıkıyor. Sanır mısın öğüdümü dak(tut) için Nasihattir sana cümle Hak için 152 KONAK
Risale altı başlık altında okuyuculara göre Tanrı dergâhında cevap vereceği- diğer benzetmelerle birlikte devrin sunulur. Mesnevinin I. Bölümünde; ni, başına belaların geleceğini ona bildi- sosyal hayatından alınmış anlamlı bir ruh, akıl ve onlara bağlı durumların riyor. Tamahın kurbanı olan insanı bu belge değeri taşımaktadır. Özellikle destanı söylenir. Bu bölümde şair ak- beladan kurtarmanın çetin olduğunu, yarı göçebe hayat yaşayan Anadolu lın hikmetinden, nefsin ise türettiği onun çok güçlü bir heves olduğunu şair Türkünün başı haramilerden derttedir. felaketlerden söz eder. Şair insanın aşağıdaki beyitte şöyle ifade ediyor. Yunus bu motifi içe dönük bir malze- içinde iki sultanın varlığından, onların me olarak kullanıyor. Harami nefsin birbiri ile kavga etmesinden söz eder. Tama hepsine düştün çıkamazsın, bir sıfatı olan kibri temsil edince, bu- Hangisinin üstün gelerek insan bede- Katı berkdir divanı yıkamazsın. nun zıttı olan alçak gönüllülükle bir- nine hâkim olması gerektiğini anlatır. Tamahın esirliğinden kurtulmak zor- likte işleniyor. Bu bölümde kibir “dağ” Uyarılan adamın bu unsurların onun dur, çünkü onun biner tonluk tama as- sembolü ile veriliyor. karakterinde oynadığı rolü okuyucuya keri kavgacıdır, kahramandır her biri- gösterir. Bunların biri insandaki aklı, si, elinden kurtulmak çok çetindir. İn- Sakıngıl olmagıl kibrile yoldaş, diğeri nefsi yöneten duygulardır. Bun- san kendi içinde çarpıştığı bu bölümü Kibr handa(nerde) ise onunla savaş. lara bağlı olarak şair şunları yazıyor: sorar. “Ulunuz kimdir, kimin işisiniz?” Şair insanın içinde başkaldıran kibri ; onlar kendilerini nefsin kulları gibi de, nefse yoldaşlık eden sebeplerden İki sultan durur sana havale, sunarlar. Şair tamahın olduğu yerleri biri olarak hesap ediyor. Ona “eşitme- Diler her ikisi ki mülki ale cehenneme benzetiyor. Ondan kurtu- din tevazü ne dediğin” demekle, kibri Biri Rahmanıdır can hazretinden, lanı cehennemden kurtulmuş sayıyor. benimseyen insanın Hakk’ı göremeye- Biri şeytandır garez yatından Tamahtan kurtarmak için Yunus Emre ceğini ona anlatıyor. beden ilinde tek bir çare , ‘kanaat’e baş- Şair mesnevide rahmin çeşitli biçim- vurmuş. Tegebbür kişiler ere eremez, lerde insan içinde olduğunu ve kendi- Mesnevinin 2.bölümünde bahsedilen Özünün düşmanı durur göremez. ne özgü oluşumlarını gösteriyor. Şair kanaat, ilahi makamdan olduğu için Şair kibir ve gururla geçen ömrü yele insanın içinde hüküm süren rahmin Tanrı’nın cemal sıfatlarındandır. Ka- vermiş sayıyor. Onun için de böyle in- ağızsız dilsiz on üç bin askerinin oldu- naat askerleri tamah saflarını kırmış, sanları akıldan yardım istemeye davet ğunu ve bunlara karşı direnen nefsin insanın gönül mülküne hâkim olmuş- ediyor. Onların yardımına “yürü imdi dokuz bin askeri olduğunu, onların lardır. “Di dursun ki tac u taht onun- iste akıldan” demekle, insanı alçak gö- da her birinin insan içinde hazır du- dur, ilahi devletine baht onundur”, di- nüllü olmaya çağırıyor. Kibirli olmak rumda mücadele ettiklerini anlatı- yen şair onların yerini gösteriyor. insanı iyi işler yapmaktan uzaklaştırır. yor. Nefsin çocuklarını şair “nişanları Mesnevinin “Destan-ı kanaat” bölü- Alçak gönüllü olan insan için “alçaklığı bu kim yüzleri kara” demekle tasvir münde kibir, gösteriş, kendini övmek- aktı ırmak oldu, aka aka denize ulaştı.” ediyor. Nefsin hangi işleri türeteceği- ten sohbet açılıyor. Kibir insanın yük- diyor. Şair alçak gönüllü olan insanın ni önceden okuyuculara sezdiriyor. selmesine, ilahi makama çıkmasına nasibinin Tanrı dergâhında umman Yunus Emre okuyucuyu “sakın kim engel olan sıfatlardandır. Şair kibri dağ olacağını okuyucuya sezdiriyor. Um- bunlardan olmayasın, ki nefs divanına başında oturan haramilere benzetiyor. man sonsuzluktur, denizdir, deryadır, yazılmayasın” demekte, insanları nefse Kibrin sonu da tamah ile aynıdır. Buna bu deryanın içinde kıymetli cevherler uymamaya, onun esiri olmaktan uzak bağlı olarak şair şöyle diyor. var, alçak gönüllü olanlar bu cevherlere olmaya çağırmaktadır. Şair nefsin de sahip olacaktır. Çünkü böyle insanlar çeşitli oluşum biçimleri bakımından Kendinden gayrı kimseyi beğenmez, su gibi temiz ve hükümsüz olarak der- dokuz oğlundan söz ediyor. Yüce yerde duru aşağı inmez. yaya ve okyanusa kavuşanlardır. Alçak Taht başında oturmuş insanlara yu- gönüllü olanlar hakkında Ahmet Yesevi Bu nefs oğlanları dokuz kişidir, karıdan aşağı bakan kibir hiç kimseyi hikmetlerinde şöyle deniyor.: “toprak Nifak u şirk onların işidir. beğenmiyor. Yunus Emre de, böyle ol, hepsi sana basıp geçsin.” insanların sonunu görmüş, onların Ayak tozu iz ve belirtiye işarettir. Nefsin ilk oğlu Tamah ’tır. Onun elin- çok geçmeden ayaklar altına serilece- Kur’an’da sık sık Allah’ın ayetlerinde den hiç bir güzel iş gelmez “cihan ğini anlatıyor. Buna bağlı olarak Yu- işaretlerden söz ediliyor ve gerçeğin mülkü onun olsa da yetmez”, diyor. nus Emre yaratıcılığının araştırmacısı çeşitli oluşumu Hakk’ın ayet ve işaret- Tamah bütün dünyayı kendi kapısında Mustafa Tatçı şu yargıda bulunuyor: leri gibi düşünülüyor. tutsak edermiş. O, dünya malını sever. “Yunus kibri dağ başında oturan ha- Mesnevinin III bölümünde, Mesne- Tamah’a esir olanın dini imanı dünya ramilere benzetiyor. Bu benzetme bazı vinin kendinden de görüldüğü gibi malıdır. Şair “tamah kervanıyla yoldan azmıştım” diyen insanın bir gün buna EDEBİYAT 153
gazap nefsin gösterdiği faaliyetleri Mesnevinin dördüncü bölümünde Mesnevinin beşinci bölümünde im- hayata geçiriyor. O, bütün varlığı ile sabrın durumlarından daha etraf- renme ve kıskançlık durumları hatırla- ruhla gelen iyi niyetlere perde çekmek lı, daha geniş şekilde sohbet açılıyor. nır. Şair okuyucusuna kıskançlığın du- zorundadır. Yunus Emre’nin Risaletü’n Nushiyye rumlarını hatırlatarak, eskiden onun mesnevisinde en çok değer verdiği işinin fitne - fesat olduğunu söylüyor. Boşu derler bana benem bahadır makamlardan birisi sabra bağlı olan Düzenlik bozmaya her yerde hazır. satırlardır. “Sabır neredeyse iyiliktir Şeker yeyirse dadı dalı yoktur, Kendisi “nerede olursa, ot bitmez oldu”, işi”, “Sabırlının devleti daim olacak”, Ki datlı diriliğiyle (canlılığıyla) halı “düzeni bozmaya her zaman gücüm “nasibi sabır olanlar yücelecek” diyen yoktur. yeter”, “ki mahkûm eylemiş gazabı di- şair, sabır kime yoldaş ise, onun so- Heset eli onuncun (onun için) irmez işe, vanı”, “doğru kim varsa onu kınar”, nunun güzel işler olacağından haber Kime kim kuyu kaza kendi düşe. “geçirdin ömrünü sen gazap ile hemen veriyor. Şair yeri geldikçe eserde sem- zulmet desen” böyle sözlerle anlatılan bolik makamlara da başvuruyor. Bura- Şair gösteriyor ki, kıskançlık kendi gazabın sonu bize ışık tutar. Gazap in- da Yusuf Peygamber’in sabırla kuyuda kendinin içini yiyiyor. Onun yediği san içindeki çalışmalarını gizli devam kararsız olmasından yukarı bakınca kendidir, “söyleyeyim sana kıskancın ettirmek için uygun yollar gösteriyor. sonsuz gökleri, aşağıda makamın taş ne yediğini, sakınır kendinden kendi O, yeri göğü gezse de kendine yer edin- topraklarını, görüp “sabırlı olmazsam yediğini.” İçinde kıskançlık duygusu mesini söylüyor. İnsanın kalp evine neyi başarabilirim” diyerek Allah’a olan insana hiç kimsenin dua etmedi- girmiş gazap onu yıkıntıya çevirmiştir. şükrediyor. Bu yolla o, nereye baktıy- ğini de söylüyor şair. Gazaba uğrayan insan yolda kalacak, sa sabrı gördü, “ererdi devlete ol sabri hiç bir yolu sonuna kadar sürdüreme- ali”, “ki sabır ile güzel oldu hali” diyen Ko sevme dünyayı kim kala senden, yecek. Çeşitli sıfatlarla oluşan gazap ça- şair sabırlı insanın çok yükseğe, velili- Dilersen dilemezsen ala senden. lışmalarını gizli devam ettirerek bazen ğe yahut da peygamberliğe ulaşacağını Süleyman’dan ireli olmayasın, nurani bir koca şeklinde “elinde asa” okuyucuya hatırlatıyor. Hakikattir cahanda kalmayasın. betimleniyor. Ona bağlananlar “Bana karşı durup Hakk’ı unuttular diyor. Ga- Çü çektiler kovayı çıkdı taşra, “Süleyman’a kalmayan dünya sana da zabı ele geçirmek için akla başvurulur.” Zihi devletlü kim sabrı başara. kalmaz” fikri Yunus Emre’nin bu mes- Gör sabır ile Yusuf niye irdi. nevisinde de yer almaktadır. Ek olarak Çü hiç söz kalmadı ulaşdı akla, Ki sabrın acısı halvaya irdi. kıskançlığın hayırlı iş olmadığını, gü- Boşuyu tutmağa iş düşdi akla. zel iş yapan birisi “eli bağlı durur hayır Akıl gazapla vuruşmak için birleşiyor. Velilik, tasavvufta Hakk’a ulaşıp fe- iş görme” diyor. Kıskanç adamdan iyi Gazabı cezalandırmak üzere bir mah- nafillaha yükselenlere verilen addır. bir iş ummayı şair akılsızlık sayıyor. keme kuruluyor ve bütün şikâyetlerin Buna göre de sufiler veliliği peygam- gazaptan olduğu söyleniyor. berlikten sonra ikinci mertebe sayar- Mesnevinin son bölümü olan altıncı lar. Çünkü onlar hazreti Muhammed’i bölümde okuyucuya akıl vasıtasıyla Divanda söylediğim bunca düzdün(sı- güneş, velileri ise ay gibi sembolleşti- öğüt veriliyor, onları dediklerine kulak raladın), rirler. Veliler insanlarla Allah arasında asmaya çağırıyor. Şikâyet boşudandır(gazaptandır) sözde ilgi kuranlardır. her gün. Gel indi aydayın bir kaç nasihat, Gazabı ele geçirmek için şair sabra yö- Sabr kimdedirse o arşa sürer Bu akli cüzden sana eyü baht. neliyor. Gazabın İbrahim Ethem misa- Ki sabr içre bulunur dürlü hüner Kalır taşra bu akli- maaş, li sabır karşısında sürdüremeyeceğini Bakır bu yola akli-cüzi bakış. ona hatırlatıyor. Şair burada sabırla miracından söz açmış, insanın da sabırla her şeye güç Feda canım sana ey sabr yiyesi, yetireceğini okuyucuya sezdirmek is- Ki sabr oldu benim canım gıdası. temiştir. “Tanrı aklı yaratırken ondaki Şair bu bölümün sonunda “sabırla dost itaatkârlığı görmüş ve senden daha bü- olan Hakk’a yoldaş olur” iddiasını aşa- yük, daha sevimli bir şey yaratmadım ğıdaki beyitte şöyle şiirleştiriyor. demiştir. Hem de Tanrı akla sabırdan büyük hiç bir şey vermemiştir. Bu Kime sabr olsa dünyada müyesser, mesnevide de görüldüğü gibi Yunus Ona Hakk veresidir mülki diğer. Emre XIII. Yüzyıl insanını, bağlılık ve dayanakla sabra çağırmıştır. 154 KONAK
KAYNAKÇA kish or Turkic Volume 4/6 Fall 2009 tarihi.İstanbul.1983. c1.s.33 7. TATÇI, Mustafa, Yunus Emre Divanı , 15. AYAN, Hüseyin,Risaletün-Nüshiy- 1. Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilim- ler Dergisi Cilt:6 Sayı: 1 Haziran 2005 Akçağ, Ankara 1991 ye üzerinde bazı düşünceler. Yunus 8. AKSAN, Doğan, Yunus Emre Şiirinin Emre sempozyumu bildirileri. Anka- 2. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat ra.1990.s.121-122 Fakültesi dergipark.ulakbim.gov.tr- Gücü, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2005 16. HACI, Sicareddin, Nizami Gencevinin 1991 9. AKSAN, Doğan, Cumhuriyet Döne- felsefi – didaktik görüşleri. Bakı. Mü- tercim. 2008. s. 20. 3. TURNA, Murat, SEZAİ KARA- minden Bugüne Örneklerle Şiir Çö- 17. ÜNVER, İsmail, Mesnevi. Türk dili. KOÇ’UN GÖZÜYLE YUNUS zümlemeleri, Ankara: Divan Şerhi. II. Ankara1986. sayı 415- EMRE, MEHMET ÂKİF VE MEV- 10. Bilgi Yayınevi, 2004 417 Ağustos-Eylül.s.430. LÂNA, 2012 11. International Periodical For The Lan- 18. HACI,Sicareddin, Hezret Nizami Gen- guages, Literature and History of Tur- cevinin yaradıcılığında peyğemberlik 4. KÖPRÜLÜ, Fuad, TÜRK EDEBİYA- kish or Turkic anlayışı ve hezret Mehemmed (s.e.s) II TINDA İLK MUTASAVVIFLAR, Di- 12. Volume 6/4 Fall 2011, p.183-190 , kitab. B. 2008. Nafta-Press neş.s. 145. yanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 3.bas- TURKEY 19. GÖLPINARLI, Abdülbaki, Yunus kı, Ankara, 1976 13. KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk edebiyatında Emre. Risaletün-Nüshiyye ve Divan. ilk mutasavuflar. Ankara. 1976. s.293 Ankara.1965. s.16.ok 5. KARA, Mustafa, TÜRK TASAVVUF 14. BANARLI, Nihad Sami, Türk edebiyatı TARİHİ ARAŞTIRMALARI, Dergah Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2005 6. International Periodical For the Lan- guages, Literature and History of Tur- EDEBİYAT 155
Edebiyat Söyleşileri Edebiyat koordinatörlüğü olarak Divan Edebiyatı üze- rine yaptığımız çalışmaları neticelendirerek Hayati DİVAN EDEBİYATI İnanç’ı divan hakkındaki engin bilgilerinden faydalan- mak üzere söyleşimize davet ettik. Hem divan edebiya- Değerlendiren tını daha iyi tanıma fırsatı bulduk hem de harikulade Afife Kübra UĞURLU beyitler ve açıklamalarıyla çok samimi ve güzel bir söy- Ankara Üniversitesi leşi gerçekleştirdik: Tıp Fakültesi “Divan edebiyatı 13. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Sel- çuklu mirası ile kurulmuştur. 20. yüzyıla kadar devam Arapça kökenli şey, Farsça etmiş, bu yüzyıl ortalarına doğru ehilleri azalmış, lisanı kökenli hiç ve Türkçe olan bir değişmiştir. Lakin bu dönemde de Yahya Kemal, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Haşim kelimeleriyle oluşan “hiçbir gibi Türkçenin zirvesini oluşturan çok başarılı şairler şey” sözüne ne demeli? vardır.” Eğer insan Arapça ve Farsça “Bizlere Edebiyat derslerinde çorba nasıl yapılır, ta- kelimelerden uzak durmak rif edilir, lakin çorba servis edilmez. Eğer çorba servis edilirse görülür ki istikbal köklerdedir. Türk millet ve istiyorsa o kişi ömrü boyunca devletinin misyonu bu kadar yüce iken sığ Türkçe ile “hiçbir şey” diyemez. bu amaçları yerine getirmek mümkün değildir, geçmişe bakmak elzemdir. Mesela Baki, Fuzuli, Nabi, Şeyh Ga- 156 KONAK lip gibi şairleri okuyarak önce dilimizi sonra edebiyatı sevmek mümkündür. Öyle ki şairlerimiz ölümü anla- tırken insanın adeta ölesi gelir.” Hocamız Şeyh Galip’e çarpıldığını ve onun karşısında dağıldığını ifade ederek okuyor bizlere: Ey dil sen o dildâre lâyık mı değilsin ya Dâvâyı muhabbette sâdık mı değilsin ya Özrü nedir Azrâ’nın Vâmık mı değilsin ya Sende bu gâm ne gezer âşık mı değilsin ya Âşıkta keder neyler gam halk‐ı cihânındır Koyma kadehi elden söz Pir‐i Mugân’ındır. “İnsan şiirle konuştuğunda sözlerinin tesir derecesi kat kat artar. Tabi şiirle konuşabilmek için ezber şart- tır. Acaba bu kadar ezber nasıl yapılır? Dikkati toplu tutmak ilk sıralarda gelir ve gereksiz şeylere meyli kes- mek lazımdır. İnsan, Allah tarafından kabiliyetle dona- tılmıştır, yalnızca bu kabiliyetin işlenmesi gereklidir. İnsan takıntılara kendini kaptırırsa kendindeki cevhe- ri ziyan etmiş olur ve ancak takıntılardan kurtulduğu zaman başarılı olur. Bu şiir dediğimiz müessese yoğun dikkat ve ilgi gerektirir. Lüzumsuz ilgilerden arınmak icap eder. Günümüzde bilgi çok, adeta bilgi bombardı- manı altındayız. Şuursuz ve kontrolsüz zaman harca- ma gibi bir olay zuhur ediyor.” Hocamız bu kısımda da Müslüman’ın gözünün nuru olarak nitelendirdiği fecr vaktinden bahsediyor: “Seher vakti veyahut fecr vakti, gecenin son altıda biridir. Ve fecrin tecellisi çiçek koku- su, kuş sesi ve Müslüman yüzüdür. Fecr, adeta Müslü- man için rüyasız bir uykudan uyanmak manasına gelir. Zamanı güzel değerlendirebilmek için erken yatmak ve fecr vakti ayakta olmak gereklidir.” Bir âh-ı sehergaha bakar ‘ukde-i derûn Nitekim goncaya küşâdı bâd-ı seher verir. (Vanlı Dürrî)
Ukde düğüm demektir, içindeki düğü- çedir neticede, lakin şu zamanda bir şiiri ölmek demektir ve her zaman ölmemiz mü çözmek seher vakti dökülen gözya- okuduğumuzda anladığımız birkaç keli- istenmiştir. O zaman gözümüzü açık tu- şına edilen âha bağlıdır, nitekim kapalı me ile sınırlı kalıyor ne yazık ki. Belli ki tup diri olmak mecburiyetindeyiz.” olan gonca seher yeliyle açılır, gül olur. kelimelerden bir darbe yemişiz, şaşırtıcı Hocamız Peygamber Efendimiz “Şeyh Galip mahzun ve üzgün olmayı derecede kendimizle aramızı açmak gibi (sav)’den bahsederek sözlerini sonlan- yasaklar, “insan tebessüm etmelidir” bir derdimiz var. Bilinmelidir ki Arabi, dırdı: “O öyle bir güzellikteydi ki sadece der. İnsan viranedir ve bedene yani za- Farsi, Türki eş yumurta üçüzüdür. Me- hak edenler veyahut nasibi olanlar fark hire bakınca hüzünlenir, çünkü sürekli sela Arapça’da kitabın çoğulu “kütüp”, edebiliyordu. Öyle ki Efendimizin bunca yerçekimine karşı mağluptur ve yıpra- Farsça’da ev manalı “hane”; birleştiri- İslam’a davet ettiği kişi arasında amcala- nır. Lakin insanın aslı ruhtur ve ruh çok lince kütüphane kelimesi oluşur ve dü- rına dahi iman nasip olmamıştır. Onla- kıymetlidir ve sevildiğinden haberi yok- pedüz Türkçe’dir. Başka bir örnek ise ra iman nasip olmamış da 14 asır sonra tur, “Dimdik yürüyenler dümdüz yatar- Arapça kökenli şey, Farsça kökenli hiç iman bizlere nasip olmuşsa, bu bizim lar.” sözünü duymamış gibi de kibirlidir. ve Türkçe olan bir kelimeleriyle oluşan herhangi bir becerimizden veya üstün- Şeyh Galip der ki “İnsansan gülsün yü- “hiçbir şey” sözüne ne demeli? Eğer in- lüğümüzden değil, tamamen Rabbimi- zün.” Yalnız neşe hak edilmeli; mesela san Arapça ve Farsça kelimelerden uzak zin bize bir lütfuyla olmuştur. Öyleyse sabah neşesi, mesela ibadet neşesi… durmak istiyorsa o kişi ömrü boyunca insanoğlu kibirleneceğine acziyetinin “Tekrar ilk konumuza dönersek, insanın “hiçbir şey” diyemez. Millet olarak as- farkına varmalı ve kendini dünyaya kap- yabancı kelimelere mahkûm olması ne lımıza yabancılaşmayı reddetmeli ve tırmamalıdır; dünyada söylenen haklı kadar da üzücüdür. Osmanlıca da Türk- köklerimizi tanımak için çabalamalıyız. sözleri göz ardı etmeden tabi ki.” Eğer çabalamazsak bu sosyolojik olarak 1961’ de Denizli’de dünyaya gelen Hayati İnanç 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Avu- katlığın yanısıra yayıncılık, yöneticilik, denetçilik, öğretmenlik ve sunuculuk yaptı. Kendi deyişi ile “en değerli iş in- sana yatırım” inancıyla, klasik eserlerden edindiği heyecanı, her yaştaki gençlerle paylaşmak arzunda. Aynı zamanda TRT’ de “Can Veren Pervaneler” programını da hazırlayıp sunmaktadır. Aynı isimle 4 adet kitap neşretmiştir. EDEBİYAT 157
Edebiyat Söyleşileri Edebiyat söyleşilerimize 2017 yılının son konuğu ola- rak Tanzimat Edebiyatı söyleşisiyle gazeteci- yazar TANZİMAT EDEBİYATI Fatih Bayhan’ı davet ettik. “Bu dönemden bize kalan üç önemli miras vardır. Bunlar: sözlükler, tiyatrolar Değerlendiren ve reddiyelerdir.” Zeynep ÖNDER “Eski dönemlerin edebiyatını anlayabilmek için o Hacettepe Üniversitesi dönemlerin siyasi ve sosyal şartları mutlaka bilin- melidir.” diye söze başlayan Bayhan, bu doğrultuda Tıp Fakültesi önce Tanzimat Dönemi’nde Osmanlının durumunu incelemek gerektiğinin altını çizerek şöyle devam Bu dönemden bize etti: “Tanzimat Edebiyatı Osmanlı Devleti’nin zayıf- kalan üç önemli layarak çok zor bir döneme girdiği zamana denk ge- lir. Karlofça’ya kadar Türklerin yenilmezliği kabulü miras vardır. Bunlar: varken, bu antlaşmadan sonra Batıda Türkler de ye- sözlükler, tiyatrolar ve nilebilir anlayışı oluşmuştur. Osmanlı Devleti artık toprak kaybetmeye başlamış, ekonomisi zayıflamış reddiyelerdir. bir “hasta adam” olarak görülmüştür. 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği “milliyetçilik” akımından en çok 158 KONAK zarar gören devlet Osmanlı olmuştur. Biz rönesansı- mızı Fatih ve Kanuni döneminde yaşarken skolastik dönemi yıkılış devrinde yaşadık. Son 200 yıl yeni bir şey yapmaktansa var olanı korumaya yönelik bir po- litikamız vardı. Batı da ise her alanda yenilikler yapı- lıyordu. Fen ve teknolojide bizden çok ilerdeydiler. Bu durum Batıya yönelişi başlattı.” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Bu şartlar altında ortaya çıkan Tanzimat Edebiya- tını iki dönemde inceleriz. Birinci dönemde “sanat toplum içindir” anlayışı hakimdir. O dönem Divan Edebiyatı’nın ağır dilinden ziyade, ‘halkı anlamak’ ve ‘halka anlatmak’ amacı güdülerek sade bir dil kul- lanılmıştır. Toprak kayıplarının halkta uyandırdığı ‘vatan’ anlayışı edebiyatta da etkili olmuştur. Fakat o dönem ‘vatan’ kavramını kullanmak suçtur. Çünkü Osmanlı sınırları çok geniş bir imparatorluktur. Sı- nırları asla çizdirilmemiştir ve vatan dendiğinde bir sınırlama olacağı düşünülerek kullanılması istenme- miştir. Hatta Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre”yi yazdığı için sürgüne gönderilmiştir. Batılı tarzda ilk eserler bu döenmde verilmiştir. İlk tiyatrolar bu dönemde yazılmıştır. Bu dönemden bize kalan üç önemli miras vardır. Bunlar: sözlükler, tiyatrolar ve reddiyelerdir. Bu dönemde Şinasi’den bahsetmemek olmaz. Agah Efendi ile çıkardıkları Tercümanı Ahval gazetesi ba- sın hayatımızın başlangıcı olmuştur. Şinasi’nin bu- rada yazdığı mukaddime de edebiyatımızın ilk ma- kalesi kabul edilir. Osmanlıcanın kendi dil kuralları vardı. ‘Elif ’, ‘Vav’ ve ‘Ye’ harfleri üstün, esre ve ötreyi belirtiyordu. Nokta, virgül, ünlem işareti kullanılmı-
yordu. Anlam telaffuzla sağlanıyordu. Tanzimat Edebiyatı ikinci dönemi- ki eski-yeni çatışmasından söz edilir. Tabi bu durum anlam karışıklıklarına ne baktığımızda “sanat sanat içindir” Ekrem’in Zemzeme’sine karşılık olarak sebep oluyordu. Örneğin, “Oku ba- anlayışının hakim olduğunu görürüz. Muallim Naci Demdeme’yi yazmıştır. ban gibi eşek olma.” cümlesinde virgül Edebiyat halka yönelik değildir çünkü Zemzeme ve Demdeme okunması ge- kullanılmazsa anlam kargaşası ortaya seçkinler için yapılmıştır. Bu döneme reken, okuyana çok şey katacak eser- çıkar. Makalelerinde nokta ve virgülü damgasını vuran olay “Zemzeme” ve lerdendir.” şeklinde konuştu. Söyleşi- ilk kullanan, edebiyatımıza noktalama “Demdeme” tartışması olmuştur. Bu- miz dinleyicilerimizden gelen sorular- işaretlerini kazandırarak bu sorunu rada modernizmi savunan Recaizade la son buldu. ortadan kaldıran da Şinasi’dir. İlk ti- Mahmut Ekrem ile gerici-gelenekçi yatro eseri de yine Şinasi’ye aittir. olarak bilinen Muallim Naci arasında- 1975 Adana doğumlu. İlkokul ve Liseyi Adana’da okudu. Kamu Yönetimi ve Ga- zetecilik Bölümü mezunu. Gazeteciliğe 1994’te İstanbul’da Muhabir olarak baş- ladı. Çeşitli yerel ve ulusal gazetelerde; Yazar, Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. Aktüel, Siyaset, Tarih-Araştırma ve Deneme türlerinde yazılar yazan Fatih Bayhan’ın çeşitli der- gi, gazete ve haber portallarında yayın- lanmış makaleleri bulunuyor. EDEBİYAT 159
160 KONAK
HALK SAĞLIĞI Araştırmaları Koordinatörlüğü Gün geçtikçe artan bireyselleşme, yaşam sürelerinin uzaması ve kent hayatı; kaygıların artışına, yaşam biçimi değişikliklerine ve akut-kronik birçok sağlık sorununa mahal vermektedir. Hastanelerin artan yükü ile birlikte hastaların tedavi doyumsuzluğunun önüne geçilememekte ve tedavi edici sağlık hizmet- lerinde makineleşme hızla artmaktadır. Bizler hasta- lıkları henüz olmadan engellemeye yönelik çalışma- lar yapan koruyucu hekimlik alanı olan Halk Sağlığı disiplinini daha iyi tanımaya çalışıyor, hekimliğin macerasını dünyanın mihenk taşı saydığı bildirge- leri temel alarak incelemeye çabalıyoruz. Klinisyen olsun olmasın her hekimin toplumsal halk sağlığı bakış açısını edinmesi için farklı bilimsel makale ve kitaplardan bu konuları irdeliyoruz. Halkın sağlığına olan bakışımızı, çok paydaşlı bir yaklaşımla destek- leyerek, bütüncül kavrayışı yakalamaya çalışıyoruz. Pek Yakında... Etkinlik Çalışma Grubu • Makale Okuma • Sağlık Yönetimi ve Ekonomisi • Epidemiyoloji • Çevre Sağlığı • Sağlığın Sosyal Boyutu • Hekimin Sağlığı
TIP VE NASYONAL SOSYALİZM Werner F. Kümmel 1933 yılına kadar bir hukuk devleti ve bir kültür milleti (Kulturnation) olan Almanya, daha sonra çok kısa bir süre içinde, hekimlerin ciddi destekleriyle ilk defa devasa ölçüde bir ‘Biyo-Politika’nın uygulandığı acımasız bir diktatörlük rejimine dönüşmüştür. O zamana kadar tasavvur dahi edilemeyen ‘Biyo-Diktatörlük’ün, modern ve son derece uygar bir ül- kede gelişmiş olması ‘Tıp ve Nasyonal Sosyalizm’ konusunun sadece Almanya için değil, aynı zamanda tüm dünya için de bir ders olmasını gerekli kılmaktadır. Hem tıp tarihi hem de tıp etiği açısından bu kadar önemli olaylar ülkemizdeki farklı alan- larda eğitim ve araştırmalarda ya hiç yer almamakta ya da gerektiği kadar önemsenme- mektedir. İşte bu konudaki önemli boşluğu doldurmak amacıyla Beşikçizade Tıp ve İnsani Bilimler Merkezi (BETİM) bu alanın dünyada en saygın uzmanlarından Prof. Dr. Werner Friedrich Kümmel’in kaleminden çıkmış bu telif eseri Dr. Süreyya İlkılıç’ın tercümesiyle ilk defa Türkçe olarak okuyucuların ilgisine sunmaktadır.
ANKARA ŞUBESİ
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164